12 Şubat 2012

Dört Sene Üst Üste Şampiyonluk Hayaliyle Batan Gemi



11 Şubat Osasuna 3-2

İlk Yarı

----------------Valdes---------------
Alves----Pique-------Puyol-----Abidal
----------------Javier---------------
---------Thiago-------S Roberto------
---Messi-------------------Pedro-----
----------------Alexis---------------

Kral Kupası'nda finale kalıp derin bir nefes almasından sonra -Pep yeni sözleşme için bence bunu bekledi, yakın zamanda açıklanır- lige tamamen odaklanacağız, 7 puan fark önemsiz, sonuna kadar savaşacağız söylemleri vardı Katalan medyasında.

Hafif sakatlığı olan Xavi'nin ve geçen hafta son anlarda oyuna giren Iniesta ile ikinci yarı sahaya çıkan, en ufak fiziksel sorunu gözükmeyen Fabregas'ın ilk 11'de olmamasının üç cevabı olabilirdi:

1 - Üç gün sonraki Şampiyonlar Ligi'nde oynanacak Leverkusen maçı sebebiyle rotasyon.
2 - Mevcut orta saha üçlüsünün Kral Kupası'nda Pamplona'da 1-2 biten maçta da kullanılması.
3 - Madrid'i yakalayamayacağına olan inançsızlık.

Ya da üçünün birleşimiyle oluşan bir sonuç. Sahada klasikleşen 4-3-3 vardı ancak teorik kusursuzluk oranı (5-0 biten El Clasico'ya göre - zirve- pozisyon / oyuncu seçimi) 6/11 idi yalnızca. Son dönemler baz alındığında iyi bile sayılabilirdi yüzde ancak 3-4-3 ve rotasyondan ötürü artık ritm tamamen kaybedilmiş, bazı oyuncuların form seviyesi dibe vurmuştu.

Barça son 11 maçta üst üste iki karşılaşma kalesini gole kapatmayı başaramadı. Bu süreçte sadece 2 maç gol yemezken ağlarında 13 gol gördü. En temel sorunlardan biri takım savunmasında. Puyol son maçlarda yaptığı spektaküler hareketler, attığı goller ve hücuma çıkışlarıyla göz boyasa da (mücadeleci ruhunu asla kaybetmedi, yanlış anlamayın) savunma ve kademe kısmında tel tel dökülüyor. Verilen her pozisyonda, gol olarak değer kazanan her topta Puyol'un hataları dikkat çekiyor. Ayağı kayıyor, ağır kalıyor, ne ararsanız var. (Bunların hiçbiri elbette o değerli kariyerini zedelemez, sadece tespit yapıyorum)

Nisan'da 34 yaşına girecek olan kaptanın kanımca Barça gibi en üst seviyede futbol oynanan bir takımda sürekliliğini koruması olanaksız, mutlaka sırıtacak ve bu tür puan kayıplarına sebep olacak. Pep onun 40 yaşına kadar oynayacağını ve çok ağır bir sakatlıktan döndüğünü ifade ediyor. Maç esnasında yanlışlarını görme ve inat etmeme hususunda çok tutarlı olan Pep'in Puyol'u 45. dakikada oyundan alması aslında kendisiyle uzun zaman sonra çelişmesinin de bir işareti. Elbette burada üçlü savunmaya dönmek için stoperlerden birini çıkarma zorunluğunu da hatırlatmalıyım.

İkinci Yarı

----------------Valdes---------------
-----Alves------Pique------Abidal----
----------------Javier---------------
---------Thiago--------S Roberto-----
----------------Messi----------------
----Cuenca-----------------Tello-----
----------------Alexis---------------

45 dakikada bekleneni veremeyen diğer isim Pedro. Sezonun en büyük hayal kırıklığı. Elbette Alexis transferi sonrası bunun gerçekleşmesi rastlantısal değil, mental bir yanı var fiziksel olduğu kadar. Sakatlıklar da yaşadı. David Villa da olmayınca -özellikle deplasmanlarda bu ikili çok önemliydi, oyunun kenarlara yayılması ve Messi'ye boşluk yaratılması açısından- son iki ay Barça açısından derin sıkıntılarla geçti.

Pep'in Cuenca ve Tello ile başlamayıp büyük bir hata yaptığı da ortaya çıkıyor esasında. Her ikisi de harika performans sergiledi.

Burada elbette bir başka övgüye vurgu yapmalıyız; Ligde en yakın rakibinden 7 puan geride, üstelik bu takım düşman Real Madrid ve başında Katalunya'nın nefret ettiği Mourinho var, Osasuna ile -5 derecede, buz pistinde bir maç oynuyorsun, devreye 2-0 yenik giriyorsun ama devre arasında oyuna Xavi, Iniesta'yı değil Cuenca, Tello'yu alıyorsun. Barça budur işte. Barça'nın bir kulüpten daha öte olması budur. Farkındalığı budur. Kazanmanın her şey olmadığını kazanırken bir felsefeniz bulunması gerekliliğine dair en güzel vurgu budur. Pep Guardiola yine kendisine yakışan olağanüstü bir iş başardı bu değişikliğin altında gizlenen o derin algıyla. Birçoklarının anlam veremeyeceği futbol bakış açısıyla. Verilmek istenen ders ile.

Bu sezon sık kullanılan ve bazı maçlarda anahtar vazifesi gören -Cesc'ten ötürü- üçlü savunma yine iş gördü. Topla oynama % 67'lerden % 75'lere kadar çıktı. Valdes'in pas hatasında -zemin etkiliydi- yenilen karambol golü ve direkten dönen top dışında tehlikeli pozisyon görmedi kalesinde Barça ikinci yarı. Bunun yanı sıra uzun süre sonra dikine hızlı oynadı, pas akışkanlığı sağladı ve rakip kaleyi ablukaya aldı.

Pep, son iki ayda en az Puyol kadar kötü olan Pique'ye de daha fazla tahammül edemedi. Biraz da Fabregas'ı oyuna alması gerekiyordu hücum bölgesinde 3-2 sonrası gelen durgunluğunu bozmak için. Tartışmalı ofsayt kararıyla sayılmayan gol, Tello'nun plasesi ve Cesc'in kafa şutlarından sonuç çıkmadı. Kaleyi bulan 8 şutu vardı Barça'nın ama bu kez gerçekten ender gelişen Osasuna atakları verimlilik gösterdi ve kaleyi bulan 3 şutları da gol oldu. Bu maçın özelinde biraz şans da Katalanların yanında değildi.

Guardiola döneminde Barça ilk kez bir ilk yarıyı 2-0 geride kapattı. 2008-2009 sezonunda oynanan ve 3-3 biten Villarreal maçından günümüze ilk defa Pep'in Barça'sı ligde üç gol gördü kalesinde. (Ki o maç da şampiyonluk kutlamasına denk gelmiş, rehavet havasındaydı) Puyol'un 57 maçlık yenilmezlik serisi sona erdi. (2010 Inter, 1-3)

Barça ligi kaybetti. Zaten ısrarla üç aydır fikstür dezavantajı üzerinde duruyorum sırf bu tür kazalar olacak diye. Keza Madrid'in son haftalara kadar dişe dokunur bir deplasman maçı gözükmüyor. Bunun yanında sezon başından beri Barça'ya dair pek çok kez ritm bulamadığını, 8-0'lık skorların yanıltıcı olduğunu, işlerin iyi gitmediğini dile getirdim. El Clasicolar bütün gerçekliği gösteren bir tablo sunmamıştı bize asla.

Alexis transferinin yanlışlığı -en uçta başarılı olsa da, kenarlarda Pedro/Villa etkisi yok, topu ayağında fazla tutup top kaybına ve haliyle az topa sahip olmaya sebebiyet- Cesc transferinin takımı 3-4-3'e zorlaması, Puyol & Pique'nin form durumunun giderek kötüleşmesi, Pedro/Villa'nın yoklukları temel etmenler olarak göze çarpıyor La Liga'daki kötü gidişin açıklaması adına. Pep'in rotasyon hastalığı -Thiago'nun çok fazla süre alması, bence burada babası ve menajeri Mazinho'ya verilmiş bir söz var, yoksa ayrılacaktı- da bir başka can alıcı unsur.

En çarpıcı faktör ise Messi. Son 6 maçta 1 gol (3 beraberlik 1 yenilgi) atabildi. Standartlarının çok altında. Eskiden olduğu gibi son vuruşlarda yeterince soğukkanlı değil, karşı karşıya akıl almaz goller kaçırıyor, ona yakışmayacak. Karar verme anlarında en doğruyu bulamıyor. Top kaybediyor, çalım atarken ilk adama takılıyor, sezonun bitmesine üç ay var ve şimdiden 6 sarı kart gördü. (Pep era en yüksek) Hakemlerle ve kendisine faul yapan oyuncularla diyaloga girmeye başladı. Sebep ne, ne oldu da bu noktaya gelindi?

Kasedi geriye saralım. Pepe'ye yaptığı faul sonrası tribünlerin onu desteklemesine. Messi hakeme özür niteliğinde bir el salladı ve sarı kartını aldı. Pek görülen bir hadise değil elbette, genelde ona faul yapılır ve rakip kart görürdü. Rollerin değişmesi ve bunu sağlayan ismin Mourinho olması yine akıl oyunlarını sahneye taşıyor. Messi'nin zihnine girmeyi başardı Portekizli, özgüvenini zedeledi, onu yıprattı, bezdirdi, soğuttu bir parça, mental olarak yaraladı, diğerlerine benzetti, içine nefreti aşıladı, güzel olanı kirletti. Elbette yazdan bu yana insanlık dışı bir şekilde sürekli maç oynadığını da belirtmeliyiz. Fiziksel olarak da yorulmaya başladı.

Alexis'in sayılmayan golü, Osasuna'nın ikinci golündeki ofsayt ve Alexis'in skoru 3-3'e getirecek dokunuşunda çalan düdük -S Roberto'nun kafasına temas yoksa karar yanlış- İspanya Futbol Federasyonu'nun Barça'yı bu sezon zaten şampiyon yapmayacağının açık ifadesiydi.

Süper Kupa ikinci ayaktan sonra Marcelo'ya ceza vermemişlerdi, Kral Kupası ilk ayaktan sonra da Pepe'yi affettiler. İlk vukuat değil, 5-0 biten El Clasico sonu Ramos 1 maç ceza almıştı. Hakemlerin hangi takımı koruduğu verilen penaltı sayısından öğrenilebilir. Yine geçen yaz Mourinho, Tito'nun gözüne parmağını sokmuş ve 2 maç ceza ile ödüllendirilmişti. Marcelo'nun Fabregas'ın bacağını kırma girişiminde hata görülmedi.

AS genel yayın yönetmeni "hakemleri Madrid insanları atıyor ve Real bundan yarar sağlıyor" şeklinde cesur bir açıklama yapmıştı. Kimse dikkate almadı bunu ve her El Clasico sonrası Mourinho yüzsüzce suçu hakeme attı. Gözlerinin önünde gerçekleştiği halde düdük çal(a)madılar oysa . Ligin daha ortası ve Barça'nın verilmeyen altı penaltısı vardı.

Bundan sonra ne olacak? Dört hedef kaldı:

1 - ŞL şampiyonluğu
2 - Kral Kupası
3 - Camp Nou'da Madrid galibiyeti
4 - Camp Nou'daki El Clasico'ya Madrid'in şampiyon olarak gelmemesi

Son üç olasılığın gerçekleşeceğini düşünüyorum ancak birincisine dair artık ciddi şüphelerim var. (Kura önemli) Barça bu formsuzluğunu atamazsa ve 7-8 oyuncunun sabit kaldığı (Valdes, Alves, Javier, Abidal, Sergio, Xavi, Cesc, Iniesta, Messi kesin olmalı ilk 11'de) bir rotasyon bulamazsa çift maçlı eleminasyon da onları kurtarmaz. Kral Kupası'yla yetinir Katalanlar bu durumda. Mourinho ve Madrid bence ŞL'de de bir adım öne geçti ve favori. Hatta bir öngörüde daha bulunayım. Puyol & Pique böyle devam ederse sezona -Torres ve Villa da yok- İspanya, 2012'de Avrupa Şampiyonu da olamayacak, hoş geldin Almanya ve hızlı geçiş futbolu.

8 Şubat Valencia 2-0

----------------Pinto----------------
Puyol----Pique-------Javier----Abidal
----------------Thiago---------------
---------Xavi---------Cesc-----------
---Alexis------------------Cuenca----
----------------Messi----------------

Ligde 2-2 biten Valencia maçında koridora dönen sağ bölgenin kontrolü ilk maçta olduğu gibi yine Puyol'da. Savunma için böyle kritik bir önlem alan ve Alves'i kenarda tutan Pep, orta sahada ise garip bir tercihle karşılıyor bizi, ön kesici Thiago.

