30 Kasım 2008

Galatasaray, Kıtalararası Şampiyon



Galatasaray Spor Kulübü Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı geçtiğimiz sezon Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olarak Türk Spor Tarihi'nde bir ilki başarmıştı. Onlar bununla yetinmediler ve Avrupa Şampiyonu olarak gittikleri Japonya'dan Dünya Şampiyonu olarak ayrılıyorlar.

Final maçında Kanada temsilcisi British Colombia'yı 77-62 yenerek tarihi yeniden yazdılar.

Teşekkürler Aslanlar.

Ülke sporunu hala düşünen, Futbol ve Basketbol Federasyonları ve Kulüpler Birliği temsilcileriyle aynı masada yemekler yemeden, alın teriyle, emekle, spor ahlakıyla, yan yollara sapmadan Şampiyonluklar kazanan bu takım Türk Sporunun zirvesindedir artık, indirmeye de kimsenin gücü yetmez.

"‘Amacımız İngilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme sahip olmak. Türk olmayan takımları yenmek’’ Galatasaray Spor Kulübü'nün kuruluş amacıydı.

Ali Sami Bey rahat uyu, kurduğun bu birlik Dünya Şampiyonu.

30 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu

28 Kasım 2008

Başkalaşım

Devinim evrelerinde
Yüz çizgileri boyu akış

Dingin sevişmeler sonrası
Göçüp gidebilmek yangınıyla tutuşan yolcu

Uykusuz
Susuz
Yarı çıplak, yarı aç
Gergin, seslerin duyulmadığı bir frekans
Sahte ilişkiler süreci

Yaşadım ve yaşlandım.

Akmayan
Aksa da aklanmayan
Kirli bir zamanı terk ediyorum.

Edilgen cümlelerin kayıp öznesi,

Hüznün esir aldığı
Ve işkencelere saldığı bir zindan,

Korku imparatorluğunun yıkılmayan son kalesi

Silindi zihnimden birdenbire.

Yağmur'una kavuşan toprak gibi

Başkalaştım
Aşka alıştım

Soğudum
Sosyal kaçamak gecelerinden

Unutulurdu kabuk bağlayan yaralar
Olasılık hesapları olmasaydı

Düzensizlik düzeninden geriye
Örtü ve tortu kaldı.

Yaşıyorum
Umursamadan çevreyi
Sırtımda yalan kamburları taşımadan

Açık seçik, her şeyi
Ayna gerçekliğinde yansıtarak

Çarpıtmadan çarpıklıkları

Koyu inançlar duymadan yazıyorum

Ve
Yanımda Ya-ğmurum

Islanıyoruz ömrümüz kadar.

28 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu

16 Kasım 2008

AC Victoria's Secret



Sezon öncesi poster çekimleri başladı. Ayaktakiler, Oturanlar, Soldan Sağa gibi terimlerle tek tek isimleri yazmayacağım.

25 kişilik maç kadrosudur bu fotoğraf. Teknik adamların kadroyu küçültme operasyonlarına kurban gidebilir birkaç model. Sakatlar iyileşti tamamen. Gisele hala görünürlerde yok, teknik adamla sorunları var sanırım.

16 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu

15 Kasım 2008

Hollywood'dan Iverson Geçti



Pistons, Lakers'ın yenilmezlik serisine son vererek 7-2'ye geldi. Son 9 maçın 7'sini Bad Boys kazanmıştı zaten, olağan bir durumdu bu ve Lakers'ın yenilmezliği Pistons'la oynamaması kaynaklıydı, Doğu takımlarına karşı da ilk maçlarıydı.

AI daha hazır değil, alışkanlıklarına takımın uyum göstermesi zaman alacak. Ancak şu bir gerçek ki NBA'de en çok şampiyon olmak isteyen, bu uğurda her şeyini sahaya verecek bir oyuncu varsa o da Iverson'dır. Bad Boys'un da takımı ateşleyecek, konsantrasyonu artıracak bir lidere ihtiyaç vardı. Bu yönlerden çok başarılı bir takas oldu, ayrıca salary cap olarak da akıllı bir iş yapılmış gibi. Iverson'dan verim alınamazsa, sezon sonunda sözleşmesi bitiyor, böylelikle cap'de ciddi bir boşluk açılacak, bunun yanında McDyess ve Billups'ın kontratlarından da kurtulmuş oldu organizasyon. McDyess'ın 30 gün sonra geri döneceği de konuşuluyor.

Maç 95-106, 11 sayı farkla bitti, Lakers'a 106 sayı atmak önemliydi. Rasheed zihin olarak oyunun içindeydi, savunma ribaundlarıyla 2. şansları hiç tanımadı LA Lakers'a. Sheed bu konsantrasyonu sağlarsa, Iverson sürekli bunu tetikleyecektir, şampiyonluk şansı da artar Pistons'ın.

