Arda Turan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Arda Turan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

03 Temmuz 2015

Uzamış Sakalı Fırlamış Kramponuyla: Arda Turan


VE ARDA TURAN BARCELONA’DA!
Türk futbol tarihinin en önemli transferi gerçekleşti. Rüştü Reçber 2003 Barça'sına -en kötü dönemlerinden- bonservissiz gitti. Arda Turan 2015 Barça'sına (tarihin en iyi takımı) €41m'ya.  Mesut Özil €50m'a Arsenal'a transfer olmuştu. Arda Milli Takım'da oynayanlar arasında en pahalı transferi yaptı bi' anlamda. (Çalhanoğlu kırmazsa) Ayrıca Arda, birçoklarına göre tüm zamanların en iyi futbolcusu Messi ile aynı takımda oynama şansına ve onuruna da erişecek.  Onun için uzaylı ifadesi kullanmıştı, demeçlerinde. Leo'nun yanı sıra Neymar, Suarez, Iniesta, Dani Alves, Pique, Busquets gibi pozisyonunun en iyi oyuncularıyla bir arada olacak. Daha Bravo, Mascherano, Rakitic, Pedro, Alba gibi kazanma karakteri yüksek isimler de var. Bunun adı seviye atlamak, boyut değiştirmek Arda için. Atletico (Simeone) çok özel bi' takımdı. Barça Madrid önünde La Liga kazanıp imkansızı başardı. ŞL finaline yürüdü, UEFA Kupası, Kral Kupası, UEFA Süper Kupa, İspanya Süper Kupası elde etmek gibi harika işler yaptı. Ama Barça. 2008 nüvesini hala taşıyan ve 7 senede 19 kupa elde edip futbolun oynanma biçimini değiştiren ve dünyaya model olan bi' takım. Bazı dönemler bazı takımlarla hatırlanır. Felsefeleri vardır. Gidişatı değiştirirler. 2005'ten sonrası Barcelona çağı olarak anlatılacak kitaplarda. 10 senede 4 ŞL, 7 senede 5 La Liga şampiyonluğu yaşayan omurga; Valdes-Puyol-Xavi jenerasyonundan Pique-Busquets-Messi'ye taşındı, arası ikisinde de yer alan Iniesta. 4 finalin dördünde de oynadı. Ve hala kazanmaya aç olduklarını söyleyen bi' arkadaş topluluğuna geldi Arda. Üst üste 2 ŞL kazanan ilk takım olmayı istiyorlar. Yeni bi' imza daha futbola. Xavi-Iniesta-Messi kombinasyonu 5 senede 16 kupa kazanmıştı. Devrettiler görevi. Messi-Neymar-Suarez tek senede 3 kupa. (6'ya yolu var şimdilik) Pique. Tecrübeli biri olarak 2014-15 sezonu bulunduğum en iyi soyunma odası atmosferine sahipti diyor. Belli ki devam edecekler yola. Pep Guardiola, tiki taka, İspanya Milli Takımı'nın 1 Dünya Kupası, 2 Avrupa Şampiyonası zaferi gibi argümanlar; içeriği daha da zenginleştiriyor. Artık Barcelona golü diye bi' şey var hayatımızda. Ya da pas futbolu. Japon kadın takımına Barcelona diyorlar. Topa sahip olmak deyimi sohbetlerin en can alıcı referansı. Thierry Henry. Barcelona tarzıyla oynamayı öğrenmek zaman alır, neredeyse yeni bir spor öğrenmek gibi bir futbolcu için diyor. Bu uyum çok zor Arda.

Buraya kadar kurguydu. Şimdi gerçekleşebilecek gerçekliğe dönüyoruz.

TEKNİK TAKTİK AÇILIM
Üçleme yapan takımdan en dikkat çekici ayrılık Xavi idi. 2206 dk. süre alan ve kadroda bu kategoride 14. sırada olan isimdi. Ama asıl olan Xavi'nin oyuna girdikten sonra kattığı sakinlik, topa sahip olmayı artırıp zaman öldürmesi (rakibin gerideyken hücum edememesi) faktörleriydi. Rafinha'nın süresini artırma, Samper'i A takıma yükseltme bir alternatif. Veya transfer. Orada da problem Pogba'nın önümüzdeki yaz gelecek olması. 2016 Ocak'ta 29 yaşına girecek olan ve Xavi'yle tarzı hiç benzemeyen Arda Turan'a €30-40m bandında bi' para verme fikri tepkilere yol açtı. Luis Enrique, Xavi sonrası -farklı tarz olsa da- mutlaka bi' orta saha istiyordu ve listesine 4 isim yazmıştı: Pogba, Koke, Arda Turan ve İlkay Gündoğan. Lucho'nun rotasyon takıntısı vardı ve geçtiğimiz sezonun ortasına kadar aynı 11'le sahaya çıkmayıp işler kötü gidince eleştiri almıştı. Takımın raydan çıkar gibi olmasıyla (+ Messi kriziyle) gala 11'e sarılıp üç kupaya uzanabildi. Elbette rotasyon, son düzlükte asların dinç kalmasını da sağlayacaktı. Aleix Vidal, Alves'i ve o kanadı rahatlatırken benzer hamleyi ön alanda Arda ile Iniesta üzerinde de düşünmüş görünüyordu Lucho. Arda tarz olarak Iniesta'yı andırıyor. Bi' alt sürümü denebilir. Teknik, kendine özel bi' sihri var, driplingle adam eksiltiyor, top saklıyor. Üçüncü bölgede en çok top kazanan hücumcuların başında geliyor. Bunun sebebi de zekası. Kayarak müdahalelerinde hep doğru zamanlama etken, oyunu iyi okuyor. O da Iniesta gibi (bi' nebze) geriye koşmakta zorlanıyor. Xavi kaldıramaz olmuştu ve Barça biraz da bundan bocalamaya başlamıştı. Rakitiç geldi. Atletico'da 442'nin sağ ve sol kanatlarında merkeze kayan bir orta saha gibi oynadı Arda. Koşu mesafaleri takımın en düşüklerinden biri. Sorun şu ki Arda net bi' merkez orta saha değil, kenar oyuncusu ama orta saha özellikleri ağırlıklı. Yani 433'te istenen box to box, her iki ceza sahasına maç boyunca bol bol gidip gelebilme kavramından uzak. Simeone de Arda'yı bu bölgede hiç kullanmadı, üçlü oynarken de sol öne attı. Barça'nın Neymar gelmeden önce Iniesta'yı bazen kullandığı gibi. Çok iyi bi' taktisyen olduğunu söylenemez Luis Enrique'nin. Takımın fizik kalitesini artırması, hırslı yapısı ve Suarez transferi çözüm getirdi. Barça yer yer topa sahip olma yer yer kontratak geçişini iyi harmanlayıp iki oyun stratejisini de uygulayabilmesiyle tekrar fark yarattı. Çünkü sahte 9 (Messi sağ forvet veya 10 numara ya da daha derinde orta saha gibi, kendisi karar veriyor maç içinde çözüm bulma adına) ve üçüncü bölgede sürekli pas yapıp boşluk arayan hücum seti zorlanır olmuştu. Özellikle bu sezon zayıf takımları bazen açamadılar. Xavi-vari bi' isimle eski düzendeki tempoyu kontrol, oyunu dikte eden bi' formata kavuşabilirlerdi gerektiğinde. Rakitiç-Iniesta ile yeni düzen zaten cepte. Lucho'nun Arda'yı seçmesi aslında MSN triosundan ötürü taç çizgisine açılan merkez orta saha (Iniesta-Rakitiç) tipine uymasından. Ana planı kuvvetlendirmek; Iniesta-Rakitiç'i yedeklemek istiyor. (Lucho istemiyor olabilir mi, bunu Bartemou söylüyor, yani yalan ifade kullanabilir mi? Sanmam. Çünkü ilk basın toplantısında Luis Enrique bunu ifşa edip seçimi kaybetmesine sebep olur. Bu risk alınamaz Barto için) Sezonun ilk yarısında sıklıkla denediği sistemi. (Transfer yasağı sebebiyle Arda Ocak’ta gelecek, yani Iniesta-Rakitiç’i 1-2 ay dinlendirebilir ancak, bu kadar kısa süre için böyle değerli rotasyon ismi büyük lüks ve anlamsız) Arda merkezde aksar.  Pedro'nun Ocak'ta ayrılma olasılığına karşı da -bonservisle- ön tarafa opsiyon oluşturuyor Arda. Iniesta gibi skorer kimliği zayıf ama. Lucho’nun arayış dönemlerinde Pedro içeren 4-2-4 ve 4-1-4-1 gibi hamlelerinde Neymar’ı sol, Arda’yı sağ bekine yardım ederken görebiliriz, uçta Messi ve Suarez, yan yana veya önlü arkalı. Arda’nın ısı haritası daraldığında –sağ çizgide kalıp orayı domine ettiğinde- verimi de artıyor. Barça'nın en çok forma şansı bulan iki ismi Messi ve Neymar. Cezası olmasa Suarez de üçüncüsüydü. Daha çok dinlenmeleri için Pedro yetmeyecek gibi. Munir A Takıma. Arda bi' upgrade değil mevcut 11’e. 29 yaşında. Çok pahalı bi’ rotasyon parçası. Yine de kimi isterse almayı hak etti Lucho, üçleme yaptığı sezonla. Muhtemelen Leverkusen maçının uzatmalarında Arda'yı hayranlıkla izlerken tamam dedi. Atletico'yu penaltılara taşıyan, 1-0'ı tutan performansı sipsinin, muazzamdı. Bence transfer hikayesi oradan başlıyor. (Tata Martino'nun kulübe verdiği ve basına yansıyan listede de adı vardı gerçi) Nisan ayındaki bir rapordan bahsediliyordu. Savaşçı kimliği ve büyük maçlardaki öne çıkabilme cesareti onun atletizm, hız gibi zaaflarını perdeliyor. 2013 yazında neredeyse Galatasaray’a dönecekken Arda kendine sadece iki senede başka bir yol haritası çizdi.

BAŞKANLIK SEÇİMİ
Barça’da yaklaşan bir başkanlık seçimi var. Bartomeu, Real Sociedad yenilgisi sonrası seçimleri açıklamış ve tesislerdeki ateşi düşürmüştü. Kalan beş ayda her şeyi silip süpürdüler ve bu hamle Barto’yu başkanlıkta ciddi bir aday haline getirdi. Seçime belirli bir süre kala görevinden istifa edip idareyi Yönetim Kurulu’na bırakan Bartomeu, görev süresinin dolmasına birkaç gün kala; Pedro, Alba, Alves ve Luis Enrique ile sözleşme yenileyerek sükse yapmış, Aleix Vidal’i de Sevilla’dan transfer etmişti. Barcelona’nın seçim sonuçlanana kadar transfer marketinde yer almayacağı düşüncesi hakimdi o tarihten itibaren. Öyle olmadı. Barça başkanlık yarışı Laporta vs Bartomeu savaşından vaat edilen Pogba v Koke transferine doğru evrildi. Çünkü Xavi'nin 6 numaralı forması boştaydı. Laporta, Mavi Fil hareketiyle Cruyff akımını (Ve Guardiola'yı) yeniden Katalunya'ya getirmiş (2003-2010) ve bugünlerin temelini atmıştı. Bartomeu, Rosell'in devamıydı. (2011 başarısı Laporta'ya 2015 ona yazılabilir) Ocak'taki kriz yönetimi üçleme getirince bundan biraz sıyrıldı. Eski havasını dinamizmini kaybetmiş görünüyordu Laporta. Şaşalı değildi. Raiola ile arası iyiydi Laporta'nın. Pogba çok oy getirirdi seçimde. Bartomeu ise ısrarla Luis Enrique'nin talep ettiği bi orta sahayla anlaştığını söyledi. Manşetler Koke, Isco, Parejo diye ilerliyordu. Koke’nin 2014 yazında Barça’yı reddettiği biliniyordu. Pogba potansiyeli daha yüksek bi' oyuncu, bu kesin. Koke ise (bekleneni vermede) daha az risk taşıyan bi' isim. Tercih etmek gerçekten zor. Koke €40m ederse (Atletico 60'a satar) Pogba €60m eder (Juventus 80'e satar) market bedeli üzerinden değerlendirecek olursak. (Arda ise €20m eder) Gereksinim eksenli. Pogba, Lucho'nun transition sisteme direkt etki eder. Koke, Xavi gibi yeri gelince oyun kontrolü-tempo belirleme sağlar. 2003'te Patrick Vieira mı Xavi mi diye sorsak çoğunluk ilkini söyleyecekti. Ama günümüzden bakınca futbol tarihi ikincisine özel sayfa açtı. Zlatan Ibrahimovic mi David Villa mı diye sorsak 2009'da azınlık ikincisi derdi. Ama 2011'den görünce ilkinin sınırlı katkı verdiği ortada. Fabregas "perfect fit" idi post-Xavi için, pas DNA'sı içeriyordu. Tutmadı. Rakitic ise düzenden uzaktı ve değişim geçişini harika sağladı. Örnekleri artırmak mümkün, karşıt/benzer. Potansiyel, verim, uyum ihtiyaç temelinde. Koke ve Pogba süslerken gazeteleri bomba Deulofeu ile patladı. Everton’a geri alma maddesiyle satılmıştı. Kıyamet koptu. La Masia’nın potansiyeli yüksek isimlerinden biriydi ve başkan belirsizken bu satışın gerçekleşmesi kızgınlığa sebep oldu. Yetki tartışmaları başladı. Benzer bir durum Barça B antrenörlüğü için de geçerliydi. Bartomeu çalıştığı dönemden kalma kulübün iç işleyiş zincirini hala kullanır görünüyordu.  O gizlenen orta saha için son dedikodu Arda Turan’dı. Sid Lowe, Arda’yı çok severim ama Bartomeu’nun başkanlık seçimi vaadi gerçekten Arda mı diyerek yaptığı iğnelemeyle meseleyi özetliyordu. Arda, bir Figo, Beckham, Ronaldinho veya Pogba değildi. Daha önceki vaatlerin ağırlığı altında kalıyordu. Guardiola, Puyol, Cruyff ve Xavi Laporta’ya dolaylı veya doğrudan desteğini açıkladı kampanya döneminde. Laporta’nın vaadi hala Pogba’ydı. (Barça Koke'yi alamazsa -öyle görünüyor- Xavi replacement olarak kesinlikle Valencia'dan Dani Parejo'ya yönelmeli Arda’ya değil. Pogba, sonraki sene daha makul bir plan.  Maç başına ort. pas sayısı (53) pas başarı yüzdesi (85) yüksek. Top saklıyor. Xavi kadar olmasa da mobil. Ligin en çok gol atan orta sahası.  Defansif contrubition gayet iyi. Box to box kıvamı, Rakitic-vari. 26 yaşı. Tüm alanlarda Arda’nın önünde esasında ama sipsi gibi kenarlarda oynama özelliği yok fazla. Sözleşme uzatmak üzere €50m buy out ile. (2017) 30-40 arası olur) Arda Turan'ın menajeri yeni kulübüyle protokol yaptığını söylüyor. Arda’nın Atletico Madrid’den ayrılığı kesinleşti. (Ya da bu tamamen bir menajer oyunu!) Tarih bile veriyorlar. 3-4 gün içinde. Yani 3-4 Temmuz civarı. Bahisler Barça'yı işaret ediyor. Katalan Radyosu Arda Turan’ın Barcelona ile anlaştığını haberlerini geçiyor. Laporta’nın Pogba hamlesine karşılık Bartomeu’nun çaresiz bir hamlesi gibi gözüküyor Arda ve komiteye bunu kabul ettirmek güçleşiyor seçimden önce. Pogba transferinin de önünü kesiyor esasında. Laporta, seçilirsem Pogba Barcelona’da oynayacak diyor çıkan haberler üstüne. Bu bir ön anlaşmanın olduğuna işaret. Bartomeu’nın sırf Pogba’yı ikna etmesi için transfer ekibinin başına getirdiği İtalyan Braida, Juventus yetkilileriyle buluşuyor hemen ardından. Fotoğraf servis ediliyor. Katalanlar anlaştık derken Juve kanadından anlaşmadık açıklaması geliyor. Anlaşılan hususun Pogba’nın bu yaz kimseye satılmayacak olduğu sonradan öğreniliyor. Arda kesin olarak Barcelona’da derken rüzgar tersten esmeye başlıyor. Arda'nın Barcelona tarafından resmi olarak açıklanması ve sözleşmenin son detayları seçim sonrasına (18 Temmuz) bırakıldığı yazılıp çiziliyor. Yönetim Kurulu bu riski almak veya bununla anılmak istemiyor ve Arda Turan tercihini yeni başkana bırakmak istiyor. Bartomeu’nun gölgesinin olduğu gazeteler Arda’nın alınmamasının büyük bir hata olacağını belirtip idare üzerinde baskı kuruyor. Oynamak için 6 ay beklemeyi göze alan Arda, transfer olmak için 18 gün daha beklemeyi göze alabilir yorumları yapılıyor. Laporta, Bartomeu’nun Arda operasyonun Pogba transferindeki başarısızlıklarına olan dikkati dağıtmak için olduğunu ve yapılacak transferlerde Messi’ye, soyunma odasına da danışılması gerektiğini söylüyor. Bartomeu, Pogba bu yaz gelmiyor ve Lucho başka birini istiyor diyor. Kılıçlar kınında durmuyor. Bu işin sonu nereye varır bilinmiyor. Laporta, seçime kadar –detayları finalize edip- Pogba’yı açıklayacağını söyledi son olarak. İtalyan kaynaklar Juventus’un Pogba’yı sadece Laporta’ya satacağını da manşetlerine taşıdı. Bartomeu kan kaybediyor. Ve Arda Turan sargı beziyle kapatılmış bir pansuman gibi, yaranın iyileşmesini beklerken Premier Lig’e doğru yavaş yavaş savruluyor. 

