30 Kasım 2013

6+0+4'den Kaçış


Fatih Terim'in Milli Takım meselesiyle ayrılmasının ardından biraz da Grande'nin isminin altında ezilen bir TD olmasın diye getirilen Mancini'den Türkiye'yi, kurallarını, futbol kültürünü iki ayda öğrenmesini beklemek haksızlık olurdu. Bu süreç zarfında GS'nin birçok hedefinden uzaklaştığını ve büyük yara aldığını da belirtmekte fayda var. Ekim ayında gelen bir yabancı antrenörün taşıdığı hayalkırıklığı riski gözardı edildi ve gelindi bugünlere. Geçmişi eşelemeye çok fazla gerek yok, kazdığınız yerden petrol çıkmayacak çünkü. O yüzden biraz da ötelere, bundan sonrasında takım nasıl toparlanır, yapılan yanlışlar nereden başlayıp düzeltilir buna bakmak gerekir.

Geçen sezona dönüş: 4-3-1-2

Sezonun ikinci yarısına Hamit Altıntop'un yetişeceği söyleniyor. Bunun anlamı açık. Merkez orta sahada topu ileri taşıyan, top saklayıp takımı üçüncü bölgeye yerleştiren, savunma yardımlarını esirgemeyen ve en önemlisi 6+0+4 yabancı kuralına ilaç olan Hamit, onun yokluğunda birçok zaaf yaşayan arkadaşlarına yardımcı olacaktır. Sneijder-Drogba transferleri sonrası Terim'in doğru bir hamleyle her iki oyuncudan ve onlara bağdaşık olarak Selçuk-Burak'tan maksimum verim alabildiği 4-3-1-2 formasyonuna da geri dönüş sinyali taşıyor Hamit. Fatih Hoca'nın en çok şikayet ettiği sol bek mevzusu -sürekli bindirme yapan- ise kanat oyuncusuz bu sistemin olmazsa olmazı. Riera geçici bir çözüm ancak idare ediyor, üstelik savunmadan oyun kurmada ve en çok pas yapan isim olmada da sıkıntı yaşamıyor. Gelelim ana soruna. Tandem. Chedjou ve Dany oynadıkları her maç yaptıkları bireysel ve kurgusal hatalarla büyük handikap yarattılar. Her maç gol yiyoruz. Uyumsuz ve birbirini -özellik olarak- tamamlamayan stoperlerden oluşuyor kadro. (Dany geçen sezon iyiydi ama şu an bek vs. derken tamamen zarar veriyor) Chedjou yanında Rami gibi onu toparlayacak -pozisyon bilgisi yüksek- bir isimle başarılı olabilir ancak atletik yönünü öyle ortaya çıkarabilir. (Onun yanına bir yabancı daha alma lüksümüz yok yeterince para ve hedef kaybı oldu zaten) Semih-G Zan ikilisi en azından Riera'ya yer açmak adına önemli. Gökhan'ın geniş alanda yakalanmamak için kendini çizgi savunmanın gerisine atan ve ofsaytı bozan anlayışının da uyarılması şart.

Sezonun ikinci yarısında:

Muslera Eboue Semih G Zan Riera Hamit Melo Selçuk Sneijder Drogba Burak

Hiç riske girmeden deneme yanılmaya uğramadan en kuvvetli 11 bozulmayabilir. (Bruma sorunsalı?) Drogba-Umut ve Hamit-Bruma gibi 4-4-2'ye evrilme değişimleri de görülebilir zaman zaman. Aslında  Eboue/Riera'dan birinin yerine kısa vadede yerli bir oyuncu transfer edilip Bruma'ya yer açmak ve onu en azından sezonun bitimine kadar kazanmak da değerli bir hamle olur. (Ribery potansiyeli yok ilk şaşalı zamanında demiştim. Nani'ye yakın bir şey olursa büyük başarı, karar mekanizması ve son vuruşu çok yetersiz)

Yani devre arası ligde ilk 11 oynayabilecek yerli sağ bek/sol bekten biri ve Semih-G Zan ikilisini yedekleyecek üçüncü bir yerli stoper transferi öngörülebilir. En azından denenir ve tutarsa sezon sonu 11 için +1 yerli oyuncu kazanılmış olur. Riera veya Eboue yerine yabancı oyuncu transferi ise Sneijder-Drogba gibi fırsat çıkarsa değerlendirilebilir bence. Bu kararı sezon sonuna bırakmak en doğrusu takımla çok oynamadan. Bruma'da ısrar edilmesi -verilen parayı yaşını ve az çok potansiyelini de hesaba katarak- diğer kanadın yerli olması gerekliliğine de işaret. Bu yüzden Aydın'ın tek kalmaması adına bir transfer de kenar oyuncusu için kullanılmalı. Amrabat'a elveda denir. Belki son bir atak da merkez orta sahaya -alınamayan Alper Potuk- destek amaçlı bir yerli isim olur. Toplamda 1 bek 1 stoper 1 kenar 1 orta saha şeklinde 4 yerli oyuncu transferi beklenebilir kadro mühendisliğini geçici olarak düzeltirsin böylelikle. 6+0+4'ten başka türlü bir kaçış görünmüyor.

Devre arası gerekli bölgelere 3-4 yerli transferi için:

Bek - Koray Altınay (Rize) Tarık Çamdal (Eskişehir) Ziya Erdal (Sivas)
Stoper - Uğur Demirok (Akhisar)
Orta Saha - Bilal Kısa (Akhisar)
Kanat - Erkan Zengin (Eskişehir) Sercan Kaya (Rize) Serdar Gürler (Elazığ)

Hem maliyet bakımından ciddi külfet getirmeyecek hem de tek oyuncu bile ilk 11'e monte olsa 6+0+4'den kaçmak için bir tünel kazılmış olacak. Tünelin ucunda karanlıktan az da olsa süzülebilen bir ışığın varlığına inanacağız.

İsmi geçen oyuncuların yalnızca ekranlara yansıyan performansı değil bizzat verilerde de (toplam pas, orta alanda pas, hücumda pas, ceza alanında savunma, rakipten top kazanma gibi datalar) ligin yabancılardan sonra en iyileri olduğunu da ifade etmeliyim.

http://tr.matchstudy.com/TSL2013-14/TSLp.aspx

Peki. Sezon bittiğinde nasıl bir manzara bizi bekleyecek, kadroyu iyileştirme ve 6+0+4'e yakalanmadan hem ligde hem Şampiyonlar Ligi'nde başarıya ulaşabiliriz? Şu soruyu kendimize yöneltmeliyiz; Galatasaray'ın ilk 11'ine girip üstün performans sergileyecek çok üst düzey kaç yerli oyuncu var? Mesut Özil, İlkay Gündoğan, Arda Turan gibi isimleri yazıp komik duruma düşürmeyin kendinizi. Melo'yu Gökhan Inler'e değişir misiniz? Ben asla değişmem Selçuk'u da düşünerek. Gökhan Gönül Galatasaray'a gelir mi, elbette hayır. Nuri Şahin, Klopp elinden mükemmel tasarlanmış Dortmund yerine Türkiye'de başarılı olabilir mi? Sanmıyorum, o iyi bir parça hep, sorumluluk almak değil onun işi. Milli Takım kariyeri ortada. Semih Kaya'nın yanına eğitici, öğretici, lider, pozisyon bilgisi yüksek, tecrübeli (1,85 m üstü) bir stoper gerekiyor. Semih'in yanına diyorum çünkü bu çocuğu harcamamalıyız. İki yıldır sürekli oynayan günahıyla sevabıyla kendini kabul ettiren Akademi'den yetişmiş pırıl pırıl bir Galatasaraylıdan bahsediyoruz. Üstelik 22 yaşında ve Bülent Korkmaz'ın 1990'daki (68 doğumlu) halinden daha iyi durumda. O yüzden Semih Kaya'nın yanında oynayacak stoper tanımı önemlidir, değerlidir, altı çizilmelidir kapkara haykıran puntolarla. Ömer Toprak veya Spartak'a giden Serdar Taşçı bu özelliklere haiz mi sizce? Türkiye'de uzun süre birlikte oynayıp Avrupa düzeyinde başarı yakalayan yerli stoper ikilisi var mı? (Bülent-Alpay ve Bülent-Emre Aşık kısa aralıklarla) Tandemi yabancılardan oluşan hep şampiyon olmadı mı bu ülkede? Song-Tomas, Uche-Högh, Zago-Ronaldo-Ahmet, Bülent-Popescu, Lugano-X, Luciano-Y, Semih-Ujfalusi, Semih-Dany diye uzar gider. En az bir yabancı stoperde ve yanındaki yerliyi yüceltecek cinsten. Rio Ferdinand, John Terry gibi. Emre Can Hakan Çalhanoğlu Tolgay Arslan gibi isimler artık gelmiyor üç büyüklere. Onların rol modeli Mesut. Bremen'den memleketi Zonguldak'a değil dünyaya açılan adam. Kadife bilekleriyle. Bu hayalden uzaklaşalım artık. Çok bilinmeyen Almanya'dakilerin piyasasına girmeliyiz yavaştan.