Madrid'in 2-2 biten Kral Kupası maçında öğrettiklerini sahaya yansıtıyor Valencia ilk 15 dk. ve daha önce ofsayt bozmak ne demek hiç karşılaşmamış olan Thiago ofsaytı bozuyor savunmanın içinde kalıp. Net fırsattan yararlanamıyor konuk ekip. Ön alan baskısının ödülünü alamıyorlar.

Messi'nin repertuarına eklediği dikine uzun pas ile Cesc golü atıyor ve Barça kendi standart oyununa, tiki-takaya dönüyor. Kaçan onlarca pozisyon sonrası.

Guardiola'nın Barça'sı 2008'den bu yana oynadığı 26 çift maçlı eleme turundan 24'ünde kazan taraf oldu. Pep'in Barça'sı dördüncü sezonunda 12. ve İspanya Kral Kupası'nda 3. finalini oynayacak.

Rakip Athletic Bilbao. Pep'in önünde saygıyla eğildiği ve her fırsatta övmekten çekinmediği Marcelo Bielsa'nın takımı. Kolay olmayacak. Yer ve tarih belli değil. Mayıs sonu ve büyük bir stadda olsun isteniyor, taraftar potansiyelinden ötürü. 2009'da Mestalla'da karşılaşmışlardı. (1-4) Bu sefer Camp Nou ya da Bernabeu olabilir.

Barça'nın 25, Bilbao'nun 23 Kral Kupası bulunuyor.

4 Şubat Real Sociedad 2-1

----------------Valdes---------------
Alves----Puyol-------Javier---Adriano
----------------Jonathan-------------
---------Thiago---------Cesc---------
---Cuenca-------------------Tello----
----------------Messi----------------

Önümüzdeki yılların Barça'sından kesitler. Merkez orta saha Thiago ve Cesc. (Iniesta da olacak elbet) Kenarlarda iki genç isim deneniyor. Tello'nun hızı göze çarpıyor, o da yetenek kokuyor. 2-0 öne geçtikten sonra anında golü yiyip son anları krize sokan bir takım, tecrübeden yoksun. Sergio, Abidal ve en son Pique (Busquets sakatlanınca) oyuna girenler.

1 Şubat Valencia 1-1

----------------Pinto----------------
Puyol----Pique-------Javier----Abidal
----------------Sergio---------------
---------Thiago-------Cesc-----------
---Cuenca------------------Alexis----
----------------Messi----------------

Sağ bek bölgesinde Puyol önlemi, soldan bindirmelerle pozisyon bulan Emery'nin takımı için. 5 stoper içeren bir takım eleştirisi bile getirilebilir, kupa formatı olarak düşünüldüğünde bir nebze makul.

Barça geriye düşse de Mestalla'da en iyi maçlarından birini çıkarıyor. Messi penaltıyı kaçırmasa rövanşa gerek bile kalmayacak. (20/27 gol/penaltı oranı, zaten iyi bir penaltı atıcısı olmadığını her daim dile getirdim, penaltıcı C. Ronaldo, Ronaldinho, Rivaldo, Shearer gibi olur)

12 Şubat 2012

A. Eren Loğoğlu

01 Şubat 2012

İyi ki Varsın Guardiola | Som Hi Barça | Takım Oyunu ve Örgütlenme | İyiler Mutlaka Kazanır



25 Ocak Real Madrid 2-2

Maç önü

Bernabeu'de Kral Kupası maçı gol sonu "Estelada" açan Barça taraftarına güvenlik müdahalesi gerçekleşti.

Futbol asla sadece futbol değil, 2011'de bile. Birileri İspanya'da burada olduğu kadar önemsenmiyor El Clasico diyorsa hala, aldırmayın. Franco dönemi geride kaldı, siyaset artık etken değil diyorsa, çok inandırıcı olmuyor, bakın bir bez parçası rahatsız edebiliyor başkentte. Bunları konuşmayalım, tamam ama bunlar olmuyor gibi de sahte bir davranış sergilemeyelim.

İspanya (Royal) Futbol Federasyonu, Süper Kupa ikinci ayaktan sonra Marcelo'ya ceza vermemişti, Kral Kupası ilk ayaktan sonra da Pepe'yi affetti. İlk vukuat değil, 5-0 biten El Clasico sonu Ramos 1 maç ceza almıştı. Hakemlerin hangi takımı koruduğu verilen penaltı sayısından öğrenilebilir. Yine geçen yaz Mourinho, Tito'nun gözüne parmağını sokmuş ve 2 maç ceza ile ödüllendirilmişti. Marcelo'nun Fabregas'ın bacağını kırma girişiminde hata görülmedi.

Futbolda heyecan şart diye rekabetin öne çıkarılması da sağlıksız, bir başka tartışma konusu. Playoff sistemi derbiyi artırıp adrenalin salgılatır ama adaleti sağlamaz. Önemli olan adil oyun ve hak edenin, güzel futbol sergileyen takımın kazanmasıdır, heyecan sonra gelir, rekabet gibi. 96-00 Galatasaray, 08-11 Barça gibi sürekli kazandığından rekabeti öldürmemesi adına kaybetmesi istenip sevimsiz gösterilmeye çalışılıyordu. İsteniyor ki Barça kaybetsin, tamam kaybetsin de rakibi Arsenal gibi futbol oynama çabası göstersin. Barça heyecanı öldürüyor argümanı o kadar yüzeysel ki düşünün 90. dakikada berabere giden bir maçta hakem hatalı bir penaltı kararı verirse adaleti sağlamadan adrenalini yükseltebilir, bunu mu arıyoruz, pes artık, el insaf!

Güzel meselelerden bahsedeyim, can sıkıntısına boğdum biraz.

Gelenek kavramı Barça'nın en can alıcı yüzü, yeryüzüne verdiği samimi mesajların önceliklisi, sahada oynanan futbol dışında. Eski yazılarımda forma numaralandırma ve kaptanlık & teknik direktör seçimlerindeki tutarlılığı anlatmıştım, iki yeni hikaye, kişisel tespitlerimden:

Barça sahaya çıkarken belirli bir ritüel yansıtıyor, pek çok izleyicinin gözünden kaçmıştır. En önde kaptan olur her zaman, Puyol, taşır senyerayı kolunda. Ardından kaleci, Valdes gelir ve üçüncü sırada Xavi vardır, ikinci kaptan. Daha sonra La Masia'dan yetişen bir üçlü/dörtlü blok gelir peşi sıra, Pique Sergio Cesc Iniesta gibi. Ardından takıma katılan bir yeni transfer varsa o çıkar, Alexis misal. Ve son üç isim asla değişmez, Alves Messi Abidal şeklinde. Messi her zaman 10. sırada çıkar sahaya Abidal olmasa bile, Alves de önündedir. Elbette ufak değişiklikler olur kimi sıra, kaleci Pinto'ysa Xavi, Puyol'un arkasına geliverir. Hatta bu El Clasico'da Pinto geç kaldı ve arkalarda çıkabildi ama yine de son üçlü bozulmadı. Oyuncular bu sahaya çıkma dizilişine riayet etme adına çaba gösteriyorlar koridorda, Alves Alexis'e yerini gösteriyordu bir maç öncesi. Barça o kadar düzenli bir takım ki bunu bile düşünüyor, belki de uğur olsun diye.

Bir başka gelenek soyunma odasındaki futbolcu dolaplarında daha önce kullananların ismi yazıyor, ne kadar anlamlı, değerli, vefa içeren bir davranış. Orada adınızın yazacağını hayal edip o sahaya çıkmak, Barça tarihinin küçük ya da büyük bir parçası olacağını bilerek, ölümsüzce. Messi'nin soyunma odasındaki dolabını daha önce kullanan futbolcular; Mendoza, Quini, Bakero, Oscar, Frank De Boer ve Rüştü şeklinde.

Farklı bir konu daha, Coldplay, Katalanların milli marşı haline gelen "Viva La Vida" şarkısının hikayesini -Barça'yla olan bağ- anlatıyor.

Sporseverlerin ciddiye aldığı meselelere eğilelim yavaştan.

AS genel yayın yönetmeni "hakemleri Madrid insanları atıyor ve Real bundan yarar sağlıyor" şeklinde cesur bir açıklama yaptı. Kimse dikkate almadı bunu ve her El Clasico sonrası Mourinho yüzsüzce suçu hakeme atabiliyor. Gözlerinin önünde gerçekleştiği halde düdük çal(a)madılar oysa . Ligin daha ortası ve Barça'nın verilmeyen altı penaltısı vardı.

----------------Pinto----------------
Alves----Pique-------Puyol-----Abidal
----------------Sergio---------------
---------Xavi---------Fabregas-------
---Alexis------------------Iniesta---
----------------Messi----------------

Pep şablonu bozmadı ama riske giren biri vardı karşısında bu kez. Mourinho turun ilk ayağı sonrası yine sahadan boynu bükük ayrılmasının ardından yoğun eleştiri oklarını üzerine çekmişti. Çok akıllıca bir iş yaptı sahaya çıkardığı ilk 11 ile. Mesut & Kaka ve Higuain içeren aşırı ofansif kadro herkesin Madrid'den beklentisiydi. Ağır bir yenilgi olursa suçu rahatlıkla medyaya, taraftara, teknik direktörlüğü ona öğretmeye çalışanlara "ben zaten her şeyi hesaplayıp o maçları oynadım, nasıl olması gerekiyorsa" mesajını verecekti. Tur atlarsa zaten bunu da denedim, kahramanım, sonunda formülü keşfettim, dehayım diyebilecekti. Kazan-kazan durumuydu her türlü.

Madrid ön alanda baskıyla başladı, Messi'yi riske edeceklerdi çift ön kesici tercihiyle. Higuain, Alves'in pasında Pique & Pinto anlaşmazlığından yararlanamadı yüzde yüz gol pozisyonunda, daha 10. saniye bile değildi. Cesaret geldi eflatun beyazlılara ve aynı anlayışla oynamayı sürdürdüler. Sağdan Kaka, Mesut ve sola doğru Ronaldo ile gelişen bir tehlike daha yaşadı Barça savunması. İlk maçın kusursuz oynayan ismi Busquets, Mesut'un sürekli içe kat etmeleriyle kalabalıklaşan savunma önü bölgesinde yetersiz kaldı, Kaka da orayı kullanınca. Brezilyalı yıldız Ronaldo'yu yine pozisyona soktu ancak Pinto izin vermedi. Savunmasını çok önde kurup baskıyı bir an olsun düşürmemeyi tercih eden Madrid karşısında Cesc ve Messi üzerinden çok rahat bir pozisyon buldu. Bir köşe vuruşunda Pepe'nin kafa şutu Sergio'nun vücuduna bitişik koluna çarptığı sanrısına kapıldılar. (göğsü) Buna bile penaltı denildi, komik bir biçimde, onlar her zaman kollanmalıydı çünkü, alışkındılar. Mesut Özil'in uzaydan gönderdiği şut direkte patladı. Pinto Abidal'ın geri pasında büyük bir hata yapıp topu Higuain'e aktardı, yine gol gelmedi.

Bu ana kadar Real, ilk 30 dakika, Barça önünde en iyi oyunlarından birini sergiledi. (2-2 biten İspanya Süper Kupası maçında Madrid daha organize hücumlar bulmuştu, bu maçta hatalardan yararlandılar daha çok baskı sonucu ama yazın Barça kadrosunda çok eksik vardı) Peki Jose Mourinho bunun için suçlanmalı mı, övülmeli mi? Eğer bu oyun anlayışı referans noktası olacaksa ve hücum gücü yüksek oyuncularla ön alanda baskı yaratmak Barça karşısında bir formül ortaya koyacaksa taktik deha Portekizli geride kalan 9 El Clasico'da bütün dünyayı kandırdı. Herkesin gördüğünü o fark edemedi bir buçuk sene boyunca çünkü Jose'nin gözlerini kör eden Inter mucizesinin illüzyonuydu. Eğer bu oyun anlayışı Messi'ye fazla alan yarattığından ötürü riskliyse ve referans noktası olamazsa o zaman Mourinho nasıl ilerleme kaydetti denilebilir Barça önünde. 2-2 biten ve kupadan elendiğiniz bir maç sonrası zafer elde etmiş gibi bir ortam meydana getirebilmek akıl oyunu değil de nedir! (Üstelik sürekli kaybederken bir beraberlik ile bunu başarmak, olağanüstü tercümanın manipülasyon becerisi)

Iniesta sakatlandı daha sonra, sarı kart almalıydı Arbeloa (Madrid'in en kötü niyetli oyuncularından biridir aslında) ve Barça'nın topu kenarlara taşıyıp pas ritmini bulma şansı iyice azaldı, ilk 30 dakikalık baskının üstüne. Barça'da bu sezon artan sakatlıklarda takımın sezon başından bu yana tempo ritmini bulamamasının ve Amerika kampının etkisi olabilir. Messi, alınan riski bulabildiği ikinci pozisyonda cezalandırmayı başardı ve golü Katalanlar buldu Pedro ile. Golde Messi'ye herhangi bir Madridli oyuncunun faul yapacak kadar bile yaklaşamaması formülün zaafları olduğunun en temel işaretiydi. Leo Messi, 18 El Clasico sonunda 13 gol, 10 asist gibi tarihi bir perfomans tablosu oluşturdu.