19 Eylül 2011

Zihinden Geçen Ne Varsa 9!



Yoğun bir yazı olacak, birden çok konu, birikmiş döküntüler köşebaşlarında.

Fatih Terim'in 2. maçıyla başlayalım.

4-1-4-1 formasyon

-----------------Muslera--------------
Sabri-----Ujfa--------G Zan---H Balta
------------------Melo----------------
Kazım---Eboue---------Selçuk---Riera
------------------Baros---------------

Takım topu üçüncü bölgeye taşıyabiliyor artık, son yıllarda yaşanan bu sıkıntı tamamen ortadan kalkmış Melo ve Selçuk sonrası. Yeni sorun üçüncü bölgede golü üretecek hamlenin olmayışı.

Selçuk Burak'ını arıyor, takım sürekli sağdan bindirme yapan Sabri'ye endeksli bir hücum planıyla davranıyor, ara pası kavramı tamamen literatürden silinmiş, Baros güçsüz, özgüveni azalmış. Terim santrfor ısrarında haklıymış.

Sercan & Elmander iyi bir ikili gibi durdu, biri çok hareketli, diğeri bitirici, dengeli bir tamamlama var. 4-2-3-1 veya 4-4-2 denenebilir.

Selçuk iyi oynadı yorumu için, savunma arkasına doğru koşular yapan biri şart, Baros olmuyor, golde Sercan topu koşu yoluna aldı Selçuk'tan.

Riera, Melo, Selçuk ve Kazım, iyi top saklıyor, kaybetmiyor, oyun temposu düşse de, top bizde kalınca rakip sahaya yerleşim kolaylaşıyor.

Melo ve savunma önü kesici / süpürücü kavramının ne denli önemli olduğu her maç daha net anlaşılıyor, taç çizgisine geliyor top kazanmaya.

Eboue yerini yadırgadı, sağ iç. Bir sonraki maç; Muslera, Eboue Ujfa Servet Balta, Kazım Melo Selçuk Riera, Sercan Elmander görebiliriz.

İBB maçı sonrasında takım iyi oynuyor veya eskiye nazaran daha bir oturaklı gözükse de rakibi çözecek o ilk golü, mucizevi bir şekilde filelere gönderecek oyuncu bulunmadığından dert yanmıştım, adres Forlan'dı. Aslında ilk 20 dakika farklı gelişmedi Olimpiyat'tan, Melo'nun harika vuruşuyla takımı öne geçirmesi dışında Arena'da.

İBB maçında kalede Muslera, Ujfa sağ bek, Zan & Servet tandem, sol bek Çağlar, savunma önünde Melo, merkez orta saha Sabri & Selçuk, sağ / sol kenar Kazım / Eboue ve en uçta Baros şeklindeydi görev dağılımı.

Plan sağ koridor Ujfa ve merkezden oraya kayacak Sabri ile kuvvetlenir, bolca bindirme, bu durum Kazım'ı ceza sahasına 2. forvet gibi iter üzerineydi. Sağ taraf Ujfa, Sabri, Kazım destekli olunca Selçuk mecburen sol iç bölgesinden merkeze kaydı. Eboue de sol açık/bek gibi davrandı. Merkez orta saha Sabri & Selçuk arkalarındaki Melo'yla birlikte üçlü gibi gözüktü, yanıltıcı olmasın, önemli kısım bloklar ve kaymalar! Hasan Şaş'ın 2-3-5'inde kasıt beklerin merkez orta sahayla (1-2, Melo + Sabri & Selçuk) bütünleşmesi ve kenarların -Kazım & Eboue- merkeze kayması olarak açıklanabilir. Eboue Arsenal oyuncusu, pası verdikten sonra hemen boşa kaçıp pas açısı yaratıyor, dinamik, artı topu ayağında az tutuyor, Barça DNA taşıyor yani. Ancak her nedense Samsun maçı ya yerini yadırgadı ya da isteksiz idi, Selçuk ve Melo'ya göre.

Tutmadı bir kısım hesaplar. Zan, Çağlar, Sabri ve Baros takımın en zayıf halkalarıydı Olimpiyatta ve Sabri & Eboue yer değişimi + Riera gerekiyordu. (Samsun maçında uygulandı hemen ve teyit edildi düşüncem) Terim, ön alanda baskı yerine topun arkasında kalmayı tercih edince, top kaybı sonrası çok efor -blok arası mesafeler uzun- sarfedildi. Oyunu kanatlara yayarak oynamak istediğimizden top kazanmamız zorlaştı ve rakip yarı alanda baskı kurulamadı, merkez + koşu, ara pası şart. Galatasaray savunması kendisine inanmadığından ön alana çıkamıyor ve orta sahaya yaklaşmayınca da hücumda süreklilik sağlanamıyordu. Bazı riskleri göze alıp merkezde kompakt kalabilmek ve topa anında basmak çözüm belki, tandem kurgulama sezon öncesi işiydi.

İBB maçı 2. yarı Sabri sağ bek, tandem Ujfa & Servet, merkez Melo, Yekta Selçuk. Aksaklık stoper + bek + sağ iç + santfror omurgasının zayıflığı. Omurganın sağlam olabilecek parçaları; Muslera, Ujfa, Melo, Selçuk ve Kazım, belki Elmander, Riera eklenir ve potansiyel Yekta, Engin ve Sercan gibiydi.

Samsun maçı, Olimpiyat denemesinin dersleriyle doluydu kısaca.

***

Eurobasket 2011 sona erdi, İspanya'nın şampiyonluğuyla, beklenen oldu. 2006 Dünya, 2007 Avrupa ikincisi ve 2009 Avrupa Şampiyonu'ydu onlar. Hatta 2008 Olimpiyatlarında Amerika'yı yenebilirlerdi finalde, gerçekleşmemişti.

Avrupa basketbolunda Yugoslavlar sonrası İspanya dominasyonundan artık kesinlikle bahsedilmesi gerekiyor.

İspanya'da hakkı edilmesi gereken bir isim vardı, son üç maçta 26, 35 ve 27 sayı attı, turnuvanın MVP'si Juan Carlos Navarro. Boğazdan aktığında doyumsuz tatlar bırakan yıllanmış şarap yudumları gibi etkileyici onu izlemek.

Gelelim hiç gelinmek istenmeyen Türkiye'ye. Hatalar silsilesi, cesaret yoksunluğu, ev sahibi olmadığı organizasyonlarda başarısız olan ülke imajını silemeyen bir topluluk. Orhun Ene'yi çok severim ama iyi antrenör Hedo/Tunçeri/Onan döneminin kapandığını fark eder, akılcı davranıp onları turnuvaya götürmeme kararını verirdi. İzzet / Furkan, Tutku tercihleri de sorgulanmalı. Daha da önemlisi saha içi, Emir, Enes, Ömer Aşık -potansiyelli üç oyuncu- çok motive yanına iki isim -Ender, belki Sinan, post-up için Oğuz, artı Ersan- eklenmeliydi oyun şablonu yaratırken. Israrla eski silahlar, yetmedi.

Hiç sevmem ama sevimsiz şahıslar da doğru söyleyebilir, İbrahim Kutluay Hedo üzerinden aslında arka odalarda neler yaşandığını ve 12 Dev Adam denilen zorlama takımdaşlığın maddi manevi değerler karşısındaki yenilgisini gözler önüne serdi. Biz beceremiyoruz.

***

Heyecan fırtınasının zirvesi US Open'da yaşandı.

Şu form durumundaki Djokovic'i yenebilecek tek oyuncu Federer idi, iki şampiyonluk puanı kaçırdı ve kaybetti Sırp raketin azmi karşısında. (RG'ta Djokovic'i yenmesi başlı başına büyük olaydı, fark edilmedi.)

Nadal'ın yenemeyeceği tek oyuncu Novak idi ve tahminler yine yanıltıcı olmadı.

Federer Nadal'ı nasıl yeneceğini bulamamıştı, şimdi Nadal altıncı maçında da Djokovic'i ne şekilde yenerim sorusunu cevaplayamayıp sınıfta kaldı.

Rafa Fedex'ten 6 GS (4 RG) çaldı, benzerini Novak Rafa'ya yapıyor. Panzehir savunma, Fedex'in kaybettiklerinin intikamı belki de. Vaktiyle Rafa, Fedex'i yendiğinde -ki bunların çoğu topraktaydı- bu istatistiğin -H2H- daha iyi olarak anılmak için bir argüman olamayacağını defaatle vurguladım. Çünkü Nadal, Fedex'e özel bir stratejiyle oynuyor ve biraz da ters geliyordu, tarz olarak. Federer daha büyük oyuncuydu, estetik kusursuzluğun timsaliydi ama Nadal onu daha fazla yenmişti, mesele değildi ancak anlayamadı Nadal hayranları.

Şimdi aynı durum başlarına geldi. Nadal Djokovic'i yenemiyor, 2 GS finali kaybetti bile, devamı da gelecektir. Novak Rafa'dan daha büyük oyuncu mu, değil işte, sadece şu an daha iyi oynuyor ama tarih Rafa'yı onun önünde yazacak, Federer'iyse en üstte, gelmiş geçmiş en büyük oyuncu diye.

***

Trabzon'un Inter zaferi büyüleyiciydi. Fenerbahçe'nin CL'ye gitmemesi ülkenin hayrına oldu. Bu maçın yol gösterici tarafı; ülke futbolunun Avrupa'yla makası daraltabileceği tek (kurtuluş) yol yabancı sınırının kaldırılmasıydı.

Cech, Glowacki, Zokora, Colman, Celutska, Alanzinho, Henrique ve sonradan oyuna dahil olan Sapara, Vittek. Oyuncu kalitesini artırdılar, bir arada takım olgusu yarattılar.

Manisa ve İBB maçı, kısıtlama geldiği anda yerli oyuncu bulma zorunluluğundan ötürü, buna yakın bir futbol oynanamayacağının ispatıydı.

***

Arda Turan'ın ayrılması söz konusu olduğunda La Liga'nın ona en uygun yer olduğunu dile getirmiştim, çabuk adaptasyon sağladı bizim çocuk. Şimdiden üç asist ile Mesut Özil etkisi bırakabileceğini gösterdi, en az onun kadar yetenekliydi zaten.

Reyes Diego Arda, Falcao dörtlüsü öngörüsü de erken devreye sokuldu Atletico Madrid'te, çok yaratıcı bir hücum hattı oldu ancak Barça ve Real onlara ne kadar top gösterir, orası muamma.

Falcao için 40 milyon Euro çok, o para Hulk'un değeri demiştim, mahçup ediyor. Müthiş bir ceza sahası golcüsü ve modern oyuna çok yatkın hareketli tarzıyla.

Mata sonrası Valencia'nın düşüş yaşacağını tahmin ediyordum, Soldado ayakta tutuyor gibi, 1 Eylül'de yazmıştım, hala geçerli;

3 Atletico Madrid 4 Villarreal 5 Valencia 6 Bilbao 7 Malaga 8 Betis 9 Sevilla 10 Sociedad.

Gökhan Gönül'ü Barça'ya uygun gören ve oyuncuyu da buna inandıran -Alves'in yedeği olmam dedi bir de, garip- kitle ne düşünüyor acaba Arda'yı izlerken?

Küçük bir karşılaştırma:

Arda Turan maç sayıları, Türkiye 06-11 26/33 (%79) Galatasaray 06-07 36/48 + 07-08 44/52 + 08-09 46/53 + 09-10 47/55 + 10-11 19/44 = 192/252 (%76)

Gökhan Gönül maç sayıları, Türkiye 07-11 14/29 (%48), Fenerbahçe 07-08 36/53 + 08-09 46/53 + 09-10 45/56 + 10-11 35/42 = 162/204 (%79)

Arda ile Gökhan aynı potada erimez, biri özveriyle oynar, diğeri milli maç dönemi sakatlanır, birinin mesleğine saygısı vardır, diğeri için Fener'in menfaatleri her şeyin üzerindedir, tavsiye alır yüzde yüz on futbol yorumcusundan.

***

Şenol Güneş'e Samsun maçı öncesi TT Arena'da Metin Oktay kitabı hediye edilmiş.

Bu adama sahip çıkın, bu ülkenin Guardiolası'dır, anti-Mourinho'sudur, mütevaziliğiyle kazanır gönülleri, hiç çıkmaz oradan, her sözü bir öncekinden daha vurucudur ama anlayana, alay etmez, karizmayla alıp veremdiği olmaz, önemsizdir, adalet peşindedir, daha çok da "güzel oyun" ve emek tarafında işin.

Şunları söyler:

"Babam ve annem okuma yazma bilmiyordu. Benim üniversite okumam için çok çalıştılar. 15 yaşında hayata başladım. 5 kardeştik. 15 yaşında aileme bakan bir kişiydim. Ortaokulda mahalle arasında oynarken , büyüklerin baskısıyla kaleye geçtim. 24 yıl kaleciliği sevmeyerek yaptım.

