Yoğun bir yazı olacak, birden çok konu, birikmiş döküntüler köşebaşlarında.
Fatih Terim'in 2. maçıyla başlayalım.
4-1-4-1 formasyon
-----------------Muslera--------------
Sabri-----Ujfa--------G Zan---H Balta
------------------Melo----------------
Kazım---Eboue---------Selçuk---Riera
------------------Baros---------------
Takım topu üçüncü bölgeye taşıyabiliyor artık, son yıllarda yaşanan bu sıkıntı tamamen ortadan kalkmış Melo ve Selçuk sonrası. Yeni sorun üçüncü bölgede golü üretecek hamlenin olmayışı.
Selçuk Burak'ını arıyor, takım sürekli sağdan bindirme yapan Sabri'ye endeksli bir hücum planıyla davranıyor, ara pası kavramı tamamen literatürden silinmiş, Baros güçsüz, özgüveni azalmış. Terim santrfor ısrarında haklıymış.
Sercan & Elmander iyi bir ikili gibi durdu, biri çok hareketli, diğeri bitirici, dengeli bir tamamlama var. 4-2-3-1 veya 4-4-2 denenebilir.
Selçuk iyi oynadı yorumu için, savunma arkasına doğru koşular yapan biri şart, Baros olmuyor, golde Sercan topu koşu yoluna aldı Selçuk'tan.
Riera, Melo, Selçuk ve Kazım, iyi top saklıyor, kaybetmiyor, oyun temposu düşse de, top bizde kalınca rakip sahaya yerleşim kolaylaşıyor.
Melo ve savunma önü kesici / süpürücü kavramının ne denli önemli olduğu her maç daha net anlaşılıyor, taç çizgisine geliyor top kazanmaya.
Eboue yerini yadırgadı, sağ iç. Bir sonraki maç; Muslera, Eboue Ujfa Servet Balta, Kazım Melo Selçuk Riera, Sercan Elmander görebiliriz.
İBB maçı sonrasında takım iyi oynuyor veya eskiye nazaran daha bir oturaklı gözükse de rakibi çözecek o ilk golü, mucizevi bir şekilde filelere gönderecek oyuncu bulunmadığından dert yanmıştım, adres Forlan'dı. Aslında ilk 20 dakika farklı gelişmedi Olimpiyat'tan, Melo'nun harika vuruşuyla takımı öne geçirmesi dışında Arena'da.
İBB maçında kalede Muslera, Ujfa sağ bek, Zan & Servet tandem, sol bek Çağlar, savunma önünde Melo, merkez orta saha Sabri & Selçuk, sağ / sol kenar Kazım / Eboue ve en uçta Baros şeklindeydi görev dağılımı.
Plan sağ koridor Ujfa ve merkezden oraya kayacak Sabri ile kuvvetlenir, bolca bindirme, bu durum Kazım'ı ceza sahasına 2. forvet gibi iter üzerineydi. Sağ taraf Ujfa, Sabri, Kazım destekli olunca Selçuk mecburen sol iç bölgesinden merkeze kaydı. Eboue de sol açık/bek gibi davrandı. Merkez orta saha Sabri & Selçuk arkalarındaki Melo'yla birlikte üçlü gibi gözüktü, yanıltıcı olmasın, önemli kısım bloklar ve kaymalar! Hasan Şaş'ın 2-3-5'inde kasıt beklerin merkez orta sahayla (1-2, Melo + Sabri & Selçuk) bütünleşmesi ve kenarların -Kazım & Eboue- merkeze kayması olarak açıklanabilir. Eboue Arsenal oyuncusu, pası verdikten sonra hemen boşa kaçıp pas açısı yaratıyor, dinamik, artı topu ayağında az tutuyor, Barça DNA taşıyor yani. Ancak her nedense Samsun maçı ya yerini yadırgadı ya da isteksiz idi, Selçuk ve Melo'ya göre.
Tutmadı bir kısım hesaplar. Zan, Çağlar, Sabri ve Baros takımın en zayıf halkalarıydı Olimpiyatta ve Sabri & Eboue yer değişimi + Riera gerekiyordu. (Samsun maçında uygulandı hemen ve teyit edildi düşüncem) Terim, ön alanda baskı yerine topun arkasında kalmayı tercih edince, top kaybı sonrası çok efor -blok arası mesafeler uzun- sarfedildi. Oyunu kanatlara yayarak oynamak istediğimizden top kazanmamız zorlaştı ve rakip yarı alanda baskı kurulamadı, merkez + koşu, ara pası şart. Galatasaray savunması kendisine inanmadığından ön alana çıkamıyor ve orta sahaya yaklaşmayınca da hücumda süreklilik sağlanamıyordu. Bazı riskleri göze alıp merkezde kompakt kalabilmek ve topa anında basmak çözüm belki, tandem kurgulama sezon öncesi işiydi.
İBB maçı 2. yarı Sabri sağ bek, tandem Ujfa & Servet, merkez Melo, Yekta Selçuk. Aksaklık stoper + bek + sağ iç + santfror omurgasının zayıflığı. Omurganın sağlam olabilecek parçaları; Muslera, Ujfa, Melo, Selçuk ve Kazım, belki Elmander, Riera eklenir ve potansiyel Yekta, Engin ve Sercan gibiydi.
Samsun maçı, Olimpiyat denemesinin dersleriyle doluydu kısaca.
***
Eurobasket 2011 sona erdi, İspanya'nın şampiyonluğuyla, beklenen oldu. 2006 Dünya, 2007 Avrupa ikincisi ve 2009 Avrupa Şampiyonu'ydu onlar. Hatta 2008 Olimpiyatlarında Amerika'yı yenebilirlerdi finalde, gerçekleşmemişti.
Avrupa basketbolunda Yugoslavlar sonrası İspanya dominasyonundan artık kesinlikle bahsedilmesi gerekiyor.
İspanya'da hakkı edilmesi gereken bir isim vardı, son üç maçta 26, 35 ve 27 sayı attı, turnuvanın MVP'si Juan Carlos Navarro. Boğazdan aktığında doyumsuz tatlar bırakan yıllanmış şarap yudumları gibi etkileyici onu izlemek.
Gelelim hiç gelinmek istenmeyen Türkiye'ye. Hatalar silsilesi, cesaret yoksunluğu, ev sahibi olmadığı organizasyonlarda başarısız olan ülke imajını silemeyen bir topluluk. Orhun Ene'yi çok severim ama iyi antrenör Hedo/Tunçeri/Onan döneminin kapandığını fark eder, akılcı davranıp onları turnuvaya götürmeme kararını verirdi. İzzet / Furkan, Tutku tercihleri de sorgulanmalı. Daha da önemlisi saha içi, Emir, Enes, Ömer Aşık -potansiyelli üç oyuncu- çok motive yanına iki isim -Ender, belki Sinan, post-up için Oğuz, artı Ersan- eklenmeliydi oyun şablonu yaratırken. Israrla eski silahlar, yetmedi.
Hiç sevmem ama sevimsiz şahıslar da doğru söyleyebilir, İbrahim Kutluay Hedo üzerinden aslında arka odalarda neler yaşandığını ve 12 Dev Adam denilen zorlama takımdaşlığın maddi manevi değerler karşısındaki yenilgisini gözler önüne serdi. Biz beceremiyoruz.
***
Heyecan fırtınasının zirvesi US Open'da yaşandı.
Şu form durumundaki Djokovic'i yenebilecek tek oyuncu Federer idi, iki şampiyonluk puanı kaçırdı ve kaybetti Sırp raketin azmi karşısında. (RG'ta Djokovic'i yenmesi başlı başına büyük olaydı, fark edilmedi.)
Nadal'ın yenemeyeceği tek oyuncu Novak idi ve tahminler yine yanıltıcı olmadı.
Federer Nadal'ı nasıl yeneceğini bulamamıştı, şimdi Nadal altıncı maçında da Djokovic'i ne şekilde yenerim sorusunu cevaplayamayıp sınıfta kaldı.
Rafa Fedex'ten 6 GS (4 RG) çaldı, benzerini Novak Rafa'ya yapıyor. Panzehir savunma, Fedex'in kaybettiklerinin intikamı belki de. Vaktiyle Rafa, Fedex'i yendiğinde -ki bunların çoğu topraktaydı- bu istatistiğin -H2H- daha iyi olarak anılmak için bir argüman olamayacağını defaatle vurguladım. Çünkü Nadal, Fedex'e özel bir stratejiyle oynuyor ve biraz da ters geliyordu, tarz olarak. Federer daha büyük oyuncuydu, estetik kusursuzluğun timsaliydi ama Nadal onu daha fazla yenmişti, mesele değildi ancak anlayamadı Nadal hayranları.
Şimdi aynı durum başlarına geldi. Nadal Djokovic'i yenemiyor, 2 GS finali kaybetti bile, devamı da gelecektir. Novak Rafa'dan daha büyük oyuncu mu, değil işte, sadece şu an daha iyi oynuyor ama tarih Rafa'yı onun önünde yazacak, Federer'iyse en üstte, gelmiş geçmiş en büyük oyuncu diye.
***
Trabzon'un Inter zaferi büyüleyiciydi. Fenerbahçe'nin CL'ye gitmemesi ülkenin hayrına oldu. Bu maçın yol gösterici tarafı; ülke futbolunun Avrupa'yla makası daraltabileceği tek (kurtuluş) yol yabancı sınırının kaldırılmasıydı.
Cech, Glowacki, Zokora, Colman, Celutska, Alanzinho, Henrique ve sonradan oyuna dahil olan Sapara, Vittek. Oyuncu kalitesini artırdılar, bir arada takım olgusu yarattılar.
Manisa ve İBB maçı, kısıtlama geldiği anda yerli oyuncu bulma zorunluluğundan ötürü, buna yakın bir futbol oynanamayacağının ispatıydı.
***
Arda Turan'ın ayrılması söz konusu olduğunda La Liga'nın ona en uygun yer olduğunu dile getirmiştim, çabuk adaptasyon sağladı bizim çocuk. Şimdiden üç asist ile Mesut Özil etkisi bırakabileceğini gösterdi, en az onun kadar yetenekliydi zaten.
Reyes Diego Arda, Falcao dörtlüsü öngörüsü de erken devreye sokuldu Atletico Madrid'te, çok yaratıcı bir hücum hattı oldu ancak Barça ve Real onlara ne kadar top gösterir, orası muamma.
Falcao için 40 milyon Euro çok, o para Hulk'un değeri demiştim, mahçup ediyor. Müthiş bir ceza sahası golcüsü ve modern oyuna çok yatkın hareketli tarzıyla.
Mata sonrası Valencia'nın düşüş yaşacağını tahmin ediyordum, Soldado ayakta tutuyor gibi, 1 Eylül'de yazmıştım, hala geçerli;
3 Atletico Madrid 4 Villarreal 5 Valencia 6 Bilbao 7 Malaga 8 Betis 9 Sevilla 10 Sociedad.
Gökhan Gönül'ü Barça'ya uygun gören ve oyuncuyu da buna inandıran -Alves'in yedeği olmam dedi bir de, garip- kitle ne düşünüyor acaba Arda'yı izlerken?
Küçük bir karşılaştırma:
Arda Turan maç sayıları, Türkiye 06-11 26/33 (%79) Galatasaray 06-07 36/48 + 07-08 44/52 + 08-09 46/53 + 09-10 47/55 + 10-11 19/44 = 192/252 (%76)
Gökhan Gönül maç sayıları, Türkiye 07-11 14/29 (%48), Fenerbahçe 07-08 36/53 + 08-09 46/53 + 09-10 45/56 + 10-11 35/42 = 162/204 (%79)
Arda ile Gökhan aynı potada erimez, biri özveriyle oynar, diğeri milli maç dönemi sakatlanır, birinin mesleğine saygısı vardır, diğeri için Fener'in menfaatleri her şeyin üzerindedir, tavsiye alır yüzde yüz on futbol yorumcusundan.
***
Şenol Güneş'e Samsun maçı öncesi TT Arena'da Metin Oktay kitabı hediye edilmiş.
Bu adama sahip çıkın, bu ülkenin Guardiolası'dır, anti-Mourinho'sudur, mütevaziliğiyle kazanır gönülleri, hiç çıkmaz oradan, her sözü bir öncekinden daha vurucudur ama anlayana, alay etmez, karizmayla alıp veremdiği olmaz, önemsizdir, adalet peşindedir, daha çok da "güzel oyun" ve emek tarafında işin.
Şunları söyler:
"Babam ve annem okuma yazma bilmiyordu. Benim üniversite okumam için çok çalıştılar. 15 yaşında hayata başladım. 5 kardeştik. 15 yaşında aileme bakan bir kişiydim. Ortaokulda mahalle arasında oynarken , büyüklerin baskısıyla kaleye geçtim. 24 yıl kaleciliği sevmeyerek yaptım.
Ben o zaman fakir bir ailenin çocuğu olarak, denizde yüzüyordum, kumsalda geziyordum, özgürdüm, organik meyve yiyordum. Bugün ekonomik durumu iyi olan bir baba olarak çocuğumu yüzmeye götüremiyorum, organik meyve yediremiyorum.
Ben hiç kaleci eldiveni giymedim. Zonguldak maden işçilerinin eldivenleriyle toprak sahada antrenman yapıyordum. Eskiden fakirler oynuyordu, zenginler seyrediyordu. Yani açlar oynarken, toklar seyrediyordu. Şimdi ise toklar ve zenginler oynuyor, fakirler seyrediyor.
Sadece sonuçsal kaygı ve ekonomik beklenti var. O zaman olmaz. Eskiden yokluktan çıkarırken, şimdi eskisi gibi başarılı sporcular çıkaramıyoruz."
Başka Şenol Güneş yok!
19 Eylül 2011
A. Eren Loğoğlu
19 Eylül 2011
Zihinden Geçen Ne Varsa 9!
23 Temmuz 2011
Zihinden Geçen Ne Varsa 7!
Bir önceki güncelleme bu şekildeydi zihnimde;
Son durum;Fenerbahçe'nin bazı oyuncularla yollarını ayıracağı ve küçülmeye gideceği konuşuluyor.
TBL'de 5 yabancı oyuncuyla sözleşme - Prince, Taurasi, Torrens, Charles ve sonradan katılacak olan Fowles.
TBL'de 12 kişilik kadroda 4 yabancı oyuncu - Fowles gelene kadar yukardaki dörtlü, Fowles geldiğinde muhtemelen Prince dışarda kalır. Rakibin pota altına göre de bir tercih yapılabilir.
TBL'de sahaya çıkan beş içinde 3 yabancı oyuncu - Taurasi, Torrens, Charles ilk tercih Fowles gelene kadar. O geldiğinde Taurasi / Prince, Torrens, Fowles / Charles şeklinde bir rotasyon.
Euroleague Women'da 2 kıta dışı oyuncu - Prince, Taurasi, Torrens, Fowles / Charles dörtlüsü aynı anda sahada yer alabiliyor. Prince Rusya, Torrens İspanya vatandaşı statüsünden yararlanıyor.
Maç kadrosunda bulunabilen 1 devşirme oyuncu - Melisa Can
Burada soru işareti kaç devşirme oyuncuyla sözleşme imzalanabileceği, buna dair bir argüman bulamadım yönetmeliklerde. Eğer tek oyuncu şartı yoksa Sophia Young da hala radarımızda kalabilir.
Yerliler: Işıl, Bahar, Tuğba, Şaziye, Nihan, Yasemen, Gülşah
Tamika Catchings gelemiyor gibi gözüküyor, yabancı kontenjanından ötürü. Yerli rotasyonuna da takviye yapılabilecek mi, o da merak konusu.
Bence Birsel, Nevriye, Nevlin ve Penny Taylor için teklif götürülür mutlaka.
Yabancı kontenjanımız dolu şu an, nasıl bir çözüm bulunur buna kafa yormak şart.
Penny Taylor Phoenix Mercury'nin neredeyse her şeyi, Diana Taurasi'yi yıldız mertebesine çıkarıyor, Pippen & Jordan gibi bir görev dağılımı / uyum var aralarında.
Penny / Prince tercihi olabilir mi kararsızım, Prince de sürekli gelişen bir isim, geçtiğimiz sezon da final oynadı Euroleague'de, bu sezon All-Star seçildi. Bir de Alba Torrens var, ondan Penny için vazgeçmek ahmaklık olur.
Diğer üç oyuncu yerli zaten, bence Nevlin'i es geçmeyelim, en azından onu koparalım, "Pota'nın Perileri" gümüş madalyaya uzandıysa bunda en çok payı olan üçüncü isim herhalde oydu. Diğer iki isim de, bütün takımdan her noktada ayrılan Birsel ve Nevriye, özellikle Nevriye apayrı bir konumda kadın basketbolu için.