Kim kaldı geriye? Var mı Galatasaray kalibresinde Sneijder-Drogba Selçuk-Burak ile oynayabilecek ve formunun zirvesinde bir yerli? Sadece Onur Kıvrak. Simoviç-Taffarel-Mondragon-Muslera şeklinde başarıya giden bir yabancı kaleci geleneğin var. Eyvallah. Bundan şaşmak ne derece doğru? Çok tartışılır. Tamam da yerli sağ bek sol bek yok etti mi iki yabancı. Melo üç. Drogba dört. Yabancı stoper beş. Sneijder altı. Wes ayrılsa desen -ki mantıklı- kanada gene yabancı almak zorundasın. (Valencia Nani vs) Drogba bıraksa desen tek forvet Burak (yedeği Umut) yeterli gelecek mi Şampiyonlar Ligi'nde. O da hayır. Didier yerine yabancı alsan gene oldu sana altı. (Dzeko) Mevcut yabancıların düzeyinde veya onlara yakın sırıtmayacak yerli bek var mı tekrar soralım kendimize? Yok. İkisi de Fener'de. Ee hadi iki stoperi yerli yapalım. Semih-Ömer Toprak ile bu iş yürür der misin, savunma emin ellerde hissi verir mi sana? Bana vermez. Milli Takım orada duruyor, aç bak, izle tekrar. Melo'yu Inler ile değişir misin, bir daha hatırlatayım. Asla ve kat'a. Geç o forma meselesini, eskilere say, gösterdiklerine Kadıköy'de. Duygusala bağlama hemen. Felipe senden romantik, isyancı zaten. Mayıs'tan beri onun hakkında yazdıklarımı aç oku, hemen vazgeçersin başka ön kesicilerden. Ki o bir çapadan daha ötesi. Cerrahpaşalı, anla. Arda Arda Arda diye debelenme, gelmez o adam. Geldi diyelim 20-30 milyon Euro arası. Atletico'daki performansı burada sergileyemez. Unut, yazma deftere, paraları verme sipsiye.

Dön dolaş dur. Çaren yok. Kaleciyi değiştirmek zorundasın. Ben de senin gibi severim Muslera'yı. Ama Onur Kıvrak gibi yabancı oyuncularının seviyesine bu kadar yaklaşmış bir yerli varsa ve üç büyüklerde oynamıyorsa transfer edeceksin. Hem sen değil misin yıllardır yerli kalecimiz olsa diyen. Kırılsın bu algı diye. Al sana fırsat. Eray'dan kötü mü olacak, asla. Dön dolaş dur. Çaren yok. Onur'u almak zorundasın. Geçen yaz da söyledim, gene söyleyeceğim. Yabancı kuralı buna zorluyor seni. Dört ayı boşa harcadın. Kibirle. Bir şekilde olur diye düşündün. Menajerlik oyunu sandın. Rotasyonla yürür zannettin. Psikolojiyi hiç ettin. Ruhu naftalinden kurtarıp yıkadın, balkona serdin. İstek sereserpe. Neyse. Uzadı bu bahis. Yeter yoruldum. Cumartesi'yi harcadım. Cuma'dan kalmayım. Güler Ocakbaşı'nda ıslandım. Queen'den "The Show Must Go On" dinledim bütün gece. Uyandım. Bana müsaade. Denklemi sen tamamla işte...

Muslera (Onur Kıvrak)
YE GK - ?
Ufuk

Eboue (Darijo Srna / Maxi Pereira)
YE DR - Koray Altınay
G Zan
Semih
YE DC - Uğur Demirok
YA DC - John Terry / Andrea Barzagli / Philippe Mexès / Doria / Kurt Zouma
H Balta
YA DL - Kolarov / Patrice Evra / Fuchs (4-3-1-2 için bindiren bek)
YE DL - Yusuf Erdoğan / Tarık Çamdal / Ziya Erdal

Hamit
Melo
Selçuk
E Çolak
Aydın
Sneijder
YE MC - Bilal Kısa
YE MC - ? (Ah Alper Potuk ah)
YE AMR - Erkan Zengin / Gökhan Töre / Sercan Kaya / Serdar Gürler
Bruma

Umut
Drogba (Edin Dzeko)
Burak

Para işlerini siz yaparsınız. Bence kurulur bu kadro. Değiştir hatta Eboue'yi iyisiyle. Drogba'dan kestin mi umudu, bakınıver sağa sola. Olur olur. Haa. AB yasası uygulanır da her şey tepetaklak olursa tüm senaryoları alaşağı edebilirsin ey okuyucu. Keyfine bak.

26 Eylül 2013

BÖYLE AYRILIK OLMAZ

İsmi cismi önemsiz, Fatih Terim'i seven, gözlem üstü tespitine taraf katmayan bi' Galatasaraylı'dan: 


Ocak 2013. Eleman sözü ağzından çıkar Başkanın. Kasımpaşa maçı ardından Hoca konuşur. Galatasaray sevdalısı ve Divan Kurulu üyesi olarak rahat çalışacağı huzurlu bir ortam ister. Yemekte buluşulur. Buzlar erir. Sneijder ve Drogba gelir. Mersin maçı oynanır. Hoca oyundan atılır. Maç sonu stad dışında gayri resmi basın toplantısı yapılır. Bir itibarsızlaştırma operasyonu hisseder, Disiplin Kurulu, Tahkim Kurulundan beklentisi yoktur, onlara itimadı, güveni bulunmadığını söyler İmparator. Gizli ajandaların neler olduğunu bilecek kadar tecrübelidir. 40 senesini vermiştir. Bundan sonra da bu işler için uğraşmaya devam edecektir. Eskisinden daha fazla hırslıdır o anda. "Eğer Fatih Terim varsa adaletin olduğu yerde var" der. Kalıp savaşacaktır. Aslolan Galatasaray'dır. Belirlenmiş bir amaca hizmet için TFF başına getirilen Demirören ve şürekası Grande'ye 9 maç ceza verir. Bilirler, Terim'in gelmesiyle toparlanıp yükselişe geçer camia son iki senede. Başarısı ve haliyle rakiplerinin başarısızlığı şike sürecine karşı çıkan sesin gürleşmesine sebeptir. Belki biraz da bu yüzden hedeftir. Onun liderliği olmasa bir arada tutulan farklı yapıların sallanacağını düşünürler örtbas karşısında tüketilen nefeslerin. Bozulur hesapları ama yazarlar deftere. Er ya da geç Hoca çekilip alınmalıdır Galatasaray'dan. ŞL'de Çeyrek Final ve ikinci kere lig şampiyonluğu yaşanır. Mutluluğunu doyasıya çıkaramadan Başkan kongre kararı alır. YK değişir. Futbol Şubesine bakan yöneticiler ekipten kopar. Ama Hoca görevinin başındadır. Çünkü başarılıdır ve iki koca sezonu devirmiş, iz bırakacağı yeni bir dönemin aslında tam ortasındadır. Yaş 60. Bu arada Türkiye'nin üzerinden "Gezi Direnişi" geçer, daha önce benzeri yaşanmamış bir halk hareketidir, yaşamın her alanına etkileri kısa sürede görülecektir. 23 sene sonra Galatasaray basketbolda da şampiyondur. Başkan'ın yürürlüğe soktuğu sportif başarı politikası meyve toplamaktadır. Taraftar mutludur. Kibire çok yakınsayan bir his tutsak etmeye başlamıştır bile bedenleri. Avrupa'da daha öteleri görmeye kararlı Yönetim yabancı kuralından muzdariptir. Demirören geri adım atmaz. Aysal & Terim birlikteliğinde gelecek bir yurtdışı zaferinin yolunu açan şahıs olmayı arzulamaz. Oturduğu koltuğa ihanettir. AB başvuruları açıklanır. UEFA, FB ve BJK'yi şike sebebiyle Avrupa Kupalarından men eder. TFF üç maymunu oynar. CAS süreci başlar. Emirates Cup ve üstün bir oyunla galip bitirilen Fener maçları havayı tamamen "Artık Türkiye'de rakibimiz yok" seviyesine çeker. 