Ben o zaman fakir bir ailenin çocuğu olarak, denizde yüzüyordum, kumsalda geziyordum, özgürdüm, organik meyve yiyordum. Bugün ekonomik durumu iyi olan bir baba olarak çocuğumu yüzmeye götüremiyorum, organik meyve yediremiyorum.

Ben hiç kaleci eldiveni giymedim. Zonguldak maden işçilerinin eldivenleriyle toprak sahada antrenman yapıyordum. Eskiden fakirler oynuyordu, zenginler seyrediyordu. Yani açlar oynarken, toklar seyrediyordu. Şimdi ise toklar ve zenginler oynuyor, fakirler seyrediyor.

Sadece sonuçsal kaygı ve ekonomik beklenti var. O zaman olmaz. Eskiden yokluktan çıkarırken, şimdi eskisi gibi başarılı sporcular çıkaramıyoruz."


Başka Şenol Güneş yok!

19 Eylül 2011

A. Eren Loğoğlu

25 Aralık 2010

Bir Altyapıdan Daha Öte: La Masia



Ballon D'or ödülüne daha önce de aynı takımdan adaylar çıkmıştı. AC Milan, ilk 3 adaylığa iki defa ambargo koymuştu o muhteşem 90'ların başındaki kadrosuyla. Ancak bugüne kadar hiçbir takımın altyapısından yetiştirdiği üç oyuncusunun aynı sezon içersinde adaylığı söz konusu olmamıştı. FC Barcelona bu inanılması güç olayı başardı. Xavi 11, Iniesta 12, Messi 13 yaşında La Masia'nın yolunu tutmuşlardı. Peki neydi bu paha biçilemeyen oyuncuları yetiştiren fabrikanın sırrı?

Farklı bir olay anlatayım, çıkarsama yapabiliriz belki;

El Clasico'dan sonra bir Katalan gasteci, Xavi'nin 5 - 0 biten Madrid maçının bitiminde tünelde ilerlerken Diarra'ya, "bu gece topa hiç dokunamadın, bir süreliğine sende kalabilir" dediğine dair haberler yayınladı. Ben inanmamış, açıklama beklemiştim Xavi'den.

Xavi yalanladı yazılanları.

"If I had said that I would be disrespecting Real Madrid, Diarra, and Barca itself.

It would not be deserving of this shirt. Being part of this great club I have to be responsible for each and every one of my actions as I am representing it. I could never have made such comments. Wearing this shirt demands that respect.

If it was a criticism about a bad pass or I am at fault, I can accept that. Since I was a kid, I always try to better myself, but to say this kind of lies contribute nothing. It only hurts people and I can’t understand the motive behind it.

Look… if I’m out there [retired] and talking for myself, I would be able to say what I want, but while I’m still wearing the blaugrana colours I must know my place at all times because I’m representing a great club.

That a Catalan journalist, and one from Barcelona could have said that surprised me, and I can’t make out why. I just wished he had dug deeper before making the report."
Çok büyük bir kulübü temsil ettiğini ve bunun kendisine sorumluluklar yüklediğini, hareketlerine ve yorumlarına dikkat etmesi gerektiğinin farkında olduğunu belirtiyor Xavi. Israrla tanımlamalarında forma unsurunu kullanması da sanırım kutsallığın bir ifadesi.

Bu açıklamalar Arda'ya da yakışır, yapmıştır muhtemelen benzerlerini ancak söyledikleriyle eylemleri benzerlik göstermiş midir, orası tartışılır? Barcelona'nın yetiştirdiği oyuncularının ayrıldığı nokta da burası gibi.

Emre Belözoğlu'nun ısrarla -inandıramıyor muhtemelen- Fenerbahçe taraftarı olduğunu söylediği açıklamalar okunuyor, duyuluyor son günlerde. Galatasaray altyapısından yetişen, Galatasaray'la büyüyen, başarılar ve isim kazanarak Avrupa kapısını açan bu çocuk, kendisini yaratan kulübü sevmemiş olabilir, en doğal hakkıdır ancak bunu defaatla dile getirmesi, söylem biçimi ne derece samimiyet yoksunu olduğunun da belirtisidir. FC Barcelona, yetiştirdiği oyuncuların söylemleriyle de ayrışıyor diğer kulüplerden. Sadakat onların benimsediği en yoğun duygulardan biri. Cesc Fabregas her röportajında boşuna dile getirmiyor sevgisini.

La Masia'dan yetişen oyuncular kulüplerini -nerde oynadıklarının farkında olarak- çok seviyorlar, kulüpleri de onlara hak ettikleri gibi -nasıl oynadıklarının farkında olarak- davranıyor. Aidiyetin çeşitli sebepleri var elbette, çevre, aile, şehir, kültür gibi.



Trabzonspor altyapısından yetişmiş, doğma büyüme Trabzonlu bir çocuğun hisleri var Xavi'de. Bunun üzerine bir de siyasi kimlik ekleniyor. Emeğin ve öz kaynağın değer sayılıp önemsendiği, nerdeyse kusursuz ve dünya çapında bir organizasyon altında yaşıyor ayrıca.

Altyapıdan yetişen -aslında Katalunya'ya gelen yabancılar da dönüşüm geçiriyorlar kültürün bir parçası olabilmek ve uyum sorununu atlatabilmek için- Barça oyuncuları için özel bir mentör tutulduğunu hiç okumadım. Doğru davranma bilinçlerini yaşadıkları ortamdan -La Masia- alıyorlar muhtemelen. Ortamın ve kulübün felsefesinin oyuncular üzerindeki etkisi de denebilir buna. Amacı kazanmak değil güzel oynamak ve temsil etmek olan bir kulüp FCB, bu yüzden değil mi zaten benzersiz oyuncular yetiştirmesi ve bir kulüpten öte oluşu!

Messi'yi bundan tam 10 yıl önce, bir Barça efsanesi Charles Rexach keşfediyor. Messi'nin Arjantin'deki kulübü tedavi masraflarını karşılamayınca, Barcelona'ya yolu düşüyor şansını denemek amaçlı . Messi için düzenlenen maçı izleyen Rexach, tereddüt etmeden transfer ediyor Messi'yi, o dönem zaten Sportif Direktör.

The story goes that when Messi turned up in Barcelona with his father, at the invitation of the club, it was still touch-and-go as to whether he would really stay. The club had offered to pay for the boy’s hormone treatment, and to look into job possibilities for his father. But personnel at the club from that time all recall Messi as looking like he would never last the famous nine days that the club had calculated for a final decision to be made. Apparently he just sat in a corner of La Masia’s reception area, looked at the floor and spoke to no-one. When his mother flew over to see if she could help out, and then was forced to return for work reasons, Messi begged to return to Argentina with her. Whoever persuaded him to stay – and most people credit Carles Rexach with that – deserves some kind of award, too.

Mutlaka organizasyon içersinden birileri -efsane bir oyuncu veya teknik adam- yol gösteriyor altyapı oyuncularına. Aileleri de teması kesmiyorlar. Bir de eğitime önem veriyor ve aksatmıyorlar. Çok karmaşık değil programları;

7am: Get up.
7.30am: Communal breakfast.
8am: Minibus takes them to school in the city.
2pm: Return from school and have a communal lunch.
2.30pm: Some boys have a siesta while others do homework.
4pm-6pm: Intense training sessions.
6.30pm: Fit players head to the gym, while those carrying knocks or injuries have physio.
9pm: Communal dinner.
10pm: Bed time. Some players go straight to sleep but they are allowed to read, listen to music or do homework before lights out.
- La Masia'nın direktörü pedagog, Carles Folguera, eski bir roller hokey oyuncusu, bu da ilginç.

- Basketbol ve futbol oynayanlar aynı odalarda kalabiliyor, takım olgusuna katkısı bulunabilir.

- Eğitim çok önemli, buraya gelenlerin tamamının sporcu olamayacağı ve hayatlarına farklı bir şekilde yön vermeleri gerekebileceği anlatılıyor, derslerine dikkat etmeleri şart.

- 5 milyon Euro harcanıyor bu altyapı sistemi için, sanırım dünyada bu yapılanmaya en çok para ödeyen takım Barça.

- Altyapılarda aynı formasyonla oynanıyor, 4 - 3 - 3. Cruyff'un bütün öğretileri korunuyor 1979'dan günümüze. Total futbol ve tiki taka geleneği sürüyor, sürekli pas yapılıyor her yaş grubunda.

- Felsefelerini Investment + Development, kısaca I + D olarak adlandırıyorlar. Barça B -yaş sınırı yok- ve oraya yükselme kategorisi olan Juvenil için belirli adımlar var.

- Xavi'nin altyapıya forvet oyuncusu olarak gelip, hızlı değilsin ama oyun görüşün muazzam, senden orta saha yaratacağız denmesi, oyuncuların fiziksel özelliklerinin hangi bölgeye uygun olduğuna dair doğru tesbitler yapılmasının önemini vurguluyor o yaşlarda. FC Barcelona, scout ekibi -özellikle İspanya içersinde- sayesinde çocuk yaşta bu yetenekleri keşfedip evrilmelerini sağlıyor ve daha çok teknik, hız ve zeka gibi temel özellikleri yüksek çocukları -çoğunlukla forvet oynayan veya bunu isteyen- bulup Xavi'de olduğu gibi kendi kriterlerine göre mevki dağılımı yapıyorlar.

- Çok hikaye var yaşamlarında. La Masia bildiğin Devlet Parasız Yatılı'dan farksız bir yurd gibi, ben de aynı güzergahdan geçtiğimden, çocuk yaşta aileden uzak bir şeyler başarmaya çalışmanın ve yaşamanın zorluğunu biliyorum. Yatakhane, yemekhane, banyo kavramları nerdeyse aynı. Birlikte kalıyorlar, vakit geçiriyorlar, ödevlerini yapıyorlar gözetim altında. Pencereleri Camp Nou'ya bakıyor, belki de en özel ve güzel yanı bu binanın. Orda hayaller kuruluyor stada bakarak, düşüncelere dalınıyor. Ankesörlü denilecek türden iki telefon var, ilk zamanlar çocuklar her gün aileleriyle konuşmak istiyorlar ve önlerinde sıra oluyor telefonların. Kütüphane ve ders çalışma odalarını da unutmayalım.



Xavi'nin babasına bir gün soruyorlar, oğlunuzun ne zaman büyüdüğünü anladınız diye, şu cevabı veriyor;

Xavi'yi arabayla götürüp getirirdim ve Xavi bir gün artık buna gerek olmadığını, trenle gitmek istediğini söyledi. O gün büyük bir oyuncu olacağını düşündüm diyor. Bu bahsettiğim A takımın ilk dönemleri ve Xavi, Guardiola'nın varisi olarak lanse ediliyor, üzerinde müthiş bir baskı var. Katalan halkı, La Masia'dan çıkan ilk çocuklardan biri olan, kaptanları Guardiola'ya tapıyor o günlerde ve o çocuk hala halkının sevgisini taşımaya devam ediyor kulübün Teknik Adamı olarak. Başkan Rosell, Guardiola için, kulübümüzün Sir Alex Ferguson'u, Franz Beckenbauer'i olacak ve gün geldiğinde başkanlığa yükselecek, bunu görüyorum diyor.

Xavi, Pep gibi olma baskısından çok etkileniyor ve kulüpten ayrılma noktasına da geliyor ama kulüp ona zor günlerinde sahip çıkıyor. Aynı sorunları Iniesta da yaşıyor. Iniesta'ya da Xavi'nin varisi yakıştırmaları yapılıyor ilk zamanlar ve o da bunun altından kalkma uğraşı veriyor bir süre. Guardiola'dan Xavi'ye ve Xavi'den Iniesta'ya uzanan yolculuk Barça'nın son 20 yılının da en güzel hikayesi.

- Bazı tercihlerden ötürü diğer altyapılarla sert karşılaştırmalar da yapılabilir. Messi'yi herhangi bir İngiliz kulübünün altyapısının boy gibi fiziksel özelliklerinin eksikliği nedeniyle kabul etmeyeceği ancak Barça'nın ana ölçütü daima yetenek olduğundan tereddütsüz Messi'ye inanması ve bugün gelinen nokta önemli bir referans değerlendirme açısından.

16 yaşına kadar çocuklara sürekli teknik - taktik bilgiler verilmesi, hızlı düşünme ve oynamaya, pas yapma, verkaç gibi Barcelona'nın futbol felsefesi üzerine yoğunlaşılması, maç kondisyonu dışında ekstra güç ve kondisyon çalışmalarına çok ilgi göstermemeleri, nerdeyse bütün antremanların top ile yapılması gibi konularda belki de tüm dünyadan farklı bir yol izleyip, bizim kulüplerimize çok da net bir örnek sunamıyorlar, bunu yapabilen tek organizasyon olmaları dolayısıyla.

Bir artıları Barça B kategorisi çünkü yaş sınırı yok ve eğer oyuncu A Takım için yeterli görülmeyip 20'li yaşlarına gelse bile, bu çatı altında kalmak ve şansını denemeye devam etmek istiyorsa B grubunda oynayabiliyor. Pedro, en çarpıcı örnek, 21 yaşında A Takım'a yükseldi. Her oyuncu 17 yaşında hazır olmuyor, sabır skalası daha yüksek Barça'nın. Şimdi de Nolito'yu bekliyorlar. B Takımı 2. ligde kafaya oynadığından tecrübeli oyuncular da -26 yaş- transfer edebiliyorlar, alt lige düşülmeyip mücadele seviyesi korunsun diye.

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/12/boyun-egmeyen-ulke-katalunya-la-masiann.html

Linkteki yazının ikinci kısmından yaş kategorileri incelenebilir.

***

Alınacak ders çok. Türkiye'de Barça'nın oyuncular üzerinde yarattığı aidiyet, sadakat duygusunu oluşturabilecek tek kulüp Galatasaray kanımca, her ne kadar kötü emsalleri piyasada dolaşsa da. Çocuklarını kulübe emanet eden ailelerin daha çok bilinçlenmesi ve ilgilenmesi, her şeyi altyapı eğitmenlerine bırakmaması gerekiyor. Altyapı eğitmenlerininse çok donanımlı olması. Bunların hepsinden önce sağlıklı bir üstyapı da elzem, altyapının işlerliği üstyapıya bağlı her koşulda. Yaş kategorileri, belirli bir futbol felsefesi, yetenek avcılığı kıstasları gibi konuların üzerinde de ciddiyetle durulmalıdır.

Altyapıdan yetişen, top toplayıcı çocuğun 10 numara giymesi ve kaptan olması öyküsü büyüleyiciydi ve Barça'dan bir kesit sunar gibiydi. Öykünün kahramanına elbise bol geldi, modayı takip edenler kötü karakterlerdi ve terzi de iyi dikemedi açıkçası.

Yine de geç değil, endüstriyel futbola karşı bir kalemiz kalsın isteniyorsa!

***



La Masia'ya dair etkileyici bir yazı;

Few miles from the training ground and overshadowed by the enormous Nou Camp stadium is a delightful 18th-century farmhouse. Built in 1702 and sitting rather incongruously among the constant noise and clamour of one of the busier districts of the city, it is known as La Masia.

FC Barcelona converted this ornate building into a boarding house in 1979 to accommodate the older boys on their youth programme. Outsiders are not usually permitted inside what is seen as a private place, where the future of the club is being nurtured and the football club is in loco parentis.

From the age of 13 or 14, boys who live outside the city are housed here, letting the club mould their futures more fully, and ensuring their training time is not interrupted by debilitating travel to and from the ground. Typically the 14 year-old boys will train for six hours a week and play a game of 90 minutes.

