25 Aralık 2014

Muhakeme

Ne kadar anlatırsan anlat
Dinlemez seni
Enseni kavrayan endişe
Sarar çepeçevre stratosferi
Olan biten
Bir ikindi üstü
Kibrit kutusu büyüklüğünde
Dumanında boğulur ateşi yakınca
Kül bulutunda kaybolan sine

Kararı kesin
Asılı mahkeme duvarına
Arar durur parçaları
Bulamayacağına ikna olup
Kuyruklu yalandır
O an kendine bunu söyler
İnanmaya endeksli borsa ekranına bakınca
Bir his denemez buna
Çünkü bir his yaşanmadan bilinmez
Noktalar birleşmeden elde edilmez doğru
Ama yanlışı ayırmak kolaydır birbirinden
İnsanı parçalamak
Dağıtmak edebi ve edebiyatı
Virgüller saçılır etrafa
Hiç sevilir mi ortasında kesilen cümleler
Yıldızlara parlaklığını veren yakınlık olmasa

Farklılık belirler uyumun uykusunu
Tulumu giyince artar sıcaklık kışın
Hayatında bulunması gerekmez arkadaşın
Yaşın yetmez bir ömrü tüketmeye
Bir sen varsın işte
Bir de varlığın çalışma masamda
Çizikler çizimler karalamalar yaralamalar
Koluma sürdüğüm rengi kırmızı alkol
Dönüp dolaşıp aynı yere yanaşıyor uzaydan gelen kalem
Orası onun huzur istasyonu
Gök anlamını yitirdi
Yokuş aşağı yuvarlanmadan mutluluk
Kavrasa da gizemini yer çekimi
Sevmek çok beklemenin fermantasyonu
Size de öğretirler...
Siz de belki geç zaman öğrenirsiniz...

25 Aralık 2014

Eren Loğoğlu

21 Aralık 2014

Sargı Bezi

-Başlangıç-

Aralık dokuzdu
Soğuktu zannımca
Hatırlamam zor
Bir Çarşamba günü doğdum
Onu biliyorum
Öyle diyor takvim yalan olsa da
Ortasıydı haftanın
Ortasındayım hayatın.

Tam otuz üç sene yaşadım
Aradım mutluluğu
Aramadım sevdalanmayı ama
Çünkü bütün Akdeniz ve Egeyi geçmem gerekiyordu
Rüzgar adasının kıyısına vurabilmek için
Oysa hiç iyi bir yüzücüyüm diyemem
Ama büyük aşklar gibi
Onu da zamanla öğreneceğim.

Saman sarısı bir gemiye biniyorum şimdi
Yüküm ağır
Yüküm iki kişilik
Gönlüm, yüreğim güvertede

-Karşılaşma-

En uzun geceden bir gece önce
Gördüm seni
Sesin geldi birdenbire
Evet o sensin
Kaskatı kesilen kol bacak
Dalgası denizin alaycı yerküreyle
Uzaklaşan güneş ve killi toprak
Bize karşı zaman
Köyiçi ve çarşı bizden taraf
Kervansaray acemi ürkek
Kek kalıplı kahve fincanına inat
Oyunbozan böcek çiçek suskun

Maviye doğru yolculuk yan yana
El ayak bir değiş mesafesi
Uzansam dokunurum sana
Hayallerime
ve tabiatın paletinden
bütün sarı rengini
çalan saçlarına

Talihli bir balıkçı teknesi yükselir göğe
Arka arkaya yürünen merdiven
Boşluğunda bırakmaz kimseyi
Tepemizde ağlara tutunmuş çömlek ve kader
Karşılar bizi
Avucumuzda anason
Üstüm başım telaşım sinem
Çok oda ve bir yemek salonu
Kendi halinde dağınık salaş barınak
Uğurlar gövdemizi

Bakınca
Nereye gidilir bulurum gözlerinden
Kaybolmak pahasına

Hazırlıksız
Yorgun ve tükenmiş hissedip
Beklerim seni

Bu gün ertesi gün yeni gün her gün...

21 Aralık 2014

Eren Loğoğlu

21 Eylül 2014

BEN NERDE YANLIŞ YAPTIM!

E harfini yazmayarak yapmadığım kesin, editörlük var ya serde.

Süper Kupayı Fenerbahçe'ye kaybeden evinde Eskişehir'i yenemeyen deplasmanda lige yeni yükselmiş Balıkesir'e futbolu bırakması gereken iki santrfordan yediği gollerle yenilen ve TT Arena'da Anderlecht'e yenilmekten son anda kurtulan Galatasaray'ın yanlış yaptığı ortada.

Köşe taşlarına, kırılma anlarına bakıyoruz;