Unutulan bu ülkede gündemlerin tek bir parmak şıklatmasıyla değişebilmesidir. Öyle de olur. TFF kurnaz bir hamleyle 2014 yazında sözleşmesi bitecek olan Fatih Terim'i Galatasaray'dan istemektedir. Milli Takım'ın önünde kritik dört maç vardır ve kazanılması halinde playoff yoluyla gidilebilecek bir Dünya Kupası. Aranan kurtarıcı bulunmuştur. Bir taşla kuş sürüsü avı. Taraftar Hoca'nın kendisine abartı cezaları uygun gören, 6+0+4 kakafonisiyle önünü kesen, tribüne yollayan, ışıkları söndürüp karanlıkta kupa veren, bazen vermek için gelmeye tenezzül bile etmeyen, Federasyon binasına çağırıp savunma almayan, Melo tükürük olayında kulübüne darbe vurmayı programlayan, Selçuk'u MT'ye almayan bir zat ile çalışmasını kabul etmez. Hoca görevde biri varken görüşmeyeceğini ve Başkandan izin alınmasını gerekliliği prensiplerini deklare eder. Aysal onay verir. Kamuoyunda oluşan genel akım son derece müspettir. Vatan Millet Sakarya edebiyatı devrededir. Bir gün ansızın Galatasaray'dan Inter'e giden Okan ve Emre'nin yakın dostu, eski İBB Başkanı, Aziz Yıldırım'ın emrinde çalışan ve RTE akrabası Göksel Gümüşdağ Terim ile Florya'da görüşür. Hoca Demirören'in evine gider. Dört yıllık prensip anlaşması yapıldığı dolaşır kamuoyunda. Hoca açıklama yapar, Galatasaray'dan vazgeçmem der ama MT'yi de reddetmez. Netekim hiçbir taraftarın görmek istemeyeceği sahne ekrandadır. Terim ile Demirören yan yanadır. İmzalar atılmaktadır. Ülke futbolunu yöneten kirli örgütlenme zaman kazanmaktadır. FT şunları söyler: "Ülke insanının Türk futbolu etrafında birleşmesi gerekiyorsa birleşir, başka gündemlerde birleştiği gibi. Tabii en güncel soru Dünya Kupası'na gider miyiz, gitmez miyiz? Bizim bu anlaşmamız bundan çok ötede bir şey." YD bir senelik mukavele olarak bildirir durumu. Hocanın para talep etmediğini de defaatle vurgular. Florya'daki Galatasaray antrenmanında Terim tekrar kameralar karşısındadır: "Aslolan Galatasaray'dır ama varolan da Türkiye'dir. Açık artırmaları da bırakalım artık, 3 yıl vs. bilabedel Mayıs ayına kadar çalışacağımı söyledim." şeklinde konuşur. Tatavanın uzamasından rahatsızdır. Terim adına Mayıs'a kadar oynanacak milli maçlar için çalışma teklifinin kabul edildiği mesajını veren Yönetim Federasyondan mukaveleyi ister ama cevap beklenmedik ve küstah bir şekilde yapılır. "Onlar mukaveleyi istedi, biz vermedik. Her isteyenin istediği verilmez" sözleriyle açıkça ortada bir mukavele olduğunu kabul eder TFF Başkan Vekili. CAS kararı belli olur, Türk futbolunun lokomotifi denilen, pazarı döndüren kulüplerin cezaları onanır. Gidilecek başka kurum da kalmaz. TFF gene duymayan, görmeyen ve konuşmayandır. 

Burak - Lazio işi olmaz, Bruma gelir. Hoca MT kampına gider. Çifte mesai başlar. Apar topar Kemerburgaz'dan Arena'ya uğranıp Portekizli genç yıldız adayıyla tanışır. Kolay değil Galatasaray tarihinin en pahalı transferlerinden biridir ve daha 19 yaşındadır. Andorra ve Romanya galibiyetleri getirir Türkiye'ye. Umut aşılar bünyelere. Brezilya'nın limanları dürbünün görüş açısına girer. Yönetim Hoca'nın sözleşmesini iki sene uzatma kararı alır. TFF Genel Sekreteri "Zaten 4-5 maçlık değil Milli Takımların önümüzdeki 5-10 yıllık istikrarını sağlamak için Fatih Hocayla el sıkıştık" açıklamasını yapar ve sonra sözlerinin bu minvale çekildiğine dair bir düzeltme ihtiyacı hasıl olduğuna kanaat getirir. İstanbul Olimpiyatları alamaz. Japonya Başbakanının sunumunda "doping bahis şike üçlemesi" ve "Olimpiyat insana dair, binaya değil" vurgusu her şeyi özetler. İktidar özellikle Gezi sonrası topluma yön verebilecek futbol alanında kısa vadede başarıya odaklanır. Rio, pardon Buenos Aires'te RTE "Temenni ederim ki Fatih hoca Milli Takımı bütünü ile bu sezondan sonra üstlenir. CAS kararını doğru bulmuyorum. Buna uymaktan başka şansımız yok. Bu konu üzerinde durmayalım." ifadeleriyle konulara olan eğilimi açıktan paylaşır. Aynı günlerde Fenerbahçe ile özdeşleşen Gökhan Gönül ve Volkan Demirel Terim'e methiyelerde bulunur. Ligde üç maç üst üste kazanamaz Galatasaray. Hoca "Sözleşme veya sözleşmeme meselesi bir hayli uzadı. GS benim için bir tercih veya seçenek değildir. Gel dediler geldim. Git dedikleri zaman da direnirim. Ben bugüne kadar hiçbir zaman kurumsal bakmadım durumsal baktım olaylara. Birilerinin içi rahat etsin veya birileri rahatsız olsun diye de imza atacak halim yok. Bizim birer sene gidiyor imzalarımız. İlk anlaşmam da bir seneydi. Başkanımızın da beyanatı yok mu, başarıya dayalı? Her sene imzamız devam eder, başarı başarı başarı. Çok da güzel devam ediyor birer senelik, n'oldu? GS'de 30 yıl kalabilirim ve birer birer. Ondan fazlası olmaz. Bende bi' değişme yok." der. Sert çıkış yapar mizacına uygun şekilde. Kulüp yönetimleri için dillere pelesenek olan anahtar sözcükleri özenle seçerek mesajı verir, açıktır. Galatasaray ile sözleşme yenilemeyecektir. Sözleşmeme ve git denilmesi olasılığının varlığını hatırlatır. 

1-6 biten Real Madrid hezimeti gelir. Sıcak saatler yakındır. Başkan Hoca ile bir iletişim sorunu yaşandığını ve 48 saat içinde Galatasaray markasının daha fazla zarar görmemesi adına bir karar alacaklarını açıklar. Hoca antrenmandayken görevine son verilir. Haberi kimden ve nasıl öğrendiği bile spekülasyona uğrar. Kızından sonradan ya da bir gün önce Lutfi Arıboğan'dan denir. DHA Demirören'in ağzından "Terim'in 3+1 senelik kontrat için söz verdiğini" ifade eder. YD bir gün sonra yapacağı basın toplantısında bunu yalanlar. Ama kazanlar kaynamaya başlamış su fokurdamaktadır. Kimine göre haber kasıtlı servis edilip geri çekilir. Kurulan tezgah adım adım başarıya ulaşmaktadır ve önce Terim ardından Aysal tuzağa düşer. Eriyen Galatasaray'dır. Taraftar çok sevdiği hocasını uyutmaz, evinin önündedir. Bağrına basar. Helallik alır Terim'in gözleri dolar. Üzgündür, kopmuştur yuvadan. Direnememiştir. Yürekler kanar. Anılar depreşir. Duygusal hezeyanlar kaplar etrafı. Herkes kendini "Ne olacak şimdi?" sorusuna hazırlarken Demirören sahne alır. Keyfi yerindedir. Hoca'nın 1+3 senelik teklife memnuniyetle yaklaştığını ifade eder. Asıl bombası değildir. Aysal'ın "Ocak ayında Hocamız ayrılabilir, yerine başka birini getirebiliriz" dediğini iddia eder. Üstüne TFF ve Terim arasında anlaşma olmadığını belirtip hatıra nezdinde imzalar atıldığını gösteren bir belge sunar. Vazifesi değilken TFF Başkanı sıfatıyla "GS Yönetimi Terim'i gazete haberiyle gönderdiyse kendi içlerinde bunu değerlendirsinler" yorumunu dile getirir. Kantarın topuzu kaçmıştır. "Federasyon Galatasaray'ın düzenini bozmak istese 4 kupa vermezdi" diye de ekler, birçoğuna katılım göstermeyen bir yetkili olarak. Hocanın Demirören dönemindeki başarıları TFF'nin isteyip istememesiyle doğrudan bağlantılı demeye getirir. Öldürücü darbeyi de sona saklar. "Ben kimi arasam telefonumu açar. Açmazsa hatayı kendimde ararım. Fatih Hoca benim elemanım değil kader birliği yaptığım arkadaşım." diyerek noktalar toplantıyı YD. Yüzündeki gülümseme, hafif kahkaka esasında Aysal'a değil Galatasaray taraftarınadır. Başkan tek telefon görüşmesi esnasında Hoca yanımdaydı diyerek topu Terim'e atar ve Demirören'in iddialarını yalanlar. Futbolculardan Hocaya destek mesajları yağar. Ve perde kapanır.

Kim haklı, kim haksız? Kim suçlu, kim suçsuz? Her Galatasaraylı bu soruların cevabını arıyor. Bazısı tarafına göre kalem oynatıyor, diğer yorumları görmezden geliyor. Bazısı romantizmi doruklarda yaşıyor, rasyonel olanı ıskalıyor. Bir kısmı gel-gitler yaşıyor, bir kısmı kör kuyularda. Dehlizlere düşenler, okyanusta kibrit çöpü arayanlar, sorgusuz sualsiz biat edenler, menfaatine göre konuşanlar, gönlünden geçeni söyleyenler, hiçbir argümanı soğukkanlılıkla değerlendirmeden bahane üretenler, susanlar, antrenör adaylarına bakanlar, vefa duygusuna kafayı takanlar, salt egodan yola çıkanlar, Galatasaray efsanesine yakışanı hayaline katanlar, Liseliler, olmasaydı sonumuz böyleciler...

Terim halktı, taşralıydı, Adanalı'ydı, Galatasaray'a en uygun hocaydı, karizmaydı, bu toprakların yetiştirdiği en iyi taktisyendi, motivasyon uzmanıydı, babaydı. Terim, yatılı okulda çocukların, yumruğunu havaya kaldırdığı fotoğrafını duvara astığı adamdı. Terim delikanlıydı, kabadayıydı, İmparatordu, yerde bırakmam dediği Galatasaray'dı. Terim sembolüydü bu kulübün. İsyandı. Birçok başarısının altına imzayı atandı. Müzeye 19 kupayı taşıyandı. Hadi bunların hepsini geçelim, bunların hepsini değersiz adledelim Terim Galatasaraylıydı. Dünyaya aynı pencereden bakmasak da ben onun Galatasaray'ı sevme şeklini sevdim. Derecesini sevdim. Benim kadar sevmesini sevdim. Şartsız koşulsuz sevdim. Samimiyetle sevdim. Ömür boyu kontrat yapılıp takımın başında kalsın istedim. Ama biliniyordu da üçüncü gelişinden bu yana testinin bir yerde kırılacağı ve suyun toprağa kavuşacağı. Aysal ile birbirlerini idare ettiler veya biz öyle algıladık bunu. Artık sınırlar aşıldı. Hakaret boyutuna varan göndermelere geçildi. Kaybedildi kontrol. Başkanıyla Hocası konuşamayan bir kulüp haline gelindi. Sürünceme Mayıs sonuna kadar nasıl belasız gider derken oldu her şey. Kılıçla yaşayan kılıçla öldü. Biz öldük. Yer gök kırmızı.

Çok mu zordu birlikte bir şekilde devam etmek ve şike aklayıcısı Demirören tayfasını sevindirmemek? Zordu sanırım. Gemiler yakıldı. Zoraki bir evliliğe dönüşmüştü ilişki. Çok mu zordu Hocaya en azından hak ettiği bir veda gerçekleştirebilmek sezon sonu? Zordu sanırım. Yakışmadı. Köprüler atıldı çoktan. Sözler edildi kağıttan okunarak. Yakışmadı. Çok mu zordu sözleşme uzatmak, Demirören güruhuna hayır demek? Zordu sanırım. Birileri emir büyük yerden dese de ben Terim'in MT'yi Dünya Kupası'na götüreceğine ve bunu yapıp kahraman olurken işi GS ile beraber yürütebileceğine inandığı için böyle bir yolu seçtiğini düşündüm. Belki toydum belki gülünçtüm ama bir an olsun senaryo benzesin diye umdum, kendimi küçük duruma düşürdüm. Yılbaşından beri huzursuz olduğu bir ortamda daha fazla çalışmak istemiyor dedim kendi kendime sonra beni bırakmazlarsa gitmem demesi geldi aklıma. Hani verdiğin sözler? Karıştım. Büyüdüm, küçüldüm. Hala kabullenemiyorum, bıçak yarası gibi saplanıyor TFF'ye evet demesi. Geçer diyorum bu da geçer. Geçmiyor. Kanıyorum, içime akıyor acı. Geçmiyor. Vurgun yemiş misali gönlüm, yalnızca sitem diyemem. Daha önce mukavele bir senelik, gizli, veremeyiz diyen ve bunun varlığını beyan eden adamlar öyle bir anda aslında yoktu, göstermelikti diyerek kurguladıkları oyunu nasıl da ballandıra ballandıra anlattılar. Şov yaptılar. TV aptal kutuydu, propaganda aracıydı, manipülasyon bakanlığıydı TV. Kitlelerin afyonuydu. Yüzümüze baka baka, gözümüzün içine içine. Vura vura sırtımıza sopalarla, taşlarla. İstesek kupa kazanamadınız deme cüretini Terim hamlesiyle damarlarına zerk eden Demirören'in, hani şu şikeyi halının altına süpürme emeliyle koltuğa zıplayan efendinin, kader ortağı benim Hocam nasıl olur? Kelimeler bazı anlamlara gelmiyor albayım. Başkan yanlış yaptı, Aysal doğru yaptı. GS'nin 1 numarası eleman dedi, Ünal Başgan jargondan uzaktı. Kim daha haklı, kim daha haksız? Kim daha suçlu, kim daha suçsuz? Kapı duvar. Cam çerçeve. Çok mu zordu kifayetsizleri susturmak? Mersin maçının dördüncü hakemini bu haftaya atamak nedir? Savaş baltalarının çıkması değil mi Galatasaray'ın karşısına bir kere daha! Şampiyonluk şansının azalması, karşı yakaya altın tepsiyle ikramı. Kaybeden Galatasaray'dır, yok olmayan Türk Futbolu. Hayırlı olsun size. Biz oğlun, hayırsızın.  

Elini kalbine koy. Elini vicdanına koy. Elini kaldır. Elini çek.  

Olan oldu. Kayboldu ara sokaklarında bir yolcu. Durdu. Çekti iskemleyi kahvenin önünden. Yorulmuştu, oturdu biraz. Sonra tekrar yola koyuldu. Hüzün kokladı kalabalıklarda. Çöktü bir köşeye. Derin bir uyku.

Ooof of. Ağla sevdam.

Böyle ayrılık olmaz,

çünkü...

