06 Haziran 2009

Barselonalaşma Süreci Başlıyor, Rijkaard'la



Önce Bernd Schuster, sonra Juande Ramos ve sonunda Frank Rijkaard.

Üçünün bir ortak noktası var, FC Barcelona.

Schuster 8 yıl oyuncu, Ramos 1 yıl Barcelona B Teknik Adamı ve Rijkaard 5 yıl Barcelona A Teknik Adamı olarak görev aldılar FCB'de.

Schuster daha sonra 2 yıl Real Madrid'te oynadı ve 1 yıl Real Madrid Teknik Adamlığı yaptı. Aynı zamanda Barcelona Kongre üyeliği var Schuster'in.

Ramos, asıl başarılarını Sevilla'nın başında yakaladı ve O da 1 yıl Real Madrid Teknik Adamlığı yaptı.

Real Madrid'in Barcelona tabanlı başarı arayışlarının birer işaretiydi bu 2 isim. Neyse ki Madrid Rijkaard'ı düşünmeyip, Villareal'in Teknik Adamı Pellegrini'yi göreve getirerek, Barça'yla yollarının kesişmediği bir değişime girmiş oldu. Chelsea'ye gideceği konuşuluyordu Frank'in, Abramovich'in tutarlı Ancelotti tercihiyle birlikte, bu olasılık da ortadan kalktı. Rijkaard da sanırım Kewell'ın ilk geldiğinde söylediği 'a new challenge' düşüncesine tutunarak Galatasaray'ın yeni Teknik Adamı oldu.

Galatasaray'ın Barçalaşma, Barselonalaşma süreci Hagi ve Popescu'yla başlamıştı aslında. Bu başarılı operasyon Galatasaray'a 4 sene üst üste yerel şampiyonluk, UEFA ve Süper Kupa zaferleri yaşatmıştı. Bir anlamda Galatasaray, Türk Spor Tarihi'ni sil baştan yazmıştı.

Barcelona'nın bir başka efsanesi Frank De Boer hamlesi ise tutmamıştı, Terim döneminde, tabi bu durumu kendi içinde değerlendirmekte fayda var, oyuncu transferi ile sistem / model transferini ayırt etmek gerekiyor.

Galatasaray'da Rijkaard ile 2. bir Barcelona dönemi başlıyor, heyecanlanmanın tam sırasıdır.



Bu yıl farklı coğrafyalarda pek çok insan, FCB'nin oyunundan büyük bir keyif aldı, Iniesta golüyle sevindi, Şampiyonluğu hak ettiklerini düşünerek Katalanları destekledi. Bizim diyarlarda da durum bundan farksızdı.

Sezon başından beri, defalarca, Barça modeli, başarılı olacağı, Barcelona B Takım Teknik Adamı Guardiola'nın küçük rötuşlarla Rijkaard'den kalan sistemi devam ettirdiğinden bahsettim, yine yeni yeniden ve sıkılmadan bunlara da değineceğim, Frank coşkusuyla.

Benim için ayrıca güzel oldu Rijkaard'ın gelişi. Yaklaşık 1 yıldır Barcelona'yı anlatmaya çalışan, yıllardır tutkuyla Katalanları destekleyen ve Rijkaard dönemini, Guardiola gibi çok yakından takip eden biri olarak, Galatasaray'ın yeniden Barselonalaşma sürecine Rijkaard'la girmesini tarif edilemez duygularla karşıladım.

Rijkaard'ın Barça performansına girmeden önce, Barcelona Belgeselleri'nde sıklıkla rastladığım birkaç olaydan bahsetmeliyim.

Barcelona'nın yönetilme biçimi ve Joan Laporta üzerinden Rijkaard'ın 5 senelik Barça kariyerine geçiş yapılmalı aslında. Tabii Hollanda Milli Takımı Teknik Adamlığı da ayrıca incelenmelidir, bunu da yapacağım.

22 yıllık Nunez dönemini 2000'de sona erdiren Gaspar'dan görevi devralmıştı Laporta 2003 yılında. Laporta presidente, Cataluna independiente! tezahüratları arasında yaptı ilk başkanlık konuşmasını. Avukat olan Laporta, aynı zamanda aktif siyasetin içinde yer alan bir Katalan Milliyetçisiydi. İnsan ilişkilerinde çok başarılı olan Joan, Cruyff'dan aldığı tavsiyeyi dinleyip Rijkaard'ı göreve getirdi.

Rijkaard, 1998 yılında Hollanda Milli Takımı'nın başında yer alan Guus Hiddink'in yanında Koeman ve Neeskens ile birlikte görev aldı ilk olarak. 2000 Avrupa Şampiyonasında göze hoş gelen bir futbol oynayan Hollanda ile dikkatleri çekmeyi başardı. Yarı Final'de üst üste 5 penaltı kaçırmak gibi bir mucizeyi gerçekleştiren Hollanda, İtalya'ya elenmekten kurtulamıyordu.

Laporta için referans bu olmalıydı, bir de Barcelona'nın yaratıcısı Cruyff'un sözleri. Vaad edilen Beckham'in Madrid'e kaptırılması, kulübün sportif tarihini olumlu yönde değiştirecekti. Ronaldinho transfer edildi 2003 yazında. Rijkaard'dan beklenti, Barça'nın yaklaşık 15 yıldır -Cruyff'la başlayan- başarıyla uyguladığı pasa dayalı, dikine oynanan ve göze hoş gelen futbol ve bunun sonucunda gelmesi muhtemel başarılardı. Bu durum Hollanda tekniğiyle, Katalan Ruhu'nun birleşimi olarak da algılanmalıydı.



Rijkaard 2003 - 2004 sezonuna çok kötü başlıyor, takım bir türlü istenen sonuçları alamıyor, üstelik de Camp Nou'da kaybediyordu. Barça'nın bir kulüpten çok daha öte bir şey olduğunun bilincinde olan Laporta, takım için 7 / 24 mesai veriyor, Rijkaard'ın da yer aldığı gece toplantıları yapıyordu. Burada devreye Barça'nın yönetilme şekli giriyor. Laporta, alisamiyen.net forumunun Galatasaray'ın adının geçtiği her konuya hakim oluşu gibi bir ilgiye sahip kulüp üzerinde. Kulübün ekonomik durumunun grafikler üzerinden tartışıldığı, oyuncular, kontratları ve performansları hakkında düşüncelerin belirtildiği, gelecek sezon için bonservisi olmayan ya da takımın eksikliklerini kapatabilecek oyuncularla ilgili hararetli konuşmaların yapıldığı sabahlanan bir ekibe sahip Laporta. Yeri geldiğinde evrakların arasında kaybolan bir işçi, işveren ya da başkan değil asla. Bu toplantılara Sportif Direktör Beguiristain da katılıyor, Barça TV yöneticileri de. Kupaların bulunduğu müze benzeri bir ortamda toplanıyorlar, belki de bu bir motivasyon sağlıyor. Bir de Joan Miro'nun Barça logolu resmiyle süslü Başkan'ın odası var, Yönetim Kurulu toplantıları için. Laporta'nın masası, Barça'nın nasıl yönetildiği anlatıyor. Başkan masasından çok toplantı masası gibi kullanılıyor ve Laporta, masanın herhangi bir üyesi gibi kısa kenarda oturuyor, uzun kenarın ortasında değil. Ya da başkanın makam arabasında, arka koltuğa 3 kişi, sıkışarak oturmaları. Toplantılarda El Mundo Deportivo ve Sport gazeteleri okunuyor. Kulüp o kadar şeffaf ki, bu toplantıların neredeyse tamamı kayıt altına alınıyor.



7. haftayı lider Valencia'nın 10 puan gerisinde, 11. sırada tamamlıyor Barça, 9 puanla. 15. haftada Camp Nou'da kazanan Madrid, 33 puanla lider durumdayken, Barça sadece 20 puan ile 11. sırada yer alabiliyor. Maçın sonunda arabasıyla evine dönen Laporta, Katalanların kızgınlığıyla değil, ilgisiyle karşılaşıyor ve onlara imza dağıtıp, Visca El Barça y Visca Cataluna şeklinde bağırarak karşılık veriyor. Rüştü'nün akıl almaz goller yemeye devam ettiği haftalardan birinde, 18. haftada, 3 - 0'lık Racing mağlubiyetiyle, lider Real Madrid ile puan farkı tam 18'e yükseliyor Barça'nın, sıralamada ise 12.liğe geriliyorlar 24 puan ile. Laporta'nın ekibi üzgün, Katalanlar mutsuz ama hiç kimsenin yüzünde umutsuzluk yok. Güveniyorlar başkanlarına ve başkanları da Rijkaard'a. Barça formaları giymiş küçücük Katalan çocukları Laporta'yı El Cant Del Barça söyleyerek selamlıyor, kaybedilen son maçın dönüşünde.



Devre arasında Edgar Davids transferi yapılır Rijkaard'ın isteğiyle. Sistemin eksiklerinden birinin iyi tespit edilmesi ve çözümlenmesiyle, takım 21. haftada yükselişe geçip 7. sırada kendine yer bulur, lider Madrid'in 15 puan gerisindedir yine de. 22. hafta puan farkı korunsa da, Barça 5.liğe çıkar. 24. hafta fark 13'e düşer, Barça 4.dür, yüzler gülmeye başlamıştır. 29. hafta lider Madrid'le puan farkı 6'ya iner, Barça 55 puan ile 3. sıraya yükselmiştir. Ekip, o kadar mutludur ki, eşleriyle birlikte maç sonunda boş Camp Nou'a gelirler. Laporta'nın Barçaa! ve Visca El Barça y Visca Cataluna haykırışları yankılanır stadda. 34. hafta Bernabeu'da kazanır Katalanlar, puan farkı 5'e düşer lider Valencia ile. 38 hafta sonunda Barça, ligi 72 puanla ve Valencia'nın 5 puan ardında 2. bitirir.



Son 20 hafta, 60 puanın 48'ini alıyor Katalanlar. Kulüp tarihinin en önemli geri dönüşlerinden biri, şampiyon olunamasa da. Halk mutlu, Laporta ve ekibi huzurlu, Rijkaard'a olan güven daha da artıyordu.

Gözlemlerim Confidencial isimli bir Canal + yapımı belgesele dayanıyor. Barcelona'nın La Masia, More Than A Club gibi belgeselleri de var, kulübün yapısını, Futbolu Yönetme Biçimi'ni daha iyi anlamak ve buradan Rijkaard'a geçiş yapabilmek için. Barselonaşma sürecinde bu yönetme, ekip evresinin kesinlikle atlanmaması gerekiyor. Laporta'nın yeni transfer edilen insanlara kulübün tarihini ve Katalan Kültürü'nü anlatması, başarılı futbolculuğu ve kulübü yönetenlerin insan ilişkilerindeki samimiyeti ilgi çekici.



Rijkaard, 2003 - 2004 sezonunu böyle geçiriyordu. Çok ama çok kötü bir başlangıç, ona duyulan güven, halkın sabrı ve yaşanan geri dönüş.