But crucially it allows the club to develop not just their football skills but their lifestyle and attitudes, preaching the virtues of healthy eating and early nights. The boys live, sleep and eat together at La Masia, housed in bunk-bed dormitories. They eat communally in a stylish refectory with period chandeliers. They do their homework in a spacious library and have a games room with table football, pool and PlayStations.

It resembles a rather charming youth hostel, but this type of education remains an alien concept to most Premier League clubs, none of which has a residential academy on the scale of La Masia.

Each morning the boys are bussed in to the best local schools. The importance of finishing their education is constantly impressed on them by the club, though the lessons are all in Catalan, a language that will at first be unfamiliar to boys from outside the region. They return at 2pm for lunch and siesta, with training from 5pm to 6.30pm, then homework with private tutors on hand to help. After dinner there is a short period of down time before bed.

'We train the youngsters to be good people with a healthy lifestyle and help them to be happy with their way of life,' says Albert Capellas, the club's senior youth coordinator. 'It's very important for us that the boys have respect for others. They have to be good people, like gentlemen.'

It's no surprise that some, especially Barcelona's bitter rivals Real Madrid, sense a certain smugness about the club - even the football coaching here comes with a moral edge.

'When they play matches we impress on the boys three objectives,' says Capellas. 'Firstly, they must be the more sporting team, committing fewer fouls and being less aggressive. Then they must try to win by playing very well, more creatively than the opposition, with attacking football. And finally they need to win on the scoreboard. But we don't want to win without the first two aims being fulfilled.'

Liverpool goalkeeper Reina went to live in La Masia at the age of 13.

'They say that they don't just grow you as a footballer at La Masia but also as a person and it's true,' he says. 'You can learn to respect others and also to sharpen up your ideas. I grew up much more quickly there.'

It is not without its melodrama though. For 13-year-old boys prised from the bosom of their family, the induction can be traumatic yet bonding. Everton midfielder Arteta was one of Reina's great friends at La Masia and had left behind his parents and five brothers in the Basque country to pursue the dream of making a career as a professional footballer at the age of 15.

'I missed my parents and brothers enormously and there were many nights when I cried myself to sleep because of homesickness,' he says.

Iniesta was fast-tracked to La Masia at the age of 12 because of his exceptional talent, moving from his village of Fuentealbilla in central Spain. Coaches still remember the trauma every Sunday when his parents, José Antonio and Maria, would go back home for the week having spent the weekend with their son.

'He was very close to his family and every goodbye each weekend would become a mini-drama,' remembers Albert Benaiges, the coach who would become like a godfather to the young Iniesta.

'Andres would be crying and he spent a lot of time at my house, and whenever my mother sees him smiling now she always makes a joke, because she remembers how much he suffered in those days.'

When it all became too much there was always a very visible reminder of why the sacrifices were being made.

'You would look out and there was the Nou Camp stadium opposite,' remembers Iniesta. 'It was always on your mind, that the goal was to play there.'

The intense experiences shared in youth create lifelong bonds. Among the teenage contemporaries of current manager Guardiola, who arrived at La Masia aged 13, were Tito Vilanova and Aureli Altamira, who are now his managerial assistants at the club.

Arsenal's Fabregas, who came here when he was 15 because travelling from his village in Arenys de Mar back and forth to training had become too much of a strain, agrees.

'It was the best year of my life and I made friends for life there,' he remembers.

Among them was a timid and tiny Argentinian boy who spent the first few days cowering in the corner, speaking to no one. His name? Leo Messi.

'La Masia is like a family,' says Capellas. 'We take a lot of care of our young players, as they are living without their parents. We make sure they celebrate all the festivals, like Christmas, and every boy's birthday, like a family.'

Messi, the world's best player, is the current star product of La Cantera. He arrived here from Argentina when he was 13 with his family in tow after no Argentinian club would pay for the drugs he needed to treat his growth deformity. It is no surprise that Barcelona took on Messi, despite the fact he was half a foot shorter than his peers. Unlike in England, where size, strength and the ability to throw your weight around is highly prized by many scouts, Barcelona apply different criteria.

'Size is not important,' says Capellas. 'Most important is that the player has talent, that they can play with the ball, not that they are the strongest or tallest.'

But what distinguishes Barcelona from almost all English clubs is that home-produced players make up the bulk of their team, a concept many English clubs have actively opposed. They prefer to trade teenagers from around the world than produce their own.

'The model of FC Barcelona is that 50 per cent of our team should be from La Cantera and then 35 per cent should be the best players from Spain or Europe and then 15 per cent from the top ten players in the world, players like Samuel Eto'o, Zlatan Ibrahimovic or Thierry Henry,' says Capellas, though La Cantera is now so successful it is also producing players who are among the top ten in the world.

With the honourable exceptions of Middlesbrough, who once fielded a Premier League squad with 15 of the 16 players raised by the club and born within 25 miles of the stadium, and West Ham, who have produced almost half of the current England national team, no Premier League club currently aspires to Barcelona's goal.

Manchester United were once standard bearers in this regard, and the team that won the 1999 Champions League had echoes of Barcelona's vision. Gary Neville, Ryan Giggs, Nicky Butt, Paul Scholes and David Beckham were all prodigies of their youth team, four of them from the Greater Manchester area, but since then United have directed their energy into recruiting youngsters from around the world, preferring to raid foreign youth academies. They took Gerard Pique from Barcelona at the age of 16, which, under EU and football rules, they can do legally while paying only tiny amounts of compensation to the club that coached them.

There are some mitigating circumstances as to why Barcelona can build a team so successfully and their English counterparts cannot. Premier League clubs are now bound by strict rules meaning they can only recruit boys whose journey to their training ground is 90 minutes or less.

Nevertheless, of the seven players from La Cantera who won the Champions League final in Rome, five were born in Catalonia and so would be eligible under Premier League rules. Other priorities differ markedly from the English way. At the age of eight, says Capellas, the coaching emphasis is both on mastering control of the ball and the need to understand tactics.

'From the age of seven to the age of 15 everything is about working with the football,' says Capellas.

'With the very small boys, the most important thing is to control the ball very well, to have the ability to run with the ball and to think very quickly and execute their passes very well. We spend so much time on passing and on tactics, to understand our style of play, which is the same from the eight-year-olds to the first team.'


Over in England, talk of tactics is not introduced at such an early age. Also, while FA rules prevent Premier League clubs from having feeder teams in other domestic leagues, Barcelona run a reserve team, Barca Athletic, in the Spanish equivalent of the lower division. Many of the players remain at La Masia, which means the club can continue to develop young players between the ages of 18 and 21 in a controlled environment when they are most likely to be tempted by late nights and excess.

Periodically there are calls to reform our academy system. Over the years the emphasis has switched from the traditional physical strength of English football to the development of skills.

David Beckham set up academies around the world that promised to teach youngsters, but five years on, those in London and Los Angeles are closing down.

Trevor Brooking, FA director of football development, wrote last year: 'We must all accept that for a country of some 60 million people, we are not producing the depth of players at the top level with the technical skills now required by the major clubs and international teams. If we want to increase the number of English players competing at the highest level, radical change is needed.'

But vested interests mean progress is slow. The Premier League will never allow the FA to coach youngsters they wish to control; the Football League clubs will not allow Premier League clubs to recruit players on their patch and potentially deny them a lucrative transfer fee for a talented youngster. It was this infighting, it is said, that dismayed England manager Fabio Capello when he was incorporated into the FA's youth development planning but attended just two meetings.

The fact that Messi, Iniesta, Xavi and Fabregas all exhibit the same exquisite control of the ball and a style of passing that might have been cloned suggests that Barcelona have not simply been fortunate to inherit a golden generation of players, as some have suggested.

'It's not luck,' insists Capellas. 'It's work. It's our model, which has been honed over many years by lots of people providing specialist skills and all working in the same direction, with the same objective: to prepare players for the first team.'

Visit Barcelona at the end of September and you will find a city celebrating its patron saint, the Virgin de la Mercè. And at the Plaza Jaume, in the picturesque Gothic quarter, you will see an extraordinary spectacle: towers of men, women and children standing on each other's shoulders, reaching maybe 30ft off the ground. The foundation will be made up of a huddle of perhaps 20 people, while standing on their shoulders will be another 15, four of five layers stretching up to the top, where a single child completes what the Catalans call a human castle.

'This is very important for your article,' says Capellas as I leave. 'You need to mention this,' he adds with a demonstrative flourish.

'Our Catalan castles always have a strong base. You need to have everyone in the right position, and you can't get someone to the top of the castle without the correct foundations. But you must always have a strong base because without that you have nothing.'
25 Aralık 2010

A. Eren Loğoğlu

12 Ekim 2010

R e v i z y o n



Rijkaard ile Hiddink'in sorunu aynı, istedikleri oyunu, taktik disiplin içersinde uygulayacak, futbol eğitimi almış oyuncu sayısı çok az bu coğrafyada. Rijkaard, açığı yabancılarla kapatmaya çalışarak, Hiddink'in sarılması gereken noktaya da işaret ediyor, yurt dışında yetişmiş oyuncular.

Bizim futbol DNA'mızı çözmüş Terim, Denizli ve Güneş, vizyon olarak dar geliyorsa kimilerine, o zaman futbol kültürümüze uyan birini tercih etmek daha doğru olurdu, Hiddink yerine. Son 20 yıl incelendiğinde zaten bu tür seçimlerin başarılı olduğu görülür, Alman Feldkamp, Daum, Rumen Lucescu gibi. Fenerbahçe'nin Brezilya tandansından yararlanan Zico ve Parreira'yı da eklemek gerekir. Zaten Milli Takım daha çok Galatasaray'a benzer ve Fenerbahçe örneklerini istisna tutmak daha analitik bir çözüm sunar bize.

Türkiye, Volkan, Servet, Aurelio, Emre, Nihat, Semih vb. oyuncularla devam edecekse, Fatih Terim neden gönderilir ki! Dünya Kupası'na gitmediyse, Avrupa Şampiyonası'na götürürdü, bu şekliyle.

Eğer Guus Hiddink, ülke futbolunda revizyon yapsın diye getirildiyse, Oğuz Çetin aklından sıyrılıp bunu gerçekleştireceği ortamın ona yaratılması gerekir, Rijkaard'ın düştüğü durumları yaşamasın isteniyorsa.



Rijkaard'ın model futbol oynayan FC Barcelona'sını da, onun eksiklerini tamamlayan ve devamlılığı sağlayan Guardiola'nın, durdurulamaz denilen FC Barcelona'sının nasıl elenebileceğini en güzel şekliyle örnekleyen Hiddink'in -bir maçlık- stratejik futbol oynayan Chelsea FC'sini de izledim, bu nedenle zerre şüphem yok ikisinden de. Uyum, iletişim gibi pek çok faktörden söz edilebilir elbette, performanslarını değerlendirirken ancak futboldan anlamıyorlar gibi bir klişeyle, kariyerlerinin de hiçe sayılarak eleştirilmelerini asla kabul edemem.

Sinan Bolat, Serdar Taşçı, Malik Fathi, Ömer Toprak, Gökhan İnler, Nuri Şahin, Hamit Altıntop, Mesut Özil, Mevlüt Erdinç, Eren Derdiyok gibi bir havuzdan sadece bir oyuncuyu sürekli kullanabiliyor, üçünü de oynatmıyoruz her ne hikmetse. Diğerleri yetiştiği ülkeleri tercih etti haklı olarak.

Bundesliga'yı çok takip eden birisi değilim, yurtdışında oynayan yerli isimleri çok takip ettiğimden de söylenemez ama benim bile bir çırpıda sayabildiğim 10 - 15 civarı oyuncu varsa Türkiye'de oynayabilecek, o zaman gerçekten bir sorun var demektir kadro seçimlerinde ya da değişim istenmiyor, perdenin arkasında başkaları var ve hazırlanmaları için Milli Takım stajyer eğitimi vermektedir, bunun başka izahı yok. Ersun Yanal da kalan alt yapılardan sorumlu ne de olsa.

Arda'yı niye zorlayıp sakatladıklarının sebebi de anlaşıldı, 2 maç 0 gol ve 0 puanla, Arda bu takımın herşeyi.

Arda, Gökhan Gönül, Selçuk İnan'ın yanına yurt dışında yetişmiş 7 - 8 oyuncu -Sinan, Hamit, Nuri, Mevlüt vb- monte edilemezse, Emre Belözoğlu'nun kaptanlığını yaptığı cemaat anlayışlı -birbirini haksız da olsa kollayıp emek çalan- bu yapı Hiddink'in sonu olacaktır.

12 Ekim 2010

A. Eren Loğoğlu

10 Ekim 2010

Zihinden Geçen Ne Varsa!



Bilinen

Hani deniyor ya Franco dönemi çoktan geçti, Real Madrid'i tanımlarken artık bu unsurları kullanmak gerçekçilikten öte bir duygusallığın sonucudur diye, kısmen doğru olsa da bu tabir, bazen tam tersi de geçerli oluveriyor, kulübün oyuncusuna verdiği kültürün, aşıladığı düşüncenin sonucunda.

Sergio Ramos'un Katalan dilini aksan olarak gösterme cesaretini, tarihin hangi sayfalarından aldığını belirtmeye gerek yok. Katalan dilinde yayın yapan bir kanalın, kendisine uygun şekliyle röportaj isteme hakkından doğal bir şey olamaz herhalde.

La Masia'dan Adaya

Katalan gazeteler, İsrailli oyuncu Gai Assulin'in M. City'ye transfer olduğunu yazdılar. Cesc, Arteta, Pique, Merida, Pacheco gibi o da Ada'nın yolunu tuttu. La Masia'dan çıkan her oyuncunun FC Barcelona'da oynamasını beklemek, beklentileri çok yukarı çekmek anlamına gelir. Barça, takım omurgasını elbette altyapıdan oluşturacak ve yanlarına doğru tespitlerle eklemeler yapacak, yeri geldiğinde eksikler için yine La Masia'ya yönelecektir. Bu yönden bakıldığında bir kayıp olarak görmemek gerekir Assulin'i, her ne kadar ortada Cesc örneği olsa da, kültürü almış bir oyuncunun istendiğinde Barça'ya gelmeyi nasıl istediği görülmektedir ve biraz da önemli olan budur kanımca.

Tek Pota

Euroleague Şampiyonu Barcelona, NBA Şampiyonu LA Lakers'ı yenmeyi başardı. Hazırlık maçından öte bir hırsla oynadılar. Pota altındaki Celtics taraftarının -muhtelemen Barçalıydı da- keyfine diyecek yoktur herhalde, içinin yağları erimiştir. Katalan Gasol ve kariyerine İtalya'da başlayan Kobe'nin bir gün -kariyerlerinin sonunda- Barça forması giyeceğini düşünüyorum, bu yakınlaşmanın ve şehrin büyüsünün de etkisiyle.

Mesut Özil vs Arda Turan

Koparılan yaygaraya değdi, Mesut, konsantrasyon zaafiyeti gösterip kötü oynasa da, golünü attı, gol sevinci yaşamadı ve göz kırptı kendisini yuhalayanlara.

Şair Nevzat Çelik'in deyimiyle Almanya'da Türk olmak kavramını bir seferlik kenara bırakıp, doğduğu, yetiştiği ülke için oynayan bir çocuğa haksızlık yapanların, Arda'yı bilinçli olarak harcayanlanların yanında olmamayı tercih ettim. Maç esnasında keyfimi korusam da, Türklerin staddan ayrılışı anında Almanların yaptığı güle güle tezahüratı içimi burktu. Patron Almanlar, işçi Türkleri yenmenin gururuyla söylüyorlardı bunu. Mesut'u ıslıklasalar da işçiydi onlar, yanlarında durulmalıydı, bir seferlik affetsinler, ikinci maç telafi etme sözüyle.

Arda'nın olmadığı bir takımın yaratıcılıktan ne denli yoksun kaldığı bir kez daha gözlemlendi. Diğer yerli oyunculardan -Hamit de dahil, hatta fundemantal eksiği olmasa Mesut ayarındadır Arda- kesinlikle ayrışıyor Arda, yetenekleriyle. Galatasaray ve Milli Takım'ın bunu ne kadar işleyebildiğinin en güzel iki örneği, Mesut Özil ve Emre Belözoğlu'nda gizlidir. Inter'e giden Emre'nin geldiği nokta Fenerbahçe'yken, kariyerinin başında olan Mesut'un Real Madrid'in değişmez oyuncusu konumuna yükselmek üzre olma noktasında bulunması şaşırtıcı değildir. Bu coğrafyanın verdiği futbol eğitimiyle, Almanların sağladıklarının arasındaki fark da ortaya çıkıyor haliyle.

"İyi olacak hastanın doktor ayağına gelir" sözünü kanıtlayan bir olaylar silsilesi sonucu -konferans, İstanbul, ameliyat- 6 - 8 haftalık bir süre sonunda sahalara dönecek Arda. Sakatlanma sürecinde kimler hatalıydı kısmına çok girmeyeceğim, eğer girersem Oğuz Çetin'e ana avrat dümdüz gitmem gerekir. Zamanında Hiddink'in bir Fenerbahçe, Aziz Yıldırım projesi olduğunu ve Oğuz Çetin'in yetiştirildiğini söylemiştim ve Hollandalı'nın sadece adı geçiyordu o dönem. Yanılmadığımı kanıtlama uğraşındalar.

Emir Kusturica

Dezenformasyon diz boyu gidiyor, önünü kesmek olası değil, bir iddia çürütülse bir başkası atılıyor ve adamın verdiği röportajların da önemi kalmıyor haliyle. Çamur atılmak isteniyorsa, amaç propagandaysa durulamıyor karşısında.

Dolly Bell'i Hatırlıyor musun?, Babam İş Gezisinde, Çingeneler Zamanı, Arizona Dream, Yeraltı, Ak Kedi Kara Kedi gibi unutulmayacak filmlere imza atan, Cannes Fim Festivali'nden ödül almayı gelenek haline getirebilmiş, döneminin en iyi yönetmenlerinden biridir Emir Kusturica. Maradona belgeseliyle de futbol romantiklerinin gönlünde, yerinden kolay kalkmayacak bir taht kurmuştur.

Devrimcidir, anti-emperyalist bir yapı üzerine kurmuştur yaşam algısını, Tito dönemine özlem duyan biridir, kendini Sırp hissettiğini söyler, geçmişini de asla inkar etmez, Boşnak ve Müslüman kanı taşıdığından dem vurur, babası Ateist iken Hristiyandır.

Referansım filmlerimdir diyen bir adam, politikacı değil yönetmen. Eleştirilmesi gereken noktanın omurgasızlık olduğunun da bilincinde. Sizin Başbakanınız Milosevic'in partisinin üyeleriyle el sıkışıyor, bunda bir gariplik yok mu deme cesaretini ve rahatlığını da gösteriyor. Üstelik kısa bir zaman önce Bursa'ya gelmiş ve herhangi bir tepki de oluşmamış, konu başka noktalara gidiyor haliyle.

Milosevic'i desteklemediğini defalarca dile getirmiş, bunu yazan bir gazeteciyi dava etmiş ve kazanmıştır ayrıca.

Kusturica'nın savaşa dair çarpıtılan sözlerinden tutun da, Sırp milliyetçiliğine yakınlaştığı eleştirilerine, Yugoslavya hakkındaki düşüncelerine kadar pek çok konu tartışılabilir hakkında. Nihayetinde bir film festivali için davet edilmiş büyük bir yönetmendir sadece, olayı amacının dışına çıkarmak, muhafazakar refleksler gösterme hastalığının nüksetmesinden öte bir şey değildir. Ülkenin Kültür ve Turizm Bakanı da, Berlin'de ödül alan Bal / Süt / Yumurta'nın yönetmeni Semih Kaplanoğlu da, bu dersten ikmale kalmıştır.

Gider ayak da şunları söylemiş;

http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/559937-ve-kusturica-juriden-cekildi

Manu Chao, Maradona ya da Emir Kusturica, bir futbol maçında Batılılara karşı 3. Dünya ülkelerini tutan adamlar, taraf olanlar, sadece sanatları için değil, bu tercihlerinden dolayı bile büyük bir saygıyı hak ediyorlar. O, Almanlara karşı Türkiye'yi tutmaya devam ededursun, bizler, onu bu ülkeden gönderen zihniyetin esareti altında yaşayanlar, çoktan çektiler desteğini ülkelerinden, üstelik de bir defaya mahsus işçi - patron maçında, ülkelerinin yanında olmaları gerektiğinin bilincinde hareket etmeyip.

10 Ekim 2010

A. Eren Loğoğlu

30 Temmuz 2010

2 - 2 Ritüeli



Sezon 2 - 2 söylemlerinin sonsuzluğa erişmesiyle sona ermişti, kaldığı yerden devam eder gibi bir açılış yapıldı.

Fenerbahçe ve Beşiktaş maçlarının da bir kısmını izledim ve vardığım kanı, en kolay rakibin bize düştüğü, turu en zor duruma sokanın da yine biz olduğu, ne ironi değil mi!

Çok kızgınım, takımlar arasında güç farkının iyice kapandığı bir dönemin yaşandığını kabul etsem de, 3. sınıf sayılabilecek bir takıma karşı oyunu rakip yarı sahaya yıkamayışın sebebini çözemiyorum bir türlü!

Bir kere takım net olarak ikiye ayrılıyor, oyun aklı olanlar ve olmayanlar. Sabri, Servet, Barış, M Sarp, M Batdal, oyunu okuyamayan, top yükseklik kazandığında zamanlamayı ayarlayamayan, topa kaydığında alıp alamayacağını kestiremeyen vs. aklın gerektiği hiçbir saha içi eylemi doğru düzgün uygulayamayan bir topluluk.

Lucas, Arda, S Özkan, H Balta ve Ayhan aklını bir nebzede olsa kullanabilenlerden. Ayhan'ın yaş ve fiziği el vermiyor çok iyi oynamasına. Takımı kontra atağa kaldırdığı bir pozisyon vardı, Arda'ydı, olağanüstüydü, değerlendirilemedi. Lucas sürekli topla veya topsuz savunmadan çıkışlar deniyor oyunu açmak için, riske girmeye değer hareketleri.

Aykut'a ne denebilir ki! Bir suçlu aranacaksa tur kaybedildiğinde, ona kaleyi teslim edenlere bakılmalı ilk olarak. Altıpas üzerine ortalanan topa çıkamayan, savunmacısına çarpan her şutu içeri alan birine takım arkadaşları ne derece güvenebilir? Ben Arda olsam, ulan 2 - 0 ama Aykut bir hata yapmasın diye içimden geçiririm, kale önünde bir pozisyon yaşandığında, yazık değil mi Arda'nın emeğine! Beşiktaş ve Fenerbahçe, zor bela iki beraberliği yerli kalecileri sayesinde kurtarırken, sen 2 - 0'dan tur armağan etmeye getiriyorsun olayı.

Daha feci ne olabilirdi, kalede Emirhan, ortada Cumhur, önde E Çolak oynasa? Kaleyi bulan şut 3, onu da içeri aldı diyelim Emirhan, 2 - 3 biterdi, zaten 1 - 0 kazanman gerekiyor deplasmanda, her şartta.

Bu arada bir de tahminde bulunayım, Pino yılın bidonu adayımdır. Sadece 30 dakikayla, oyuncunun neden seviye atlayamadığını gözlemlemiş olduk kanımca. İnanılmaz fiziksel özellikleri var, hızlanmak gibi ancak verdiği son kararlar hep yanlış, oyun aklı denilen algı ve olgu onda da mevcut değil! M Batdal'ın beceriksizliğiyle, Pino'nun da yanlış tercihleriyle saç baş yolduracağı bir sezon bekliyor Galatasaraylıları.

Zaten, Ronaldinho Bernabeu'da perişan ederken Madrid savunmasını, kenarda vakur duran güzel insan Frank'in, Belgrad takımına atılan 2. gole bu denli sevinmesinde bir yanlışlık sezinlemiştim.

FC Barcelona, bilmemkaç oyuncusu -en az 10- Dünya Kupası dolayısıyla tatilde, altyapının en iyi 7 - 8 oyuncusu U - 19 Avrupa Şampiyonası Finali'nde, elde kalanlarla Norveç'te Valeranga'yla oynuyorlar -İsviçre takımı hariç diğer ikisinden kötü olacağını sanmam- ve zerre fark yok sahaya yansıyan oyunda, sadece konulan seviye daha alt, kazandılar da 2 - 4.

Üzülüyorum, bir zamanlar Camp Nou'da 0 - 2 öne geçen takımdı Galatasaray, bu hallere düşürmeye kimsenin hakkı yok!

30 Temmuz 2010

A. Eren Loğoğlu

27 Temmuz 2010

Çocuk Arda, Kral Metin, Parçalı



Şöyle diyordu şair;

Hikâyeyi benden güzel anlattılar, benden güzel anlatacaklar / Hikâyeyi dost düşman işitmeyen kalmadı.

Kalmasa da biz yazalım, yazalım ki bizden sonra gelecek olan kuşaklara mutlaka ve bir şekilde erişsin bu destansı hikaye.

Hikaye Arda üstüne, Arda'nın çocukluğu, gençliği, umutları üstüne. Tek aşkı -Sinem Kobal darılmasın- Galatasaray üstüne hikaye.

23 yaşında daha, yaşamının baharında, en başında, Metin Oktay'ın, Hagi'nin 10 numaralı parçalı forması sırtında, kolunda Bülent Korkmaz'ın, Cüneyt Tanman'ın yıllarca taşıdığı kaptanlık bandı ve Arda, deyim yerinde beşikten mezara bir Galatasaraylı. Puyol'un Barcelonalı, Maldini'nin Milanlı olması gibi, sembol, bayrak adına ne denirse işte. Florya'dan Mecidiyeköye uzanan bir yolculuk Arda'nınki. Altyapıyla başlayan, üstyapıyla devam eden, süregelen bir serüven. Bu coğrafyada çok da görülmeyen, karşılaşılmayan bir macera bu. Yıllar geçecek ve Guardiola, Cruyff gibi futbol zekasını yönetmek hususunda da emeğe dönüştürecek bir isim Arda. Çünkü Hagi'nin golünde kale arkasında yumruğunu havaya kaldıran ve sevinen top toplayıcı çocuk O.

Yatağında uyuyan ve Galatasaray'a dair hayaller kuran, Metin Oktay'ı rüyasında gören. Hayallerini gerçekleştiren, tuttuğu takımın en alt seviyesinden başlayıp en üst seviyesine gelen ve daha da büyüyecek olan Arda.

Karşı yakanın delicesine kıskandığı, elde edemediği, yıllardır sahip olamadığı bir değer. Paha biçilemeyen, böylesine endüstriye batmış bir spor ortamında yazılması kolay olmayan bir hikayenin kahramanı Arda.

Daha yapacağı çok iş var, alacağı çok sorumluluk, ihtiyacı olan çok destek. Yolun başında, Galatasaray'ın önümüzdeki 50 yılının tarihinin yazılacağı Aslantepe'ye takımının en önünde çıkacak ve ardından gelecek çocuklara örnek olacak.

Sahip çıkalım, sahip çıkalım, sahip çıkalım. Başka Arda yok, başka top toplayıcı, altyapı, Florya emeği, Metin Oktay rüyası, 10, parçalı, kaptan yok!

Arda'ya Galatasaray'ın ta kendisi olacağını hissettirelim.

27 Temmuz 2010

A. Eren Loğoğlu

22 Temmuz 2010

Hazırlanma?



Yönetimin söylemlerine göre 3 yabancı transferi daha düşünülüyor ve ikisi genç olacak.

Tahmin: 1 B2B, gençlerse 1 Forvet, 1 Kanat

Olması Gereken: 1 B2B, gençlerse 1 Kaleci ve 1 Merkez Savunmacı / 1 Orta Saha

Tahmin, daha doğrusu yönetimin düşüncesi, niyet okuyucu olmasam da, hüsran olur, sıkıştırılmış kanat rotasyonu, Baros'un arkasında koca sezon bekleyen yabancı gibi sorunlarla boğuşulur.

Oysa zaaf olduğu düşünülen bölgelere takviye ve gelecek bakışlı bir düşünce yapısıyla transferler yapılsa, en azından Avrupa Arenası'nda 8 yabancı + Arda, Sabri, H Balta ile Rijkaard'ın felsefesine uyum sağlayabilecek bir saha içi mekanizmasına daha hızlı ulaşılabilirdi.

Elde 6 yabancı var, 3 daha 9 edecektir, Polat yönetiminin tribünde oyuncu oturtma lüksü yok gibi duruyor, Keita'nın gidişi buna bir işaretti. Bu sebepten mevcut yabancılardan Elano'nun da takımdan ayrılacağı neredeyse kesin gibi. Böyle bir durumda B2B oyuncu yanına bir isim daha eklenmezse, Ayhan, Barış, Musa ve E Çolak'tan birinin etkileyici bir performans göstermesi için duacı olmak gerekir.

Maça dair izlenimler;

Sahanın açık ara en yetenekli oyuncusu Arda, topu her aldığında bu durum görülebiliyor, Stoch vb. kesinlikle hikaye. Bugün iyice anlaşıldı ki Arda çok değerli bir isim ve Avrupa'nın en iyi takımlarında rahatlıkla yer alabilecek seviyede özellikleri var. Galatasaray, top toplayıcılıktan, altyapıdan kaptanlığa yükselen, kendi öz çocuğunu kulübün sembolü, temsiliyeti, değeri olarak ömür boyu sözleşme önererek takımda tutmalıdır, böyle bir senaryonun parayla satın alınma şansı olmadığı gibi, karşı yakanın hiçbir zaman erişemeyeceği bir olgu olarak da üzerimizde bu ışık hep aydınlanmalıdır. Gitmesine karşı olsam da, istemesi ve şartların zorlaması halinde, 20 milyon Euro'dan aşağı bir bedele de asla transfer olmamalıdır.

Gelelim diğer hususlara;

Yenilen golde M Sarp ve A Turan'ın ciddi hataları bulunmaktaydı. Özellikle A Turan'ın yediği çalım, iyi bir merkez savunmacının asla karşılaşmaması gereken bir sahneydi. Bunda bek bölgesinde oynamasının etkisi olabilir, ters ayak üzerinde yakalandı keza.

Ufuk ve Aykut ile bu sezon bitmez, daha uzatmanın bir anlamı yok kanımca. Çıkış yaptığı bir pozisyon vardı ki, akıllara zarar. Ayağını da kullanamıyor.

G Zan savunma yönünden yetersiz, çok gereksiz hava topu mücadelesi faulleri yaptı. Yine bir geri pas hatası vardı. Servet nisbeten daha iyiydi, konsantrasyon sağlamıştı, hata da yapmadı pek.