***
Felipe Melo 4 numarayı giyecek. Oğlunun adı Lineker, Katalan ordusunun neferiyim diyen. Gary Lineker'in BBC'ye verdiği söyleşi;
"Katalunya kimliği Barça taraftarları için çok önemlidir. Onlar bir kulüpten daha öte diyerek her şeyin, bastırılan Katalunya ve diğer bölgelerin, Franco rejimi boyunca acı çekmesine kadar gittiğini ifade ediyorlar, izin verilmeyen bir dönem, kendi dillerini konuşmalarına bile.
Bunu yapabildikleri ve birlikte olabildikleri tek yer Camp Nou'ydu. Pek çok yolla onların odak noktası Franco'nun Madrid'ine karşı olmak haline geliyordu. Real Madrid ile olan bu büyük rekabetin çıktığı yerde buydu, bir futbol maçından daha öteydi. Politik ve tarihsel bir anlam taşıyordu. Açıkçası zaman geçiyor ve hatıralar unutulup gidiyor ancak yaşananlar kalacak. Gizli bir eğilim hep olacak, neden bu büyük takımın diğerlerinden daha çok keyif verdiğiyle ilgili."
Bidon meselesine takılmayalım, bonservis / performans eksenli bir değerlendirme ancak kariyerinin düşüşte olduğu bir gerçek, son üç sezonda yaptığımız pek çok transfer gibi, diğer türlü bize gelmiyorlar zaten.
Beni en çok karamsarlığa iten Hollanda maçındaki tekmesiydi ve sanırım bunları sık sık yapıyor, izlemedim fazla.
Bir hayli yüksek bir para ödenecek, bu da işin başka boyutu.
Bir sezon kiralık düşünüldüğüne göre Selçuk & Melo ikilisiyle oynayacağız, lig için yeterli gözükse de, ikinci sezonun -ŞL bileti alınırsa- planı bu değil sanırım. Selçuk uzun yıllar kalacağına göre onun yanına oyunun iki yönünde çok kuvvetli birini bulmalıydık, yine idare etmeyi tercih ettik. Melo kalırsa ertesi sezon, o zaman da üçüncü bir orta saha daha almak zorunda kalırız Avrupa maçları için, hatta bana kalırsa bu seneden alalım ama zannetmiyorum böyle bir şey yapacaklarını. Alternatif de Culio olacaktır, üçüncü isme.
Röportajındaki en can alıcı kısım;
"Genelde futbola odaklanmış bir hayatım olduğunu söyleyebilirim ama eşime de zaman ayırıyorum. Bazı futbolcular futbolun dışında çok fazla maç seyretmezler veya futbolla çok fazla haşır neşir olmayabilirler, ama ben öyle değilim. 7 gün 24 saat futbolla beraberim."
Meslek ahlakı olan, mesleğini saygıyla yapan, karakterli, sürekli gelişim peşinde koşan futbolcu maç seyreder, bu kadar açık ve net. İngiltere, İspanya, Almanya, futbol nerede yükseliyorsa takip eder, gözlemler, kendine bir şeyler çıkarır. Barça'yı, Mourinho'yu, Porto'yu inceler, başarının sebeplerini araştırır ve yine yeniden maç seyreder, bu işin temel kuralıdır.
Kanım ısınmaya başladı.
***
Twente maçındaki 4 - 4 - 2'ye dair Barça üzerinden toparlama;
Pep, Ibra'da olduğu gibi riske girdi, Cruyff'a danıştı kesin de. Ibra, Inter'e elenen Barça için bazı maçları çözümleyecek isimdi ancak 2009 CL Finali'ni hatırlayanlar Messi'nin o maç sahte 9 oynadığını ve bu sinyali daha o günden verdiğini bilir, Ibra bir senelik kayba sebep olmuştur, çilingir olacağı yerde.
Sanchez geldi, ne olacak, dörtlü rotasyon, Villa / Pedro / Sanchez / Afellay arasında. Bojan / Jeffren artık sayılmıyor. Alexis ileri üçlünün her bölgesinde oynayabildiğinden Messi'yi de 10 maç civarı dinlendirecektir, biraz da amaç bu. Ancak Şilili'nin karakteri pek Barça tarzı değil, 9 numarayı isteyecek kadar şımarık, topla çok haşır neşir nerdeyse cambaz modunda ve süper yıldız seviyesine yakın isimlerden biri olduğundan yedek kalmayı da pek hazmedemeyecek türden biri, asıl sorun burada.
Tahminlerimde yanılmazsam Pep nasıl ki 2010 Nisan'ından sonra Ibra'yı kesip Bojan'ı monte etti, 2012 Mart'ında -CL için biraz erkene alarak, Inter'den ders- eski usüle dönüp Pedro & Messi & David Villa üçlüsüne dönecektir, dönmek zorunda oyun akışkanlığı için.
Seri A'nın en çok top süren ikinci oyuncusu olan Alexis Sanchez'in yapacağı top ve zaman kayıpları zarar verecek sisteme, bir de Messi'den rol çalmış olacak, o da önemli.
David Villa'nın cuk oturacağını, Ibra & Eto'o takasının teknik yönden yanlışlığına zamanında dem vuran biri olarak söylüyorum, karamsarım. Tekrar riske girip büyük kumar oynamaya gerek yoktu, Guiseppe Rossi dururken.
Gelelim bize;
Selçuk & Melo yan yana olmaz, Felipe tek yönlü daha çok. Yani futbolun şu an temel formasyonu olan 4 - 2 - 3 - 1 kafadan uymuyor bize. Terim'in 2. orta saha ısrarının altında 4 - 3 - 3 yatıyor olabilir.
-----------------Melo--------------------
-------Selçuk-----------XXX------------
eşleniği;
----------------Sergio-------------------
-------Xavi--------------Iniesta---------
gibi. Pasör Xavi'nin tamamlayıcısı adam eksilten Iniesta'ysa, Selçuk'un tamamlayıcısı da böyle biri olmak zorunda oyun akışkanlığının sıkışmaması için. Merkezde mutlaka kolay adam eksilten bir oyuncu bulundurmalıyız, bir de kenarlarda elbette, o apayrı bir sorunumuz.
Eğer ki;
---------Selçuk----Melo---------
Colin------------------------Arda
-------Elmander---Baros--------
şekilde, tipik bir 4 - 4 - 2 düşlüyorlarsa, vay ben o teknik heyetin haline derim, yazık, dünya futbolunu 10 yıl geriden takip ediyorlar.
Barça üzerinde uzlaşılması en kolay takım -tamamlanmış proje Mourinho'nun deyimiyle- olduğundan eşleniğini bulmak ve tartışmaya derinlik kazandırmak olası. Mesele biraz da bu 10 yıl geriden gelsek ne olur kabullenmesinde. 1999-00'de modern futbola yön veren takımlardan biri olduğumuz için UEFA Kupası, Süper Kupa ve ŞL Çeyrek Final başarıları üst üste gerçekleşti.
Şu anda dünyada en çok kullanılan ve dört blok olmasından ötürü bizim ülkeye adaptasyonunda zorluk çıkarmayacak formasyon 4 - 2 - 3 - 1, ben de bundan yanayım ancak Selçuk & Melo ile bu formasyonun görev tanımlarını yerine getirmek pek olası değil. 4 - 3 - 3 oynamak başlı başına bir iş ve gerçekten farklı özellikler istiyor, bu sebeple de vazgeçilmesinin daha doğru olacağı kanaatini de taşıyorum.
Modern futbol = 4 - 3 - 3 değil, sadece bu formasyon en ideal olanı.
Bilindik bir "modern futbol" tanımım yok, literatürde de olduğunu sanmıyorum, endüstriyel futbola dair olan var ama kastettiğim o değil. "Modern futbol yalan değildir" ile bahsettiğim mevzuyu emsaller üzerinden açıklayayım, daha pratik olacaktır;
1990'larda müthiş bir furya vardı, libero pozisyonda bir oyuncuyla sahada yer almak. Veya adam adama markaj yaptırmak, ofsayt taktiğine sıklıkla başvurmak. 1990'ların sonunda "çift forvet" kavramı vardı, "uzun, yıpratıcı santrfor & kısa, hızlı ve bitirici forvet" Kluivert & Saviola gibi, örnekler çoğaltılır. Bizim diğer takımlara hiç uymayan ikiz kuleler vardı, Hakan & Saffet gibi. 3 - 5 - 2 tarih oldu 2000'lerde, daha sonra Drogba & Chelsea evliliğyle tek santrfor modeli kabul gördü. Vieira türevi orta sahalardan Xavi modeline geçildi.
Modern futbol, dönemin futbol koşullarına takımların ayak uydurması, döneminin takımı gibi davranmasıyla yaratılan bir bütünlüktür. Eğer buna yön de -dar alanda hücum pres- verebiliyorsanız, o zaman zaten dünya standardında bir başarı elde ediyorsunuz.
Bugün bir takımın teknik direktörü ısrarla ön libero yerine libero kullanmaya çalışıyorsa, ikiz kuleler & çift forvet gibi zorlama alternatifler üretme çabasındaysa, bek yerine 100 metrede oynayan 3 - 5 - 2 kanat oyuncusu tercih ediyorsa, ofsayt taktiğine başvuruyorsa, teknolojiyle birlikte gelişen saha düzeni içersinde blok mesafelerini daraltmıyorsa -eski zamanlarda 70 metreydi- gibi genel tarafından kabul gören koşulları yerine getirmiyorsa, modern futbolun gereklerine riayet etmiyor, zeitgeist meselesinden çakmıyor ve çağ dışı, gerilerde kalmış bir futbol anlayışıyla bizi rakiplerin karşısına çıkarıyor demektir.
Futbol rakipler üzerinden gelişir, etimolojik olarak böyle olmuş hep. Formasyonlar bir başka formasyonun antitezi olarak doğmuş, gereksinim şeklinde. (Inverting The Pyramid - Jonathan Wilson, konuya dair kitap) Sürekli olarak bir güncellenme ve tek doğruya çakılıp kalmama var. Futbola yön veren ve en üst seviyede yer alan takımları inceleyin, bazı kalıplara hiç girmediklerini görürsünüz çünkü bunlar rakibin yararlanacağı zaafiyetlerdir.
Çok basit, bilimsel olarak 4 - 4 - 2 demek, 4 - 3 - 3 formasyonunu merkez orta sahada bir oyuncu eksik karşılama anlamı taşıyor. Bir nevi ortada sıçana kalıyorsunuz, üç kişinin iki kişiyi ekarte etmesi daha rahat gerçekleşiyor. Teori haliyle bu zaaf üzerinden yürüyor. Premier Lig bile temel formasyon 4 - 4 - 2'nin kullanımındaki ısrarcılığını yitirdi, takım kalmadı, Tottenham sadece kalburüstü olanlardan. Bize ne kardeşim elalem oynamıyorsa, biz oynayalım demek futbolun evrensel dilini, bize verdiği mesajı duymamak, inatla almamak ve yeniliği, günümüz koşullarını, futbolun gelişimini reddetmektir. FC Barcelona ve İspanya, sadece futbolcuları iyi olduğu için domine etmiyor üç yıldır her platformda, bunun altında yatan bir felsefelerinin olması temel etken.
Eric Gerets, güzeldi hoştu oynattığı futbol ama ikinci sezonu dolduramadı, o kadar hücum oyuncusuyla Tromsö'yü bile eleyemezdin, modern futbol buna izin vermezdi, vermedi de. Keza Feldkamp'in harika takımı, o kadar işte, 5 - 1'de çamura saplandı. Daha üst klasman bir takımla oynamaya bile gelemedik bu çağ dışı hamlelerle. Lokal başarı oldu ama bize bir şey kazandırmadı bir sezon dışında.
Şu çok kötü geçen ve tahminimce "modern futbol yalanı" tabirini insanlara kullanmayı aşılayan üç senelik dönem, bizim günümüze ayak uydurmak için çırpındığımız ancak pek çok şeyi beceremeyip elimize yüzümüze bulaştırdığımız, kendi içimizde halletmemiz gereken bir dönemdi. Suçu kendimizden, organizasyon yapımızdan, zayıf ve yetersiz kadro seçimlerinden, teknik direktör hatalarından alıp "modern futbol" kalıbının üzerine atmak hem kolaycılık, hem de imrenerek seyrettiğimiz takımlara -Madrid, United, Chelsea vs. top 15 - haksızlık. Barça olmak değil olay, onlar tamamen kusursuzluğa en yakın futbol algısı, top kaybetme oranı yükseliyor diye orta yapılmayan bir uç, bizim asla erişemeyeceğiz mantalite bulunuyor orada, o takımlar neleri doğru yapıyorlar günümüz koşullarında, bunları alıp ülkemize uyarlamak zorundayız, bir şey icat etmek çok daha meşakkatli.
Biz, ne olacak canım 4 - 4 - 2 oynayalım, Baros & Elmander çift forvet oynar bu ligde kafasından çıkmadıkça, Avrupa Kupaları'nda çıkacağımız ilk maçta tokadı yer ve evimizin yolunu tutarız. Öyle bir noktaya geldik ki artık Türkiye Ligi bile bazı modern futbol dışı hamleleri kompanse etmeye yetmiyor.
Ben takımımda, modern futbolun gereklerine uyan ve yapabiliyorsa yön veren bir yapı görmek istiyorum, başkası görmek istemiyordur, ortak isteğimiz başarıdır, güzel futboldur nihayetinde ve günümüz koşullarına uygun hareket etmek başarıya giden en kestirme yoldur her zaman, diğeri büyük riskler taşır, engebelidir ve çağa ayak uydurmakta başarı sağlayamayacağı yüksek ihtimaldir.
Twente
Sağda Colin Kazım, solda Arda, ortada Ceyhun & Selçuk, Ceyhun az arkada Selçuk 45 derece açıyla önünde, Sabri ve H Balta bekler. En uçta Baros % Elmander aynı hat üzerinde, yan yana.
***
Fernando Muslera'ya dair;
Bir arkadaştan;
Benim İtalya ligini bilen arkadaşlardan soruşturduğum kadarıyla Muslera dünyanın en potansiyelli 25 yaş altı kalecilerinden. Refleksleri, gözüpekliği ve sezgileri çok üst düzey. Ancak henüz gelişimini tamamlamadığı için olmadık konsantrasyon sorunları yaşayıp hatalar yapayabiliyor. Yani bir karşılaştırm yaparsak, Fenerli Volkan'ın jöleli halinden biraz daha iyi durumda. Volkan'ın bugün dünya çapında bir kaleci olduğundan hareketle, Muslera'nın da Taffarel rehberliğinde (özellikle yer tutma ve yan top değerlendirmesi konusunda) yaşayabileceği gelişimle kısa sürede geçilmez bir duvar oluşturma ihtimali büyük. Dünya 4.'sü olan Uruguay milli takımında -üstelik sadece 23 yaşındayken- yarı finale kadar oynanan 5 maçta sadece 2 gol yemiş olması da önemli bir gösterge.
Ona istinaden devam ediyorum;
Tamamen paralel düşünüyorum, scout başlığında daha ismi hiçbir yerde geçmezken Muslera'yı önerdiğimde potansiyeli olan ancak gelişimini daha tamamlamamış diye not düşmüştüm. Vezir de olabilir rezil de durumu, sabretmek zorundayız.
Goalkeeping's bright future23 Temmuz 2011
With the transfer window still in its early stages, two signings have dominated proceedings. Manuel Neuer’s £25m move to Bayern Munich and David de Gea’s £18.3m switch to Manchester United have highlighted the embarrassment of riches currently among the young goalkeeping fraternity. It's widely thought that a keeper’s formative years come beyond the age 30, so the Germany international, 25, and the 20-year-old Spaniard should have high times ahead of them.
And Edwin van der Sar, who recently retired, is confident De Gea, 20 years his junior, has what it tkaes to fill his void at Old Trafford. The Dutchman said: “He’s very talented. I've spoken to him and it looks to me as though he can handle it.”
De Gea sprung to prominence over two seasons of high-flying firsts at Atletico Madrid. He made his senior debut in the UEFA Champions League at the age of 18 before saving a penalty on his La Liga debut. He went on to become a prominent member of Atletico’s UEFA Europa League-winning team and was selected in Spain’s preliminary squad for the 2010 FIFA World Cup South Africa™, though he didn't make Vicente del Bosque's final cut.
Ascending at Atletico
De Gea followed this up by firmly cementing his place as Atletico's first choice between the sticks last season, starting every one of their league matches, before capping it off with some fine displays as La Roja won the UEFA European U-21 Championship last month – adding to the continental U-17 title he seized four years earlier.
However, De Gea’s move was preceded this summer by the much anticipated transfer of Neuer from Schalke to Bayern. The Gelsenkirchen native has risen to the fore of a crop of blossoming German goalies, with the likes of Bayer Levekusen's Rene Adler, Sven Ulreich of Stuttgart and Kaiserslautern’s Tobias Sippel also Bundesliga regulars.
Neuer's performances during last year’s third-placed finish at the FIFA World Cup brought him to worldwide prominence, but he had already been crowned Bundesliga goalkeeper of the year in 2007, aged just 21, and won the UEFA U-21 Championship in 2009 , when he also took the best keeper gong.