Sonraki 2 sene, sabredenlerin, Rijkaard'a güvenenlerin haklılığını ortaya çıkarıyordu. 2004 - 2005 sezonunu Barça, Madrid'in 4 puan önünde, 84 puanla şampiyon bitiriyordu, 73 gol atıp 29 gol yiyerek. 2005 - 2006 sezonunu Madrid'in 12 puan önünde, 80 puan alarak bitiren Barça yine şampiyon oluyordu Rijkaard önderliğinde. Bu sezon 80 gol atıp 35 gol yemişlerdi. Yine 2005 - 2006 sezonunda Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu'nu da kazanıyordu Barça. Rijkaard, Cruyff ve Van Gaal'den kalan futbol modelini, yeni jenerasyon Katalan çocuklarını da katarak kusursuzlaştırmıştı. Ronaldinho, Deco gibi uluslararası yıldızların da doğru yönetilmesi başarıyı getiriyordu. Rijkaard'ın 2003-2006 sürecinde yardımcısı Henk ten Cate idi. 2006 sonunda, tek çalışma ve asıl adam olma isteği ile Barça'dan ayrılıp Ajax'a gidiyordu Henk.

Rijkaard'ın yeni yardımcısı Johan Neeskens oluyordu. 2006 - 2007 sezonunun son haftalarına kadar Barça ligin lideriydi. Eto'o'nun sakatlığı sonrası büyük düşüş yaşayan Barça, 12 Mayıs 2007'de Madrid'in 1 - 3'den gelip 4 - 3 kazandığı mucizevi Espanyol maçıyla liderliği kaptırıyordu. 38 hafta sonunda, her iki takım da 76 puanla ligi bitiriyor, şampiyonluğu 2'li averaj ile Real Madrid kazanıyordu.

Kusursuz sisteme rağmen kaybedilen şampiyonluk moralleri bozuyor, takım içi huzur konusunda sıkıntılar baş gösteriyordu. Egosu yüksek oyuncular suçu birbirlerine atıyorlardı. 2007 - 2008 sezonu bu duygularla başlıyordu. Şampiyonlar Ligi'nde Yarı Final'e kadar yükselen takım, ligi Real Madrid'in 18 puan gerisinde 3. olarak bitiriyordu. Madrid yine şampiyondu.



Laporta, 2008 sonunda Rijkaard ve Neeskens'in görevine son vererek, Barcelona B Teknik Adamı Guardiola'yı göreve getirir. Son 2 yıldaki oluşan başarısızlık kötü futbolcu yönetilmesinin ve performans düşmesinin eseridir. Ronaldinho ve Deco gibi yıldızlara, kötü performanslarına rağmen, ilk 11'de yer bulunmaya çalışılması pahalıya patlamıştır da denebilir.

Tüm bunların sonucu zayıflayan ama kusursuzluğunu sürdüren Barcelona sistemi, Guardiola'nın temel futbol felsefesi olacaktır. Rijkaard'ın kaldığı yerden devam edecektir Pep.

2008 - 2009 sezonuna -CL Finali öncesi- bakalım bir de, Rijkaard'ın futbol modelini daha iyi anlamak için;

FC Barcelona / 4-3-3

Kaleciler: Valdes, Pinto
Savunmacılar: Caceres, Pique, Marquez, Puyol, Sylvinho, Milito, Dani Alves, Abidal
Orta Saha Oyuncuları: Xavi, Gudjohnsen, Iniesta, Keita, Toure, Busquets
Forvetler: Eto'o, Messi, Bojan, Henry, Hleb, Pedro


Akıl futbolunun, pas akışkanlığına dayalı oyunun en sanatsal temsilcisi Katalanlar. Şiir gibiler, estetik kaygıları yüksek davranışlar içindeler. Başarıya giden en kısa aynı zamanda da en zorlu yolu sunuyorlar bize. Xavi, Iniesta gibi oyuncuların bu erişilmez düzeye gelmesinin yıllar aldığını rahatlıkla söyleyebilirim, Barça'yı çok uzun zamandır takip eden biri olarak. Xavi de, Iniesta da gökten zembille inmedi, astronomik bonservis bedelleriyle transfer edilmedi. Emeklerinin, kendi yetiştirdikleri oyuncuların bu emeklerin karşılığını vermesini sabırla bekledi Barça altyapısı. Potansiyel görülen oyuncuların üzerinde uzun süreler durulması gerektiğini anlatıyordu bu anlayış. Altyapı konusuna değinmeden Barça'nın saha içi taktiksel başarısından söz etmek yersiz olurdu.

Sezona, altyapı hocasını, 90-94 arası büyük başarılar kazanan Rüya Takım'ın da parçası olan eski Kaptan Pep Guardiola'yı göreve getirerek başladı Barcelona. Takımdan ayrılanlar Ronaldinho, Deco, Belletti, Zambrotta'ydı. Performansı düşenler ve bekleneni veremeyenler, takımın belirli bölgelerini sekteye uğratanlar düşünülmemişti kadroda. Ronaldinho örneğini çok iyi incelemek gerekir. İlk geldiği zaman ile ayrılırken ortaya koyduğu fiziksel görüntü arasında Laurel ve Hardy kadar fark vardı, biraz da mübalağa edersek. Son yıl takıma çok büyük zarar verdi bu fiziksel düşüşü. Rijkaard O'nu zaman zaman şöhretinden dolayı oynatmak zorunda kalıyor, oynadığında ise takım zarar görüyordu. Henry'nin sahada olması gereken zamanlardan kullanıyordu Ronaldinho ve yine şöhretli olan Henry bundan çok rahatsız oluyor, istenen performansı sunamıyordu. Ronaldinho artık adam geçemez hale gelmişti, 3 yıl önce birisi böyle bir şey söylese yerküre üzerinde inanan bir insan bulamazdı herhalde. Neyse ki Milan'da eski hali kadar olmasa da, belli bir düzelme gösterdi fiziksel anlamda ancak körelmeye de başladı yetenekleri. Benzer bir süreci, üzülerek söylemeliyim ki Lincoln yaşıyor, müdahale edilmez ve oyuncu kendine bakmamaya devam ederse, daha vahim durumlar karşımıza çıkabilir. Beklenen performansı bir türlü sergileyemen Deco da, isminden dolayı, kimi zaman Xavi ve Iniesta'dan rol çalıyordu. Rijkaard, bazı maçlar üçünü bir arada da oynattı ve Xavi'nin savunma derinliğine geldiği bu anlayış, verimini çok azalttı. Üçünün bir arada oynaması, takımda her maç yer alması elzem olan Toure'nin kesilmesi anlamına da geliyordu. Bir de tipik sağ bek sorunu vardı Barça'nın, Zambrotta tutmamıştı o bölge için.