Sheed : 25 pts 13 reb
The Answer : 25 pts 4 ast
Tayshaun : 18 pts 4 reb 6 ast

Boston Celtics serisinde olduğu gibi Kobe yine düşük şut yüzdesiyle (12-30) oynadı. Bynum sakatlıktan kurtulamamış daha. Lakers'in Small Forward pozisyonundaki savunma zaafiyeti devam ediyor, Ariza çözüm olur deniyordu ama Prince yine canı ne isterse onu yaptı. Lakers şimdiden şampiyon ilan ediliyor ama 3 numara pozisyonuna çözüm bulamazlarsa işleri yine zor kanımca. Prince en zayıf halka, The Truth ve King James var daha. Doğu basketbolunun Play Off sertliğini de unutuyorlar. Doğunun 3 takımından hangisi Finals'a çıkarsa çıksın, Lakers'ın işi çok zor. Batı'da New Orleans dışında Lakers'ın rakibi yok gibi duruyor, Hornets bile iyi değil şu an ama zamanla ritm bulacaklardır. Lakers'ın NBa Finals'a, üstelik de galibiyet sayısı en yüksek takım olarak geleceğini düşünüyorum ancak Dallas Mavericks ve niceleri gibi, bu durum şampiyon olmalarına yetmeyebilir.

Iverson, Hollywood'un büyülü filmi yenilmez Lakers'ı gösterimden kaldırdı ve Doğu Basketbolunu unutanlara mesajı verdi.

15 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu

14 Kasım 2008

FC Victoria's Secret



Renkler : Sarı / Kırmızı / Mavi

Soldan Sağa : Alessandra Ambrosio, Marisa Miller, Selita Ebanks, Karolina Kurkova, Doutzen Kroes, Heidi Klum, Miranda Kerr, Behati Prinsloo, Adriana Lima

Kadroya giremeyen sakat oyuncular : Gisele Bundchen, Izabel Goulart, Ana Beatris Barros . . .



Amigo / oyuncu Sabri pardon Adriana birazdan mikrofonu alıp tezahürat yaptıracak.

14 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu

13 Kasım 2008

Siyah Zamanlar



İlk 30 dakika Galatasaray'ın görüntüsü şu ; deplasmanda 0-0'ı korumaya çalışan tipik bir Anadolu takımı. Kendi yarı sahasında topun gerisine geçme anlayışıyla bekleyen 7 oyunculu alan savunması, buna ek olarak hücumda çoğalamayan, oyun akışı sonucu rakip sahada sadece 2 oyuncusu bulunan, hücum organizasyonları geliştiremeyen, üst üste 3 pas yapamayan, rakip yarı sahaya yerleşemeyen, topla oynayamayan, tehlikeli bölgeye topu taşıyamayan, pozisyonu olmayan bir takım.

O kadar acı ki bu resim, o kadar çok üzülüyorum ki bu duruma. Kadroya, formasyona bakıyorsunuz, 4-2-3-1 devam ediyor. Orta bölgede baskıya çare olması beklenen Topal sahada. Arda, Lincoln, Kewell'i yedeklemesi düşünülen Aydın da sahada. Savunmanın merkezinde Meira - Servet ideal ikilisi, sağ bek Sabri, sol bek Volkan, önlerinde Ayhan da var. Lincoln ve Baros, Skibbe'nin oyun felsefesinde olması gereken yerlerde. İdealin dışındaki tek parça Ferdi. Arda veya Kewell olsa Ferdi'nin yerine gayet ideal bir kadro.

Neden olmuyor peki, Galatasaray neden Gerets ve Kalli döneminde olduğu gibi oyuna fırtına gibi giremiyor, neden oyuna hükmedemiyor, ilk 20 dakika 3-4 gol pozisyonu bulamıyor, neden deplasman takımı anlayışında ???

Skibbe böyle istiyor çünkü. Benfica maçının 2. yarısıyla bu düşüncesinden vazgeçiyor görünüyordu. Savunma daha ileride kurulmuş, dönen toplar sürekli kazanılarak hücum şansları doğmuş, böylelikle rakip sahaya yerleşen, dar alanda baskı da yapan Galatasaray bir zaferle dönmüştü Portekiz'den. Sonraki Fenerbahçe maçını psikolojik nedenlerin çok baskın olması sebebiyle teknik olarak değerlendirmemiştim, Skibbe'nin pek de çözüm üretebileceği bir maç değildi, haksızlık olurdu Kadıköy'e dair eleştirilerde bulunmak, çok başka etkenler vardı.

Ancak bu akşam görüldü ki Skibbe kendi oyun felsefesinden vazgeçmemiş, bizleri yanıltmış, gelecek adına çok karanlık bir resim bu.

30 ve 45. dakikalar arasında savunmayı biraz öne çeken, biraz ileride rakibe basan, rakip sahaya yerleşen takım, kıpırdanma eğilimleri gösteriyor. 2 de gol pozisyonuna giriyor. Bu anlayış tüm maça yayılabilse, çok daha organize ve yetenekli oyuncuların tehlikeli bölgede topla buluşmasını sağlayacağız.

Peki bu farklılık neden? İlk 30 dakika, ilk yarının son 15 dakikası, iki farklı oyun anlayışı. Skibbe bu soruna çözüm bulmalı. Bu anlayış farklılığı oyuncu inisiyatifleriyle veya rakibin oyundan düştüğü anlarla açıklanmamalı.

