31 Ekim 2008

Bandırma'da Basketbol Dersi



Seyir zevki yüksek, kimi zaman sert kimi zaman stratejik ve kaliteli bir basketbol izledim, sonunda kazanan olmak bunlardan da önemliydi tabi ki takımlardan biri Galatasaray olunca. Futbol takımının aksine basketbol takımı geleceğe yönelik çok güzel izlenimler sunan oyunlar sergiliyor üst üste.

Kısa kısa oyuncu performanslarından ve bazı anlardan bahsedeyim.

2. periyotta kısa oyuncularımız 2 fast break'te 3'e 1 pozisyonlarda son pası yanlış adama verdiler, bir tanesinde de Zizic hücum faul yaptı sanırım trailer olarak gelmesine rağmen. Bu ve benzer bir kötü fast break hücumundan sonra Milojevic kazandığı bir savunma ribaundunun ardından tüm yarı sahayı geçti ve rakibin önüne geldiği anda sağına pasını vererek 2'ye 1'in sayı olarak değerlendirilmesini sağladı. Ders gibiydi kısa oyuncularımıza. Dejan oyun zekası çok yüksek bir oyuncu, Gurovic'e sol dipte hazırladığı bir 3'lük pozisyonu vardı yine. Teke tek oynadığı hücumlarda rakibin zayıf tarafından dönmesi, power forward için kısa olan boyuna rağmen yaptığı ribaundlarla, fast break'lere olan katılımlarıyla basketboldan ne kadar iyi anladığını gösteriyor. Tam bir saha içi koçu. Bu yıl Galatasaray'ın en büyük şansı Dejan Milojevic'in sahada olduğu anlar olacaktır.

Şundan da bahsetmek gerekiyor, TBL takımları kadrosunda 5 sahada ise 3 yabancı bulundurabiliyor. 2. periyotta bir ara kim giriyor kim çıkıyor anlaşılmaz bir hal aldı. NBA rotasyonundan farksızdı ama Murat Hoca'nın bu hamlesini de biraz abartılı buldum, her ne kadar zorunluluktan yapsa da. Bazı oyuncular 1 dk. yan yana oynadıktan sonra tekrar kenara geldi, 1 dk. sonra tekrar başka oyuncular girdi. Bu duruma biraz daha düzenleme gerekiyor. Banvit maçındaki taktiksel artılarımızdan biri 3. ve 4. periyodda Strickland'ı bu rotasyona sokmamak oldu. Bu sayede Graves, Zizic, Gurovic ve Dejan'dan büyük katkılar sağladık. Strickland'ın bu oyunculardan birinin sürelerinden çalması Galatasaray'ın zararına olurdu.

4. çeyrekte 62-76 öne geçmemizdeki en büyük pay oyun kurucu Cüneyt Erden'indi. Üst üste 2 uzun fast break pasıyla takımı çok iyi yönetmeye başlamıştı. Şut tercihleri konusunda da fena değildi. Ancak fark 14 olunca Coach'un doğal olarak oyunu yavaşlatalım isteğiyle organizasyon konusunda sıkıntı çekti Cüneyt. 24 saniye hücum süresinin en az 14 saniyesini kullanmak istiyordu Coach Özyer. Cüneyt ise 10 saniye içerisinde acele ve sayı olmayan 3'lük denemelerine girdi. Takım bir anda çözüldü, savunmada da drive'lara engel olamadık ve fark 1'e kadar düştü. Farkın açılmasının da azalmasının da sorumlusu Cüneyt Erden'di. Basketbolun kısaların oyunu olduğu ve guard'ın kadar konuşursun klişelerinin anlatımı gibiydi Cüneyt'in performansı. En büyük kadro sorunumuz da burada ortaya çıkıyor. Cüneyt'in dinlenmesini sağlayacak bir oyuncumuz malesef yok, Strickland hem yabancı rotasyonu hem de oyunculuk niteliği olarak yeterli gözükmüyor. Murat Kaya geldiğinde bu görevi üstlenecektir. Tufan Ersöz'ün de iyileşmesiyle kısa Türk rotasyonu tamamen aktif hale gelebilir ki buna çok ihtiyacımız var.

Hüseyin'in son tipi maçı kazandıran basketti, bu tür faydalarını çok göreceğiz sanırım sezon içerisinde çok süre almasa da, bir de bloğu vardı sayı kazandıktan sonraki Banvit hücumunda. Pota altı rotasyonumuz muazzam, Zizic'in özellikle hücumda çok silahı var, dış şutlar, pivot oyunları, pick'n roll sonrası devrilip pası alma kısaca ikili oyunları da çok iyi, savunması da hücumu kadar olmasa da iyi, ribaundlar konusunda başarılıydı her ne kadar caydırıcı bir center olmasa da. Cemal Nalga'nın savunmada kendisinden istenenleri yapması, size olarak rakip pota altı oyuncularıyla boğuşması Özyer için yeterli olacaktır bu sezon.

Erdem Türetken bu sezonun en önemli parçalarından. Rakip takımın oyun kurucusundan 4 numarasına kadar herkesi savunabiliyor, 2 ya da 3 hücum sayı ya da asistle bitirdiği mismatch'leri çok başarılıydı. Dış şutlarını da soktuğu gün çok önemli bir oyuncu haline gelecektir.

Son olarak Gurovic ve Graves'e değinelim. Çok özel iki oyuncu. Gurovic 3 numaraya göre uzun olan boyunun da etkisiyle birkaç defa el üstü şutlar denedi ve başarısız oldu, bunu asgariye indirip set hücumunda boş üçlükleri sayı yapsa daha çok katkı sağlayacak. Çok skorer bir oyuncu, elinin sıcak olduğu günler 25-30 civarı sayı atabilecek bir potansiyeli var. Graves de Zizic gibi hücumda çok yönlü ve bu takıma çok katkı sağlıyor. Bazı takımların özellikle penetresi olan kısaları durduramadığını ve böyle çok maçlar kaybettiğini basketbolu yakından takip eden pek çok kişi anımsar. Efes'in Zalgiris'e Tynus Edney yüzünden yenilişi ya da LA Lakers'in Iverson'ın, Parker'ın penetrelerini kendi guardlarının daha hızlı olamayışından dolayı durduramaları gibi. Graves bizim takıma böyle bir avantaj sağlıyor, potaya yüklenişi hem akıllıca hem de güçlü bitirebiliyor. Bunun yanında bir de şut silahı var. 4 ya da 5 numaranın screen'inden çıkınca 2 farklı silahı olduğu için de penetresini durdurmakta rakip takımlar zorlanıyor.

3 Yugoslav ekolünden oyuncusu olan bir takımın saha içinde pek çok şeyi doğru yapması kolaylaşıyor. Murat Özyer de bu sene set hücumları konusunda çok daha başarılı. Geçtiğimiz yıl oyuncu yapısı gereği fast break organizasyonu vardı ama daha iyi bir takım olacaksak -Phoenix Suns'ın ya da diğer bir deyişle Run'n Gun basketbolunun şampiyon olamaması- set hücumlarına ve savunmaya daha çok önem vermeliydik, öyle de oldu. Bu dönüşümden dolayı hocayı tebrik etmek gerekiyor, yanlışı görerek doğru bir organizasyon içine girmişiz, tecrübelendikçe 4. periyodları daha da iyi yöneteceğini umuyorum.

31 Ekim 2008

A. Eren Loğoğlu

30 Ekim 2008

Yağmur

I

Uykusuz, kaçak geceleri
Ve güneşli gündüzleri bitiren ıslaklık
Bulutlardan yüreğime düşen aklık

Damla şekline bürünüp beynime sızdın
Karanlık ve hüzün
Güzelliğindeydi yüzün

Issızdın

Sahi yüzün
Çarpıcı, sarsıcı
Mavi okyanuslar taşıyan gözlerinle

Koşa koşa
Eylül'lerden geçerek geldin yanıma.

Yorgundun
Son durağın yolcusu gibi

Üşüyordun, sarıldım.

II

Uykusuzluğum benim
Yağmurum

'Sana yağmur diyorum ıslaklığım bundan' (*)

Bundan ve aşktan sırılsıklam

Deli dolu
Ulu orta, yalansız
Bilinci açık bir iyileşme süreci

Biz

Masum ve samimi bir giz
Buğulu, sisli bir mavilik
Denizler büyüyor gözlerinle

Yağmurum

Sar yaralarımı
Tarihe karşı sorumlu ve duyarlı sözlerinle

Saramago okuyalım, Neruda şiirleri

Çocuklar kadar heyecanlı, titrek sesler duyulsun

Sesimiz
Soluksuz ve isyan ateşi gibi yakıcı olsun.

(*) Yılmaz Odabaşı'nın 'Sana Yağmur Diyorum' şiirinden

30 Ekim 2008

A. Eren Loğoğlu

29 Ekim 2008

Uykusuz Geceler, NBA



Normal sezonun en çok galibiyet alan takımı muhtemelen Los Angeles Lakers olacaktır. Gasol-Odom-Bynum üçlüsünü aynı anda sahada bulundurmayıp, Kobe'nin kenarda oturduğu zamanlarda da skor üstünlüğünü sağlayacaklardır. Odom ilk 5 başlamazsa sezonun en iyi 6. adamı olabilir, Bynum da en çok gelişme gösteren oyuncu. Lakers'ın Play Off'larda ne yapacağını, Batı Savaşı'nı kazanarak Doğu Şampiyonu'na karşı bir üstünlük sağlayıp sağlamayacağını zaman gösterecek, bunu konuşmak için Doğu Basketbolu'nun geçen sezon kaldığı yerden devam edip etmeyeceğini görmemiz gerekiyor.