German goalkeeping legend Oliver Kahn said of Neuer: “I think he will become world class. [Iker] Casillas of Real Madrid, Chelsea's [Petr] Cech and [Gianluigi] Buffon of Juventus are world class. And Manuel Neuer can get into that category.”
I think he will become world class. Casillas of Real Madrid, Chelsea's Cech and Buffon of Juventus are world class. And Manuel Neuer can get into that category.
Oliver Kahn, former German international goalkeeper
A string of stellar performances in Schalke’s run to the UEFA Champions League semi-finals sealed his move, but Die Königsblauen fans shouldn’t despair too much - they’ve just resigned 22-year-old talent Ralf Fahrmann.
Another promising shot-stopper was seen opposite Neuer in Port Elizabeth during the third-placed play-off in South Africa last year, Uruguay’s Fernando Muslera. Having cemented his place in the Lazio first team after a rocky start to his career in Rome, the 25-year-old became a fan favourite as he was pivotal in claiming their last piece of silverware.
Having moved from Montevideo Wanderers, where he made his debut at 18, Il Castorino (The Little Beaver) won his way into the hearts of the Biancoceleste faithful with his showing in the 2009 Coppa Italia final. Following a 1-1 draw with Sampdoria over 120 minutes at a packed Stadio Olimpico, Muslera saved two penalties in the ensuing shoot-out to see Lazio lift their first trophy in five years.
Two other of South America’s heavyweights have promising goalkeepers of the future. Argentina ‘s 23-year-old Sergio Romero is busy plying his trade at the Copa America, producing decisive displays in their first two games, and in the Eredivisie with AZ. Arch-rivals Brazil, meanwhile, have a huge talent waiting in the wings. Rafael is fresh from a Copa Libertadores triumph with Santos, and the 21-year-old is being tipped by many to be long-term successor to Julio Cesar.
France have an established youngster in Lyon’s Hugo Lloris, already with over 20 caps at just 24. A man whose talent has been well respected among European football for some time, he has had suitors across England and Italy regularly being linked with him, with the price tag a reported £20m-plus.
He's come from probably being a reserve at Manchester City to England's first-choice keeper in 18 months. He's got the chance to be there for a long time.
Former England international Peter Shilton on Joe Hart
Igor Akinfeev is another figure who has been at the fore of his profession since he was still a teenager. Having become CSKA Moscow’s first-choice keeper at the tender age of 17, the Russia international has accumulated an enviable trophy cabinet. As well as 12 domestic titles, including three Russian Premier Leagues, he was part of CSKA’s triumphant 2005 UEFA Cup-winning side, before claiming bronze at UEFA EURO 2008.
England were absent from that competition and have been without a solid No1 since David Seaman was dropped in 2002. However, following an outstanding 2009/10 season on loan at Birmingham City, Joe Hart looked to be the answer. After becoming a pivotal figure in Manchester City’s qualification for the Champions League last season, former England great Peter Shilton expects a big future from him now the young pretender has cemented his international spot.
"He's done exceptionally well," Shilton said. "He's come from probably being a reserve at Manchester City to England's first-choice keeper in 18 months. He's got the chance to be there for a long time, it's still early days. You couldn't really ask any more of him, he's shown a lot of confidence, a lot of belief.”
Emerging Emirates saviour?
Fellow Premier League giants Arsenal seem to have settled on youth to solve their recurring goalkeeping troubles. Following a lack of certainty between the sticks since the initial departure of Jens Lehmann, Arsene Wenger has held on for some time waiting for Pole Wojciech Szczesny to mature.
Having shunted fellow young countryman Lukasz Fabianski into second spot, the 21-year-old has grown into the role since making his league debut late last year, seeming largely unflappable in the daunting arena of Old Trafford. He is now the keeper of choice for Poland.
Another goalkeeper given the daunting task of making a league debut at the reigning league champions was 22-year-old Australian Mitch Langerak. Coming in for the injured Roman Weidenfeller, the Borussia Dortmund youngster was entrusted with keeping out the likes of the Bundesliga's leading marksman Mario Gomez and the fit-again duo of Franck Ribery and Arjen Robben. A sterling performance saw his side claim a 3-1 and take a decisive step towards their first league title in nine years.
Australia are not the only AFC to have promising shot-stopper in their ranks, with a number on international duty at this year's AFC Asian Cup. Qassem Burhan of Qatar is just 25 but played every game in their run to the quarter-finals, while the 24-year-old duo of Khalid Al Rashidi and Ali Khaseif, of Kuwait and United Arab Emirates respectively, both have promise but spent the tournament on the bench. Al Rashidi may have a young competitor though, with 22-year-old Kuwaiti Olympic goalkeeper Hussain Kankone looking to follow in older brother Shehab’s footsteps by claiming the senior side’s No1 jersey.
A. Eren Loğoğlu
20 Haziran 2011
Zihinden Geçen Ne Varsa 6!
Son topa kadar oynadı Galatasaray. Göz yaşları sel oldu, en çok yabancı oyuncular ağladı, kimse bir şey anlamadı bundan, suyun öte tarafındakiler hele, şaşkınlıklarını gizleyemediler. Fotoğraf her şeyi anlatıyor, fazla söze gerek yok, sımsıkı sarılıyoruz birbirimize.
Hiçbir şampiyonluk sizin yüreğinizden büyük değil!
Teşekkürler Oktay Mahmuti ve oyuncularımız.
****
Tomas Ujfalusi transferi sonrası yerli sağ bek ve yabancı stoper alınmayacağını düşünerek kadroyu güncelleyelim;
XXX: Yabancı Oyuncu
YYY: Yerli Oyuncu
XXX - Muslera / Handanovic / Frey / Stekelenburg
Ufuk
Sabri
Ujfalusi
Servet
G Zan
H Balta
Çağlar
XXX - Bastos / Zhirkov
XXX / YYY - Kallström / Gökhan Inler
Ceyhun
Selçuk
XXX - Arteta / Diego
Yekta
Colin Kazım
Arda
Culio
XXX - Gervinho / Reyes / Kalou / Xabi Prieto / Valencia
YYY - Olcan / İbrahim Akın
Elmander
XXX - Drogba / Cisse / Pavlyuchenko / Milito / Forlan / Ibisevic
YYY - Mevlüt / Necati
Bu listenin dışında kalan Cana, Pino, Stancu, Baros'un ne olacağı meselesi var bir de. Şahsi görüşüm Culio'nun kalması ve Stancu'nun da kiralık verilmesidir. Cana, Baros ve Pino bedelleri daha fazla düşmeden satılmalıdır. Federasyon seçimleri sonrası çıkması muhtemel yabancı kontenjanı = 6 + sınırsız kuralı da beklenebilir, karar vermek için.
Forlan ve Reyes gelse bile 6 oyuncu -en az 4- gereksinimi açık şekilde gözüküyor. Bu isimlerin yanı sıra Drogba da konuşuluyor. Drogba / Forlan arasında bir tercih mi olacak, ikisi bir arada düşünülür mü, bu da bir başka stratejik hamle esasında. Drogba + Forlan planı orta sahaya yazılan diğer XXX'e (Diego / Arteta) gerek kalmaması anlamını taşıyor. Elmander'in de transfer edildiği hesaba katıldığında Baros'un kesin gideceği yorumunu da rahatlıkla yapabiliriz, her iki isim gelirse.
Ujfalusi bu kadar çok ücret almasaydı, acaba Terim çok doğru bir mühendislik ile ilk onbirde yer almayacak yabancı haklarından birini sağ bek ve stoper pozisyonunu yedeklemek için kullanmış denilebilirdi. Tıpkı Elmander'i Baros / Drogba / Forlan'dan hangisi olursa olsun arkasına yazmak gibi. Elmander de omurga parçası değil, onbir için zamanla ihtiyaç duyulacak bir parça olabilirdi.
Ujfalusi / Culio / Elmander üçlüsü herhangi bir sakatlık / ceza / dinlendirme durumunda rotasyona dahil olacak ve geçmiş sezonlarda yapılan "yabancı yerine yerli oynatıp oyun seviyesini düşürme" hatasını engelleyecekti. Kadro mühendisliği açısından kusursuza yakın bir programlama hissi verebilirdi bana bu hamle. Şimdilik öyle olmadığını görüyorum.
Üstelik bu üçlü yedekleme opsiyonu bir yabancı stoper transferi olasılığını doğuracak ve omurgayı daha da sağlamlaştıracaktı.
Önümüzde bariz olarak iki yol var;
Sabri, Servet, Selçuk ve Arda yerli kontenjanından sahada.
1 - Kalan tek isim Colin Kazım veya Yekta'dan biri olacak.
2 - Gökhan Inler / Hasan Ali Kaldırım alternatifleri zorlanmaya devam edilecek. Yerli oyuncu alınabilecek iki bölge var takımda, sol bek ve ön orta saha. Eğer stoper / kaleci / sol bek mevkileri için yerli düşünülürse Türkiye Ligi'nde başarı sağlayan takımların yakaladığı kaleci + stoper + bek için 3 / 5 veya kaleci + stoper + bek + ön orta saha için 4 / 6 yabancı oranı tutturulamıyor. Rijkaard ve Skibbe döneminde önem verilmeyen en belirleyici konu buydu işin kadro mühendisliği kısmında. H Balta, Çağlar, G Zan, Ceyhun'dan birisine forma şansı vermek ve hatalardan ders almayıp kendini tekrarlamak şeklinde bir yol da olasılıklar içersinde.
- Stoper: 1 / 2 Yabancı Oranı
- Bek: 1 / 2 Yabancı Oranı
- Kaleci + Stoper: 2 / 3 Yabancı Oranı
- Kaleci + Stoper + Bek: 3 / 5 Yabancı Oranı
- Kaleci + Stoper + Bek + Ön Kesici: 4 / 6 Yabancı Oranı ( 3 / 6 da yeterli olabilir ancak 2 / 3 kaleci + stoper şartını sağlamak kaydıyla)
Daha önce başarı göstermiş takımlarda bu şartları arayalım;
Fenerbahçe 2010 - 2011
Volkan, Gökhan, Lugano, Yobo, Santos, Emre, Topuz, Alex, Niang + 2
Gökhan / Santos şartı sağlıyor. Stoper her ikisi de yabancı çünkü kaleci yerli. 2 / 3 ve 3 / 5 yabancı oranı tutuyor. Christian ile 4 / 6 oranı da sağlanıyor.
Trabzonspor 2010 - 2011
Onur, Serkan, Giray, Egemen, Cale, Selçuk, Colman, Jaja, Burak, Umut + 1
Serkan / Cale şartı sağlıyor. 2 stoper de yerli ancak sezon başı planlaması 1+1 şeklindeydi, Glowacki ile. Kaleci de yerli. Yabancı oranı tutmuyor, kadro incelendiğinde konservatif kalıyor, yerel bazda, Avrupa programı daha yapılmamış. 2 / 5 yabancı oranı var.
Galatasaray 1999 - 2000
Taffarel, Capone, Bülent, Popescu, Ergün, Suat, Okan, Emre, Hagi, Arif, Hakan Şükür
Capone / Ergün şartı sağlıyor. Zaman zaman Ümit, Fatih sağ bek, Hakan Ünsal sol bek, Capone stoper olabiliyor. Bülent / Popescu şartı sağlıyor. 2/3 ve 3/5 yabancı oranı tutuyor. 4 / 6 yerine 3 / 6 oranı var, anlaşılır.
Galatasaray 2001 - 2002
Mondragon, Perez, Bülent, Emre Aşık, Ergün, Fleurquin, Ayhan, Sergen, Hasan Şaş, Arif, Ümit Karan
Victoria sol bek, Ergün orta sahaya kayıyor bazı zamanlar. Fleurquin stoper olabiliyor. Perez / Ergün şartı sağlıyor. 2 stoper de yerli, 1 / 3 oranı var. 3 / 5 oranı Victoria'yla birlikte tutuyor. 4 / 6 oranı da sağlanıyor.
Galatasaray 2005 - 2006
Mondragon, Cihan, Tomas, Song, Orhan, Saidou, Ayhan, İliç, Hasan Şaş, Necati, Ümit Karan
2 bek de yerli, şartı sağlamıyor ancak kaleci + 2 stoper yabancı, ordan kotarıyor. 2 / 3, 3 / 5 ve 4 / 6 şartlarının tümünü sağlıyor.
Fenerbahçe 1995 - 1996
Rüştü, İlker, Uche, Högh, Erol, Kemalettin, Oğuz, Tayfun, Bülent, Boliç, Aykut
2 bek de yerli, elbette yabancı kontenjanı 3 ile sınırlı. Yine de 2 / 3 şartı sağlanıyor, 2 stoper yabancı çünkü.
Beşiktaş 2002 - 2003
Cordoba, Kaan Dobra, Ronaldo, Zago, Ahmet, Guinti, Tayfur, Sergen, Pancu, İlhan, Nouma
Tümer ve İbrahim Üzülmez de sık sık katılıyordu onbire. 2 / 3, 3 / 5 ve 4 / 6 oranlarını sağlıyor. 2 stoper yabancı gene.
Fenerbahçe 2004 - 2005
Rüştü, Önder, Luciano, Servet, Ümit, Aurelio, Appiah, Tuncay, Alex, Anelka, Nobre
1 / 2 stoper oranını sağlıyor, 1 / 2 bek oranı da Önder'in Belçikalı olmasıyla yakalıyor. 3 / 5 ve 4 / 6 oranları yok ancak Appiah'ı da katınca 3 / 7 gibi anlaşılır bir noktaya tutunuyorlar.
Fenerbahçe 2007 - 2008
Volkan, Gökhan, Lugano, Edu, Wederson, Aurelio, Selçuk, Uğur Boral, Alex, Deivid, Kezman
2 stoper yabancı, 2 / 3 şartı var. 1 / 2 bek şartı bulunuyor. 3 / 5 ve 4 / 6 şartları da rahatlıkla sağlanıyor.
***
Sözün özü;
1 / 2 bek, 1 / 2 stoper, 2 / 3 kaleci + stoper, 3 / 5 hatta 4 / 6 yabancı şartlarını (en kötü 3 / 6) dengeleri bozmadan uygulama zorunluluğu var.
Galatasaray'ın mevcut şartlarında;
İdeal onbirde aynı anda iki Stoper yerli olursa akışkanlık sekteye uğruyor.
İdeal onbirde aynı anda iki Bek yerli olursa akışkanlık sekteye uğruyor.
İdeal onbirde Kaleci kesinlikle yabancı olmak zorundadır.
İdeal onbirde Santrfor kesinlikle yabancı olmak zorundadır.
İdeal onbirde Sağ Açık kesinlikle yabancı olmak zorundadır. (Sol Açık Arda olması kaynaklı)
Tüm bu analizler ışığında son durum bence şöyle olmalı;
XXX - Muslera / Handanovic / Frey / Stekelenburg
Ufuk
Sabri
Ujfalusi
Servet
G Zan
XXX - Lucio / Alex / Zapata / Hangeland
H Balta
Çağlar
XXX / YYY - Bastos / Zhirkov / Hasan Ali Kaldırım
XXX / YYY - Cambiasso / Gökhan Inler
Ceyhun
Selçuk
Yekta
Colin Kazım
Arda
Culio
XXX - Reyes / Gervinho / Xabi Prieto / Valencia
YYY - İbrahim Akın / Olcan
XXX - Forlan / Diego
Elmander
XXX - Drogba / Cisse / Pavlyuchenko / Milito / Ibisevic
YYY - Mevlüt / Necati
Drogba, Reyes, Forlan aynı anda gelse dahi, daha 6 transfer şart. Terim'se muhtemelen 3 transfer düşünecek, yabancı kaleci, yabancı ön orta saha ve kenarlarda oynayan yerli. Kısaca % 50 riske girecek, sol bek, stoper eksildiğinde listeden.
Umarım 6 yabancı ve güvenebileceği yerli oyuncu sayısı hesabını iyi yapıyordur, aksi taktirde çok pahalıya patlar her şey, hem ekonomik hem de sportif başarı çerçevesinden. Unutulan, önemsenmeyen detaylar "yaramı deşmeyin" lafıyla hatırlanır birdenbire.
