30 Kasım 2010

De Te Fabula Narratur: Los Lunes Al Sol



Karl Marx'ın Das Kapital Almanca Birinci Baskıya Önsöz'ünde geçen bir cümleydi başlığın ilk kısmı, senin hikayeni anlatıyorlar şeklinde.

Güneşli bir Pazartesi yaşanmadı belki Barselona'da ama, El Clasico'da gelen tarihi zafer, Güneşli Pazartesiler'den bir kesit sunar gibiydi, başrolünde Javier Bardem'in olduğu, bu da ikinci kısmı başlığın.

Bizim hikayelerimizi anlatan, bir kulüpten daha öte olan FC Barcelona, sezon başından beri susarak hazırlandığı rekabete yeni bir boyut daha ekledi bu ölümsüz Güneşli Pazartesi'de.

Maçın pazartesi günü oynanmasının sebebi Katalunya yerel seçimleriydi ve sandıktan CiU -conservative Catalan nationalist coalition- çıktı yine. Bu sonucun İspanya nezdinde politik yansımaları olabileceği konuşuluyor.

Şimdi La Rambla'da Rumba de Barcelona çalıyor Manu Chao'dan, duyuyorum bu coğrafyadan bizim hikayemizi.

Manu Chao, 2002'de Glanstonbury Müzik Festivali'nde, sırtında Galatasaray formasıyla -üçüncü sınıf dünya ülkelerini temsil ettiğine inanarak- söylüyordu bu şarkıyı.

Manu Chao politik birisi, şarkı sözlerindeki mesajlarla, durduğu yerle, Maradona, Kusturica gibi güzel insanlarla olan ilişkileriyle bunu açıkça gösteriyor. Anarşizme yakın olduğu söylenir, EZLN'ye uzak değildir, anti kapitalist olarak bilinir.

Aynı konserde kolunda da Bilbao atkısı sarılıdır Manu Chao'nun. Annesi Basklı, babası Galiçyalı'dır ve ebeveynler Franco'nun diktatörlüğünden kaçıp Fransa'ya yerleşmek zorunda kalırlar, Manu Chao da Paris'de doğar. Ayrıca dedesi hüküm altında ölmüştür. Athletic Bilbao atkısı takmak, Barselona sokaklarına dair şarkı yapmak sadece ezilenler tarafı değildir meselenin, ailenin yaşadıklarından da kaynaklanır.

La Bressola diye bir Katalan okul sistemi var -Kuzey Katalunya- Güney Fransa'da, 1976'da başlayan, Franco döneminin bitimiyle. Katalan dilinde eğitim verilmesine dayanıyor. FC Barcelona, açık bir biçimde bu duruma destek veriyor, Rijkaard döneminde bir maça pankartla çıkmışlardı.

Günümüzün en entellektüel oyuncularından -Sarkozy bakanlık teklif etti, ırkçılık karşıtı işlerde hep adı vardı- Lilian Thuram ve Katalan Oleguer de okul ziyaretinde bulunup, bir manifesto okudular Katalan dilini savunan. Manu Chao da bu organizasyonun önemli katılımcılarından biriydi. FCB'yle böyle de özel bir bağlantısı var.

Manu Chao nasıl bir adamsa, FC Barcelona da öyle bir takım işte, güzel!

Rumba yapar gibi oynadılar yine, nefes aldırmadılar maçın başından sonuna rakibe.

***

Önce maç sonu istatistikleri;

Camp Nou'da oynanan son 28 El Clasico maçında, FCB 19 galibiyet 7 beraberlik ve sadece 2 yenilgi aldı, dile kolay 30 yıl nerdeyse.

Jose Mourinho, Teknik Adam olarak çıktığı 6. Camp Nou maçında da kazanamadı, 4 yenilgi ve 2 beraberlik yazıyor hanesinde.

Guardiola FCB Teknik Adamı sıfatıyla 143 maça çıktı ve 104 galibiyet aldı. Asıl ilgi çekici olan yenilgi sayısının sadece 13 olmasıydı ve Pep, hiçbir Teknik Adam'a iki defa yenilmedi, 13 farklı isme mağlup oldu, Mourinho da bu geleneği değiştiremedi.

Guardiola'nın Teknik Adamlık kariyeri boyunca Camp Nou'da kaybettiği 3 La Liga maçı da küme düşme potasına yakın takımlara karşıydı, Espanyol, Osasuna ve bu sezon lige yeni yükselen Hercules. Pep, ligin üst sıralarında yer alan takımlara karşı evinde hiç kaybetmiyordu, değişen olmadı.

Cristiano Ronaldo, Barça karşısına çıktığı 6. maçtan da gol atarak ayrılamadı. Keza Messi de Mourinho takımlarına karşı 8. maçında ağları bulamadı. Gol pası da vermemişti daha önce, bu açığı kapattı en azından ve bu istatistiği oyuna etki anlamında yerle bir etti.

Guardiola, Camp Nou'da oyuncu ve Teknik Adam olarak çıktığı 13. El Clasico’yu da kaybetmedi. 10 galibiyet ve 3 beraberliği var.

Teknik Adam Guardiola, üst üste 5. El Clasico'sunu da kazandı. Bu maçlarda 16 gol attı Barça ve kalesinde sadece 2 gol gördü.

Mourinho'nun Barça'ya karşı istatistiği 11 maç 5 yenilgi, 3 beraberlik ve 3 galibiyete dönüştü. Pep'e karşıysa 3 yenilgi, 1 beraberlik ve 1 galibiyeti var Jose'nin, özel olanın, en iyi denilen Teknik Adam'ın. O'nu özel kılanın FC Barcelona olduğu anlaşılacaktı.

Teknik - Taktik işler, soğuk savaş;

Barça klasik 4 - 3 - 3 yerleşimi ve kısa pasa dayanan, dinamik oyun anlayışıyla sahadaydı. Oyuncular olarak bakıldığında da ideal onbir seçimi vardı Joseph'in. Mascherano riskine girmedi, sertlik olarak karşılık vermeyi düşünmeyip, Sergio ile Barça'nın futbol felsefesini sahaya yansıtma anlayışını benimsedi. Savunmanın solunda da Abidal tercihiyle rakibin kontrataklarına karşı hızlı ve stoper özellikleri olan bir bek kullanmak istedi.

Gol Okazyonu 15 - 5, Toplam Pas 684 - 331, Başarılı Pas Oranları 89% - 74%, Topla Oynama 67% - 33%, Fauller 12 - 16 şeklinde bir tablo vardı maç istatistiği olarak, çok şeyi anlatıyor zaten.

İstatistiklerin göstermediği nokta, faul sayılarının birbirine yakın olması, bunun da sebebi avantaja bırakılan Barça pozisyonlarının fazlalığı ve bariz hakem hatalarıdır.

Maç öncesinde Real Madrid'in Barça gibi takımları durdurabilecek savunma oyuncularından oluşmadığını, Jose Mourinho'nun ceza sahasına otobüs park edemeyeceğini ve açık oynaması halinde de hüsrana uğrama olasılığının yüksek olduğunu belirtmiştim. Senaryo benzerdi.

Sezon başından beri Real Madrid'in savunmada ve hücumda kusursuz olduğundan ve El Clasico'nun çok çekişmeli geçeceğinden dem vuruldu kamuoyu nezdinde. İşin aslı öyle değildi. Hücum yönünden müthiş bireysel yetenekleri olan Madrid, Jose'nin özel alan savunmasını daha oturtmamıştı ve Pepe, Carvalho, özellikle -gollerin nerdeyse tamamı bek hatasıydı- Marcelo ve Ramos ile bunu başarması da pek olası değildi. Inter maçları yaşanamazdı bir daha.

Mourinho tüm bunların farkında, biraz da Real Madrid gibi bir kulübün büyüklüğünün etkisiyle kazanmak için oynayacak bir takım sürdü sahaya. Maç öncesi demeçler de hep bu yöndeydi. Hatta Ronaldo'nun kazanacağız söylemi süsledi başkent gastelerini. Bir de El Clasico zaferinin şekillenmesinde Real Madrid'in Camp Nou'ya muazzam bir grafikle gelmesinin etkisi oldu. Temkinli olmayı şiar edinmiş -1 puan Madrid'e yeterdi- Jose bile aşırı motivasyonla çıktı maça. Hücumu düşündü ve bu yüzden kadroyu bozmadı, Mesut'u oynatarak. İş işten geçince aklı başına geldi ve Lass oyuna girdi ama sonrasında da bir başka kurgu çıktı ortaya, burdan maçı döndürebiliriz inancı, tıpkı Terim'in Kadıköy'de kaybedilen 6 - 0'lık maçta yaptığı hata gibi. Takım öne çıktı, arkada derin boşluklar verdi ve farkın açılması kaçınılmaz oldu. Yoksa ilk 30 dakikadan sonra ısrarla sert müdahaleler yapan Madrid oyuncularının yıldırma stratejisi işe yaramış ve oynun ritmi düşmüştü.

30 dakikanın öncesine de gitmek gerek, Barça'nın futbola başladığı yere, tiki taka şölenine, her şeyi yaratan Johan'a. Maç başlangıcıyla pek çok şey belli olmuştu aslında, oyuncuların anlık kararları dışında, Barça'nın felsefesi bütün gücüyle saldıracaktı. Messi'nin direkten dönen topu, haberci güvercindi. Sonrasında orgazm geçiren Xavi ve onun kader arkadaşı Iniesta paylaştı sahneyi. Ardından Villa'nın altıpasa bıraktığı topa, Marcelo'nun arkasından gelip önüne geçen Pedro dokunuverdi, tıpkı 5. golde Jeffren'in Ramos'un arkasından önüne dolanması gibi, uyudular bekler.

Bu skor karşısında şaşkınlık yaşayan Madrid oyuncuları, sertliğe başvurdu. Messi'ye atılan bilinçli dirsek bu dönemde oldu. Messi abartılı davransa da, eylem açıktı. Basklı hakemin maçın başından itibaren faullerde takdir haklarını başkentten yana kullanması, hatta bir pozisyonda avantaj oynatmak yerine Ronaldo'ya serbest vuruş şansı tanıması, biraz da siyasi bir denge gözetmesinin sonucuydu. Oysa futbol tanrıları, benim dengemi bozmayınız diyen Iturralde'yi bile sarsacaktı maç sonunda, kaderin ağları 1979'da örülmüştü Cruyff tarafından. Katalan çocuklar o gün bugündür yerden, kısa pas yaparak oynuyorlardı.

Üst üste 30 - 40 pas, özellikle 4. golden sonra bir ders vardı Madrid adına. Aynı eğitim ilk yarıda da verilmişti üstelik ama alamadılar. Pedro'nun Villa'ya veremediği pas öncesi sayısız pas gerçekleşmişti. Barça'nın futbol felsefesi sahadaydı.

Ete kemiğe bürünmüş haliyle ruhu da oradaydı, 5 Puyol, senyera sargılı Kaptan, yürekli Katalan. Vücudum izin verene kadar mücadele edeceğim Madrid'e karşı diyordu maçtan önce. İspanya İç Savaşı'nda falanjistlere karşı Barselona'da direnen enternasyonel tugaylardan birinin askeriydi O. Kalesini ölesiye savundu yine.

Mourinho'nun eleştirdiği Villa da cevabını verdi 2 gol ile, usta işiydi, daha çok da atabilirdi, ofsayta yakalanmasa. Maçın skoru gerçekten 10 - 0 falan olabilirdi. Barça, maç 4 - 0 olduktan sonra ciddi bir biçimde frene bastı, sanırım rakibe saygıdandı ancak karşıda saygı duyulması gereken bir topluluk yoktu, bunu eylemleriyle net bir biçimde sergilediler.

Ramos'un Messi'yi sakatlama girişimi, Puyol'a sallaması, Xavi'yi itmesi falan, tamamen acaba yine de bir kazanç çıkarır mıyım düşüncesinin ürünüydü. Karşılıklı kırmızı kartlar olabilir, Messi sakatlanabilir ve bu sebeplerden Barça puan kaybedebilirdi ilerleyen haftalarda, bunu bile hesaplayacak acziyete düştüler.

Aklıma hemen Ajax maçında yaşanan sarı kart skandalı geldi. Bu kadar çok sarı kart görmeleri, herhalde o maçtan kalma bir talimatın eseriydi, durmadan tekmelediler ve kırmızı kart olması gereken pek çok pozisyon biraz da maçın dünyada yarattığı hava yüzünden es geçildi.

Ortamı en çok geren Ronaldo'yu da unutmamak gerekir. Kendine yakışanı yaptı. Elbette Barça oyuncuları efsanesine ve Teknik Adamı'na sahip çıktı, ortalık karıştı.

Madrid adına utanç gecesiydi her anlamda. Franco dönemine gitmeden de Real Madrid'in neden sevimsiz olduğunun anlaşıldığı anlarla doluydu 90 dakika. Ronaldo, Ramos, Carvalho ve Mourinho gibi karakterlerin, kazanayım da nasıl olursa olsun zihniyetinin çimlere gömüldüğü yağmurlu bir geceydi, küçük düşürüldüler ve bu eylemi sonuna kadar hak ettiler.

***

Şair şöyle diyordu;

Şimdi dingin gövdende büyüyen sessizlik
Ellerimde patlamaya sabırsız mavzer olsun


Mourinho konuştukça, polemik yaratmaya çalıştıkça onlar sustular, daha önce de susturulmuşlardı, dilleri yasaklanmıştı, alışkındılar, tarih bilinçleri vardı. Sessizlik büyüdü, geçen sezondan kalmaydı biraz da. Jose'ye duyulan öfke, Drogba'nın golünden sonra kayarak sevinmesi ya da Inter'le tur atlayınca tek parmağı havada sahanın ortasına dalmasından öteye geçmişti artık. Silah patladı sonunda, Katalanlar bu geceyi uzun zamandır bekliyordu, intikam servis edildi yağmurlu bir gecede, soğuk olmalıydı. Ronaldo da nasibini almıştır elbette, 8 atamazlar diyordu, çok yaklaştı, az daha skoru biliyordu.

Jose oturup kaldı kulübede, çıkamadı, pozisyonunu bile değiştirmeden izledi maçı ikinci yarı. Çaresizdi ve sonunu hazırlamasa da, sorumlusu olduğunu biliyordu gecenin. Psikolojik savaş taktikleri de yetmedi.

Tercüman yenildi.

Başkent, anti futbol, endüstriyel tasarımlar, sermaye, ukalalık da ona eşlik ediverdi. Katalunya, La Masia, altyapı, Cruyff, mahalle çocukları, UNICEF, emek, güzel oyun yine kazandı.

Tarih onları yazacak, yeryüzünün en güzel oynunu sergileyen takımını, FC Barcelona'yı, bir kulüpten daha öte olanı. Bizim hikayemizi anlattılar güneşli bir pazarteside, Manu Chao eşliğinde.

Pique'nin eliyle bitirelim, tercümanın yüzüne doğru tutarak;

Beş, beş, beş, beş...

30 Kasım 2010

A. Eren Loğoğlu

29 Kasım 2010

Gala Rapor



Erkek Voleybol, Fenerbahçe 0 Galatasaray 3

Fenerbahçe'nin en zayıf olduğu branş Erkek Voleybol sanırım, daha önce de dile getirildi burada. Yine de unutmamak gerek, geçen sezon ve ondan iki sezon önce şampiyon oldular.

Harika bir galibiyet, mücadelesiyle, Fenerlilerin önünde olmasıyla.

Bir de erkeklere voleybol hiç yakışmıyor. Çok sert ve hızlı bir oyun var, takip etmek zorlaşıyor. Teknolojik imkanlar, fiziksel güç olarak erkek vücudunu voleyboldaki algı eşiğinin önüne geçirmiş kanımca. Kadınlar için çok daha estetik bir spor konumunda voleybol, oynama ve izlenme açısından. Temasa dayalı bir spor olmamasının da etkisi var bunda, erkeklerin fiziksel gücünü sadece top üzerinde göstermesi yetersizlik yaratıyor oyun tekniği anlamında.

Tersi de basketbolda geçerli, erkeklere ne kadar uygunsa bu spor, kadınlar için de bir o kadar zahmetli. Temasa dayalı olması kadınlara karşı olan estetik algıyı bozuyor, keza zayıf fiziksel özelliklerden dolayı, zıplama, havada kalma gibi önemli oyun içi eylemler sergilenemiyor.

Çocuk yaşlarda erkekleri basketbola, kadınları voleybola yönlendirmek daha doğru sanki.

Kadın Basketbol, Fenerbahçe 74 Galatasaray 68

Maçı kaybettiren Işıl ve Tuğba oldu son periyodda. Teknik Adam'ın da oyuna müdahale edip, topun pota altına -Fowles- ineceği yüzlerce setten birini en azından birkaç defa denemesi gerekiyordu. La Lakers'ın Shaq'e 3 numarayla -Fox- çaprazdan ya da köşeden top indirdiği, en bilinen seti bile yapamadık, eksi hane olarak yazıldı bu Ceyhun Hoca'ya.

Avrupa Şampiyonu olacağı iddia edilen Fenerbahçe'ye verilen gözdağı, psikolojik anlamda önemlidir elbette ama bu kaçıncı maç sonu yenilgisi ben sayamaz oldum.

Futbol, Galatasaray 1 Beşiktaş 2

Futbolda kayarak müdahale diye bir kavram artık çok eskilerde kaldı. Önemli olan ayakta kalıp, müdahale şansı olmasa da rakibi bozmak çünkü kayma eylemi rakibin çalım atmasını da kolaylaştırıyor ona hamle şansı tanıyarak. Kayarak müdahale, topu kazanmak adına en son çare olarak görülüyor ve zamanlamayı çok iyi ayarlayıp deneniyor. Lucas Neill'in hiç kaydığını gördünüz mü? O da bu türden müdahalelerde bulunur ancak kazanacağını bildiği pozisyonlardır bunlar, kendini rezil etmez ya da takımını yakmaz. Pek çok ligden iyi takımların savunma oyuncuları incelenebilir bu yönden.

Ali Sami Yen'de iki hafta üst üste iki penaltı yaptırıyor oyuncularımız, kayarak müdahaleden dolayı. Futbol eğitiminin ve dünya futbolunu takibin yerlerde süründüğünün bir başka kanıtı da bu. Hadi Cana anlaşılırdı, büyük emek gösterdiği bir maçın ardından isyanının dışavurumuydu o pozisyon ya Ali Turan'a ne demeli!

Orta sahada ne yaptığını kendi de bilmeyen, zaten yeterli futbol aklından yoksun iken, bir de bölgesini kaybetmiş Sabri'den medet ummak Hagi'nin Ali Turan'ı bek oynatmasından daha çarpıcı hatalarından sadece biriydi.

Servet'i Barış'la değiştirip takımın, Cana'nın orta sahada dönen topları kazanan etkenliğinden mahrum bırakmasıysa en yaralıcı olanıydı. İlk yarıda müthiş baskı kurulmasının temel sebebi Cana'ydı ve geriye çekildiği an da maç kaybedilmişti. Barış'tan aynı üretimi beklemek saflık olmalıydı.

Ha oldu, ha olacak, biraz daha sabır derken, Elano da Galatasaray kariyerine noktayı bu gece koydu kanımca. M Sarp türevleri ve Elano'yu performanslarından dolayı birbirinden ayırdetmeden göndermek en hayırlı iş olacaktır bu geceden sonra. Misi zaten ayrıldı diye düşünüyorum, onu yazmadım bu sebeple.

Birkaç hafta önce rasyonel bir yolla hedef olarak sunduğum 4.lük şansı da elden kaçıp gitmiştir, son 3 maçı kazanıp orta sıralara tutunmak gerekir ve Galatasaray büyüklüğünden dem vurup, küme düşme potasından zikredilmeme hatasına da düşülmemelidir, gerçekler tüm çıplaklığıyla ortadadır.

Hagi'ye güvenilecekse, şu andan başlamak üzre, her türlü tasarrufu alması konusunda şartsız destek verilmelidir. Verecek olan yönetenlere güvenimiz yok ama başka bir olasılık da gözükmüyor ufukta. Hagi'nin saha içi hataları olacaktır, daha önce de olmuştur ama ona kendi kuracağı takımıyla bir şans vermeden, onu birkaç yıl takımın başında tutmadan, karar mahkemelerinde yargılamak da büyük Galatasaray efsanesine yapılacak en büyük ayıp ve haksızlık olacaktır.

29 Kasım 2010

A. Eren Loğoğlu

28 Kasım 2010

Federer Yeniden Sahnede



Grand Slam'lerden sonra en önemli turnuvadır ATP World Tour Finals. Tenis tarihinin en iyisi ve günümüzün en formda oyuncusu karşı karşıya geldi turnuvanın son maçında.

Aralarında yapılan maç istatistiğine, genç olmasına ve gelecek vaad eden potansiyeline atıf yapılarak daha iyi olduğu söyleniyordu Nadal'ın Federer'den. Haliyle Roger da tenis tarihinin en iyisi olarak anılamazdı bu durumda, kazandığı Grand Slam sayısı ve çeşitliliği öyle demese de.

22. defa karşı karşıya gelmiş oldular bu maç ile. 12'si toprak kortta ve Nadal'ın 10 - 2 üstünlüğü var. Federer sert zeminde 4 - 3, çim kortta da 2 - 1 önde. Aslında bariz bir dominasyon yok, Nadal, Federer'e ters gelen bir oyun tarzına sahip, bunun yanında taktiksel olarak da Federer'in zaaflarına göre oynuyor sürekli, kendi oyunundan daha çok buna kafa yoruyor ve en önemlisi tarihin en iyi toprak kort oyuncusu.

İlk ve son set gösterdi ki oyun tekniğinin ulaştığı son nokta Federer'dir. Winner sayısında Nadal'ı üçe katlamasının altında yatan da bu. Oyun olarak Federer, Pep'in FC Barcelona'sıysa, Nadal Mourinho'nun Internaziole'dir, Roger kusursuz ve estetik oynun doruklarında gezer her daim. Her vuruşu sanat içerir.

Maçın detaylı analizine girmeye gerek yok. Nadal'ın oturduğu koltukta bile FedEx yazıyordu, salon çılgınca bir heyecanla doluydu, pek çok meşhur insan da tarihe tanıklık etmek adına oradaydı.

ATP World Tour Finals tarihine göz atıldığında bir başka istatistikle karşılaşılır. Tenis tarihinin en büyük oyuncuları, Sampras, McEnroe, Lendl, Borg gibi isimler birden çok kazanmışlardır bu turnuvayı. Roger Federer'in 5. şampiyonluğuydu bu gece yaşanan ve Sampras, Lendl'ı yakaladı böylelikle. Bu rekoru da eline almak isteyecektir, yaşı izin verdiği sürece. Nadal'ın bu listede yer alamayışı, tam da bu isimlerden dolayı, kariyeri boyunca büyük bir eksiklik olarak algılanacaktır. Kazandığında da Federer'den az olmasına vurgu yapılacaktır. Ya da açığı Olimpiyat Altın Madalyası'yla kapatmayı düşünecektir Nadal hayranları ancak o listede de Agassi dışında kendisine eşlik eden olmayacaktır, bu elbette madalyanın değerini düşürmez ancak çok da önemsenmediğin bir göstergesi olabilir. Nadal'ın, tarzına hiç uygun olmayan bu zeminde kazanması da kolay değil!

2011 Federer'in yılı olabilir, önce Avustralya, sonra Wimbledon ve en son Amerika Açık şeklinde. Nadal'ın Roland Garros'u bırakacağını sanmıyorum, Roger dışında onu zorlayanlar çıkabilir elbette.

Nadal'ın zirveye çıkıp 3 Grand Slam kazandığı bir sezonun son turnuvasında eze eze kazanabilmek tarihin en iyi oyuncusuna yakışırdı zaten.

Tarihin en iyisi, Roger Federer kazandı, anın en iyisi, Rafa Nadal'a karşı. Tarih yeniden yazıldı, Federer'in kameralara bıraktığı imzayla.

28 Kasım 2010

A. Eren Loğoğlu

25 Kasım 2010

Koreografi & El Clasico Ön bilgi



El Clasico koreografisi belli olmuş;

http://www.fcbarcelona.com/web/english/noticies/club/temporada10-11/11/25/fcb_madrid/n101125114219.html

Birkaç ön bilgiyle devam edeyim.

C Ronaldo, FC Barcelona'ya hiç gol atamadı. Messi, Mourinho takımlarına karşı gol bulamadı ama Real Madrid ağlarını 7 defa havalandırdı. Mourinho takımları Camp Nou'da hiç kazanamadı. Pep ise, Teknik Adam olarak Real Madrid'e karşı 4 maçını da kazandı. Valdes, Alves, Puyol, Messi 360 dakika görev aldı bu maçlarda, Xavi'yse 359, sonra sırayla Pique, Abidal, Sergio, Iniesta, Keita geliyor.

Bernabeu'deki son maç Puyol sağ bek oynadı, Ronaldo'yu karşılama görevinde çok başarılıydı, daha önce de hain Figo'yu durdurmuştu bu büyük savaşçı.

Pep, sol bek tercihi olarak Abidal'ı düşünecektir ilk. Mourinho'nun Inter'de de başarıyla uyguladığı kontratak futbolunu durdurmak gerekiyor ve Abidal hızıyla Puyol ve Pique'nin açıklarını kapatabilecek ilk isim. Tam da bu sebepten, sakatlıktan yeni çıkmasının da etkisiyle maç kondisyonu kazansın diye son 20 dakika oyuna dahil edildi Pana maçında.

Bir de Puyol & Pique'nin önünde kim oynayacak sorunsalı var. Pana maçında Sergio'nun oynamasını bekliyordum Madrid hazırlığı olarak. Bir maç önce Mascherano oynamasına karşın yine tercih edildi, bu bir mesaj olabilir formayı kaptığına dair. Çok verimli bir oyuncu olma yolunda ilerliyor Javier ve Barça'ya ekstra özellikler katabiliyor Sergio'dan farklı olarak. Çok hamleli, hızlı, lider, mücadele gücü yüksek, sert, korkusuz bir oyuncu olması El Clasico'da oynaması için Sergio'nun bir adım önüne çıkarıyor onu. Sergio'ysa hem pas trafiğine olan müthiş uyumu ve Pep'in Mourinho takımlarını -kontratak yapan, Atletico'yu engelledi bu yolla- engellemeyi amaçlayan ön süpürücünün merkez savunmacıların arasına girerek, üçlü savunma gibi oynamaları stratejisini daha iyi uyguluyor Masch'e göre. Ben yine de Mascherano süprizi bekliyorum Pep'den.

Barça'da en formda oyuncu Iniesta, gözden kaçıyor bu aralar, kimse bahsetmiyor performansından. Pana maçında 2. gol pasını bakmadan verdi, solunda oyuncu olup olmadığını bilmiyordu ama bulunması gerektiğini düşünüp pası verdi, Barça'nın nasıl bir teori kurduğuna dair güzel bir örneklemeydi. Xavi ve Messi'yi kilitlemeyi daha önce başaran Mourinho'nun anahtarı Iniesta aslında, bunu daha önce, geçen sene Inter'le olan grup maçında göstermişti.

Mourinho'nun provoke ettiği Villa'dan da patlama bekliyorum bu maçta. En korktuğum isim de nedense Benzema.

Madrid basını, Lass & Özil tartışıyor, kimin oynaması gerektiği konusunda. Hangisi tercih edilirse sistem değişecek. Bana Lass oynayacak -üçlü ön blok- gibi geliyor ama iyi giden takımı bozmak da mantıklı değil.

Mourinho'dan Real Madrid'e Internaziole tarzı bir oyun sergiletmesini beklemek hayal ötesi. Hem daha o denli takımına hakim değil, çok süre geçmedi muazzam alan savunmasını oturtması için, hem de eldeki malzeme buna uygun değil, Pepe, Albiol, Marcelo gibi. Inter'de Lucio, Samuel, Cambiasso gibi savunma yönü çok iyi isimler vardı zaten, Mou onları tek bir yapı haline getirdi. Bu sebepten ceza sahasına otobüs park etmeyecektir, mutlaka hapsolduğu dönemler olacak Madrid'in El Clasico'da ancak bu biraz da zorunluluktan kaynaklanacak.

Mourinho, Chelsea'de de, Inter'de de, kusursuz alan savunmasının yanına gole en hızlı yoldan giden bir düzen kurguladı. Duff, Joe Cole, Drogba, Diego Milito, Eto'o, Pandev, Maicon gibi seri oyuncular çok önemlidir onun sisteminde. Şimdi de Ronaldo, Higuain, Kaka, Özil, Di Maria aynı görevlerle oynuyorlar. Kaka'nın geçtiğimiz sezon oynanan El Clasico'da Puyol'dan sonra maçın en iyi oyuncusu olduğunu unutmayalım, yani Barça'nın da bu türden oyunculara karşı zaafiyeti var, Atletico Madrid'in merkez savunmacıların arasına top atarak ikinci santrforu koşturması da bunun çeşitlemesidir, Forlan, Reyes, Agüero ile. Pep çözümü buldu ve uyguladı daha önce ifade ettiğim gibi, ön süpürücü üçüncü merkez savunmacı gibi davranacak bu türden kaçan seri oyunculara karşı.

Mourinho'nun oyun mantalitesinin hücum yönünden en iyi olan şeklini de Dünya Kupası'nda Almanya gösterdi. Jose, geçen sezonki kusursuz alan savunucusu Inter'ini, Almanlar gibi atağa çıkan bir yapıyla bütünleştirip, Barça'dan daha iyi ve farklı bir Real Madrid yaratma peşinde. Alman takımının en önemli üç oyuncusundan ikisini -diğeri de Bastian, alabilse onu getirirdi- transfer etme sebebi de bu, adaptasyon sürecini kısaltıverdi, zaten ne istediğini bilen isimlerle.

Şimdilik bu kadar, maça doğru yine eklemeler yaparım.

Okunmalı;

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1056685&title=bir-klasiko-daha

25 Kasım 2010

A. Eren Loğoğlu

21 Kasım 2010

Cantona Yakası Gibi Olmalı İsyan!



http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2010/11/101121_cantona.shtml

21 Kasım 2010

A. Eren Loğoğlu

Yeni Hedefler ve Hagi Dönemi



6 maç sonunda 2 galibiyet 2 beraberlik 2 yenilgisi var takımın. Atılan 5 gole karşılık 6 gol yenildi ve ligde son 3 maç gol atılamadı. Daha gelirken söylendiği gibi Hagi, kontrol ve denge adamı.

Rasyonel olma zamanı geldi de geçiyor. Galatasaray bu sezon için kendine yeni hedefler koyarken, önümüzdeki sezonun planlamasına da bir an önce başlamak zorunda.

Trabzonspor 13 maç 30 puan
Bursaspor 28 puan
Kayserispor 28 puan

Büyükşehir Belediye 23 puan
Fenerbahçe 12 maç 21 puan
Beşiktaş 21 puan
Gaziantepspor 20 puan
Antalyaspor 19 puan
Karabük 18 puan
Galatasaray 17 puan
Ankaragücü 16 puan
Manisaspor 15 puan

Ligde ilk üç takım bir grubu, sonraki 9 sıra ikinci grubu oluşturuyor artık. Puan bariyerleri oluşmuş durumda. Borsada kullanılan bir tabir vardır, psikolojik eşik diye ya da at yarışında gruptan kopup son 400, hatta 200 metre başa baş kalan ve sprint atan atlar olur, Trabzonspor, Bursaspor, Kayserispor 28 puan barajıyla eşiği oluşturdular, virajı dönüp düzlüğe çıktılar. Onları zorlayacak tek takım da Fenerbahçe, futbol tarzından ötürü.

Bunları kabullendikten sonra ikinci grubun başını çeken Büyükşehir Belediye'nin üzerine çıkmalı, yani ligi 4. sırada bitirip Avrupa Kupaları'na katılmalıyız. Hagi de daha ilk basın toplantısında bunu dile getirip, aslında gerçekçiliğini ortaya koymuştu.

Fenerbahçe'nin bir maçı eksik, kazanırsa Belediye'nin konumunu onlar alacak ve işler daha da zorlaşacak.

Hagi neler yaptı ve bundan sonra neler yapabilir, biraz ona bakalım, sonra tekrar bu hesaplara döneriz;

Savunmayı oturtma konusunda yol kat etti, Trabzonspor maçında kazanmaya oynamayıp yanlış strateji uygulasa da, oradan da gol yemeden ayrılabilirdi takım, yani ligin nerdeyse en zor üç deplasmanından kalesinde gol görmeden bitirebilirdi maçı. Keza tersi de geçerli, savunmaya odaklandıkça takım gol atmayı da unuttu, Necati ve Ribery'sini hala bulamadığından bir süre daha bocalayacağı kesin, Baros ve Arda'yı beklemesi de bundan.

Cana'yı takıma katmayı başarmıştı ki sakatlandı oyuncu. Barış daha iyi, Elano kendini buluyor, Pino oynaması gereken bölgeyi keşfetti, Kewell sakatlıktan çıkıyor, sol bek sorunu devam ediyor, Sabri'nin merkeze gelmesi, Barış ve Ayhan'la birleşince daha dirençli bir yapı ortaya konuyor. Eksik belli, yaratıcılık, Elano, Arda, Baros, hatta Misi'den beklenen şey.

Misi A2 takımına gönderildi, bir operasyon olacağı ufukta gözüküyor, devre arasında ya da sezon sonunda Hagi'nin alacağı radikal kararların uygulanıp uygulanmayacağını göreceğiz. Hagi, daha önceki dönemde olduğu gibi, yönetimle ters düşerse, sözünü sakınmadan bunları taraftarla paylaşacaktır. Biraz takımın iyi duruma gelmesini bekliyor olabilir, Gürsoy'la olan tartışmaları esnasında zirveye oynanıyordu ve Hagi gücünü biraz da -çoğunu taraftardan olsa da- buradan alıyordu. Misi konusuna olan bakışın, operasyonun devamıyla birlikte değerlendirilmesi şart, acele etmeden. Olayın diğer parçası yönetim, leasing konularındaysa çok fahiş hataların olduğu açık. İhtiyaç olunmayan bir pozisyona, son dakika, göz boyama amaçlı yapılmış pahalı bir transfer, üstelik Lincoln gibi bir tecrübe yaşanmışken. Geçti gitti diyebiliyorum ancak çok sorgulamadan, çünkü kazdıkça altından başka şeyler çıkıyor ve çukura uzanıp daha fazla kürek sallamayı istemez bir ruh haline bürünüyorsun.

Net bir 4 - 2 - 3 - 1 takımı olacağız, modern futbola ve bu coğrafyaya uygun şekilde. Üç blok ve bütün olarak hareket etmeyi gerektiren formasyonlar bize şimdilik uygun değil.

Zaman kaybetmeden, yerli oyuncu kalitesinin artırılması gerekiyor. Kayseri maçında oyuna Aydın, E Çolak ve M Batdal'ın girmesi ve etkenliğin tamamen azalmasından daha çarpıcı bir örnekleme olamazdı bu konuda. 10 yabancı transfer hakkının olduğu bir statüde sahaya 4 yabancıyla çıkıp kenardan 3 yerli oyuncu getirmenin ne denli bir organizasyonsuzluk fiyaskosu olduğuna hiç girmeyeyim. Yerli oyunculara dünyanın parasını ödemektense, üç beş kuruşa ortalama iki yabancı getirilip oynatılabilirdi.

Hagi şunu biliyor, bu ligde üstte yer almak için böyle oynanması gerek, Kayseri ve Bursa bunu çok iyi beceriyor, Trabzon biraz daha farklı, onlar daha iyiler futbol olarak. Ustası Lucescu'nun bu ülkede dominasyon kurmasının temelinde de bu düşünce yatıyor, önce kontrol ve dengeli bir takım, sonra yaratıcılık ve hücum.

Hagi'nin mevcut kadroya bu anlamda çok da inandığı zannetmiyorum, devre arasından başlamak üzere bir takım değişiklikler olacaktır, bavulunu toplayanlar ve Florya'ya yeni bir ruh katmak için toplananlar, bu şart!

Bu süre zarfında ekonomik konular dışında yönetimin hiçbir konuya müdahil olmaması da önemli, kararların sağlıklı olabilmesi adına.

Öngörüye dayalı bu türden gelecek düşüncelerinden tekrar hesap kitaba dönelim, yere ayak basalım;

4 hafta var ilk yarının bitimine. Beşiktaş, Kasımpaşa, Gençlerbirliği ve Konya ile oynanacak. Kasımpaşa ligin açık ara en kötü takımı, İnönü'de az biraz izlediğim Konya'da toparlanma var, özellikle uçta oynayan üç yabancısı ve arkasında Hakan & Erdal ikilisi iyi işler çıkarıyor, savunmayı önde kurup çizgi savunma oynatan ve başına bela alan Schuster'in bu taktiğini Pino ile kesinlikle cezalandırmalıyız, yani sözün özü 4 maç 12 puan, Hagi'nin yeni hedeflerinin başlangıcı olmalıdır, ilk 6 haftayı tanıma ve ısınma evresi şeklinde varsayıp.

21 Kasım 2010

A. Eren Loğoğlu

Mesaj Kaygısı: B e k l i y o r u z!



Neresinden başlamalı anlatmaya, neresinde sigaradan bir nefes almalı, neresinden sonra yatağına bulan su gibi akışına bırakmalı, bilinmez.

FC Barcelona, bir kulüpten daha ötesi, resitallerinden birini daha sundu bu gece, yeryüzünün güzel futbol dilenen sevdalılarına. Üstelik bunu El Clasico'ya bir hafta kala gerçekleştirdi, mesaj içeriyordu elbet.

Almeria maça çıkarken 18. sırada, sadece 1 maç kazanabilmiş bir takımdı. İlgi çekici olan 11 maçta kalelerinde 10 gol görmüş olmalarıydı, az olarak nitelendirilebilirdi, keza Diego Alves La Liga'nın iyi kalecilerinden biriydi.

Bu veriler ortaya konduğunda zor bir maç olması bekleniyordu ama erken ve üst üste gelen iki gol rakibin kolay çözülmesine sebep oldu.

Barça, 4 - 3 - 3 klasiğiyle sahadaydı, birkaç oyuncu tercihi değişikliği dışında. Pique sarı kart sınırında ve haftaya Madrid maçı olduğundan oynatılmadı, sol merkez savunmacı olarak Fontas yer aldı.

Sergio'nun bölgesinde Mascherano, hafif sakatlığı bulunan Abidal'ın yerine Maxwell vardı.

Fontas'tan daha önce de bahsetmiştim, topu iyi kullanan ve bu yönden Pique'ye benzeyen bir oyuncu, Pedro'nun attığı goldeki pasıyla da bu özelliğini gösterdi. Çok daha iyi olacak ve Muniesa'nın bir adım önünde hala.

Mascherano her maç üzerine koyuyor, kontratak gelişimlerini başlamadan sona erdirdi, en etkileyici özelliği öldürücü, diyagonal uzun pasları, Barça'ya genişlik katıyor. Sergio bunu hiç yapamıyor, önemli onun adına. Bir de hakikaten rakibin fizik gücü ne olursa olsun topa müdahale edebiliyor.

Burdan şöyle bir çıkarım yapılabilir;

Bazen yanlış tercihlerde bulunmak, başka doğru tercihlerin önünü açabilir. Yaya Toure ve Samuel Eto'o'nun gönderilmesi Barça Teknik Heyeti için zorunlu ya da değil yanlış transfer tercihleriydi, düzenin dengesiyle oynamaktı. Ibra seçimi küçük de olsa bir bedel ödetti.

Yine bu tercihler, yanlışı yerinde gözlemleme, tecrübe etme ve daha iyisini bulma arayışını da beraberinde getirdi. Guardiola B Takımı'ndan göreve gelirken hemen yanı başındaki Rijkaard'ın A Takımı'nı inceleyip sorunların -Ronaldinho, Deco- ne olduğunu doğrulukla tespit edebilmişti, aynısı tekrarlanıyor, hem de kendi görev sürecinde.

David Villa ve Javier Mascherano, Samuel Eto'o ve Yaya Toure'den çok daha iyi bir konuma getirebilirler bu takımı.

Villa her maç daha iyi, Messi'yle uyumu giderek artıyor, olağanüstü kıvamına çok yaklaştı. Bu gece gol atamaması enteresan gelebilir ancak nerdeyse her pozisyonda savunmayı şaşırtıcı koşusunu gerçekleştirdi.

Bojan'a eleştiriler vardı, cevabını veriyor goller atarak.

37 dakikada 5 gol, sayısız okazyon, sıfır hata, devrede Xavi & Iniesta'nın birlikte kenara -bu esnada kulübe Dünya Kupası kazanan İspanya'nın ilk 11'nden 4 oyuncu barındırıyordu- gelmesi, ikinci yarı kenardan gelen Thiago'nun iyi bir oyuncu olacağını yine ve yeniden hissettirmesi, taraftarların stadı uzunca bir süre terk etmeyerek güzel oyna ve rakibe saygısını göstermesi, maç sonunda kaptan Puyol'un rakip oyuncuları tesellisi akılda kalanlardı.

Sırada Pana maçı var hafta içi Yunanistan'da, kazanıp gruplardan çıkmayı garantilemek isteyecek Pep, turu son maça bırakmamak için çok ciddi olunması gerekiyor.

Ve beklenen, El Clasico, Pazartesi gecesi, Katalunya'daki yerel seçimler sebebiyle.

Mourinho, Ronaldo ve onun gibilerin, kralın, krallığın, oligarşinin, başkentin, her ne şekilde olursa olsun kazanmanın, İspanya'nın Real Madrid'i, Guardiola, Messi ve onun gibilerin, halkın, Katalanların, faşizme direnişin, güzel oynayarak kazanmanın, Katalunya'nın FC Barcelona'sı bir kez daha karşı karşıya.

Bir istatistik, hani Mourinho Barça'nın baş belası zannediliyor, kasıtlı olarak öyle lanse ediliyor ya, göz atalım;

Camp Nou'da Mourinho takımları, 5 maçta 3 yenilgi 2 beraberlik aldı, daha kazanamadı, bu emeline hiç ulaşamayacak da.

Real Madrid, La Liga'nın son 32 haftasında sadece 1 yenilgi aldı, o da Bernabeu'da ve Barça'ya karşıydı. Bu denli iyiler ve bu sezon çok daha iyi kontratak yapıyorlar. Asıl silahları hakemler, her maç bir kıyak geçiyorlar -bolca penaltı sosuyla- yeter ki biraz oyun krize girsin, Bilbao maçında da devredeydiler.

Gelsinler bakalım, bekliyoruz hesabı kesmek için, kazanacağız ve 13. haftanın sonunda lider FC Barcelona olacak!

21 Kasım 2010

A. Eren Loğoğlu

19 Kasım 2010

Zihinden Geçen Ne Varsa 2!



Yazmayalı 2 hafta oldu nerdeyse, bayram, öncesi, sonrası derken pek çok şey birikiverdi, saçalım ortalığa gulleleri, kronolojik sırayla;

Misi

A2 takımına atılmasının tek bir sebebi olabilir, bonservis ödemeden eski takımına dönmesinin yolunu açma.

Karar Hagi'nin değildir muhtemelen, kiralık istemiyorum diyordu, o çerçevede alınmıştır yönetim tarafından, zararın neresinden dönülse kardır mantığıyla. Hagi'yle olan uyumsuzluğu da alt metin olarak sunulmuştur.

Adamın ömrü Lincoln kadar bile olmayacak.

Sırada Elano var herhalde tahmin edildiği üzre, ülkeme dönebilirim demiş zaten.

Gidiş şekli yine şık durmayacak, anlaşıldı. Yoksa gelecek planlamalarında benim de yer verdiğim oyuncular değil Misi ve Elano. Aranan oyuncu değildi, son gün getirilebildi.

Bu olay, yeniden yapılanmaya başlangıcın işaretiyse güzel, faturayı her seferinde yabancılara kesmenin bir başka şekliyse yıpratıcı olur. Misi'den önce operasyon yapılacak çok isim var, Misi de bunlardan biriyse eyvallah deyip Hagi'ye güvenmeye devam edilmeli ancak böyle olduğuna dair inancım nedense bir türlü oluşamıyor.

Yeni Türkiye, Hazırlık Maçları

Kılıçdaroğlu'nun yeni Cumhuriyet Halk Partisi söylemine benzedi, bugünlerde dolaşan BDP'yle seçim uzlaşmasının da gündemi meşgul ettiği düşünüldüğünde.

Guus Hiddink'in tercihlerinden bahsediyorum yeni sıfatını ülkenin önüne yapıştırarak.

Dünya Kupası'ndan sonra Hollanda'nın aynı yoğunlukla oynayabileceğini zannetmiyordum, Robben, Van Bommel gibi birkaç temel parçanın olmamasını da ilk sebebe ekleyince etkisiz oyunlarını açıklayabiliyorum Türkiye karşısında.

Premier Ligi sallayan Van Der Vaart'ın sırf mevkisinden dolayı -farklılık- bu denli verimsiz olması da güzel bir ders kanımca.

Milli Takımı iyi buldum. Ancak eskiyle olan farkı jenerasyon değil de formda oyunculardan kurulu olmaya bağlıyorum.

Milli Takım oluştururken iki yol var, ilki sürekli yan yana oynatılan -kendi takımında forma bulması şart değil, böylelikle rahat yakalanan bir uyum- isimler diğeri de formda oyunculardan kurulu bir takım.

Trabzonspor'dan çok oyuncu olması örneğin, Umut, Burak, Selçuk, belki ilerde Serkan, Onur, Ceyhun da katılabilir. Nuri Şahin yine. Kayseri maçlarını izlemediğimden Serdar'ın performansını bilmiyorum ancak ben de beğendim bu oyuncuyu, hiç sırıtmadı ilk maçında.

Yurt dışından gelecek genç oyuncularla mutlaka bir jenerasyon yakalama isteği olacaktır, belki de ligimizin formda oyuncularıyla harmanlayacağı bir yapı düşünüyor Hiddink, sürekli Emre B, Aurelio, Semih, Nihat, Arda, Tuncay, H Balta gibilerin oynamasındansa.

İlk izlenim olumlu, Löw, Del Bosque, Rijkaard, Schuster başaramadı devrim denilen bu coğrafyanın uzak olduğu kavramı, umarım Hiddink ile bu döngü kırılır.

İngiltere karşısında Nasri'yse büyülüyor, takımın maestrosu konumundaydı, Fransa rayına oturmuş, Gourcuff & Nasri, Malouda ve Benzema iyi bir organizasyon içersindeler, diğer oyuncular onların açıklarını kapatıyorlar başarıyla.

Gijon - Real

Yine zor kurtardı paçayı Mourinho, sadece 8 dakika kalmıştı Barça'nın lider olması için. Gijon'un Teknik Adamı Preciado'yu Barça maçında as oyuncularını oynatmamakla ve yenilgiyi kabullenmekle suçlayan Jose'ye karşı baltaları çıkarmıştı Gijonlular haklı olarak. Sonuna kadar dayanmışlardı, Mourinho'ya en güzel cevabı sahada vereceklerdi, olmadı, adalet yerini bulmadı ya da Camp Nou'ya taşındı, Katalanlar kesecek hesabı, olayın diğer şahsı olarak.

Maç sonunda da bu arsız adam, 2. lige düşeceksiniz şeklinde bir işaret yapmış takım otobüsünden, elbet bugüne kadar ona hiç cevap vermeyen ve bunu bir strateji olarak uygulayan Guardiola, bu kadar çok sessiz kalmasının karşılığını alacak Katalunya'da, lider olunacak başkentin önünde.

Afellay @ Barça

Hollanda maçı biraz hayal kırıklığına uğrattı beni, oyuncu konusunda. 4 - 2 - 3 - 1'in üçlü bloğunun solunda oynadı beklendiği gibi, sürekli oynadığı bölge buysa Xavi'nin yedeği olamayacaktır, bazı zamanlar Iniesta'yı dinlendirir. Birkaç tercihini pas yerine gereksiz ortalar olarak kullanması, kalabalığın arasına dalmaları, zorlama şutları olumsuz yönleriydi, Barça'da mutlaka törpülenecektir bu tür bireysel seçim hususlarında. Muhteşem bir ara pası vardı, pozisyon olmadı. Seri bir oyuncu, çok belli, Pedro'dan da zaman çalacak.

Afellay PSV'den gelen 7. oyuncu Barça'ya, Koeman, Romario, Ronaldo, Van Bommel, Cocu ve Zenden'den sonra. Aynı takımlardan, altyapılardan oyuncu transfer etmek bile bir organizasyon belirtisi. Sportif Direktör Zubi de Afellay için Barça DNA taşıyor demiş, aradıkları ilk özellik bu, bir de Iniesta'yla stili aynı diye eklemiş, bu da önemli.

Barça'nın transfer konusunda genel olarak 3 temel yolu var, Arsenal, Hollanda Ligi ve La Liga'nın iyi top oynayan -Villarreal, Sevilla, Valencia, Atletico Madrid, Athletic Bilbao, daha önceleri Deportivo- takımları şeklinde.

Barça DNA'sına uyum sorununu en aza indirgemenin yöntemi olarak görüyorlar bu üç alternatifi ve sıklıkla bu havuzdan tercih ediyorlar transferleri.

Wenger'in Arsenal'i, Barça'nın bir alt modeli, oyna bakış nerdeyse aynı, formasyon konusunda farklılıklar oluyor bazı zamanlar.
Net bir 4 - 2 - 3 - 1 oynuyorlar, Song & Denilson ikili blok önünde Walcott & Cesc & Nasri üçlüsü, en uçta da Chamakh yer alıyor. Maçına göre veya maç içersinde 4 - 1 - 4 - 1'e döndükleri oluyor, Song'u da ileri atarak. Bazen de -aslında sıklıkla- Cesc ya da Nasri, Song'a sokularak oynuyor ve Nasri'nin bölgesinde Arshavin yer alıyor, bu yerleşimde Denilson yok. Chamakh'ın yerinin asıl sahibi de Robin Van Persie, sakatlığı yeni yeni düzeliyor.

Bir nevi Wenger, Cesc & Nasri'den Xavi & Iniesta yaratmaya çalışıyor ve bence başarılı da bu anlamda. Her iki oyuncu da Wenger'in elinde inanılmaz gelişti.

Barça'ya en çok yakıştırdığım ilk iki oyuncu da haliyle Cesc ve Nasri. Sonrasında yine Arsenal'den Henry vuruşları ve hızıyla Walcott, Arshavin, sol bek Clichy geliyor.

Barça daha önce Hleb, Slyvinho, Henry, Gio Van Bronchost, Overmars, Petit gibi isimleri transfer etmişti Arsenal'den.

Uyum konusuna tekrar dönersem, Ibra vs David Villa özelinde de bu konuyu incelemek gerektiğini düşünüyorum. Villa şu an yüzde yüze yakın bir uyum yakaladı, her maç golünü atıyor, koşuları, aslolan verkaçlarıyla müthiş bir ikili oldu Messi'yle. Uyum bir süreç işi, bunun kısalığı oyuncunun Barça DNA'sı taşıyıp taşımadığıyla ilgili, Ibra çok farklı bir oyuncuydu Barça için.

Everton'dan Arteta, Tottenham'dan Bale, City'den Tevez ve en çok da Chelsea'den Lampard, Barça'ya uygun oyuncular kanımca. Atletico'dan Kun Agüero, elbette Liverpool'dan Torres, United'dan Rooney diğer aklıma gelenler.

Barça, Eto'o gibi bir tarzı olan Villa'yla bir sorununu çözdü, Henry bulmaları gerek, daha verimli, çok gol bulan bir takım yaratmaları için. Pedro gerekli ancak yeterli değil. Henry için alternatifler de o isimler arasından çıkar gibime geliyor. Barçanın planı -bence tartışılır doğruluğu, gol koklayan bir kenar oyuncusuz sistem sekteye uğruyor- Iniesta'yı kanada atıp Cesc'i merkeze oturtmak, böylelikle 4 - 3 - 3 bozulmadan üçünü aynı anda sahada tutabilecekler Xavi futbolu bırakana kadar. Xavi ayrıldığında da Cesc & Iniesta devam ettirecek ritüeli, arkada Sergio, daha geride Pique, Messi de olacak o kadroda, kenarlara Pedro dışında birkaç -altyapıdan Gerrard bekleniyor- bulacaklar, Puyol'un yokluğunu dolduracak birisi, Valdes ve Villa'nın da. Daha bir 5 yıl Barça'nın önü çok açık.

***

Bir de Xavi'nin gizlenen sakatlığı var, tam iyileşmeden oynamak zorunda kaldı, maç skor anlamında kopunca anında oyundan alınıyor, bu da bir sorun olduğunun göstergesi. Kadroda onu yedekleyecek bir isim yok, Mascherano girse 4 - 3 - 3 bozuluyor, Thiago oynasa, tecrübesiz daha. Bu sebeple Afellay'ın sezon sonu beklenmeden gelmiş olması biraz da Xavi'nin durumuna bağlı olmalı. Iniesta'yı iyice merkeze yerleştirip solda Afellay denemesine gideceklerdir ikinci devre, daha çok kadro genişliği açısından transfer edildiği izlenimi uyandırması normal.

***

NTVSpor'da Gol isimli bir program var, Avrupa Futbolu konuşulan. Zaman zaman izlerim, bu hafta, çizgi savunma, savunmanın orta çizgiye yakın kurulması, önde oynama, baskı, bunların etkileri gibi teknik detaylar işlendi.

Bu analizler için en uygun örnek Barça olduğundan -hep söylerim teorik futbol izlenmek isteniyorsa, futbol ders olarak okutulacaksa Barça maçları mutlaka kayda alınmalı, oyunculara gösterilmelidir her bir kare- Villarreal maçına değindiler. Sadece FCB'nin oyunu değil, rakibin karşı hamlesi de bu noktada önemli bir taktik ders oluyor, Kopenhag, Inter gibi.

Abdullah Avcı bağlandı yayına telefonla, Barça'yı yakın takip ettiği belliydi konuşmalarından, oynun teorik olduğunu çözümlemiş ve ders olarak izlediğini belirtti özellikle, bu çok önemli kanımca. Modern futbolun gereklerinden bahsetti ayrıca Barça maçından örnekler vererek, konusuna çok hakimdi yine, takdir ettim.

Ahmet Kaya

Bir 16 Kasım'ı daha geride bıraktık, Paris'teki güzel insanlar anıldı zihinlerde ve yüreklerde. Sözü ustaya bırakalım;

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1029011& Yazar=SIRRISÜREYYAÖNDER&Date=15.11.2010&CategoryID=97

Lorik Cana

Manisa maçının -bizim takımdan- en iyisiydi, bir ön süpürücü ne yapması gerekiyorsa yerine getirdi, dönen topların tamamını kazandı, sağ, sol, merkez bölge fark etmeksizin rakibe bastı, topun tekrar takıma geçmesini sağladı, top kapma özelliği gerçekten çok üst düzey, müthiş hamleli bir oyuncu, arkadan, yandan, bir şekilde topa dokunabiliyor, rakibi bozuyor. Aslında tam aradığımız oyuncu olduğuna kesinlikle kanaat getirdim, sadece yanında iki yönlü top kullanabilen -Ayhan'dan çok daha kaliteli ve süreklilik içeren- bir oyuncu olsa daha da parlar performansı.

Taraftar da bu mücadelesinin hakkını verip ona tezahürat yaptı ancak burda da futbol kültürü eksikliğimizin cezasını çektik, taraftarın verdiği motivasyonla ceza sahası içersinde arkadan net bir müdahale gerçekleştirdi ve penaltıya sebebiyet verdi, tezahürat olmasa o yorgunlukla hamle çabasında bulunamazdı kanımca. Taraftarı da suçlayamam, büyük bir şaşkınlık vardı. İngiltere'de bu tür oyuncunun performansını takdir eden gaz tezahüratlar oyun durduğunda, top taca, kornere çıktığında yapılır ve oynu kötü etkilemez.

Manisa Maçı

Zul görüyorum artık bu adamlar hakkında bir şeyler karalamayı, emeğin sömürüsü var gibi hissediyorum;

Servet'i 6 aydır kadroya yazmadım, oynatan Teknik Adamlar'a da saygı duydum, ihtiyaç idi, realiteydi, elden bir şey gelmezdi, dönem dönem çözüm önerileri sunuldu, çok eskiye gitmeden son 1 ay içindekileri alıntılayayım, belki okumayan vardır, bir katkı olur;

20.10.2011 Fenerbahçe maçı öncesi

Hiçbiri oynamasın, bari bir duruşumuz olsun Kadıköy'de, nasılsa kaybedeceğiz!
Bunlara inat, lider yabancılardan oluşan bir kuartet -Lucas, Cana, Kewell, Baros- sahaya çıkarsın ve idare etsin takımı da.

11 - Emirhan, Serkan, Insua, Ahmet Kesim, Lucas, Cana, Cumhur, E Çolak, Misimovic, Kewell, Baros

Yedekler - Eray, Sinan, Berk, Musa, Elano, Pino, Cem Sultan

18.10.2011 Rijkaard sonrası, Hagi'nin adı geçmiyor daha;

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/10/kopekler-istedi-diye-atlar-olmez.html

Barça - Villarreal

İlk yarı, küçük çaplı bir isyan;

Hakem, maçın, güzel oynun ve Barça'nın önüne geçti kararlarıyla, beyaz mendiller sallandı devre arasında.

3 ofsayt kararı yanlış sanırım, Villarreal topa çok az sahip olmasına karşın Barça'nın neredeyse 3 katı faul kazandı, bu istatistik de enteresan. Guardiola maç içersinde, oyuncular düdükten sonra hakemle uzun diyaloglara girdiler.

Real Madrid bu sene dersini iyi çalışmış, lehine her maç penaltı, ofsayt goller, üstüne de Barça maçlarında konsantrasyon kaybı sağlayan, baskıyı artıran kötü niyetli hakemler.

İkinci yarı, oyun çözüldü;

Messi'nin klasik hızlı başlattığı bir duran top sonrası gelen pas organizasyonu ve golü.

Fenerbahçe Yayın Organı Hürriyet

Aynı durum Milliyet için de geçerli, ultrAslan - üni'nin kurulduğu zamanlarda bir muhabir röportaj yapmak için bizimle buluşmuştu ve uzun uzadıya konuşulmuştu, o günden beri bu gastelerin nasıl bir zihniyeti var ve Galatasaray'a özellikle Fenerbahçeli çalışan vermelerinin sebebini çözebiliyorum.
Geç de olsa Mehmet Ali Birand tepki göstermiş, umarım devamı gelir.

Real - Atletico

Madrid maçlarını sıklıkla izlemem ancak bir şey dikkatimi çekti;

Real Madrid gollerinde, rakip savunma hep hazırlıksız ve az adamla yakalanıyor. Barça maçlarında ceza sahasına otobüs park eden takımlar, Bernabeu'ye çıkınca daha açık oynuyorlar. Tekrar bakın gollere, özellikle Bernabeu'de çok gol atılan maçlara, ne demek istediğimi daha net anlayacaksınız.

Trabzonspor - Galatasaray

Hagi'nin yenilmemek üzerine kurduğu strateji, Şenol Güneş'in yenilmemek üzerine kurduğu stratejiyle çakışınca, Kadıköy'den çok daha kısır bir maç ile karşılaşıldı.

Başarıya giden yolun çok ön libero ile oynatmaktan geçtiğine inanan ülke futbolu medyasına, ön libero olmayan bir takımın lider olabileceğini gösterdiği için de teşekkür ediyorum Trabzonspor'a.

Kazanmak zorunda olan Galatasaray'ın Kadıköy'deki düşünceyi -Insua + Ufuk- bire bir uygulamaya çalışmasını maç başında çok yadırgadım.

Kadıköy'de ligden kopmamak için kaybetmememiz gerekiyordu, maç öncesi fark olur psikolojisi de bizi iyice bu oyna itmişti ve Hagi doğru olanı sergilemişti ancak Trabzon'da, Fenerbahçe maçını iyi etüd edebilecek Şenol Güneş'i de düşünüp baskın bir plan kurgulanabilirdi, Hagi malesef kendini aşamadı.

Uzun uzadıya maç analizine ihtiyaç yok, Kadıköy'ün karbon kopyası, tek farkla, Trabzonspor bize nerdeyse hiç açık bırakmadı ve oyuna hakim oldu ancak çok tehlikeli pozisyonlar da üretemedi.

Golde Servet'in hatasının yanı sıra, yalancı koşusuyla rakipten vücud çalımı yiyen, topa girmeyi düşünmeyen M Sarp'ın da katkısı vardı, es geçilmemesi gerekiyor. Hagi, 2 haftadır olduğu gibi Cana yerine onu değiştirse bu pozisyon gol olmayabilirdi ki ilk yarıda Cana her topa müdahale etmeyi başarmıştı. Hagi'nin E Çolak'ı rotasyona katmayı düşündüğü gibi, Cumhur vb. farklı ismi de denemesi gerekiyor, artık kaybedecek hiçbir şey yok çünkü.

Daha üçüncü maçı, karalar bağlamak yersiz, kendi kurmadığı -gerçi bu kadroyu Rijkaard'ın onayladığı da düpedüz yalandır- ve sezon başından itibaren çalıştırmadığı bir kadroyla yoluna devam edecek. Bu maç onun hanesine eksi olarak yazılmıştır ama istediklerinin sahaya yansıdığı bir yapıyı inşa etmesi için de daha çok erkendir.

Trabzonspor'a dair, 7 Ağustos yazısı;

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/08/karadeniz-frtnas-bordo-mavi-trabzondan.html

Lider oldular, sonuna kadar hak ederek, helal olsun!

Newcastle United

FC Copenhagen'dan sonra şimdi de Newcastle United örneği.

Dünyanın en iyi takımı değiller, dünyanın en iyi oyuncularından da kurulmadılar ama Premier League puan tablosunda 5. sıradalar şu an.

Futbola dair yetenekler, özellikler nedir diye bir çırpıda saymaya kalksam;

Top kontrolü, top tekniği, pas, şut, top sürme, orta açma, kafa vurma, top kapmak, verkaç, hız, çabukluk, denge, dayanıklılık, uzar gider...

Bu türden özelliklerin tek bir oyuncuda toplandığı da olmuştur, çoğuna sahip oyunculardan kurulu takımlar da vardır, üst düzey. Newcastle United, bu özellikleri, ayrı ayrı ve farklı oyuncularda barındıran ve bu sayede bütünlük sağlayan bir takım olmuş, yani parçalar birbirini tamamlıyor ve takım denilen olguyu yaratıyor.

Carroll gibi hava toplarına hakim, her topa kafa vuran bir santrfor, hemen arkasında, yanında daha teknik, son vuruşları etkili Ameobi, kenarlarda sürat, teknik ve orta açma özellikleriyle onları besleyen Arjantili Gutierrez, ters kenarda içe de kat edebilen, top tekniği yüksek, tek pası iyi yapan Barton, orta sahada ileri geri top taşıyan, isabetli, diyagonal uzun toplar atan, çok sert şutlar çeken, Steven Gerrard'ın biraz daha az yeteneklisi, stil olarak kopyası kaptan Nolan, tüm bu oyuncuların arkasını süpüren, inanılmaz dinamik, sürekli top kapan, kısa driblinglerle savunmayı rahatlatan, az pas hatası yapan, çok çalışkan ve Arsenal maçının adamı Tiote.

Savunmada sert oynayan, markaj özelliği olan Coloccini, tipik Ada savunmacısı, hava toplarında etkili Williamson, İspanyol, top kontrolü olan, solak bir bek, Enrique, ters bek çevik, hamleli, hızlı Simpson.

Aynı türden, tarzdan iki oyuncuyu oynatmıyorlar, birinin özelliği, diğerinin açığını kapatıyor ve böylelikle iyi olan özellikler ön plana çıkıyor, zayıflıklar görünmüyor, güzel olan da bu.

Bir takımda olması gereken ne özellik, yetenek varsa, nerdeyse tamamını, az az, kısıtlı ve farklı oyuncularda da olsa sahaya yansıtıyorlar ve bu durum, takım olgusunu sunuyor bize.

Oyuncu seçimlerinde bu türden, birbirini özellik olarak tamamlayan isimlere de yönelmek gerek, mevcut oyuncuların yeteneklerini hesaba katıp.

Galatasaray Erkek Basketbol

Washington, Jasaitis, Wilkinson, Rancik yabancılarından Rochestie, Shipp, Shumpert, Andric, Rancik yabancılarına geçildi, yeniden yapılanma, yeni Teknik Heyet adı altında.

Can Akın, Evren Büker ciddi katkı veriyordu onlara. Birini zor da olsa tutmayı başardık, yanına da hem genç, hem de tecrübeli isimler eklendi, doğru stratejilerle, yabancı değişikliklerinin yanlış olmasının dışında.

Daha iyi bir takım olabildik mi peki? Şimdilik hayır.

Transfer Mevzusu

7 - 8 yurtdışında futbol eğitimi almış yerli oyuncu ile transfer çalışmalarına başlanmalıdır.

Ayrıca daha önce sözünü ettiğim Selçuk / Hamit / Nuri / Gökhan Inler'den en az biri orta sahaya, Eren Derdiyok / Volkan Şen / Sercan / Mevlüt'ten en az biri de hücum bölgesine düşünülebilir.

Yabancı için de ülke dışına çıkmaya gerek yok, Bayern Munich gibi ülke içi piyasadaki yabancılara yönelmek uyum sorununu ortadan kaldırır ve maliyeti azaltır en azından.

6 - Transfer Stratejisi & Yabancı Kontenjanı

FDD operasyonundan hareketle yepyeni bir strateji. Baros ve Kewell dışında -Cana & Lucas da kalabilir duruma göre- yabancıları da gönderip -para kazanarak- Türkiye'de oynayan ve başarılı olan ekonomik yabancılara yönelmek, Cernat, Emenike, Colman gibi. Yanlarına Selçuk / Hamit / Nuri / Gökhan Inler'den en az birini transfer edip orta bölgeyi, Eren Derdiyok / Volkan Şen / Sercan / Mevlüt'ten en az birini transfer edip hücum bölgesini yerli kontenjanından güçlendirmek ve kadroyu altyapıdan umut vaad eden takviyelerle derinleştirmek. Bu isimlerin yanına yurt dışında -özellikle Almanya- futbol eğitimi almış genç isimler katmak da gerekiyor.

Stekelenburg / Emirhan

Lucas / Serkan / Berk / Ahmet Kesim

Selçuk / Colman / Hamit / Cana / Musa / Cumhur

Arda / Kewell / Serdar Eylik / Cernat / Emre Çolak

Baros / Sercan / Emenike / M Batdal / Cem Sultan

2 yabancı hakkı daha var, box to box / geri dörtlü / hücum bölgesinin sağı gibi kullanma opsiyonları sağlanabilir. Savunmaya mutlaka yerli oyuncular da bulmak gerekecek, Ömer Toprak gibi.

İlla bu isimler olsun diye yazmadım, eksikler de var hatta onbir oluşturulduğunda, gözle görülür biçimde, iskelet buna benzer yapıda kurulmalı, dengeli, savaşan, lider yabancıların yanında burda başarılı olmuş yabancılar ve yurt dışından gelen yerliler.

Yabancı seviyesinin uluslararası olması konusunda benzer bir düşünceyi Kadın Basketbol için taşıyordum. Fowles, Augustus, Tamika gibi isimler gelmişse artık bu kulübe, Amerikan Ulusal Takımı dışında ya da All Star seçilemeyen bir isme yönelmenin yanlışlık olacağını savundum. Diğer yöntem seçildi, ligimizdeki yabancılara ya da WNBA'nin orta karar oyuncularına yöneldiler ve çok da başarılı olduğumuz söylenemez.

Yakın zamanda futbolda da bu eşik aşıldı, ismi ve kariyeri olan oyuncuların sayısının artmasıyla.

İroni bu ya, futbolda da bu yöntem başarıyı getirmedi. Elbet pek çok etmen var ama bu tercih de bunlardan biri.

Tekrar futbola dönecek olursam;

Türkiye Ligi'ndeki yabancılar, eskiden olduğu gibi Galatasaray'da oynayamayacak yetersizlikte değil artık. O devrin kapandığını düşünüyorum. Anadolu kulüpleri, yabancı sayısının ve gelirlerin artmasıyla çok iyi oyuncular getirebiliyorlar, yurt dışından 5 -10 milyon Euro civarı bir parayla riske girilmesindense, buraya da uyum sağlamış yabancılara -genç olurlarsa daha da iyi- bakmanın daha yararlı olacağına inanıyorum. Benimkisi daha çok şartlara göre oluşturulmuş bir strateji.
Galatasaray'ın Avrupa'daki imajı oturmuştur, bellidir ve Elano, Baros, Kewell, Misimovic gibi en üst seviyenin bir altı gruptan oyuncuları kapsar. Kulübün başarı ve süreklilik olarak bulunması gereken nokta da budur, en üst seviye takımların bir altı kategori, Lyon, Porto gibi. Yanlış anlaşılmasın, model amaçlı yazmadım bu kulüpleri.

Kewell için 2 yıldır + 2 diyorum.

En az biri kısmını özellikle kullandım, bazıları gerçekten imkansızlığa yaklaştı o yazıdan sonra, Nuri gibi. Hamit'i Bayern Munich'den koparmak kanımca zor değil, yaşı geçiyor, as oyuncu olamadı, yedek beklemekten mutlaka sıkılacaktır, yoğun baskı altında tutup, orada forma şansı bulamamasına vurgu yapmak gerekiyor kanımca. Gökhan Inler'in de piyasasının düşeceğini düşünüyorum İtalya Ligi'nin cazibesini yitirmesinden ötürü. Selçuk işi de iyice çıkmaza girdi, Trabzonspor başarılı olduğu sürece bırakmayacaktır.

Ne kadar gol vuruşu konusunda yetersiz olsa da Sercan'ı beğeniyorum, dribling özelliği olan yerli oyuncu bulmak çok zor, bence pahalıya kaçmamak şartıyla transferi düşünülmelidir.

Yurtdışındaki genç isimlere yönelmek şart ancak abartmamak gerekiyor, takım yaşının çok düşmesi de doğru değil, CM oynar gibi takımı 20 yaşında wonderkid oyunculardan kurmak başarı getirmez. İyi bir takım incelendiğinde yaş dağılımının da orantılı olduğu görülecektir. (Sallıyorum sayıları, 20 yaş altı 5, 20 - 25 yaş arası 7, 25 - 30 yaş arası 7, 30 yaş üstü 5 oyuncu gibi.)

21 yaş altına yönelmek başlangıç aşamasında bize çok sıkıntı verebilir, uyum konusunda, hele de sayı çok artarsa, makul olan 7 - 8'i geçmemesidir kanımca. Sadece genç oyunculara yönelmek yeterli olmaz, süreklilik ve başarı için.

Galatasaray'ın yabancı ve yerli oyuncu seviyesinin uluslararası düzey olması gerektiği şüphesiz, ülkelerinin takımında da oynayan, kaptanlık yapanlar bile tercih sebebi olabilir. Lider, kaybetmeyi sevmeyen, karakterli yabancılar takıma çok büyük hava katıyor, taraftar ve oyuncuların kendi arasında.

Emenike, Colman, Cernat yazmıştım bizim ligden, hiçbirine 2 milyon Euro'dan fazla verilmez. Türkiye'de bence herhangi bir oyuncuya -yerli, yabancı fark etmeksizin- belli bir tutar belirleyip fazlasını da ödememek gerekiyor. Belki gözden kaçtı, şuna dikkat çekmiştim, kadroyu kurarken bu isimleri takım iskeleti olarak düşünmedim, 6 + 2 + 2 kuralının etkisiyle, daha derin bir yapının parçaları olarak ortaya attım. Tüm takım kadrosunu sunma sebebim buydu.

Bizim ligin piyasasına yönelmemizin gerektiğini, çünkü gelen yabancı seviyesinin de artacağını düşünüyorum, gelişecek olan ülke futboluyla, bu bir öngörü, herhangi bir argümanı yok, Anadolu kulüplerinin stad ve sahalarının düzelmesi, gelirlerinin artması gibi küçük detaylar dışında. Gözümüzün önünde yetişecek, bilinen yabancılar varken, riske girmenin mantığını çözemiyorum. Pino'ya 3.5 milyon Euro vermektense, Emenike + Cernat transferi daha akılcı gözüküyor bana.

Bundan önce Anadolu'dan İstanbul'a gelen öyle ahım şahım bir isim hatırlamıyorum. Zaten yeni yeni olabilir diyorum çünkü onlar da iyi isimler getirmeye başladılar, eskiden yabancı kontenjanı 3 idi. Zec var ilk aklıma gelen, Makakula düşünülebilirdi opsiyon olarak, bunları gözden kaçırmamalıyız. Trabzonspor'da yönetici olsam, bu saatten sonra bizim lig dışından yabancı bile transfer etmem, onları başarıya en kolay götüren yol bence bu olur, keza yerlileri de topladılar sağdan soldan. Sen de belirtmiştin bu takım Ersun Yanal'ın diye, ben uzun zaman önce daha ileri gitmiştim, keşke Rijkaard'dan önce Ersun Yanal'ı getirseydik de, Rijkaard'a kadro mühendisliği yaptığı bir takım bıraksaydı şeklinde.

Lyon, Porto'nun neden model olamayacağına daha önce vurgu yapmıştım;

Uzun vadeli plan sadece isme -Hagi, Frank- ya da felsefeye -kaos, akıl- bağlı bir düşünce birlikteliği değildir. Önemli olan organizasyon kanımca ve organizasyonu belirleyen ve bize bağlı olmayan dış faktörler de var, ülke şartları gibi, eğitim, sosyal, kültürel ve ekonomi sebepler.

Misal, Avrupa'da sosyolojik olarak Türkiye'ye benzeyen ülkelerin takımlarından turnuvalarda süreklilik sağlayan var mı son yıllarda, Ukrayna geliyor sadece aklıma. Bükreş, Kızılyıldız, Yunan takımları ve biz çok gerilerde kalmışız, bize benzer ülkelere göre çok para harcıyoruz, Rusya büyük bir gelişme içersinde, ekonomik sebeplerden ötürü. Portekiz'den Porto bize nasıl veriler sağlar, ülke şartları benzer mi, Avrupa Birliği sorunsalı var misal. Barcelona'yı ya da Ada takımlarını model almak doğru plan değil, en azından denendi ve başarısızlık görüldü, şimdilik de olsa. Keza sınırsız yabancı alabilen ülkeler ya da Ajax, Lyon gibi farklı özellikleri olan takımlar da model sunulamaz Galatasaray için. Bize benzeyen ve süreklilik içeren bir modeli bulup, inceleyip, burada kopyalamak en doğru yöntem organizasyon anlamında. Bu ülkenin mühendisliği de böyle değil mi?

Sözün özü, bizde Ajax, FC Barcelona gibi altyapı modeli de, Lyon, Porto gibi transfer -al, faydalan, sat diyalektiği- modeli de tutmuyor. Çözüm bunun ikisini makul derecede harmanlayıp dengelemede. Yabancı sınırı ve yerli seviyesi sorunu var.

Akla gelen, doğru olarak, yurtdışındaki yerliler ve yabancı seçiminde daha ince eleyip sık dokumak. Yabancıların yaş dağılımını doğru hesaplayıp, üst düzey yabancılara, sakatlık, cezalı ve üç kulvar ortamında opsiyon olacak yurtiçi piyasasından yabancılar bulmak da şart kanımca. 2 - 3 yabancı sakatlanınca sahaya 7 - 8 yerli ile çıkıp takımın seviyesini çok aşağı çekiyoruz, Cernat, Emenike gibi isimler olsa, her türlü koşulda kopmalar yaşamayız ve sürekliliği sağlar, başarıya giden yolu da kısaltırız gibime geliyor.

2 milyon Euro'dan fazla verilmez diye belirtirken, ekonomik açmazın da değerlendirilmesi gerektiğini vurguluyorum. Yabancı sayısı arttıkça, futbol kültürü stad ve gelirlerle birlikte geliştikçe, Anadolu kulüplerinin transfere bakış açısı da değişecek kanımca, Bosman daha çok uygulanır olacak, transfer borsası daha bir hareketli olacak düşük maliyetlerle, hatta takaslarla, bunlar öngörü. Bugün bu isimler Colman, Emenike, Cernat olur, yarın başkaları, değerlerinin üstünde paralar harcamadan, göz önünde olan isimleri takımın parçası yapmak, dışardan maliyetsiz getirip riske girmeye göre daha rasyonel geliyor, diğer türlü sakatlıklar vs. olduğunda dımdızlak kalıyoruz.

Her yıl CL'ye katılma, sürekliliğin birinci aşamasıdır, başarı zamanla gelecektir zaten ki biz Avrupa'da başarı kültürü yaratmış bir kulübüz, birkaç yıl içinde ısınırız, öyle uzun yıllar beklemeye gerek olmaz, yeter ki doğru yapılanmayı kuralım şimdiden.

Aklıma gelmişken, bu yerli tercihlerinde pozisyon belirlenmesi yapılması da bir başka yöntem, özellikle iç piyasadan oyuncu bakarken, ilerleyen zamanlarda. Ülke futbolu, daha çok hangi pozisyonlarda iyi oyuncular üretiyor ve bunun sebepleri nelerdir, araştırılması gerekir.

Hızlı beklerimiz -Hakan Ünsal, Gökhan Gönül, Sabri Sarıoğlu- oldu, orta sahadan devşirme bekler -Ümit Davala ve Ergün- de bulundu. Her daim markaj özellikleri yüksek olan merkez savunmacı -Bülent Korkmaz, Alpay Özalan, Servet Çetin, Emre Aşık- çıkmıştır bu coğrafyadan, yanında hep aklını kullanan bir yabancı oynaması şartıyla. Kaleci yetişmez, savunmanın önünde oynayacak iyi oyuncular bulunmaz, 4 - 4 - 2'nin tipik kanat açıkları hiç olmamıştır, Hakan Şükür dışında gerçek bir santrfor daha görülmedi, onun yanında oynayabilecek orta saha özellikleri olan, forvet arkası diye tanımlanabilecek isimlerse yetişti, Necati Ateş gibi. Box to box denilen tarzda bir isim Emre Belözoğlu dışında sayılamadı. Örnekler çoğaltılabilir, orta sahada mücadeleci isimlerin çokluğu gibi.

Ülkede pek çok oyuncu, futbol eğitimi alırken, bu pozisyon hususunda arada derede kalıyor, kendini konumlandıramıyor.

Demem o dur ki, bu coğrafyada hangi pozisyonlar için daha çok oyuncu yetişiyorsa orayı yabancı kontenjanıyla doldurmak da sorunlar doğuruyor, diğer pozisyonlarda vasat kalınıyor haliyle. Beklerin yabancı olması çok makul değil bu sebeple, daha öncelikli pozisyonlar var kanımca. Ben yine bir tesbiti kısaca dile getirmiş olayım, daha derin incelenmesi gereken bir konudur bu yoksa yanıldığım kısımlar da bulunacaktır.

Galatasaray Kadın Basketbolu

Eski yazılardan alıntı yapmayı sevmiyorum, aynı sayfada, kısa aralıklarla yineliyorum bu eylemi, hoş durmuyor. Tekrar etmemek adına sadece linki asayım, 20 Haziran tarihli, çok uzak değil;

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/06/bayan-basket-gelismeleri.html

Önceleri maçlara da giden ve analizler yapan biriydim Kadın Basketbol hakkında ama artık sadece genel çerçeveyi çizebilirim ya da maç maç bireysel performanslara bakabilirim. Bunlar da ortalama, genel bir strateji düşüncesiydi transfer hususunda.

Bizim spora bakış açımızda en bariz hatamız, uyum ve başarı yakaladığımız takımı, daha iyisini yaparız diye yeni transferlerle bozuyoruz, Erkek, Kadın Basketbol ve Futbol'da da bu şekilde davranılıyor. Uyum sağlamış, katkı yapmış, oturmuş yabancılardan vazgeçilip, her sene sil baştan takımlar yaratmakta üstümüze yok. Sporun mantığı bu belki de, insanlar yeni yüzler görmek istiyor. Halbuki başarı, mevcut oturmuş, iyi kadroyu, eksiksiz olarak tutup açıkları kapatmaktan geçiyor her defasında.

Erkek Takımı'ndan güncel örnek vereyim;

Sıradan olan Alman Ligi'nden Amerikalı guard transfer etmeyi doğru bulmuyorum, hele de mevcut kadroda, performans göstermiş Washington dururken diye bir yorum yapmıştım Rochestie transferinden sonra. Genç oyuncuların katılımıyla bir hava yakalanmıştı, çok vurgu yapmak istemedim bu konuya, sadece bir defa değindim sanırım, üzerinde durmadım, lig başlayınca bir baktım herkes Rochestie konuşuyor ama iş işten geçti artık eleştiride bulunmak adına.

Hagi'den Sonra

Bizim oyun merkezini öne almayı sağlayan, baskıya dayalı oyundan eski usül de olsa vazgeçmememiz gerekiyor. Ancak bunun yanına yeniyi, modern olanı katmadıkça, özellikle Avrupa Kupaları'nda artık süreklilik yakalama şansımız yok. (Futbol değişiyor her 10 yılda bir, taktik varyantlar çok çabuk gelişiyor, sistem zayıflıkları anında çözülüyor.) Kalli'nin Leverkusen, Korkmaz'ın Hamburg dersi en yakın ve acı olanlardı. Kontra olarak Skibbe'nin Benfica, Hertha Berlin örnekleri de verilebilir.

Hagi'nin futbolculuğuna bakınca aklın, yeteneğin ve mücadelenin yan yana olduğu görülebilir. Umutlanmamız gereken ilk kısım burası, eski ve yeninin harmanını ancak onun futbol karakteri gerçekleştirebilir. Üstelik ilk Teknik Adamlık döneminde Lucescu'nun izlerini sunan, kontrol oynunu da çözmüş, taktik disiplin seven biri olmasının sağlayacağı katkılar da var, ikinci kısım da bence bu.

19 Kasım 2010

A. Eren Loğoğlu

05 Kasım 2010

Kaptanlar & Teknik Adamlar @ Barça



Bir dönem kafayı takmıştım, forma numaralandırmayı bile belirli bir sistematiğe oturtan bir kulübün, kaptan seçimleri ve bunun Teknik Adam tercihine yansımaları da benzer şekilde oluyor mu diye? Araştırmaya göz atalım;

Kaptanlar

2010 - 2004 Carles Puyol
2004 - 2001 Luis Enrique
2001 - 1997 Joseph Guardiola
1997 - 1996 Gheorghe Popescu
1996 - 1993 Jose Maria Bakero
1993 - ???? José Ramón Alexanco

Teknik Adamlar

2010 - 2008 Joseph Guardiola
2008 - 2003 Frank Rijkaard
6 ay Radomir Antic
2003 - 2002 Louis Van Gaal
2002 - 2001 Charles Rexach
2001 - 2000 Lorenzo Serre Ferrer
2000 - 1997 Louis Van Gaal
1997 - 1996 Bobby Robson
1996 - 1988 Johan Cruyff

Sırayla şu an kim ne yapıyor, Barça'de ne görevler aldı, bakalım;

Önbilgi - FC Barcelona futbol akademisi, kısa adıyla La Masia, 1979 yılında Cruyff'un Başkan Nunez'e tavsiyesiyle kuruldu. Ajax altyapısı örnek alındı.

Güzel oynun özü Linus Michels'in Total Futbol felsefesine dayanır. Cruyff'la birlikte Tiki Taka'ya evrilir düzen.

Kaptanlar

Puyol hala takımın kaptanı. Xavi, Puyol'a denk gelmesinden dolayı hiçbir zaman kaptan olamadı, Puyol oynamadığında senyera kolundaydı. Kaptan olmaması Teknik Adamlığı'na engel değil ancak takımı yönetmeye giden yol biraz da senyerayı takmaktan geçiyor son yıllarda.

Luis Enrique şu an FC Barcelona B takımının Teknik Adamı. Barça'da kaptanlık da yapmıştı, teoriyi doğruluyor ve Pep'ten sonra sıra onda aslında. Barça B'yi 2. Ligde -ilk üç La Liga'ya yükseliyor- 2. yapmayı başardı, bu yıl da takım 4. sırada.

Guardiola FC Barcelona'nın başında Teknik Adam olarak. Daha önce B Takımı'nı 3. Ligden 2. lige taşıdı, şampiyon apoletiyle ve görevi devretti Luis Enrique'ye. 2 yılda 8 Kupa -2 La Liga, 1 CL- kazandı.

Popescu, Hagi'yle beraber bir yıl oynadı Barça'da, önca Hagi Galatasaray'ın yolunu tuttu, ertesi yıl da Popescu. Teknik Adamlık kariyeri hiç olmadı, Hagi'yse ikinci defa Galatasaray'ın başında, Barça'nınkilere benzer bir hikayeyle.

Bakero, Rüya Takım'ın pek çok Basklı oyuncusundan sadece biriydi ve kaptanlığa kadar yükseldi. Oynamayı bıraktıktan sonra Serra Ferrer ve Van Gaal'in yanında çalıştı Barça'da. Şu an Lech Poznan'ı çalıştırıyor, gerçi göreve dün başladı ve Manchester City'i 3 - 1 yenmeyi başardılar. Önceki maceraları hüsranla sonuçlanmıştı.

Alexanco'yu çok hatırlamıyorum. Rexach'ın asistanlığını yapmış, diğer isimler gibi kulüple mutlaka bir yerlerde kesişmiş yolları. 2005'te genç takımların koordinatörlüğü görevini aldı ve yakın zamanda ayrıldı bu işten.

Teknik Adamlar

Pep'i daha fazla anlatmaya gerek yok.

Rijkaard'dan da bahsetmeyelim artık, onu Xavi, Messi, Laporta, Cruyff övmeye devam etsin. Ajax ve Hollanda etkisinin Barça yansımalarından biriydi her kademede, Cruyff'un önerisiydi zaten. Galatasaray'ı çalıştırdı Barça'dan sonra. Bu iki kulübün tarihi ne de çok çakışıyor!

Antic'e de çok değinmiyorum, çok kısa süre kaldı, kriz zamanlarıydı. Atletico Madrid performansıyla getirilmişti takımın başına, Barça'nın kimliğinden uzak bir tercih idi.

Van Gaal, FC Bayern'i Avrupa'nın zirvesine yeniden taşıdı. AZ Alkmaar'ı bir yere getirdi. Barça'da başardıkları tartışılmaz. O da aynı Rijkaard gibi Ajax, Hollanda tarzından dolayı seçilmişti. Günümüzün en popüler Teknik Adamı Jose Mourinho 97 - 00 arasında yardımcısıydı Barça'da. Hatta Jose Mourinho'ya FC Barcelona B takımını emanet etti. Jose Mourinho'dan önce FC Barcelona B takımında Sevilla'ya harika günler yaşatan Juande Ramos görev almıştı.

Rexach, kısa bir süre Barça'nın Teknik Adamlığı'nı yapsa da, Cruyff'un Rüya Takımı'nda yardımcılığı görevini üstlenmiştir. Zaten birliktelikleri futbolculuk dönemlerinden gelir. Rexach da diğer pek çok ünlü Teknik Adam gibi, FC Barcelona B ile başlamıştır takım yönetmeye. Cruyff Barça'dan ayrıldıktan sonra Rexach kulüpte kalmış ve bu olay aralarının açılmasına sebep olmuştur. Ve bu tercih bir başka ilginç sonucu doğurmuştur, kulüp tarihinin satır aralarından sürmanşete taşınacak bir öyküyü barındıran. Rexach, Messi'yi keşfetmiş ve Katalunya'ya getirmiştir hastalığını tedavi etmek pahasına.

Serra Ferrer de kriz dönemi tercihlerinden biriydi. Van Gaal'in yardımcısıydı daha önce. Göreve gelmesinde bunun etkisi vardı.

Sir Robson, çok bilmediğim biri, Mourinho'yu Barça'yla tanıştıran isim. PSV'den gelmesinin de etkisiyle Ronaldo'yı takıma transfer etmişti.

Ve Johan, o, o her şeyi yaratan. Ajax to FC Barcelona başarı formülünün mucidi. 26 Mayıs 1973'de Franco'yu çimlere gömene kadar kovalayan Sarı Fare. Di Stefano'yu Barça'dan koparanlardan Franco'nun takımına gitmem diyerek intikam alan, Sant Jordi'nin babası. La Masia'yı yaratan, büyüten, Rüya Takımı kuran, Barça'yı Avrupa'nın zirvesine çıkartan deha, futbol filozofu, onursal başkan, Camp Nou'da hep aynı koltuğa düşen büyük gölge, Johan, o, o her şeyi yaratan.

Birkaç ek bilgi - Şu an Barça bünyesinde Juvenil B'yi çalıştıran Sergi'yi de unutmamak gerekir. FC Barcelona B'de yaş sınırı yok, 2. ligde oynuyorlar. Juvenil A 17 - 19 yaş arası, Juvenil B 15 - 17 yaş arası oyunculardan oluşuyor, daha alt kategoriler de var.

Sergi de La Masia çıkışlı bir isim, Barça'da da yaklaşık 10 yıl oynadı. Onun ters kademesinde yine altyapıdan gelen Albert Ferrer oynamaktaydı. Vitesse'yi çalıştırmaya başladı Teknik Adam olarak.

Rüya Takım'ın parçalarından Txiki, Laporta'nın gelişiyle Sportif Direktörlüğe getirildi ve Barça tarihinin en güzel günlerinin yaşanmasında büyük çaba harcadı.

Rüya Takım'ın bir başka parçası Zubizaretta da, şu an Sportif Direktör. 92 Finali'nde kaptan olarak sahaya çıkmıştı, Alexanco yedek iken, bunu da not edelim.

Rüya Takım'dan Amor, şu an kulübün Genç Takımlardan sorumlu Sportif Direktörü. O da La Masia'dan yetişme.

Guardiola'nın B Takımdan bu yana yardımcılığını yapan Tita Vilanova da La Masia'da başladı futbola, Pep'le aynı dönem. Daha fazla yükselemedi ama bu genç takım arkadaşlığı, görev olarak geri döndü ona.

Sergio'nun babası Carles Busquest de kaleci antrenörü şu an. Rüya Takım da Zubizaretta'nın yedeğiydi. La Masia çıkışlı bir başka isim. Ali Sami Yen'de Arif'in topunu içeri alıp, bizleri sevince boğmuştu. Zubi bırakınca iki yıl kalede durdu, daha iyi olamayacağı anlaşılınca başka isimlere yöneldiler mecburen yoksa Katalan kontenjanından Valdes gibi devralacaktı kaleyi. Barça'nın Nezihi'si kısaca. En azından oğlu katkı veriyor.

Ve yazının başlangıcı, sebebi Xavi, Barça'nın felsefesi, Puyol'sa ruhu. Savaşçı kaptanının arkasında bekleyen ve sahada önünde yer alan komutan, geleceğin Guardiola'sı. Ama öncelik sırası Luis Enrique'de.

FC Barcelona'nın son 30 yılının özeti gibi Kaptanlar ve Teknik Adamlar kısmı. Kopmaz bağlarla bağlılar kulüplerine ve eninde sonunda, bir yerlerde görev sırası gelecek onlara da, hak ettikleri gibi. Onları yetiştiren, büyüten ve onlarla büyüyen, yükselen, aidiyet hissettikleri, taraftarı oldukları, ailelerinin de taraftarı olduğu kulüp için, kimlikleri için, ülkeleri ve halkları için emek vermeye devam edecekler ve sonunda kazanan yine onlar olacak.

5 Kasım 2010

A. Eren Loğoğlu

04 Kasım 2010

Xavi: Barça'nın Felsefesi



Sıkı bir Ana Ivanovic hayranı ve sarışın karşıtı olarak Kadınlar Tenisi'nin 1 numarası Caroline Wozniacki'yle pek ilgilenmesem de, sevimli olduğunu kabul edebilirim.

Kopenhag'da karşılaşmış, Pique, Bojan ve Puyol ile. Blaugrana ile poz vermiş bir de.

Bu kısa magazinden sonra, asıl meseleye geleyim;

Xavi'nin FIFA.com'a verdiği özel röportaja değineceğim, Frank Rijkaard kısmı da var içersinde, pek çok konuya girilmiş. Soru - cevapların altına yorumlar ekleyeceğim, en baştan şöyle bir girişgah yapayım, bugünlerde ağzıma pelesenk olduğu şekliyle;

Bu coğrafyada Xavi kadar futbolu bilen -oynayan demiyorum öyle beklentilere girmeye gerek yok- ve takip eden bir oyuncu yetişirse, kısaca mesleğine büyük saygı gösterip her yönüyle öğrenmeye çalışan biri, o gün ülke futbolunun yine miladı olacaktır oyuncu mantalitesi açısından.

Alper Yılmaz vardı basketbolda, çok bilgili bir adam gibi gelirdi her konuşmasından, NBA'den analize dayalı düşünceler üretirdi, şu an ne yapıyor bilmem, böyle aklını kullanan, araştıran, kendini geliştiren insanlara ne derece değer verdiğimizin işareti olabilir şu anki konumu.

Xavi, bu platformdakiler gibi futbola her yönüyle, en ince ayrıntıyı bile kaçırmadan bakabiliyorsa, Bordeaux'den örnek verip, Maradona'nın başarısızlık sebebine, kulübüne dair her konuya vakıf söylemlerinden, teknik taktik açılımları nasıl kolayca çözümlediğine kadar bir dizi düşünceyi, genel çerçeveyi hiç kaçırmadan, tutarsızlığa düşmeden sunuyorsa, bırakalım da FC Barcelona başarılı olsun, buranın takımları değil!

Bu müthiş röportajı mutlaka okuyun, tamamı;

http://www.fifa.com/worldfootball/news/newsid=1327005.html#xavi+messi+even+better+than+maradona

http://www.fifa.com/worldfootball/news/newsid=1328821.html#xavi+winning+addictive

Bir kısmı;

What other positives did you take from South Africa 2010?

Germany were the biggest positive of all - I loved their commitment to attacking football. I think that overcoming them in the semi-finals paved the way to us winning the World Cup. Thomas Muller, Mesut Ozil, Sami Khedira and experienced players like Miroslav Klose and Lukas Podolski were all a pleasant surprise. Their entire team was in fact. It was noticeable that, just like us, they had a clutch of players who all came from the same club; in their case Bayern Munich.

Were you disappointed with Argentina?

Yes and no. I thought they looked like a very strong team with great players, but they were tactically weak. They were really put through the mill by Germany. Seeing [Javier] Mascherano trying to cope with three or four opponents was uncomfortable viewing. Diego Armando Maradona is a genius and that’s how he behaves, but the team needed something more. That said, they had a good World Cup and if they hadn’t slipped up against Germany we’d have found them very tough opponents. That was proved in our recent friendly match in Buenos Aires, when we were well beaten.


Almanya'nın hücum futbolundan etkilenmesinden ve bunda Bayern Munih'in katkısından dem vurmuş. Arjantin konusunda, çoğumuzun aynı düşüncede birleştiği Maradona'nın taktiksel zaafiyetlerine -analizin dibine vurmadan hem de, en yalın haliyle ve net- vurgu yapmış ama saygıda da kusur etmemiş, onun davranış şekli bu, o bir deha diyerek.

You’ve watched and played alongside some true Brazilian greats at Barça. Who were the best?

I’d single out Rivaldo, who didn’t receive the recognition he deserved. He joined during a tough period for the club but was a genuine superstar. Later I was fortunate enough to play with two phenomenal players in Ronaldinho and Deco, while I also saw Ronaldo at his peak at close quarters and as a kid had the chance to enjoy watching Romario. They’re all exceptional players, but I repeat that Rivaldo was special.


Ulan, bana da sorsalar bunu, tek bir sözcüğünü dahi çıkarmadan aynı cevabı veririm. Özümseme mi denir buna yoksa bu adamların bir danışmanı var da, ne söylenmesi gerekiyorsa onu mu veriyorlar yazılı metin olarak, anlamakta güçlük çekiyorum nasıl bu denli ortak düşünceler üretilebilir onlar ve onları takip edenler tarafından!

Rivaldo yahu, uzak ara Barça'da en sevdiğim oyuncu, tapılası futbol yeteneği. Hakkı en az verilmiş isim, başlı başına bir efsane, 2 Dünya Kupası Finali oynamayı başarmış, sol ayağının klonlanması gereken insan.

Were you disappointed with the Netherlands too?

In the World Cup Final, yes I was, because they’re a team with great players and I don’t understand why they played in such a violent manner. When they tried to play football they caused us problems, so I don’t understand their approach. If they’re capable of playing as well as they did in the second half against Brazil, why did they try to kick us off the park?


Cruyff'la büyüyen adamdan ne beklenirse, onu söylüyor.

Let us talk about Josep Guardiola. Would you give him the FIFA Men’s Football Coach of the Year award?

Yes, without a doubt. Even putting aside all the titles he’s already won as Barça coach, Pep has already created a legacy. There are coaches that are successful but don’t leave a legacy, then there are others who win titles and also leave their mark on football. Pep is doing that, just like Arrigo Sacchi or Johan Cruyff did. They’re coaches who’ve changed things, whether it be the use of a three-man defence, employing tactics to gain midfield superiority, playing with a withdrawn centre-forward. Just as there are players who are born to play football, there are coaches like that too. In my opinion Sir Alex Ferguson could also be included in that list.


İz bırakan Teknik Adam ile, başarılı olan Teknik Adamı ayırıyor, her Barçalı'nın yapacağı, bugünlerde Model ve Stratejik Teknik Adam ayrımında bulunduğum gibi. Bunu yaparken de o güzel teknik detaylara girip beni benden alıyor. 3 oyunculu savunma, orta saha üstünlüğü için taktikler geliştirmek, Messi'yi kanattan forvet arkasına almak bunlardan bazıları. Sir Alex'i de işaret edip mesaj veriyor.

You get on well with Jose Mourinho, so does it surprise you to see him stir up so much controversy?

That’s the way he is and you’ve got to accept it. There are two Mourinhos: the man and the coach. We have to take the positive side of this and use him to motivate us. He feels good in the thick of controversy - he’s comfortable with it. We want to win by playing good football and he just wants to win any which way. Sometimes we Barcelona players need extra motivational factors to really perform, and Mourinho gives us one. The fact that they (Real Madrid) went looking for him, that they paid a release clause, that he used to work for Barça and knows us all and wants to get one over us, in that sense, Mourinho’s presence works in our favour.


Mourinho Real Madrid'e gelmeden çok önce, Barça'nın Inter maçları esnasında dile getirmiştim. Bu adamları bundan sonra La Liga kazanmak için motive edecek bir eylem varsa, o da Real Madrid'in Mourinho'yu getirmesidir diye, öyle de oldu. Biz futbol oynayarak, o nasıl olursa olsun kazanmak istiyor diyor.

Turning back to yourself, you must be pretty happy with your lot after winning everything at club level with Barcelona and being a reigning European and world champion with Spain...

Let me say one thing: I depend on my team-mates. My football and my passing would be worthless without my team’s help. That’s something which is very clear to me. Sometimes I start thinking and I look at Madrid for example, who have truly great players, but I’d struggle with them. They play through the middle and I need players who open the play down the flanks, who make diagonal runs, who leave space for me in the centre and who never stop moving.


Real Madrid'de zorlanırdım, merkezden oynuyorlar, benim oyunu kanada açan, ters koşular yapan ve bana merkezde boşluklar açan, hiç durmayan oyunculara ihtiyacım var diye belirtiyor. Daha nasıl anlatsın adam FC Barcelona'yı, bundan güzel özet olur mu, Barça DNA dedikleri bu, iliklerine kadar işlemiş adamların, hareket etmeyi hiç bırakmayan diyor sonunda da, pes yahu, hep anlatıp durulan bu değil mi zaten yazılarımızda!

Hem anlattıklarını kusursuza yakın yap, hem de yaptıklarını kusursuza yakın anlat, daha ötesi var mı! Bir gereksinim olsa, ne bileyim, Teknik Heyet maça çıkamasa, pasaport kontrolünde kalsa, Xavi saha içinden idare eder takımı, her şeye hakim çünkü.

Is there any particular objective that really fires your imagination?

There are lots, such as overtaking whoever’s won La Liga the most, or won the most trophies with the club, and beating the four consecutive La Liga titles won by the Dream Team.


FC Barcelona gibi kulüplerde doyum yok. Rüya Takım'ın üst üste 4 La Liga şampiyonluğu'nu kırmaktan daha güzel bir hedef belirleme olamazdı sanırım, yine on ikiden vuruyor yürekleri, feth ediyor.

In any case, Barcelona have signed quite a replacement in David Villa…

David is a great signing. Ibra was too, he offered us something different. Villa brings other things to the team: he can make runs from deep, play on the flank, as a No9, on the right, on the left, shoot from anywhere, take penalties and score from free-kicks. He’s got goals on the brain! Ibrahimovic was more static due to his physique; he weighed nearly 100kg and is nearly two metres tall. He gave us more of a target to aim at but wasn’t as dynamic. When we were up against opponents who defended very deep, he’d give us an outlet up front and that was really useful. He was a different type of player to the ones we have now: neither better nor worse, just different.


Bir doğru analiz daha. Bu adamla oynamak o kadar kolay ki! Soyunma odasında, devre arasında, antremanlarda kendisinin önünde oynayan isme vereceği tavsiyeleri, yetenekle birleştirmek yeterli. Villa için savunmanın arkasına koşular yapabiliyor, kanatlarda oynayabiliyor, sağda, solda ya da klasik bir 9 numara gibi merkezde, santrfor olarak, her yerden vurabiliyor, penaltı ve duran topları gole çevirebiliyor diyor. Ve ekliyor, gol beyninde var. Ibra dinamik değil statik idi, bunun da faydaları vardı elbet çok derin savunma yapan takımlara karşı, farklı oyuncular Villa ile, daha iyi ya da kötü değil!

Turning back to Barça, do you feel like one of the club’s standard bearers?

As far as Barça’s play is concerned, there was a time when the players who made the difference were perhaps the ones signed from outside the club, but under Pep Guardiola things have changed. We’re fortunate enough to have home-grown players who can decide the course of games, such as Leo Messi, who we mustn’t forget came through the Barça youth academy, just like [Andres] Iniesta, [Carles] Puyol, [Gerard] Pique, Victor Valdes and I did. We make up a sizeable core of home-grown players and that’s priceless.


Kulübün oyuncu yetiştirme felsefesini ortaya koymuş ve bunun parayla ölçülemeyecek kadar kutsal, değerli olduğunu söylemiş.

That’s what Johan Cruyff used to call a ‘historic core’ of players…

Exactly, we’re men who’ve been steeped in Barcelonismo since we were kids, we know the club’s philosophy and its environment. Pep has also given us a level of involvement and trust that makes us feel important. Now the people who join from elsewhere have to become part of that core, they have to fit in. That doesn’t mean that those players aren’t important, the quality of the likes of [Daniel] Alves, Villa, Adriano or [Javier] Mascherano, to name but a few, is testament to that.


Biz ta çocukken, Barcelonismo denen olguyla demlenmiş adamlarız, kulübün felsefesini, çevresini biliriz. Yürüyedur Xavi!

Is Barcelona’s footballing philosophy really so different?

I sincerely believe that we must not lose our footballing ideals. Ever since Cruyff arrived and set out our playing style, it has been what makes us different and special. Barça are known for their Azulgrana shirt and, above all, their style of play. The fans wouldn’t understand if we played any other way. They want us to win and put on a show, they wouldn’t stand for anything else. That puts pressure on you because everything has to be excellent: each touch, each pass, and each dribble. Sometimes it makes life more difficult, but it’s our hallmark.


Barça formasıyla ve futbol tarzıyla bilinir, bunu kaybetmemeliyiz. Taraftarlar bizi başka türlü bir oyunla anlayamaz, her dokunuş, pas ve dribling kusursuz olmalı, bizim ayırdedici özelliğimiz bu.

You often say that you have to treat the ball right. What do you mean by that?

It’s just one of the ways I use to express my respect for the game. Controlling the ball, keeping possession and the way we position ourselves to enable us to move the ball quickly around the pitch by playing it to feet are all crucial to our style. Our game is both simple and complicated at the same time. I remember Mark van Bommel used to say to me that the ball moved too fast over here. He was used to receiving the ball and then deciding what to do with it, but at Barça you need to receive it and play the ball first-time whenever possible.


Topun kontrolü, topa sahip olma ve kendiğimizi konumlandırdığımız yöntem, topun saha etrafında hızlı hareket ettirilmesi. Oyunumuz hem basit, bir o kadar da karmaşık. Van Bommel örneğiyle de pekiştirmiş, oyun tarzını.

Who was the biggest influence on you tactically speaking?

Frank Rijkaard was the one who really won me over. Radomir Antic had already pushed me slightly further forward, positionally speaking, and even Charly Rexach had tried me in that linking role in the odd game. When Rijkaard told me I was going to play there I thought I might struggle, but the truth is it’s my natural position.

How would you describe the Dutch supremo?

He was perhaps too nice a person for the coaching profession, but he’s a great coach. He had a strong character and didn’t mind showing it, but he went too far in terms of trying to understand people. Sometimes he would have been better drawing a line between him and the players and, in the end, that caught up with him. In terms of football and tactics he was very well-prepared and he taught me a lot.


Geldik zurnanın zırt dediği yere, bu soruları soran kişinin Galatasaray'ı sabote etmeyi amaçladığını bile düşündüm şu yazılanları okurken. Herhalde yakın zamanda görevden alınmasına istinaden soruldu bunlar. Beni Barça'ya gerçekten kazandıran adam Rijkaard ve saha içi konumumu, doğal pozisyonumu belirleyen, her ne kadar zorlanacağımı düşünsem de diyor Xavi.

Frank çok nazik bir insan teknik adamlık için ama buna karşın büyük de bir Teknik Adam. Futbol ve taktikler konusunda çok iyi hazırlanmış biridir ve bana çok şey öğretti diye de ekliyor. Rijkaard'a soruda Supremo demişler, ne kaçırdığımızı, neyi yönetemediğimizi anlatması açısından çok çarpıcı!

Do you feel like you now have more of a leading role than in the past?

To tell you the truth, I’ve always been at the heart of things in the squad, be it with Barça or the national team. That’s the way I am, the way I play. I’ve started a lot of matches and I know my role to perfection, although I admit that perhaps in media terms I wasn’t as high-profile as I have been recently.

It must be great having Messi and Alves playing to the right of you?

It’s a real pleasure, I really enjoy myself. Messi is the best of the best. And Alves too, you turn around and suddenly he’s upfield, then he’s covering back, playing one-twos – he never stops! It’s like he's on a motorbike. Playing alongside him is a real luxury.


Meşhur üçgene, sağ koridora gelmiş konu.

Does the same thing happen when you link up with Cesc Fabregas for La Selección?

I’m always saying this: Cesc has Barça in his genes, he’s grown up with our philosophy at La Masia (the club’s training facilities). It used to make me laugh when people said we couldn’t play together for the national team. It’s quite the opposite, we could combine together with our eyes closed. He’s a fantastic player and has proved that at Arsenal and with Spain.


Ve takıntı, Cesc. Genlerinde Barça var, bizim felsefemizle yetişti La Masia'da. İspanya Milli Takımı'nda yan yana iyi oynayamadığımız söyleniyor, onlara gülüyorum, tam tersi gözü kapalı bile anlaşabiliriz.

Son söze gerek yok herhalde, Xavi bir futbol romantiğidir, Barça'nın ruhu Puyol, felsefesi Xavi'dir. Yeteneklerinin yanında her olaya doğru bir bakış açısı getirebilen bir aklı da vardır, Barça'yı diğer takımlardan ayıran da muhtemelen bu türden oyuncuların çokluğudur, daha yetenekli oyunculara sahip olmaları değil!

4 Kasım 2010

A. Eren Loğoğlu

03 Kasım 2010

Kuzeyin Başarı Öyküsü: Solbakken



1 Ocak 2006 yılında geçmişti FC Copenhagen'in başına Norveçli Solbakken. 5 yılda 4 kez lig şampiyonu yapmayı başardı takımını. Şu andaysa ligin 14. haftasında yenilgisiz lider durumdalar.

Takımı devraldığında Avrupa Kupaları'na veda edilmişti. Ertesi yıl, 2006 - 2007 sezonunda, Şampiyonlar Ligi 3. öneleme turunda Ajax'i elediler. F Grubunda 7 puan ile sonuncu oldular, 3. Benfica'nın da 7 puanı vardı. İç sahada üç maçlarını da kaybetmediler, Manchester United ve Celtics'i yenmeyi de başardılar.

2007 - 2008 sezonunda Şampiyonlar Ligi 3. öneleme turunda Benfica'ya elenip, yollarına UEFA Kupası'nda devam ettiler. Grupları 4. bitirip Avrupa kupalarına veda ettiler.

2008 - 2009 sezonunda UEFA Kupası'nda gruplara kaldılar. Grubu 3. bitirip tur da atladılar bu defa. Son 32'de Manchester City'ye elendiler.

2009 - 2010 sezonunda Şampiyonlar Ligi Play Off turunda İsrail temsilcisi Apoel'e elenip Avrupa Ligi'nin yolunu tuttular. Gruplarda 2. oldular ve evlerinde hiç yenilmediler. Son 32'de bu defa da Marseille'ya elendiler.

Ve bu sezon;

Şampiyonlar Ligi 3. önelemesinde BATE'yi, Play Off turunda Rosenborg'u eleyip gruplara kaldılar. Gruplarda tamamlanan 4. maçların ardından 7 puan ile ikinci sıradalar. Gruptan çıkmak için büyük avantaj yakaladılar. Üstelik bunu yaparken Barcelona'ya kök söktürdüler her iki maçta da, oyunlarını pozitif bir futbol ile bozarak. Barça'nın bu denli sıkıntı yaşadığını çok az görmüştüm, buna Inter ve Atletico Madrid maçları da dahil.

İlk maça dair;

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/11/beyazllar-ve-taktik-disiplin.html

Transfermarkt değeri 37.300.000 € şeklinde belirlenmiş, Bursaspor'dan bile az. Bilinen tek oyuncuları 10 numaralı formasıyla 33 yaşındaki Jesper Gronkjaer. Bolanos, N'Doye, Kvist gibi isimsiz ama etkili oyuncularla donatılmış, özellikle savunmasıyla taktik disiplini kusursuza getirmiş bu takım alkışı hak ediyor.

2012'de Norveç Milli Takımı'nı çalıştıracak olan Solbakken'in ismini, bu taktiksel dehasıyla, daha çok sık duyacağız gibime geliyor.

2001 yılında kalp krizi geçirip bir süre kalbi de çalışmayan bu adamın geldiği nokta kesinlikle üzerinde durulması gereken bir başarı hikayesidir, emek ve akılla örülmüş bir mucizenin de ta kendisidir.

3 Kasım 2010

A. Eren Loğoğlu