Batı'da gelişimini devam ettirmesi beklenen takım New Orleans Hornets. Batı'yı 2. bitirerek muhtemel bir Konferans Finali de yapabilirler. CP3, Mo, West, Stojakovic, Chandler yapısına 2 yüzüğü bulunan James Posey'i eklediler özellikle Play Off'larda önemli bir katkı alacaklardır Posey'den. West geçtiğimiz sezon gösterdiği performansı yakalarsa kanımca Lakers'tan bir adım öndeler Konferans Şampiyonluğu için.

Rick Carlislie'lı yeni Dallas Mavericks, San Antonio Spurs hanedanlığı, Jerry Sloan felsefesiyle Utah Jazz, sakatlıklardan kurtulamayan Ron Artest'li Houston Rockets, 3 - 6. sıralar için yarışacaklardır. Phoenix Suns ve Steve Nash'in düşüşe geçerek 7.liğe kadar gerileyeceğini düşünüyorum. Shaq kumarını, The Matrix'i ve Mike Di Antoni'yi kaybettiler, bu sene onlar için çok zor olacak. Bu takımların arasından sıyrılan olursa eğer Dallas'ın Batı'yı 2. bitirebileceğini, oyuncuların sağlık durumuna göre de Houston 4 - 7.lik arasında gel-gitler yaşayabileceğini söyleyebilirim.

8. sıra için adayım Portland Trail Blazers. Greg Oden'a kavuştular. Bu sene özellikle Rudy Fernandez'i takip edeceğim. Avrupa basketbolunda en beğendiğim isimlerden biriydi, kariyer yolunun Jose Calderon, Juan Carlos Navarro gibi İspanyol oyunculardan farklı olacağını ve bu yıl olmasa bile All Star seviyesine yükselebileceğini düşünüyorum. NBA'in bir başka İspanyol Ricky Rubio'u da beklediğini hatırlatalım.

Gelelim Doğu'ya.

Josep Guardiola'nın FC Barcelona'ya yaptığı etkiye benzer bir etki de Michael Curry'den bekliyorum. Pep'in futbolculuğu kadar değerli bir basketbolcu olmadı Curry, çok uzun süreler almadı ama onun karakterinden, oyun zekasından, saha içi ve dışındaki liderliğinden sürekli bahsedildi. Sanders'tan yani daha çok hücum daha yumuşak savunma anlayışından kurtulacak olan Detroit Pistons'ın hem yaşlanan hem de gençleşen kadrosunun değişime girmeden önceki son kozlarını oynadığını da göz önüne alırsak Doğu Şampiyonu olabileceklerini söyleyebilirim. Kenardaki genç oyuncuların bir yıl daha tecrübe kazanmış olmalarının katkısını hem normal sezonda hem de Play Off'larda göreceklerini düşünüyorum.

Şampiyon Boston Celtics'in Posey kaybı normal sezondan çok Play Off'ları etkileyecektir. Yüzüğe kavuşan oyuncularda şampiyonluğu koruma adına bir motivasyon da, şampiyonluk kazanmış olmaktan dolayı bir motivasyon kaybı da olabilir, bunun Celtics'in durumunda çok belirleyici olacağını düşünüyorum. Burada görev Garnett ve Pierce gibi olağanüstü lider iki oyuncuya düşüyor, başarıyla yerine getireceklerdir. Pistons'ın daha önceki yıllarda çektiği bench sıkıntısını kanımca bu sezon Celtics'te göreceğiz ve bu durum şampiyonluğu kaybetmelerine sebep olabilir.

3.lükten 5.liğe doğru sırasıyla Cleveland Cavaliers, Orlando Magic, Toronto Raptors tahmini yapabilirim. Sixers ve sağlıklı bir Wizards süpriz yaparak bu grubun arasına 5. sıradan girebilirler.

8. sıra için adayım Charlotte Bobcats. Tek sebebiyse Larry Brown. En büyük rakipleriyse Miami Heat olabilir. Wizards'ın bir düşüş yaşama ihtimali dahilinde, Flash'ın bu yıl tekrardan bir patlamayla bireysel performans açısından zirve yapması, Beasley'den de en yüksek verimi almaları durumunda Play Off'lara kalabilirler. Wade'in olağanüstü bir sezon geçireceğini Olimpiyat'larda gördük aslında.

Şimdilik kısa da olsa tahminler böyle. Ön bilgilerle takımları, oyuncuları izlemeden yapılan tahminlerin geçerliliğine pek inanmam. Takımları izledikten sonra çok daha sağlıklı tahminler yürütebiliriz. Elimizde gözleme dayalı veriler olacağından teknik analiz yapma şansımız da kolaylaşır böylelikle.

Güzel bir NBA sezonu olsun, Batı Konferansı'nın Play Off heyecanı geçtiğimiz sezondan da yüksek olsun, Kobe artık Play Off'larda da bir şeyler yapsın, 50+ sayı üretsin 30+ ortalamayla oynasın, Finals MVP olsun, bunlar olmazsa Shaq Kobe için eski günlerdeki gibi diss atsın, Wade normal sezonun en çok sayı kaydeden oyuncusu olsun, Detroit Pistons yeniden Bad Boys olsun, Big Ben geri dönsün, şampiyonluk kazansın, CP3 Play Off'larda kaldığı yerden devam etsin, Doğu-Batı maçını Doğu kazansın, King James Sezon MVP'si olsun, MJ'in ruhu Chicago'ya dönsün, kazanmayı daha çok istesinler, yarışmacı olsunlar, Portland Jail Blazers Play Off yapsın, heyecan, adrenalin Nadal-Federer 2008 Wimbledon Finali'nden daha çok olsun, Jack Nicholson'a teknik faul çalınabilsin, Rihanna maçlara gelsin, Amerikan Milli Marşını okumasa da olur, Tom Brady, Gisele'i maçlara getirmekten vazgeçsin, Victoria's Secret Fashion Show'da Heidi Klum & Seal çiftinden rol çalsınlar biraz, Adriana Lima da Marko Jaric'in maçlarında yer almasın, oyuna konsantrasyon gösterelim, Larry Brown yine yeni yeniden yılın coach'u olsun, Madison Square Garden'da sadece konser verilsin, Tony Parker Emmy, Academy gibi ödül törenlerine Eva Longaria kontenjanından katılmasın, yapımcılığa soyunsun, Murat Kosova ve Kaan Kural daha uzun süreli bir NBA Stüdyo hazırlasınlar.

Pazar günleri hafta içi oynanan maçlardan en iyi 10'unun 30'ar dakikalık özeti olacakmış NBA TV'de, Pazar günü Premier League, La Liga, Serie A, Turkcell Süper Lig, TBL, TBBL rotasyonuna nasıl eklenecek bu süre, merak ediyorum.

İyi seyirler, uykusuz -kingodisco'lu- geceler başlasın.

29 Ekim 2008

A. Eren Loğoğlu

28 Ekim 2008

Benzerlik ve Geleceğin Aynası



Skibbe'nin Galatasaray'ı oyun anlayışı yönüyle Zico'nun Fenerbahçe'siyle ciddi benzerlikler taşıyor.

Öncelikle 4-2-3-1.

------------Volkan-----------------
Gökhan---Edu------Lugano---R Carlos
--------Maldonado--Aurelio---------
Deivid--------Alex-----------Uğur B
-------------Semih-----------------

Maldonado'nun yerine Selçuk, Uğur Boral'ın yerine Colin Kazım, Semih'in yerine Kezman, R Carlos'un yerine Wederson oynadı zaman zaman.

Geçtiğimiz sezon Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi gruplarında 2. olmasına rağmen iyi oynamadığı ve daha ileriye gidemeyeceği düşüncesindeydim. Stratejik oynuyorlardı, duran topları iyi kullanıyorlardı ve Deivid kariyerinin en iyi oyunlarını çıkarıyordu sonuca etki olarak. Spor kamuoyundaki genel kanı Fenerbahçe'nin çok iyi oynadığı şeklindeyken, hakları teslim eden ancak söylenilen kadar da iyi olmadığına kanaat getirilen bir Fenerbahçe vardı. Sürekli duran toplardan gol bulmaları, Alex'in varlığına bağlı olan oyun yapıları, durağan, bireysel yeteneklerle sınırlı bir hücum anlayışı, bütün orta sahayı toparlayan bir Aurelio, fantastik Deivid, rakibe basmayan, mücadele etmeyen, rakibin topla oynamasına daha çok izin veren ve özellikle Aurelio'yla kazanılan topları Alex'e aktararak hücum akışkanlığını sağlayan, lig şampiyonluğunu kaybetme sürecinde taraftarı, camiası tarafından bu stratejik ama mücadeleden kaçan oyun anlayışı sebebiyle ruhsuz olarak adlandırılan bir takımdı Fenerbahçe. Bu eleştirilerin tamamı medyada yapıldı ve haklılık payı çok fazlaydı. Bunun yanında bu oyun anlayışının karşıtı bir görüntüsü vardı Galatasaray'ın. Şampiyonluk maçında ezeli rakibinin 85. dakikada pes etmesini sağlayacak kadar da baskındı bu hali veya 1-0 geriye düştüğü maçı 2-1'e, 2-2 olan maçı 3-2'ye, 3-3 olan maçı 5-3'e getirecek kadar mücadeleci, topa hakim, rakip sahada oynayan, yılmayan, bunaltan bir Galatasaray’dı. 11 Çılgın Türk kadrolarıyla, Lincoln'süz kurgulanan bir yapıydı bu.

Galatasaray'ın geçtiğimiz sezonki yapısının zaafları da vardı elbette. 5-1'lik Leverkusen maçı bunu gün yüzüne çıkarmıştı. Kaleci sorunsalı, tecrübesizlik, yaratıcı oyuncu eksikliği, sağ bek sorunsalı gibi. Bu sorunlardan en iyi yararlanan hoca, Skibbe göreve getirildi bu sezon. Oysa kaçırılan bir nokta vardı. Aynı oyun anlayışı ve dizilişle oynayan Fenerbahçe'ye karşı 4 maçta 2 galibiyet 1 beraberlik ve 1 mağlubiyet alınmıştı. Keza Leverkusen ilk maçının ilk yarısı muazzam bir oyun oynanmış, rakip sahasından çıkamamıştı. Bu bir paradoks anlamına geliyordu. Fenerbahçe'nin Galatasaray maçlarındaki zaafı özellikle son maçta mücadele gücünü kaybetmesi ve Galatasaray'ın akıl almaz baskısı karşısında yılmasıydı. Diğer derbilerde yenilmeyen ve Şampiyonlar Ligi'nde önemli maçlar kazanan, kötü ama stratejik oynayan bireysel yeteneklere dayalı bir Fenerbahçe vardı Galatasaray'ın karşısında. Leverkusen'in farkı bireysel yetenekleri sınırlı da olsa mücadele gücünün daha yüksek olmasıydı bu da zaaflardan yararlanılmasıyla birlikte skora yansıyacaktı.

Zico'nun geçen yıl ve bu yıl da Skibbe'nin uyguladığı stratejik 4-2-3-1'in en önemli yansıması büyük ve küçük maçlar şeklinde oluyor. Temel benzerliklerden biri bu. Bunun sebebinin sadece oyuncu konsantrasyonu olduğunu söyleyemeyiz. Geçtiğimiz sezonun Fenerbahçe'si ve bu sezonun Galatasaray'ı, rakibe oynama şansı veriyor, kendi yarı alanında alan savunması yapıyor -Chelsea ilk maç ilk yarı, Fenerbahçe'yle alay edildiğini düşünüyordum- rakibi bozma ihtiyacı hissetmiyor, mücadele gücü zayıf bireysel yetenekler ön plana çıkıyordu. Büyük addedilen maçlarda daha çok yardımlaşan, mücadeleyi biraz daha artıran oyuncular oyun anlayışı içerisinde bir farklılık yaratıyorlar ve bu sonuca etki ediyordu ancak tam tersine küçük addedilen maçlarda bireysel yeteneklerin oyunu çözmesi bekleniyor, mücadeleden kaçılıyor ve sonuç hüsran oluyordu. Senaryo aynı sadece oyuncular farklı, onlar da görev yönüyle benziyorlar. James Bond karakterinin Pierce Brosnan, Roger Moore, Sean Connery tarafından oynanması gibi bir şey bu.

Geçtiğimiz sezonun Fenerbahçe'si ve bu sezonun Galatasaray'ını bir de oyuncular açısından karşılaştıralım. Oyun anlayışından sonra oyuncular konusunda da o kadar çok benzerlik var ki, yazarken bile şaşırıyorum.

Sağ bekler Sabri ve Gökhan G. Görevleri aynı oyun anlayışı gereği. Her iki oyuncunun da kademesi zayıf, hızlılar ve dripling yapabiliyorlar. Ortaları zayıf, bu sebeple Gökhan daha çok pası tercih ederek oyun akışkanlığı sağlarken, Sabri ceza sahasına orta yapmak konusunda ısrarcı ve hücumu zayıflatıyor.

Savunmanın ortası Servet ve Edu. Avrupa maçları göz önüne alındığında her ikisinin de performansı birbirine yakın. Ancak Türkiye Ligi'nde yanında oynayan Emre G, önünde oynayan Mehmet Topal, Barış ve Ayhan'ın da etkisiyle Servet Çetin sezonun tartışmasız en başarılı savunma oyuncusuydu.

Orta sahanın ortasında Ayhan ve Aurelio. Lincoln'ün ve Alex'in arkasını toplamakla görevli iki oyuncu. Aurelio'nun bu işi daha iyi yaptığı bir gerçek, geçen sezon kazanılan Avrupa başarısında da bu sezon hüsrana uğranılan Avrupa maçlarında da onun varlığı ve yokluğunun büyük payı var. Ayhan'ın veya bu toparlama, top kazanma ve savunmanın önünü kapama görevini üstlenecek oyuncunun -M Topal'ın- performansı bu yıl Galatasaray'ın Avrupa'da ne kadar ilerleyeceğinin de göstergesi olacak.

3'lünün ortası Lincoln ve Alex. Hocalarının onlara verdikleri görevler, oyuna olan etki ve etkisizlikleri o kadar çok benziyor ki. Yıllardır Alex'in Fenerbahçe'nin hem kurtarıcısı hem de kanayan yarası olduğu söylendi. Her ikisinde de haklılık payı var. Kurgulanan sistemin en önemli oyuncusu 3'lünün ortası çünkü. Hücumda bütün organizasyon onun ayaklarında. Sağ, sol ve ileriye dikine oyun onun zihninden gelişiyor. Alex'in fiziksel yeterliliği Lincoln'den daha iyi ama onun da düşüş yaşadığı dönemler oluyor. İlginç bir benzerlik de istatistikler. Alex'in abartılan asist sayılarına şimdilerde Lincoln erişmiş durumda. Her iki oyuncu da bütün duran topları kullanıyor ve bu istatistiğe yansıyor. Alex'in ceza sahası içerisinden gol yapmak konusunda daha uzman olduğunu da söyleyelim. Lincoln Alex'ten daha mücadeleci ama takım savunmasına katkısı yine de çok az. Alex iyi bir profesyonel, Lincoln'de ise ciddiyet sorunu var. Lincoln topla oynamayı biraz daha çok seviyor, Alex tek top uğraşında ve top sürme anında savunmanın arkasına hızlı paslar çıkarabiliyor. Alex ve Lincoln'ün görevleri hemen hemen aynı.

3'lünü sağı ya da solu. Arda ve Colin Kazım, Kewell ve Deivid. Sırtı dönük top alma, saklama, birkaç çalım girişimi, kanat varyasyonlarına katkı. Arda'nın Colin'e göre bireysel oyun zekası ve yeteneği farklılığı yaratan nokta. Arda ayrıca lider bir oyuncu, bu sebeple daha farklı görevler de üstleniyor ama temelde yaptıkları görevler benzer. Fantastik iki oyuncu Kewell ve Deivid, bir uzaktan şut, bir kafa vuruşu, bir vole ile skoru değiştiren yetenekler.

3'lünün önünde Kezman ve Baros. Yapmaları istenen görev aynı. Rakip savunmayla boğuşmak, rakip savunmanın arkasına koşular yapmak, arkasındaki 3'lüye gol yolları açmak, duvar pasına duvar olmak, zaman zaman kaleyi yoklamak ve son vuruşlarda başarılı olmak. Baros daha hızlı, daha kuvvetli, Kezman'ın son vuruşları daha teknik ama özünde ve görev olarak aynı.

4-2-3-1 çerçevesinde oyuncu profillerinin bile benzediği iki takım görüntüsü var ortada. Garip, ilginç, çarpıcı bir şey bu. Geçtiğimiz yıl Fenerbahçe'den kötü futbol oynuyor, bir yapı, sistem oluşturamadı sadece stratejik ve bireysel yeteneklere dayalı oynuyorlar ve bir yerde takılacaklar şeklinde bahsediyordum, çok sürmedi oyun anlayışı önce 27 Nisan sonra da 22 Ekim gecesi çöküntüye uğradı.

Aynı sorunla Galatasaray da karşı karşıya. Aurelio görevi üstlenecek oyuncunun performansının çok üst düzey olması gerekliliği bir yana, Lincoln'ün Alex etkisini skora yansıma anlamında devam ettirmesi, Kewell'ın Deivid katkısına devam etmesi, Baros'un Semih görevinin daha çok üstlenmesi sonucu büyük maçların arenası Avrupa'da Olympiacos maçı gibi iyi dönemsel oyunlar gördüğümüz bir sezon yaşamamız olası. Bursaspor, Eskişehirspor gibi maçlarda da puan kayıpları yaşamamız normal bu oyun anlayışına göre. Özlenen, beklenen, şampiyonluklara 4-5 yıl ambargo koyacak, Avrupa Kupaları'nda da iyi bir seviyeye gelecek yapı bu mu peki? Sanmıyorum. Fenerbahçe'nin şu anki hali de bunu anlatıyor gibi. Bu oyun dizilişinden daha çok 4-2-3-1'in sunduğu oyun anlayışıyla ilgili. Bunda teknik adamların oyuna nasıl baktığının da önemi var.

27 Ekim 2008

A. Eren Loğoğlu

Kaybedilen Yapı ve Özgüven



Pek çok spor yazarının, kamuoyunun kabul ettiği, oyunun ve sonuçların gösterdiği üzere kötü bir performans sergileyen Fenerbahçe'nin sadece 2 puan önünde, sezon başından beri sürekli iyiye gittiği forumun geneli, spor yazarları ve kamuoyunun ortak görüşte birleştiği Galatasaray. Yani tarihinin en kötü sezonunu geçiren Fenerbahçe 2 hafta sonra Galatasaray'ı yenerse -derbilerde evsahibi takımın kazanması olası sonuç- rakibinin 1 puan önüne geçmiş olacak 10 hafta sonunda. Sezon başından beri Galatasaray'ın oynadığı futbolun doğru gözlem fakat yanlış analizler sonucu geldiği nokta malesef budur. Takımın sadece 2 maçın -Kayseri, Olympiacos- 45'er dakikasında başarılı işler yapabildiğini, bunun dışındaki maçlarda çok ciddi sıkıntılar içerisinde olduğunu, bunun yanında bireysel yeteneklerin etkisiyle var olan geleceğe yönelik umutlu olmak dışında da ışık vermediğini görebilmek için bu sonuca ihtiyaç olmamalıydı. Deplasmanda oynanılan 6 maçta 2 galibiyet 1 beraberlik ve 3 yenilgi aldık. Skibbe'nin takımın çabuk savunmaya geçerek uygulamasını istediği alan savunması konusunda çok başarısız olduğumuz görülüyor. Takımın ısrarla top kazanması gerekiyor iken topun gerisine geçerek yarı sahamızda alan tutuyor ve oyun kontrolünü de rakibe veriyoruz, daha önceki maçlarda olduğu gibi. 2 maçtır savunmanın önünde oynayan ve başarılı işler yapan Meira'nın bu bölgede oynamasının artıları kadar eksileri de olduğunu daha önceki maçlarda belirtmiştim. Savunmadan yaptığı çıkışlar gibi geniş alanlar bulamaması, geniş bir görüş açısı olmayan bir bölgede sıkışması sonucu top kayıpları yapıyor. Oyunun savunma yönünde alan olarak iyi yer tutmasına rağmen top çalma konusunda pek etkili değil ve bu sebeple de o bölgede Ayhan'ın yoğun çabası dışında top kazanma şansı olmuyor takımın.

Geçtiğimiz yıl kazanılan taktiksel ve fiziksel başarıyı hiç yaşanılmamış gibi kabul ederek yepyeni bir felsefe oturtmanın sancılarını daha çok çekeceğiz. Kaldı ki Skibbe eğer oyun anlayışını takıma oturtamazsa -bunun olma olasığı olduğu gibi olmama riski de var- geçtiğimiz yıldan kalan yapıyı da, bir sezonu da, büyük bir fırsatı da kaybetmiş olacağız.

Mehmet Topal ve Barış'ın iyileşmesi, iyileştikten sonra da ilk 11'de oynatılması -bu kısım sürekli atlanıyor Skibbe bu oyuncuları yedek bırakarak Ayhan'ı tek ön libero ya da Meira ile oynattı zaman zaman- acil çözüm paketinin ilk evresi gibi duruyor. Sakatlıklardan yana şanssızlığımızı atabilirsek üstümüzden, oyun anlayışı olarak rakip sahada oynayan, rakibe basan, rakip savunmanın önündeki alanda veya rakip savunma ile orta çizgi arasında kalan alanda mutlaka top kazanarak tekrar atak olgunlaştırabilen, topa daha çok sahip olan, rakip ataklarda alan savunması amacıyla kendi sahasına yerleşmek yerine rakibe müdahale eden bir savunma kurgulu yapıya geri dönmemiz gerekiyor. Bu yapıyı oluşturup -ki geçen sezonun sonunda vardı- üzerine Kewell, Baros, Meira gibi üç yaratıcı oyuncuyu doğru bölgelerde eklemezsek ya da fantastik düşüncelere dalıp - yetenekli çok hücum oyuncusuyla oynamak çok hücum yapmak anlamına gelir gibi- Kewell, Baros, Lincoln, Arda, Nonda gibi mücadele yönü eksik oyuncuların tamamını sahaya sürersek çok puan kaybeder ve lig yarışında geriye düşeriz. Bu mağlubiyet teknik konuların gözden geçirilmesi, farklı analizlere yönelinmesi, sezon başından beri yaptığımız eleştirilerin dikkate alınmaya değer olduğunun görülmesi açısından çok ciddi bir uyarı olmuştur. Umarım böyle bir yenilgiyle bir daha karşılaşmayız sezon sonuna kadar.

Kadıköy'deki maçın sonucu ne olursa olsun -çok gollü, her iki takımın da farklı kazanabileceği çok yüksek gerilimli bir maç bekliyorum özellikle Alex önünde Semih, Guiza ikilisi çok büyük sorun yaratacak bizim için, onlar da Kewell ve Baros'u ciddi tehlike olarak görüyorlar- Skibbe sezon sonuna kadar gönderilmemeli ama Cevat Hoca'yla mı olur, Burak Hoca'yla mı olur, geçen sezonun son 6 maçının taktik analizinin yeniden gözden geçirilmesi -mutlaka geçirilmiştir- ve sahaya çıkan oyuncuların zihnine iyi savunma yapmaktan çok doğru hücumun, rakip sahaya yerleşen, oyun kontrolünü eline alan bir hücumun iyi savunmayı -özellikle dönen topların kontratak olmadan kazanımıyla- getireceği düşüncesini aşılanması gerekiyor. Geçtiğimiz sezon ligde en az gol yiyen takımın deplasmanda 4 gol yemesi kabul edilebilir bir şey değil. Emre Güngör, Song, Barış ve Mehmet Topal katkısını da dikkate alarak kullanıyorum bu söylemi.

Bu maçta ortaya çıkmayan daha önceleri de var olan ama son 2 maç oyuncuların hocaya sahip çıkması eksenli biraz üstü örtülen disiplinsizlik konusu var bir de. Yabancı oyuncular profesyonel bir şekilde iyi ya da kötü performans gösterirken hakeme kızan, öfkelenen Türk oyuncuların zaman zaman oyunu bırakması, pozisyonu bırakması kabul edilir bir şey değil. Bu konuda Skibbe'nin sözü geçmiyor ise eğer yönetim mutlaka bir şeyler yapmalı. Acil çözüm paketinin ikinci evresi de bu olsun.

Sürekli rotasyondan bahsedilip duruluyor. 3 günde bir maç oynayacak 15-16 kişilik bir oyuncu kadrosuna ihtiyaç var. Daha sezonun başında bu konudan şikayet edilecekse "Road to Kadıköy" söyleminin gerçekliğine inanmamızı kimse beklemesin lütfen. Lig ve kupa maçlarında 7-8 oyuncunun sürekli oynadığı bir yapının yanında 2-3 oyuncunun değiştiği bir rotasyon olması, 15-16 oyuncudan aynı anda faydalanma adına önemli. Ancak Galatasaray'ın asıl önceliği bir yapı oturtmak ise 7-8 belki 9 oyuncu da sürekli ısrar etmeli ve bir düzen oluşana kadar da rotasyonu sadece bazı bölgelerde yapmak gerekiyor. Bu maça dair olarak Alpaslan Erdem'in rotasyona katılması düşünülebilirdi. Acil çözüm paketinin üçüncü evresi de sınırlı rotasyon.

Hakem hakkında da bir kaç şey söylemeliyim. Baros'un golünde top eline değmiyor gibi gördüm değiyor da olabilir yoruma açık bir pozisyon, el verseydi de bir şey söylenemezdi hakeme. Ancak Eskişehirspor'un 2. ve 3. golü ofsayt. 2. golde top Ümit'e değiyor ama yanındaki Eskişehirsporlu oyuncu da topa doğru hamle yapıyor, aktif olarak pozisyonun içinde. Oyunun kırılma noktaları bu anlar ancak sezon başından beri kötü oynayan, mücadele etmeyen, fiziksel olarak yetersiz, rakip sahaya yerleşmeyen, top kazanamayan, basmayan, oyun kontrolünü eline geçiremeyen sadece bireysel yeteneklere bağlı bir takımın hakemin yanlış kararlarından dolayı bunları görmemek gibi bir hakkı da yok. Fırat Aydınus'un 2. golde yan hakeme gitmemesi de ayrı bir skandal. Hakemlik onuru denilen kavrama takıldı ve yanlış kararlar verdi. En güvenilen hakem olduğu için Galatasaray - Fenerbahçe maçlarına veriliyordu, bu performanstan sonra ya ödüllendirilerek Kadıköy'deki yerini alacak ya da dinlendirilme sürecine geçiş yapacaktır.

Youla'yı Yusuf gibi serbest oynatarak Skibbe'nin anlamsız alan savunması, geriye çabuk dönme ve rakibe basmadan hata yapmasını bekleme taktiğini alt eden Rıza Çalımbay'ı da tebrik etmek gerekiyor. Youla kötü bir gününde olsa, top kayıpları yapsa veya ona sürekli basan bir oyuncumuz olsa bu yalın taktik başarılı olmayacaktı ama bu şaşalı skor böyle bir riske girmeye ne kadar da değer olduğunu gösteriyor aslında bu taktiğin.

Arda'nın da alnında öpüyorum. Hakemin yanına gitmeyip kırmızı kart görseydi de alnından öperdim. Aslan parçası, isyan bayrağı. Oyunu bıraktığı, disiplinsiz davrandığı anlarda ona çok kızdım, ona oyundan kopmaması gerektiğini öğretemeyen eski ve yeni hocalarına da çok kızdım ama hakem kararlarına, sonuca olan isyanını bir anlık bir pozisyonla da olsa dile getirmesi, hakemin ne durumda olduğunu bütün kamuoyuna anlatması açısından da yaptığı bu hareket önemliydi.

27 Ekim 2008

A. Eren Loğoğlu

Road to Kadıköy



Bu sezon, Kayserispor'la oynanan Süper Kupa maçının 2. yarısına benzer ve başarılı futbolu ikinci defa sahneleyebildiğimiz görüşündeyim.