Madem kısa vadede başarı hedefleyen bir harita üzerinden değerlendirme yapılacak, kalan 2 ayda olmasını umduğum ve adı geçip olma şansı artan isimlerden oluşan yapı şu;
Muslera
Ufuk
Sabri
Ujfalusi
Servet
G Zan
Zapata
H Balta
Çağlar
Zhirkov
Gökhan Inler
Ceyhun
Selçuk
Yekta
Colin Kazım
Arda
Culio
Reyes
İbrahim Akın
Forlan
Elmander
Drogba
İdeal onbir, 4 - 2 - 3 - 1;
Muslera, Sabri, Servet, Zapata, Zhirkov, Gökhan, Selçuk, Reyes, Forlan, Arda, Drogba
Alternatif onbir;
Ufuk, Ujfalusi, G Zan, H Balta, Çağlar, Ceyhun, Culio, Colin Kazım, Yekta, İbrahim Akın, Elmander
Bir başka ifadeyle, pozisyon rotasyonları;
Muslera / Ufuk
Sabri / Ujfalusi
Servet / G Zan / Ceyhun / Ujfalusi
Zapata / Ujfalusi / G Zan / Ceyhun / H Balta
Zhirkov / H Balta / Çağlar
Gökhan / Ceyhun
Selçuk / Culio / Yekta
Reyes / C Kazım / Yekta
Forlan / Elmander / Arda / Yekta / Reyes / Colin Kazım
Arda / İbrahim Akın / Reyes / Culio / Colin Kazım
Drogba / Forlan / Elmander / Colin Kazım
Alternatifler içeren ve sahada 6 yabancı 5 yerli denklemini en olumsuz koşullarda bile belirli bir oyuncu seviyesi altına düşmeden kotarabilen bir kadro başarılı olabilir, özellikle savunmayı tamamen yerlilere bırakmayan bir düzen. Yoksa Drogba / Forlan / Reyes bile olsa başımız çok ağrır, Hakan Balta ve Çağlar'a güvenilemeyeceğinden tek mantıklı umudumuz Yekta veya Colin Kazım'ın ilk onbir ayarında bir performans tutturması ve 7 yerlinin -Sabri, Servet, Selçuk, Ceyhun, Arda, Yekta, Colin Kazım- istikrarlı bir sezon geçirmesidir. Çok dua etmemiz gerekebilir kapsamlı bir kadro çalışması yapılmazsa, Rijkaard, Skibbe dönemlerini ve önceki sezonlarda başarılı olan takımları çok iyi incelemeliyiz, isimlerden ve transferlerden bağımsız olarak.
***
Oyuncu Değerlendirme
Forlan'ı, Hagi'nin reenkarnasyonu olarak görüyordum 2010 Güney Afrika Dünya Kupası'nda. Klasik 10 numaraların son temsilcilerinden ve günümüz futbouna, ritmine, fiziksel yeterliliğine uyum sağlamayı başarmış olanlarından biri, forvet oynayarak. Alex de öyle. Misimovic, Lincoln bu tür isimler olamadılar.
Forlan çok özel bir oyuncu, her şekilde gol atabilen, hücum hattının her bölgesinde oynayabilen olağanüstü yetenekli bir isim. Uzaktan şutları, son vuruşu ustalığı gibi muazzam özellikleri bulunuyor.
Hakkındaki tek endişe 2010 yaz performansı sonrası bu sezon düşüş göstermesiydi, bunu da anormal görmüyorum, FIFA virüsünün sezona yayılmış hali denebilir onun için. Bu sezon tekrar DK kadar zirve yapmasa da belirli bir seviyeye çekecektir oyununu. Türkiye Ligi'ne fazla gelecek bir isim.
Burada tercihin Drogba / Forlan gibi tarz üzerinden nasıl şekilleneceğine de değinmek gerekir. Drogba benzeri oyuncular bizim coğrafyanın fiziksel gerekliliği bakımından daha yararlı. Şansımız Elmander'in de kadroda olması, yani yeri geldiğinde Forlan yoksa Elmander oynatılıp hücum etme formatı rahatlıkla dönüşüme uğrayabilir, hatta bazı koşullarda -iç sahada berabere biten bir devre sonrası- ikisi bir arada da sahada yer alabilir.
Aynı terazide tartınca Drogba ağır gelir ancak Forlan'a da hayır denmez.
Reyes de kolay adam eksiltebilen, ayak içi vuruşları çok etkili olan, topu sürerek ceza sahasına inebilen, pas görüşü muazzam olan, ters ayakla sağda oynayıp kendisine ve takımına avantaj sağlayabilen bir isim.
Ujfalusi için de acele etmeyelim, çok beğendiğim biri olduğunu söyleyemem ancak mücadeleci yapısıyla taraftarın gönlünü çabucak kazanabilir.
***
Kadın Basketbol
Son durum;
TBL'de 5 yabancı oyuncuyla sözleşme - Prince, Taurasi, Torrens, Charles ve sonradan katılacak olan Fowles.
TBL'de 12 kişilik kadroda 4 yabancı oyuncu - Fowles gelene kadar yukardaki dörtlü, Fowles geldiğinde muhtemelen Prince dışarda kalır. Rakibin pota altına göre de bir tercih yapılabilir.
TBL'de sahaya çıkan beş içinde 3 yabancı oyuncu - Taurasi, Torrens, Charles ilk tercih Fowles gelene kadar. O geldiğinde Taurasi / Prince, Torrens, Fowles / Charles şeklinde bir rotasyon.
Euroleague Women'da 2 kıta dışı oyuncu - Prince, Taurasi, Torrens, Fowles / Charles dörtlüsü aynı anda sahada yer alabiliyor. Prince Rusya, Torrens İspanya vatandaşı statüsünden yararlanıyor.
Maç kadrosunda bulunabilen 1 devşirme oyuncu - Melisa Can
Burada soru işareti kaç devşirme oyuncuyla sözleşme imzalanabileceği, buna dair bir argüman bulamadım yönetmeliklerde. Eğer tek oyuncu şartı yoksa Sophia Young da hala radarımızda kalabilir.
Yerliler: Işıl, Bahar, Tuğba, Şaziye, Nihan, Yasemen, Gülşah
Tamika Catchings gelemiyor gibi gözüküyor, yabancı kontenjanından ötürü. Yerli rotasyonuna da takviye yapılabilecek mi, o da merak konusu.
***
Alexis Sanchez Barça yolunda
Yanlış hesap Bağdat'tan dönebilir. Barça'nın ihtiyacı olan iki oyuncu var, Cesc Fabregas ve Guiseppe Rossi, üçüncü bir isim her zaman risk, Gareth Bale sayılmazsa.
Sanchez, sağ açık oynayan, dikine çok iyi gidebilen, rahat adam eksilten seri bir oyuncu ancak pas hiçbir zaman onun aklına gelen ilk düşünce değil ve Barça'ya uyum konusunda en ciddi sorun da bu, Ibrahimovic de olduğu gibi.
Rossi'nin bonservisini düşürmek için bir pazarlık aracıysa Sanchez sorun değil, ciddi olarak isteniyorsa büyük bir hata.
2009 - 2010 ile 2010 - 2011 arasında ne fark vardı da Barça daha kusursuza yakın bir takım haline geldi, bunu iyi irdelemek gerekiyor. Ibra'dan vazgeçmek, Messi'yi sahte 9 numara olarak merkeze almak ve David Villa'yı sol forvet gibi kullanmak. Bu yapıya esneklik kazandıran görünmez kahraman da Pedro. Arkaya sarkabilen, pas almak için orta sahayla bütünleşen, tek pas oynayan, son vuruşları bitirici olan müthiş bir parça. Alexis Sanchez gelirse onu kesecek, ödenen para karşılığı doğan oynatılma zorunluluğundan ötürü.
Kaldı ki bu sezon patlama beklediğim bir başka isim duruyor kenarda, Afellay. Onda kesinlikle Cristiano Ronaldo potansiyeli bulunuyor, Barça'ya uyumlu olduğunu da gösterdi, daha çok şans bulması için Pedro / David Villa'dan süre alacaktı.
Ayrıca Thiago / Fontas ikilisinin de beklentileri karşılayan bir seviyeye geleceği algısı yaratıldı ki hakikaten bunu başaracaklardır. Cesc gelirse, Keita'nın süreleri azalıp ve Xavi zaman zaman dinlendirilip Thiago'ya da yer açılabilir.
Ve Rossi. Messi'ye en uygun alternatif. Barça'nın dar bir versiyonu olan Villarreal'de oynaması da önemli bir artı. O dururken Sanchez riskine girmek aklın alacağı bir iş değil.
Umarım Pep işleyen makinayı bozmaz ve bizi bu güzellikten mahrum bırakıp, Mourinho gibi kötülerin sevinmesine imkan vermez.
20 Haziran 2011
A. Eren Loğoğlu
13 Mayıs 2011
Diana Taurasi Galatasaray'da
Sürece göz atalım kısaca. Sezon başında dünyanın en iyi kadın basketbol oyuncusu sıfatıyla, Galatasaray'dan hep bir adım önde olan ve son beş sezonun lig şampiyonu Fenerbahçe'nin yolunu tutmuştu Taurasi. Kaderin garip bir cilvesi ya, tarih de 12 Mayıs 2010 idi, tam bir sene önce.
Ardından yaşanan olaylar komplo teorilerini de beraberinde getirdi. İlk olarak Taurasi'nin Penny'le olan arkadaşlığının sevgili seviyesinde olmasından Fenerbahçe'nin rahatsızlık duyduğu haberleri yer aldı medyada. Özellikle oyuncuların bundan etkilendiği ve takım içi dengelerin sarsıldığı yönünde sesler yükseldi, kimya bozuluyordu.
Noel öncesi ülkesine döndü sanırım, birkaç maç da oynamadı bu yüzden ve doping iddiaları çıktı ortaya. Performans artırıcı, keyif verici madde olduğu yönünde dedikodular yayıldı. Testler pozitif çıktı, oyuncu kulübüne söylenen maddeyi almadığını belirtti, Fenerbahçe doping merkezini suçladı, konuyu yurtdışına taşıyacağını ifade etti. İyice gerildi taraflar. Son tespitlerde de değişen bir şey olmayınca, Fenerbahçe sezonun geri kalanını düşünerek oyuncusunun arkasında durmadı ve sözleşmesini karşılıklı olarak fesh etti. Alacağı cezaya razı olup dönüşünü bekleselerdi, yani oyuncunun sözüne güvenselerdi bugün Taurasi muhtemelen Galatasaray'da olmayacaktı.
Onlar şampiyonluğu Taurasi'ye tercih edip, Angel'ı takıma kazandırma yoluna gittiler, anlayışla karşılamak gerekir. Oyuncunun arkasında durmamaları da eleştiriye her daim açık bir davranıştır, bu da su götürmez bir gerçek.
Çok geçmeden federasyon raporların hatalı olduğunu ve doping dolayısıyla verilen cezanın kaldırıldığını açıkladı. Taurasi ısrarlara karşın Fenerbahçe'ye geri dönmedi, teklif edilen paraları bahaneler öne sürerek geri çevirdi ve ezeli rakip Galatasaray'a geldi birdenbire.
Burdan çıkan sonuç Taurasi'nin Fenerbahçe'yi özellikle seçmediği, aralarında geçmişten kalan bir sorun olduğudur. İki referans noktası ön plana çıkar, ilki Penny Taylor'la olan ilişkisinden rahatsızlık duyulması ve diğeri de doping skandalında yeterli desteği alamamasıdır. Bu ikisini birlikte değerlendirmek de olası.
Başından beri Taurasi'nin doping yaptığını düşünmemiştim, anlamsız duruyordu. Keyif verici madde olabilir diyordum sadece ve bunun da doping kapsamında olmadığı sürekli dillendirildi. Bu durumda bir teori netlik kazanıyor.
Fenerbahçe Taurasi'yi göndermek istiyordu, Taylor ilişkisi sebebiyle sarsılan takım dengelerinden ötürü. Bu durumdan en avantajlı nasıl çıkarız babında bir senaryo üretip doping raporu düzenlettiler. Skandal kararlarla da, haksızken haklı konumuna yükseleceklerdi. Bunu yaparken toplum önünde de aklanacaklardı, federasyon onların tarafı olamazdı gibi bir argüman üreteceklerdi. Geçen sezon Trabzonspor maçına kadar gırla giden şike iddilarının, son maçı kazanamadıklarından dolayı çürüdüğünü iddia etmelerine benziyordu. Trabzonspor'a şike teklif edemedikleri ya da büyük bir futbol şanssızlığı yaşayıp bir gol daha atamadıkları için, Serkan Kırıntılı'nın Fenerbahçe'ye transferinin garantilendiği Ankaragücü maçı zemzem suyuyla yıkanıvermişti.
Taurasi'yi göndermek için cinsel tercihlerin sebep olarak nitelendirilmesi ciddi durmaz ve taraftarı ikna etmezdi, onlar da doping skandalıyla yem yaptılar Diana'yı taraftara. Karşılığında da lig şampiyonluğu kazandılar, faul çizgisine gitme sayılarındaki olağanüstü artış bunların sonucuydu.
Diana Taurasi onlara bedel ödetecek, bunun için tekrar İstanbul'da. Bu hırsla yanıp tutuşacak. Özel yaşantısını gözler önüne sermeye çalışacak karşı yaka, çirkinleşecek zamanla. Geçmişte savunduğu değerlerin hiçbirini dikaate bile almayacak çünkü akıllarını kazanmakla bozmuşlar.
***
Gelelim Galatasaray cephesine;
Türkiye'de yabancı statüsü
- 5 yabancı sözleşme imzalayabilir.
- 4 yabancı 12 kişilik kadroda yer alabiliyor.
- 3 yabancı aynı anda sahaya çıkabiliyor.
şeklinde. Euroleague'de kıta dışından -Amerikalı diyelim- 2 oyuncu oynatılabilir diye biliyorum.
Bu minvalde bir değerlendirme yapmak şart. Kadro şekillenecek sanırım çok gecikmeden. Torrens bu açıdan akıllıca bir transfer ve Charles da tam tersi sıkıntılı duruyor. Muhtemelen Fowles &
Charles rotasyonu olacak Ocak'tan sonra, yan yana sahada yer almaları zor, Taurasi'yi de düşününce.
Sophia Young Türk olacak mı, Tamika yeniden gelecek mi de diğer cevaplanması gereken sorular.
Işıl, Bahar, Gülşah ve Melisa Can da yerliler herhalde, birkaç takviye daha olacak gibi. Kadronun son durumunu tüm pozisyon, kontenjan alternatifleriyle şekillendirip coach mevzusunu da yönelmek gerekecektir.
5 yabancı hakkı var, doldurulması gerekir. Ceyhun Hoca'nın açısından bakarsak Tamika'yı istemiyor ve burdan yola çıkılırsa bir Avrupalıyla kapanacak transfer.
Bense lider özelliklerinden dolayı Tamika'yı daha çok tercih ederim, yanında 4 numara oynayan ve yerli statüsüne alınmış Sophia Young ile birlikte, karakteri hep kazanan oyunculardan oluşan bir kadroya dönüşürüz. Türkiye Ligi'ni yabana atmayalım, öncelik sırasında başa alalım hatta.
Avrupa ve Türkiye'de Taurasi, Torrens, Fowles banko ilk 5, Charles her iki platformda da Fowles'ın alternatifi. Derinliği katanlar da Tamika ve Sophia olur bu durumda.
Bu transferin kaynağını da merak ediyorum, Medical Park mı yoksa Ünal Aysal mı? Eğer sponsorsa, yıllardır dile getirdiğimiz rakibin sponsoruyla rekabet eden sponsor tercih edilmesi meselesinin meyvelerinden biridir Taurasi. Ünal Aysal'sa, tahmin edildiği üzere sansasyonel oyunculara yönelecek, ağzımıza bal çalmak için. Söylentilere göre de operasyonda Aysal'ın parmağı var. 16 milyon doları, tranasferde oyuncu getiricek jet için harcayan adamdan beklenebilecek bir hareket.
Teams today featured Jayne Appel, Seimone Augustus, Candice Dupree, Ebony Hoffman, Diana Taurasi and Candice Wiggins on the USA Grey squad; USA Red included Sue Bird, Rebekkah Brunson, Sylvia Fowles, Asjha Jones, Kara Lawson, Renee Montgomery, Maya Moore and Kia Vaughn; while USA White was comprised of Swin Cash, Brittney Griner, Lindsey Harding, Angel McCoughtry, Candace Parker, Courtney Vandersloot and Lindsay Whalen
2012 Olimpiyatları'na hazırlanan Amerika Ulusal Kadın Basketbol Takımı oyuncuları bunlar. Muhtemelen burdan oyuncu bulacak Fenerbahçe, bir opsiyon da Penny Taylor'un sözleşmesini fesh edebilirler.
Taurasi tek olsaydı kadroda, Torrens ve Fowles bulunmasaydı, Fenerbahçe'nin arayı yukarda saydığım isimlerden biriyle rahatlıkla kapatacağını düşünürdüm ama bunun da olabileceğini zannetmiyorum artık. Bu hamleler hedefe tamamen kitlenme işine benziyor.
Bu sefer Fenerbahçe'nin karşı hamle olarak kimi -Pondexter, Ajavon, Angel, Katie Smith- getirirse getirsin bizi alt etme olasılığı iyice azaldı kanımca.
Euroleague Final Four ve lig şampiyonluğu çok uzak değil. Maya Moore ve Lauren Jackson'ı kadrosuna katan Ros Caceres'i dikkatli takip etmek gerekecek.
Kadın basketbolunda dünyanın en iyi iç ve dış oyuncuları Galatasaray'da, dengeyi kurmaya geldi sıra. Hayırlı uğurlu olsun, bu kulübün büyüklüğünü unutanlar da yeniden hatırlasınlar.