Messi, Figo'dan sonra ilk defa maç boyu büyük bir uğultuyla yuhalanan, ıslıklanan Pepe'ye normal bir faul yaptı ve kıyamet koptu. Pepe'nin yerde kıvranırken göz ucuyla hakeme nasıl baktığı ekranlara yansıdı ancak asla Sergio kadar yankı uyandırmayacaktı, tiyatral tavırlarla suçlanmayacaktı hiçbir zaman. Yorumcu Ömer Üründül'ün kırmızı kart beklentisi kara mizah örneğiydi ve bunun temelleri aslında 1-3 biten maçta Leo'nun Xabi'ye yaptığı faulde atılmıştı. Abartılı bir şekilde ihraç istenmişti o zaman da ve bilinç altına işleyen bu algı işte burada devreye giriverdi.

Messi'yi sevmemek ve onun kötü niyetli olabileceğini düşünmek, yapmayın.

Hemen bunun ardına Lass'ın Messi'yi hayvanca biçmesi, pozisyon arkadan, yandan da değil, sert ayrıca ama sarı kart yok çünkü alırsa oyun dışı kalacak ve maç orada bitecek, hakem bunu istemiyor, Madrid'in gücü sahnede. Casillas arkadaşı oyunda kalsın diye çırpınıyor. Adalet tecelli etsin dercesine duran top Lass'a çarpıp Alves'in önüne düşüyor ve olağanüstü bir gol ile skor 2-0, soyunma odasına giderken.

Devre sonu

Başarılı pas sayıları, Barça 309 - Madrid 155
Topa sahip olma yüzdeleri, Barça % 66 - Madrid % 34 (Başarı oranı % 89 - % 80)
Şut girişimi, Barça 5 - Madrid 9
Kaleyi bulan şut, Barça 2 - Madrid 3
Fauller, Barça 10 - Madrid 12

İlk maç ile karşılaştırıldığında Barça'nın yüz pas daha az yaptığı görülüyor bu sıkıntı dolu ilk yarıda. Bir diğer veri Madrid'in topla oynamayı ve pas isabet oranını artırması. Pas sayısı aynı olmasın karşın çok daha efektif oynamış Real, dokuz şut ile. 45 dakika boyunca Xavi'nin organizasyon kuramadığını ve Barça'nın savunmadan pas yaparak çıkamadığını da not düşelim.

Herhangi bir olay çıkmasın diye Puyol tünelin önünde bekledi takımlar içeri giderken. İkinci yarı Barça'nın oyunu soğutma çabası vardı, oley oley sesleri duyuldu. (2-2'yi bunun cezası olarak görenler 5-0 biten maçta daha 20. dakikada bu seslerin çıkmaya başladığını unutuyorlar) Ramos'un vuruşunda ağlara giden topun gol değeri kazanmaması kararı doğruydu, iki eliyle Alves'in kolunu çektiğinden. Jose, Lass'ı ikinci sarı kartı almasın diye oyundan aldı. Daha sonra Callejon & Benzema ile Kaka & Higuain değişikliğine gitti, çok doğruydu. Maç tamamen rehavet ortamında geçerken Jose kenardan gelen oyuncularla bir deneme daha yaptı, klasik 4-4-2 ile. (Bunu daha önce Copenhagen ve Betis denemişti, gayet iyiydi) Pique & Puyol ikilisi Ronaldo & Benzema çift forvetini tutmakta zorlandığı anlar yaşarken üst üste iki gol geldi, taktik tutmuştu.

Aşırı efor sonucu oluşan Madrid yorgunluğu ve Barça'nın paniği son anlarda gözlemlenen durumlardı. Messi ve Pedro ile iki pozisyon buldu ev sahibi bitime az süre kala. Ramos zorlama bir pozisyonda ikinci sarı kartı gördü, çok daha önce ve gerçekten hak ettiği faullerinde atılmalıydı. 92:55'te oluşan serbest vuruşu kullandırmayan hakem hedef tahtasındaydı. La Liga'yı yakından takip edenler hakemlerin genellikle süre dolduğunda maçı bitirdiğini bilirler ancak Madrid oyuncuları bunu da lehlerine kullanmak istediler. Hakem her iki taraf, özellikle Madrid'ten atamadığı isimlerle kötü bir yönetim sergiledi. Bitiş düdüğüyle birlikte hakemin üzerine yürüyen ve alkışla protestoyu gerçekleştiren ismin, aslında sahaya asla çıkmaması, çıktıysa da bu süreye kadar kalmaması gereken Pepe olması Real Madrid'in tutarsızlıklar kulübü olduğunun bir başka belgesi değil mi! Bu yüzden sevimsizler.

Madrid ikinci yarıda topla oynamada % 51 ile önde kaldı Barça karşısında, olabiliyor yani, Mourinho dokuz maçı heba etti dahi olduğunu ispatlama yolunda, egosunu törpüleyemedi. Maç sonu toplamda ise Barça % 55 ile kaptırmadı bu özelliğini.

Barça, 7 Mayıs 2008'de Bernabeu'deki Madrid maçından (4-1) bu yana topla oynamada % 50 altına düşmedi. (223 maç, Pep dönemi 221)

Avrupa'daki major beş ligde şampiyonluk sayısı en çok olup bunu kupaya yansıtamayan tek takım Real Madrid. Aynı durumu Türkiye'de Fenerbahçe yaşıyor, geçen sezon sayılırsa. İngiltere & M. United, İtalya & Juventus, Almanya & B. Münih, Fransa & Marsilya lig ve kupada en önde. İspanya'da farklı; lig Madrid, kupa Barça. Kuvvetli olduğu dönemler kupayı ezeli rakibine kaptıran -Madrid&Fener- takımların ligi kazanırken yeterince kuvvetli olmaması, yorum yok! diyip geçiştirelim.

Guardiola maçtan sonra Mourinho'nun kendisini -bir kere daha- tebrik etmemesi ve hakemler üzerine gelen sorulara "Buna hakkı var, turun ilk ayağındaki galibiyetimizi tebrik ettiği için minnettarım. Madrid'e karşı oynuyorsanız iki maç ilk ayaktaki gibi oynamayı bekleyemezsiniz. Hakemler birçok Madrid oyuncusunu atmadı mı? Onlar en iyisini yapmaya çalışıyor, bunları aşmalıyız. Karşılaştığımız en iyi Madrid miydi? ŞL eşleşmesinde de çok iyiydiler, onlar her zaman güçlü ve farklı alternatifleri var." diyerek cevap verdi.

Bir insan daha güzel, daha rencide etmeden, daha düzeyli, daha ahlaklı nasıl konuşabilir! Guardiola bir ders veriyor görmek ve anlamak isteyene, sadece saha içinde değil, dışında da.

Casillas maç sonu tünelde hakeme "Barça'nın partisine katılabilirsin" söyleminde bulundu ve daha sonra bu yorumu o anın sıcaklığıyla yaptığını belirtip hakemden özür diledi. Mourinho ise otoparkta hakemleri beklerken yakalandı, ne dediğini bilemiyoruz ama tahmin edebiliriz ve bu davranışın onun karakterine ne kadar çok yakıştığından saatlerce bahsedebiliriz. Çok acınası!

Xavi'nin off-record yaptığı gayet olağan bir konuşmayı "Real Madrid kaybetmesini bilmiyor" skandal gibi göstermeye çalıştı başkent medyası. Yazık!



Barça yeryüzüne nasıl bir mesaj veriyor, bunu çok yazdım, bir seferlik de ekşisözlük mecrasında beğendiğim iki entry -müthiş oyuncu tespitleri ve takım oyunuyla gelen örgütlülük- ile anlatmayı deneyeceğim:

İnsanoğlunun kooperasyonu, beraber, birbiriyle uyum içerisinde iş yapabilme kabiliyeti, her zaman politik bir mesele olmuştur. Kollektif bir sistemin bireyleri öldürdüğü inancı gerici bir inançtır mesela. Komünizm, bireyleşmeyi önlemeye yönelik bir distopya olarak karalanır. Bireycilik, bir kollektifin içinde eriyip yok olmaya direnmek değildir, kooperasyona yanaşmamaktır halbuki.

Dahası da var, bireyselleşebilmek için kooperasyon şarttır. Lionel Messi standart bir takımda oynasa, kariyeri boyunca Arjen Robben gibi sağ kanattan içeri bindirip şut çekme fırsatı arayan bir oyuncu olabilirdi. Bugün taktik anlamda tasviri hala yeterince mümkün olmayan bir "Messi" rolüyle oynuyorsa, bunun sebebi takım arkadaşlarıyla olan kooperasyon kapasitesinin standart futbol rollerini sınırlayıcı kılacak derecede yükselmiş olmasıdır. Bir kanat oyuncusu veya forvet olmaktan çıkmış, "Messi" olmuştur. Xavi ile Iniesta arasında bile bariz bireysel (biri defansif, diğeri ofansif diye bölünemeyecek, sadece ikisinin oyun stillerindeki farklardan kaynaklanan) bir iş bölümü vardır: Xavi organize eder, ritm verir, makinayı ısıtır, takımın "havasını bulmasını" sağlayacak, takımın hareketliliğini başlatacak paslar verir. Iniesta gerçek dehasını ancak bu ritm oluştuktan sonra göstermeye başlar; onun uzmanlığı Xavi'nin yarattığı ritmi bir anda değiştirecek, bir anda hızlandıracak, rakip takımı hazırlıksız yakalayacak kırılma anları yaratmaktır. Guardiola'nın Yaya Toure'yi gönderip Busquets'i a takıma çıkarması çokça eleştirilmiştir. Barcelonaseverler arasında bile bence bir futbol dehası olan Sergio Busquets'e burun kıvıranlar vardır. Busquets'in Yaya Toure'ye oranla avantajı şudur: Futbolun en kritik bölgesinde en sakin paslaşan oyuncudur Busquets. Defansif ortasaha ile defans arası top kaptırılması halinde takımın güvenliğini en çok tehdit edecek bölgedir. Dolayısıyla bu bölgede kooperasyon, doğru anda doğru kararı verme, baskı altında zorlaşır. Biraz daha forvet hattına yakın oynasa çok sakin bir şekilde doğru kararlar verebilecek kapasitede ve yetenekte oyuncular, bu pozisyonlardayken gerginleşip daha kötü kararlar vermeye başlayabilirler veya kötü karar verme korkusuyla topu ileri dikme alışkanlığı elde edebilirler. Busquets ise bu bölgede vereceği pasların kararını verirken sanki antreman maçıymış veya hatta rakip yokmuş, arkadaşlar öyle paslaşıyorlarmışcasına sakin oynuyor. Onun görevi klasik bir defansif orta sahanın "rakip takımın olası ataklarını kesmek" olarak tanımlanan görevi değil: onun görevi, Xavi'nin verdiği ritmi korumak, bozmamak, top defansa geldiğinde bu ritmin bozulmasına neden olacak bir korkunun, panikle ileri dikilen bir topun oluşmasını engellemek.


***

Barcelona'nın gücü, bireyciliğin karşısında örgütlülüğün gücüdür ve örgütlülük, bireyin kendi bireyselliğini kısıtladığı değil; aksine kollektif bir futbolla, herkesin takımda görev paylaşımını doğru yaparak, takım için harcanması gereken enerjiyi herkesin doğru bir şekilde, herkesin kendini geliştirdiği alana göre görev paylaşarak oynandığı bir sistemde olduğu için herkesin bireysel olarak parladığı bir sistemdir. Barcelona'nın inanılmaz başarısı, aslında dünyanın hayatın her alanında gitmesi gereken yönü gösteriyor sanki. Örgütlü ve herkesin kollektif bir iş yürüttüğü ekip arkadaşlarıyla, yapılması gereken işi herkesin kendini geliştirdiği alana göre doğru bir şekilde paylaştığı, enerjisini doğru bir şekilde kanalize ettiği bir örgütlülük, her bireyinin star olduğu ve aynı zamanda her bireyinin sırayla tuvalet de temizleyeceği ve ortaya çıkarttığı işler barcelona'nın bugün futboldaki durumu gibi güçlü, sağlıklı olacaktır. O ekibin, o ekiplerin her bireyinin yüzü de gülecektir ve belki bir gün, dünyanın büyük çoğunluğu "sınırları falan ortadan kaldıralım ve hepimiz böyle muazzam bir ekip olalım, içimizde her renkten insan, her renkten kültür olsun, 'içimiz'/'dışımız' diye bir şey olmasına gerek yok, bütün insanlar 'biz' olalım" diyecek. Barcelona, 'bireysel'in karşısında, kollektif kültürün nasıl da yenilemez olduğunu ve nasıl da mutlu bireyler barındırdığının sadece küçük bir kanıtı bir ekip olarak, dünyanın gitmesi gereken yönü işaret ediyor adeta.



Birkaç genel istatistik:

Barça vs. Mourinho

20 maç, 9 galibiyet 7 beraberlik 4 yenilgi (Jose oyuncularına 9 Kırmızı Kart)

Pep vs. Madrid

14 maç 9 galibiyet 4 beraberlik 1 yenilgi (gol sayısı 32-13)

Pep vs. Mourinho

14 maç, 7 galibiyet 5 beraberlik 2 yenilgi

Pep & Barça vs. Mourinho & Madrid

10 maç, 5 galibiyet, 4 beraberlik, 1 yenilgi (bütün beraberlikler Katalanlara yarıyordu ayrıca)

Taktik deha Mourinho son 11 resmi maçın 90 dakikası sonunda Guardiola'nın Barça'sını yenemedi.

Barça 1 Inter 0
Barça 5 Madrid 0
Madrid 1 Barça 1
Barça 0 Madrid 1 uzatmalarda, normal süre 0 - 0, kupayı birinin alması için maç devam ediyor.
Madrid 0 Barça 2
Barça 1 Madrid 1
Madrid 2 Barça 2
Barça 3 Madrid 2
Madrid 1 Barça 3
Madrid 1 Barça 2
Barça 2 Madrid 2

Daha da ilginç olan, aslında Mourinho'nun Pep'e karşı 14 resmi maçın 90 dakikası sonunda sadece 1 galibiyeti bulunması.

Inter 0 Barça 0
Barça 2 Inter 0
Inter 3 Barça 1 -tek maç eleminasyon, ofsayt gol, Alves'in son dk. düşürülmesi, verilmeyen penaltı-
Barça 1 Inter 0 -Bojan'ın sayılmayan son dakika golü-
Barça 5 Madrid 0
Madrid 1 Barça 1
Barça 0 Madrid 1 uzatmalarda, normal süre 0 - 0, kupayı birinin alması için maç devam ediyor.
Madrid 0 Barça 2
Barça 1 Madrid 1
Madrid 2 Barça 2
Barça 3 Madrid 2
Madrid 1 Barça 3
Madrid 1 Barça 2
Barça 2 Madrid 2

Madrid + Mourinho formülünün Santiago Bernabeu'de hiç yüzü gülmüyor. Portekizli üst üste beş (önce dört idi) El Clasico kazanamayan ilk Real teknik direktörü olarak kulüp tarihine adını kazıdı.

Camp Nou tarafına bakalım bir de:

Mourinho, 9 maç 5 yenilgi 4 beraberlik Barça'ya karşı, hiç kazanamadı. Barcelona'dan korktuğu kadar Tanrı'dan korkmuyor. Çünkü onu da -daima yürekten bağlıyım dediği- Barcelona yarattı ancak o ihanet eden olma yolunda adım attı. Muhtemelen bu kazanamama laneti bütün kariyeri boyunca sürecek.

Guardiola'nın Madrid'e karşı oyuncu ve teknik direktör olarak kendi sahasında bileği bükülmüyor, 16 maç 12 galibiyet 4 beraberlik, hiç kaybetmedi.

Pep, teknik direktörlüğü döneminde Santiago Bernabeu'de 7 maçta 5 galibiyet 2 beraberlik aldı, yenilmiyor.

Detaylar

Maç oynandığı esnada Xavi'nin, ertesi Mourinho'nun doğum günüydü, ikisi için de kutlama sayılır.

Guardiola'nın Barça'sı hiçbir turnuvanın çeyrek finalinde elenmedi. (6'da 6)

Mourinho takımları 15. çeyrek finalinde ilk kez turu geçen taraf olamadı.

Barcelona şehrinde metro 00.00 itibariyle kapanıyor yani maç uzatmaya gitseydi taraftarlar bir sıkıntı yaşayacaktı. (Bunu Barça'nın rehaveti olarak da yorumlamak olası)

Puyol üst üste 11. El Clasico'sunda da yenilgi yüzü görmedi, keza Valdes de aynı.

Mourinho geldiğinden bu yana oynanan 10 El Clasico'da 9 kırmızı kart çıktı. (Madrid 7, Barça 2)

Portekizli'nin Madrid'i Barça ile beş kulvarda yarıştı ve dördünü kaybetti. (lig, ŞL, İspanya süper kupa, kral kupası)



18 Ocak Real Madrid 1-2

Maç önü

Mourinho'nun Madrid'le Barça'ya karşı tek galibiyetinde (8 maç) kaleyi Pinto koruyordu. Valdes'in Real forvetine psikolojik üstünlüğü var. İki El Clasico öncesi ilk soru elbette kaleyi kimin koruyacağı üzerine idi. Kral Kupası ritüleli sürdü ve Pinto eldivenleri giydi. Hep diyoruz ya Barça bir kulüpten daha öte, gerçekten öyle, onların kararları tutarlılık içeriyor. Kupa maçlarında kale Pinto'ya devrediliyorsa, bunu değiştirebilecek herhangi bir koşul daha bulunamadı, bulamazsınız da. Geçen sezon finalde hatalı bir gol mü yedi, fark etmez! Bu sezonki maçlar gelecek günler açısından psikolojik üstünlük kazanmak adına çok mu gerekli, değersiz! Pinto turun ilk maçında kötü bir performans ortaya koyarsa eleştiriler yükselir mi, önem arz etmiyor! Bence bütün mesele burada saklı, görmek isteyenler için.

Guardiola, manevi babası Cruyff gibi bir filozof ve kale Pinto'nun, değiştirmeye hiçbir kuvvet yetmiyor. Onun bir sözü var kalecisine, o en başında inandığı düşünceyi asla terk etmiyor çünkü biliyor ki doğru olan yol bu. Ve en önemlisi kazanmak değil amaç, eğer öyle olsaydı kaleyi Valdes korurdu, amaç kazanırken bile değerlerine bağlı kalmak, felsefeyi bırakmamak, kaybetmeyi göze alarak hem de. (Güzel kaybederek, kaybettiğinde suçlu bulmayıp rakibi tebrik ederek) Bu yüzden Barça'nın galip gelmesi, kupalar kazanması diğerlerinin elde ettiği geçici zaferlerden ayrı bir yerde. (Valdes bu yüzden pas yapmayı sürdürebildi 1-3 biten maçta ve yine hata yaptı. Pinto turun ikinci ayağında pas yapmak isterken gene topu rakibe verdi ama devam etti, çok açık değil mi!)

----------------Pinto----------------
Alves----Pique-------Puyol-----Abidal
----------------Sergio---------------
---------Xavi---------Fabregas-------
---Alexis------------------Iniesta---
----------------Messi----------------

Pep en doğru kadro ve formasyonla sahadaydı, tam da kısa süre önce Barça'nın Cesc'i merkeze çekip Iniesta'yı sol kenara atması gerekliliğinden dem vurmuşken. (Mevcut durumda, sakatlıklar vs.) Üç küçük zaaf vardı, kalede kolay goller yiyebilen Pinto'nun olması -ayağı da Valdes kadar iyi değil- Alexis'in muhtemel top kayıpları ve en kritik nokta Ronaldo'yu United zamanlarından beri çok iyi kontrol eden Puyol & Pique ikilisinin pozisyon değiştirmesiydi. Yani Ronaldo topu aldığında onu ilk karşılayan ismin kaptan olması gerekirdi, onu geçerse yakın oynayan Gerard durdurma eylemine katılacaktı. Golde açık alanda ağır kalmasından ötürü hamle sorunu olan Pique'yi karşısında bulan Cristiano sonuca rahat gitti. Tersi olsaydı tıpkı Figo'ya sağladığı mental üstünlük gibi Ronaldo'nun da zihnine girmeyi başaran Puyol, onun kadar hızlı olmasa da pozisyonun içinde kalmayı başaracak ve belki de Pique süpürme işini gerçekleştirecekti. Elbette kaleci hatasına değinmiyorum bile.

Barça dengeyi sağladı oyun olarak, kontrolü aldı. Madrid öne geçmenin verdiği etkiyle geçen sezon 0-2 biten ŞL maçındaki anlayışa döndü. (ultra savunma) Ön alanda baskı yapmadılar veya yalancı takip koşularıyla yer değiştirme sağladılar. (turun ikinci ayağında tam tersi bir ön alan baskısı olacaktı) Lig maçında favori olmasına karşın büyük bir hayal kırıklığına uğrayan ve Barça'yı yenme formülünü bulamadığını itiraf eden Mourinho eski taktiğine bir şans daha vermek istiyordu, Pepe'yi ön alanda oynatarak. Geçtiğimiz sezonki Kral Kupası finalinde bu anlayış özellikle ilk yarıda iş görmüş ancak Şampiyonlar Ligi'nde kırmızı kart çıkınca (kupa finalinde Pepe üç kez atılmalıydı) plan suya gömülmüştü. Dahi Portekizli'nin aklında hala bir acaba vardı ve kullandı. Üstelik ön alanda baskı yapmazken Pepe tercihi çok da akıllıca değildi. Merkezdeki ön libero sayısını üçlerken belki de Pepe'yi üçlünün en arkasında değil ucunda sürekli ilk hamleyi -finalde böyle idi- yapan olarak görevlendirse daha ciddi bir etki bırakabilirdi Barça'nın topa sahip olmasını azaltmada. Başaramadı Jose. Bir diğer deneme aynı anda yalnızca dördüncü kez sahaya çıkan Benzema, Ronaldo, Higuain üçlüsüydü.

Alexis'in direkten dönen kafa şutu, Iniesta ve Messi'nin vuruşlarında Casillas'ın köşeden çıkardığı toplar ilk yarının pozisyonlarıydı Barça adına ve kalesinde başka pozisyon yaşamadan. (Benzema bir de)



Devre sonu

Başarılı pas sayıları, Barça 404 - Madrid 163
Topa sahip olma yüzdeleri, Barça % 71 - Madrid % 29 (Başarı oranı % 89 - % 70)
Şut girişimi, Barça 5 - Madrid 1
Kaleyi bulan şut, Barça 2 - Madrid 1
Fauller, Barça 5 - Madrid 5

Iniesta'yı sol kenara atan Pep takımın üçüncü bölgede daha uzun süre kalması ve çoğalması adına sağlanması gereken genişliği yaratmıştı, Pedro ve Villa'nın yokluğunda. (Alexis bunu da yapamıyor, etkili olduğu tek konum merkez santrforda savunma arkası koşuları, ki sezon başı Messi'ye alternatif olarak yararlı olabilir yazmıştım, kenarlarda sıkıntı doğuracaktı) Iniesta'nın çizgiye inmeleri bir de karşısına gelen ismin Hamit olmasıyla bütünleşince her şey istediği gibi gitti Guardiola'nın ikinci yarıda da. Sergio işin savunma kısmında olağanüstü becerili de olunca zaten hem topa çok az sahip olan, Barça'yı ön alanda hataya da zorlamayan Madrid karşısında Katalanlar 5-0'dan sonraki en iyi maçlarını çıkardılar denebilir. (1-1 biten ŞL yarı final ikinci maçında da çok iyilerdi, ekleyelim, sayısız pozisyonda Casillas devleşmişti) Xavi çok fazla pas alış verişine girdi (turun ikinci ayağı bunu hiç yapamadılar, Madrid izin vermedi) ve bekler yeterince öne çıkarak oyun akışkanlığını artırdı. Savunma orta sahaya kadar geldi.