Tüm bunların yanında G Zan, Servet ve M Sarp, topu saatli bomba zannediyorlar. Topa biraz sahip olup, pas dağıtmak yerine boşluklara ilerleseler oyun açılacak ancak üç adım bile ilerleyemiyorlar top ayaklarındayken ve topla çıkış yapan merkez ve ön alan savunmacılarımız olmadığından, geride sıkışıp kalıyoruz. Bu sorunla geçen sezon çok boğuşuldu ve çözüm bulunabilmiş gözükmüyor.

Cana'yı yanında iyi bir B2B olmadan değerlendirmek haksızlık olacaktır, keza bu gece çok yetersiz gözükmüş olabilir. Kadroda B2B görev alabilecek tek ismin de Ayhan olduğu, yaşına karşın, tescillendi bu karşılaşmayla.

S Özkan'ı beğendim, hele de solda çok güzel ters çalımlar attı.

Takımın sertliği ve mücadele gücü sezon başına göre çok üst seviyeydi gibi geldi bana. Fenerbahçe'nin 10 kişi kalmasının ve oyuna hakim olmanın da bunda etkisi olabilir.

Kazanabilirdik ama Arda, kendisine eşlik edebilecek ikinci bir yaklaşık yeteneği bulamadı. Arda'yla kalan 10 oyuncu arasında dağlar kadar fark vardı. O kadar yetenek yoksunu bir oyuncular kümesi vardı ki ceza sahası önüne kadar gelip pozisyona girmekte, girince de sonuçlandırmakta çok zorlandık. Pino'nun patlama yapması, Kewell'ın süreklilik içeren üst düzey bir performans sunması, Elano'nun şayet kalırsa Brezilya'daki gibi bir oyun çıkarması mümkün olmazsa yaratıcılık yükü yine tamamen Arda'nın üzerine kalacak. Bu olasılığın çok da uzak olmadığını düşünüp Arda'ya yardımcı olabilecek bir orta saha oyuncusu transferinin şart olduğunu yönetimin fark etmesi gerekiyor. Görünen o ki takımın 2 orta saha oyuncusuna ihtiyacı var.

Fenerbahçe cephesinden bakacak olursak, maçtan önce yanlış planlama içersinde olduklarını düşünüyordum ancak görünüm yanıldığım yönünde. Geride geçen sezondan kalan sağlamcı anlayışı ön alanda seri oyuncularla -Stoch, Dia, Santos- sonuca götürmek isteyen bir durumları vardı ve bu ligimizde çok başarılı olabilecek bir yapı kanımca. Alex'in kazanılan topları derin oynayarak takımı atağa hızlı çıkarma işini hızlı beklerden sonra bir de seri kanat oyuncularıyla besleyecekler, Guiza yerine bir de fizik gücü yüksek, bitirici özellikleri olan bir oyuncuyla birleştirirlerse daha iyi bir seviyeye gelebilirler. Savunma ağırlıklı, beğenilmeyen, sıkıcı, Inter tarzı futbolları devam edecek gibi duruyor, belki de sadece başarı bekleniyor Aykut Kocaman'dan.

22 Temmuz 2010

A. Eren Loğoğlu

10 Temmuz 2009

10 Numara Kaptan, Arda Turan



Arda Turan, hem 10 numara hem de Galatasaray'ın 1. Kaptanı.

23 Aralık 2008'de dile getirmiştim Arda'nın kaptan olması hususunu;

http://erenlogoglu.blogspot.com/2008/12/arda-turan-ve-kaptan-olmak.html

Hasan Şaş'ın takımdan ayrılmasından sonra Arda'nın 1. kaptan olması son derece doğru bir tercih. Bir kere Arda Galatasaray'ın altyapısından yetişme, lider özellikleri olan, altyapıdan gelen her oyuncunun örnek aldığı bir isim, bunun yanında sürekli ilk 11'de yer alacağı için 2. kaptan gibi sorunlar da olmayacaktır. Galatasaray Yönetimi bu hamleyle altyapıdaki ve altyapısına koşacak olan çocuklara şunu diyor; Sizler de Arda olabilirsiniz, Metin Oktay'ın 10 numaralı formasını giyebilirsiniz, kaptanlığa yükselebilirsiniz. Bu çok önemli bir mesaj ve olumlu etkiler bıraktığını göreceğiz uzun vadede, Emre Çolak, Serdar, Cem gibi gençlerin çalışma azminde.

Arda yaşıtlarına göre karakteri daha oturmuş bir oyuncu, mutlaka eksiklikleri var. Zeki, konuşmasını ve nerede nasıl davranması gerektiğini bilen, Galatasaray değerlerini özümsemiş, sözü dinlenen ve en önemlisi, farklı takımları tutan insanların bile ısınabildiği, sevebildiği bir isim. Hakemlerle diyalogu da iyi olacaktır bu anlamda.

2. kaptan Ayhan, 3. kaptan da Emre Aşık ve Servet olacak. Takımda kalma süreleri gözetilmiş, tutarlı.

Mehmet Topal birkaç gün önce Adnan Polat'ın Avrupa Kupası almadan ayrılamazsınız dediğini belirtmişti. Arda hamlesi de bu eksende akıllıca.

Sırtında Metin Oktay'ın, Hagi'nin 10 numaralı forması, kolunda Bülent Korkmaz'ın taktığı kaptanlık bandı, sıkıysa bırak bu sorumluluğu der gibi.

Arda büyük bir yükün altına giriyor, üstesinden gelecektir, takım arkadaşlarının da yardımıyla. Takımın toplantı yaptığı ve bu karara çok sevindiği belirtiliyor, tek soru işareti Ayhan'da olabilir ama onun da sürekli ilk 11'de yer almaması sorun yaratırdı.

Bayrak Adam olma yolunda ilk adım. Arda sık sık Metin Oktay'ın "Bizi sevenlere ihanet etmeyelim Baba" sözünü kullanır konuşmalarında, şöyle bitirelim yine Taçsız Kral'dan;

"Bence, Galatasaraylılık din gibi, mezhep gibi yerleşmiş köklü bir inançtır. Galatasaray işte bunun icin tercih edilir ve bunun icin her zaman Galatasaraylılığımla gurur duyarım”

Çok yakışacak 10 numara Arda'ya, kolunda kaptanlık bandı, Ali Sami Yen'e en önde çıkacak taşıdığı Galatasaray Ruhu'yla.

10 Temmuz 2009

A. Eren Loğoğlu

27 Haziran 2009

Arda Hayali




Fanatik Gazetesi’nde yazarlık yapan Ayhan Yılmaz’dan Arda söylentileri üzerine güzel bir yazı;

http://fanatik.ekolay.net/Fanatik/index.aspx?aType=YazarDetay&catid=32&articleid=137183&authorid=77

Satılık UEFA Kupası da var!

Bundan tam 1 yıl, 1 ay önce yazmıştım; 7 Haziran 2008’de... Aşağı yukarı şöyleydi:

“Fenerbahçeli yöneticilerin, Adnan Polat’a “Arda’yı satmayı düşünürseniz biz talibiz” gibisinden ‘profesyonelce ve psikolojik temelli’ yaklaşımına şaşırmadım. Bir kulüp, ezeli rakibinin ‘simgesine’, ‘hatta bir anlamda geleceğine’ talip oluyorsa, daha doğrusu öyle bir görüntü veriyorsa, bu tamamen ‘karşı tarafı psikolojik yönden yıpratma hamlesidir.’ Yoksa Fenerbahçeli yöneticiler bilmiyor mu, Sarı-Kırmızılılar’ın ‘Arda’yı, simgesini, amblemini, renklerini’ kendilerine satmayacağını... Satarlarsa da o kulübün başlarına yıkılacağını!”

Bugün ikinci saldırı dalgası konuşuluyor. Tesadüf bu ya, yine herkesin duyabileceği ve manşetlere taşıyacağı kesin olan bir ortamda gerçekleşti teklif! Tam da Fenerbahçe Başkanı’nın ‘başarısızlığını kamufle etmek için’ tüm barutlarını çaresizce rastgele etrafa saçtığı, Galatasaray’ın ise yeni kaynaklar yaratmaya başladığı toparlanma döneminde! Bunun devamı da gelecektir! Yakın bir zamanda, hele ki şu Aslantepe işi çözülmeye başlıyor ya, borçlar gırtlaktan bel düzeyine inme eğiliminde ya, Aziz Başkan son atımlık barutunu aynı hedefe doğru bir kez daha kullanacaktır. Bu kez de, ‘Parası neyse pazartesi günü hesabınıza yatıralım, şu UEFA ve Süper kupalarınızı bize satın’ diyecektir!

Aslında hiç fena olmaz... İyi bir pazarlık sonrasında Kadıköy’deki stat, Fenerbahçe Burnu’nu tamamen Galatasaray’a terk etme ve Sarı-Lacivert renklerden vazgeçme karşılığında Arda satılsın! Belki böylece birileri ezeli rekabetin ne anlama geldiğinin, ezeli rakibine nasıl saygı gösterilmesi gerektiğinin ayırdına varır!

Birinci mesajım Galatasaray’a, ‘ekonomik özgürlük olmadan, hiçbir özgürlük olmaz! Şu borçları bir an önce çevrilebilir düzeye getirin.’

İkinci mesajım Fenerbahçe’yi yönetenlere, ‘Bazı değerler para ile satın alınamaz, Galatasaraylılık gibi... Ve o Avrupa kupalarının da her yıl yenisi piyasaya sunuluyor, ama maalesef o da parayla satılmıyor! Satılanı var aslında, Galatasaray Store’larda maketleri, büyüğü 85, küçüğü sadece 20 TL. Tabii kaldıysa, talep çok da!
27 Haziran 2009

A. Eren Loğoğlu

06 Haziran 2009

Barselonalaşma Süreci Başlıyor, Rijkaard'la



Önce Bernd Schuster, sonra Juande Ramos ve sonunda Frank Rijkaard.

Üçünün bir ortak noktası var, FC Barcelona.

Schuster 8 yıl oyuncu, Ramos 1 yıl Barcelona B Teknik Adamı ve Rijkaard 5 yıl Barcelona A Teknik Adamı olarak görev aldılar FCB'de.

Schuster daha sonra 2 yıl Real Madrid'te oynadı ve 1 yıl Real Madrid Teknik Adamlığı yaptı. Aynı zamanda Barcelona Kongre üyeliği var Schuster'in.

Ramos, asıl başarılarını Sevilla'nın başında yakaladı ve O da 1 yıl Real Madrid Teknik Adamlığı yaptı.

Real Madrid'in Barcelona tabanlı başarı arayışlarının birer işaretiydi bu 2 isim. Neyse ki Madrid Rijkaard'ı düşünmeyip, Villareal'in Teknik Adamı Pellegrini'yi göreve getirerek, Barça'yla yollarının kesişmediği bir değişime girmiş oldu. Chelsea'ye gideceği konuşuluyordu Frank'in, Abramovich'in tutarlı Ancelotti tercihiyle birlikte, bu olasılık da ortadan kalktı. Rijkaard da sanırım Kewell'ın ilk geldiğinde söylediği 'a new challenge' düşüncesine tutunarak Galatasaray'ın yeni Teknik Adamı oldu.

Galatasaray'ın Barçalaşma, Barselonalaşma süreci Hagi ve Popescu'yla başlamıştı aslında. Bu başarılı operasyon Galatasaray'a 4 sene üst üste yerel şampiyonluk, UEFA ve Süper Kupa zaferleri yaşatmıştı. Bir anlamda Galatasaray, Türk Spor Tarihi'ni sil baştan yazmıştı.

Barcelona'nın bir başka efsanesi Frank De Boer hamlesi ise tutmamıştı, Terim döneminde, tabi bu durumu kendi içinde değerlendirmekte fayda var, oyuncu transferi ile sistem / model transferini ayırt etmek gerekiyor.

Galatasaray'da Rijkaard ile 2. bir Barcelona dönemi başlıyor, heyecanlanmanın tam sırasıdır.



Bu yıl farklı coğrafyalarda pek çok insan, FCB'nin oyunundan büyük bir keyif aldı, Iniesta golüyle sevindi, Şampiyonluğu hak ettiklerini düşünerek Katalanları destekledi. Bizim diyarlarda da durum bundan farksızdı.

Sezon başından beri, defalarca, Barça modeli, başarılı olacağı, Barcelona B Takım Teknik Adamı Guardiola'nın küçük rötuşlarla Rijkaard'den kalan sistemi devam ettirdiğinden bahsettim, yine yeni yeniden ve sıkılmadan bunlara da değineceğim, Frank coşkusuyla.

Benim için ayrıca güzel oldu Rijkaard'ın gelişi. Yaklaşık 1 yıldır Barcelona'yı anlatmaya çalışan, yıllardır tutkuyla Katalanları destekleyen ve Rijkaard dönemini, Guardiola gibi çok yakından takip eden biri olarak, Galatasaray'ın yeniden Barselonalaşma sürecine Rijkaard'la girmesini tarif edilemez duygularla karşıladım.

Rijkaard'ın Barça performansına girmeden önce, Barcelona Belgeselleri'nde sıklıkla rastladığım birkaç olaydan bahsetmeliyim.

Barcelona'nın yönetilme biçimi ve Joan Laporta üzerinden Rijkaard'ın 5 senelik Barça kariyerine geçiş yapılmalı aslında. Tabii Hollanda Milli Takımı Teknik Adamlığı da ayrıca incelenmelidir, bunu da yapacağım.

22 yıllık Nunez dönemini 2000'de sona erdiren Gaspar'dan görevi devralmıştı Laporta 2003 yılında. Laporta presidente, Cataluna independiente! tezahüratları arasında yaptı ilk başkanlık konuşmasını. Avukat olan Laporta, aynı zamanda aktif siyasetin içinde yer alan bir Katalan Milliyetçisiydi. İnsan ilişkilerinde çok başarılı olan Joan, Cruyff'dan aldığı tavsiyeyi dinleyip Rijkaard'ı göreve getirdi.

Rijkaard, 1998 yılında Hollanda Milli Takımı'nın başında yer alan Guus Hiddink'in yanında Koeman ve Neeskens ile birlikte görev aldı ilk olarak. 2000 Avrupa Şampiyonasında göze hoş gelen bir futbol oynayan Hollanda ile dikkatleri çekmeyi başardı. Yarı Final'de üst üste 5 penaltı kaçırmak gibi bir mucizeyi gerçekleştiren Hollanda, İtalya'ya elenmekten kurtulamıyordu.

Laporta için referans bu olmalıydı, bir de Barcelona'nın yaratıcısı Cruyff'un sözleri. Vaad edilen Beckham'in Madrid'e kaptırılması, kulübün sportif tarihini olumlu yönde değiştirecekti. Ronaldinho transfer edildi 2003 yazında. Rijkaard'dan beklenti, Barça'nın yaklaşık 15 yıldır -Cruyff'la başlayan- başarıyla uyguladığı pasa dayalı, dikine oynanan ve göze hoş gelen futbol ve bunun sonucunda gelmesi muhtemel başarılardı. Bu durum Hollanda tekniğiyle, Katalan Ruhu'nun birleşimi olarak da algılanmalıydı.



Rijkaard 2003 - 2004 sezonuna çok kötü başlıyor, takım bir türlü istenen sonuçları alamıyor, üstelik de Camp Nou'da kaybediyordu. Barça'nın bir kulüpten çok daha öte bir şey olduğunun bilincinde olan Laporta, takım için 7 / 24 mesai veriyor, Rijkaard'ın da yer aldığı gece toplantıları yapıyordu. Burada devreye Barça'nın yönetilme şekli giriyor. Laporta, alisamiyen.net forumunun Galatasaray'ın adının geçtiği her konuya hakim oluşu gibi bir ilgiye sahip kulüp üzerinde. Kulübün ekonomik durumunun grafikler üzerinden tartışıldığı, oyuncular, kontratları ve performansları hakkında düşüncelerin belirtildiği, gelecek sezon için bonservisi olmayan ya da takımın eksikliklerini kapatabilecek oyuncularla ilgili hararetli konuşmaların yapıldığı sabahlanan bir ekibe sahip Laporta. Yeri geldiğinde evrakların arasında kaybolan bir işçi, işveren ya da başkan değil asla. Bu toplantılara Sportif Direktör Beguiristain da katılıyor, Barça TV yöneticileri de. Kupaların bulunduğu müze benzeri bir ortamda toplanıyorlar, belki de bu bir motivasyon sağlıyor. Bir de Joan Miro'nun Barça logolu resmiyle süslü Başkan'ın odası var, Yönetim Kurulu toplantıları için. Laporta'nın masası, Barça'nın nasıl yönetildiği anlatıyor. Başkan masasından çok toplantı masası gibi kullanılıyor ve Laporta, masanın herhangi bir üyesi gibi kısa kenarda oturuyor, uzun kenarın ortasında değil. Ya da başkanın makam arabasında, arka koltuğa 3 kişi, sıkışarak oturmaları. Toplantılarda El Mundo Deportivo ve Sport gazeteleri okunuyor. Kulüp o kadar şeffaf ki, bu toplantıların neredeyse tamamı kayıt altına alınıyor.



7. haftayı lider Valencia'nın 10 puan gerisinde, 11. sırada tamamlıyor Barça, 9 puanla. 15. haftada Camp Nou'da kazanan Madrid, 33 puanla lider durumdayken, Barça sadece 20 puan ile 11. sırada yer alabiliyor. Maçın sonunda arabasıyla evine dönen Laporta, Katalanların kızgınlığıyla değil, ilgisiyle karşılaşıyor ve onlara imza dağıtıp, Visca El Barça y Visca Cataluna şeklinde bağırarak karşılık veriyor. Rüştü'nün akıl almaz goller yemeye devam ettiği haftalardan birinde, 18. haftada, 3 - 0'lık Racing mağlubiyetiyle, lider Real Madrid ile puan farkı tam 18'e yükseliyor Barça'nın, sıralamada ise 12.liğe geriliyorlar 24 puan ile. Laporta'nın ekibi üzgün, Katalanlar mutsuz ama hiç kimsenin yüzünde umutsuzluk yok. Güveniyorlar başkanlarına ve başkanları da Rijkaard'a. Barça formaları giymiş küçücük Katalan çocukları Laporta'yı El Cant Del Barça söyleyerek selamlıyor, kaybedilen son maçın dönüşünde.



Devre arasında Edgar Davids transferi yapılır Rijkaard'ın isteğiyle. Sistemin eksiklerinden birinin iyi tespit edilmesi ve çözümlenmesiyle, takım 21. haftada yükselişe geçip 7. sırada kendine yer bulur, lider Madrid'in 15 puan gerisindedir yine de. 22. hafta puan farkı korunsa da, Barça 5.liğe çıkar. 24. hafta fark 13'e düşer, Barça 4.dür, yüzler gülmeye başlamıştır. 29. hafta lider Madrid'le puan farkı 6'ya iner, Barça 55 puan ile 3. sıraya yükselmiştir. Ekip, o kadar mutludur ki, eşleriyle birlikte maç sonunda boş Camp Nou'a gelirler. Laporta'nın Barçaa! ve Visca El Barça y Visca Cataluna haykırışları yankılanır stadda. 34. hafta Bernabeu'da kazanır Katalanlar, puan farkı 5'e düşer lider Valencia ile. 38 hafta sonunda Barça, ligi 72 puanla ve Valencia'nın 5 puan ardında 2. bitirir.



Son 20 hafta, 60 puanın 48'ini alıyor Katalanlar. Kulüp tarihinin en önemli geri dönüşlerinden biri, şampiyon olunamasa da. Halk mutlu, Laporta ve ekibi huzurlu, Rijkaard'a olan güven daha da artıyordu.

Gözlemlerim Confidencial isimli bir Canal + yapımı belgesele dayanıyor. Barcelona'nın La Masia, More Than A Club gibi belgeselleri de var, kulübün yapısını, Futbolu Yönetme Biçimi'ni daha iyi anlamak ve buradan Rijkaard'a geçiş yapabilmek için. Barselonaşma sürecinde bu yönetme, ekip evresinin kesinlikle atlanmaması gerekiyor. Laporta'nın yeni transfer edilen insanlara kulübün tarihini ve Katalan Kültürü'nü anlatması, başarılı futbolculuğu ve kulübü yönetenlerin insan ilişkilerindeki samimiyeti ilgi çekici.



Rijkaard, 2003 - 2004 sezonunu böyle geçiriyordu. Çok ama çok kötü bir başlangıç, ona duyulan güven, halkın sabrı ve yaşanan geri dönüş.

Sonraki 2 sene, sabredenlerin, Rijkaard'a güvenenlerin haklılığını ortaya çıkarıyordu. 2004 - 2005 sezonunu Barça, Madrid'in 4 puan önünde, 84 puanla şampiyon bitiriyordu, 73 gol atıp 29 gol yiyerek. 2005 - 2006 sezonunu Madrid'in 12 puan önünde, 80 puan alarak bitiren Barça yine şampiyon oluyordu Rijkaard önderliğinde. Bu sezon 80 gol atıp 35 gol yemişlerdi. Yine 2005 - 2006 sezonunda Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu'nu da kazanıyordu Barça. Rijkaard, Cruyff ve Van Gaal'den kalan futbol modelini, yeni jenerasyon Katalan çocuklarını da katarak kusursuzlaştırmıştı. Ronaldinho, Deco gibi uluslararası yıldızların da doğru yönetilmesi başarıyı getiriyordu. Rijkaard'ın 2003-2006 sürecinde yardımcısı Henk ten Cate idi. 2006 sonunda, tek çalışma ve asıl adam olma isteği ile Barça'dan ayrılıp Ajax'a gidiyordu Henk.

Rijkaard'ın yeni yardımcısı Johan Neeskens oluyordu. 2006 - 2007 sezonunun son haftalarına kadar Barça ligin lideriydi. Eto'o'nun sakatlığı sonrası büyük düşüş yaşayan Barça, 12 Mayıs 2007'de Madrid'in 1 - 3'den gelip 4 - 3 kazandığı mucizevi Espanyol maçıyla liderliği kaptırıyordu. 38 hafta sonunda, her iki takım da 76 puanla ligi bitiriyor, şampiyonluğu 2'li averaj ile Real Madrid kazanıyordu.

Kusursuz sisteme rağmen kaybedilen şampiyonluk moralleri bozuyor, takım içi huzur konusunda sıkıntılar baş gösteriyordu. Egosu yüksek oyuncular suçu birbirlerine atıyorlardı. 2007 - 2008 sezonu bu duygularla başlıyordu. Şampiyonlar Ligi'nde Yarı Final'e kadar yükselen takım, ligi Real Madrid'in 18 puan gerisinde 3. olarak bitiriyordu. Madrid yine şampiyondu.



Laporta, 2008 sonunda Rijkaard ve Neeskens'in görevine son vererek, Barcelona B Teknik Adamı Guardiola'yı göreve getirir. Son 2 yıldaki oluşan başarısızlık kötü futbolcu yönetilmesinin ve performans düşmesinin eseridir. Ronaldinho ve Deco gibi yıldızlara, kötü performanslarına rağmen, ilk 11'de yer bulunmaya çalışılması pahalıya patlamıştır da denebilir.

Tüm bunların sonucu zayıflayan ama kusursuzluğunu sürdüren Barcelona sistemi, Guardiola'nın temel futbol felsefesi olacaktır. Rijkaard'ın kaldığı yerden devam edecektir Pep.

2008 - 2009 sezonuna -CL Finali öncesi- bakalım bir de, Rijkaard'ın futbol modelini daha iyi anlamak için;

FC Barcelona / 4-3-3

Kaleciler: Valdes, Pinto
Savunmacılar: Caceres, Pique, Marquez, Puyol, Sylvinho, Milito, Dani Alves, Abidal
Orta Saha Oyuncuları: Xavi, Gudjohnsen, Iniesta, Keita, Toure, Busquets
Forvetler: Eto'o, Messi, Bojan, Henry, Hleb, Pedro


Akıl futbolunun, pas akışkanlığına dayalı oyunun en sanatsal temsilcisi Katalanlar. Şiir gibiler, estetik kaygıları yüksek davranışlar içindeler. Başarıya giden en kısa aynı zamanda da en zorlu yolu sunuyorlar bize. Xavi, Iniesta gibi oyuncuların bu erişilmez düzeye gelmesinin yıllar aldığını rahatlıkla söyleyebilirim, Barça'yı çok uzun zamandır takip eden biri olarak. Xavi de, Iniesta da gökten zembille inmedi, astronomik bonservis bedelleriyle transfer edilmedi. Emeklerinin, kendi yetiştirdikleri oyuncuların bu emeklerin karşılığını vermesini sabırla bekledi Barça altyapısı. Potansiyel görülen oyuncuların üzerinde uzun süreler durulması gerektiğini anlatıyordu bu anlayış. Altyapı konusuna değinmeden Barça'nın saha içi taktiksel başarısından söz etmek yersiz olurdu.

Sezona, altyapı hocasını, 90-94 arası büyük başarılar kazanan Rüya Takım'ın da parçası olan eski Kaptan Pep Guardiola'yı göreve getirerek başladı Barcelona. Takımdan ayrılanlar Ronaldinho, Deco, Belletti, Zambrotta'ydı. Performansı düşenler ve bekleneni veremeyenler, takımın belirli bölgelerini sekteye uğratanlar düşünülmemişti kadroda. Ronaldinho örneğini çok iyi incelemek gerekir. İlk geldiği zaman ile ayrılırken ortaya koyduğu fiziksel görüntü arasında Laurel ve Hardy kadar fark vardı, biraz da mübalağa edersek. Son yıl takıma çok büyük zarar verdi bu fiziksel düşüşü. Rijkaard O'nu zaman zaman şöhretinden dolayı oynatmak zorunda kalıyor, oynadığında ise takım zarar görüyordu. Henry'nin sahada olması gereken zamanlardan kullanıyordu Ronaldinho ve yine şöhretli olan Henry bundan çok rahatsız oluyor, istenen performansı sunamıyordu. Ronaldinho artık adam geçemez hale gelmişti, 3 yıl önce birisi böyle bir şey söylese yerküre üzerinde inanan bir insan bulamazdı herhalde. Neyse ki Milan'da eski hali kadar olmasa da, belli bir düzelme gösterdi fiziksel anlamda ancak körelmeye de başladı yetenekleri. Benzer bir süreci, üzülerek söylemeliyim ki Lincoln yaşıyor, müdahale edilmez ve oyuncu kendine bakmamaya devam ederse, daha vahim durumlar karşımıza çıkabilir. Beklenen performansı bir türlü sergileyemen Deco da, isminden dolayı, kimi zaman Xavi ve Iniesta'dan rol çalıyordu. Rijkaard, bazı maçlar üçünü bir arada da oynattı ve Xavi'nin savunma derinliğine geldiği bu anlayış, verimini çok azalttı. Üçünün bir arada oynaması, takımda her maç yer alması elzem olan Toure'nin kesilmesi anlamına da geliyordu. Bir de tipik sağ bek sorunu vardı Barça'nın, Zambrotta tutmamıştı o bölge için.

Ronaldinho'nun isminden kurtulan Barcelona takımı Messi'nin üzerine kurdu bizim coğrafyanın tanımlamasıyla. Henry ayrılmaktan vazgeçti böylelikle, ilk 11'de yeri garanti gibiydi. Sağ bek için bölgesinin en iyisi ve La Liga oyuncusu Dani'yi aldılar, Xavi ve Iniesta'nın yanına yardımcı olarak Keita'yı da kattılar kadrolarına.

Önceki sezonun analizini, bu kadar doğru yapan ve eksiklikleri mükemmele yakın tespit eden ekip 2 kişiden oluşuyordu, Guardiola ve Sportif direktör Beguiristain. Aslında Rijkaard'dan kalan anlayışa ve takıma -2 La Liga, 1 CL kazanmıştır o takım da- Pep sihirli değnekle dokunmamıştı. Çoğu zaman müdahale dahi etmeden, takımı kendi haline, sistemine bırakmış, değişen ve yağlanan dişliler sayesinde sistemin çarkları sorunsuz dönmeye başlamıştı, mesele bundan ibaret.

---------------Valdes-----------------
Alves-----Pique-------Puyol-----Abidal
----------------Toure-----------------
---------Xavi----------Iniesta--------
---Messi---------------------Henry----
----------------Eto'o-----------------


4-3-3 formasyonuyla, kısa ayağa paslarla, üçgenler kurarak, daha çok kendi sağ, rakibin sol bölgesinde oynuyorlar oyunu. Barcelona'yı Dünya Futbolu'nda konumlandıran, en belirleyici fark, savunma oyuncularının, en az orta saha oyuncuları kadar pas, top sürme gibi teknik özelliklere sahip oluşları. Savunma oyuncularının çok sert, markaj yapabilen, Rugby oyuncuları gibi fiziksel görünüme sahip olmadığını ve bunun Barça özelinde bir tercih olduğunu belirtmeliyiz. Cruyff'un futbol felsefesinde bu konu çok önemli.

90'ların başından itibaren ayağa oynayabilen ama savunma yönü kusurlu oyuncularla oynadılar bu oyunu. Guardiola, Nadal, Koeman, Popescu, Frank De Boer ilk aklıma gelenler. Pozisyon alma bilgisi çok yüksek olmasına karşın, Nadal'ın 1-4 Mallorca maçında düştüğü durumları, Popescu'nun ve Frank De Boer'in yaşlarının da etkisiyle oluşan yavaşlıklarının doğurduğu sonuçları hatırladıkça, Barça'nı bu riskli savunma seçimlerinin çok cesur ve sistemin her ne koşul olursa olsun sarsılmaz parçası olduğunu görebiliyorsunuz. Pas yapmak ile Barcelona'nın pas yapması arasında da ciddi farklar var. Valdes oyun başlatırken kanatlara açılan merkez savunmacılar, topu takım arkadaşına verdikten sonra, onun pasını tekrar alabileceği bir açıya koşu yapıyor yani süreki hareketli oluyor pas veren oyuncu. Bunu o kadar iyi yapıyorlar ki, topu çoğu zaman kaptırmaları söz konusu olmuyor, dikine oynamak dışında.

Bir başka özellikleri hücum bölgesindeki üçlünün yer değiştirmeleri. Bir deplasman maçında öne geçtiklerinde ortaya Messi'yi alabiliyorlar, hızından yararlanmak için ya da oyunun sıkıştığı anlarda Henry'yi de ortaya çekip, Iniesta'yı Henry'nin bölgesine kaydırabiliyorlar, bu tür esneklikler de sağlıyor, çok yönlü oyuncuların olması. Skibbe'nin temel futbol felsefesi de Barça'yla örtüşüyor. Barça'nın kusursuza yakın ama kusursuz olmayan sisteminin şöyle bir kusuru var. Oyun felsefesi pas üzerine kurulu olduğundan bu oyunculardan bazıları olmadığında sistem sekteye uğruyor, Barça gibi pas yapmak hususunda alışkanlıklar yaratabilmek çok önemli. Busquets, Keita, Gudjohnsen, Bojan oynadığı zamanlar, sistem sınırlı bir şekilde işliyor, bu oyuncuların yetenekleriyle sınırlanıyor kısaca. Aynı sorunu Galatasaray da yaşadı bu sezon, Skibbe'nin teoride kalan anlayışı, sakatlıklarla baltalandı, sistemin alışkanlığa dönüşecek kadar yoğun uygulamalar gerektiren temel oyuncu bütünselliği bir türlü yakalanamadı. Skibbe'nin düşüncesi doğru, uygulama alanı yanlıştı, temel futbol eğitimi yetersiz olan Türk oyuncularla Barça'nın futbol felsefesini birdenbire oturtmaya çalışmak intihardan da öte birşey olacaktı.

Küçük bir zaafiyeti daha var Barça'nın aslında iki. İlki sol bek bölgesi, CL Yarı Final ve sondan bir önceki Villareal maçlarında haksız olsa da pozisyon hatalarının kurbanı olmuştu Abidal. Barça sezon başında bu bölge için yaşlı Sylvinho dışında bir başka alternatif düşünmeliydi. Yine sezonu sakatlıkla geçiren Milito için de bir alternatif, en azından altyapıdan çıkarılabilirdi, Caceres'i sezon içerisinde tercih etmelerine rağmen, kritik noktada O'na güvenemeyip, geriye Toure'yi çekmek zorunda kaldılar bu alternatif olmadığından ötürü. Diğer zaafiyet ise kaleci Valdes'in değişkenlik gösteren performansı. Barça yıllardır bu duruma aldırmıyor, Casillas'ın ilk çıktığı zaman yediği hatalı gollere -Elber Bayern CL maçı- rağmen bu noktaya gelmesi, onlar için iyi bir örnek ve Valdes, vasat üstü haliyle bu bölgede idare edelim yeterli mantığının bir ürünü. Ayrıca Katalan ve altyapıdan gelme, kolay harcanmıyor bu sebeple. FDD söylemini duyar gibiyim.

Bir artısı da şu oldu Barça'nın. Xavi ve Iniesta'nın arkasını toplayan Toure, en iyi sezonunu geçirdi ve yeni Patrick Viera olma yolunda önemli bir adım attı.

Eto'o'nun performansı da ilgi çekici bu sezon. Eto'o ilginç bir santrafor, dünyanın en iyisi kesinlikle değil, -Zlatan, Torres, Drogba varken- aslında bu pas akışkanlığına uygun da değil pas yüzdesi diğer oyunculara göre düşük ancak çok hareketli oluşu, gol sezgisi, belli bir seviyedeki tekniği, çabukluğu, süpriz sayılmayacak sert şutlarıyla sistemi tamamlayan farklı bir parça gibi. Son haftalarda düşüş gösterse de vazgeçilmez.

Pas sistemini işleten ana damarlar Xavi ve Iniesta. Xavi'nin sağ bölgede pozisyon oluşturabilmek için sayısız kez Alves ve Messi'yle paslaşabilmesi, aynı şeyi Iniesta'nın Henry'le sol bölgede gerçekleştirmesi, damarların beslenmesini sağlıyor. Dikkat edin, 3. bir isim yazmadım sol bölgeye, Abidal, sol bek, zaman zaman katılsa da hücumlara daha çok geride kalmayı tercih ediyor, Alves'in aşırı çıkışlarında geç geri dönme olasılığına karşı kaymalı bir 3'lü savunma Pique - Puyol - Abidal şekline geçebiliyorlar. Tabii bu sistemden daha çok önlem nitelikli bir durum ve çok karşı karşıya kalmıyor bununla Barça. Alves'in yeri geldiğinde sert, kavisli ortalara başvurduğunu da hatırlatalım.

Barça'nın daha çok kontratak üzerinden gol yeme olasılığı yüksek olduğu için savunma oyuncuları da hamleli ve çabuk oluyor aynı zamanda. Puyol, bunun en iyi örneği, kendisinden fiziksel olarak üstün oyuncularla bile kora kor mücadele edebiliyor, hava topu kazanabiliyor.

Sistemin değişmezlerinde biri de 4'lü savunma, 2 bek, 2 merkez savunmacı seçimi. Oyun içerisinde top Barça'dayken 2'ye düşüyor bu sayı ve öndeki bloğa kayıyor oyuncular hücum yerleşkesi oluştururken;

---------Pique------------Puyol-------
Dani-------------Toure----------Abidal
----------Xavi----------Iniesta-------

Top rakipteyken ise;

Dani------Pique-----Puyol-------Abidal
------Xavi-----Toure-----Iniesta------


şeklinde bir alan paylaşımına giderek, daraltma sağlıyorlar. Rakibe önde basma gibi bir olgu asla yok, geride alanını bekleme ve basketbol tabiriyle pas arası yapıp kazanılan topu tekrar atağa dönüştürme eğilimi var bütün oyuncularda.

Barça savunmasının bir başka farklı yönü, ceza sahası içinde de alan savunmasını tercih etmesi. Adam markajı yapmıyorlar diğer takımların aksine. Duran toplardan gol yeme oranını azaltacağına inanılan bir düşüncenin ürünü bu da, çok faydalı olduğu söylenemez, geliştirilmesi gerekiyor oyuncular ekseninde.

Sisteme asıl farkındalık katan, estetik sağlayan ise Messi. Topu ayağına yapıştırıp herşeyi yapabilen bu büyücü, rakip savunmaların düzenini paramparça edebiliyor bir hareketiyle. Ters ayaklı olma -sağ bölgede sol ayaklı oynatma ritüeli- avantajına içeri doğru kat ederek çok iyi kullanıyor, şut konusunda bu yıl çok geliştiğini söylemek mümkün, hızına yetişilemiyor ve en önemlisi ikili mücadelelerde düşmeden devam edebiliyor. Oyun zekası yüksek, hızlı düşünüp karar verebiliyor, hep oyunun içinde yer alıyor, Barça'nın sistemini estetize eden, sunumunu yapan O, müthiş yetenekleriyle.

Pep'e tekrar dönecek olursak, genç ve tecrübesiz oluşu, karşısındaki Teknik Adamlara göre eksisi. Sisteme olan inancı ve bunu her türlü şartta -Chelsea direnişi- bozmayışı da artısı. Sezon öncesi teşhisleri ve uygulamaları başarılı, baskı anında doğru kararlar vermeyi daha bilmese de, zamanla öğreneceği şüphesiz. Rijkaard'ın 2 La Liga, 1 CL şampiyonluğu kadar süren sistemini, daha ötelere götürmesini, Guardiola'dan bekleyebiliriz. 1 La Liga, 1 de Copa Del Rey'i oldu şimdiden Barça'nın ve CL Finali'nde.




Frank'in futbol felsefesi Pep'le tamamen aynı. Zaten Pep'in takımını asıl yaratan adam Frank, Pep eksikleri tamamlayarak ve doğruları devam ettirerek uyguluyor bu felsefeyi.

Felsefenin, yıl içinde Barça'nın takip edilmesi kaynaklı çok iyi özümsendiğini düşünüyorum, bu sebeple biraz da Rijkaard'ın tercih ettiği formasyonlara bakalım;

Rijkaard Hollanda Milli Takımı'nda 4 - 4 - 2 ve 4 - 3 - 3 oynatmış. Davids, Cocu, Seedorf'lu bir 3'lü orta saha kullanırken, hücumdaki 3'lü Bergkamp, Overmars ve Kluivert'tan oluşmuş. Orta sahadaki 3'lüden birini eksiltip, kanatlardan birine Zenden'i koyarak, Bergkamp'ı 2. forvet olarak da kullanmış Frank.

Barça'da ise 4 - 3 - 3. Burada zihinleri kurcalayan Deco'nun pozisyonu olabilir. O'nu da şöyle açıklayalım. Rijkaard'ın en önemli teknik yanlışlarından biri, Deco'ya yer açmak amacıyla Xavi'yi 3'lünün gerisine -Toure görevine- kaydırmak olmuştu. Deco da kötü performans verince sistem işlemez bir hal aldı. Xavi, Iniesta, Deco'nun oynaması sonucunda Toure yedek kalıyor ve oyunun savunma yönünde önemli zaaflar açığa çıkıyordu. Yine kötü performans gösteren Ronaldinho tercihi ve kulübede fazla oturtulan Henry, son sezonun önemli yanlışlarıydı.



Gelelim olayın Galatasaray tarafına;

Rijkaard hamlesinin, Galatasaray Spor Kulübü'nün tarihini değiştirecek, bir model yaratacak, nesiller boyu aktarılacak kadar önemli olduğunu, yazımın başından beri vurguladım. Tam da burada Rijkaard'a ve Adnan Polat'a olan bakış açısının Katalan halkı ve Laporta gibi olması gerektiğinin altını çizmeliyim. Rijkaard, Barça'da yaptığı gibi bir model oluşturacak, transferlerle eksiklikleri tamamlayacak, Türk Futbol Yapısını çözümleyecek ve bunların sonucunda kusursuzluğa erişecek Galatasaray. Bu, çok zaman isteyen bir durum. 2 ya da 3 yıl, en kısa vadede. 2010 - 2011 sezonunda Rijkaard ligi domine eden ve Avrupa'da istikrar sağlamış bir Galatasaray'ı, Aslantepe'ye taşımış olur.

Rijkaard'ı getirmek, sorunların çözümü değil, sadece bir başlangıç ama en doğru şekliyle.

Polat ve ekibine önemli görevler düşüyor. Futbolu Yönetme Biçimi'ni de Barcelona'yı örnek alarak oluşturmaları gerek, Rijkaard'a yardımcı olmak için.

Rijkaard'a anlatılması gereken önemli bir konu daha var, Türk Futbolu'nun altyapısının, Hollanda ve Barcelona gibi olmadığı. Bu sebeple Rijkaard'ın, Barcelona futbol modelini, formasyon ve felsefesiyle Galatasaray'da uygulamaya geçirmeden önce, bu konuyu çok iyi özümsemesi gerekiyor. Skibbe'nin yaptığı gibi birinci günden ve maçtan itibaren, Türk futbolcusundan ayağa yerden pas, hızlı ve hareketli oyun beklerse, sonuç hüsran olur. Futbol altyapısı, fundemantali gelişmemiş oyuncularımızın bu modele uyum sağlaması zaman alacaktır. Rijkaard'ın mutlaka yumuşak bir geçiş süreci yaratması gerekiyor model konusunda. Galatasaray'ın futbol karakterini de katarak oluşturacağı ön yapıyı zaman içerisinde Barça modeline dönüştürecektir. Zeki bir adam olduğundan şüphem olmadığından ve kariyerli, zor zamanlardan geçmiş birisi olarak bu yanlışa düşeceğini zannetmiyorum.



Galatasaray'ın Rijkaard'a sunduğu takım iskeletine bakalım bir de;

Uğur, Sabri, Servet, Emre G, Balta, Barış, Topal, Ayhan, Linderoth, Lincoln, Arda, Kewell, Baros, Nonda şeklinde 14 kişilik bir yapı gözüküyor. Ayrıca Alparslan, Semih Kaya, Emre Aşık, Serkan Çalık ve Kurtuluş var, başarılı performansıyla Özgürcan, altyapıdan yükselmesi muhtemel Emre Çolak, Serdar Eyilik, Cem Sultan ile 23 kişilik bir kadroya erişilmesi mümkün kaleciler dışında. Aydın ve Mehmet Güven kiralık verilecekler sanırım.

Türk Milli Takımı'nın görünürdeki sağ beki Sabri'nin kalmasını isteyebilir Rijkaard, bu çok doğal, onun 5 yıllık performansını izleme şansı olmayacağından. Ümit Karan ve Hasan Şaş kesin olarak ayrılıyor. Linderoth, Lincoln ve Nonda'nın durumları belli değil, sanırım onların sağlık ve kalıp kalmamasına göre transfer listesi belirlenecek.

Rijkaard'ın gelmesiyle, Lincoln'ün, 4 - 3 - 3'e uymayan yapısı gereği, ayrılacağı söyleniyor, bu büyük bir yanılgı. Lincoln orta üçlünün sağında ya da solunda, diğer oyuncunun baskın savunma özellikleri olursa, oynayabilir. Bir nevi Xavi'nin Iniesta'yı dengelemesi eksenli Iniesta görevinde. Topal da Toure oluyor. Xavi ise ya Linderoth ya da yeni bir oyuncu olacak. Ayhan ve Barış yetersiz olur kusursuz bir sistemde.

+1 opsiyonu için Nonda kalmazsa, Kewell düşünülmeli, sürekliliği olmadığından ötürü. Rijkaard kanatlara transfer isteyebilir. Arda, Kewell ve muhtemel transfer iyi bir rotasyon olacaktır.

Rijkaard daha önce uyguladığı 3 farklı formasyonu da Galatasaray'da deneyebilir. Geri dörtlüde 2 oyuncunun yeri sağlam, Servet ve Hakan Balta. Topu oyuna sokabilen, oyuna derinlik katabilen bir stoper, Barça modelinin olmazsa olmazı. Bu bölgeye transfer yapılacaktır. Sağ bek bölgesinde Uğur, Sabri rotasyonu gözüküyor.

De Sanctis ayrılıyor, Rijkaard da onay verirse Leo Franco transfer edilecek sanırım, hayırlısı diyorum. Ligde az, Avrupa'da çok gol yer gibi bir tezim var Sanctis'e göre.

------------------Leo----------------
Uğur----Servet----Yabancı---Balta
-----------------Topal--------------
-------Linderoth------Lincoln------
----Kewell------------------Arda---
------------------Baros--------------

Lincoln, Linderoth ve Kewell'ın bölgelerine transfer düşünebilir Frank. Takımın duran top eksikliğini iyi gözlemleyerek, bu yönde bir transfer yapması şart kanımca. Tello ve Alex'in ligin kaderini bu kadar etkileyebildiği bir ortamda, bu konu kesinlikle atlanmamalı.

Futbolun basit kurallarını da takım zamanla öğrenecektir diye düşünüyorum, taç atışının ileriye doğru değil en boş oyuncuya atılması ya da kalecinin degaj yerine oyunu her zaman eliyle başlatması gibi.

Futbolculuk ve Teknik Adamlık kariyeriyle büyük saygı uyandıran Rijkaard'ın futbolcuları bu yönüyle de olumlu etkileyeceğine inanıyorum. Bu yıl pek çok oyuncunun performansı artacaktır.

Yarı Katalan Frank Rijkaard, Galatasaray'ın Barselonalaşma süreci için en doğru isim, O'na yardımcı olması gereken, Kulüp, Camia, Yönetim ve Taraftar buna hazır mı, yanıtlanması gereken soru bu.

Başkan Polat ve tüm emeği geçenler -İçimizden biri Haldun Üstünel- teşekkürler.

Ali Sami Yen Sokak'ta buluşulsun, umut dolu yüzlerle.

Galatasaray, yeni bir futbol modeliyle, Türk Futbolu'nun seyrini değiştirmeye çok yakın.

Hoş geldiniz Frank ve Johan, Bizim Takım'dan Bizim Takım'a.

6 Haziran 2009

A. Eren Loğoğlu