12 Mayıs 2011
A. Eren Loğoğlu
Zihinden Geçen Ne Varsa 5!
Biraz NBA
"Nerde ve nasıl, kim olursak -Boston, Chicago, Miami- olalım, beat LA" sloganını gerçeğe dönüştüren Texas oldu, bravo captain Dirk'e. Kobe ve özellikle son serisinde süpürülen, yüzük koleksiyoncusu Phil Jackson adına üzüldüm. Kobe'yi majesteleriyle karşılaştırma gafletinden vazgeçilmesi gerekliliği bir kez daha gözler önüne serildi.
Durant'in play off sayı ortalaması 30+ ve onu takip eden Rose sanırım, yeni bir jenerasyon daha geliyor, Spurs, Celtics, Lakers devri kapanıyor gibi bir süreliğine, draft sebebiyle geçici oluyor bu tür duraklamalar ya.
Üç uzatmaya giden Oklahoma - Memphis maçında olağanüstü bir heyecan yaşandı. İkisinde Westbrook aldı götürdü ve sonunda noktayı Durant koydu, 2 - 2'ye getirdi seriyi önce. Takımların play off acemisi olduklarıysa her hallerinden belliydi, saf bir mücadele vardı sahada, son top ellerindeyken alınamayan time out falan, tecrübe eksikliğiydi. Sonra Durant & Westbrook 30'ar sayı atınca serinin 6. maçında, 3 - 2'ye geldi durum.
Miami doludizgin gidiyor, ilk sezon şampiyon olamazlar dedi pek çoğumuz ama LeBron & Wade ve onlara müthiş katkı veren Bosh, özel bir kimya yakaladılar kanımca.
Boston geçtiğimiz sezon hem Wade'in Miami'sini hem de LeBron'un Cleveland'ını elemişti, keza 2008'de de James, Celtics duvarına toslamıştı. Kıyaslanmaz ama Jordan'ın Bad Boys dönemine benzerdi rekabet, üç yıl üst üste Jordan eleyememişti Detroit Pistons'ı ve dördüncü sefer de seriyi kazanıp kişisel tarihinin başlangıcını oluşturmuştu. "Jordan Rules" meselesi vardı ayrıca, Laimbeer, Thomas, Rodman, Dumars, Johnson, Salley, Aguirre ile muazzam bir takımdı Detroit. Bu dönem takımları, dominasyon yaratan ekipler büyük saygı görüyorlar, Celtics'in son demleri, bir ara yine Pistons, sürekli konferans finaline kalıyordu Billups, Hamilton, Prince, Sheed ve Big Ben ile, Duncan'lı San Antonio, elbette LA Lakers'ın ard arda şampiyon olduğu zamanlar gibi.Bulls & Pistons Rivalry
1988 Eastern Conference Semifinals Pistons won, 4–1
1989 Eastern Conference Finals Pistons won, 4–2
1990 Eastern Conference Finals Pistons won, 4–3
1991 Eastern Conference Finals Bulls won, 4–0
Maç sonundaki konsantrasyonun yarattığı hırsın gözyaşına dönüşmesi güzeldi kanımca ve kral James Celtics'e ne kadar çok saygı duyduğunu defaatle dile getirdi, bir dönemi bitirip yenisini başlatıyorlar belki de ve o da bunun farkında. Karşılarına şimdi Wade & James jenerasyonundan sonra NBA hanedanlığı kurabilecek bir Rose çıkacak, çok heyecanlı olur umarım.
Jordan sonrası üç oyuncu merkezinde süregelen play off final serileri;
99 Duncan
00 Shaq & Kobe
01 Shaq & Kobe
02 Shaq & Kobe
03 Duncan
04 Kobe & Shaq
05 Duncan
06 Shaq
07 Duncan
08 Kobe
09 Kobe
10 Kobe
11 ?
2011 finallerinde üç oyuncudan hiçbiri parkeye çıkmayacak, bir devrin bittiğini anlatan en akıcı tablo.
NBA Finali Miami - Dallas olursa da ayrı bir hikaye barındıracak, 2006'da 0 - 2'den gelen şampiyonluktan dolayı.
Dün gece bütün maçı Wade getirdi ve LeBron son 10 sayıyı atarak bitirdi seriyi. Wade gözümde hala daha büyük ve kazanan bir oyuncu, LeBron'u büyüten de onun savunma & hücum performansı.
***
Başkan adayı Turgay Kıran'ı izledim televizyonda, zaytung haberi gibi, transfer politikasını birebir deşifre etti, o kadar şeffaf, basın emekçileri ne yazacak düşünmedi ya! Adam bilinen yönetici / başkan tabusunu yıkıyor, taraftarı uykusuz bırakan alfa nöbetlerine gerek kalmadan isimleri açıklıyor, kimse onu beğenmiyor, kaale almıyor nedense!
Teknik Direktör adayları: Abdullah Avcı, Ottmar Hitzfeld, Pablo Correa
Oyuncu adayları: Kevin Gameiro, Morgan Amalfitano, Kevin Theophile-Catherine (23 yaşında orta saha dedi, transfermarkt sitesine göre 21 yaşında ve savunma oyuncusu) Stanislav Manolev, Sinan Bolat, Serdar Gürler, iki de Brezilyalı, ben bulamadım elemanları kumsaldan çıkma olunca.
Ön görüşme yapılmış, sempatileri toplanmış gibi bir şey geveledi. Atıp tutmayı gerektirecek kadar büyük isimler değil, yalan söylüyor bile denmez. Hayal satmak bedava nasılsa!
Hitzfeld gelsin, dertler bitsin.
***
Liste kabarık, uzun ve okuması zor olsa da, mutlaka göze takılanlar oluyor;
Ahmet Şık, Pınar Selek gibi, şair Ahmet Telli, Şükrü Erbaş, Murathan Mungan gibi, Dink ailesi, Ahmet Kaya'nın eşi Gülten Kaya, Türkali ve Alabora soyadları, kameranın önündeki ustalar Erkan Can, Haluk Bilginer, Settar Tanrıöğen gibi, kameranın arkasında sonbaharlar yaratan Özcan Alper gibi. Ve daha pek çok sevilen, bilinen akademisyen, gazeteci, sanatçı, siyaset sahnesinde yer almış insan.
http://www.birgun.net/actuels_index.php?news_code=1305120030&year=2011&month=05&day=11
***
Doktorların açık ve sert mesajı;
http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/basinaciklamasi-2630.html
***
Djokovic 2011'de yenilgisiz devam ediyor. Nadal'ı Madrid'de, kendi evinde ve toprak kortta yenmeyi başararak büyük bir işin üstesinden geldi. Roland Garros'da ne yapacağı elbette daha önemli ve can alıcı.
Mats Wilander, Nadal'ın Federer'in şampiyonluk sayısını geçeceğini iddia etti, karşısına Djokovic gibi bir rakip çıkması bu yönden de enteresan oldu, Federer'in yıllarca Nadal'la çarpışması gibi bir rekabete hazırlanabiliriz, bir yaş fark var aralarında ve Nadal'ın Federer'e uyguladığı maç stratejisi Djokovic'e kesinlikle sökmüyor. Nadal çok daha iyi bir oyuncu ancak Novak da sürekli kendini geliştiriyor.
29 yaşındaki Federer'e değinirsek, artık 1 ya da 2 Grand Slam kovalamaktan öteye gitmesi zor. Nadal'dan toprak kortta 1 set alması diri kalabildiğini gösteriyor ama yeterli değil. 3 sezon boyunca oynayacak 6 Wimbledon + US Open dışında şansı yok gibi, bence mutlaka burdan bir şeyler çıkarıp, bir şampiyon gibi bırakacak tenisi. umarım tarihin en iyi F1 pilotu Michael Schumacher'ın düştüğü durumlara benzemez.
***
Kenny Dalglish sözleşmesini 3 yıl uzatmış, futbol adına harika bir haber. Takımın başında kaldığı kısa sürede kanımca iyi bir iş çıkardı zaten, adı sanı bilinmeyen gençlere forma verdi, devre arası transferiyle takımın çehresini değiştirdi. Kuyt, Maxi ve Meireles müthiş bir form grafiği yakaladılar. Seneye Suarez ve Carroll da devreye girecektir, hatta bu sezon hiç esamesi okunmayan Steven Gerrard'dan da katkı alabilirse şampiyonluk adayı olabilirler yeniden. Birkaç transfer daha yapılacaktır, Ashley Young ismi geçiyor, biçilmiş kaftan, savunma ve orta sahaya birkaç takviyeyle eski günlerine dönebilir Anfield Road.
12 Mayıs 2011
A. Eren Loğoğlu
13 Şubat 2011
Copa Del Rey Barça'nın
Yanlış okumadınız, zaman makinasıyla geleceğe de -20 Nisan, Mestella- gitmedim. Basketbolda Copa Del Rey, Türkçesi Kral Kupası FCB'nin, El Clasico sonucunda hem de. Real Madrid, kralın kupasında ve başkentte kaybetti, yanlıları önünde.
Başkanlar Rosell ve Perez de oradaydı. Kupayı, Franco'nun ölümünden sonra İspanya Kralı olan ve hala bu ünvanı taşıyan Juan Carlos'un elinden aldı Roger Grimau.
FC Barcelona bu kupayı geçen sene de kazanmıştı, Bilbao'da Madrid'i yenerek. Üst üste 2. defa müzeye götürüyorlar ve 22. Kral Kupası'na erişip, Real Madrid ile de eşitlendiler en çok kazanan olarak.
Franco'nun ölümünden sonrasına bakıldığında FCB 14, Real Madrid sadece 5 defa kupaya uzandı, yanıltıcı değil. Sanırım futbolda da benzer bir istatistik var Kral Kupası'nda. Lig şampiyonluklarında da, Franco öncesi ve sonrasının bariz farklı olduğu görülebiliyor, Barça en azından eşit şartlarda rekabet edip, kendi modelini ortaya koyarak önüne geçebiliyor egemen olanın. Futbol devriminin 1979'da başlaması da rastlantı değil, anayasa ile otonom bölge hakkı kazanılmasının bir yıl ardı.
Bu kısa tarihi bilgilendirmeden sonra tekrar maça dair verilere döneyim. Yaklaşık 1 ay önce de iki takım karşı karşıya gelmiş ve Barça kazanıp ezeli rakibinden liderliği almıştı, hala devam ettiriyor üstünlüğünü. Benzer hikaye futbolda da görülüyor. 5 - 0 kazanılan El Clasico sonrası Barça liderliği yakaladı ve bırakmadı. Kaderin garip bir oyunu.
Bir başka futbol & basketbol benzerliği, Real Madrid'in Barça'nın basketbol hegemonyasını kırmak için Avrupa'nın en iyi Teknik Adamı Messina'yı takımın başına getirmiş olmasıydı. Barça'nın başındaysa Katalan Xavi Pascual var.
Aralarında maçlar 11 - 3 oldu Pascual önde ve Messina Madrid'in başında 10 - 1 durumunda Barça'ya karşı, yalnızca 1 kez kazanıp 10 maç kaybetti. Bunların içinde pek çok şampiyonluk ve kupa var elbette. Bakalım Mourinho'nun akıbeti ne olacak? 5 - 0 ile açılışı yapmıştı.
Maçtan birkaç detay;
Maçı son çeyrekte kopardı Katalanlar. Grimau ve Sada'nın penetre ve asistleri etkili oldu, pota altı oyuncularını iyi beslediler. Navarro'ya çok iş düşmedi.
Sezona Süper Kupa'yla başlamışlardı, Kral Kupası'nı da eklediler haneye, sırada lider olunan lig ve Euroleague son 16'da da grubunda lider, final maçı da Barcelona'da olacak.
Herşeyi silip süpürme, futbol ile birlikte duble zamanı!
***
Gijon maçına dair birkaç veri;
- Sona eren rekorlar, 16 maç üst üste ve deplasmanda 10 maç üst üste kazanma.
- Pep'in sezonu programladığından çok bahsettim. Hatta sezon başında takım kötü başladığında buna özellikle vurgu yapan bir yazı kaleme aldım.
http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/10/benzerlik.html
Endişeye mahal olmadığını ve Barça'nın sezona kötü başlayıp Kasım sonunda doruk noktasına erişeceğini belirtmiştim. Öngörü gerçekleşti o zaman. Benzer durum Şubat ayında da görülüyor.
2 sezon önce üst üste 3 maç kazanamamıştı Barça, Betis, Atletico Madrid, Espanyol olmak üzre. Sezonun sonu biliniyor, treble. Yine geçen sezon Şubat ayında kaybetmişlerdi Atletico'ya.
Sergio ve Puyol varken Barça hiç puan kaybetmemiş bu sezon, ilginç ve önemli bir veri. Aslında onların yerine oynayanların sistemi nasıl aksattıklarını anlatıyor, özellikle Javier'in.
13 Şubat 2011
A. Eren Loğoğlu
02 Ocak 2011
Zihinden Geçen Ne Varsa 3!
Black Swan
Yine yapmış yapacağını Aronofsky. Film kesinlikle bir başyapıt, çekim tekniği, ambiyans, karakter tahlilleri, ilişkilere ve bazı kavramlara tersyüz eden bakışıyla. Olay örgüsü karmaşık değil, hatta sıradan bile görülebilir ancak yönetmenin olayları bizlere algılatma şekli, işin sinematografi kısmı büyüleyici. Nina'yla birlikte koridorlarda dolaşan biri oluveriyorsunuz, kuğuya dönüşüp dans ediyorsunuz onunla.
Psikolojik bir gerilim de sunuyor konu, Nina üzerinden. Kırılganlık, kabuğunu kıramama ve kontrası baştan çıkarıcılık, kafası estiği gibi davranma dönüşümlerini yaşayan bir karakter var karşımızda. Aslında ikiye ayrılmış bir karakter, aynada başkasını gören. Haliyle gel gitleri olan, siyah ve beyaz arasında dolanan kız ile onu büyütmek uğruna kariyerinden vazgeçen bir annenin zorlu ilişkisi anlatılıyor yoğunlukla. Çok çarpıcı gerçekten bu kısımlar. Nina'yı dönüşüme itense onun disipline dayalı bale ve yaşamının tam tersinde konumlanmış Lily karakterinin yerinde gözü olduğunu düşünmesi.
Clint Mansell müzikleri eşliğinde, biraz Fincher'ın Fight Club tadında ama en önemlisi Aronofsky'nin yönetmenliğinde, film işlendiği gibi kusursuzluk sunuyor.
Ve Natalie Portman, ayrı bir paragraf açmak gerekiyor ona. Tek başına oynuyor, şekilden şekle giriyor yüzü, olağanüstü bir performans baştan sona. Bu oyunculuğa Oscar vermeyecek Akademi kendini feshetmeli, o derece!
Yeni Yıl
Bir daha hatırlamak istemeyeceğim, lanetli ikibinon geride kalıyor, 2011 ise; "It's gonna be legen -wait for it- dary" şeklinde geçecek, hissediyorum.
Basketbol El Clasico
20 sayı farkla bitti maç, Barça kazanma geleneğini sürdürdü.
Xavi Pascual vs Ettore Messina karşılaşmaları 10 - 3 oldu, Messina Madrid'in başındayken 9 - 1'e geldi durum.
Messina'nın çaresizlik kaderini Mourinho'ya bulaştırmasını umuyorum, gerçi 5 - 0 ile başlangıcı yarattı aslında.
İlginç bir nokta da bizim maçla olan konum benzerliğiydi. Madrid ilk, Barça 2. sıradaydı ve Barça kazanıp liderliğe yükseldi.
Kilise
Camp Nou'da oyuncuların sahaya girdiği tünelden çıkmadan hemen önce, koridorun sağında kilise vardır. Aslantepe'ye de mescid düşünülüyormuş burdan feyzalınarak. Oyuncuların inançlarına değer verilmesi önemlidir elbette ama ben, Johan Cruyff'dan bir alıntı yaparak noktalayayım konuyu;
"Dindar değilim. İspanya'da çimlere ayak basmadan önce 22 futbolcu da istavroz çıkarır. Eğer bir faydası olsaydı bütün maçların berabere gitmesi gerekirdi."
http://www.youtube.com/watch?v=2dok1wQVbkA
Je Vais Bien Ne T'en Fais Pas
Film, Fransız bir ailenin kahredici dramını anlatıyor, etkileyici bir baba figürüyle. Başrolde Melanie Laurent oynuyor büyüleyici güzelliğiyle, ona yeni Marion Cotillard denilebilir. Filmin şarkısı Aaron'dan Lily, mutlaka dinleyin;
http://www.youtube.com/watch?v=N5w_eBFjZL4
Thom Yorke - The Eraser
Zeitgeist taşıyan bir solo albüm. Nasıl ki 70'ler Pink Floyd ile anılıyorsa, 2000'ler de Radiohead ile hatırlanacak. Şarkıları birbirinden ayıramasam da Black Swan başka bir şey!