Ronaldinho'nun isminden kurtulan Barcelona takımı Messi'nin üzerine kurdu bizim coğrafyanın tanımlamasıyla. Henry ayrılmaktan vazgeçti böylelikle, ilk 11'de yeri garanti gibiydi. Sağ bek için bölgesinin en iyisi ve La Liga oyuncusu Dani'yi aldılar, Xavi ve Iniesta'nın yanına yardımcı olarak Keita'yı da kattılar kadrolarına.

Önceki sezonun analizini, bu kadar doğru yapan ve eksiklikleri mükemmele yakın tespit eden ekip 2 kişiden oluşuyordu, Guardiola ve Sportif direktör Beguiristain. Aslında Rijkaard'dan kalan anlayışa ve takıma -2 La Liga, 1 CL kazanmıştır o takım da- Pep sihirli değnekle dokunmamıştı. Çoğu zaman müdahale dahi etmeden, takımı kendi haline, sistemine bırakmış, değişen ve yağlanan dişliler sayesinde sistemin çarkları sorunsuz dönmeye başlamıştı, mesele bundan ibaret.

---------------Valdes-----------------
Alves-----Pique-------Puyol-----Abidal
----------------Toure-----------------
---------Xavi----------Iniesta--------
---Messi---------------------Henry----
----------------Eto'o-----------------


4-3-3 formasyonuyla, kısa ayağa paslarla, üçgenler kurarak, daha çok kendi sağ, rakibin sol bölgesinde oynuyorlar oyunu. Barcelona'yı Dünya Futbolu'nda konumlandıran, en belirleyici fark, savunma oyuncularının, en az orta saha oyuncuları kadar pas, top sürme gibi teknik özelliklere sahip oluşları. Savunma oyuncularının çok sert, markaj yapabilen, Rugby oyuncuları gibi fiziksel görünüme sahip olmadığını ve bunun Barça özelinde bir tercih olduğunu belirtmeliyiz. Cruyff'un futbol felsefesinde bu konu çok önemli.

90'ların başından itibaren ayağa oynayabilen ama savunma yönü kusurlu oyuncularla oynadılar bu oyunu. Guardiola, Nadal, Koeman, Popescu, Frank De Boer ilk aklıma gelenler. Pozisyon alma bilgisi çok yüksek olmasına karşın, Nadal'ın 1-4 Mallorca maçında düştüğü durumları, Popescu'nun ve Frank De Boer'in yaşlarının da etkisiyle oluşan yavaşlıklarının doğurduğu sonuçları hatırladıkça, Barça'nı bu riskli savunma seçimlerinin çok cesur ve sistemin her ne koşul olursa olsun sarsılmaz parçası olduğunu görebiliyorsunuz. Pas yapmak ile Barcelona'nın pas yapması arasında da ciddi farklar var. Valdes oyun başlatırken kanatlara açılan merkez savunmacılar, topu takım arkadaşına verdikten sonra, onun pasını tekrar alabileceği bir açıya koşu yapıyor yani süreki hareketli oluyor pas veren oyuncu. Bunu o kadar iyi yapıyorlar ki, topu çoğu zaman kaptırmaları söz konusu olmuyor, dikine oynamak dışında.

Bir başka özellikleri hücum bölgesindeki üçlünün yer değiştirmeleri. Bir deplasman maçında öne geçtiklerinde ortaya Messi'yi alabiliyorlar, hızından yararlanmak için ya da oyunun sıkıştığı anlarda Henry'yi de ortaya çekip, Iniesta'yı Henry'nin bölgesine kaydırabiliyorlar, bu tür esneklikler de sağlıyor, çok yönlü oyuncuların olması. Skibbe'nin temel futbol felsefesi de Barça'yla örtüşüyor. Barça'nın kusursuza yakın ama kusursuz olmayan sisteminin şöyle bir kusuru var. Oyun felsefesi pas üzerine kurulu olduğundan bu oyunculardan bazıları olmadığında sistem sekteye uğruyor, Barça gibi pas yapmak hususunda alışkanlıklar yaratabilmek çok önemli. Busquets, Keita, Gudjohnsen, Bojan oynadığı zamanlar, sistem sınırlı bir şekilde işliyor, bu oyuncuların yetenekleriyle sınırlanıyor kısaca. Aynı sorunu Galatasaray da yaşadı bu sezon, Skibbe'nin teoride kalan anlayışı, sakatlıklarla baltalandı, sistemin alışkanlığa dönüşecek kadar yoğun uygulamalar gerektiren temel oyuncu bütünselliği bir türlü yakalanamadı. Skibbe'nin düşüncesi doğru, uygulama alanı yanlıştı, temel futbol eğitimi yetersiz olan Türk oyuncularla Barça'nın futbol felsefesini birdenbire oturtmaya çalışmak intihardan da öte birşey olacaktı.