Skibbe'nin sağ bek bölgesinde Emre Güngör, Tobias Linderoth, Serkan Kurtuluş tercihlerinden sonra sırası geç de olsa gelen Sabri tercihiyle oyun akışkanlığına önemli katkı sağlandığını son maçlarda rahatlıkla gözlemliyoruz. Sabri'nin yetenekleri sınırlı, belli fiziksel özellikleri -hız, çabukluk- gelişmiş iyi bir takım oyuncusu olduğu sürekli unutulsa da geçtiğimiz sezon Uğur'un sakatlığından sonraki evresiyle bunu hatırlatıyor aslında. Skibbe'ye yöneltilen ciddi eleştirilerin başında Sabri, Ayhan ve Barış'ın Steaua ilk maçında sakat olmadıkları halde oynatılmamaları geliyor, bunu da not olarak aklımızın bir köşesinde tutalım. Diğer eleştiriler ise oyun akışkanlığı, oyunu kendi sahamızda kabul etme, topa fazla sahip olmama, rakibe çok pozisyon verme, mücadele gücü yüksek oyuncuları tercih etmeme, beklerin hücuma çıkması konusunda çok kontrollü olma, topun arkasına geçiş evresini tamamen savunma takımı çerçevesine oturtmak istemesi, hücum-savunma hattı gibi 2 statik farklı alan oluşturmaya çalışması şeklindeydi.

Bu kısımlara tek tek Olympiacos maçı gözlemleriyle değineceğim.

Emre Aşık tercihinin takıma olumlu yansımasıyla başlayalım. Hamleli bir oyuncu olması, yüksek toplardaki hakimiyeti takıma önemli bir katkı sağlıyor. Lucescu'nun öğretisi sonucu markaj dışında alan savunmasını ve pozisyon alabilmeyi de uyguladığı zaman kusursuza yakın oynamış oluyor zaten. Dün de öyle bir geceydi Emre için. Tabii Emre tercihinin Meira'nın savunmanın ön bölgesinde oynatılmasının bir sonucu olduğunu da görebilmekteyiz. Emre Güngör'ün savunmanın merkezinde değerlendirilmesi, geçtiğimiz sezon Servet'le olan uyumu da düşünüldüğünde Servet-Meira ikilisine önemli bir alternatif yaratacaktır. Ön bölgede oynayan Meira, savunma merkezindeki oyununa göre hücuma daha az katılım gösteriyor, bunun temel sebebi, savunmanın gerisinden geniş alanı daha rahat görerek yakaladığı çıkışları, ön bölgede oynadığı zaman baskı görmesiyle yapamıyor oluşundan kaynaklanıyor. Dün gece dikine paslar denediği zaman çok da başarılı olmadığı görüldü geçmiş maçlara göre, top kayıplarına sebep oldu. Tüm bunlara rağmen ön bölgede akılcı oynayan, duracağı yeri bilen, zaman zaman rakipten top kazanan ve doğru kanat bölgesine pas geçişini sağlayarak akışkan yapıyı oluşturan en önemli iki oyuncudan birisi Meira'ydı. Bir diğeriyse Ayhan'dı. 30. dakikadan sakatlık anına kadar oyunun her iki yönünde de var olan Ayhan, dün gece ikinci yarıdaki başarılı oyunun da en önemli parçasıydı. Skibbe'yi ısrarla tek ön libero, özellikle de tek Ayhan tercihinden dolayı eleştirenler bugün gelinen noktadan kendilerine bir haklılık payı biçebilirler. Bir de şu konudan sürekli dem vuruluyor, Meira ilk Steaua maçında da ön bölgede oynatılmıştı ama o zaman Skibbe eleştirilmişti şeklinde. Görsel ve yazılı medyadaki yüzeysel yorumlarda bunu görebiliriz ancak asıl eleştiriler Skibbe'nin 6 savunma ağırlıklı oyuncu tercihi, Ayhan ve Barış varken Meira'yı önde oynatması, sağ bek bölgesinde Sabri yerine Emre G tercihi, statik bekler vs. şeklindeydi. Meira'nın şu an ön bölgede oynamasını doğru bulmakla birlikte, düzelen sakatlıklarla birlikte yeniden asıl bölgesi olan ve daha geniş bakış açısıyla oyuna akışkanlık kazandırabileceği savunmanın merkezine döneceğini umuyorum. Geriden topla çıkış yapabilen, -özellikle çok iyi alan savunması uygulayan rakiplere karşı bu tür çıkışlar önemli bir gereksinim oluyor- kaleciden aldığı topu doğru kanata, ters top veya kısa pas şekliyle geçiren, topa müdahalelerinde sürekli topa vurduktan sonraki pozisyonu da düşünen, topu uzaklaştırmak yerine arkadaşlarına aktaran bir Meira'ya savunma organizasyonuna olan bu tür katkıları sebebiyle savunma merkezinde gereksinim var.

Rakibe önde basma, pres, baskı, kaos adına ne denirse bu oyun anlayışının bu 2. yarı olduğu gibi mutlaka takıma monte edilmesi gerekiyor. Rakibi geride bekleyerek, topa sahip olmayarak, sadece topun gerisine geçerek uygulanan bir alan savunması, iyi pas yapan organize takımlar karşısında çok büyük sıkıntılara sebep olabilir. Rakip yarı alana yerleşmediğimiz zaman, dönen topları kazanamıyor ve çok efor sarfetmeden tekrar tekrar olgun ataklar gerçekleştiremiyoruz. Geçtiğimiz dönemlerdeki Galatasaray'ın en büyük özelliği rakibi bu şekilde baskı altında tutmasıydı. Mehmet Topal, Barış, Ayhan, Sabri, Arda, Hakan Balta gibi mücadele gücü yüksek oyuncularla rakip savunmadan dönen veya atağa çıkma anında kazanılan toplara çok ihtiyacımız var. Bunu gerçekleştiremediğimiz zaman takım sürekli savunmaya dönmek zorunda kalıyor ve Skibbe'nin söylediği sahasına çabuk yerleşememe, alan parselleme sıkıntısı doğuyor, Bursa maçında çözümü bulunamayan Yusuf vakasının temel noktası da bu aslında. Olympiacos maçında ise Ayhan-Meira ikilisinin rakibi bozan yapısı, buna eklenen Sabri, Hakan Balta, Arda, Lincoln destekli düzeniyle ikinci yarının büyük bir kısmını rakip yarı sahada oynadık. Hakan Balta kusursuza yakın bir oyun sergiledi her iki görevinde de. Skibbe bu anlayışı mutlaka devam ettirmeli, yanlışlarından dersler çıkartarak doğru hamlelerde bulunması gelişime ne kadar açık bir hoca olduğunu gösteriyor, bu çok sevindirici. Bunu devam ettirmesi gerekiyor sadece Lincoln, Kewell, Arda, Baros, Nonda eksenli bireysel ve statik bir hücum anlayışından sıyrılışımızın devamlılığı açısından da önemli bir hale geldi Eskişehir maçı. Rakibin daha çok topla oynamasını ve yarı sahamızda yer almasını engellemek açısından da iyi bir deplasman denemesi olabilir bu maç.

Lincoln'e de özel bir paragraf açmam gerekiyor. Bu sezon benim normlarıma göre ilk defa iyi oynadı, takım oyununun içerisindeydi, oyunun savunma yönünde de katkıları oldu kazandığı toplarla. Daha önceki maçlarda pek çok gol atması ve asist yapmasına rağmen, oyun akışkanlığına ciddi zararları olduğu düşüncesindeydim. Fenerbahçe'deki Alex benzeri bir sorundu aslında Lincoln'un performansı. İstatistik olarak bir katkı, gelişim kesinlikle belirgindi ve dün gece hala fiziksel yetersizlikleri, ciddiyetsizlikleri olsa da driplinglerde daha az yerde kaldığını, top saklayabildiğini, dripling sonunda şut girişiminde bulunabildiğini, adam eksiltebildiğini, pas geçişlerinde doğru tercihleri içerisine girdiğini ve duran toplarda daha etkili olduğunu gözlemledim. Bunlar çok önemliydi Lincoln ve takım için. Sezon başından beri Lincoln'süz bir oyun yapısı konusunda ısrarlı bir eleştirim vardı Skibbe'ye. Bunun temel sebebi, sürekli bahsedilen agresif, basan, ön alanda oynayan, rakip sahaya yerleşen, dönen topları sürekli kazanarak tekrar tekrar atak yapan, rakibi boğan oyun anlayışının akışkanlığının sağlanabilmesi adına 4-2-3-1'in 3. bloğundan Arda-Lincoln-Kewell'dan bir oyuncu eksiltip 2. bloğu daha etkin hale getirmenin hücum akışkanlığını artıracağını düşündüm. Çok hücum oyuncusuyla oynamanın çok hücum oynamak anlamına gelmemesi şeklinde bir örnek de verilebilir. 2. blokta Barış-Topal-Ayhan tercihinin oyunun her iki yönüne de katkı yapabileceğini, üstelik de şu an takımda görünen sürekli bahsedilen savunma, statik oyun, alan parseli, rakip yarı sahada daha fazla bulunamama gibi zaafları örtebileceğini görmek için kahin olmaya da gerek yok aslında. Geçtiğimiz sezonun son 6 maçı başarılı bir taktiksel deneme olarak karşımızda duruyor.