Mourinho Barça maçlarında hep aynı ikileme düşüyor. 1-0 biten Inter maçında olduğu gibi takımı geriye yaslarsa (burada temel mantık üç ön kesici ve Messi'ye hiç alan bırakmama) Leo'nun gol pozisyonu yaratma şansı çok azalıyor, bu da Barça'nın % 50'sini durdurma anlamı taşıyor aslında. Bu tercihin sıkıntısı topu Barça'ya veriyorsunuz ve bu onların kalesinde az tehlike üretmenize sebep oluyor. Ayrıca Xavi ve Iniesta oyuna dahil olunca diğer % 50 üzerinden de kaybetme riski artıyor. (0-2 biten maçta da aynı durum söz konusuydu, orada golleri Messi attı ancak Pepe'nin atılmasından sonra takımın iki ön kesiciye kalması kaynaklıydı bu sonuç)

Kılıcın diğer keskin ucunda ön alanda şuursuz baskı var ve yarıyor esasında. Bu seçimin ana problemi de savunma önünde daha rahat pozisyonlarda topla buluşan Messi'nin öldürücü driblingleri. 5-0 biten maçta Madrid savunmayı öne çıkardı, ön alanda baskı yapmak istedi ancak bunu da pek beceremedi çünkü Barça'nın pas akışkanlığı kusursuzdu o gece ve elbette Mourinho ilk denemede üç yerine iki ön kesici kullanmıştı. Messi hep markajda kalmadığı pozisyonlarda top alıp arkaya bıraktı. Jose, Carvalho'ya bire bir oyna dedi hatta, orta sahaya çıkıyordu sürekli. Bir sonraki 1-1 biten lig maçının ilk 70 dakikası Madrid geriye yaslandı bu kez top Barça'daydı ve penaltıyla öne de geçtiler, Mourinho uyandı, hücumcuları aldı, ön alan baskısı başladı ve o gün Madrid kaybetmiyor imajını yaratmayı başardı, üstelik beraberlik şampiyonluğu Barça'ya getirmişti. (benzer etki 2-2 biten turun ikinci maçında da yaşanacak, Barça yoluna devam etse de zafer Jose'nin gibi gösterilecek) Bu yaz oynanan İspanya Süper Kupası'nda da ön alan meselesine eğildi Portekizli ve ilk maç çok iyi bir oyuna karşın Messi çıktı yine sistemin açığını değerlendirdi. Keza ikinci maçta da aynı sorunsal vardı, Iniesta'ya attığı pası anımsayın, 5-0'daki Villa golüyle aynı idi.



Jose ŞL'ndeki ultra savunma taktiği sonrası Madrid medyasından, Valdano ve Di Stefano, hatta yeni yeni öğrendiğimiz kendi oyuncularından -Ronaldo o zaman ayyuka çıkmıştı, ellerini iki yana açıp isyan ettiğinde orta sahayı geçen kimse olmayınca- çok ağır eleştiriler almıştı. Sürekli görülen, bunun yanında görülmeyen kırmızı kartlar Madrid'in imajını derinden sarsmıştı. Bu yüzden belki de ikilemin Messi'yi pasif duruma getiren bu tarafına çok eğilmemişti Mourinho, ta ki 1-3 biten lig maçında ön alan baskısı canına tak edene kadar.

Guardiola ilginç bir deney yaptı bu maçta. Normalde Barça bütün köşe vuruşlarını kısa pas olarak kullanır ve böylelikle topu kaybetmez, kontratak da görmez kalesinde. Madrid-Malaga maçını iyi analiz edip (iki gol yedi Casillas aynı şekilde) bu kez direkt orta yapmayı tercih ettiler ve bu bilinçli ısrar Puyol ile tur kapısını aralayan -klişe- golü getirdi. Madrid'in ön alanda basmadığından geride kalma sorunu da eklenince bu köşe vuruşu seçimine, kontratak sıkıntısı da doğmadı ki bu da çok kritik idi esasen.

Golden sonra özgüveni yerine gelen Barça daha da iyi oynamaya başladı. "Gia" filmindeki Angelina Jolie kadar asi, marjinal ve güzeldi oyunları. Messi'nin Mourinho'nun tercihi sonucu dribling alanı bulamadığı anlarda sahneye Iniesta çıktı, bir topu direkten döndü. Messi'nin eline basan Pepe'yi gördük sonra akıl almaz bir sahneydi. (Son anlarda ikinci sarı kartını almayan Carvalho'yu da hatırlatalım, Adriano'ya yaptığı sert faulde)

Rooney onun için idiot dedi maçtan sonra, haklıydı. Wilshere da eleştirdi bu davranışı. Sosyal medyayı sıklıkla kullanan bağımsız gazeteci Banu Güven bile Pepe'ye isyan ediyordu. Mourinho basın toplantısında göremedim, uzaktım bahanesine sığındı, biraz zaman kazanmak istiyordu. Çok büyük tepki toplayan ve maçın da önüne geçen Pepe, kulübün resmi internet sitesinden özür diledi ve bilinçli olarak bu hareketi yapmadığını belirtti. Alenen yalan söylüyordu. Portekizli de oyuncum öyle diyorsa ben ona inanırım diyerek tarafını doğrudan, ahlaktan yana değil her zaman olduğu gibi menfaatten yana kullanıyordu. Bunu yaparken bir de Guardiola'nın Sergio'yu geçen sezon Marcelo'ya ırkçı söylemde bulunduğu iddiasında oyuncuma inanırım demesine bağlıyordu. Orada görüntüler Real Madrid TV'den alıntıydı, şahit yoktu ve ağzı kapalı bir oyuncunun ağzı okunmaya çalışıldı. Ne dediğini bilemeyiz ancak UEFA da kesinlik olmadığı için cezaya gerek duymadı. Pepe'nin bilinçli olarak ele basmasını -ölçüyor, biçiyor, ele bakıyor, hakeme bakıyor ve an gelince basıyor- Mourinho'nun iddia olarak kalan bir olayı eşleştirmeye çalışması yine akıl oyunuydu ancak çok ucuzdu. Birisi kesin, diğeri şüpheli, hatta aklanmış.

Madrid medyası Pepe'nin cezalandırılacağı haberlerini yaydı ancak itibar etmedi Mourinho ve turun ikinci ayağında sahadaydı arkadaşlarını kasıtlı olarak sakatlamaya çalışan karaktersiz oyuncu.

Messi'yi bu bile durduramadı ve Abidal'e gönderdiği nefis pas sonucu ve belki de turu geçen takımı tayin ediyordu. Bu sonucun ardından iyice karışan Real'in antrenmanda sözler düştü medyaya. Oyuncular teknik direktörü, Mourinho ise Ramos & Casillas'ı suçluyordu.

Ramos, Portekizlinin Barça maçlarında ortaya koyduğu savunma futbolundan hoşnutsuzdu. Puyol'un attığı golde Pepe ile adam değişmeleri kişisel tercihiydi ve Jose de buna kızgındı. Alt metinde ayrıca İspanyollar & Portekizliler meselesi olduğu da konuşuldu. Casillas'ın bu yaz oynanan İspanya Süper Kupası ikinci maçı sonrası Marcelo'nun faul yapmadığını zannedip Xavi ve diğerleriyle maç esnasında tartışması ve maçın ardından görüntüleri izleyince haksız olduğunu görüp özür dilemesi, Tito'nun gözüne parmağını sokan ve asla özrü düşünmeyen, tebrik etme ruhu da taşımayan Mourinho tarafından not edilen bir davranış olmuştu. İspanyollar da Jose'nin Portekizlileri koruduğunu düşünüyorlardı. (Pepe)

Aslında bu kaynayan kazanlar suni bir gündem yaratma çabasından öte geçmeyecekti çünkü Mourinho biliyordu ki takımı beş puan öndeydi ligde ve şampiyonluk için büyük avantaj yakalamıştı, yani sezonun bittiği falan yoktu. Evet, Barça'yı yenmenin yolunu bulamamıştı ama ligi kazanırsa her şeyi unutturacak bir gösteri sergileyeceği de çok açık idi. Ve sezon her durum onun ayrılışını müjdeliyordu. Kişisel hedefleri Real Madrid'in her zaman önündeydi ve İspanya'da iki senede bir lig bir kupa kariyerine çeşitleme olarak eklenecekti. Üstelik tarihin en iyi takımı Barça karşısında sürekli yıpranıyor ve imajı zedeleniyordu. Onun için her argümanı bir kez elde etmek yeterliydi, ağzı laf yapabilir ve geri kalan işi kendisi hallederdi. Inter ile ŞL'ni aldı Katalanlardan, Kral Kupası'nı kopardı ellerinden ve şimdi de ligi kazanmak üzere, üç sezonda üç ayrı kulvarda birer kez geçmeyi başardı, gerisinin -yenildiklerinin, muhtemel 2 ŞL, lig, kral kupası, süper kupa- ne önemi vardı!

Mourinho, Madrid ile ŞL & La Liga'dan en çok birini kazanamadığı an kapıya konacak, bunun bilincinde. (Son 5 senede yalnızca 2 lig ve 1 ŞL alabildi ama kimse bunu dile getirmez) Portekizli en iyi taktisyen olabilir, buna istinaden aktif en iyi teknik direktör olarak algılanabilir (bence de öyle) ancak en başarılı olmadığı ve başarı kriterini belirlemediği gerçeğini değiştirmez bu düşünce. (Sir Alex Ferguson) Farklı ülke ve liglerde şampiyon olmak, kupalar kazanmak bir beceri ancak tam tersi bakış açısıyla aynı takımla aynı koşullarda mücadele edip başarılı kalabilmeyi sürdürebilmek de göz ardı edilemez. Mourinho bir takımın başında üç sezondan fazla kalamıyor, hep ihmal edilen bir veri aslında. Tıpkı Messi'ye söylenen Arjantin'e Dünya Kupası kazandırmak zorunda veya Guardiola için Barça dışında bir takımı yönetmeli argümanı gibi. Sir Alex Ferguson böyle bir şey yapmadı (United öncesini biliyorum ama baz alınan kariyeri belli ve ada dışına çıkmadı) Uzun süreler bir takımın başında kalmak ve başarılar kazanmayı sürdürmek de bir beceri, belki de Mourinho bu yöntemde başarılı olamayacağı düşünüyor çünkü baskın karakteriyle yorduğu pek çok insan bırakıyor geride. Portekizlinin bıraktığı takımların bir süre bocalama evresi geçirmesi de, posasını çıkarana kadar günlük verim alması kaynaklı olabilir, Benitez dönemi Inter'i gibi. Veya ŞL finaline yükseltemediği Chelsea'nin Avram Grant ile anında o başarıya erişmesi Jose'nin değerini düşürür mü, bence azaltmaz. Teknik direktörlerin çalışma biçimleri üzerinden başarı kriteri belirlerken daha detaycı bakmalıyız, kontra materyalleri de hesaba katmalıyız aksi durumda hataya düşmüş oluyor ve kimisine haddinden fazla değer verirken kimisini de yerin dibine sokuyoruz, yanlış burada. Souness Sky Sport'taki yorumculuğu esnasında Messi'yi Maradona ile kıyaslarken rekabet seviyesine vurgu yapıyor. Bu oyuncu üç sezon üst üste Şampiyonlar Ligi'ni domine ediyor ki yarışma olarak Dünya Kupası'yla eşdeğer, belki de daha önde diyor, haksız mı? Bence değil. Dünya Kupası kazanma şartı yok Barça performansını aynı şekilde sürdürürse.

Peki tüm bu sportif tartışmayla yetinsek iyi olmaz mıydı, seviye korunmaz mıydı, elbette! "The Special One" buna izin verseydi. Pepe olayında hiç suçlanmadı ki bence payı vardı bu sert, art niyetli futbolunda. (Bu davranış tek maç süren bir hadise değil çünkü) Oyuncuların sahada birbirleriyle kavga etmesine veya absürd eylemlerde bulunmasın alışığız. Hatta kimi zaman teknik direktörler birbirlerinin üzerine yürürler. Peki siz, rakip yardımcı antrenörün arkasından gelip gözüne parmağını sokmaya çalışan -herhangi bir sebep içermeksizin- bir teknik adam bilir misiniz, Jose Mourinho. Yıllardır maç izliyoruz kaç kez gerçekleşir böyle bir olay! (Fabregas'a yerdeyken tekme attığını da unutmadan) Kaybetmeyi bu denli hazmedemeyen birine bırakın sevgiyi, saygı duyulabilir mi? Ahlaklı biri değil, hiç olmadı, kaybettikçe daha da çirkinleşti ve endüstriyel futbol onun gibileri Guardiola'ya tercih ediyor. Çünkü o polemik yaratır, gazete satışına katkı sağlar, olay çıkarmada üstüne yoktur, gittiği her yerde kazanabilir, neyse bu derin bir konu, uzatmak yersiz.

Löw dedikoduları var, Eğer Löw Madrid'in başına gelirse doğru hamle, geçiş oyunu için. Yanında mutlaka Schweinsteiger, Götze, Müller üçlüsünden birini de getirebilir. Almanya (İspanya maçları dışında, art niyetli değil) ve Madrid (Barça maçları dışında, art niyetli) aynı futbol tarzını yansıtıyor. Löw'ün bir avantajı da; Mourinho ve kovulmasını sağlayacak başarılar sonrası Barça'nın motivasyon zaafı -Pep de ayrılırsa- yaşaması olur. J. Löw döneminde Almanya -Madrid- İspanya'yı -Barça- iki kez geçemedi, formül üretemedi yani pas futboluna, ayrıca denkleme Leo katılacak, çok ilginç ve futbola daha çok katkı veren bir süreç yaşatabilir bize. Ferguson & United birlikteliği devam, Villas-Boas & Chelsea belirsiz, Euro 2012 sonrası Löw ve La Liga ya da ŞL kazanırsa Pep'in durumu da düşünülünce bu yaz çok hareketli geçecek.