DEĞİŞEN TEKNİK DİREKTÖRLER
Fatih Terim ile Ekim ayına girilmek üzereyken yolların ayrılmasından sonra riski en aza indirecek yerli teknik direktör -benim o zamanki önerim Şenol Güneş idi veya Mustafa Denizli olurdu- tercihi yerine takımı tanıma sürecinin üç sene üst üste şampiyonluk trenini kaçıracağını bile bile Mancini ile anlaşıldı. Çünkü Ünal Aysal'ın Terim sonrası eleştirilmesinin de önüne geçebilecek büyüklükte bir kariyere sahipti. Ve İtalyan'dı. Galatasaray'ın da ŞL'de grupta ekarte etmesi gereken takım da Juventus. Mucizevi bir maçın ardından (ve ilk maçtaki stratejiyle birlikte) takımı son 16 arasına yazdırdı Mancini ve bir de 9 senenin ardından Türkiye Kupası kazandırdı. Devre arası yaptırdığı €20m transfer harekatı ağır bir fiyaskoyla sonuçlandı ve belki bu sebeple takım kimyasının bozulmasıyla kaçan şampiyonluk tarihin değişmesine ön ayak oldu. Aziz Yıldırım kaldı. Fenerbahçe güçlendi. Aysal'ın manevra alanı da giderek daraldı. Operasyonun yetersiz olduğunun farkına varan ve bütçeli takımlar çalıştırmasıyla nam yapmış Mancini muhtemelen yüksek bonservis bedelli oyuncular istemesiyle görevinde kalamadı. Bu sefer Galatasaray'ın teknik direktör aramak için bolca zamanı vardı ve kararı İtalya'yı 2012'de Avrupa Şampiyonası'nda finale çıkartmış ve İtalyanlara alışılagelmişin dışında top oynatan Prandelli oldu. (Her iki TD'nin de TR'ye ayak uyduramamasının sebebi biraz da futbola tipik İtalyan gibi bakmamalarından) Fiorentina'ya seviye atlatmak dışında kulup başarısı ve herhangi bir kupası-şampiyonluğu olmayan Prandelli'nin haliyle yaz boyunca pek gıkı çıkmadı. Transfer son günü Napoli'den Pandev-Dzemaili isimleriyle de kulubün bakış açısı ve politika olarak Mancini'nin taleplerini karşılayamadığını da gördük. Kutsal topraklara gelmesine ramak kalmışken vazgeçen Lucescu Galatasaray'ın kaderiyle oynadı da denebilir.


TUTMAYAN TRANSFERLER
Selçuk-Burak-Alper Potuk-Olcan Adın-Tarık Çamdal. Buradan bakınca sorun yok. Pardon arada kaçan Potuk var. Mafyanın Fenerbahçe'ye verdiği ve orada da oynamıyor. Gerçi bu Galatasaray'da nasıl oynayabileceğine referans olmaz. Aslında Terim'in gelmesinden sonra her sene iç piyasadan alınması gereken yükselen yerli oyuncuyu mutlaka bünyeye kattık. Bence atladığımız tek isim Onur Kıvrak, o da elbette Muslera'dan iyi olduğu için değil -bu mümkün de gözükmüyor- yabancı kontenjanında bir boşluk açması ve diğer pozisyonları geliştirme şansını size vadediyor. Bir kaleci sonucu etkiler ama oyunu etkilemez. (Formasyon-kaymalarda yok görevi) Pozitif futbol için başka-merkez pozisyonları düzeltmen gerekir esas. Ve Onur Galatasaray'da olması gereken yabancı oyuncu kalite seviyesine en yakın yerlilerden biri. Tıpkı Gökhan Inler, Hakan Çalhanoğlu, Ömer Toprak gibi. Ancak bu isimler artık çok pahalı, €10m üzeri. Onur ise geçen sene 5-7,5 aralığında alınabilirdi. Galatasaray yerli kalitesini artıramadığı için Veysel-Yasin gibi isimlere de yöneldi. Ama asıl hüsran hiç beklenmeyen yerden yabancılardan geldi. Riera-Amrabat yüksek maaş-bonservis altında ezilse bile ciddi anlamda katkı verirken anlamsız şekilde gönderildiler. Stoper olmanın ilk kuralı çalım yememek iken bundan yoksun Chedjou ile ilk sezonundaki performansıyla Ujfalusi kadar olmasa da iyi işler çıkaran Dany upgrade edilemedi. Top tekniği yüksek Chedjou'dan pozisyon bilgisi yüksek olmamasına rağmen sağ bek veya defansif orta saha olurdu, o bile denenmedi. Dağınık görüntüsü, konsantrasyon problemi, karşıladığı topların rakibe gitmesi, pozisyon süzme yetisini zayıflığı ve rakibi karşılama eksikliği gibi pek çok sebepten ciddi zararlar verdi takıma geldiği günden bu yana. Aynı topu Dany de oynardı. Oysa suyun öte yakasında Bruno Alves bir stoper nasıl olur dersi verdi her hafta. Geçilmedi. Kaleye giden şutlara siper oldu. Yerini kaybetmedi. Arkayı süpürdü. Kritik anlarda hep ceza sahasında topa müdahale etti. Topu bir mıknatıs gibi çekti. Biz böyle bir oyuncu bulamadığımız gibi belki biraz da parasal sebeplerden ötürü Chedjou'nun yerine birisini de alamadık bu yaz. Büyük sorunumuz Chedjou'da da kalmadı. Fatih Terim'in önce 4-4-2 sonra 4-3-1-2 ile başarı yakaladığı iki sezonun ardından gelen yoğun eleştirilerle oluşan ortak akıl sonucu dripling yapan sol bek eksiği üzerine gidildi. Gerçekten kanatsız ve merkezin ön planda olduğu bir sistemde Cafu-R. Carlos türü iki bek ile ancak oyunu rakip yarı alana yıkmak mümkündü. Bugün Fenerbahçe hala Gökhan-Caner ikilisini önde tutarken arkayı Topal-Emre ve hatta Meireles ile kollayabiliyor ve oyunu kenarlara yayıp sıkıştırmayınca daha rahat baskı kurarak pozisyon üretiyor. Aynı şekilde top kazanımını da önde sağlayıp Sow-Emenike ve özellikle Kuyt ile ani ataklarla savunmanın eksik yakalanmasını cezalandırabiliyor. Galatasaray gitti Telles'i aldı. Riera'yı bıraktı. Ve hataydı. İdare ederdi ve sezon sonu market araştırması daha iyi yapılabilirdi. Alex Telles, Guiza'nın İspanya Ligi'nde tek sezonluk bıraktığı gibi bir iz yaratmış olsa gerek Brezilya'da. Zaten 21 yaşında o performansla Avrupa'nın yolunu tuttu ama görüyoruz ki bunun devamlılığı yokmuş. Belki de gelişimini birkaç sene daha izlemek gerekti, emin olma adına. Filipe Luis'in €20m ettiği piyasada €7m gibi bir paraya mükemmel ve hazır-pişmesi gerekmeyen sol bekler bulunabilirdi. Telles'in şu an geldiği nokta 5+3 yabancı kontenjanı olmasına rağmen ilk 18'e dahi giremeyen bir oyuncu. Ve kulübedeki koltuğunu kaptırdığı isim Hakan Balta. Gülünç. Az önce bahsettiğim sebeplerden Galatasaray ısrarla kanat oyuncusu istedi ve bence bu isteğin kendisi sorunluydu. Çünkü Sneijder-Drogba-Burak üçlüsünü en verimli şekilde 4-3-1-2 ile oynatmaktan başka yol yokken göz göre yedek kalabileceği belli olan 18 yaşındaki Bruma'ya €12m ödendi. GS tarihinin en pahalı ikinci transferi. 1-Jardel. Beklenti doğal olarak arttı. Ki bu yaşta bu paralar ödenen oyuncular listesini açın bakın zaten Cristiano Ronaldo falan görürsünüz. Premier Lig'de M. United'da CR7 olursunuz, oranın gelişim koşullarıyla burayı bir tutmayın. Oranın rekabet düzeyi, antrenman sahaları, çimleri, rakipleri, hakemleri, yabancı kontenjanları, taraftarları, futbol kültürleri farklı. Türkiye'de oyuncu gelişmez derken birçok parametreyi katıyorum denkleme ve geçmişe gidince çok da örnek göremiyorum. Bruma biraz da bu yüzden tutmazdı zaten. Chelsea'ye gitse bambaşka bir fizik-kondisyon-vücut-denge seviyesi yakalardı, bilemeyiz ama onu burada, buranın mentalitesinde yakalayamacağını bilebiliriz. Çünkü biz buralıyız, buradaki insanlarla yaşıyoruz. Neyse. Bu denli yatırım yapılan bir oyuncuyu ligde kullanamadık ve kupada oynatmak zorunda kalıp sakatladık. Wing-back mevzusuna girmiyorum Mancini'nin. Skandal tercihti. Seyredilen maçların tamamında görülen Bruma'nın karar mekanizmasının ve son vuruşunun yetersiz olduğu görüldü ve  world-class veya başka ifadeyle elit bir oyuncu olamayacağına işaretti bunlar. Hızlı, seri, çalım atabilen ama kafasını kullanamayan -bu gelişmez- bir yıldız adayı vardı elimizde. 20 maça çıktı neredeyse ve 1 gol atabildi. Yani 4-3-3 veya 4-2-3-1 kenarında değil ancak eski usül 4-4-2'lerde çizgi kanat olabilecek ya da secondary striker denilen bir görevde kontratak kovalayacak bir oyuncudan öteye gitmeyecekti. Sınırları vardı Bruma'nın. Bir Ribery değildi. Ribery de burada kalsa o seviyeye gelemezdi muhtemelen. Salih'lere, Ontivero'lara Endoğan'lara hiç girmiyorum. Pandev-Dzemaili mi? Son gün transferi işte. Ya tutarsa. Dzemaili Meireles'in altında bi' topçu. Pandev de % 100 fit durmuyor.


FORMASYON SEÇİMİ
Tutmayan transferler çok da tutan formasyon az mı? Galatasaray geçen sezon bittiğinde bir karar verdi transfer politikası izlerken. Tek forvetim Burak Yılmaz olacak. Drogba gitti. Sonuçta Burak gol kralıydı ve ona güvenildi. Ama tanı teşhiş ve tedavi burada da yanlıştı. Burak Trabzonspor'da topa sahip olma zorunluluğu bulunmayan, rahatlıkla topun arkasına geçen ve rakip savunmayı orta çizgiye çeken bir yapıda oynadı. Haliyle arkada geniş alanlar bulup koşularıyla golünü attı. Stoperlerin kucağında kalmadı, onlarla boğuşmadı. Gerektiğinde de ceza sahasında temiz vuruşunu yaptı. Oysa Galatasaray'ın asla böyle oynama lüksü yoktu. Islıklanırsınız topa 2 dk. dokunmayın. Büyük takımlarda böyledir, burası İngiltere değil. Akdeniz ülkesi. Real Madrid bile ıslıklanır Bernabeu'de topa bir süre sahip olmayınca. Öyle maç boyu arkaya çekilip yatamazsınız. O Mourinho'nun işi. Taşşağınız o kadar büyükse ancak ses çıkmaz fazla. Ki ona da çıktı da maçtan bir saat önce stada gelip -Bernabeu o saatte bomboş olur- tribüne hadi beni ıslıklasanıza diye şovunu yaptı. Neyse Galatasaray'ın önde basması gerekir, en az % 45 seviyesinde topa sahip olması. Oyunu hükmetmesi mümkünse, rakipten güçlüyse. Burak böyle bir takıma geldi. Ama şanslıydı bu zamana kadar. Önce Umut ile oynadı. Sonra Drogba ile. Hep çift forvetti. Ne zaman ki Mancini Burak'ı uzak forvet yapmaya çalıştı ve Prandelli önde tek kullanmak istedi, Burak'ın defoları tek tek ortaya çıkmaya başladı. Demba Ba'nın Olimpiyat'ta Arsenal'e karşı Beşiktaş'ı nasıl rakip yarı sahaya yerleştirdiğini gördünüz. Topu uzun attılar gerekirse veya kısa oynadılar. Tuttu, döndü, sağına soluna baktı ve topu aktarıp içeriye geçti. Burak bunu yapamaz ve bu Burak'tan beklenmez, onun meziyetleri başka. ŞL'de 8 gol atmaktan şu duruma geldiği düşünülünce zaten konunun derinlemesine irdelenmesi gerektiği gerçeği de ortaya çıkıyor. Burak ofsaytta kaldı, gereksiz faul yaptı. Bunlar hep onda olan ve kötüleştikçe belirginleşen davranış biçimleriydi. Göze batmıyordu çünkü Burak gol atıyordu. Çok gol atıyordu. Ve böyle bir katkıyı yerliden almak vazgeçilmez bir başarıydı 6+0+4 ve 5+3'te. Galatasaray Burak Yılmaz'a tek forvet olarak güvendi ve defolarını görmezden geldi ya veya göremedi ya bu da işte futbol aklının zaaflar içerdiğinin göstergesiydi. Doğru okunamadı mesele Mancini-Prandelli tarafında. Cenk Tosun-Muhammet Demir gibi bir back-up veya genç yabancı ya da Almeida gibi çift forvete döndürebilecek bir opsiyonun kovalanmaması Burak'a mahkumiyeti ve az pozisyon üreten kısır futbolu beraberinde getirdi. Galatasaray'ın geri dönülmez ve en büyük hatalarından biri de bu. Burak sürecini taktiksel olarak iyi yönetememek mental değil. Mental düşüş sahada kötü olmayla başlıyor. Burak'ın hali Selçuk'tan farklı çünkü. Selçuk'a ayrıca değineceğim. Formasyon seçimine tekrar dönecek olursak şampiyonlukla biten iki seneye gidelim. Önce Dört merkez orta sahalı 4-4-2. Engin-Emre Çolak. Önde Necati-Elmander. Sonra 4-3-1-2. Melo arkada önü Selçuk-Hamit. Sneijder tek merkezde dilerse sola kayıyor. En uçta Drogba-Burak. Galatasaray tutmuş oturttuğu iki sistemini de kusursuzlaştırmaya gitmedi. En garipsenmesi gereken buydu. 4-3-1-2'nin beklerini uçak moduna alabilseydi takım, Drogba'yı benzer profilde biriyle ve Hamit'i Alper Potuk ile değiştirebilseydi bugün başka şeyler konuşuyor olacaktık. Ama gel gör ki kanat da kanat ısrarıyla düzen bozuldu. Mancini her türlü formasyonu deneyip ortaya sabit bir model çıkaramadı. Prandelli daha ikinci maçtan olmayacağını görüp 4-2-3-1'den 4-3-3'e çevirdi takımı. Olmadı olmadı. Çünkü maya bozulmuştu bir kere. Galatasaray tekrar ŞL'de Çeyrek Final oynadığı dönemdeki düzenine dönebilir mi? Sanmıyorum. Burak-Umut veya Burak-Pandev tercihleri var elde. Ki bu hamle Bruma'yı kenara atar Amrabat modeli. Sneijder'i sola çekmenin orta yapması dışında efektif bir yanı yok. (Hele de gol atması gereken 4-3-3 kenarlarında ve Burak uçtayken) Dikkat edin Galatasaray bekleri çizgiye indirmek ve Wes'in topu çekip orta yapması dışında bir gol planı uygulamasına geçemiyor tıkandığından. Duvar pası, ara pası veya kaleyi yoklama bunlar istatistiksel olarak genellikle merkezde olur ve Sneijder daha önce bunları yapıyordu. Şu an o da eriyor. Tabii bu formasyonda Selçuk-Hamit görevindeki iki oyuncunu topu driplingle öne taşıması gerekir. Bunu da yapmamız zor görünüyor. Elde Dzemaili-Yekta var. Hücum yönü çok gelişimiş olan ancak savunmada inanılmaz hatalar yapan Eboue'nin çalımlarını ve Sabri'nin orta sahaya katabileceği dinamizmi de başka sebeplerden kaybettik. 0'a 0, elde var sıfır.


FORMU DÜŞEN YERLİ YILDIZLAR
Burak'ı açıkladığımı düşünüyorum. Yırtınıyor, çabalıyor ama bu yapıyla olmaz. Asıl formu düşen Selçuk İnan. Nerede başladı? Terim'in ayrılmasıyla ve Milli Takıma alınmamasıyla. Çok açık nadasa bıraktı kendini o sezon. Çünkü biliyordu o sezon başarısızlık halinde birileri suçlanacaksa o futbolcu değil ya hocayı değiştiren yönetim ya da yeni gelen hoca olacaktı. Yerli topçuların kafası böyle çalışır. Bir de şu var es geçilen. Mancini üçlü oynatıyor ve oyuncuların bazı durumlarda rakiplerin yayılımına vs. göre dörtlüye geçmesini istiyor falan. Bu o kadar zor ki yerli oyuncu için. Altyapı eğitimi zayıf, öğrenme güdüsü yetersiz. Yapamaz demiyorum, belki zamanla ama taktik bilgisi bu denli eksik yerli oyuncularla -Arda'nın 442'yi şu zamanda öğrendim lafı yani 442'de kanat nerede durur hangi durumda nasıl davranır görevi nedir pas patternlerini nasıl takip eder ne zaman ceza sahasına akar ne zaman çizgide kalır savunmaya ne zaman döner ne zaman önde kalıp kontratak başlatır vs.- bunu denemek çok büyük riskler içerir. Burak'tan kenar forvet olmasını istemek de buna benzer, olmaz. Zorlama. Dönelim tekrar Selçuk'a. Türkiye Ligi'nde Hakan Şükür dışında 4 sene üst üste iyi performans vermiş bir yerli yok. E haliyle Selçuk da kervana katıldı. Kaldı ki futbol profili Hakan'a benzemeyen bu orta saha oyuncusunun belirli bir yaştan sonra düşüşe geçeceğini öngörmek zor değildi. Bunu da tahmin edemedi Galatasaray. Hataydı. Hamburg'daki Tolgay gibi birini ona mutlaka back-up yapıp hatta böyle çok formsuz olduğu durumlarda rekabeti hatırlatıcı şekilde onun önüne yazarak gösterebildik. Şu an onu tehdit eden bir isim yok formasını almak için. Olmayacak da. Ne kadar profesyonel olup olmadığını bilmediğimiz ama çok zeki olduğunu rahatlıkla kestirebildiğimiz Selçuk'un yapamadığı her hareketten sonra duygusal tepkiler vermesi ve bunun artık Burak'a da yansımasını olağan karşılamak güç. Bu sezon toparlamasını bekliyordum ancak Melo'nun ikinci senesi gibi bunu görmek Kasım-Aralık zamanları bulacaktı NŞA'da. Koşullar giderek değişiyor ve Selçuk da kontrolü kaybediyor. Artık saha içinden çok dışıyla bir bağı var. Menajeri konuşuyor. Melo'ya sallıyor. Takım arkadaşı. Selçuk takım kaptanı, sesini çıkarmıyor. Islıklanıyor. Daha önce formasını çıkarıp tepki amaçlı yere atmışlığı var. Dedik ya akıllı topçu ama ayaklarına artık hükmedemiyor. Ve bu hüküm edememe süreci uzadıkça Selçuk da sinirleniyor. Paralel ilerliyor her şey. Galatasaray'ın Burak-Selçuk sorununu saha içi-dışı her anlamda çözmeden şampiyon olma şansı yok maalesef. Durumun koşulsuz destek vermekle sırt sıvazlamakla ve zamana bırakmakla olacacağını sananlar da feci yanılıyor.
   

KULÜBÜN KAOSU-KARŞI DÜZEN
Hocalar değişiyor, transferler geliyor gidiyor. YK'lar yerinde durmuyor. Futbol şubesi sürekli değişiyor, Florya değişiyor. Eylül-Ekim ayına Galatasaray iki senedir kaos içinde giriyor. Böyle bir ortamdan başarı çıkmasını beklemek hayalcilikten öteye gitmez. 3 Temmuz'dan beri camiada birlik yok. Şike örgütüne ses çıkarmayanlar hala mevcut. Melo iki maç ceza aldı ve 4 puan şimdiden çalındı, Galatasaray'ın cebinden. Demirören TFF başı, Gümüşdağ KB. Yabancı kuralı GS zarar gördükten ve beli büküldükten sonra bir nebze düzeltilmiş. AB yasası rafa kalkmış, SPK dur demiş. Terim karşıya geçmiş. Fani Aysal evi terk etmiş, Yolanthe beş kez yatak odasını değiştirmiş. Anladınız siz onu. Her koldan bir saldırı ve Galatasaray'ın kendi sorunlarından başını kaldırıp bunlarla uğraşacak mecali kalmamış. Sözü hükmünü yitirmiş. Ülkede bir kulaktan girip diğerinde çıkan ses moda olmuş, müzik listelerinde ilk sıraya yükselmiş. Koltuklara yapışılmış. Beyefendi öyle emretmiş. Ha şunu da ekleyeyim. Galatasaray'ı mevcut düzen içinde başarılı kılabilecek tek adam da Terim. Çünkü yanına geçtiği karşıdakileri tanıyor ve onlara onların diliyle galebe çalabiliyor geçmiş iki senede olduğu gibi. Ha bunu kaç Galatasaraylı ister, o da ayrı konu. Ben istemem. Kulüp öyle bir kaos ortamındaki iki maçtır GS'nin ilk 11'i maçtan 7 saat önce AMK Gazetesine sızıyor.7 saat önce. Tepkisizlik, tepkinin kendisi olmuş. İspanya'da bir dönem Barça-Madrid içinde büyük olay çıkaran bir konu bu. Çünkü size taktik seçimler hakkında bilgi verebilir ve bazı ekstra tedbirler alabilirsiniz. Elbette gazetecilik başarısı! (Bahadır Çokişler GS muhabiri) Ama Galatasaray'a da müthiş zararlı. Yakın zamanda Pandev-Dzemaili başkan ile çekilmiş imza fotosunun da aynı gazetede çıktığını biliyoruz. Art niyetli yapılan haberin haddi hesabı yok medyada. Huzur yok. Bu sene de bize mutluluk yok anlaşılan...

Yoruldum, sıkıldım, bunaldım. Uzatmayacağım. İşemem gerek...

Yanlış bizde. Yanlış çok. Yanlış tek tek ve her şeyin bir araya gelmiş hali. Yanlış içimizde.
Yanlış yapılır ama düzeltilebilir de. Bizimki üstüne merdiven çıkmak üzerine.

Başka Galatasaray kalmadı.

Kalmadı.

Tükeniyoruz...

20 Mart 2014

AĞUSTOSTAN MARTA: KAYIP SEZON

Görüşlerimin büyük çoğunluğu twitter mecrasında da bulunmaktadır. Derleme üstü 140 karaktere sığmayan konulara değinme amaçlandı. Galatasaray'ın 2013-14 sezonu başlangıcından bugüne nasıl gelindi sorusunun cevabını ararken yaşananlara göz gezdiriyorum.


Fatih Terim-Roberto Mancini: Sancılı Geçiş 
Nereden girelim? İlk sayfa ne olsun ya da? 2011 Mayıs nasıl? En dipten seslenelim mi? Galatasaray Ünal Aysal'ın başkanlığa seçilmesi ve Fatih Terim'in teknik direktör olmasıyla farklı bir yola girdi. Fenerbahçe'nin 3 Temmuz şike süreci futbol atmosferinin ana odak noktası haline gelince ister istemez tüm kulüpler bundan etkilendi. Suçu örtmek amaçlı görevini kötüye kullandıklarını üç yılın ardından itiraf eden TFF başkanlarının icraatlerinden biri Süper Final tiyatrosuydu. Puan silme cezası olursa FB, BJK zirveden kopmasın ve playoff mücadelesi yayıncı kuruluş Lig TV'nin azalan gelirlerine katkı sağlasın isteniyordu. Federasyonun bir başka kritik kararıysa yabancı kuralını 6+0+4 şeklinde değiştirmek oldu. Burada da hedef GS'nin ekonomik ve sportif yönden açabileceği farkı minimum seviyede tutmaktı. N'oldu iki sene boyunca? Galatasaray Fenerbahçe'ye son maçta Kadıköy'de kaybetmeyerek "İki kere Şampiyon" unvanı aldı. Yetinmedi ikinci sezonda da ligi kazandı. Üstelik bunu yaparken devre arasında dünya spor kamuoyunun gündemine oturan Drogba, Sneijder transferlerini gerçekleştirdi. Durmadı Şampiyonlar Ligi'nde Çeyrek Finale kalıp son 20 dakikaya tur atlama umutlarını coşkuyla taşıdı. Stat ve pazarlama gelirlerinin çok iyi seviyelerde olduğu konuşuldu. Yazları Süper Kupada Fener'e top göstermedi. Durdurulamaz bir takım vardı rakiplerinin karşısında. Herkes onları kıskanarak izliyordu. Taraftar üst üste beş sene şampiyonluktan bahsediyordu, 96-2000'nin ötesine geçmekten. Koşullar uygundu ve Cimbom'un kültüründe bir düzen oturttuğu zaman başarıya erişmek vardı. TV ekranında görünenler bunlardı. Bir de arka planı vardı işin. Zaferlerin problemlerin üstünü örttüğü her yerde bilinen bir gerçekti. Aysal-Terim arasında öteden beri bir ego savaşı olduğu söylense de bir şekilde aralarındaki ilişki halının altına süpürülerek hep devam etti. Ocak 2013'ü hatırlayın. Eleman demeci. Kasımpaşa maçından sonra Terim'in rahat çalışacağı huzurlu bir ortam isteği. Kritik yemekte buzların erimesi. Ayrılık sürecini geciktirmekten ileriye gitmedi yaşananlar. Mersin maçından sonra FT TFF'ye verdi veriştirdi. Adaletin olduğu yerdeyim, kalıp savaşacağım dedi. 9 maç ceza aldı. Neyse uzatmayayım şuradan en ince detayına kadar okuyun işte. Yaz geldi. Kamplar turnuvalar vs. derken, takım Arsenal'i yenerken, birden, Dünya Kupası yolunda 4 maçı kalan Milli Takım için hocamız Terim'i istedi Demirören. Fikir kimden çıktı, ona bu aklı kim verdi bilinmez. Terim'i Galatasaray'dan çekip almanın uğratacağı tahribatı elbette hesapladılar. Ancak taraftarın gözünde Terim Galatasaray'ın hakkını gasp edenlerle çalışmaz hissiyatı vardı. Problem sezon sonu biten sözleşmesi gibi gözükmekteydi. Lige ve Avrupa'ya takımın kötü başlaması da tuz biber ekti meseleye. Mayıs'a kadar nasıl devrilmez kamyon diye düşünürken olup bitiverdi Terim-Mancini değişikliği. Tüm bunları anlatırken iki senelik başarılı sürecin yanında bir kesim Üçüncü senesine giren ve korunan bir omurgadan daha etkili, bilinçli şekilde sahaya yayılmasını ve hücum etmesini bekliyordu. Çok az da olsa homurtular vardı hocaya dair. Kadro yaşlanıyor ve mevcut yabancı kuralına göre genişletilmiyordu mesela. İdeal 11 ile geriye kalanlar arasındaki düzey uzay boyutundaydı. 2012-13'ün ikinci yarısı yakalanan ezber 11 başarıyı kolaylaştırmıştı ama üst üst iki sezon Çarşamba-Pazar maç yapacak bir takım için yerli oyuncularının fiziksel-dayanıklılık olarak düşeceği öngörülüp buna göre planlama hiç yapılmadı. Bu hataların yanına bir de kriz eklenince veda kaçınılmaz oldu. Üstelik görüntü Terim'in gitmek, Aysal'ın göndermek istediği şeklindeydi. Çok şey yaşandı. Geri dönüşü olmayan makama saygısızlık içeren ağır göndermeler içeren söylemler edildi. Yapıldı sert çıkışlar. Çizgiler geçildi. Başkan tutmak istese bile bir antrenör/oyuncu gitmek isterse gider, koymuştur kafasına bir kere. Köle değil kimse, bırakmak zorunda kalırsın. Terim gitmek istedi, başkan tutamadı. Fatih Hoca bir Galatasaray efsanesi olarak kendisine yakışanı yapmadı. Ondan daha büyük bir Galatasaraylı yoksa eğer ona uygun hareket etmeliydi. (Başkan kulüp efsanesi olmadığı için ondan böyle bir duygusal beklentiye girmeye gerek yok, yönetimsel yanlışı der geçersin ama Terim öyle değil) Kader birliği ettiği adamların bize olan öfke ve nefretini biliyordu, onları tanıyordu. Yuvasından ayrılsa bile oraya gitmemeliydi. Şike aklayanları sevindirdi. Gitti. Fatih Terim'in Hepsiburada reklamındaki "Ayağıma gelecek" notunun yanı sıra futbolculuk fotoğrafının da GS değil Adana Demirspor'dan seçilmesi özetiydi Florya'da bırakılanların. Peki ne olacaktı bundan sonra? Eylül sonuna gelinmişti. Apar topar kimi bulacaktı Galatasaray yönetimi. Ligde liderden 4 puan geride ve ŞL'de ilk maçını 1-6 kaybetmiş, toparlanması gereken bir takım vardı ellerinde. Taraftar kutuplaşmış, futbolcu karışmış, TFF istesem kupa alamazlar lafıyla kin -şike- güdüp amacını açıklamıştı. Eylül'de yabancı hoca getirmek büyük risti. Terim'in ismi ve gölgesi altında ezilmeyecek biri olsun istendi. Boştaydı Mancini. Karizması olan biriydi. Yerelde hep başarılı -12 kupa- ama Avrupa'da hiç yoktu. Burayı takımı rakibi tanıması, uzun meşakkatli bir işti, kısa vadede tutmayabilirdi. İlk tespitler böyleydi o zaman. En azından bir senelik, ligde şampiyonluk şansını devam ettirip sonuna kadar götürecek yerli antrenör gerekliliğine vurgu yapıldı. Aklıma en yatan isim Şenol Güneş'ti. 2009-11 dönemi Selçuk & Burak omurgalı Trabzon ile yaptıkları ortadaydı. 1 Lig 1 TK kazandı. (69 M 11 Y) ŞG, ülke futbolu ortamı -pis- biliyor, oturmuş kadrolarla başarıyı iyi yönetiyordu. (02 MT Terim 09 TS Yanal eseri, koruyup geliştirdi, 4231) Tanıdığı birçok isim GS'deydi. Çabuk adaptasyon sağlardı. Uyumluydu. Sevilirdi. Saygındı. Sezon sonu durumu gözden geçirilebilirdi, zorluk çıkarmazdı. Güneş krizi bitirebilirdi kısaca. Burada yerli oyuncuları baz almamın sebebi kırılganlıkları ve amatör olmaları. Yabancılar antrenör değişikliğine büyük tepkiler vermezler ve çalışmalarının karşılığı olan performanslarını ortaya koyarlar ama yerliler öyle değil. Biz Türkler romantik insanlarız deriz ya, biraz ona çıkıyor tüm yollar. Selçuk İnan'ı ele alalım. Terim'in ayrılmasından sonra "sezon sonu başarısız olsak bile suç hoca değişimine bulunur" algısına girebilir oyuncu. Psikolojik olarak bundan etkilenebilir, özel hayatına yansıtabilir bunu vs vs. Veya Terim'in disiplin içeren, otoriter, baskıcı anlayışından kurtulmanın sonucu olarak kafaca rahatlamanın etkileri formuna olumsuzluk şeklinde dönüşebilir. Bu coğrafyada yaşamamış, ülke insanının kültürel yapısını bilmeyen bir yabancı antrenörden bunları anlamasını ve çözümlemesi beklemek doğru olmazdı zaten. Sırf bu yüzden geçiş sezonu görülen ve başarı olasılığın düşük olduğu bir dönem yerli teknik adamla geçilebilirdi. Başkan gene meseleye vizyon olarak bakıp Serie A, Premier Lig kazanmış bir TD getirdi.


Yeni Dönem: Arrivederci Juventus & Batan Gemi
Devam edelim. Mancini geldi. Ayağının tozuyla gruptaki en önemli rakibimiz Juventus'tan kişisel stratejisiyle 1 puanı kaptı ve avantajı elimize aldık grupta. Sonra lige döndük. Akhisar yenilgisi. 4231: Yekta Ceyhun; Sabri Sneijder Burak; Drogba. Sabri Burak uzak forvet tercihleri; yerli oyuncuların özelliklerini, takımı ve Türkiye Ligi'ni tanımamanın cezasıydı. Misal Chedjou. Dany'den fazla ne yapıyordu? 7 milyon Euro ödendi. Genelde onu tercih etti ve sezon başından beri bek-stoper derken çürüyen Dany -geçen sezonun en iyilerinden biri- ıskartaya çıktı.  Mancini Fener'e selam çakıp -Kuyt Webo Sow (Emenike)- Kayseri'ye karşı Umut Burak kenarlar merkez Sneijder, uçta Drogba tercihiyle çıktı. TR'de bu kadar çok forvetle sahada olmak pek sırıtmaz, aksine iş görürdü. (Bknz. Gerets) Burak sol kanat ısındırma turu başarıya ulaşmayacaktı ama görünen köy-kılavuz ilişkisiydi. Deniyordu öğrenmek için. Hakkıydı. Ama lig de devam ediyordu. Zarar veriyordu bazen Drogba ama elini kalbine koyup M. Oktay selamı çakınca unutuluyordu her şey. Taraftar buradan bakardı, analizci başka yerden. Dinlendirmeyi hiç düşünmedi hoca veya Umut'u daha sık kullanıp formuna sokmayı. Üçlü savunmaya döndü bir ara. Geçişler yaptı arada. 11. hafta Kadıköy'de FB 2-0 kazandı. Fark 9 puandı. GS'nin neden ligde şampiyon olamayacağını sahadaki isteksizlik anlatıyordu. Sürekli değişen savunma kurgusu problemlerin başı gibi gözüküyordu. Bu maça kadar Saraçoğlu'nda etkili olan takımın defans omurgası hemen hemen aynıydı. 2-1 Muslera EE Semih G Zan Riera Melo 0-0 Muslera EE Semih Ujfa H Balta Melo 2-2 Muslera EE Semih Ujfa H Balta Melo. Fener tribünlerde yükselen "İmparator Fatih Terim" tezahüratı GS'nin üç ayda itildiği noktayı özetliyordu. Utanç vericiydi. Sivas maçına tipik 4-4-2 ile çıktı.  Elazığ maçı yayılım 3-1-4-2 (Yekta) Selçuk-Melo öne çıkıp ceza sahası koşusu yaptı. Ve sezonun maçı, Juventus geldi çattı. Galibiyet tur demekti. Juve bi' uğursuzluk-keramet taşıyordu GS'ye karşı. 1999 ve 2003'ten sonra şimdi de 2013 vakası. Üçüncü defa maç ertelendi. 1999 Öcalan yakalanma. Tarihte ertelenen ilk ŞL maçı. 2003 patlamalar. İstanbul'dan Dortmund'a. 2013 hava. Gündüz gözüyle Avrupa. İnanılmazdı. GS'nin tek avantajı teknik direktörünün İtalyan olmasıydı. Formasyon kaymalıydı. Mancini'nin herhangi bi' yayılıma bağlı kalmadan ve rakibe göre tek maç karmaşık strateji hazırlaması alkışı hak ediyordu. Galatasaray Juventus'u eledi. 10-11 Aralık olayları olarak spor tarihindeki yerini aldı. Yazıldı gerçekler. Mancini'yi getirmek ligde -ortamı takımı tanıma evresi- şampiyonlu şansını azaltsa da ŞL'de -Juve'yi bilmesi, ikincilik- gruptan çıkmayı sağladı. İtalyan teknik adamın asıl rakip Juve'den iki farklı stratejiyle iki ayrı maç oynayarak 4 puan kazanması tur atlamanın anahtarı oldu. Sneijder-Drogba vurkaç planı Melo'nun sertliği mücadele gücüne Selçuk-Riera'nın zemini -esasında futbolu- bilen -topu havadan uzun oynama- tekniği eklemlendi. Maçın iki güne yayılması koşul iş gördü. (Dirilik) 30-45 arası bizim saha solunda çim bozukluğu 45-90 arası diğer tarafın hücuma uygunluğu gibi. 70-80 arası baya bocaladık. Orada da Zan Semih Chedjou'nun savaşması ön plana çıktı. Ve beklenen Umut hamlesi getirdi galibiyeti. Aynı gol. GS yedi yabancıyla hep iyiydi. ŞL'de iki sezon üst üste Round of 16'ya kalmak ciddi başarıydı. Lucescu da 00-01 ve 01-02 sezonları ilk gruplardan çıkmıştı. Adının olduğu yerde umut vardı. Yalnızca süreklilik de değil şampiyonluk adayı Juventus'u altına alarak tur atlamak fena bi' şeydi. Tarif edilemezdi. Büyüklüktü işte, adı konan. TT Arena ya da Aslantepe şimdiden efsanevi maçlara tanıklık ediyordu. Manchester United Real Madrid Juventus. Antakyalı Gökhan Zan bitiriyordu: "Biz UEFA değil Şampiyonlar Ligi takımıyız. Aslanlar gibi bugüne geldik. Gaassaray Avrupa Fatihidir." Transfermarkt değer sıralamasına göre ŞL son 16 yapan takımlar: Madrid Barça Bayern City Chelsea United PSG Arsenal Dortmund Atletico Milan Zenit Schalke GS Leverkusen Oly şeklindeydi. GS'nin (157) elediği Juventus 335 m € ile en pahalı 9. takımdı. Büyük şoktu esasında. Napoli Benfica Porto CSKA Shaktar önümüzde yer alıp kalamayanlardı. Market GS'ye en yakın eder olan grup birincisi Atletico (255) Dortmund (294). