24 Şubat 2008

80. Akademi Ödülleri Adaylarına Bir Bakış



Sadece 6 önemli adaylık (en iyi film, yönetmen, erkek oyuncu, bayan oyuncu, yardımcı erkek oyuncu, yardımcı bayan oyuncu) üzerinden izlediğim filmleri değerlendirdim.

Juno :

Geçtiğimiz yıl Juno türünde bir film diyebileceğimiz Little Miss Sunshine en iyi film ödülüne aday olmuş, kazanamamıştı. Juno'nun da kazanabileceğini sanmıyorum. Çok eğlenceli, keyif alınan bir film, özellikle genç kadın başrol oyuncusu Ellen Page çok başarılı bir performans sergilemiş. En iyi kadın oyuncu ödülüne aday olan en genç 4. isim olmasıyla da övgüyü hakediyor. Sadece 20 yaşında Ellen. Geleceğin önemli oyuncularından biri olacağının ipuçlarını şimdiden gösteriyor olsa da Oscar ödülü alabilecek bir rol olmamasının da etkisiyle, Ellen Page'in kazanabileceğini zannetmiyorum. En iyi yönetmen kategorisinde de Oscar kazanacağı beklentisi taşımıyorum.

No Country For Old Men :

Çok başarılı 4 oyuncu barındıran filmde, hem rol hem de oyunculuğu ile en çok parlayan isim Javier Bardem olarak gözüküyor. Son dönemin bu büyük oyuncusu artık bir Oscar'ı hakediyor. Aynı şeyi Johnny Depp içinde hissediyoruz aslında. Filmdeki isimler o kadar etkileyici ki, örneğin Tommy Lee jones, In The Valley of Elah ile en iyi erkek oyuncu adayı. Filmin bağımsız yapısı Akademi kriterlerine pek uymasa da, son dönemde Akademi farklı filmleri de görmeye başladı. Belki de birkaç ödülle bu düşünceyi pekiştirebilirler. Sinema tekniği, renkleri, sahne seçimleri, çekim açıları, uyarlama senaryosu, oyuncuları ve oyunculukları ile çok başarılı bir yapım, mutlaka ödüllendirilmeli. Coen Biraderlerin en iyi filmi.

Michael Clayton :

Büyük yönetmen Sydney Pollack'ı Marty karakteriyle izlediğimiz film, en iyi yönetmen, erkek, yardımcı erkek ve yardımcı kadın dallarında Oscar adayı oldu. Filmi izlerken Steven Soderbergh tarzında olmuş diye aklımdan geçiriyordum ki, film sonundaki yaratıcı credits bölümünde Executive Producer olarak ismini gördüm. Fim herhangi bir alanda bir farkındalık içermiyor. Güçlü oyunculuklar var ancak hikaye ve rollerin zayıflığından dolayı oyunculukların ödüllendirilebileceğini sanmıyorum. Eğer film ödül alırsa da bu, filmde yer alan büyük isimlerin kulis çalışmalarının sonucunda olabilir ancak.

There Will Be Blood :

Daniel Day Lewis en iyi erkek oyuncuyu kazanacaktır, Viggo Mortensen'e çok yazık olacak. Olağanüstü başarılı bir oyunculuk, karakterin içerdiği duyguların tamamını ekrana yansıtabilen bir oyuncu Lewis. Filmin No Country For Old Men'e göre en iyi film ödülüne de daha yakın olduğu söylenebilir. Bunun en önemli sebeplerinden biri No Country For Old Men'e göre daha bir Akademi Filmi olması. Paul Thomas Anderson'ın da zamanı geldiğinde en iyi yönetmen ödülünü alacağını şimdiden söyleyebiliriz. Ancak sıra sanırım Coen Biraderlerde. (Barton Fink ve Fargo'dan sonra nihayet) Little Miss Sunshine'dan da anımsadığıız Paul Dano, genç kilise adamı Eli Sunday rolüyle en iyi yardımcı erkek kategorisinde aday gösterilebilirdi diye bir ekleme de yapayım.

Atonement :

Film, Ian McEwan'ın romanı Kefaret'in uyarlaması. Okuma listemin en ön sıralarında olan bu romana daha başlayamadığım için filmi izlemiyorum, haliyle yorumları bu filmden bağımsız yapmak zorunda kaldım.

İzlediğim diğer filmler :

Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street
American Ganster
Charlie Wilson's War
The Bourne Ultimatum
The Diving Bell And The Butterfly
Eastern Promises
In The Valley Of Elah

Kısaca izlediğim diğer fimlerle de ilgili bazı yorumlar yapayım. Çok iyi oyunculuklar var, Johnny Depp, Philip Seymour Hoffmann, Viggo Mortensen, Tommy Lee Jones gibi. Akademi ödüllerine aday olabilmenin bile ne kadar önemli olduğunun bir göstergesi aslında yarışan oyuncular. Büyük oyunculuğa doğru ciddi adımlarla ilerleyen Philip Seymour Hoffman'a verilmiş bir ödül gibi adaylık. Akademi'nin pek çok zaman bazı oyuncular ve yönetmenlerin hakkını vermediğine çok şahit olduk. Şöyle de bir gerçek var ki eğer oyuncu ve yönetmen ödül alabilmek konusunda ısrarcı ise, yani Akademi'nin karşısına tekrar tekrar çıkıyorsa ödül alması da kaçınılmaz oluyor. Belki en iyi rolüne ya da yönetmenliğine verilmiyor bu ödül ama bir şekilde gitmesi gereken kişiye de ulaşıyor. Julian Schnabel'in yönetmenliğini yaptığı The Diving Bell and The Butterfly mutlaka izlenmeli, gerçek sinema bu diyebileceğimiz filmlerden birisi ama Akademi kriterlerine hiç uymayan bir film, sinematografi ödülü gelebilir.

Son olarak adaylarım ;

En iyi Film

There Will Be Blood (alır)
No Country For Old Men (almasını isterim)

En iyi Yönetmen

Ethan Coen ve Joel Coen - No Country for Old Men (alır)
Julian Schnabel - The Diving Bell and the Butterfly (almasını isterim)

En iyi Erkek Oyuncu

Daniel Day Lewis - There Will Be Blood

En iyi Kadın Oyuncu

Marion Cotillard - La Vie En Rose (almasını isterim)

En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu

Javier Bardem - No Country for Old Men

En iyi Yardımcı Kadın Oyuncu

Adayım yok ama birisi alacak tabi ki

En iyi Animasyon

Ratatouille

En iyi Uyarlama Senaryo

There Will Be Blood - Paul Thomas Anderson

En iyi Orjinal Senaryo

Juno - Diablo Cody

2007 sinema açısından rekabetin yoğun yaşandığı bir yıl oldu. 2008'in de aynı ivmeyle devam etmesini umalım ve tüm sinemaseverlere güzel bir Oscar gecesi dileyelim.

İyi Seyirler.

24 Şubat 2008

A. Eren Loğoğlu

22 Şubat 2008

Tablo : Avrupa'nın Sistem Mesajı



Aşağıdaki tablo aslında herşeyi açıkça anlatıyor. Ezeli rakibimizi küçümserken kendimizi de olduğundan iyi göstermeye çalışıyoruz.

Övünebileceğimiz pek çok nokta var elbette. Türk ve genç oyuncularla iyi oynamak bunların en önemlisi belki de.

Bunun yanında 2 Fenerbahçe maçı Lig ve Kupa'daki durumu gösterecek gibi duruyor. Ligde kalan 12 maçımızın 9'u İstanbul, 2'si Ankara, 1'i de Sivas'ta olacak ve 1 puan farkla lideriz. Kupa'da da 0-0'lık küçük bir avantajımız var.