2. yarı ise bu farklı iki oyun anlayışının anlamsız bir şekilde iç içe geçtiğini gözlemledik. Belirgin bir zaman dilimine yayılmadan 2-3 dakika yarı sahamızdan çıkamazken, sonraki 2-3 dakika ise dönen topların kazanıldığı ve rakip yarı alanda daha çok yer alan bir takıma dönüştük. Bu tutarsızlığın ana nedeni, oyuncuların Skibbe'nin söyledikleriyle, kendi sahaya koymak istedikleri arasında kalmaları kaynaklı olabilir. Arda'nın oyuna girdiği 60. dakika ile 70 dakika arası rakip sahaya yerleşip, iyi organize olarak pozisyonlar bulduktan sonra, 70 - 80. dakikalar arası tekrar duraksama sürecine geçildi. Bu süreçte Aghahowa ile ciddi fırsatları da değerlendiremedi Kayserispor. Son 10 dakika ise bu sezonun önemli artılarından olan duran top katkısıyla bir baskı oluşturuldu rakip yarı sahada, gol de bunun sonucunda kazanıldı.

Aydın'dan bahsetmek gerekiyor. 22 oyuncunun en kötüsüydü kanımca. Fizik gücü 1. Lig düzeyinde değil, sürekli top kayıpları, cılız pas ve şutlar, ikili mücadelelerin tamamına yakınını kaybetme, top kazanamama gibi temel futbol unsurlarının hiçbirinde başarılı olamadı.

Pek çok taraftar, Mehmet Topal, Barış gibi mücadele gücü yüksek oyuncuların dönmesini bekliyor. Unuttukları bir şey var. Mehmet Topal eğer Skibbe'nin felsefesiyle alan savunmasının ön oyuncusu olursa, sıradan bir oyuncuya dönüşür, pas hataları artar, oyundan düşer, aynı şekilde Barış da öyle ve kötü oynuyor zannedilirler. Bu tür oyuncular rakibe basmazsa, top çalmazsa, Teknik Direktör bu tür oyunculara başka görevler yüklerse, onların sakatlıktan dönmesini beklemenin de bir anlamı yok, değişen bir şey olmayacak çünkü.

Galatasaray'ı çok daha kötü günler bekliyor ne yazık ki.

13 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu

11 Kasım 2008

Acil Çıkış Kapısı Aranıyor!



Fenerbahçe'ye yeniliyorsanız beden de, ruh da başkalaşıyor. Sevemiyorum hiçbir şeyi o gece, uzaklaşmak istiyorum sevgilerimden, göçüp gidebilmek yangınıyla tutuşan bir yolcuyum son durağı bekleyen.

Yorgun, az biraz durgun, ses kısık, konuşmanın nasıl olduğunu hatırlamadığım, sadece yazıştığım, hastalanmaya yaklaştığım bir gün yaşıyorum.

Uykusuz, susuz, gergin, sahte bir kum saati süreci. Akmayan, aksa da aklanmayan kirli bir zamanı terk ettim. Edilgen cümleler okudum içinde kendi geçmeyen. Sonra kendime kızdım, küfürler savurdum, alkolün dibine vurdum, ıssızdım. Sesimi duyan dört duvar, yalnızdım. Büyüyen boşluğum ve sarhoşluğumdan geriye üzüntüm kaldı.

Üzüntümün beni esir aldığı, işkencelere saldığı bir zindandı Kadıköy. Korku imparatorluğunun yıkılamayan son kalesi. Özgürlük de, adalet de, mutluluk da zaferle kazanılmalıydı.

Başkalaştım, soğudum. Sosyal kaçışlar yaratmalı, gündem değiştirmeye yönelik düşünceler aratmalı zihinlerde, kaybolmalı intihar ve ihtiyar huysuzluğunda.

Bu sızı derinde, acıtır, sancıtır, kanar, dokundukça yanar.

Yağmurlarda ıslansam da olmuyor, olmadı, olmayacak...

11 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu

10 Kasım 2008

Kadıköy Klasiği



Fazla söze gerek yok!

Bir Kadıköy klasiğidir dün gece de, tek farkı ilk golü Galatasaray'ın atması diğer bütün ana, yan roller ve senaryo aynı.

Ev sahibinin kaleyi bulan ilk 2 şutu kornerden ve 2.si golle sonuçlanıyor. Öyle bir korner golü ki bu, hem geliyorum diyor öncesinde, hem de amatör kümede bile yenmeyecek derecede komik, yerden, yumuşak ortaya ön direkte dokunuş şeklinde.

2. gol ise Galatasaray'ın neden Kadıköy'de kazanamadığının temel örneklerinden biri. Bu stadda daha önce de yenilgiler gören Emre Aşık, Ayhan, Ümit Karan, Sabri gibi oyuncular oyuna bir türlü konsantrasyon gösteremiyorlar. Dün gece buna Arda, Hakan Balta da eklendi. Kadıköy'deki son 3 maçta, kanımca Galatasaray'ın oyundan kopmayan tek Türk oyuncusu Servet Çetin'di. İlginç olan direnen tek oyuncunun bir dönem Kadıköy'de oynamasıydı.