Küçük bir zaafiyeti daha var Barça'nın aslında iki. İlki sol bek bölgesi, CL Yarı Final ve sondan bir önceki Villareal maçlarında haksız olsa da pozisyon hatalarının kurbanı olmuştu Abidal. Barça sezon başında bu bölge için yaşlı Sylvinho dışında bir başka alternatif düşünmeliydi. Yine sezonu sakatlıkla geçiren Milito için de bir alternatif, en azından altyapıdan çıkarılabilirdi, Caceres'i sezon içerisinde tercih etmelerine rağmen, kritik noktada O'na güvenemeyip, geriye Toure'yi çekmek zorunda kaldılar bu alternatif olmadığından ötürü. Diğer zaafiyet ise kaleci Valdes'in değişkenlik gösteren performansı. Barça yıllardır bu duruma aldırmıyor, Casillas'ın ilk çıktığı zaman yediği hatalı gollere -Elber Bayern CL maçı- rağmen bu noktaya gelmesi, onlar için iyi bir örnek ve Valdes, vasat üstü haliyle bu bölgede idare edelim yeterli mantığının bir ürünü. Ayrıca Katalan ve altyapıdan gelme, kolay harcanmıyor bu sebeple. FDD söylemini duyar gibiyim.

Bir artısı da şu oldu Barça'nın. Xavi ve Iniesta'nın arkasını toplayan Toure, en iyi sezonunu geçirdi ve yeni Patrick Viera olma yolunda önemli bir adım attı.

Eto'o'nun performansı da ilgi çekici bu sezon. Eto'o ilginç bir santrafor, dünyanın en iyisi kesinlikle değil, -Zlatan, Torres, Drogba varken- aslında bu pas akışkanlığına uygun da değil pas yüzdesi diğer oyunculara göre düşük ancak çok hareketli oluşu, gol sezgisi, belli bir seviyedeki tekniği, çabukluğu, süpriz sayılmayacak sert şutlarıyla sistemi tamamlayan farklı bir parça gibi. Son haftalarda düşüş gösterse de vazgeçilmez.

Pas sistemini işleten ana damarlar Xavi ve Iniesta. Xavi'nin sağ bölgede pozisyon oluşturabilmek için sayısız kez Alves ve Messi'yle paslaşabilmesi, aynı şeyi Iniesta'nın Henry'le sol bölgede gerçekleştirmesi, damarların beslenmesini sağlıyor. Dikkat edin, 3. bir isim yazmadım sol bölgeye, Abidal, sol bek, zaman zaman katılsa da hücumlara daha çok geride kalmayı tercih ediyor, Alves'in aşırı çıkışlarında geç geri dönme olasılığına karşı kaymalı bir 3'lü savunma Pique - Puyol - Abidal şekline geçebiliyorlar. Tabii bu sistemden daha çok önlem nitelikli bir durum ve çok karşı karşıya kalmıyor bununla Barça. Alves'in yeri geldiğinde sert, kavisli ortalara başvurduğunu da hatırlatalım.

Barça'nın daha çok kontratak üzerinden gol yeme olasılığı yüksek olduğu için savunma oyuncuları da hamleli ve çabuk oluyor aynı zamanda. Puyol, bunun en iyi örneği, kendisinden fiziksel olarak üstün oyuncularla bile kora kor mücadele edebiliyor, hava topu kazanabiliyor.

Sistemin değişmezlerinde biri de 4'lü savunma, 2 bek, 2 merkez savunmacı seçimi. Oyun içerisinde top Barça'dayken 2'ye düşüyor bu sayı ve öndeki bloğa kayıyor oyuncular hücum yerleşkesi oluştururken;

---------Pique------------Puyol-------
Dani-------------Toure----------Abidal
----------Xavi----------Iniesta-------

Top rakipteyken ise;

Dani------Pique-----Puyol-------Abidal
------Xavi-----Toure-----Iniesta------


şeklinde bir alan paylaşımına giderek, daraltma sağlıyorlar. Rakibe önde basma gibi bir olgu asla yok, geride alanını bekleme ve basketbol tabiriyle pas arası yapıp kazanılan topu tekrar atağa dönüştürme eğilimi var bütün oyuncularda.

Barça savunmasının bir başka farklı yönü, ceza sahası içinde de alan savunmasını tercih etmesi. Adam markajı yapmıyorlar diğer takımların aksine. Duran toplardan gol yeme oranını azaltacağına inanılan bir düşüncenin ürünü bu da, çok faydalı olduğu söylenemez, geliştirilmesi gerekiyor oyuncular ekseninde.

Sisteme asıl farkındalık katan, estetik sağlayan ise Messi. Topu ayağına yapıştırıp herşeyi yapabilen bu büyücü, rakip savunmaların düzenini paramparça edebiliyor bir hareketiyle. Ters ayaklı olma -sağ bölgede sol ayaklı oynatma ritüeli- avantajına içeri doğru kat ederek çok iyi kullanıyor, şut konusunda bu yıl çok geliştiğini söylemek mümkün, hızına yetişilemiyor ve en önemlisi ikili mücadelelerde düşmeden devam edebiliyor. Oyun zekası yüksek, hızlı düşünüp karar verebiliyor, hep oyunun içinde yer alıyor, Barça'nın sistemini estetize eden, sunumunu yapan O, müthiş yetenekleriyle.

Pep'e tekrar dönecek olursak, genç ve tecrübesiz oluşu, karşısındaki Teknik Adamlara göre eksisi. Sisteme olan inancı ve bunu her türlü şartta -Chelsea direnişi- bozmayışı da artısı. Sezon öncesi teşhisleri ve uygulamaları başarılı, baskı anında doğru kararlar vermeyi daha bilmese de, zamanla öğreneceği şüphesiz. Rijkaard'ın 2 La Liga, 1 CL şampiyonluğu kadar süren sistemini, daha ötelere götürmesini, Guardiola'dan bekleyebiliriz. 1 La Liga, 1 de Copa Del Rey'i oldu şimdiden Barça'nın ve CL Finali'nde.




Frank'in futbol felsefesi Pep'le tamamen aynı. Zaten Pep'in takımını asıl yaratan adam Frank, Pep eksikleri tamamlayarak ve doğruları devam ettirerek uyguluyor bu felsefeyi.

Felsefenin, yıl içinde Barça'nın takip edilmesi kaynaklı çok iyi özümsendiğini düşünüyorum, bu sebeple biraz da Rijkaard'ın tercih ettiği formasyonlara bakalım;

Rijkaard Hollanda Milli Takımı'nda 4 - 4 - 2 ve 4 - 3 - 3 oynatmış. Davids, Cocu, Seedorf'lu bir 3'lü orta saha kullanırken, hücumdaki 3'lü Bergkamp, Overmars ve Kluivert'tan oluşmuş. Orta sahadaki 3'lüden birini eksiltip, kanatlardan birine Zenden'i koyarak, Bergkamp'ı 2. forvet olarak da kullanmış Frank.

Barça'da ise 4 - 3 - 3. Burada zihinleri kurcalayan Deco'nun pozisyonu olabilir. O'nu da şöyle açıklayalım. Rijkaard'ın en önemli teknik yanlışlarından biri, Deco'ya yer açmak amacıyla Xavi'yi 3'lünün gerisine -Toure görevine- kaydırmak olmuştu. Deco da kötü performans verince sistem işlemez bir hal aldı. Xavi, Iniesta, Deco'nun oynaması sonucunda Toure yedek kalıyor ve oyunun savunma yönünde önemli zaaflar açığa çıkıyordu. Yine kötü performans gösteren Ronaldinho tercihi ve kulübede fazla oturtulan Henry, son sezonun önemli yanlışlarıydı.



Gelelim olayın Galatasaray tarafına;

Rijkaard hamlesinin, Galatasaray Spor Kulübü'nün tarihini değiştirecek, bir model yaratacak, nesiller boyu aktarılacak kadar önemli olduğunu, yazımın başından beri vurguladım. Tam da burada Rijkaard'a ve Adnan Polat'a olan bakış açısının Katalan halkı ve Laporta gibi olması gerektiğinin altını çizmeliyim. Rijkaard, Barça'da yaptığı gibi bir model oluşturacak, transferlerle eksiklikleri tamamlayacak, Türk Futbol Yapısını çözümleyecek ve bunların sonucunda kusursuzluğa erişecek Galatasaray. Bu, çok zaman isteyen bir durum. 2 ya da 3 yıl, en kısa vadede. 2010 - 2011 sezonunda Rijkaard ligi domine eden ve Avrupa'da istikrar sağlamış bir Galatasaray'ı, Aslantepe'ye taşımış olur.

Rijkaard'ı getirmek, sorunların çözümü değil, sadece bir başlangıç ama en doğru şekliyle.

Polat ve ekibine önemli görevler düşüyor. Futbolu Yönetme Biçimi'ni de Barcelona'yı örnek alarak oluşturmaları gerek, Rijkaard'a yardımcı olmak için.

Rijkaard'a anlatılması gereken önemli bir konu daha var, Türk Futbolu'nun altyapısının, Hollanda ve Barcelona gibi olmadığı. Bu sebeple Rijkaard'ın, Barcelona futbol modelini, formasyon ve felsefesiyle Galatasaray'da uygulamaya geçirmeden önce, bu konuyu çok iyi özümsemesi gerekiyor. Skibbe'nin yaptığı gibi birinci günden ve maçtan itibaren, Türk futbolcusundan ayağa yerden pas, hızlı ve hareketli oyun beklerse, sonuç hüsran olur. Futbol altyapısı, fundemantali gelişmemiş oyuncularımızın bu modele uyum sağlaması zaman alacaktır. Rijkaard'ın mutlaka yumuşak bir geçiş süreci yaratması gerekiyor model konusunda. Galatasaray'ın futbol karakterini de katarak oluşturacağı ön yapıyı zaman içerisinde Barça modeline dönüştürecektir. Zeki bir adam olduğundan şüphem olmadığından ve kariyerli, zor zamanlardan geçmiş birisi olarak bu yanlışa düşeceğini zannetmiyorum.



Galatasaray'ın Rijkaard'a sunduğu takım iskeletine bakalım bir de;

Uğur, Sabri, Servet, Emre G, Balta, Barış, Topal, Ayhan, Linderoth, Lincoln, Arda, Kewell, Baros, Nonda şeklinde 14 kişilik bir yapı gözüküyor. Ayrıca Alparslan, Semih Kaya, Emre Aşık, Serkan Çalık ve Kurtuluş var, başarılı performansıyla Özgürcan, altyapıdan yükselmesi muhtemel Emre Çolak, Serdar Eyilik, Cem Sultan ile 23 kişilik bir kadroya erişilmesi mümkün kaleciler dışında. Aydın ve Mehmet Güven kiralık verilecekler sanırım.

Türk Milli Takımı'nın görünürdeki sağ beki Sabri'nin kalmasını isteyebilir Rijkaard, bu çok doğal, onun 5 yıllık performansını izleme şansı olmayacağından. Ümit Karan ve Hasan Şaş kesin olarak ayrılıyor. Linderoth, Lincoln ve Nonda'nın durumları belli değil, sanırım onların sağlık ve kalıp kalmamasına göre transfer listesi belirlenecek.

Rijkaard'ın gelmesiyle, Lincoln'ün, 4 - 3 - 3'e uymayan yapısı gereği, ayrılacağı söyleniyor, bu büyük bir yanılgı. Lincoln orta üçlünün sağında ya da solunda, diğer oyuncunun baskın savunma özellikleri olursa, oynayabilir. Bir nevi Xavi'nin Iniesta'yı dengelemesi eksenli Iniesta görevinde. Topal da Toure oluyor. Xavi ise ya Linderoth ya da yeni bir oyuncu olacak. Ayhan ve Barış yetersiz olur kusursuz bir sistemde.

+1 opsiyonu için Nonda kalmazsa, Kewell düşünülmeli, sürekliliği olmadığından ötürü. Rijkaard kanatlara transfer isteyebilir. Arda, Kewell ve muhtemel transfer iyi bir rotasyon olacaktır.

Rijkaard daha önce uyguladığı 3 farklı formasyonu da Galatasaray'da deneyebilir. Geri dörtlüde 2 oyuncunun yeri sağlam, Servet ve Hakan Balta. Topu oyuna sokabilen, oyuna derinlik katabilen bir stoper, Barça modelinin olmazsa olmazı. Bu bölgeye transfer yapılacaktır. Sağ bek bölgesinde Uğur, Sabri rotasyonu gözüküyor.

De Sanctis ayrılıyor, Rijkaard da onay verirse Leo Franco transfer edilecek sanırım, hayırlısı diyorum. Ligde az, Avrupa'da çok gol yer gibi bir tezim var Sanctis'e göre.

------------------Leo----------------
Uğur----Servet----Yabancı---Balta
-----------------Topal--------------
-------Linderoth------Lincoln------
----Kewell------------------Arda---
------------------Baros--------------

Lincoln, Linderoth ve Kewell'ın bölgelerine transfer düşünebilir Frank. Takımın duran top eksikliğini iyi gözlemleyerek, bu yönde bir transfer yapması şart kanımca. Tello ve Alex'in ligin kaderini bu kadar etkileyebildiği bir ortamda, bu konu kesinlikle atlanmamalı.

Futbolun basit kurallarını da takım zamanla öğrenecektir diye düşünüyorum, taç atışının ileriye doğru değil en boş oyuncuya atılması ya da kalecinin degaj yerine oyunu her zaman eliyle başlatması gibi.

Futbolculuk ve Teknik Adamlık kariyeriyle büyük saygı uyandıran Rijkaard'ın futbolcuları bu yönüyle de olumlu etkileyeceğine inanıyorum. Bu yıl pek çok oyuncunun performansı artacaktır.

Yarı Katalan Frank Rijkaard, Galatasaray'ın Barselonalaşma süreci için en doğru isim, O'na yardımcı olması gereken, Kulüp, Camia, Yönetim ve Taraftar buna hazır mı, yanıtlanması gereken soru bu.

Başkan Polat ve tüm emeği geçenler -İçimizden biri Haldun Üstünel- teşekkürler.

Ali Sami Yen Sokak'ta buluşulsun, umut dolu yüzlerle.

Galatasaray, yeni bir futbol modeliyle, Türk Futbolu'nun seyrini değiştirmeye çok yakın.

Hoş geldiniz Frank ve Johan, Bizim Takım'dan Bizim Takım'a.

6 Haziran 2009

A. Eren Loğoğlu

8 yorum:

Empyrium dedi ki...

Explorer sayfamın açılışı alisamiyen.net.Ordan okudum yazını.(daha öcede üye olamadığım halde sürekli okurum açık yerleri)
Eline yüreğine sağlık.Yine beklentilerimin üzerinde haz aldım.

Not:Üye olduğum başka bir platformda da belirtmiştim.Eren Loğoğlu - Eray Sözen ve Melih Şabanoğlu'nun yazılarını bekliyorum asıl diye. Arkadaşlarıma da okuttum hepsi teşekkürlerini iletmemi rica ettiler.

Saygılar.

A. Eren Logoglu dedi ki...

Melih abi de, Eray da çok değerli kalemler.

Keyif aldıysan ve Rijkaard'a dair düşünceler oluşturabildiysen, yazı amacına ulaşmış demektir, ben de bununla mutlu olurum.

Üye olduğun platforma ve arkadaşlarına selamlar.

Eren.

hayhay dedi ki...

Öncelikle dün,bugün ve yarının değerlendirmesi mükemmel olmuş, kıskanmadan edemedim bu yazıyı..

Ülkemizde çalışmış diğer kariyerli hocalardan Rijkaard'ın farkı, referansı 5 yıllık dönemde alınan başarılardan daha çok ortaya konulan futbol modelinden kaynaklanması sanırım...Ve açıkcası ben bundan ve biraz da geçen sene uefa gruplarında ortaya konulabilen futboldan dolayı bu uyum sürecinin beklenenden daha çabuk aşılacağını düşünüyorum...belki de fazla iyimserim

Beni genelin dışında heycanlandıran iki durum daha var...Birincisi antrenman sisteminin değişecek olması, ki bunun artıları düşünülenden çok daha fazla olacaktır.. ikincisi ise sabri'den pek umudum yok ama geri kalan tüm milli takım oyuncularının, ayrıca bahsettiğiniz gençlerden özellikle emre ve serdar'ın bireysel gelişimleri...

Adsız dedi ki...

Galatasarayın şu kadroyla 4-3-3 oynaması için epey bir transfere ihtiyacı olacaktır.Savunmanın sağı UĞUR çok sevmemize rağmen ofans olarak ihiyacı karşılamaz.Serkan Kurtuluş olabilir ama şu an yetersiz oda.tarnsfer edilecek stoper mutlaka topla iyi olması şart. malum servet ve emre güngör bu konuda yetersiz.semih ise deneyimsiz.Sol bek tamamdır bu sistemin oyuncusu Hakan BALTA.Alterneatif olarak İSMAİL KÖYBAŞI mutlaka alınmalı. ön libero en kusursuz bölge MEHMET TOPAL İLE BARIŞ tamamdır bu bölgeye. Xavi ve İniesta görevini yapacak tek adam yok Galatasarayımızda. Ayhan bu görev için yarım adam rolünde iyi bir yedek olabilir. Maalesef ki altyapının yıldızı GÖKHAN ÖZTÜRK gitti gitmese bu alanın bankosu olurdu.MESSİ miz belli ARDA TURAN. ETOO da BAROS olabilir ancan KEWELL problem.Tam bir profesyonel ama 90 dakikayı çıkaramaması büyük bir problem ve o bölgeye adama ihtiyaç var.

Confeng dedi ki...

Elinize sağlık çok akıcı ve bilgilendirici bir yazı olmuş. Yalnızca Lincoln hakkındaki düşüncelerinize katılmıyorum. Lincoln yoğun bir pas trafiğinde orta sahadaki o bölgede yorulup oyundan düşerek takımı 60. dakikadan sonra eksik bırakabilir bence. Daha dirençli ve dinamik bir isim kesinlikle daha faydalı olur Lincoln'den. Lincoln ise -belki- Kewell'ın kanadında yer bulabilir rotaston olduğu zamanlarda. Kewell şu anda bu sisteme en iyi uyan oyunculardan biri olsa da benim tereddütlerim var sizin dediğiniz gibi süreklilik konusunda. Eminim Rijkaard buna bir çözüm bulacaktır.

joyous dedi ki...

katılmadığım tek nokta Lincoln ün moralliyken en az Alex ve Tello kadar iyi duran top kullanabiliyor olmasdır. yazı şahane. ellerinize sağlık

A. Eren Logoglu dedi ki...

Korner, ceza sahasının taç çizgisi paralelinde kazanılan duran toplar, ve kaleyi karşıdan gören frikiklerde çok yarar sağladığı söylenemez Lincoln'un 2 yıllık performansına baktığımızda. Asistleri daha çok oyun içerisinde gelen ve kanımca çok değerli olan akıl dolu paslardan oluşuyor. Tello ve Alex'in altı pasa sert kesmeleri gibi bir tekniğe sahip değil.

Lincoln, orta bölgede oynamaya alışmış bir oyuncu, sağ iç ve sol iç bölgelere açılarak da oynuyor ancak tam bir kanat oyuncusu gibi oynadığını gözlemlemedim. 4 - 3 - 3'ün son 3'lüsünde Henry ve Messi gibi çizgiye paralel ve içeri kat ederek oynaması zor, üstelik bu bölge onun oyun açısını, pas dağıtma, alış veriş yapma şansını azaltır. Arda'nın orta bölgeye evrilmesi yerine Lincoln'un orta 3'lüde deep-lying playmaker gibi oynamabilme şansı var, eğer diğer oyuncu savunma yönü güçlü bir oyuncu olursa. Arda'nın ise en verimli olduğu sol çizgiye yakın oynaması takım verimini de artıracaktır.

Deep lying playmaker için;

http://en.wikipedia.org/wiki/Midfielder

Eren.

Oğuz Serdar dedi ki...

Eray, 2 senede 4 hoca ile çalışıp (Kalli, Cevat, Skibbe, Bülent); getirdiği hocanın yardımcılarına bile tahammülü olmayan, onları da kafasına göre kovan (Ümit + Boekamp) en ufak bir başarısızlıkta faturanın hiçbir yerine imza atmayıp, en ufak bir başarıda meydanlardan inmeyen "the Adnans" çıkış noktası olmalıdır bence, Rijkaard ve Neeskens değil.

Analizin güzel ama ben gerek görmüyorum bu kadar derine inmeye.

Çünkü ne Barça'da Rijkaard ilk şampiyonluğunu alana kadar 120 milyon €'luk transfer yapan bir Laporta ayarında bir yönetim kafası olacak Galatasaray'da,

Ne de uzun vadede başarı yüzdesi düşüklüğünde Rijkaard'a gösterilecek sabır.

Cruyff, Gaspart sonrasında kendisinin futbol bilgisine sığınan Laporta için, zamanında kendisine çıkıştığı için ipini çektiği Rijkaard'ı uygun görmese bugün Koeman kadar bile isim yapamayacaktı Frank.

Duygusal olarak ben de çok severim kendisini ancak bir Barça'lı olarak, Galatasaray için, ciddi paralar harcanmadan, Rijkaard'ın üstündekilerin ciddi fikirsel dönüşüm yaşamadan başarı geleceğini sanmıyorum.

Karşı taraflarda Daum ve Denizli gibi, Türkiye Lig'i kurdu & profesörü isimler varken hele kısa vadede..

Bu, çapsız diye eleştirilen Calderon'un, Lucescuvari her kadro ile sonuç alma alışkanlığı olan Capello ve Schuster'i getirip, Rijkaard'ın yönetemediği Fantastico Barça'dan (06/07 - 07/08) şampiyonluğu çalması ile benzer aslında..