17 Mart 2013

Kaderin Oyunu: Real Madrid


Maç Takvimi 

La Liga'da bir maçı eksik olan Barça'nın 10 puan gerisinde olan R. Madrid için bizim maçlar öncesi fikstür çok zorlayıcı gözükmüyor. Daha 11 hafta var ve matematiksel olarak başkent temsilcisinin şampiyonluk şansı sürüyor ancak gerek Mourinho'nun açıklamaları ve buna binaen yaptığı rotasyonlar gerekse Katalanların lig konsantrasyonu ve ciddiyeti mutlu son olasılığını çok düşük seviyede tutuyor. Eğer Barça ŞL çeyrek final öncesi oynayacağı Rayo ve Celta Vigo maçlarında puan kaybı yaşayıp R. Madrid 10 ve altında puan farkıyla yarışa dahil ederse bu durum Galatasaray için küçük de olsa bir avantaj yaratabilir. 2011 Nisan'da oynanan El Clasico sonrası puan farkı 8'de kalmış, belki de lig kaybedilmiş ancak buna karşın Mourinho sezonun kalan bölümünde çok fazla rotasyona gitmemeyi tercih etmişti. Elbette bunun sebepleri arasında Barça'yı alt etmek için oturtması gereken ideal 11'in adaptasyon sürecini hızlandırmak ve yaz çalışmalarının (hazırlık maçlarının tamamında neredeyse aynı 11 oynadı) planlamasını o andan itibaren yapmak vardı. Keza bir başka çaba da C. Ronaldo'nun her maç oynatılıp son haftalarda gol krallığında Messi'yi geçmesini sağlamaktı ve son iki sezona bakıldığında bu bilinçli tercihin ne denli doğru bir etki yaptığını gözlemledik. İlk 9 El Clasico'da yalnızca iki gol kaydeden Ronaldo son 8 El Clasico'da 8 gol attı.

(Mayıs 2011 ŞL yarı final maçları sonrası Madrid elenip Barça devam edince 34. hafta sonu Barça 89, Madrid 81 ve Messi 31, Ronaldo 29 gol kaydetmişti. Barça'nın odağı 15 gün boyunca El Clasico serisindeyken Wembley'e kaydı. 35. hafta, şampiyonluğu Camp Nou'da kazanma uğraşıyla tam kadroya yakın 11'le sahadaydı Barça, Messi, Iniesta ve Xavi barındıran. Madrid ise biraz eziyet edercesine şampiyonluğu geciktirmek istiyordu, onlar da tam kadroya yakın 11'le sahaya çıktılar ve Ronaldo 4 defa ağları buldu. 3 hafta kala 8 puan fark korundu. Burada asıl mesele 2-0'dan sonra gol atmaya ihtiyacı olmayan Barça'yla, elinde kupadan başka hiçbir şey bulunmayan Madrid'in açlığını karşılaştırmamaktı. 36. hafta şampiyonluk için sahadaydı Katalanlar, ideal onbir yakınlığında kadroyla, Iniesta yoktu sadece ve beraberlik yetiyordu, buna göre oynadılar, zorlamadılar hiç, son 18 dakika orta sahayı bile geçmediler. Madrid de nerdeyse tam kadro sahadaydı, Ronaldo 3 gol daha attı. 37. ve 38. haftalarda Barça tamamen yedek ağırlıklı oyuncularla sahaya çıkarken, Mourinho biraz da kaybedilen ŞL sonrası oyuncularını dinlendirmeyerek takımın sezonu en üst limitlerinde bitirmesini istedi. Ronaldo 4 gol daha attı son 2 hafta ve gol sayısını 40 yaptı, Messi 31'i geçemedi. Bu andan itibaren Portekizli süper yıldız psikolojik üstünlüğü almadı ama dengeyi yakaladı ve Madrid'i El Clasico'larda taşımaya başladı. Kırılma noktası Mourinho'nun onu Messi'nin önünde gol kralı yapmasıydı, keza benzer uğraş Ballon D'or için de verildi birtakım haklı argümanlarla ancak oylamaya dayalı sistemde daha çok sevilen Arjantinli'nin geçilmesi imkansıza yakındı)

Milli maç arası
30 Mart Zaragoza (d)
3 Nisan Galatasaray (i)
6 Nisan Levante (i)
9 Nisan Galatasaray (d)

Eğer bu hafta Barça puan kaybetmezse Zaragoza maçında bazı as oyuncularını dinlendirecek Mourinho. Manchester United karşılaşması öncesinde oynanan El Clasico'da bile rotasyon yoluna gidebiliyorsa bunu yapacağına dair en ufak bir şüphe duymaya gerek yok. Callejon, Morata, Kaka, Modric, Essien ve Pepe muhtemelen şans tanınacak isimler, yani Galatasaray maçında ilk 11'de çıkmayacaklarına da işaret sağlayacak Zaragoza mücadelesinin kadrosu. Emsalen Higuain en uçta tercih edildiğinde Benzema'nın bizim maçta oynayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çok az dinlendirilen Ramos'un da bu iki lig maçından birinde kenara alınabileceğini düşünüyorum, İspanya ile iki maç yapacağını da hesaba katıp. Milli maç arasında oluşabilecek sakatlıklar da belirleyici durabilir elbette kadro seçimlerinde.

İki Galatasaray maçı arasında iç sahada Levante maçı olması da Madrid için avantaj gözüküyor. Çeyrek Final ikinci maçının deplasmanda olması da olumlu onlar adına, oyun formatına uygunluk perspektifinden.

Teknik Taktik

Mourinho'nun üç sezonluk R. Madrid performansına göz attığımızda geçmişte çalıştırdığı takımlardan izler olduğu açık. Özellikle Chelsea ve Inter. Hatta yakın dönem olması itibariyle İtalya benzerlikleri daha fazla. Portekizli Teknik Adam futbolun evrildiği yeri -Barça'yı bir kenara ayırmak koşuluyla, sui generis çünkü- iyi analiz etti, gelişime bizzat kendisi de destek verdi. Barça & İspanya oyun modelini kısa vadede kopyalamak imkansız olduğundan futbol bir süre Almanya & R. Madrid ekseninde oynanacak. (transition game) Geçiş futbolundan bahsediyorum. Özellikle Almanların Joachim Löw ile kusursuza yaklaştırdığı bir felsefeden. Topun kazanıldığı an üçüncü bölgeye en kısa sürede akılan bir oyundan. Heyecan katsayısı yüksek. Çok tempolu. Birbirini iyi tanıması için sürekli yan yana oynaması gereken oyuncularla. Pas ve koşu. Ama en az seviyede pas ve en fazla seviyede koşu. Bir nevi Barça'nın antitezi. İlk El Clasico'da Jose Mourinho Barça'dan topu kazanmak için yapılması gereken aksiyonlar konusunda yeterlilik oluşturamamasının cezasını çekmişti. Madrid'e gelirken zihninde belirginleştiği yayılım ve anlayışın Katalanlar karşısında hemen bir sonuç vereceğini düşünmüş ve yanılmıştı. 5-0 biten maçtaki ofansif tercihler bugüne kadar oynanan diğer 16 El Clasico'yu şekillendiren temel unsur oldu. 'The Special One' Madrid planını iki parçaya ayırdı; Barça maçları ve bunun dışında kalanlar. İki ayrı strateji. Daha sonraları her ikisini birleştirme başarısını da gösterecekti. Mourinho R. Madrid'in başına geçtikten sonra çıktığı ilk 10 El Clasico yalnızca 1 kez kazanırken son 8 El Clasico ise sadece bir kez kaybediyordu. JM, El Clasico durumu dengelerken Pep'siz Barça'ya üstünlük kurdu, bunu da göz ardı edemeyiz. (vs Pep 11 maç 2 G 4 B 5 Y ve Pep ardı 6 maç 3 G 2 B 1 Y) Pepe'nin orta sahaya kaydığı Üç ön kesicili sistem, Ronaldo'nun en uçta oynadığı sistem gibi türlü varyantlar denendi bu süreçte. Ve en önemlisi Barça'yı kusursuz A planından uzaklaşmaya zorladı. Geçiş hücumundan canı yanan ve bundan çekinen Katalanlar topun kaybedildiği bölgede 6 saniye içinde baskı ile topu kazanmak yerine topun arkasına geçmeyi denediler bu sezon ve rakibe daha çok topla oynama şansının yanı sıra pozisyona girme fırsatı da verdiler. Üstelik bu topun arkasına geçme durumu topun kazanım bölgesini geriye (birinci) çektiğinden ötürü geç bile olsa kazanılan topların rakip ceza sahasına taşınma süreleri arttı. Pas dolaşımı yavaşladı, kaleye atılan isabetli şutlarda azalma oldu. (Bence bir takımın maça hükmettiğini veya verimli hücum ettiğini anlamamız için topa sahip olmadan daha önemli veri kaleye atılan isabet şut sayısı bana göre ve Barça önceki dört sezonda Avrupa lideriyken bu sezon ilk üçte bile değil) Esasında son üç sezonda R. Madrid Barça üzerinden şekillenmek zorunda kalsa da sonuçta 2010 yazında Mourinho'nun arzuladığı formatı da bünyesine yerleştirdi.