2 Ocak 2011
A. Eren Loğoğlu
30 Aralık 2010
Basketbol Ligi'nde Lider 'Yenilmez Armada' Galatasaray
Galatasaray karşısında 4 yıldır kazanamıyorlar deplasmanda, en son 2006 - 2007 sezonunda Ahmet Cömert'te galibiyet görebildi Fenerbahçe. Oktay Mahmudi ve yaratacağı ekol kaldığı sürece de bu seri devam edecektir.
Taktik işlerine çok fazla girmeyeceğim. 5 kısaya dönerek oynun kırılmasını engelleyen Mahmudi'den, maç sonunda alan savunmasını sürdürmeyen Spahija'ya kadar pek çok detay var incelenmesi gereken.
Basketbolda savunmanın, mücadele etmenin her zaman karşılığı vardır. Pas arası, top çalma, blok ve ribaund ile oyunda kalmak süreklilik haline getirilirse, hep bir şans doğar kazanmak adına. Hücumda da ikili oynu iyi bilen bir guard ile set kurulursa, işler daha da kolaylaşır.
Galatasaray dün gece geriye de düşse, psikolojik eşiklerden de geçse, tutundu maça, kopmadı ve yeri geldiğinde öne de fırlayıverdi üst paragraftaki senaryoyu birebir uygulayarak.
Maçın kırılma anı Spahija'nın aldığı teknik faul idi. Maç sonu röportajlarında sohbeti gerçekleştiren Fenerbahçeli Loran Vayloyan'ın kışkırtıcı ve sert demeçler vermesini istediği sorularına ayar cevaplar vermesiyle de Fenerbahçe Teknik Adamlığı'na yakışmadığını belli ediverdi aslında. Maç içersinde haklı bir tepki gösterdi, karşılığında cezayı gördü ve maç sonunda da o esnadaki hareketleriyle hatalı olduğunu ve Galatasaray'ın maçı hak ederek kazandığını, hakemin o pozisyonda yanlış karar verse de, sonuca etki etmediğini dile getirdi. Tercümanın eksiksiz bunları çevirmesi de bir başka ilginç noktaydı. 3 ya da 4 defa Galatasaray'ın maçı hak ettiğini söylemek zorunda kaldı ve herhangi bir sansür uygulamadı, sanırım bunda kadın olmasının getirdiği bir etki vardı. Israrla 3. periyodu ve hakemi soran Vayloyan'a, sen periyod analizlerini tv yorumcuna yaptır, Galatasaray hak etti, kazandı, bizim antreman yapmamız gerek tarzındaki demeci de parmak ısırtan cinstendi.
Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe yönetiminin sevdiği bir tarz değildir Spahija'nın maç sonu tavrı. Muhtemelen önce tercüman ile ve sezon sonu da Spahija ile yollar ayrılır, bu lafları kaldıramazlar çünkü.
Galatasaraylı oyuncular Mirsad'ın tahriklerine kapılmadılar, taraftarları da dizginlediler bazı anlarda. Oğuz'un potaya gereğinden fazla asılarak provoke etme çabaları da yarar sağlamadı Fenerbahçe'ye. Ömer Onan'ın her pozisyon hakemle oynamasına değinmeye bile gerek yok, zaten faul alamadığı ve maçın kırıldığı pozisyonda hakeme çok itiraz etmesinin bedelini ödedi.
Lider Galatasaray, hem de iki Euroleague Top 16 takımının önünde, Mahmudi'nin 6 ayda geldiği nokta çok değerlidir bu bakımdan. Birkaç değişiklikle ya da takviyeyle seneye çok daha iyi yerlere gelinebilir. Özellikle Rochestie, Andric gibi oyuncular yerine maç sıkıştığında oyunu açabilecek şöhretli bir isim almak opsiyonları genişletebilir.
Müthiş atmosferden dolayı taraftara, asistlerden dolayı Tutku'ya ve verilen mücadeleden dolayı takımın tümüne teşekkür ediyorum.
***
Biraz da ruh halime, Fenerbahçe'yi yenmenin verdiği dayanılmaz hafifliğe değineyim;
Öyle bir şey ki Fenerbahçe'yi yenmek, sanki o an savaşların sona erdiği, açlığın bittiği, insanların yoksul kalmadığı, eşit haklara ve özgürlüğe sahip olduğu, emeğin değerinin verildiği, adalet denilen kavramın göz ardı edilmediği bir yeryüzünde yaşıyor gibi hissediyorum.
Sadece bir anlık sürüyor, nefes alışım ve verişim esnasında geçen süre kadar kısa, ağzımdan boğazıma ve ordan damarlara yayılan su gibi yoğun bir şey. Gerçekten inanıyorum bunları yaşadığıma, var ile yok arası bir boyut.
Öyle bir şey ki Fenerbahçe'yi yenmek, iktidara, egemen olana, faşizm öğretileriyle bezenmiş bir topluluğa karşı savaş alanında kazanılan bir zafer tadı alıyor gibi hissediyorum.
Sadece bir anlık sürüyor, göz kapaklarım düşüyor, bir titreme ve ürperti hali. Bedenim sarsılıyor yerinden, faylar kırılıyor bir yerlerde, kabuk bağlayan yaralar onuyor birdenbire. Sonra uyanıyorum, gözlerimi ufalıyor, ışığı biraz kısıyor ve yatağıma uzanıyorum.
Gece, gelecek güzel günler gibi umut dolu, heyecan ve aşk ile kaplanmış dingin gövdem.
Huzurluyum.
30 Aralık 2010
A. Eren Loğoğlu
29 Kasım 2010
Gala Rapor
Erkek Voleybol, Fenerbahçe 0 Galatasaray 3
Fenerbahçe'nin en zayıf olduğu branş Erkek Voleybol sanırım, daha önce de dile getirildi burada. Yine de unutmamak gerek, geçen sezon ve ondan iki sezon önce şampiyon oldular.
Harika bir galibiyet, mücadelesiyle, Fenerlilerin önünde olmasıyla.
Bir de erkeklere voleybol hiç yakışmıyor. Çok sert ve hızlı bir oyun var, takip etmek zorlaşıyor. Teknolojik imkanlar, fiziksel güç olarak erkek vücudunu voleyboldaki algı eşiğinin önüne geçirmiş kanımca. Kadınlar için çok daha estetik bir spor konumunda voleybol, oynama ve izlenme açısından. Temasa dayalı bir spor olmamasının da etkisi var bunda, erkeklerin fiziksel gücünü sadece top üzerinde göstermesi yetersizlik yaratıyor oyun tekniği anlamında.
Tersi de basketbolda geçerli, erkeklere ne kadar uygunsa bu spor, kadınlar için de bir o kadar zahmetli. Temasa dayalı olması kadınlara karşı olan estetik algıyı bozuyor, keza zayıf fiziksel özelliklerden dolayı, zıplama, havada kalma gibi önemli oyun içi eylemler sergilenemiyor.
Çocuk yaşlarda erkekleri basketbola, kadınları voleybola yönlendirmek daha doğru sanki.
Kadın Basketbol, Fenerbahçe 74 Galatasaray 68
Maçı kaybettiren Işıl ve Tuğba oldu son periyodda. Teknik Adam'ın da oyuna müdahale edip, topun pota altına -Fowles- ineceği yüzlerce setten birini en azından birkaç defa denemesi gerekiyordu. La Lakers'ın Shaq'e 3 numarayla -Fox- çaprazdan ya da köşeden top indirdiği, en bilinen seti bile yapamadık, eksi hane olarak yazıldı bu Ceyhun Hoca'ya.
Avrupa Şampiyonu olacağı iddia edilen Fenerbahçe'ye verilen gözdağı, psikolojik anlamda önemlidir elbette ama bu kaçıncı maç sonu yenilgisi ben sayamaz oldum.
Futbol, Galatasaray 1 Beşiktaş 2
Futbolda kayarak müdahale diye bir kavram artık çok eskilerde kaldı. Önemli olan ayakta kalıp, müdahale şansı olmasa da rakibi bozmak çünkü kayma eylemi rakibin çalım atmasını da kolaylaştırıyor ona hamle şansı tanıyarak. Kayarak müdahale, topu kazanmak adına en son çare olarak görülüyor ve zamanlamayı çok iyi ayarlayıp deneniyor. Lucas Neill'in hiç kaydığını gördünüz mü? O da bu türden müdahalelerde bulunur ancak kazanacağını bildiği pozisyonlardır bunlar, kendini rezil etmez ya da takımını yakmaz. Pek çok ligden iyi takımların savunma oyuncuları incelenebilir bu yönden.
Ali Sami Yen'de iki hafta üst üste iki penaltı yaptırıyor oyuncularımız, kayarak müdahaleden dolayı. Futbol eğitiminin ve dünya futbolunu takibin yerlerde süründüğünün bir başka kanıtı da bu. Hadi Cana anlaşılırdı, büyük emek gösterdiği bir maçın ardından isyanının dışavurumuydu o pozisyon ya Ali Turan'a ne demeli!
Orta sahada ne yaptığını kendi de bilmeyen, zaten yeterli futbol aklından yoksun iken, bir de bölgesini kaybetmiş Sabri'den medet ummak Hagi'nin Ali Turan'ı bek oynatmasından daha çarpıcı hatalarından sadece biriydi.
Servet'i Barış'la değiştirip takımın, Cana'nın orta sahada dönen topları kazanan etkenliğinden mahrum bırakmasıysa en yaralıcı olanıydı. İlk yarıda müthiş baskı kurulmasının temel sebebi Cana'ydı ve geriye çekildiği an da maç kaybedilmişti. Barış'tan aynı üretimi beklemek saflık olmalıydı.
Ha oldu, ha olacak, biraz daha sabır derken, Elano da Galatasaray kariyerine noktayı bu gece koydu kanımca. M Sarp türevleri ve Elano'yu performanslarından dolayı birbirinden ayırdetmeden göndermek en hayırlı iş olacaktır bu geceden sonra. Misi zaten ayrıldı diye düşünüyorum, onu yazmadım bu sebeple.
Birkaç hafta önce rasyonel bir yolla hedef olarak sunduğum 4.lük şansı da elden kaçıp gitmiştir, son 3 maçı kazanıp orta sıralara tutunmak gerekir ve Galatasaray büyüklüğünden dem vurup, küme düşme potasından zikredilmeme hatasına da düşülmemelidir, gerçekler tüm çıplaklığıyla ortadadır.
Hagi'ye güvenilecekse, şu andan başlamak üzre, her türlü tasarrufu alması konusunda şartsız destek verilmelidir. Verecek olan yönetenlere güvenimiz yok ama başka bir olasılık da gözükmüyor ufukta. Hagi'nin saha içi hataları olacaktır, daha önce de olmuştur ama ona kendi kuracağı takımıyla bir şans vermeden, onu birkaç yıl takımın başında tutmadan, karar mahkemelerinde yargılamak da büyük Galatasaray efsanesine yapılacak en büyük ayıp ve haksızlık olacaktır.
29 Kasım 2010
A. Eren Loğoğlu
19 Kasım 2010
Zihinden Geçen Ne Varsa 2!
Yazmayalı 2 hafta oldu nerdeyse, bayram, öncesi, sonrası derken pek çok şey birikiverdi, saçalım ortalığa gulleleri, kronolojik sırayla;
Misi
A2 takımına atılmasının tek bir sebebi olabilir, bonservis ödemeden eski takımına dönmesinin yolunu açma.
Karar Hagi'nin değildir muhtemelen, kiralık istemiyorum diyordu, o çerçevede alınmıştır yönetim tarafından, zararın neresinden dönülse kardır mantığıyla. Hagi'yle olan uyumsuzluğu da alt metin olarak sunulmuştur.
Adamın ömrü Lincoln kadar bile olmayacak.
Sırada Elano var herhalde tahmin edildiği üzre, ülkeme dönebilirim demiş zaten.
Gidiş şekli yine şık durmayacak, anlaşıldı. Yoksa gelecek planlamalarında benim de yer verdiğim oyuncular değil Misi ve Elano. Aranan oyuncu değildi, son gün getirilebildi.
Bu olay, yeniden yapılanmaya başlangıcın işaretiyse güzel, faturayı her seferinde yabancılara kesmenin bir başka şekliyse yıpratıcı olur. Misi'den önce operasyon yapılacak çok isim var, Misi de bunlardan biriyse eyvallah deyip Hagi'ye güvenmeye devam edilmeli ancak böyle olduğuna dair inancım nedense bir türlü oluşamıyor.
Yeni Türkiye, Hazırlık Maçları
Kılıçdaroğlu'nun yeni Cumhuriyet Halk Partisi söylemine benzedi, bugünlerde dolaşan BDP'yle seçim uzlaşmasının da gündemi meşgul ettiği düşünüldüğünde.
Guus Hiddink'in tercihlerinden bahsediyorum yeni sıfatını ülkenin önüne yapıştırarak.
Dünya Kupası'ndan sonra Hollanda'nın aynı yoğunlukla oynayabileceğini zannetmiyordum, Robben, Van Bommel gibi birkaç temel parçanın olmamasını da ilk sebebe ekleyince etkisiz oyunlarını açıklayabiliyorum Türkiye karşısında.
Premier Ligi sallayan Van Der Vaart'ın sırf mevkisinden dolayı -farklılık- bu denli verimsiz olması da güzel bir ders kanımca.
Milli Takımı iyi buldum. Ancak eskiyle olan farkı jenerasyon değil de formda oyunculardan kurulu olmaya bağlıyorum.
Milli Takım oluştururken iki yol var, ilki sürekli yan yana oynatılan -kendi takımında forma bulması şart değil, böylelikle rahat yakalanan bir uyum- isimler diğeri de formda oyunculardan kurulu bir takım.
Trabzonspor'dan çok oyuncu olması örneğin, Umut, Burak, Selçuk, belki ilerde Serkan, Onur, Ceyhun da katılabilir. Nuri Şahin yine. Kayseri maçlarını izlemediğimden Serdar'ın performansını bilmiyorum ancak ben de beğendim bu oyuncuyu, hiç sırıtmadı ilk maçında.
Yurt dışından gelecek genç oyuncularla mutlaka bir jenerasyon yakalama isteği olacaktır, belki de ligimizin formda oyuncularıyla harmanlayacağı bir yapı düşünüyor Hiddink, sürekli Emre B, Aurelio, Semih, Nihat, Arda, Tuncay, H Balta gibilerin oynamasındansa.
İlk izlenim olumlu, Löw, Del Bosque, Rijkaard, Schuster başaramadı devrim denilen bu coğrafyanın uzak olduğu kavramı, umarım Hiddink ile bu döngü kırılır.
İngiltere karşısında Nasri'yse büyülüyor, takımın maestrosu konumundaydı, Fransa rayına oturmuş, Gourcuff & Nasri, Malouda ve Benzema iyi bir organizasyon içersindeler, diğer oyuncular onların açıklarını kapatıyorlar başarıyla.
Gijon - Real
Yine zor kurtardı paçayı Mourinho, sadece 8 dakika kalmıştı Barça'nın lider olması için. Gijon'un Teknik Adamı Preciado'yu Barça maçında as oyuncularını oynatmamakla ve yenilgiyi kabullenmekle suçlayan Jose'ye karşı baltaları çıkarmıştı Gijonlular haklı olarak. Sonuna kadar dayanmışlardı, Mourinho'ya en güzel cevabı sahada vereceklerdi, olmadı, adalet yerini bulmadı ya da Camp Nou'ya taşındı, Katalanlar kesecek hesabı, olayın diğer şahsı olarak.
Maç sonunda da bu arsız adam, 2. lige düşeceksiniz şeklinde bir işaret yapmış takım otobüsünden, elbet bugüne kadar ona hiç cevap vermeyen ve bunu bir strateji olarak uygulayan Guardiola, bu kadar çok sessiz kalmasının karşılığını alacak Katalunya'da, lider olunacak başkentin önünde.
Afellay @ Barça
Hollanda maçı biraz hayal kırıklığına uğrattı beni, oyuncu konusunda. 4 - 2 - 3 - 1'in üçlü bloğunun solunda oynadı beklendiği gibi, sürekli oynadığı bölge buysa Xavi'nin yedeği olamayacaktır, bazı zamanlar Iniesta'yı dinlendirir. Birkaç tercihini pas yerine gereksiz ortalar olarak kullanması, kalabalığın arasına dalmaları, zorlama şutları olumsuz yönleriydi, Barça'da mutlaka törpülenecektir bu tür bireysel seçim hususlarında. Muhteşem bir ara pası vardı, pozisyon olmadı. Seri bir oyuncu, çok belli, Pedro'dan da zaman çalacak.
Afellay PSV'den gelen 7. oyuncu Barça'ya, Koeman, Romario, Ronaldo, Van Bommel, Cocu ve Zenden'den sonra. Aynı takımlardan, altyapılardan oyuncu transfer etmek bile bir organizasyon belirtisi. Sportif Direktör Zubi de Afellay için Barça DNA taşıyor demiş, aradıkları ilk özellik bu, bir de Iniesta'yla stili aynı diye eklemiş, bu da önemli.
Barça'nın transfer konusunda genel olarak 3 temel yolu var, Arsenal, Hollanda Ligi ve La Liga'nın iyi top oynayan -Villarreal, Sevilla, Valencia, Atletico Madrid, Athletic Bilbao, daha önceleri Deportivo- takımları şeklinde.
Barça DNA'sına uyum sorununu en aza indirgemenin yöntemi olarak görüyorlar bu üç alternatifi ve sıklıkla bu havuzdan tercih ediyorlar transferleri.
Wenger'in Arsenal'i, Barça'nın bir alt modeli, oyna bakış nerdeyse aynı, formasyon konusunda farklılıklar oluyor bazı zamanlar.
Net bir 4 - 2 - 3 - 1 oynuyorlar, Song & Denilson ikili blok önünde Walcott & Cesc & Nasri üçlüsü, en uçta da Chamakh yer alıyor. Maçına göre veya maç içersinde 4 - 1 - 4 - 1'e döndükleri oluyor, Song'u da ileri atarak. Bazen de -aslında sıklıkla- Cesc ya da Nasri, Song'a sokularak oynuyor ve Nasri'nin bölgesinde Arshavin yer alıyor, bu yerleşimde Denilson yok. Chamakh'ın yerinin asıl sahibi de Robin Van Persie, sakatlığı yeni yeni düzeliyor.
Bir nevi Wenger, Cesc & Nasri'den Xavi & Iniesta yaratmaya çalışıyor ve bence başarılı da bu anlamda. Her iki oyuncu da Wenger'in elinde inanılmaz gelişti.
Barça'ya en çok yakıştırdığım ilk iki oyuncu da haliyle Cesc ve Nasri. Sonrasında yine Arsenal'den Henry vuruşları ve hızıyla Walcott, Arshavin, sol bek Clichy geliyor.
Barça daha önce Hleb, Slyvinho, Henry, Gio Van Bronchost, Overmars, Petit gibi isimleri transfer etmişti Arsenal'den.
Uyum konusuna tekrar dönersem, Ibra vs David Villa özelinde de bu konuyu incelemek gerektiğini düşünüyorum. Villa şu an yüzde yüze yakın bir uyum yakaladı, her maç golünü atıyor, koşuları, aslolan verkaçlarıyla müthiş bir ikili oldu Messi'yle. Uyum bir süreç işi, bunun kısalığı oyuncunun Barça DNA'sı taşıyıp taşımadığıyla ilgili, Ibra çok farklı bir oyuncuydu Barça için.
Everton'dan Arteta, Tottenham'dan Bale, City'den Tevez ve en çok da Chelsea'den Lampard, Barça'ya uygun oyuncular kanımca. Atletico'dan Kun Agüero, elbette Liverpool'dan Torres, United'dan Rooney diğer aklıma gelenler.
Barça, Eto'o gibi bir tarzı olan Villa'yla bir sorununu çözdü, Henry bulmaları gerek, daha verimli, çok gol bulan bir takım yaratmaları için. Pedro gerekli ancak yeterli değil. Henry için alternatifler de o isimler arasından çıkar gibime geliyor. Barçanın planı -bence tartışılır doğruluğu, gol koklayan bir kenar oyuncusuz sistem sekteye uğruyor- Iniesta'yı kanada atıp Cesc'i merkeze oturtmak, böylelikle 4 - 3 - 3 bozulmadan üçünü aynı anda sahada tutabilecekler Xavi futbolu bırakana kadar. Xavi ayrıldığında da Cesc & Iniesta devam ettirecek ritüeli, arkada Sergio, daha geride Pique, Messi de olacak o kadroda, kenarlara Pedro dışında birkaç -altyapıdan Gerrard bekleniyor- bulacaklar, Puyol'un yokluğunu dolduracak birisi, Valdes ve Villa'nın da. Daha bir 5 yıl Barça'nın önü çok açık.
***
Bir de Xavi'nin gizlenen sakatlığı var, tam iyileşmeden oynamak zorunda kaldı, maç skor anlamında kopunca anında oyundan alınıyor, bu da bir sorun olduğunun göstergesi. Kadroda onu yedekleyecek bir isim yok, Mascherano girse 4 - 3 - 3 bozuluyor, Thiago oynasa, tecrübesiz daha. Bu sebeple Afellay'ın sezon sonu beklenmeden gelmiş olması biraz da Xavi'nin durumuna bağlı olmalı. Iniesta'yı iyice merkeze yerleştirip solda Afellay denemesine gideceklerdir ikinci devre, daha çok kadro genişliği açısından transfer edildiği izlenimi uyandırması normal.
***
NTVSpor'da Gol isimli bir program var, Avrupa Futbolu konuşulan. Zaman zaman izlerim, bu hafta, çizgi savunma, savunmanın orta çizgiye yakın kurulması, önde oynama, baskı, bunların etkileri gibi teknik detaylar işlendi.
Bu analizler için en uygun örnek Barça olduğundan -hep söylerim teorik futbol izlenmek isteniyorsa, futbol ders olarak okutulacaksa Barça maçları mutlaka kayda alınmalı, oyunculara gösterilmelidir her bir kare- Villarreal maçına değindiler. Sadece FCB'nin oyunu değil, rakibin karşı hamlesi de bu noktada önemli bir taktik ders oluyor, Kopenhag, Inter gibi.
Abdullah Avcı bağlandı yayına telefonla, Barça'yı yakın takip ettiği belliydi konuşmalarından, oynun teorik olduğunu çözümlemiş ve ders olarak izlediğini belirtti özellikle, bu çok önemli kanımca. Modern futbolun gereklerinden bahsetti ayrıca Barça maçından örnekler vererek, konusuna çok hakimdi yine, takdir ettim.
Ahmet Kaya
Bir 16 Kasım'ı daha geride bıraktık, Paris'teki güzel insanlar anıldı zihinlerde ve yüreklerde. Sözü ustaya bırakalım;
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1029011& Yazar=SIRRISÜREYYAÖNDER&Date=15.11.2010&CategoryID=97
Lorik Cana
Manisa maçının -bizim takımdan- en iyisiydi, bir ön süpürücü ne yapması gerekiyorsa yerine getirdi, dönen topların tamamını kazandı, sağ, sol, merkez bölge fark etmeksizin rakibe bastı, topun tekrar takıma geçmesini sağladı, top kapma özelliği gerçekten çok üst düzey, müthiş hamleli bir oyuncu, arkadan, yandan, bir şekilde topa dokunabiliyor, rakibi bozuyor. Aslında tam aradığımız oyuncu olduğuna kesinlikle kanaat getirdim, sadece yanında iki yönlü top kullanabilen -Ayhan'dan çok daha kaliteli ve süreklilik içeren- bir oyuncu olsa daha da parlar performansı.
Taraftar da bu mücadelesinin hakkını verip ona tezahürat yaptı ancak burda da futbol kültürü eksikliğimizin cezasını çektik, taraftarın verdiği motivasyonla ceza sahası içersinde arkadan net bir müdahale gerçekleştirdi ve penaltıya sebebiyet verdi, tezahürat olmasa o yorgunlukla hamle çabasında bulunamazdı kanımca. Taraftarı da suçlayamam, büyük bir şaşkınlık vardı. İngiltere'de bu tür oyuncunun performansını takdir eden gaz tezahüratlar oyun durduğunda, top taca, kornere çıktığında yapılır ve oynu kötü etkilemez.
Manisa Maçı
Zul görüyorum artık bu adamlar hakkında bir şeyler karalamayı, emeğin sömürüsü var gibi hissediyorum;
Servet'i 6 aydır kadroya yazmadım, oynatan Teknik Adamlar'a da saygı duydum, ihtiyaç idi, realiteydi, elden bir şey gelmezdi, dönem dönem çözüm önerileri sunuldu, çok eskiye gitmeden son 1 ay içindekileri alıntılayayım, belki okumayan vardır, bir katkı olur;
20.10.2011 Fenerbahçe maçı öncesi
Hiçbiri oynamasın, bari bir duruşumuz olsun Kadıköy'de, nasılsa kaybedeceğiz!
Bunlara inat, lider yabancılardan oluşan bir kuartet -Lucas, Cana, Kewell, Baros- sahaya çıkarsın ve idare etsin takımı da.
11 - Emirhan, Serkan, Insua, Ahmet Kesim, Lucas, Cana, Cumhur, E Çolak, Misimovic, Kewell, Baros
Yedekler - Eray, Sinan, Berk, Musa, Elano, Pino, Cem Sultan
18.10.2011 Rijkaard sonrası, Hagi'nin adı geçmiyor daha;
http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/10/kopekler-istedi-diye-atlar-olmez.html
Barça - Villarreal
İlk yarı, küçük çaplı bir isyan;
Hakem, maçın, güzel oynun ve Barça'nın önüne geçti kararlarıyla, beyaz mendiller sallandı devre arasında.
3 ofsayt kararı yanlış sanırım, Villarreal topa çok az sahip olmasına karşın Barça'nın neredeyse 3 katı faul kazandı, bu istatistik de enteresan. Guardiola maç içersinde, oyuncular düdükten sonra hakemle uzun diyaloglara girdiler.
Real Madrid bu sene dersini iyi çalışmış, lehine her maç penaltı, ofsayt goller, üstüne de Barça maçlarında konsantrasyon kaybı sağlayan, baskıyı artıran kötü niyetli hakemler.
İkinci yarı, oyun çözüldü;
Messi'nin klasik hızlı başlattığı bir duran top sonrası gelen pas organizasyonu ve golü.
Fenerbahçe Yayın Organı Hürriyet
Aynı durum Milliyet için de geçerli, ultrAslan - üni'nin kurulduğu zamanlarda bir muhabir röportaj yapmak için bizimle buluşmuştu ve uzun uzadıya konuşulmuştu, o günden beri bu gastelerin nasıl bir zihniyeti var ve Galatasaray'a özellikle Fenerbahçeli çalışan vermelerinin sebebini çözebiliyorum.
Geç de olsa Mehmet Ali Birand tepki göstermiş, umarım devamı gelir.
Real - Atletico
Madrid maçlarını sıklıkla izlemem ancak bir şey dikkatimi çekti;
Real Madrid gollerinde, rakip savunma hep hazırlıksız ve az adamla yakalanıyor. Barça maçlarında ceza sahasına otobüs park eden takımlar, Bernabeu'ye çıkınca daha açık oynuyorlar. Tekrar bakın gollere, özellikle Bernabeu'de çok gol atılan maçlara, ne demek istediğimi daha net anlayacaksınız.
Trabzonspor - Galatasaray
Hagi'nin yenilmemek üzerine kurduğu strateji, Şenol Güneş'in yenilmemek üzerine kurduğu stratejiyle çakışınca, Kadıköy'den çok daha kısır bir maç ile karşılaşıldı.
Başarıya giden yolun çok ön libero ile oynatmaktan geçtiğine inanan ülke futbolu medyasına, ön libero olmayan bir takımın lider olabileceğini gösterdiği için de teşekkür ediyorum Trabzonspor'a.
Kazanmak zorunda olan Galatasaray'ın Kadıköy'deki düşünceyi -Insua + Ufuk- bire bir uygulamaya çalışmasını maç başında çok yadırgadım.
Kadıköy'de ligden kopmamak için kaybetmememiz gerekiyordu, maç öncesi fark olur psikolojisi de bizi iyice bu oyna itmişti ve Hagi doğru olanı sergilemişti ancak Trabzon'da, Fenerbahçe maçını iyi etüd edebilecek Şenol Güneş'i de düşünüp baskın bir plan kurgulanabilirdi, Hagi malesef kendini aşamadı.
Uzun uzadıya maç analizine ihtiyaç yok, Kadıköy'ün karbon kopyası, tek farkla, Trabzonspor bize nerdeyse hiç açık bırakmadı ve oyuna hakim oldu ancak çok tehlikeli pozisyonlar da üretemedi.
Golde Servet'in hatasının yanı sıra, yalancı koşusuyla rakipten vücud çalımı yiyen, topa girmeyi düşünmeyen M Sarp'ın da katkısı vardı, es geçilmemesi gerekiyor. Hagi, 2 haftadır olduğu gibi Cana yerine onu değiştirse bu pozisyon gol olmayabilirdi ki ilk yarıda Cana her topa müdahale etmeyi başarmıştı. Hagi'nin E Çolak'ı rotasyona katmayı düşündüğü gibi, Cumhur vb. farklı ismi de denemesi gerekiyor, artık kaybedecek hiçbir şey yok çünkü.
Daha üçüncü maçı, karalar bağlamak yersiz, kendi kurmadığı -gerçi bu kadroyu Rijkaard'ın onayladığı da düpedüz yalandır- ve sezon başından itibaren çalıştırmadığı bir kadroyla yoluna devam edecek. Bu maç onun hanesine eksi olarak yazılmıştır ama istediklerinin sahaya yansıdığı bir yapıyı inşa etmesi için de daha çok erkendir.
Trabzonspor'a dair, 7 Ağustos yazısı;
http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/08/karadeniz-frtnas-bordo-mavi-trabzondan.html
Lider oldular, sonuna kadar hak ederek, helal olsun!
Newcastle United
FC Copenhagen'dan sonra şimdi de Newcastle United örneği.
Dünyanın en iyi takımı değiller, dünyanın en iyi oyuncularından da kurulmadılar ama Premier League puan tablosunda 5. sıradalar şu an.
Futbola dair yetenekler, özellikler nedir diye bir çırpıda saymaya kalksam;
Top kontrolü, top tekniği, pas, şut, top sürme, orta açma, kafa vurma, top kapmak, verkaç, hız, çabukluk, denge, dayanıklılık, uzar gider...
Bu türden özelliklerin tek bir oyuncuda toplandığı da olmuştur, çoğuna sahip oyunculardan kurulu takımlar da vardır, üst düzey. Newcastle United, bu özellikleri, ayrı ayrı ve farklı oyuncularda barındıran ve bu sayede bütünlük sağlayan bir takım olmuş, yani parçalar birbirini tamamlıyor ve takım denilen olguyu yaratıyor.
Carroll gibi hava toplarına hakim, her topa kafa vuran bir santrfor, hemen arkasında, yanında daha teknik, son vuruşları etkili Ameobi, kenarlarda sürat, teknik ve orta açma özellikleriyle onları besleyen Arjantili Gutierrez, ters kenarda içe de kat edebilen, top tekniği yüksek, tek pası iyi yapan Barton, orta sahada ileri geri top taşıyan, isabetli, diyagonal uzun toplar atan, çok sert şutlar çeken, Steven Gerrard'ın biraz daha az yeteneklisi, stil olarak kopyası kaptan Nolan, tüm bu oyuncuların arkasını süpüren, inanılmaz dinamik, sürekli top kapan, kısa driblinglerle savunmayı rahatlatan, az pas hatası yapan, çok çalışkan ve Arsenal maçının adamı Tiote.
Savunmada sert oynayan, markaj özelliği olan Coloccini, tipik Ada savunmacısı, hava toplarında etkili Williamson, İspanyol, top kontrolü olan, solak bir bek, Enrique, ters bek çevik, hamleli, hızlı Simpson.
Aynı türden, tarzdan iki oyuncuyu oynatmıyorlar, birinin özelliği, diğerinin açığını kapatıyor ve böylelikle iyi olan özellikler ön plana çıkıyor, zayıflıklar görünmüyor, güzel olan da bu.
Bir takımda olması gereken ne özellik, yetenek varsa, nerdeyse tamamını, az az, kısıtlı ve farklı oyuncularda da olsa sahaya yansıtıyorlar ve bu durum, takım olgusunu sunuyor bize.
Oyuncu seçimlerinde bu türden, birbirini özellik olarak tamamlayan isimlere de yönelmek gerek, mevcut oyuncuların yeteneklerini hesaba katıp.
Galatasaray Erkek Basketbol
Washington, Jasaitis, Wilkinson, Rancik yabancılarından Rochestie, Shipp, Shumpert, Andric, Rancik yabancılarına geçildi, yeniden yapılanma, yeni Teknik Heyet adı altında.
Can Akın, Evren Büker ciddi katkı veriyordu onlara. Birini zor da olsa tutmayı başardık, yanına da hem genç, hem de tecrübeli isimler eklendi, doğru stratejilerle, yabancı değişikliklerinin yanlış olmasının dışında.
Daha iyi bir takım olabildik mi peki? Şimdilik hayır.
Transfer Mevzusu
7 - 8 yurtdışında futbol eğitimi almış yerli oyuncu ile transfer çalışmalarına başlanmalıdır.
Ayrıca daha önce sözünü ettiğim Selçuk / Hamit / Nuri / Gökhan Inler'den en az biri orta sahaya, Eren Derdiyok / Volkan Şen / Sercan / Mevlüt'ten en az biri de hücum bölgesine düşünülebilir.
Yabancı için de ülke dışına çıkmaya gerek yok, Bayern Munich gibi ülke içi piyasadaki yabancılara yönelmek uyum sorununu ortadan kaldırır ve maliyeti azaltır en azından.
6 - Transfer Stratejisi & Yabancı Kontenjanı
FDD operasyonundan hareketle yepyeni bir strateji. Baros ve Kewell dışında -Cana & Lucas da kalabilir duruma göre- yabancıları da gönderip -para kazanarak- Türkiye'de oynayan ve başarılı olan ekonomik yabancılara yönelmek, Cernat, Emenike, Colman gibi. Yanlarına Selçuk / Hamit / Nuri / Gökhan Inler'den en az birini transfer edip orta bölgeyi, Eren Derdiyok / Volkan Şen / Sercan / Mevlüt'ten en az birini transfer edip hücum bölgesini yerli kontenjanından güçlendirmek ve kadroyu altyapıdan umut vaad eden takviyelerle derinleştirmek. Bu isimlerin yanına yurt dışında -özellikle Almanya- futbol eğitimi almış genç isimler katmak da gerekiyor.
Stekelenburg / Emirhan
Lucas / Serkan / Berk / Ahmet Kesim
Selçuk / Colman / Hamit / Cana / Musa / Cumhur
Arda / Kewell / Serdar Eylik / Cernat / Emre Çolak
Baros / Sercan / Emenike / M Batdal / Cem Sultan
2 yabancı hakkı daha var, box to box / geri dörtlü / hücum bölgesinin sağı gibi kullanma opsiyonları sağlanabilir. Savunmaya mutlaka yerli oyuncular da bulmak gerekecek, Ömer Toprak gibi.
İlla bu isimler olsun diye yazmadım, eksikler de var hatta onbir oluşturulduğunda, gözle görülür biçimde, iskelet buna benzer yapıda kurulmalı, dengeli, savaşan, lider yabancıların yanında burda başarılı olmuş yabancılar ve yurt dışından gelen yerliler.
Yabancı seviyesinin uluslararası olması konusunda benzer bir düşünceyi Kadın Basketbol için taşıyordum. Fowles, Augustus, Tamika gibi isimler gelmişse artık bu kulübe, Amerikan Ulusal Takımı dışında ya da All Star seçilemeyen bir isme yönelmenin yanlışlık olacağını savundum. Diğer yöntem seçildi, ligimizdeki yabancılara ya da WNBA'nin orta karar oyuncularına yöneldiler ve çok da başarılı olduğumuz söylenemez.
Yakın zamanda futbolda da bu eşik aşıldı, ismi ve kariyeri olan oyuncuların sayısının artmasıyla.
İroni bu ya, futbolda da bu yöntem başarıyı getirmedi. Elbet pek çok etmen var ama bu tercih de bunlardan biri.
Tekrar futbola dönecek olursam;
Türkiye Ligi'ndeki yabancılar, eskiden olduğu gibi Galatasaray'da oynayamayacak yetersizlikte değil artık. O devrin kapandığını düşünüyorum. Anadolu kulüpleri, yabancı sayısının ve gelirlerin artmasıyla çok iyi oyuncular getirebiliyorlar, yurt dışından 5 -10 milyon Euro civarı bir parayla riske girilmesindense, buraya da uyum sağlamış yabancılara -genç olurlarsa daha da iyi- bakmanın daha yararlı olacağına inanıyorum. Benimkisi daha çok şartlara göre oluşturulmuş bir strateji.
Galatasaray'ın Avrupa'daki imajı oturmuştur, bellidir ve Elano, Baros, Kewell, Misimovic gibi en üst seviyenin bir altı gruptan oyuncuları kapsar. Kulübün başarı ve süreklilik olarak bulunması gereken nokta da budur, en üst seviye takımların bir altı kategori, Lyon, Porto gibi. Yanlış anlaşılmasın, model amaçlı yazmadım bu kulüpleri.
Kewell için 2 yıldır + 2 diyorum.
En az biri kısmını özellikle kullandım, bazıları gerçekten imkansızlığa yaklaştı o yazıdan sonra, Nuri gibi. Hamit'i Bayern Munich'den koparmak kanımca zor değil, yaşı geçiyor, as oyuncu olamadı, yedek beklemekten mutlaka sıkılacaktır, yoğun baskı altında tutup, orada forma şansı bulamamasına vurgu yapmak gerekiyor kanımca. Gökhan Inler'in de piyasasının düşeceğini düşünüyorum İtalya Ligi'nin cazibesini yitirmesinden ötürü. Selçuk işi de iyice çıkmaza girdi, Trabzonspor başarılı olduğu sürece bırakmayacaktır.
Ne kadar gol vuruşu konusunda yetersiz olsa da Sercan'ı beğeniyorum, dribling özelliği olan yerli oyuncu bulmak çok zor, bence pahalıya kaçmamak şartıyla transferi düşünülmelidir.
Yurtdışındaki genç isimlere yönelmek şart ancak abartmamak gerekiyor, takım yaşının çok düşmesi de doğru değil, CM oynar gibi takımı 20 yaşında wonderkid oyunculardan kurmak başarı getirmez. İyi bir takım incelendiğinde yaş dağılımının da orantılı olduğu görülecektir. (Sallıyorum sayıları, 20 yaş altı 5, 20 - 25 yaş arası 7, 25 - 30 yaş arası 7, 30 yaş üstü 5 oyuncu gibi.)
21 yaş altına yönelmek başlangıç aşamasında bize çok sıkıntı verebilir, uyum konusunda, hele de sayı çok artarsa, makul olan 7 - 8'i geçmemesidir kanımca. Sadece genç oyunculara yönelmek yeterli olmaz, süreklilik ve başarı için.
Galatasaray'ın yabancı ve yerli oyuncu seviyesinin uluslararası düzey olması gerektiği şüphesiz, ülkelerinin takımında da oynayan, kaptanlık yapanlar bile tercih sebebi olabilir. Lider, kaybetmeyi sevmeyen, karakterli yabancılar takıma çok büyük hava katıyor, taraftar ve oyuncuların kendi arasında.
Emenike, Colman, Cernat yazmıştım bizim ligden, hiçbirine 2 milyon Euro'dan fazla verilmez. Türkiye'de bence herhangi bir oyuncuya -yerli, yabancı fark etmeksizin- belli bir tutar belirleyip fazlasını da ödememek gerekiyor. Belki gözden kaçtı, şuna dikkat çekmiştim, kadroyu kurarken bu isimleri takım iskeleti olarak düşünmedim, 6 + 2 + 2 kuralının etkisiyle, daha derin bir yapının parçaları olarak ortaya attım. Tüm takım kadrosunu sunma sebebim buydu.
Bizim ligin piyasasına yönelmemizin gerektiğini, çünkü gelen yabancı seviyesinin de artacağını düşünüyorum, gelişecek olan ülke futboluyla, bu bir öngörü, herhangi bir argümanı yok, Anadolu kulüplerinin stad ve sahalarının düzelmesi, gelirlerinin artması gibi küçük detaylar dışında. Gözümüzün önünde yetişecek, bilinen yabancılar varken, riske girmenin mantığını çözemiyorum. Pino'ya 3.5 milyon Euro vermektense, Emenike + Cernat transferi daha akılcı gözüküyor bana.
Bundan önce Anadolu'dan İstanbul'a gelen öyle ahım şahım bir isim hatırlamıyorum. Zaten yeni yeni olabilir diyorum çünkü onlar da iyi isimler getirmeye başladılar, eskiden yabancı kontenjanı 3 idi. Zec var ilk aklıma gelen, Makakula düşünülebilirdi opsiyon olarak, bunları gözden kaçırmamalıyız. Trabzonspor'da yönetici olsam, bu saatten sonra bizim lig dışından yabancı bile transfer etmem, onları başarıya en kolay götüren yol bence bu olur, keza yerlileri de topladılar sağdan soldan. Sen de belirtmiştin bu takım Ersun Yanal'ın diye, ben uzun zaman önce daha ileri gitmiştim, keşke Rijkaard'dan önce Ersun Yanal'ı getirseydik de, Rijkaard'a kadro mühendisliği yaptığı bir takım bıraksaydı şeklinde.
Lyon, Porto'nun neden model olamayacağına daha önce vurgu yapmıştım;
Uzun vadeli plan sadece isme -Hagi, Frank- ya da felsefeye -kaos, akıl- bağlı bir düşünce birlikteliği değildir. Önemli olan organizasyon kanımca ve organizasyonu belirleyen ve bize bağlı olmayan dış faktörler de var, ülke şartları gibi, eğitim, sosyal, kültürel ve ekonomi sebepler.
Misal, Avrupa'da sosyolojik olarak Türkiye'ye benzeyen ülkelerin takımlarından turnuvalarda süreklilik sağlayan var mı son yıllarda, Ukrayna geliyor sadece aklıma. Bükreş, Kızılyıldız, Yunan takımları ve biz çok gerilerde kalmışız, bize benzer ülkelere göre çok para harcıyoruz, Rusya büyük bir gelişme içersinde, ekonomik sebeplerden ötürü. Portekiz'den Porto bize nasıl veriler sağlar, ülke şartları benzer mi, Avrupa Birliği sorunsalı var misal. Barcelona'yı ya da Ada takımlarını model almak doğru plan değil, en azından denendi ve başarısızlık görüldü, şimdilik de olsa. Keza sınırsız yabancı alabilen ülkeler ya da Ajax, Lyon gibi farklı özellikleri olan takımlar da model sunulamaz Galatasaray için. Bize benzeyen ve süreklilik içeren bir modeli bulup, inceleyip, burada kopyalamak en doğru yöntem organizasyon anlamında. Bu ülkenin mühendisliği de böyle değil mi?
Sözün özü, bizde Ajax, FC Barcelona gibi altyapı modeli de, Lyon, Porto gibi transfer -al, faydalan, sat diyalektiği- modeli de tutmuyor. Çözüm bunun ikisini makul derecede harmanlayıp dengelemede. Yabancı sınırı ve yerli seviyesi sorunu var.
Akla gelen, doğru olarak, yurtdışındaki yerliler ve yabancı seçiminde daha ince eleyip sık dokumak. Yabancıların yaş dağılımını doğru hesaplayıp, üst düzey yabancılara, sakatlık, cezalı ve üç kulvar ortamında opsiyon olacak yurtiçi piyasasından yabancılar bulmak da şart kanımca. 2 - 3 yabancı sakatlanınca sahaya 7 - 8 yerli ile çıkıp takımın seviyesini çok aşağı çekiyoruz, Cernat, Emenike gibi isimler olsa, her türlü koşulda kopmalar yaşamayız ve sürekliliği sağlar, başarıya giden yolu da kısaltırız gibime geliyor.
2 milyon Euro'dan fazla verilmez diye belirtirken, ekonomik açmazın da değerlendirilmesi gerektiğini vurguluyorum. Yabancı sayısı arttıkça, futbol kültürü stad ve gelirlerle birlikte geliştikçe, Anadolu kulüplerinin transfere bakış açısı da değişecek kanımca, Bosman daha çok uygulanır olacak, transfer borsası daha bir hareketli olacak düşük maliyetlerle, hatta takaslarla, bunlar öngörü. Bugün bu isimler Colman, Emenike, Cernat olur, yarın başkaları, değerlerinin üstünde paralar harcamadan, göz önünde olan isimleri takımın parçası yapmak, dışardan maliyetsiz getirip riske girmeye göre daha rasyonel geliyor, diğer türlü sakatlıklar vs. olduğunda dımdızlak kalıyoruz.
Her yıl CL'ye katılma, sürekliliğin birinci aşamasıdır, başarı zamanla gelecektir zaten ki biz Avrupa'da başarı kültürü yaratmış bir kulübüz, birkaç yıl içinde ısınırız, öyle uzun yıllar beklemeye gerek olmaz, yeter ki doğru yapılanmayı kuralım şimdiden.
Aklıma gelmişken, bu yerli tercihlerinde pozisyon belirlenmesi yapılması da bir başka yöntem, özellikle iç piyasadan oyuncu bakarken, ilerleyen zamanlarda. Ülke futbolu, daha çok hangi pozisyonlarda iyi oyuncular üretiyor ve bunun sebepleri nelerdir, araştırılması gerekir.
Hızlı beklerimiz -Hakan Ünsal, Gökhan Gönül, Sabri Sarıoğlu- oldu, orta sahadan devşirme bekler -Ümit Davala ve Ergün- de bulundu. Her daim markaj özellikleri yüksek olan merkez savunmacı -Bülent Korkmaz, Alpay Özalan, Servet Çetin, Emre Aşık- çıkmıştır bu coğrafyadan, yanında hep aklını kullanan bir yabancı oynaması şartıyla. Kaleci yetişmez, savunmanın önünde oynayacak iyi oyuncular bulunmaz, 4 - 4 - 2'nin tipik kanat açıkları hiç olmamıştır, Hakan Şükür dışında gerçek bir santrfor daha görülmedi, onun yanında oynayabilecek orta saha özellikleri olan, forvet arkası diye tanımlanabilecek isimlerse yetişti, Necati Ateş gibi. Box to box denilen tarzda bir isim Emre Belözoğlu dışında sayılamadı. Örnekler çoğaltılabilir, orta sahada mücadeleci isimlerin çokluğu gibi.
Ülkede pek çok oyuncu, futbol eğitimi alırken, bu pozisyon hususunda arada derede kalıyor, kendini konumlandıramıyor.
Demem o dur ki, bu coğrafyada hangi pozisyonlar için daha çok oyuncu yetişiyorsa orayı yabancı kontenjanıyla doldurmak da sorunlar doğuruyor, diğer pozisyonlarda vasat kalınıyor haliyle. Beklerin yabancı olması çok makul değil bu sebeple, daha öncelikli pozisyonlar var kanımca. Ben yine bir tesbiti kısaca dile getirmiş olayım, daha derin incelenmesi gereken bir konudur bu yoksa yanıldığım kısımlar da bulunacaktır.
Galatasaray Kadın Basketbolu
Eski yazılardan alıntı yapmayı sevmiyorum, aynı sayfada, kısa aralıklarla yineliyorum bu eylemi, hoş durmuyor. Tekrar etmemek adına sadece linki asayım, 20 Haziran tarihli, çok uzak değil;
http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/06/bayan-basket-gelismeleri.html
Önceleri maçlara da giden ve analizler yapan biriydim Kadın Basketbol hakkında ama artık sadece genel çerçeveyi çizebilirim ya da maç maç bireysel performanslara bakabilirim. Bunlar da ortalama, genel bir strateji düşüncesiydi transfer hususunda.
Bizim spora bakış açımızda en bariz hatamız, uyum ve başarı yakaladığımız takımı, daha iyisini yaparız diye yeni transferlerle bozuyoruz, Erkek, Kadın Basketbol ve Futbol'da da bu şekilde davranılıyor. Uyum sağlamış, katkı yapmış, oturmuş yabancılardan vazgeçilip, her sene sil baştan takımlar yaratmakta üstümüze yok. Sporun mantığı bu belki de, insanlar yeni yüzler görmek istiyor. Halbuki başarı, mevcut oturmuş, iyi kadroyu, eksiksiz olarak tutup açıkları kapatmaktan geçiyor her defasında.
Erkek Takımı'ndan güncel örnek vereyim;
Sıradan olan Alman Ligi'nden Amerikalı guard transfer etmeyi doğru bulmuyorum, hele de mevcut kadroda, performans göstermiş Washington dururken diye bir yorum yapmıştım Rochestie transferinden sonra. Genç oyuncuların katılımıyla bir hava yakalanmıştı, çok vurgu yapmak istemedim bu konuya, sadece bir defa değindim sanırım, üzerinde durmadım, lig başlayınca bir baktım herkes Rochestie konuşuyor ama iş işten geçti artık eleştiride bulunmak adına.
Hagi'den Sonra
Bizim oyun merkezini öne almayı sağlayan, baskıya dayalı oyundan eski usül de olsa vazgeçmememiz gerekiyor. Ancak bunun yanına yeniyi, modern olanı katmadıkça, özellikle Avrupa Kupaları'nda artık süreklilik yakalama şansımız yok. (Futbol değişiyor her 10 yılda bir, taktik varyantlar çok çabuk gelişiyor, sistem zayıflıkları anında çözülüyor.) Kalli'nin Leverkusen, Korkmaz'ın Hamburg dersi en yakın ve acı olanlardı. Kontra olarak Skibbe'nin Benfica, Hertha Berlin örnekleri de verilebilir.
Hagi'nin futbolculuğuna bakınca aklın, yeteneğin ve mücadelenin yan yana olduğu görülebilir. Umutlanmamız gereken ilk kısım burası, eski ve yeninin harmanını ancak onun futbol karakteri gerçekleştirebilir. Üstelik ilk Teknik Adamlık döneminde Lucescu'nun izlerini sunan, kontrol oynunu da çözmüş, taktik disiplin seven biri olmasının sağlayacağı katkılar da var, ikinci kısım da bence bu.
19 Kasım 2010
A. Eren Loğoğlu