Avrupa macerası sona erdi, muhtemelen Fenerbahçe de Sevilla'ya elenecek ama artık ezeli rakibimizi küçümsemekten vazgeçmeliyiz. Son yıllarda Liverpool ve AC Milan'ın kendi seviyelerindeki rakiplerine göre çok da iyi olmayan kadrolarıyla finaller oynamasına tanıklık ediyoruz. Bunda stratejik oynayabilmenin önemi çok fazla. Aynı durum Fenerbahçe için de geçerli, belli bölgelerde kaliteli oyuncuları ve işleyen bir sistemleri var. Galatasaray'ın da sistem konusunu bu sezon bittikten sonra stratejik maçları kazanabilmek açısından yeniden gözden geçirmesi gerekecek. Oyuncu kalitesi olarak Fenerbahçe'nin çok gerisinde olduğumuzu düşünmüyorum.

Sözü çok uzatmadan tabloya dönelim tekrar, beğenilmeyen, başarısız, eski gücünde değil diye tanımlanan Fenerbahçe'nin oynadığı takımların Galatasaray'ın oynadığı takımları elemesini de mesaj olarak kabul etmeliyiz.

2007-2008 Sezonu

UEFA Kupası 1. Tur Maçları

Sion 3-2 Galatasaray
Galatasaray 5-1 Sion

UEFA Kupası Grup Maçları

Bordeaux 2-1 Galatasaray
Galatasaray 2-3 Helsinborg
Panionios 0-3 Galatasaray
Galatasaray 0-0 A.Wien

UEFA Kupası Son 32 Maçları

Galatasaray 0-0 B.Leverkusen
B.Leverkusen 5-1 Galatasaray

Anderlecht 2-1 Bordeaux
Bordeaux 1-1 Anderlecht

PSV 2-0 Helsinborg
Helsinborg 1-2 PSV

Şampiyonlar Ligi

3. Eleme Turu Maçları

Fenerbahçe 1-0 Anderlecht
Anderlecht 0-2 Fenerbahçe

ŞL Grup Maçları

Fenerbahçe 1-0 Inter
CSKA Moskova 2-2 Fenerbahçe
PSV 0-0 Fenerbahçe
Fenerbahçe 2-0 PSV
Inter 3-0 Fenerbahçe
Fenerbahçe 3-1 CSKA Moskova

ŞL Son 16 Maçları

Fenerbahçe 3-2 Sevilla
Liverpool 2-0 Inter

Türkiye Ligi Maçları

Fenerbahçe 2-0 Galatasaray

Türkiye Kupası Maçları

Fenerbahçe 0-0 Galatasaray

22 Şubat 2008

A. Eren Loğoğlu

19 Şubat 2008

Yaralı Bir Gece Bekçisi

Kuşun kanadında taşıdın
Atlasın bir ucundan bir ucuna
Rüzgâr savurdu seçimlerini
Ey şehir
Yık köprülerini

Bilinen ve bilinmeyen bilgi
Kütüphane yangınlarında

Geriye kalan aşkın ayak izleri
Yalın, sıcak, söndürülmemiş

Çelişkilerden ilişkilere uzanan endişe
Korkulukların üzerinden
Korkusuzca atlayan korkular

Ve alkışlar...

Zaman büyük bir yanılgı
Alkışlar da öyle.

Oysa ben
Seni tanıdım

Yüreğine dokunan ellerimdi...

Yaralı bir gece bekçisiyim şimdi
Küskün, yorgun, tanınmamış

Gözlükler ardına saklanmış
Yüzü kaybolmalarda
Sedyesini bekleyen
Yaralı
Bir gece bekçisi.

Ey şehir
Caz dinlet kulelerinden
Vapurlarından ıslık

Kuş bakışı yaşam
Gerçekler
Ve gerekçeler hazır

Acı...

Yalan değildir hayal
Olması için kurulur
Olduğundaysa
Hayal olduğu unutulur.

Ben seni
Tanıdım oysa

Yüreğine dokunan ellerimdi

Hayallerimdi…

Yaralı bir gece bekçisiyim şimdi
Küskün, yorgun, tanınmamış

Sen yine de benden

Vazgeçme
Ezip geçme

Seçimlerini seçme

Bırak rüzgâr savursun
Özgürce
Pişmanlıklar denizinde boğulmadan önce

Zorlanmış düşünceler karaya vursun
Bastırılmış duygular çıksın yüzeye

Ne kaldı geriye

Aşk mı?

Aşk,
Acemi öpüşler yağmuru

Şemsiye duruyor seçimlerinde

Seçimlerini seçme

Bir kez bile olsa bırak
Islanalım

Ayak izleri kalsın aşkın

19 Şubat 2008

A. Eren Loğoğlu

01 Şubat 2008

K Dergisi, Sayı 67, Bazı Notlar



"Hiçbir zaman şiire ilişkin 'büyük düşünceler'im olmadığı anlaşılsın isterim. Şiir benim için her zaman kişisel, neredeyse fiziksel bir rahatlama ya da karışık birtakım isteklere karşı bulunan bir çözüm olmuştur - duruma göre bir çeşit yaratma, doğrulama, övme, açıklama ve dışlaştırma isteği..."

Philip Larkin

"Yıllardır neden geceleri daha yaratıcı olduğumuzu tartışırız. Karanlıkla ilgili olmalı, gündüzün bitmediği yaz akşamlarında ayaklarım daktilonun başına yönelmiyor çünkü. Kesinlikle karanlıktan. Sanki havanın rengi, beynimin içindeki karanlıklara denk düşüyor. Yıldızlar parladıkça ben de kıvılcımlar gibi yükselen cümleler bulabiliyorum. Aydınlığa yakın korkular azalıyor. Tabii sözler de.

Canınız nasıl sıkılıyor anlamıyorum? Her gün keşfedilmeyi bekleyen o kadar çok şey var ki. Şu yeni teknolojik ürünlerden bile bahsetmiyorum.

Çiçekler, uzayan çimler, değişmekte olan kelebek ırkı. Bir gün içinde öğrendiklerim gece yorgun yatağa girmeme neden oluyor."

Elizabeth Peters, K Dergisi, Sayı 67

Tom Robbins Hakkında ;

"Gerçek hayal gücünün çalışmak ve hissetmekle açığa çıkabileceğine inanıyordu. Yetenek yaratılacak bir şey değil, keşfedilecek ve emek verilecek bir güçtü."

K Dergisi, Sayı 67

Ne bilim, ne ilim, ne din ve hatta ne de sanat; insanı edebiyat kadar ele alıp, varoluşunu her yönüyle sorgulayarak, onun özüne, en derinlerine ve sonsuzluğuna nüfuz edemez.

Edebiyat, insanı bilir.

Edebiyat, insanın zavallılığını da, aşkını da, zaaflarını da, yalnızlığını da, ölümünü de bilir. Bu bilme, kimi zaman şefkatli, kimi zaman da tedirgin edicidir ya, o da ayrı. İnsandaki zaafın, sadece karakteriyle ilgili olmadığını, onun varoluşuyla ilgili olabileceğini de bilir edebiyat.

Mesela yazı, insanın mutsuzluğunu ele aldığında, onu tedirgin edici ama aynı zamanda aydınlatıcı ve düşündürücü yepyeni boyutlara da götürüverir:

"Yeni bir insan yapan insanlar, muazzam bir sorumluluk alırlar üstlerine. Hiçbir şey gerçekleştirilemez. Umutsuz. Büyük bir suçtur bu, mutsuz olacağı bilinen, en azından günün birinde mutsuz olacağı bilinen bir insan yapmak. Bir anlığına var olan mutsuzluk, bütün bir mutsuzluktur. Daha fazla yalnız olmak istenmediği için, yalnız olmayı üretmek, bu bir suçtur. Doğanın dürtüsü canicedir ve buna dayanmak bir bahanedir, insanların dokundukları her şeyin bir bahane oluşu gibi."

"Nefret nasıl da erkenden yapılanıyor. Çocuk bile her konuda sessizce bitmiştir. Ve hiçbir şeye ulaşmaz. Tarihi geciktirenler. Vicdansızca. Tarihe haddini bildirenler. Yenilgileri davet edenler. Görülmemiş acımasızlıkta... Böyle bir anda insan korkunç bir yalnızlık içindedir."

Thomas Bernhard, K Dergisi, Sayı 67

1 Şubat 2008

A. Eren Loğoğlu