Mourinho'nun R. Madrid'i gol ve puan rekorları kırdı ama zaten devraldığı takım da Pellegrini döneminde 96 puan alırken 102 gol atmıştı ligde. (2009-10) Mesele başkaydı. Önce savunma. Alan. Top kazanımı. Sonra kullanım biçimi. Devrim orada gerçekleşti işte. Madrid'in attığı goller incelendiğinde büyük bir kısmının rakip savunmaların eksik ve az adamla yakalanması kaynaklı olduğu görülebilir. Salt kontratak oyunu da diyemeyiz buna keza Madrid, Barça ve B. Münih kadar olmasa da topla oynama oranında % 50 - 60 arasında bir seviye de tutturur. (Denk takımlara karşı % 50 altına düşebilir zaman zaman, umursamaz) La Liga'yı kazandıkları sezon olan 2011-12 ile 2012-13 arasındaki puan farkı özellikle zayıf rakiplerin evinde bile oynamaktan ziyade R. Madrid'e topu daha çok bırakmasıyla açıklanabilir. Bu sezon deplasmanda çok puan bıraktılar çünkü geçen sene geçiş futbolunu tecrübe eden antrenörler Madrid'in istediği açık alanları bırakmadı. Buna karşılık olarak Mourinho ise takımının topa sahip olduğu anlarda üçüncü bölgede yapması gerekenler üzerine odaklanma sağladı. (Ceza sahası dışından şut ve kenar forvetlere kadar devam eden bir pas sirkülasyonu. Bknz. Old Trafford'daki Manchester United maçı golleri, rakibin 10 kişi kaldığını unutmadan elbette) Ek stratejilerle de yapıyı besliyor. İngiltere'deki maçta Modric'i oyuna alıp orta sahayı kalabalıklaştırdığı an maçı kazanan hamleyi yapmıştı. Portekizli maçın gelişimine müdahale etme hususunda o kadar usta ki skor 1-2 olur olmaz en ufak bir olasılığı hesaba katıp Pepe'yi de sahaya sürdü. Yine de baskı yediler son 10 dakika, bunun geleceğini biliyordu.

Galatasaray için iki referans maçı var R. Madrid öncesinde. Deplasmandaki M. United ve Schalke 04 maçları. Çünkü her iki karşılaşmada da istenen tempo vardı, STSL'den farklı olarak elit takımlar düzeyinde bir oyun hızı yakaladık. 2-3'lük maçı baz alırsak Sneijder'in topu bir sn. bile ayağında tutmadan oynadığı tek pas ve doğru tercihlerle yarattığı geçiş hücumu hızı yeterince yüksekti. Keza 1-0'lık maçta Amrabat ve Hamit'in taşıdığı toplar. Bunu daha da iyi yapmalıyız. Biz elbette Madrid'in adada oynadığı tempoya erişemeyiz, zaten onları bu seviyenin altına çekmeliyiz. Ama şunu da gösterdik tempolarına belli bir yere kadar karşılık verebiliriz. Çıkarken açık alanda yakalanmayalım yeter ki!

4-2-3-1

D. Lopez
Arbeloa Varane Ramos Coentrao
X. Alonso Khedira
Di Maria Mesut Özil C. Ronaldo
Benzema

Casillas'ın Mart sonu iyileşeceğini biliyoruz ancak D. Lopez'den, daha doğrusu Mourinho'dan gelir gelmez formayı alabilir mi, belirsiz. Zaten Lopez transfer edilirken de belirtmiştim La Liga'nın en iyi kalecilerinden biri ve bunu da Düşler Tiyatrosu'ndaki performansıyla gösterdi. Aziz Iker'in olmaması elbette ufak da gözükse avantaj çünkü emsal olarak Messi'nin son El Clasico'da attığı golü kesinlikle yemezdi, inanılmaz kurtarışlar yapma konusunda bir spesiyalist ve bence tüm zamanların en iyi kalecisi.

Savunma dörtlüsünde Pepe & Varane arasında bir tercih yapacak gibi duruyor Mourinho. Ramos'u stoperden kesip sağ bek bölgesine çekmesi söz konusu değil. Nitekim son El Clasico'da böyle olacağı zannedildi ancak Essien sağ bek, Ramos & Varane tandem ve Pepe ön kesici oynadı. Varane şu an için bir adım önde görünüyor. Her iki oyuncu da müthiş hamleli, geçilmeleri çok zor, anlık reaksiyonları başarılı, hava toplarında hakim, çevik ve dayanıklı. Varane rakibinden topu çok temiz alabiliyor, neredeyse hiç faul yapmıyor, her savunmacıda bulunmayan türden bir yeti. Madrid'in planlarını bozacak, dengesini sarsacak unsurlardan biri pek alışkın olmadıkları iki santrfor içeren yapı. Genelde stoper ikilisi paylaşımı bir santrfor ve süpürmek üzerine kurguluyorlar. (La Liga ve ŞL'de birçok takım uçta tek santrfor ile oynuyor) Burak & Drogba ikilisi bu açıdan tandemin pozisyon almasını zorlaştıracaktır. Ramos ve Pepe çok sert müdahalelerde bulunabiliyorlar, kamikaze gibi ortadaki topa çok hızlı hareketlenip rakibi korkutuyorlar. Hücum oyuncularımızın temastan kaçmaması şart. Aksi durumda stoperlerin kazandığı toplar anında Mesut veya Alonso'ya aktarılıyor geçiş hücumu için. Madrid'in topu kazandığı yer sıklıkla birinci bölge, başrolde Pepe & Ramos bulunuyor. Pepe Messi'nin eline bastıktan sonra bu yönde bir repütasyon edindi ve artık hakemler onu kolay kolay es geçmiyor. Pepe'nin diğer özelliği topla çıkışlar yapabiliyor ve seri olduğu için çalım da atabiliyor. Bunu kesinlikle durdurmak gerek çünkü belirli bir alanı (veya bizim orta saha blokunu geçtiğinden) ekarte ettiği için Ronaldo'ya da geniş boşluklar sağlıyor bu hareketi. Benzer bir özellik Marcelo'da var, hücum yönü çok kuvvetli -bindirme- ancak muhtemelen onun yerine son dönemde Coentrao tercihi yapılıyor, o daha dengeli bir bek. Marcelo oynadığında sol kenarı sürekli kullanıp koridor noktasına getirebiliyorlar Brezilyalı oyuncu rakip yarı alanına yerleşilen set hücumlarında da etkili olduğundan. Diğer stoper Ramos, Puyol'un gençliği tamamen. Liderlik olarak aynı düzeyde görünmese de müthiş bir markaj, kesici özelliği mevcut, doğuştan bir savunmacı. Ancak Pepe'den farklı olarak onun rakibe hamleleri hakemler tarafından cezalandırılmıyor. Artık imza hareketine dönüşen rakip forvete yerden kalk işaretleri, kimi zaman kaldırmaya yönelik davranışları için şimdiden tedbir almalıyız. Pepe ve Ramos'un en çok sevdiği faul şekli topa vurduktan sonra rakibe de topla karışık dokunmaktan asla çekinmemeleri. Genelde cezalandırılmıyorlar, La Liga'da hakemlerin kırmızı kart gösterme eğilimi düşük ama aynı durum ŞL için geçerli olmayabilir. Burak, Drogba ve Sneijder'in bu tür aksiyonları hakeme gösterme adına düşmelerine abartı tepkiler katması ihtiyacı doğabilir. (Görülmesi zor olan ayak bileğine veya baldıra basma gibi durumlar için)  Diğer bek Arbeloa da çok dengeli bir oyuncu. O da diğer savunmacılar gibi -Marcelo ve Coentrao'yu da eklemleyelim- art niyetli fauller yapmakta ısrar eden yapıya sahip. Madrid'in solundan oynamak her zaman daha akılcı, C. Ronaldo'nun az yardım getirmesinden ötürü, yeri geldiğinde Di Maria bek gibi davranıyor.

Xabi Alonso & Mesut Özil
ŞL gruplarında oynanan iki maçta da R. Madrid'e oyun ve skor olarak boyun eğmeyen B. Dortmund'un teknik direktörü Jurgen Klopp C. Ronaldo'yu durdurmanın tek yolunun Xabi Alonso'yu kontrol altında tutmak olduğunu belirtti. Pas kanallarını tıkamak. Xabi'ye bire bir adam markajı yaptırmadı ama topu kazandığı an etrafında bir oyuncu bulunmasına da özel bir yaklaşım sergiledi. (Götze, M. United maçı kırmızı kart çıkana kadar Welbeck) Di Maria, C. Ronaldo veya Marcelo'ya atılacak ters, uzun, diyagonal topların başlangıcında sıklıkla Alonso, onun ardından ise stoperler oluyor. Galatasaray'da en uçtaki oyunculardan birinin veya Dortmund'ta olduğu gibi en uçtaki ismin arkasındaki oyuncunun, yani Sneijder'in Xabi'nin oyunu ikinci bölgeden üçüncü bölgeye taşımasına engel olması gerekecek. Benzer bir görevi Nisan 2010'da oynanan Barça-Inter ŞL YF ikinci maçında (1-0) Mourinho Sneijder üzerinden Xavi'ye uygulamıştı. Hollandalı yıldız bu görev için biçilmiş kaftan. İkincil pas istasyonu Mesut Özil. İnceci bir sanatkar gibi topu ayağına aldığında ve altını çizerek belirtiyorum; taç çizgisine yakın topu aldığında kenar forvetlerin koşu yoluna olağanüstü paslar çıkarıyor. (bknz. 2012 Nisan Camp Nou v Barça 1-2, Ronaldo'nun golü ve calma hareketi) Onun adamı Melo. Tabii Brezilyalı takip ve yakınlık hususunda çok uyanık olmak zorunda. Boşaltacağı alana, özellikle merkezde Khedira sızacaktır, onun ekstra koşularının etkili olduğunu biliyoruz.

C. Ronaldo Durdurulabilir mi?
Kesinlikle hayır. Ona gelecek olan top sayısını azaltmak (bir önceki argüman; Alonso & Mesut pas kanalları) ikili kademelerle oynadığı alanı daraltmak yavaşlatabilir. Barça ilk zamanlar Alves & Pique kombinasyonu ile üstünlük kurmuştu ancak o dönem öz güveni daha oturmamıştı. Ona yalnızca bir kanat oyuncusu muamelesi yapamıyorsunuz çünkü ceza sahasına sarkıp ikinci bir forvet gibi kafa golü atabilir, son dokunuşu yapıp topu ağlarla buluşturabilir. Salt dribling özelliği üzerinden değerlendirmek yetmiyor yani. Ronaldo bazı maçlar ceza sahası dışından çok fazla şut deniyor ve isabet yüzdesi bayağı azalıyor, kalecisine çok güvenen bir takım Portekizliyi böyle bir yola yönlendirebilir ama büyük risk içerdiği de ortada. Duran topları da kullanıyor. Bir çözümü yok o vuruş tarzının. Tehlikeli bölgede faul yapmayacaksın, en çok da Di Maria'nın kendini yere bırakmalarına dikkat ederek. Ronaldo her zaman olduğu gibi sol forvet oynarsa Eboue & Hamit kombinasyonu ile karşılaşacak, onlara stoper bölgesinden Dany de yardımcı olacaktır. Bu türden kademeli bir savunma onu bir nebze performans düşmesine itebilir. Jose maç içinde A. Riera faktörüne dikkat kesilip (Schalke 04 ilk maçı seyrederler zaten) Ronaldo'yu sağ kanada da çekebilir. Bu durumda işte kötü bir gün geçirmesini ummaktan başka çare yok gibi. Oraya yakın oynayacak isim Selçuk. Çok ekstra işler yapması gerekecek yardım ve kademe konusunda. Pek çok tavsiye Di Maria'nın savunulmasında da geçerli, rahat adam eksiltiyor, şut tehdidi var, takımın asist sayısı en yüksek ikinci ismi Mesut Özil'in ardından, her iki kenarda da oynuyor. Beklerimizin bu iki oyuncuya karşı ayakta kalabilmesi çok değerli tur açısından.

Hücum hattının en ucunda Higuain & Benzema ikilisinden biri tercih edilecek, farklı tip forvetler, son dönemde Arjantinli yıldız bir adım öne fırladı ancak Galatasaray maçında fiziksel özellikleri daha ağır basan Fransız forvetin tercih edilme olasılığı daha fazla bence ve bizi zorlayacak isim de o gibi. Dany vs Higuain veya Semih Kaya vs Benzema eşleşmeleri makul, markaj gereken anlarda, elbette alan savunması kapsamında.

Ölü Toplar
Ceza sahasının sağ ve sol kenarlarından duran topları Xabi Alonso kullanıyor kesme şeklinde. Selçuk İnan tarzı. Ve çok etkili. Köşe vuruşlarını Mesut Özil topun başına geçiyor. Kaleyi cepheden görüyorsa C. Ronaldo ve akula. Faulden kaçınmak zorundayız, Di Maria, Ronaldo çok kolay faul alabiliyor, yere de atlıyorlar sık sık. Köşe vuruşuna asla izin vermemeliyiz, topun dışarı çıkmaması için azami çaba gösterilmeli, diğer türlü bedeli ağır olabilir. Varane, Ramos ve Pepe gibi çok iyi yükselen ve kafayı vuran isimler var. Genellikle altıpasın köşesine kavisli gelen toplara geriden koşarak gelip vuruyorlar. Bir diğer atraksiyonları da ön direkten arka direğe topun aktarımı, bazen o da etkili oluyor. Bizim kullanacağımız duran toplar da çok önemli çünkü R. Madrid'in yediği gollerde ciddi bir pay sahibi ölü toplar. Sıklıkla adam paylaşım hataları ön plana çıkıyor ve Mourinho gibi bir deha buna hala çare bulabilmiş değil. Adam değişimi istememesine karşın oyuncular refleks olarak bazen sahada kendileri karar verebiliyor. (Ramos ve Pepe'nin geçen sezon Kral Kupası Çeyrek Final birinci maçı El Clasico'da Puyol markajını değişmesi ve gelen köşe vuruşu golü)

Akıl Oyunları
Jose Mourinho kritik maçlarda kullandığı üzere akıl oyunlarına başvuracak mı, bunun cevabını şimdilik bilemiyoruz. Gerektiği anlarda veya kendisine taş atıldığında buna karşılık verecek keskinlikte bir zeka ile saldırıya geçeceği aşikar, bu yüzden ona polemik mertebesine erişecek açıklamalarla yaklaşmak akılcı değil. Şu an için Portekizli teknik adam ile ilişkiler son derece iyi seviyede. Onun nefretini kazanmamış olmak kesinlikle bir artı, tur için ekstra bir motivasyon ile dolmasını asla istemezsiniz. Fatih Terim elit antrenörler arasında git gide yerini sağlamlaştıran bir konumda. Forumlara katılıyor, onları ağırlıyor, onlar tarafından ağırlanıyor ve onlara karşı oynuyor. Mourinho da onlardan biri. Tıpkı Sir Alex Ferguson gibi. Bu yönden bakınca herhangi bir sorun çıkmayacak algısı çabuk oluşuyor, bence de öyle ancak Portekizli'nin canı yanarsa, bir hakem kararı veya bir başka eylemden ötürü mevcut dostluğa istinaden sessiz kalmayacak ve laf çarpacaktır. Buradan beslendiği ve rakibin psikolojisine oynama adına mevcut iletişim araçlarını  etkili kullandığı hakikat. Yarattığı aura, oluşturduğu karizma diğer bütün antrenörlerden üstün, çünkü başarılı ve bu uğurda her yolu deneyebilir. Taktiksel olarak bir dahi olmasının yanında onun bu yönünü asla arka plana atamazsınız. İşinin bir parçası. İnsan yönetimi ve yönlendirme. Onunla çalışan her oyuncu ona tapıyor ama rakip olanlar saygı duymasının yanında sevgi sözcükleriyle gelmiyor ve haklılar. Messi'ye yaptığı ve ne olduğu anlaşılamayan -kokuyorsun- el hareketi, Alves'e küfretmesi, Marcelo'nun Fabregas'ı biçmesi sonucu saha karıştığında önce Cesc'in kafasına tekme atması, sonra Tito'nun gözüne parmağını sokması, otoparkta hakem beklemesi, ısrarla ve alaycı biçimde rakip antrenörleri küçümsemesi (Preciado - 2. lige düşeceksiniz işareti) şikayet ettiği maç programının daha birkaç ay önce kendisine yarar sağlaması (Salı-Pazar) vb. birçok sevimsiz davranışı oldu. En meşhuru "por que" söylemiydi. Barça'nın başarısını UNICEF'e bağladı ve kendisinin hiçbir zaman hakem hatasıyla ŞL kazanmadığını belirtti. Oysa Porto ile M. United'ı elerken Scholes'un ofsayt gerekçesiyle sayılmayan golü turun kaderini belirlemişti, 2003'te. Keza 2010'daki Inter vs Barça eşleşmesinde Milito'nun golünde ofsayt vardı, son saniye Alves'e ceza sahasında yapılan hareket penaltı değeri görmedi ve en önemlisi Camp Nou'da son saniye gelen nizami gol Toure'nin eline çarptığı gerekçesiyle -göğüs- geçerli sayılmadı. Bu sezon da Cüneyt Çakır'ın Nani'ye gösterdiği kırmızı kart çok tartışıldı. Mesele bunlar değil zaten ama bu denli taktik algısı yüksek bir teknik adamın bu tür yöntemleri kullanmaya teşebbüs etmesi bile anlamsız, ihtiyacı yok diye düşünüyorsunuz, o keyif alıyor böyle olmaktan. Pragmatist ama daha çok makyavelist. Umarım bize denk gelmez o günlerinden biri. R. Madrid'in sezon sonu yollarını ayırmak üzere anlaştığına dair haberler var bu arada. Kontratı 2016'da bitiyordu. Chelsea'ye gidebilir sezon sonu ama onun için şu an her şeyden önemlisi R. Madrid ile ŞL kazanıp bir kere daha tarihe geçmek. Hem İspanya kariyerini taçlandırmış olacak hem de üç farklı takımla bu kupayı kazanan ilk isim. "The 2X Special One" olma yolunda, Galatasaray'ı geçmek zorunda. Tabii İspanyolların penceresinden bakınca bizi geçen sezon yine çeyrek finalde en zayıf rakibi çekmeleri üzerinden -Apoel- betimliyorlar.

Hikayelerin Ortasında
Birbiriyle çakışan, iç içe geçen, büyüyen, serpilen birçok hikaye barındırıyor R. Madrid vs Galatasaray ŞL Çeyrek Final eşleşmesi. Biri Fatih Terim ve Jose Mourinho'nun dostluğu üzerine. Birbirlerine sarılacak ve başarı dileyecekler maç öncesi ve bitimi. Şaraplar ikram edilecek belki de. Türkiye için oynamayı tercih etmeyen ve Almanya formasıyla Milli Takım'a gol attığında pek çok ülke insanını üzüntüye sevk eden Mesut Özil'ün gözünden de başka bir maç olacak. ŞL'nde 8'er golü bulunan Burak Yılmaz ve C. Ronaldo rekabeti başka bir boyuta taşınacak. Forma numarası, oyun tarzı hatta gol sevinci bile Portekizli'yi andıran Burak için ayrı bir anlam teşkil edeceği kesin. Bu yüzden ki içinden hep R. Madrid çıkacak diye geçiriyordu kura öncesi. Hamit Altıntop için de ayrı bir önemi var eşleşmenin. R. Madrid'ten geldi Galatasaray'a. Sezon boyunca dokuz kez topu direğe nişanlayıp doğup büyüdüğü ve formasını giydiği Schalke 04'ün stadında ilk golünü attı parçalı formayla, üstelik de top direğe çarpıp içeri düştü. Kaderin garip bir oyunuydu Hamit'e ve şimdi sıra diğer eski takımında, Bernabeu'de belki de. Wesley Sneijder ve Didier Drogba ikilisi. Hollandalı yıldız R. Madrid'te oynadı ancak iyi bir şekilde ayrıldığını söyleyemeyiz. 2010'da Inter ile ŞL kazandığında gönderilmesinin büyük bir hata olduğu da söylenip durdu, Robben gibi.  Elbette iki oyuncunun ortak noktası Mourinho ile çalışmaları ve aralarının çok iyi olması üzerine. 'Özel biri' onlara Galatasaray'a gitmeleri konusunda tavsiyede de bulundu. Bunu bizzat Drogba ve Sneijder doğruladı. Mourinho şu an için en büyük hayali olan ŞL'ne uzanmasını engelleyebilecek bir iş yaptı belki de, kimbilir. Transferlerde rol oynamasından ötürü Galatasaray taraftarının -iktidar algısına hayranlık dışında- sempatisini kazandı, gayet doğal ve anlaşılır. Şu da unutulmamalı ama bu oyuncular Galatasaray'a yarardan çok zarar da getirebilir -Elano vb.- ekonomik veya başka yönlerden. Daha bize başarı getirmediler. (Mourinho'ya bunun için övgü beslemeyi daha sonraya bırakmalıyız değerlendirme açısından) Ancak gerçekten, tarafsız bir şekilde dışarıdan bakıldığında, bir Avrupalı gazeteci gözüyle emsalen muhteşem bir tablo var ortada. Maçın başlama vuruşu yapılacak. Bir tarafta Mourinho, diğer tarafta Terim. Sneijder ve Drogba bir tarafta, diğerinde Mesut Özil ve C. Ronaldo. Müthiş. Ama biz tarafız, bizde olan ile olmayanı ayrı değerlendiririz, bazen bu uğurda hata da yaparız, subjektivizmin bokunu çıkarır, yaftalanırız, Bülent Korkmaz'ı severiz, başkası nefret eder ama bizi biz yapan da olduğumuz taraftır. Bundan vazgeçmeyiz asla, o gözle bakarız meseleye, o gözden bakarız. Bir başka hikaye Cüneyt Çakır. Acaba Madrid maçını seyrederken Nani'yi atmasaydım diye geçer mi içinden, bir anlığına da dahi olsa? Apayrı bir hikaye daha; ŞL Çeyrek Finali'ne kalan takımlar arasında oynayıp üstünlük kurabildiğimiz tek takım R. Madrid, enteresan değil mi! 3 resmi maçta 2 galibiyet, bir Süper Kupa. (Almanya'da da 3-2 yenilmiştik)

Ve son 2-1 kaybettiğimiz hazırlık maçı, 2011 Ağustos. Mourinho'nun kadroya dair ne kadar istikrarlı olduğunun göstergesi tamamen. İlk 11; Adan, Sergio Ramos, Pepe, Varane, Marcelo, Xabi Alonso, Coentrao, Callejon, Kaka, Di Maria, Higuain şeklinde. Yediğimiz iki golden biri duran top, Ramos'un kafası ve diğeri savunma arkasına sarkan Benzema. Asistler Xabi Alonso'dan.

Son
Turun ağır favorisi R. Madrid, keza benim nazarımda turnuvanın da. Bunun için konsantrasyonları yoğun, 10 yıldan fazla süredir kazanamadılar. 4-3-1-2 veya 4-4-2 bir süre sonra anlamını yitirecek.  Topu onlara vermek, biraz 2010 Inter, az Kadıköy'deki 0-0 bitiren biz, az biraz Schalke 04 maçının ilk yarısından esintilerle gene de kafa tutabiliriz. İki maçta da gol atabiliriz. En azından şansımızı ikinci maça taşıyalım.

Göriim benim takımımı...

17 Mart 2013


A. Eren Loğoğlu