Detaylar

İkinci golde Alves ve Abidal tarafından gerçekleştirilen dans Brezilyalı Michel Telo'nun "Ai se eu te pego" şarkısına ait idi. Görselde Brezilya kadınının güzelliğinde elmacık kemik yapısının etkisi görülüyor, bir de çok çeşitliliğin.

Real Madrid'te yalnızca Xabi Alonso, Pinto'dan (25) daha çok pas yapabildi. (34)

Bu maçla birlikte Guardiola Barça'nın başında 218. maçına çıktı. Onu geçen üç isim var; Rinus Michels 264, Frank Rijkaard 273 ve elbette Johan Cruyff 430 şeklinde.

Mourinho takımları (kariyeri boyunca) devreye 1-0 önde girdiği bir maçı ilk kez kaybetti. (74 maç 68 galibiyet 6 beraberlik)

Mourinho takımları kupa maçlarında iç sahad ilk kez yenilgi yüzü gördü. (29 maç 28 galibiyet 1 beraberlik)

İç sahada 150 maç üst üste yenilmeme rekoru olan ve kariyeri boyunca yalnızca 11 kez kaybeden Mourinho takımları Barça'ya dördüncü kez mağlup oldu. (Pep üç kez)

Guardiola 9. El Clasico zaferini elde etti ve Cruyff'un rekorunu yakaladı. Pep bu sayıyı 13 maçta yakalarken Johan 25 maçta bu sayıya ulaştı.

Real Madrid bu yüzyılda üçüncü kez ilk yarısını önde kapadığı bir maçı kaybetti. (Mallorca 2003, AC Milan 2009)

Barça tarihte Bernabeu'de 7 maç üst üste kaybetmeyen ilk takım olma unvanına erişti.

1933'ten bu yana tarihte ilk defa Barça ve Madrid'in galibiyet sayıları eşitlendi. (86-45-86)

Fanatik gazetesinin El Clasico manşeti "İyiler mutlaka kazanır" şeklindeydi ertesi gün.

Türkiye'deki Barça tutkusuna (15-20 yaşın yozlaşması hariç) hayranım. Akıl yoluyla ulaşılacak bir tercih başarı odaklı olsa da bulunmuş gibi. "Leyla ile Mecnun" yılbaşı özel bölümünde El Clasico göndermesi -Barça gömdü- yapıldı. Baros, Lakovic ve Torrens'ten sonra Elmander de çok iyi bir Barçalı çıktı. Güzel oyun sevdalısı Katalan populasyonu giderek artıyor memleketimde. Üstelik Barça'yı popüler kültür ikoni zannedip kendi kendine gelin güvey olarak nefret besleyen genç kesim için şaşırtıcı da bu hadise çünkü onlar Los Galacticos dönemini pek hatırlamazlar. (2000-2005 arası Real Madrid 2 La Liga, 1 ŞL, 2 İspanya Süper Kupası, 1 UEFA Süper Kupa, 1 FIFA Kıtalararası Kupası kazanmış, 2 Kral Kupası finali de kaybetmişti.)

29 Ocak 2011

A. Eren Loğoğlu

El Clasico'lara Gelene Kadar



28 Ocak Villarreal 0-0

Önce üçlü savunma.

----------------Valdes---------------
-----Puyol------Pique------Abidal----
----------Sergio-----Javier----------
---------Xavi-----------Fabregas-----
----Alves-----------------Adriano----
----------------Messi----------------

Barça üç buçuk sene boyunca hiçbir zaman çift ön kesici kullanmamıştı. Pep'in sakatlıklardan dolayı elde kalan iyi oyuncuları kullanma isteğinin bir parçası olabilir bu tercih ancak onu asla haklı çıkarmaz. Sergi Roberto, Cuenca hatta görüldüğü üzere Tello kullanılabilirdi.

Pep denemeleri hususunda o kadar mutsuz ki 10 dakika dolmadan Puyol ile Pique yer değiştirdi. Bunun sebebi sağ kenardan Pique ile daha iyi bir pas akışkanlığı yaratmak istemesiydi, kaptan bu konuda biraz yetersiz kaldığından. Mascherano'yu orta sahada kullanmak, çok pas hatası ve dikine az pas anlamı taşıyor. Üstelik Xavi'nin az daha öne atılmasıyla topla buluşma sayısı da düşüyor.

Sonra dörtlü savunma geldi.

----------------Valdes---------------
Puyol----Pique-------Javier----Abidal
----------------Sergio---------------
---------Xavi---------Fabregas-------
---Alves-------------------Adriano---
----------------Messi----------------

Pep, Alves'i önde kullanarak aslında onun etkisini azaltıyor çünkü Brezilyalı'nın savunma yönünün muazzam olduğu hep unutuluyor. Pique & Alexis değişikliği sonrası Dani tekrar sağ bek bölgesine geçti zaten. Puyol yerine onun oyundan alınma sebebi bence kaptanın duran toplardan bulabileceği bir gol idi.

Alves & Adriano kenarları üretkenlik sağlamadı. Topla oynama % 67'ye kadar eksildi ve en önemlisi pas isabeti % 84'te kaldı. Sarı denizaltılar beş sarı kart ile rakibini sindirmeyi de başardı. Şahsi görüşüm Gonzalo'nun Tello'yu çekerek durdurmasına benzer pozisyonların kırmızı kart ile cezalandırılması, sarı kart kesinlikle hafif kalıyor bu tür durumlarda. (Hakemin kararı doğru ama değişmeli) Futbol oynatmamaya çalışan ve bu uğurda hiçbir şeyden çekinmeyenler yaptırım hafif kaldığında ödül kazanıyorlar çünkü. Tello'nun da seviyesini gözlemleme şansı bulduk ve La Masia gerçekten hazine.

Fabregas'ın direkten dönen topu bu sezonki hakem hatalarına eklemlenen şanssızlık etkisinin Barça üzerine kara bir bulut gibi bir kez daha çöktüğünü de söylemeliyim. Sevilla maçında 90. dakikada kaçan penaltı ve 2 puan, Getafe maçı uzatmalarında direkten dönen top ve giden 1 puan, Espanyol maçında Pedro'nun vuruşunda topu karşılayan el, verilmeyen penaltı ve uçan 2 puan daha. Ramos'un Valencia maçında son anda topu elle çıkarması, Mallorca'nın sayılmayan golü de cabası diğer tarafta. Adaletli bir ortam yok ama Barça da kesinlikle geçen sezon kadar formda değil, ikisini birbirine karıştırmamak gerekir.

Lig yarışı sona erdi mi, cevabı aranıyor. Barça bütün maçlarını kazanırsa 99 puan yapıyor yani Madrid'in 100 puan barajını aşması gerekecek, bence bu çok zor. Yani Barça 18'de 18 gibi imkansız ötesi bir seri yaparsa şampiyon olur ama sezon başından beri dile getirdiğim üzere Madrid formda, oyun yapısı gereği kendinden görece zayıf rakiplere karşı daha kolay kazanıyor. La Liga fikstürü dikkatli bir biçimde incelenirse Real'in Nisan'dan önce puan kaybı yapmasının zor olduğu, hatta son haftalarda bocalama evresine girebileceği de görülebilir. Orayı da şampiyonluğa az bir zaman kala motivasyon ile atlatacaklardır. Barça artık hata yapmamak zorunda ve daha Sevilla, Mallorca deplasmanları var, ilk puan kaybı bence Mourinho'yu şampiyonluğa taşır ve sezon sonu Jose ayrılır. Bu senaryo gerçekleşirse önümüzdeki sene Barça ligi rekorlarla, silip süpürerek -100 puanı aşıp- şampiyon olur. (ŞL gelişmeleri denklemin bir başka unsuru)



Peki onlara hala nasıl inanabiliriz, 7 puan geriden bile gelebilirler mi? Barça resmi sitesi şöyle seslenmiş Katalanlara:

- Karşınızda dünyanın en iyi takımı var. Son 16 yarışmanın 13'ünü kazandı. Üstelik üç lig şampiyonluğunda da Bernabeu'ya gitmek zorundaydı ikinci yarı. Daha kolay değildi hiçbir zaman. Bu kez onlar Camp Nou'ya gelecek.

- İç sahada puan kaybı yapmadan ilerleyebiliriz. Camp Nou'daki form durumu ortada.

- Deplasmanda gelişim göstermeliyiz. 13 puan kaybı yapıldı ve eğer kalan 9 maç kazanılırsa en iyi ikinci sezon deplasman performansını sergileyebiliriz.

- Takımın çok önemli oyuncularının sakatlıkları var. Iniesta ve Pedro dönecek. Keita da Afrika Kupası'ndan. Villa ve Afellay için de umutluyuz.

- Ve geri dönüşler. Bu bizim karakterimiz. Tenerife (1991-92 ve 1992-93) unutulmaz ve 1993-94 şampiyonluğu son saniyelerde geldi. (Cruyff'un son üç şampiyonluğu)

Bundan daha bir fırsat olamaz meydan okuma için! Pep bir hafta içinde oynanacak iki Kral Kupası maçı sonrası -Valencia önünde- finale kaldıktan sonra sözleşme yapar, en azından sezonu bir kupayla bitirmesi gerekiyor 2011'deki Mourinho gibi, elinde bir argüman olmak zorunda. (Daha ŞL var elbette ama Barça'nın 3-4-3 ve oyuncu bazlı form durumunun ne kadar kusursuza yakın olacağı hala belirsiz, Betis ve Madrid maçlarında yenilen dört gol, verilen onca pozisyon sezon başında öngördüğüm sorunları gün yüzüne çıkarıyor)

Maç öncesi eski Barça TV çalışanı Dani Montesinos'un bir gün önce trafik kazasında yaşamını yitirmesinden ötürü basın toplantısına dört kaptan da -Puyol, Xavi, Valdes, Iniesta- katıldı. Elbette Pep de oradaydı ve saygı duruşu yapıldı. Onlar bu yüzden farklı ve yeryüzünün her yerinde birilerinin sevgisini kazandı.

22 Ocak Malaga 1-4

Kusursuz bir El Clasico sonrası lig için artık deplasman sorunsalı çözülmeliydi. Elbette anahtar Arjantinli'nin elindeydi. La Liga'da Madrid-Barça arası beş puan farkın sebebi deplasmanda Ronaldo 9 maç 11 gol & 2 asist ve Messi 8 maç 1 gol & 3 asist performans sergilemişti. Bu tablo değişmeliydi. Leo geçtiğimiz sezon 16 gol kaydetmişti.

----------------Valdes---------------
Alves----Pique-------Javier----Abidal
----------------Sergio---------------
---------Thiago--------Iniesta-------
---Messi-------------------Adriano---
----------------Alexis---------------

Topla oynamanın arttığı (% 74) ve doğal olarak daha iyi bir deplasman performansı sergilenen gecede ikinci golün krize girmeden gelmesi maçı rahatlatan faktördü. Oysa maçın ilk bölümünde Malaga'nın pozisyonları Valdes'in ellerinde eridi. Alexis'in Leo'yla zaman zaman yer değiştirdiğini -özellikle ikinci yarı- ve bunun iş gördüğünü de belirtmeliyiz. Adriano'nun iyi bir kenar oyuncusu olmadığını ve sakatlıklar sonrası zorunluluktan burada kullanılmasını da not düşelim. Brezilyalı ne sol bek ne de açık olarak bütün bir oyun sergileyemiyor, her iki bölgenin bazı özelliklerini taşısa da. Betis maçında etkisiz gözüken -aslında bunun sebebi topa az sahip olan ve diğer bölgede Alexis ile oynamayı tercih eden- Cuenca düşünülmeliydi belki de.

Barça bu maçla birlikte üst üste beş maç gol gördü kalesinde, savunmanın oyun akışkanlığından yani pas ritminin zayıflamasından nasıl etkilendiğini en net anlatan meseleydi. (Madrid maçıyla altı oldu ayrıca)



15 Ocak Betis 4-2

----------------Valdes---------------
-----Puyol------Javier-----Abidal----
----------------Sergio---------------
---------Xavi-----------Iniesta------
----------------Fabregas-------------
----Cuenca-----------------Alexis----
----------------Messi----------------

Yine 3-4-3 sahnede, ritimsiz bir oyun, Xavi'nin daha az topla buluşması, Betis Barça'yı durdurmak için çokça faul yapmak ve zaman çalmak gerekliliği safsatasına inananlara -Jose- ders verdi oyunuyla, bir kez daha. Mourinho kötü bir emsal oluşturmuştu Inter mucizesiyle ve en çok kendi kanmıştı bu illüzyona.

Geçen sezon Barça'yı oyun olarak en çok zorlayan -antitez- Betis idi. Yine başardılar skordan bağımsız. Pepe Mel alkışı çoktan hak etti. Betis, Barça'nın topla oynamasını % 60'ın altına çekti ve hızlı/seri oyuncularıyla üçlü savunmanın arkasına çok kolay sarktı 2-2'ye kadar. Betis rakibin topla oynamasını azaltmak için önde baskıdan vazgeçmedi, sürekli rahatsız etti -bire bir markaj gibi- ve iyi alan korudu. Pep'in 3-4-3 ısrarı yine sıkıntı yarattı. Skor 2-2 olduğu an 4-3-3'e dönmesi de bunu açıkça anlatıyor ve işler hemen düzeldi kırmızı kart gelmeden. Belki de El Clasico öncesi 3-4-3'ün zaaflarının gün yüzüne çıkması hayırlı bile olabilirdi. Muhtelemen Madrid karşısında başlangıç yine 4-3-3 olacaktı. Betis maçında 2-2'den sonra olduğu gibi 4-3-3'te Iniesta sol kenar, Cesc merkez orta saha oynamalı sakatlıklar izin verirse. Alexis'in Barça oyun akışkanlığını bulamamışken maçın kilidini açması (üç gole doğrudan etki) rastlantısal değil, DNA bazlı, kaos varsa iyi.

Messi ve Iniesta'nın sarı kart görmesi "en masum gözükeni bile sevimsiz yapabiliriz" mesajı, Madrid cephesinden. Verilmeyen penaltı komediydi. Çok basit hakem kararları vardı Camp Nou'da ama onlar yine konuşmayacaklar, futbolu sahada oynamaya ve kazanmaya kararlılar. Mallorca vs Madrid maçını izleyemedim ama skor 1-0 iken sayılmayan bir gol olduğu düştü Katalan gazetelerine.

Guardiola ise maçtan sonra hakemlerin bu sezon çok fazla hata yaptığına dair gelen bir soruya "onlar çok zor bir iş gerçekleştiriyorlar" şeklinde cevap vererek, karakterini ortaya koyuyordu.



12 Ocak Osasuna 1-2

FIFA Ballon D'or ödül töreni sonrasındaydı formalite olan Kral Kupası ikinci maçı. Yılın oyuncusu üçüncü kez üst üste Leo Messi ve Yılın teknik direktörü Pep Guardiola oldu. Törene bir gün sonraki Malaga maçını gerekçe gösteren, adaylar Mourinho ve Ronaldo katılmadı. Ödül alamayacaklarını adları gibi bildiklerinden gelmediler işin açıkçası, kimse de buna takılma gereksinimi duymadı. Oysa bu adamların kazanma/kaybetme anlarındaki davranışların ne olduğuna bakılarak bile kimin doğru/yanlış yaptığını ve El Clasico meselesini bu rezil duruma getirdiği görülebilir. Onlar kaybedince yaygara kopuyor, kazanan tebrik edilmiyor, kazanma olasılığı yoksa tenezzül edilmiyor, daha futbol dışı unsurların bu denli yoğun kullanılmasına gelmedim bile.

Güzel insanların mutlu sonla biten hikayesinden, uçakta Ballon D'or kutlaması, Shakira, Antonella da orada.

Şu görseldeki insanlar o kadar sıradan ve gerçekçi ki! Onları kötü olmakla yan yana koyanlar utanmalı bu suçlamalarından.

Onlara dair bazı sözler:

Rafa Benitez: "Mourinho, Guardiola veya Ferguson? Ben Guardiola'yı tercih ederim, futbola bakışı, çevresi ve yaşamı sebebiyle."

Alex Ferguson: "Şu anki Barça uzak ara dünyanın en iyisi, biz bunu iki yıldır söylüyoruz."

Gerçek Ronaldo: "Bu Barça tarihin en iyi takımı ya da en azundan benim yaşamım boyunca gördüğüm en iyi takım."

Oylamadan bazı ilginç notlar:

FIFA'nın 2011 Dünyada Yılın Teknik Direktörü oylamasında Zlatan, Pep Guardiola'yı tercih ederken Eto'o'nun seçimi Jose Mourinho oldu. John Terry, daha önce birlikte çalıştığı Mourinho yerine Guardiola'yı tercih etti. Almanya'nın antrenörü Joachim Löw de Guardiola'yı seçenler arasında yer aldı. En ilginç seçimlerden biri eski R. Madrid antrenörü Del Bosque'nin Pep tercihiydi. Eski Türkiye antrenörü Guus Hiddink de Guardiola'yı seçenlerden biri oldu. Tanıdık isimler Eric Gerets ve Falco Götz, Mourinho tercihinde bulundu. S. Arabistan'ı çalıştıran F. Rijkaard beklendiği gibi Guardiola seçiminde bulundu. Gökhan İnler Guardiola'yı, Hamit Altıntop Mourinho'yu -doğal- tercih etti. Arshavin, Wenger yerine Ferguson'u tercih ederek muhtemelen bir mesaj iletti hocasına. Lorik Cana, Alex Ferguson'u ve Lucas Neill, Vicente Del Bosque'yi tercih etti.

Ballon d'Or kazananların yaş ortalaması 27,3 iken Lionel Messi üçüncü ödülüne yalnızca 24 yaşında erişti.



İki meseleye daha değineceğim, maça geçmeden önce, Henry'nin Arsenal'e dönüşü ve Barça oyuncuları sahtekar sanrısı üzerine.

Diego sosyalist, kokain bağımlısıydı. Leo'nun falsosu yoktu ve bu falsonun kendisi oldu. (Adam çocukluk aşkıyla hala beraber, dünyanın en şöhretli isimlerinden biri ve en ufak bir kibir emaresi yok davranışlarında) Thierry topu eliyle düzeltti. Bunları mı takılıp kalacağız, bıraktıkları futbol ne olacak? Bütün bir kariyeri tek pozisyona indirgeyip adam asmacaya dönüştürmek adalet duygusu taşımak mı? Yapmayın, hata olur, birilerinin canı yanabilir ki bu çok sevdiğimiz birisi, kavram, takım da olabilir, önemli olan hatayı yapanın niyeti ve bunu ne sıklıkla gerçekleştirdiği.

Arsenal "Kaybedenler Kulübü" idi, Barça sürekli kazanmaya başladı, olmaz. Hollanda zaten hep başka geldi gözüne. Temsil ettikleri güzel oyunun hiç mi değeri yok! Arsenal'i seven Barça'yı, Barça'yı seven de Arsenal'i sever genellikle, oynanan futbolun doğası gereği. İki takım arasında özel bir bağ var, Henry de bu kesişimin bir parçasıydı, sevindim onun dönüşüne.

Güzel Oyun

2001-04 Thierry Henry & Arsenal
2004-06 Ronaldinho & Barça
2006-08 Boşluk
2008-11 Leo Messi & Barça

Diğer konuya geçeyim, Stalker-21 blogunda da değinmiştim.

Son dönemde sosyal medyada popüler olan Barça "sahtekarlar" görselinde yer bulan "hakemi aldatmaya yönelik antrenman" onlara ait değil bir kere. Muhtemelen aynı görselde yer alan Barça TV logosu da fotomontaj ya da bir reklam yayını. Oyuncuların hiçbiri tanıdık değil zaten. Bu sahtekarlık olayının sadece Madrid maçlarından seçilmesi (Inter veya Jose Madrid'e gelince) rastlantısal değil. (Mourinho kaynaklı) Özellikle ısıtılıp önümüze kokan Chelsea maçında Anelka'nın kendini yere bırakarak Abidal'ın kırmızı kart görmesini sağlaması hep es geçilir. Dört penaltı poz. ikisi net penaltı değil (Malouda, Eto'o) Drogba tartışmalı (bence yok) Pique'nin eli kesin penaltı, bu hakem hatasıydı. Stamford Bridge'da 1-1 biten maçı referans alanlar zahmet edip Camp Nou'da 0-0 sona eren mücadeleyi yorumlamaktan kaçınırlar.

"Futbol sadece futboldur" ve "Futbol asla sadece futbol değildir" sloganlarını aynı potada ve belki de aynı oranda eritebilecek tek kulüp Barça ve bence bu denli özel olmasının sebebi de bu. Yeryüzünde başka hiçbir takım bu iki olguyu aynı yoğunlukta sunamaz izleyicisine. Barça'dan nefret etmek tam da bu noktada biraz anomali doğuruyor. Her ikisinin de olduğu bir kulübe karşı nasıl öfke duyulabilir şeklinde. Barça'yı sevmeyebilirsin, Zidane'dan, Akbaba beşlisinden, herhangi basit bir sebepten ötürü Real Madrid'e sempati duyabilirsin, bunlar çok olağan şeyler ama Barça'dan nefret ediyorsa bir insan onun değer yargılarında ve spor/yaşam algısında kesinlikle sorun var demektir, derhal uzaklaşılmalıdır o insanın yanından, ıslahı zordur.

Ve maç:

----------------Pinto----------------
Montoya--Pique-------Fontas---Adriano
----------------Javier---------------
---------Thiago--------S Roberto-----
---Pedro-------------------Cuenca----
----------------Alexis---------------

Gençler ağırlıklı bir kadro, ilk maçta tur geçilmiş.

Guardiola altyapıdan oyuncu çıkarma ve saha içi organizasyonunda çok başarılı ancak Barça DNA taşıyan transfer bulamıyor. En çok top kaybı yapanlara baktığımızda Alexis > Pedro > Adriano > Javier şeklinde bir muhtemel sıralama var. Pedro'yu özel sebeplerden ötürü ayıracak olursak transfer stratejisinde sorun anlamı taşır bu durum. Pedro tamamen tükenmiş durumda, sıradan bir oyuncu gibi. Sezon başı Alexis transferi zihnini bulandırdı, sonra sakatlıklar geldi. Pedro'nun psikolojik çöküntüsünü her pozisyon yüzünde görmek mümkün. Pas hataları, adam eksiltememe, memnuniyetsiz tavırlar. Pedro kötü, Villa yok, Alexis (Cuenca) şart oluyor haliyle. Iniesta'yı kenara atıp (az zararlı) Cesc'in Xavi yanına çekildiği 4-3-3 en rasyonel çözüm gözüküyor. (Pep bunu El Clasico'da denedi, daha sonra anlatacağım) Formsuz Pedro ve Barça DNA taşımayan Alexis bütün maç yapamadığı arkaya sarkmayı Sergi Roberto ilk pozisyonda gerçekleştirdi. Sergi Roberto'nun golü tipik Pep takımına ait işte. Üçüncü bölgede top dolaştırıp boşluğu bulan ve arkaya kaçıp düzgün vuruş yapılan bir hücum organizasyonu. Sezonun ortası geçilirken Alexis'in oyun akışkanlığına dair en ufak gelişimi olmadı. Doğru zamanda topu ayağından çıkarmıyor. Alexis topu ayağında fazla tuttuğundan kaybediyor, topla oynamanın düşüyor ve topu kazanma adına daha çok efor gerekiyor. İlk gol, Adriano'dan Alexis'e yapılan orta üzerinden şekillendi, klasik bir Pep'in takımı golü değil, zaten sorun da burada. Adriano da Alexis gibi fazla pas hatası yapıyor, çoğunlukla dengesiz bir oyuncu, tek artısı topla çok hızlı, oradan katkı. Diğer isim Javier. Savunmanın merkezinde çabukluğu ve oyun zekasıyla sırıtmadı geçen sezon ancak ön alanda kimlik sorunu var ve orada oynamak istediğini belirten demeçler verdi.

Fabregas transferinin 3-4-3 şablonunu zorunlu kılması, Barça'nın alış-veriş stratejisinin ne denli yanlış olduğunun işareti. Daha denkleme Keirrison, Chygrynskiy, Hleb, Caceres, Ibra gibi isimleri katmadım bile. (Ayrılmak isteyenler de oldu, Y Toure) Yine de doğru işler oldu, özellikle ilk yaz; Keita, Pique, Alves gibi. Sonrasında Maxwell, Villa ve az Afellay. En son Cesc gibi.

Pinto'nun karşı karşıya yediği gol El Clasico habercisiydi. 1-0'dan deplasmanda geri dönmek önemliydi. Barça'nın gol yeme serisi bu maçta başladı. Ve rakip Real Madri oldu Kral Kupası'nda.



8 Ocak Espanyol 1-1

Barça antrenmanı 5 Ocak'ta kulüp üyelerine (halkına) ücretsiz (yaklaşık 180.000) ve olmayanlara 5 Euro idi ve Mini Estadi'de -Barça B'nin maçlarını yaptığı stad- gerçekleşti. Barça antrenmanında en dikkat çekici olay 20 metrede 6'ya 6 (kaleci dahil) hücum/savunma set çalışması yapılmasıydı. (Sarı-mavi takım) Barça antrenmanındaki 6'ya 6 maçta top hangi takımdaysa ona geçen yeşil formalı bir oyuncu (Abidal) vardı. Amaç 3-4-3'teki bir fazla oyuncunun (4-3-3'e göre) yerleşimi üzerineydi. Sarı-mavi takım (6'ya 6 + kaleciler) ve bir de yeşil formalı oyuncu şeklinde hücum/savunma çalışması ve 20 metrede şekillendi hadise. Teorik-pratik eksenliydi. Barça'nın 6'ya 6 çalışmasında kalecilerin de dar alanda (20 metre olduğundan) paslaşma becerisi de gelişiyor, baskı karşısında. Pinto'nun hala hatalar yapıyor olsa da 2008'de ilk transfer olduğunda ayaklarını yalnızca yürümek için kullandığı bilinen bir gerçekti Celta Vigo'dan.

Katalunya'daki İspanyolların takımı yine her yönüyle hazırlanmıştı derbiye.

----------------Valdes---------------
-----Puyol------Pique------Abidal----
----------------Sergio---------------
---------Xavi-----------Iniesta------
----------------Fabregas-------------
----Alves------------------Alexis----
----------------Messi----------------

Bu sezon Guardiola ilk kez (31. maç) aynı 11'i (1-3 Madrid) ikinci defa kullanıyordu, maçın ciddiyeti adına önemli bir noktaydı. Farklılık oyuncu yerleşimlerindeydi. Alexis en uçtan sola, sol kenarda oynayan Iniesta, eski yeri Xavi'nin yanına, Fabregas ve Messi de klasik bölgelerine dönüyordu. Pep'in oturtmaya çalıştığı Xavi, Iniesta, Fabregas ve Messi'yi aynı anda oynatma düşüncesinin şablonu 3-4-3 ve zaafları sürecekti.

Barça repertuarına yeni eklediği gol çeşidiyle -Alves/Adriano orta, Messi/ Cesc kafa gol- öne geçmeyi başardı ancak topla oynamada % 64'te kalacaklardı. Katalanların % 67'nin altına düştüğü her maç onlar için bir risk taşıyor çünkü bu futbol felfesenin temelinde -özellikle savunmada iyi olma yönünden- topa sahip olma yatıyor.

Top kaybı en yüksek isim Alexis oldu yine, en can alıcı özelliklerinden biri dikine gitme olan ve pas şiddetini iyi ayarlayamayan Şilili oyuncu topun Barça'da kalmasını azaltan bir etkiye sahip. Pep'in Alexis'e 70 dk. tahammül etmesi garip idi. Oyun akışkanlığına katkı vermek yerine sisteme farklılık katmaya çalıştı ve yararsızdı.

Garip bir zemin vardı ayrıca, çimler özellikle uzun bırakılmış gibiydi. Pas verdiğinizde top sekiyordu ki bu Barça'nın yerden ayağa kısa pas oyununun en istemeyeceği durum. Xavi ve Sergio bile pas şiddeti ayarlamada zorlandı. Top kontrolü ve topla ilerlemeyi de zorlaştırıyordu toprağın durumu. Messi'nin yüzlerce maçını izledik ve ona herhalde 7'nin altında not vermeyiz her biri için ancak o gece bir sorunu var gibiydi ve bence ortalamanın altında düştüğü ender karşılaşmalardan biri olarak tarihe geçti bu maç.

Son dakikada Pedro'nun vuruşunda elle çıkarılan topa penaltı çalınmaması şaşırtıcı değildi çünkü her sene olduğu gibi yine Barça'nın önünün kesilmesi gerekiyordu ve maç son anlarda berabere iken bundan güzel fırsat olamazdı. Madrid için şampiyonluk alametiydi uzatmalarda Sevilla maçında kaçan penaltı, Getafe maçının son saniyesinde Messi'nin direkten dönen topu, bu maçta verilmeyen penaltı ve kontra olarak Valencia'nın Real maçının son anında çalınmayan penaltısı. (Ramos elle oynama)

Barça kazanmayı kesinlikle hak etmedi kendi standartlarında (topla oynama % 64) ve Espanyol'un güç-mücadele dengesi göz önüne alınınca ancak kazanmayı hak etmemek maç biterken verilmeyen penaltıyı açıklamıyor. Her sezon olduğu gibi hakemler yine Madrid'e avantaj sağlıyor. İspanya Futbol Federasyonu, Madrid maçlarını Barça'dan önce oynatmaya ve psikolojik baskı kurmaya çalışacaktır. (Fikstür avantajı da var)

Son üç sezon Espanyol vs Barça (Pochettino vs Pep)

2009-10 0-0
2010-11 1-5
2011-12 1-1 şeklinde.

Ritm yoksa puan kaybı var anlamı çıkıyor aslında buradan ve Pochettino takdir edilmeli. Pep'in 3-4-3'üne Pochettino 4-3-3 ile çok iyi hazırlanmış. Ön alanda sürekli baskı, ileri üçlünün orta üçlüyle sürekli merkezde birleşmesi. Espanyol oynadığı 4-3-3 ile orta sahada beşli blok oluşturdu top Barça'da iken ve merkezi çok iyi kapattı. İnsanüstü çaba da sergilendi. Barça yeryüzünün en iyi takımı olabilir ama Madrid hala dünyanın en formda takımı. (biraz düşüş olsa da) El Clasico'yu kolay kaybetmesi bunu değiştirmemişti aslında.

Pochettino şöyle konuştu maçtan sonra: "En iyi oyunumuzu sergiledik. Dünyanın en iyi, belki de tarihin en iyi takımına sorunlar çıkardık."

Son 5 sezonda Barça'dan en çok puan çalan takımlar: Espanyol 16 - Real Madrid 13 - Villarreal 13 şeklinde. Real Espanyol'un (logosunda kral tacı var) her sezon Madrid'e 6 puan bıraktığını da unutmadan ekleyelim.

"Katalunya Katar Değildir" ve "Katalunya bir kulüpten daha ötedir" pankartları vardı. Bunu diyenlerin Real Espanyollular olmasına ironi sözcüğü bile az gelebilir.

Rosell penaltı konusunda hakemi eleştirmemeyi tercih etti, saygın bir hareket ve Alves'e maç boyu edilen ırkçı söylemi şiddetle yadırgadı. Espanyol başkanı Condell ırkçı tezahüratı kabul etti ancak bunu kontrol etmenin zorluğundan yakındı, utanç vericiydi.



4 Ocak Osasuna 4-0

Kral Kupası'nda bir sonraki tur ve ilk maç Camp Nou'daydı.

----------------Pinto----------------
-----Puyol------Pique------Javier----
----------------Sergio---------------
---------Xavi-----------Thiago-------
----------------Fabregas-------------
----Alves-----------------Pedro------
----------------Cuenca---------------

Maç öncesinde Messi tartışmaları vardı ve ilk 11 başlamadı Leo. Mücadeleden birkaç gün önce hastalığı sebebiyle (grip) oynamayacağı söylentileri vardı, resmi açıklama yapılmadı bu konuda. Maç günü öğleden sonra Lionel'in oynamak istediği yansıdı medyaya ve ikinci yarıda oyuna girdi. Sürekli Barça'nın açığını arayanlar, bakın onlar da bizim gibi, kötüler işte etiketi yapıştırma çabasına girenlerin bir başka acziyetiydi. Bundan bile medet umdular. Messi'yi tanımadıkları belliydi.

Fabregas için 3-4-3'e geçme ve onu üçlünün arkasında hücuma yönelik oynatma hamlesi bu maçta da karşılığını aldı iki golle. Elbette bu tercihin oyun akışkanlığını etkilediğini de defaatle dile getiriyorum bu işin diğer kısmı ancak sezon başında da belirttiğim gibi Cesc sürekli kullanılacaksa bundan daha iyi bir yapı da gözükmüyor şu an. Pedro ile Cuenca zaman zaman yer değiştirdi. Alves, El Clasico ile birlikte önde oynamayı sevmiş gibiydi. Pedro ile değişen ve merkezde görev alan Messi, iki klas golle sonucu tayin etti.

22 Aralık L'Hospitalet 9-0

Real Madrid'in ligde altı (üç, bir maç fazlaydı Barça) puan farkla lider olması ve İspanya Süper Kupası'nı da son anlarda kaybetmesi El Clasico'nun favorisi haline dönüşmelerine yol açmıştı. Katalanlar buradan da hasarsız çıkıp üstüne bir de psikolojij tahribat bıraktılar Bernabeu'de. Ardından da Uzak Doğu fethine çıktılar. Neymar'lı Santos rakip olamadı Barça'ya ve kupa sayısı 13'e yükseldi Pep Guardiola döneminde.

En çok kupa kazanan teknik direktörler listesinde Ferguson 47, Lobanovsky 28, Hitzfeld 24, Trapattoni 24, Lucescu 21, Paisley 20, Van Gaal 19, Mourinho 18, Wenger 15, Capello 15, Bianchi 15, Cruyff 14, Hiddink 14, Lippi 14 ve Pep 13 kupa ile sıralanıyor, yani yükselişini sürdürüp adını efsaneler arasına yazdırmaya kararlı gözüküyor Guardiola.

Her birinde en az bir olmak üzere teknik direktörlük de yapan oyuncular arasında en çok kupa kazananlar listesinde ise; Dalglish (29+12) 41, Cruyff (23+14) 37, Pep (16+13) 29, Rijkaard (23+5) 28 ile en üstlerde gezindiğini belirtmeliyim.

13. kupa sonrası kim ne dedi onlar için, göz atalım.

Sacchi: "Yaşamım boyunca dört harika takım gördüm, 70'lerde Ajax ve Hollanda, benim Milan'ım ve Pep'in Barça'sı. Guardiola, bu büyük gösterinin filmin senaristi ve yönetmeni."

Kaka: "Yenilmez değiller ama bu Barça, rakip olarak oynadığım en iyi takım."

Paul Breitner: "Guardiola futbolun nasıl oynanması gerektiğine dair yeni kriterler koydu."

Sanchez Flores: "Barça tarihin en iyi takımı. Sacchi'nin Milan'ı referans noktamdı, ta ki bu takım çıkana kadar."

Ve Cruyff'un değerlendirmelerinden bir kesit; "Üç savunmacıyla oynamak bunu yapabilecek kaliteye ve bunu göze alacak cesarete bağlıdır. Pep olmasaydı, bu kadar kolay gözükmeyecekti. Pep mutlu olduğu sürece kalacaktır. Oyuncuların mantalitesi, takım için gösterdikleri özveri çok önemli. Guardiola bütün zaferleri oyunculara veriyor. Kendi zaferlerini arayan Mourinho ile onun arasındaki fark bu!"

Barça'da 28 maç sonu -bu maç öncesi en çok süre alan 11 oyuncu arasında Iniesta, Pedro, Puyol ve Pique yoktu. Geçen sezon yalnızca kaptan Puyol yer almamıştı listede. Ritm sorununa dair en belirgin verilerden biri.

Gol sağanağı şeklinde geçen Kral Kupası maçına Barça;

----------------Pinto----------------
-----Puyol------Pique------Fontas----
----------------Sergio---------------
---------Xavi-----------Iniesta------
----------------Fabregas-------------
----Cuenca----------------Thiago-----
----------------Pedro----------------

Sonuçtan daha ilgi çekici olan elbette Barça oyuncularının her gol sonrası aynı sevinci gösterebilmesiydi. Gol atan, pası verene koştu, bir çember oluşturup birbirlerini tebrik ettiler, bunu istisnasız her golün ardından gerçekleştirdiler çünkü mesele diğerleri gibi kazanmak değildi. 4-0 önde olan bir takım attığı beşinci golde çok reaksiyon vermez çünkü maçı zaten kazanmıştır ancak Barça'nın olayı bu değil, Cruyff'un öğretilerinde olduğu gibi, oynanan futboldan keyif almak ve izleyenlere vermek üzerine kurulu. Üstüne bir de kazanıyorlar, 1974 Hollanda'dan, 1982 Brezilya'dan farklı olarak, özel bir evre yaşadığımız izlenimini veren de bu biraz.

Dikkat açan isimler vardı sahada. Orta sahanın ortasında Sergi Roberto -onu pek çok kez anlattım- ve kenarlarda çabukluğuyla sivrilen Cristian Tello başta olmak üzere. Elbette performansı giderek artan Cuenca ve bu üç isme ek olarak ön kesici Jonathan Dos Santos.

30 Aralık'ta Katalunya Tunus'u ağırladı Olimpiyat Stadı'nda. Cruyff, Barça'dan 11 + Bojan ve Espanyol'dan 8 oyuncu çağırmıştı. Katalanlar bütün maç topa sahip olup birçok pozisyon üretse de gol bulamadılar.

29 Ocak 2011

A. Eren Loğoğlu