2. gole geri dönelim. Ceza sahasına bile girmeden 2. golü buldu ev sahibi takım. Futbol şansı yine onların yanındaydı, uzaklaştırılmaya çalışılan top, kornere ya da kaleciye değil de direk içine gidiyor ve gol oluyor, maç da burada kopuyor.

30. dakikadan sonra Galatasaraylı oyuncular, özellikle 6 Türk oyuncusu, maçı kaybettiğini düşünüyor, mücadeleyi bırakıyor, hakemle ve tribünle diyaloga giriyor. Bütün bu olanlara 8 yıldır hiçbir Teknik Direktör de çözüm bulamıyor.

3. golü atan Roberto Carlos'un 2 yılda 2 frikik golü katkısı var, 2'si de Galatasaray'a karşı. Sezonun geri kalan bölümünde her vurduğu dağlara taşlara gidiyor. Golde büyük bir kaleci hatası da var, nice Kadıköy'deki kaleci hataları gibi.

Her maç yuhlanan Selçuk maçın en iyi adamı, sakatlıktan yeni kurtulan Deivid, 6 oyuncunun arasından vuruyor, direğe çarpıp yine filelere kavuşuyor top büyük bir özlemle, Emre biraz daha hazır olsa bir gol de o atacak, Guiza 65. dakikada kaçırmasa maç 6'ya, 7'ye gidecek.

Hakem faul yorumlarında maç psikolojik olarak bitene kadar ev sahibi takımın yanında, maç 3-1 olduktan sonra deplasman takımına çalışıyor. Lincoln'ün serbest vuruşunda önce direk vuruş veriyor, el işaretinden bunu anlıyoruz, sonra birden karar değiştirip endirekt vuruşa hükmediyor.

Gerçekten komedi. Futbolun, gözlemin, teknik, taktiğin, analizin dışında olmayacak ne varsa Kadıköy'de oluyor, ya top bir oyuncuya çarpıp kaleye giriyor, ya kaleci hata yapıyor, ya kornere vurulan top döne dolaşa ve direğin içine çarparak içeri giriyor, saçmasapan pozisyonlar golle sonuçlanıyor, ev sahibi ceza sahasına gelmeden 3-1 öne geçebiliyor, ikinci yarıları sürekli oyun soğutmalar, oyun soğuturken kontratağı unutmamalar, bunların tamamı her sene rutin bir şekilde Kadıköy'de oluyor ve Galatasaray kaybediyor. Futbol bu değil, olmamalı, bu kadar futbol dışı, mantık dışı unsurla, hiçbir taktiksel analizle açıklanamayacak bir maç bu. Zihinlerde kaybedilen bir maç.

Bunun yanında Galatasaray'ın bir sürü yanlışı oldu taktiksel açıdan. Bilal - Aghahowa, Fabregas - Adebayor & Walcott gibi bir hücum planı maçtan önce düşünülmeliydi. Bu tip oyunu, yani savunmanın arkasına sarkmayı en iyi yapabilecek oyuncu Baros, önce sağ açık bölgesinde siliniyor, Ümit'le değişiyor, orta bölgeden bir türlü pas alamıyor ve sonra da oyundan çıkarılıyor. Başka alternatif olmadığından dolayı Meira savunmanın önünde oynuyor ve performansının yükselişte olmadığını gözlemleyebiliyoruz. Daha önce de belirtmiştim, Meira'nın bu bölgede oynamasının ciddi sıkıntılar doğurduğunu da görmek gerekiyor bu maçtan sonra.

Saha dışı unsurlar var bir de. Yaratılan hava konusu ilk olarak.

Bir kere ezeli rekabetin adı Fenerbahçe - Galatasaray. Film afişinde adı daha üste yazılan başrol oyuncusu gibi ezeli rakibimiz. Bu minvalde Kadıköy'de oynanan derbiler daha önemli, öyle lanse ediliyor. Geçtiğimiz sezon Ali Sami Yen'de şampiyonluk maçı oynandı, ne bu kadar belgesel, anı programları oldu, ne de bilmem kaç saat canlı yayınlar. Medya'nın bu evrede üzerine düşen görevi arzulandığı gibi yerine getirdiğini görüyoruz. Daha çok okundukları, izlendikleri yalanını besleyen de bu kendi kurdukları düzen aslında. Onlar için bayram yaratıyorsun, onlar da karşılığını veriyorlar. Benim için bir şey oluşturmadın ki.

Aslantepe, Ali Sami Yen, çok farklı olmaz kanımca da, bizim Kadıköy'dekine benzer bir derbi havası oluşturabilmemiz çok zor. Etkenlerden biri olan medya konusunda zaafiyet var. Stada 55 bin kişi gelmesi, terör havası yaratılması -19 Mayıs 2007 yenildiğimiz maç- gibi unsurlar ana etkenler değil. 5 maç cezayı alıp susuyorsun.

Galatasaray'lı oyuncuların geriye dahi düşseler, dünyanın en saçma, amatör gollerini de yeseler, oyundan kopmamaları gerekiyor, Kadıköy'ü çözecek ilk şifre sanırım bu. Görüldü ki ilk golü atmak da çözüm değil.

Eğer Kadıköy yenilgilerine karşı bir psikolojik üstünlük sağlanacaksa, bunun yolu öncelikle Ali Sami Yen'deki maçlarda 3 ve daha üzeri gol atmaktan geçiyor, ikinci şifre de sanırım bu.

Kısa vadede, Türkiye Kupası olur, Lig maçı olur, bu kadro bozulmadan önce, yani teorik olarak favoriyken, birkaç defa Fenerbahçe'ye 3 ve üzeri gol atmak gerek, 3 bile az belki de, 4 ve üzeri. Dün gece 3 ile 4 gol yemek arasında bile psikolojik bir fark vardı aslında.

Bunu başardıktan sonra da medyayı kullanmak, gazete ekleri, canlı yayınlar, belki abartılı galibiyet sevinçleri, kutlama görüntüleri vs...

Aşırı motivasyondan uzak ama oyundan da kopmayan bir zihinle orada olmalıyız. 6 yabancı kuralı çıktığından beri Kadıköy'de 6 yabancıyla oynayamadık, eğer daha sakin bir yapı istiyorsak -diğer maçlarda 6 yabancının fazla olduğunu düşünsem de- Kadıköy'de elde bulunan bütün yabancı oyuncuları oynatmak da bir çözüm olabilir. Kupa havasının başka olmasının ve bizim takımda bir özgüven yaratmasının etkenliği dışında 5-1'lik zaferde 5 yabancılı bir kadronun da etkenliğinin dikkate alınması gerekir. Fenerbahçe bu yabancı imkanını sonuna kadar zorluyor ve bence oyunun gelişimine göre davranma açısından bu durum onlara büyük avantaj sağlıyor.

Maça dair tek güzellik, 2003 Miss Germany, 2007/2008 Top Model of Germany & the World, Alessandra Alores'ti.

10 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu

07 Kasım 2008

Avrupa Fatihi'ne Dönüşen Oyun Anlayışı



Yaklaşık 3 aydır bu oyun anlayışını anlatmaya çalışıyorum.

Rakip sahada basalım, baskı yapalım, top kazanalım, topa rakip sahada sahip olalım, daha çok sahip olalım, böylelikle rakibin bizim sahada paslaşmasını engellemiş oluruz, savunmamız rahatlar, kazanılan toplarda da yetenekli ayaklarla sonuca gideriz yeter ki sahamıza çekilip alan savunmasıyla rakibi beklemeyelim, topu savunmada kazanıp 70-80 metre hücum akışkanlığı yaratmak zorunda olmayalım, 4-2-3-1 oynayacaksak Arda-Lincoln-Kewell'dan birisini oynatmayalım vs...

Uzar gider oyun anlayışına dair olan bu yapıcı eleştiriler listesi.

Bu gece görüldü ki, bu eleştirilerin hepsinden pay çıkarılmış, Burak Dilmen'in Teknik Heyet'e katılmasının ya da oyuncuların kendilerinin inisiyatif almasının da etkileri olabilir tabi.

4-2-3-1 düzeniyle ama farklı, arzulanan, baskı yapan, pres yapan, ileride oynayan, topa sahip olan, yarı sahasına çekilmeyen, ilk toplara sürekli müdahale eden, olması gereken oyun anlayışıyla sahadaydık. Liverpool Modeli yazısında da anlatılan buydu. Böyle olunca Lincoln sırıtmadı aksine 2. yarı çok başarılıydı. Servet ve Emre Aşık, rakip oyunu bizim yarı sahamızda oynamadığından, bizim yarı sahamızda pas trafiği oluşturamadığından, ara ve duvar paslarına çok sık başvuramadığından, sıklıkla uzun ve geriden toplarla oynamak zorunda kaldığından, çok başarılıydı. Israrla, sürekli bunun vurgusu yapılmıştı, uygulamalı olarak bunu görmek inanılmaz sevindiriciydi. Sabri'nin 1-0 kazanılan Fenerbahçe maçındaki performansına yakın oyunu, sürekli baskısı, yine Ayhan'ın orta bölgede, geride beklemeyerek ve ileri çıkarak yaptığı pres, Arda'nın inanılmaz mücadelesi, presi, oyun aklı, Lincoln'le uyumu, Ümit Karan'ın hava topları ve ikili mücadelelerdeki etkinliği -kötü pas tercihleri de olmasa çok iyiydi diyebilirim- Baros biraz tutuktu ama mücadeleden kaçmadı asla, Meira tam bir ön libero gibi oynadı, alanını hiç boşaltmadı, baskıya katılmadı ve ön kesici görevini yerine getirdi, daha önceki maçlardaki basit top kayıplarına devam etti yine de, Lincoln 3'lünün ortasında ilk defa bu kadar etkiliydi, zaman zaman baskıya da yardımcı oldu, topu çok iyi sakladı, fizik gücü biraz daha iyi olsa, birkaç pozisyonu kendi değerlendirebilir ve skora adını yazdırabilirdi. Hakan Balta oyunun her iki yönünde de vardı, Arda'yı çok rahatlattı.