Skibbe'nin Türk Futbolu'na ve Galatasaray'a kazandıracağı, rakip yarı sahaya yerleşmeden, baskı yapmadan, alan savunması ve tek pasa dayalı hücum eksenli yeni futbol anlayışı düşüncesine de büyük saygı duyuyorum. Ancak bunun gerçekleşme şansının olmadığını düşünüyorum. Sürekli Arsenal ile karşılaştırılıyoruz gelinen nokta olarak ancak gözden kaçan bir husus var. O da şudur ki Arsenal, altyapısında Fransız, Afrikalı, İngiliz, Kuzeyli, İsviçreli pek çok milletten oyuncu yetiştirebiliyor. Bunun Arsenal'e katkısı sisteme, oyun anlayışına uyumu noktasında belirginleşiyor. Galatasaray ise 8 yabancının dışında en az 3, Türkiye Ligi'ni de düşünürsek ise en az 5 Türk oyuncuyla oynamak zorunda ki düzenli bir yapı oturtabilsin. Arsenal'in savunma dörtlüsüne bakıyorsunuz, Sagna-Toure-Gallas-Clichy şeklinde. Topa istediği gibi hükmedebilen, özellikle bekleri topla dripling yapabilen, savunma merkezi ise dan dun topa vurmayan topu kontrol edip oyuna kazandıran ve pas trafiğini hiçbir şekilde bozmayan oyuncular. Arsenal kendi yarı alanında alan savunması yaparak rakibi beklese de, baskıyla top kazanmasa da, rakip yarı sahaya yerleşerek oynamasa da, rakip bir pas hatası yaptığında veya top kaleciye geldiğinde ya da Arsenal savunması topu karşılığında otomatik olarak Arsenal atağına dönüşüyor oyun. Bunun sebebi de her oyuncunun belli bir top kontrolü ve pas yüzdesinin yüksek olması kaynaklı. Gallas kafayla topu uzaklaştırırken bile arkadaşına kazandırıyor. Bir de savunma dörtlüsü oyunun gidişatına göre çizgisini ileri çekerek rakibi alanına hapsettiği durumlar oluşturabiliyor. Eğer geridelerse veya mutlak gole ihtiyaçları varsa -son Everton maçı- orta saha çizgisine kadar savumayı getirerek baskı yapmadan da dönen topları kazanıyorlar ve kusursuza yakın paslaşabildikleri için de top kaybetmeden tekrar tekrar hücum ederek rakibi yarı sahasına hapsediyorlar. Temel futbol anlayışları bu değil ama bunu da yapabiliyorlar. Kadıköy'deki ilk 2 gol, Fabregas'la buluşan 2 top, 2 ara pası, 2 kontratak şeklinde özetlenebilir aslında hücum anlayışları. Arsenal dışında iyi pas yapan, Barcelona, Chelsea gibi takımların bir ortak özelliği de rakip açık verene kadar, veya kendi hücum oyuncuları adam eksiltene kadar paslaşmaya devam etmeleri.

Tüm bu Arsenal gözlemleri ışığında Galatasaray'a dönecek olursak, bizde yıllardır süregelen oyun anlayışı rakip açık verene kadar paslaşmak şeklinde hiç olamadı. Kanatlara açılan top mutlaka ceza sahasına ortalanır, bunu engelleyebilecek bir hoca Türkiye'ye gelecek mi, emin değilim. Türk oyuncusunun fundamental olarak da çok eksiği var. Servet ve Emre Aşık kurgulu bir savunma merkezinden pas trafiğine hızlı bir şekilde katkıda bulunmalarını beklemeniz hayalcilik oluyor. Keza Hakan Balta ve Sabri'den de. Bu oyuncuların farklı özellikleri var ve onları kullanmanız gerekiyor, anlatılmak istenen tamamiyle bu, sezon başından beri. Skibbe kendi oyun felsefesini Türk Futbolu'na dayatamaz, arada bir uyum olamıyor çünkü. Türkiye'de savunmanın karşıladığı toplar çoğunlukla rakibe gider, taça gider, bunu öğretemezsiniz Servet'e, Sabri'ye, Volkan Yaman'a, topu uzaklaştırmak adına havaya dikerler. Oysa Arsenal'de, Barcelona'da böyle bir anlayış yok. Galatasaray'ın Arsenal'e benzeyen bir yanı var, o da kurgulanan Arda-Lincoln-Kewell-Baros hücum hattı. Yer değiştirerek oynayan Ljunberg-Bergkamp-Pires-Henry'li yapıya daha çok benzeyen bir hücum anlayışı. Ama 4 oyuncu bu yapıyı uygulayabilir diye diğer 7 oyuncudan da bunu beklemek biraz haksızlık oluyor bu oyunculara. Skibbe kendi oyun felsefesini Galatasaray'ın kadro yapısına, karakteristiğine, taraftarına uygun olan agresif, rakip sahada oynayan, topa daha çok sahip olan oyun anlayışıyla harmanlamak zorundadır. Bu geceyi daha da ilerlettiği zaman bu anlayışa sahip olacağız, öyle umuyorum, istiyorum.

Tekrar Olympiacos maçına dönecek olursak Baros'u kötü bulmadığımı belirtmeliyim. Kezman'ın yaşadığı sıkıntıları yaşıyor, gol atamadığı süreçler olacaktır. O'nun görevi daha çok arkasındaki üçlüyü gol pozisyona sokmak ve takımı biraz da olsa rakip sahaya yerleştirmek şeklinde görülmeli. Kafa vuruşlarını gol yapsa gol sorunu da olmayacak aslında, kontraatak konusunda zaten bir sıkıntısı yok. Çok hareketli, sürekli arkaya kaçıyor, çok faydalı bir oyuncu. Nonda kısa bir süre oyunda kalmasına rağmen gayet iyi göründü, top saklaması, dikine oynama isteği ve geçtiğimiz yıldan bildiğimiz gol yollarındaki etkinliğine bu yıl da çok ihtiyaç olacak özellikle Türkiye Ligi'nde.

Kewell ve Arda biraz tutuk göründü bana. Her ikisi de iyi bir performans sergilemese de çok akılcı oynuyorlar. Sürekli rakibin zaaflarını arıyorlar, Arda'nın sola geçtiği birkaç pozisyonda Kewell'la birlikte o bölgede kalarak oyunu o bölgeye yıkmaya çalışması gibi. Zaman zaman sağ bölgeyi boş bırakarak, aslında Barış orta bölgede oynayabilse sağa doğru oynama alışkanlığı da olduğu için sol bölgeye Arda, Kewell çerçevesinde çok rahat oyunu yıkabiliriz. Sabri'nin sağ bölgeyi kontrol edebileceğini düşünerek söylüyorum bunları. Bu süreçte Lincoln'ün Arda, Kewell sol bölgede iken ters kanatta kalması da bir çözüm olabilir. Bir de eğer oyun akışkanlığı sol bölgeden ilerliyorsa 4-2-3-1'in 3'lüsünün sağında oynayan oyuncunun mutlaka ceza sahasına girmesi gerekiyor, aynısı sağdan gelişen bir atakta sol açığın ceza sahasına girmesinde de geçerli. Kewell bunu çok iyi yapıyor, tecrübeli bir oyuncu ve bunu rahat görüyor, Arda ise çizgide çok verimli olduğunu bildiğinden bunu sıklıkla yapamıyor, yaptığında zaten -Bursa maçı ya da geçen yılki Sivas maçı- gole rahat ulaşmamızı sağlayacak. Ceza sahasında daha çok adamla bulunma sorunsalı daha çok rakip sahaya yerleşmekle ilgili ki bu sezon sorunlarımızdan biri de bu aslında ama çok yetenekli oyuncularımız çok gol attıkları için bu sorun şimdilik sorunmuş gibi gözükmüyor.

Şimdilik söyleyebileceklerim bunlar, sakatların en azından belirli bir kısmının bir an önce iyileşmesi çok önemli. Orta bölgede mutlaka Ayhan'ın yanında bir oyuncu daha oynamalı, bu açıkça görüldü, Skibbe'nin Ayhan'ı tek oynatarak yaptığı hatadan dönmesi sevindirici. Takımda uyum sorunu zamanla aşılıyor, Lincoln fiziksel olarak daha iyi. Sabri, iyi ya da kötü performans sergilesin, Uğur'un sakatlığı geçene kadar mutlaka sağ bek oynamaya devam etmeli. Skibbe Meira-Ayhan'la başlayan top kazanma, baskı unsurlu ve Hakan Balta-Arda-Sabri zaman zaman Lincoln destekli 2. yarıdaki oyun anlayışını mutlaka oyunun tamamına yaymalı, özellikle oyun başlangıcına bu planı da eklemeli. Nonda önemli bir oyuncu, kenarda unutulmamalı. Kewell çok özel bir oyuncu. Duran toplar daha iyi kullanılıyor bu da önemli, sadece bir defa Lincoln topu yükseltemedi ve ilk oyuncuyu geçiremedi.

Son olarak Skibbe'nin maç sonunda saha ortasına gelerek oyuncularını tebrik etmesi, Lincoln'le, Meira'yla, Arda'yla sarılması falan, Chelsea'nın Barcelona'yı 4-2 yendiği efsanevi Şampiyonlar Ligi maçı sonrası Jose Mourinho'nun saha ortasına gelip Lampard ve Terry'e sarıldığı sevince benziyordu, güzeldi.

Bu güzelliklerin daha da artmasını diliyorum.

24 Ekim 2008

A. Eren Loğoğlu

22 Ekim 2008

Tesadüf, Yenilmezlik ve İroni



"Ancak, artık bundan sonra olması gereken, bu yakalanan başarıların aşılması ve sürekli tekrar edilmesi olmalıdır. Tekrar edilmeyen ve aşılamayan başarılar tesadüfen kazanılmıştır ve hafızalarda hoş bir anı olarak kalmaktan ileriye gidemezler. Oysa gerçek büyüklük ve gerçek güç, bu hedeflere her yıl ulaşabilmek, bugün çok sevindiğimiz bu başarıları, alışılmış ve sıradan hale getirebilmektir."

31 Mart 2008, Aziz Yıldırım


Bu sözlerin üzerinden sadece 7 ay geçti. 2007-2008 sezonunda Şampiyonlar Ligi'nde Çeyrek Final oynayan Fenerbahçe grupta oynadığı ilk 3 maçta sadece 1 puan topladı, şansı hala devam ediyor ancak tekrarlanan bir başarı olmadığı da açık. Aziz Yıldırım o günlerde Galatasaray'ın UEFA Kupası'na gönderme yapıyor ve bu başarının tesadüf sonucu kazanıldığını anlatmaya çalışıyordu. Fenerbahçe Galatasaray gibi olmayacak, her yıl üstüne koyarak hedeflerine adım adım yaklaşacak ve bunu bir süre sonra tekrarlanır hale getirecek, tüm bunları sportif olarak başarırken de kurumsallaşacaktı. Kulağa hoş gelen ve taraflı Türk spor medyasının da sürekli alet olduğu bir ortamda efsane bir konu olmaya kadar ilerledi bu söylemler. Aslında Aziz Yıldırım daha önce de tesadüf sözcüğünü kullanmış ve cevabını Türkiye Kupası'ndaki 5-1'lik tarihi Galatasaray mağlubiyetiyle almıştı. O dönem bu söylemin üzerinde durulmamasının asıl sebebi de kurumsallaşan! Fenerbahçe'nin bu tezi çürütecek bir başarı yolunun olmayışıydı. Evinde üst üste 15 maç kaybetmeyen, Şampiyonlar Ligi'nde Çeyrek Final oynanan yıl, sonunda bu tezin savunma kısmını oluşturacaktı.

Öncelikle, daha önce de açıkladığım şu tesadüf, üst üste yenilmeme konularına açıklık getirelim, taraflı Türk spor medyası ısrarla bu konularda bilgi paylaşımı gerçekleştirmiyor okuyucularıyla.

1996-2000 arası Türkiye Ligi'ni 4 yıl üst üste, 4. yılın sonunda da UEFA Kupası ve Süper Kupa'yı kazanan bir takımdan bahsediliyor, başarıları tesadüf diye. Kupayı kazanma evresinde Galatasaray'ın UEFA Kupası'nda hiç yenilmediğini de hatırlatalım. 1999-2000 sezonunda UEFA Kupası'nda Yarı Final'e çıkan 4 takımdan 3'ünün (Galatasaray, Arsenal, Leeds United) bir sonraki sezon, yani 2000-2001 sezonunda Şampiyonlar Ligi'nde Çeyrek Final oynadığını da unutmayalım.

Aziz Yıldırım'ın sözleri, tekrarlanamayan başarılar tesadüfen kazanılmıştır şeklindeydi, bugünü anlatır gibi. Oysa Galatasaray'ın başarılarında ciddi bir tekrar var. 1999-2000 UEFA Kupası, 2000 Süper Kupa, 2000-2001 sezonunda 2 gruptan da çıkarak Şampiyonlar Ligi'nde Çeyrek Final, 2001-2002 sezonunda 1. gruplardan çıkan ve 2. gruplarda Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final şansını son maçta kaybeden bir Galatasaray var. Üst üste 3 yıl çok önemli, daha anlamlısı Fenerbahçe'nin yakalamaya çalıştığı başarılar elde etmiş Galatasaray. 1998-1999 sezonu da eklenebilir aslında, Şampiyonlar Ligi gruplarındaki son Athletico Bilbao maçında puan ya da puanlar kazanılsa bir Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali daha olacaktı Galatasaray'ın, üst üste 4 yıllık bir Avrupa sürecinden bahsediliyor burada, tekrarlanan, tesadüf olmadığını Aziz Yıldırım'ın aslında bilmeden de olsa kabul ettiği başarılardan bahsediliyor. Fenerbahçe'yi ise bilmeden de olsa kendi söylemlerinin içine çekiyor Aziz Yıldırım, başarısını tesadüf olarak gösteriyor. Ne ironi ama.

Son olarak Galatasaray'ın 1999-2000 sezonunda başlayan ve 2001-2002 sezonu Şampiyonlar Ligi 2. gruplarında Barcelona mağlubiyetle sonlanan Avrupa Kupalarında evinde üst üste yenilmezlik rekoru bilgisini sunayım sizlere.

Bu rekor 20 maçtır. Bu maçlar ;

1999-2000

1. Galatasaray 3-2 AC Milan (İtalya)
2. Galatasaray 2-1 AC Bologna (İtalya)
3. Galatasaray 0-0 B. Dortmund (Almanya)
4. Galatasaray 2-1 Real Mallorca (İspanya)
5. Galatasaray 2-0 Leeds United (İngiltere)

2000-2001

6. Galatasaray 2-2 Saint Gallen (İsviçre)
7. Galatasaray 3-2 AC Monaco (Fransa)
8. Galatasaray 3-2 Glasgow Rangers (İskoçya)
9. Galatasaray 2-2 Strum Graz (Avusturya)
10. Galatasaray 1-0 Paris Saint Germain (Fransa)
11. Galatasaray 1-0 Deportivo La Coruna (İspanya)
12. Galatasaray 2-0 AC Milan (İtalya)
13. Galatasaray 3-2 Real Madrid (İspanya)

2001-2002

14. Galatasaray 2-0 Vlaznia (Arnavutluk)
15. Galatasaray 2-1 Levski Sofia (Bulgaristan)
16. Galatasaray 1-0 AC Lazio (İtalya)
17. Galatasaray 0-0 Nantes (Fransa)
18. Galatasaray 2-0 PSV Eindhoven (Hollanda)
19. Galatasaray 1-1 AC Roma (İtalya)
20. Galatasaray 1-1 Liverpool (İngiltere)


Türk Spor Medyası, kamuoyu ve Fenerbahçe camiası umarım aydınlanmıştır.

Fenerbahçe'nin hayallerinin bittiği yerde Galatasaray'ın gerçekleri başlar.

22 Ekim 2008

A. Eren Loğoğlu

11 Ekim 2008

Yenilmez Armada



16. Bayanlar Cumhurbaşkanlığı Kupasını, ezeli rakibi Fenerbahçe'yi 71-55 yenen Galatasaray 7. kez kazandı. Maçın önemini artıran iki unsur vardı, bunlardan bir tanesi her iki takımın da bu kupayı 6'şar kez kazanmış olmaları ve diğeri de Galatasaray'ın geçen sezon Final serisini Fenerbahçe'ye 3-2 kaybetmesiydi.

Yaklaşık 5-6 yıldır Fenerbahçe amatör branşlarda atılım içerisindeydi. Mali olarak da durumları iyiydi. Tesisler yaptılar, stad yaptılar, bütçeyi artırdılar, yıldız oyuncular getirdiler her branşta ve harcanan paranın karşılığı olmasa da belli başarılar elde ettiler. Futbolda 11 yılda 4 şampiyonluk 0 Türkiye Kupası 1 Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali'yle yetinmek zorunda kalırken, özellikle basketbolda kapasiteleri ölçüsünde pek çok şampiyonluk ve kupa kazandılar. Erkek takımları yıllar sonra şampiyon oldu, önemli bir olaydı. Sanırım voleybolda da bir şampiyonluk kazandılar bu süreçte.

Bu süreç, Galatasaray'da tam da kayıp yıllara, Özhan Canaydın dönemine denk geliyordu. Kaydebilen 5-6 yılın değeri şimdi çok daha iyi anlaşılıyor aslında bu maçın özelinde bakacak olursak.

2006 yılında Adnan Polat önce yönetime girdi, bir şeylerin değişeceğine inanıyorduk sadece. 2008 Mart'ında ise olması gereken yerde, olması gereken vizyonla, başkandı.

Karşı yakanın, caddenin çocukları da biliyorlardı bir şeylerin değişeceğini, Yiğit Şardan'ın Moda'da, önlerinde gösterdiği özgüvende hissediyorlardı bunu. Üstelik Aziz Yıldırım'ın da kan kaybetmeye başladığını görüyorlardı. Adnan Polat Galatasaray'ı son 3 yılda 2 şampiyonluğa taşıyor, bunları Fenerbahçe'nin elinden alıyordu bir de. Amatör branşlarda, Özhan Canaydın'ın son zamanlarındaki çabalarına da yenilerini ekliyor ve Bayan Basketbol Takımı Eurocup Yarı Finali, Lig Final serisi oynuyordu. Bununla da kalınmayacaktı, işte gelinen noktanın başlangıcı büyük şair ve Galatasaraylı Attila İlhan'ın ölüm yıldönümü olan bugündür, 11 Ekim. Eylül ayı içerisinde Galatasaray'ın ta kendisi olan Metin Oktay'ı anan, Alpaslan'ını, aslanını toprağa gömen camianın, taraftarın karanlık dönemlerini aydınlatan bir mum gibiydi bu kupa zaferi.

Özlemdi, aşktı, parçalı forması içinde Işıl Alben'in ellerinde yükselen ilk kupaydı ve son olmayacaktı. Kaybedilen, geri getirilemeyen günleri, 3 yıl içinde sportif ve ekonomik anlamda onaran Adnan Polat'ın yıllardır kurumsallaşan, yapılanan, mali olarak alıp başını giden -öyle deniyor ya hani- Fenerbahçe'yi, kısa sürede yakalaması, öne geçmesi anlamına da geliyordu bu zafer. Bu kadar kısa sürede olması şaşırtıcıydı ve Fenerbahçe'nin söylendiği gibi yerlere gelemediğinin işaretiydi aslında.



Maçın teknik analizine de girelim biraz ;

Fenerbahçeli Murat Murathanoğlu'nun yanına Galatasaraylı, büyük kaptan Derya Özyer'i ekleyenlere de teşekkür edelim. Her ne kadar Derya tarafsızlığını korusa da bir yorumcu olarak, Murathanoğlu'nda da aynı tarafsızlığı görmeliydik. Sutton Brown'ın WNBA Tarihi'ne 6. sıradan girdiği bir istatistiği veren bir maç anlatıcısının, WNBA Tarihi'nin sayı ortalaması en yüksek oyuncusunun Seimone Augustus olduğunu da belirtmesi gerekirdi ama o bunu maç boyunca yapmak istemedi. Bu istatistiğin NBA'deki karşılığının Michael Jordan'a ait olduğunu söylersem, ne kadar önemli ve bahsedilmesi gereken bir istatistik olduğunun altını çizmiş olurum.

Baştan sona önde götürülen, organize bir oyun, savunmada büyük çaba, hücumda Augustus ve Taj ile çok akıllıca bir stratejiyle oynadı takımımız. Kontrolü bırakmadan ve ısrarla ya boş oyuncuyu aradılar ya da pota altına top indirmeye çalıştılar. Tuğba üçlükleriyle önemli katkı sağladı, Esra bu konuda yardımcı olamadı dış oyuncu olarak. Vickie Johnson geldiğinde ve zamanla takımın uyum sorunları da aşıldığında, dış oyuncular en önemli kozumuz olacak gibi duruyor. Işıl sürekli oyunu kontrolde tutmamızı sağlayan ve hücum organizasyonlarını düzenleyen oyuncuydu, 8 asisti de bunu gösteriyor. Taj ve Marina da pota altında etkiliydi, özellikle Marina savunma ribaundlarında başarılıydı, bugün eksik göründüğümüz iki durumdan biri savunma ribaundları bir diğeri de baskı sonucu gelen top kayıplarıydı. Zamanla bu iki sorun giderilecektir. Taj'in savunmada tecrübesi, hücumda özellikle high post şutları takıma büyük katkı sağladı. Augustus çok özel bir oyuncu, yüzdeli şutlar, özgüven, top çalmalar, özverili oyun, her şey var. Kazanan bir oyuncu olduğunu da bu akşam gösterdi aslında, WNBA'de daha iyi bir takımda oynamalı mutlaka. Yasemin'den 3 sn. koridorunda önemli işler beklerken o dış şutlarıyla başarılı işler yaptı.

Sezon ortasında, WNBA'in en önemli oyuncularından ve geçen yılda kadromuzda olan Sophia Young'ın da takıma döneceği söyleniyor. Umarım gerçekleşir bu transfer. O da Augustus gibi çok özel bir oyuncu.



Kupa zaferleri önemlidir, gurur vericidir, Fatih Terim'in 2000 yılındaki Türkiye Kupası Finali öncesi oyuncularına söylediği sözleri hatırlayalım. "Sizler, Galatasaray'ın Tarihi'ne kupa kazandıracaksınız." Bir spor kulübünün öncelikli amaçlarından biri bütçeyi artırmak, inşaat yapmak değil, kupa kazanmaktır. Kupaya giden yollardır, bütçe, stad, tesis vb. şeyler. Galatasaray bugün bunu hatırlıyor. Kazanma kültürünü vücuduna aşılamış bir camia, bunu tekrar hatırlıyor.

Bugün daha ilk adım ve gerisinin geleceğini hepimiz biliyor ve buna inanıyoruz. Adnan Polat anlayışı değiştiriyor kısaca, unutulan, aslında bizim olan bir anlayışı geri getiriyor. Teknik Direktör değiştirebilir, pek çok konuda yanlışları da olabilir ama Galatasaray'ın yarışmacı ruhunu, kazanan ruhunu sahada görmek istiyor bizler gibi ve bu yolda, yıllar sonra kazanılan bir Cumhurbaşkanlığı Kupasıyla, başlangıcı yapmış oluyor.

Bugün hiç olmadığı kadar önemli, gelecek zamanlarda önemi daha iyi anlaşılacak kadar değerli bu kupa.

Teşekkürler tüm oyunculara, teknik heyete, taraftarlara ve yönetime.

Bu takım, bugün daha ilk kupasını aldı.

Diğer 3 kupayı da -Eurocup, Lig Şampiyonluğu, Türkiye Kupası, alacaklar ve Işıl'ın ellerinde yükselecek her biri.

Sonrasında Işıl'ın önderliğinde inleyecek Nevizade. Işıl için "Sen tribündeki biz, biz sahadaki sen" pankartı az bile kalabilir.

Yenilmez Armada geliyor, geliyoruz.

Galatasaray, Çıldırtır.

11 Ekim 2008

A. Eren Loğoğlu

08 Ekim 2008

Takım Oyunu



Skibbe'nin ideal formasyon ve oyuncu seçimi :

------------------De Sanctis----------------------
????--------Servet--------Meira--------Volkan
---------------Topal---Linderoth----------------
---Arda-------------Lincoln-----------Kewell---
--------------------Baros-------------------------

Kanımca olması gereken ilk Steaua maçından beri belirttiğim üzere, geçen yıl kazanılan agresif oyun yapısının korunması ve üzerine yaratıcı oyuncuların eklenmesi eksenli bir formasyon ve oyuncu seçimi :

(Uğur ve Linderoth'un sakatlıklarının düzeleceğine ve Lincoln'ün modern futbol anlayışı içerisinde verimli olacağına inanmadığımdan)

-----------------De Sanctis----------------------
Sabri-----Servet(Emre G)---Meira----Hakan
----Barış-----------Topal------------Ayhan----
----------Kewell------------------Arda----------
--------------------Baros-------------------------

Geçen sezon son 6 maç sağ bölgede Sabri, Barış, orta bölgede Ayhan, M Topal, sol bölgede Hakan, Arda, savunmanın göbeğinde ise Servet ve Emre G önemli bir uyum yakalamışlardı. Kanat bölgelerinde akışkanlık sağlamak adına Sabri, Barış gibi uyumlu, hareketli ve bindirme yapabilen oyuncu seçimleri çok önemli. Hücum oyuncularımız sadece hücum bölgesinde yer aldıkları, geriye dönemedikleri için ve orta bölgede sayısal oyuncu azlığından dolayı, dönen topları kazanamıyor, rakip yarı alana bir türlü yerleşemiyor, oyuna hükmedemiyor ve ters etki olarak da pozisyon veriyor takım. Geçtiğimiz sezon özellikle son dönemlerde, bu uygulamaları, ikili uyumlar ve doğru formasyon sebebiyle başarıyla gerçekleştirebiliyorduk. Bu tür takım olma yolunda sağlanan uyumlara, pas trafiğini kolaylaştıran, oyun içi dağılım gösterebilen, alan paylaşabilen, rakibi bozan, organize savunma ve hücum çeşitlemeleri sunabilen bir yapıya ve oyunun her iki yönünü de oynayabilen oyunculara gereksinim var. Hem sakatlıklar hem Skibbe'nin takımı tanıma sürecinde doğru kararları verememesi ya da geç vermesi sebebiyle ciddi sıkıntılar içerisindeki takım oyununun rahatlaması adına da kalıcı bir çözüm olabilir aslında bu seçimler. Zaman zaman formasyonu 4-4-2'ye çevirerek, Barış ya da Ayhan'ın yerine Nonda veya Ümit Karan'ın da hücum organizasyona katılması sağlanabilir.

Lincoln'u oynatmamak gibi radikal bir kararı Skibbe alabilir mi, sanmıyorum.

Tekrar tekrar aynı konularda benzer şeyler yazarak okuyucuları yormak istemiyorum. Skibbe'nin zihnindeki oyun anlayışı, formasyonu ve ona bağlı olan oyuncu seçimleri neden bu zamana kadar başarılı olamadı ve bundan sonra da olabilir gözükmüyor, bunun yanında Lincoln neden oynamamalı gibi soruların cevaplarını okumak isterseniz daha önceki yazılarımda bulabilirsiniz.

8 Ekim 2008

A. Eren Loğoğlu

04 Ekim 2008

Hangi Eylül?

I

Karanfil Sokağı'nda
Tedirgin, ürkek, çocuksu bir yürüyüştüm

Birdenbire, Eylül'dü, sedye boyunca düştüm

Düşüşüm kırık dökük bir hastane odasından önce ve sonra diye ikiye ayrılıyordu

Her iki durumda da iç açıcı olmayan bir şeylerin varlığı anlaşılıyordu

Birdenbire, Eylül'dü, gök ağlayışlarda, çe(Che) doktorum,
Sedye boyunca düştüm

Oysa kendi ayakları üzerinde durmaların yeriydi üniversite
Öyle söylüyorlardı

Ve daha pek çok başka şey söylüyorlardı okumaya dair

Olaylardan uzak, kavgası olmayan, afişsiz

Sessiz kalmanın işsiz
Acemi ve yalan kurgulu bir Eylül'ü canlandırdığı...

Birdenbire, Eylül'dü, annesizliğimi bölüştüm

II

Ey Eylül
Ey hüzün kütüphanesi

Acemi uyanışım

Sarsıcı
Ağlamaklı yanışım

Çocukluğum beslenme çantasında
Omzumda düşlerin yükü

Büyüyor
Ve böyle bir yere kadar doğurup çoğalmalarda

Deniz tuzu tadı var
Yazdan kalma bir öpücük yakınlığında
Ve yakıcılığında

Oysa sonbaharın ördüğü boğazlı bir kazak gibi
Sıcak tutan bedeni
Ve Eylül'de geçip gitmelerin nedeni

Aynı...

İlkokul sıralarında
Kara tahtaya yazılan ak sözcükleri bırakıp
Duvarlarından atlamak kitapların

Ey Eylül
Ey ilacım

İhtiyacım

Götür beni bilinmeyen bir adaya
Şiirler oku
Ve uyut gecenin koynunda

Boynunda çıplak dokunuşlar

Bir yere kadar Eylül
Bir yara kadar acıtıyor sevişmelerim

Zamanın işkence arayışı

Kayboluş
İntihar ve ihtiyar huysuzluğunda...

3 Ekim 2008

A. Eren Loğoğlu