Baros----Lincoln---Arda
-------Ü Karan---------

şeklindeki hücum bölgesi oyuncu tercihleri bile oyun anlayışını inanılmaz etkiledi. Ümit Karan'ın mücadelesi, ona katılan Arda ve Baros, hatta Lincoln, arkalarından destek ekibi Balta, Ayhan ve Sabri'yle, zaman zaman Servet ve Emre'nin ön alana çıkışlarıyla rakibe olağanüstü baskı yapma şansına eriştik ve kazanılan topları iyi değerlendirdik. Kewell olsaydı ve bu 4'lüden biri oynamasaydı baskı yaparak, rakip sahada oynasak dahi bu kadar etkili bir futbol ortaya koyamayabilirdik. Maçın kısa özeti bu tabloda aslında.

Takım ileride oynadı, bloklar birbirine yakındı, geride beklemeyince uzaktan şutlar dışında çok pozisyon da görmedik kalemizde, maçın kırılma anı De Sanctis'in kurtardığı pozisyondu ilk yarıda.

Skibbe'ye bu gece oyun anlayışından dolayı hem çok kızdım, hem de teşekkür ettim. 3 ay önce, haftalardır eleştirildiği gibi, kendi inandığı oyun anlayışı yerine, Galatasaray'ın karakteristiğine, kadro yapısına uyan bu oyun anlayışını ve oyuncu tercihlerini sahaya yansıtsaydı şu an ligde 5 puan daha kredimiz olur, Şampiyonlar Ligi'nde de gruptan çıkma mücadelesi içerisinde yer alırdık.

Deplasmanda Benfica'yı yenmek çok güzel, darısı Fenerbahçe maçına artık. Bu oyun anlayışıyla devam edelim, zararın neresinden dönülse kardır, hataları kabul etmek, inandığı oyun anlayışının Galatasaray'a uymadığını görmek, kendi doğrularına ihanet etmek anlamına gelmez tam tersine olgunlaştığını, değişim gösterebildiğini, gelişime açık bir hoca olduğunu gösterir Skibbe'nin.

Bu oyun anlayışından bir sapma olmazsa hem oyuncu tercihleri hem de oyun planı anlamında, Skibbe'yle 5 yıllık sözleşme imzalansın, zira bazı oyuncularla da.

Sezonun en iyi Galatasaray'ıydı ve baskılı oyun anlayışından da beklenti bu yöndeydi açıkçası, en azından kendi adıma.

Teşekkürler Skibbe, alnından öpüyorum Arda, teşekkürler kaptanlar Ümit, Ayhan ve Galatasaray ruhunu sahaya yansıtan bütün oyuncular, teşekkürler stadda takımı destekleyen taraftar, teşekkürler bu takımı kuranlar.

7 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu

06 Kasım 2008

Liverpool Modeli



Takım dizilişlerinde tek bir doğru olmadığı, doğruluğun oyuncu yapısına ve futbolun tarihsel sürecine göre şekillendiğini söyleyebilirim.

Bazı takımların oyun anlayışı ve dizilişleri futbol üzerinde baskın bir hal aldığında, bu anlayışı yıkmak bir başka deyişle onu yenebilmek adına yeni dizilişler ve oyun anlayışları ortaya çıkıyor. Bu işin tarihsel kısmı. Bir de oyuncu ve takım karakteristiği konusu var. Mevcut kadronuz 4-4-2 oynamaya uygunsa, sizin aklınız için doğru 4-4-2 oluyor. Skibbe eleştirilerine karşı gösterilen duruşun temel noktasını da bu oluşturuyor aslında. Lincoln, Kewell ve Arda gibi 3 oyuncunuz varsa 3'ü de oynamalıdır yaklaşımı. Bu argümanı kanımca çürüten örnekleri Milli Takım kadrolarında rahatlıkla görebiliriz. Brezilya'nın çok yetenekli forvet oyuncuları arasında tercihler yapmak zorunda kalması, Chelsea'de, Manchester United'da Kalou ve Nani gibi oyuncuların yedek beklemesi gibi. Oyuncudan daha çok verim almak yerine takımın bütününden daha çok verim alan yapıların dünya futbolunda çoğu zaman daha başarılı olduklarını gözlemleyebiliriz.

Öncelikle tek bir doğru olmadığı tespitini yapabilmek için 2002 Brezilya'sına bakalım ;

------------------Marcos-----------------------
-----Lucio--Roque Junior--Edmilson------
Cafu---------------------------------R Carlos
-----------G Silva----Kleberson-------------
-----Ronaldinho-----------Rivaldo----------
------------------Ronaldo---------------------

3-5-2 ya da onun versiyonlarından biri olan 3-4-3 şeklinde açıklanabilecek bir diziliş. Scolari'nin Dünya Futbolu'na getirdiği önemli bir yenilikti bu oyun yapısı. Klasik 3-5-2'den tamamen farklı, günümüze uyarlanmış bir oyun yapısına dönüşmüştü. Modern 4'lü savunma anlayışı ve onun ekseninde gelişen 4-4-2, 4-2-3-1, 4-3-3 gibi türevlere karşı en önemli avantajı da analitik üstünlüğüydü, yani 9 oyuncuyla hücum şansı. Klasik 3-5-2'in 4-4-2'ye olan zayıflığı da buydu aslında 7 oyuncuyla hücuma karşılık 4-4-2'in geliştirdiği 2 bekin hücuma katılımlarıyla 8 oyuncuyla hücum anlayışı. Kaleci Marcos ve süpürücü Roque Junior'ın dışındaki diğer oyuncuların katılım sağladığı hücum varyasyonları. Bu sistem için kadroda Lucio ve Edmilson gibi topla çıkışlar yapabilen, adam eksiltebilen, top kontrolü ve pas yüzdesi neredeyse bir orta saha oyuncusu seviyesinde olan savunma oyuncularına ihtiyaç var. Bununla bitmiyor tabi ki, bu 2 oyuncudan birinin ileri çıkışlarında diğeri 4'lünün merkez savunmacıları gibi davranabiliyordu, bir çeşit 4'lü savunmaya da kayma yapılabiliyordu. Ayrıca 2 merkez savunma oyuncusunun ileri çıkışlarında kaybedilen toplarda sıkıntı yaşamamak için beklerin olağanüstü çabuk savunma alanına dönmesi ve kademeye katılması gerekiyor. Beklerin bu göreve ek olarak kanat bölgesinden bindirme yapmaları da 9 oyuncuyla hücum akışkanlığını temel taşlarından birini meydana getiriyor. Tüm sistem bununla da sınırlı değil, klasik 3-5-2'den farklı olarak merkez savunmacılar ya da diğer deyişle stoperler adam markajı değil, alan markajı uyguluyorlar. Bu konuda ise ön bölgede oynayan orta saha oyuncularının yardımları çok önemli bir hal alıyor. Kısacası bu sistemin kusursuz işlemesi için pek çok doğru parçayı, üstün yetenekli oyuncularla bir araya getirmeniz gerekiyor. R Carlos ve Cafu gibi 2 oyuncu pek bulunamadığından ve bu oyun yapısını uygulamak aşırı stratejik ve zor olduğundan Dünya Futbol'unda pek kabul görmedi.

Şunu da ekleyelim, daha önceleri bu formasyonu uyarlanmış bir oyun anlayışıyla deneyen oldu mu bilmiyorum ama hatırladığım 2 ayrı örnek var ve 2'si de aynı isme ait. Lucescu. İlk denemeyi Scolari'den de önce Galatasaray'da bir Bayern Münich hazırlık maçında yapmıştı. Capone - Popescu - Ahmet kurgulu bir 3'lü alan savunmasıydı. Ahmet'in bu yapıya uygunluğunu kavrayan Lucescu, sistemin Scolari'yle büyük başarı sağlamasından da güç alarak, yenilmez Beşiktaş'ı yarattı. Kurgu Zago - Ronaldo - Ahmet'e dönüşmüştü. Carlos ve Cafu yoktu bu sebeple aksayan kısımların kanatlar olacağı belliydi, yani Üzülmez ve çabukluğu sebebiyle o bölgeye devşirilen Dobrowski.

Tüm bu uyarlanmış 3-5-2 gözlemlerini yapmış olmama rağmen, 4'lü savunmanın hala bir Teknik Direktör'ün vazgeçmemesi gereken tek unsur olduğunu düşünüyorum. 1994'te 4'lü savunma oynayan Brezilya'dan günümüze kadar olan turnuvalardan sadece bir tanesinde 3'lü savunmanın başarı sağlaması da aslında 4'lü savunmanın süregelen üstünlüğüne işaret ediyor. Tek bir doğru olmadığı ama 4'lü alan savunmasının da yerinin mutlak ayrı olması gerektiğine ve bunu oynatmayan hocaların sorgulanması gerekliliğine inanıyorum. Çünkü Lucescu gibi istisnalar dışında 4'lü savunma oynatmayan bir hocanın futbolun gelişimine adaptasyon sağlamadığını söylemek zor olmamalı. Feldkamp bile 1993'ten beri takım çalıştırmamasına rağmen -Beşiktaş'ı saymıyorum 10 maç olduğu için- bu değişimi kavramıştı. Skibbe'yi bir maçlık bile olsa 3'lü savunma oynatması sebebiyle çok eleştirdim, takımlara bir maç 3'lü, bir maç 4'lü oynatmanın sadece menajerlik oyunlarında olabileceğini düşünüyorum, sahada bu tür değişiklikler yapmak kolay değil.

Bu konuda son söz, 4'lü alan savunması temelinde, takım karakteristiğine ve oyuncu yapısına uygun bir diziliş o takımın akıl futboludur kanımca. Bu Kalli'nin 4-3-1-2'si de olabilir, Skibbe'nin 4-2-3-1'i de. En önemli olan –diziliş de mutlak etkenlerden biri, belki de en önemlilerinden- oyun anlayışı, takımı nasıl oynatmak istediğiniz, oyuncuların durdukları bölgelerden çok görevleriyle ilgili olan plan.

Skibbe'nin istediği oyun anlayışıyla Galatasaray'ın, özellikle Türk oyuncularının alışkanlık kazandığı oyun anlayışı arasında ciddi farklılıklar, uyuşmazlıklar var.

Lincoln, Arda ve Kewell'dan birisini oynatmamak tespiti önemli, bu noktada benim tercihim Lincoln olurdu. Lincoln'un form durumunu göz ardı etmeden söylüyorum bunu. Lincoln'un Kewell'ı yedeklemesinin oyun aklı olarak takımı daha üst seviyeye getireceği inancındayım. Skibbe'nin önceliği oyunculardan bireysel olarak verim sağlamak yerine takımsal verimi ön plana çıkarması olmalı. Burada devreye orta sahanın orta bölgesi giriyor savunma anlamında. Sakatlıklar düzeldiğinde Skibbe'nin tercihlerine göre bazı sorunlara -Steaua maçı oyuncu tercihleri- çözüm üretip üretemeyeceğini göreceğiz.

Lincoln tercihsizliğine ve 4-2-3-1'in sadece Skibbe'in düşündüğü oyun anlayışına mahkum olmadığına dair çok güncel bir örnek vererek argümanı geliştirmek istiyorum.

Salı gecesi Şampiyonlar Ligi'nde Liverpool - Atletico Madrid karşılaşması vardı. Liverpool'un dizilişi ve oyun anlayışı Skibbe için özel ders niteliğindeydi.

-----------------------Reina------------------
Arbeloa---Carragher---Agger---F Aurelio
--------Mascherano-----Alonso----------
---Kuyt-----------Gerrard----------Riera--
-----------------------Keane------------------

Diziliş 4-2-3-1 ama nasıl bir 4-2-3-1, inceleyelim.

"Oyun anlayışı olarak rakip sahada oynayan, rakibe basan, rakip savunmanın önündeki alanda veya rakip savunma ile orta çizgi arasında kalan alanda mutlaka top kazanarak tekrar atak olgunlaştırabilen, topa daha çok sahip olan, rakip ataklarda alan savunması amacıyla kendi sahasına yerleşmek yerine rakibe müdahale eden bir savunma kurgulu yapıya geri dönmemiz gerekiyor."

Eskişehirspor maçından sonra yazmıştım bunları, Cevat Güler'in Galatasaray'ına geri dönüş kurgulu ve üzerine eklemeler yapılmış bir sistemden bahsediyordum. Model tam da Liverpool'muş. Salı gecesi Liverpool bu oyun anlayışını yazdığım bütün unsurlarıyla sahaya yansıttı, bunun yanında Skibbe'den takıma kazandırmasını beklediğimiz unsurları da sundu. Hızlı, ayağa ve yerden paslar, kanat bölgelerinden olgunlaşan bir hücumun ceza sahasına ortayla sonuçlanmaması, bunun bir gereksinim olmaması ve sabırla rakip savunmanın açığını bulana kadar rakip yarı sahada, ceza sahası önünde paslaşmaya devam etmeleri, Alonso'nun diagonal ve uzun pasları, Agger'in aralıklı çıkışları ve en önemlisi Lincoln bölgesinde oynayan ve 4-2-3-1'in en önemli pozisyonu olan bölgedeki Gerrard'ın olağanüstü oyunu. Sağ ve sol kanat bölgelerine yardım, baskı, pres, fizik güç, ters toplar, oyundan hiç düşmeme, oyunun her iki yönünü de oynama. Lincoln'de bulamadığımız ve bulmayı da beklemememiz gereken özellikler, görevler. Ancak 4-2-3-1'in sadece Skibbe'nin Lincoln dahilinde kendi yarı sahanda baskısız alan savunması, rakip sahaya yerleşmeden hücum şeklinde olmadığının gösterimi açısından Benitez ve Gerrard'ın sundukları oyun anlayışı, büyüleyiciydi. Benzer bir yapıyı eksikleriyle Galatasaray da kurmuştu geçtiğimiz sezon.

Liverpool ve 4-2-3-1 tabanlı Kewell-Baros ikilisiyle bunu kusursuza yakın hale getirme şansı da doğmuştu. Meira gibi geriden oyun kurabilen bir oyuncunun varlığı da önemli bir etken olabilirdi kusursuzluk adına. Bu şansları şu ana kadar kullanamadı Skibbe, kendi oyun anlayışıyla devam ediyor, saygı duyulmalı ama bu oyun anlayışının mutlaka gözden geçirilmesi, Türk oyuncu yapısıyla uyumlu şekle getirilmesi ve Galatasaray karakteristiğiyle örtüşmesi gerekiyor, diğer türlüsü 1 sezonluk bir denemeden öteye geçmeyecektir.

6 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu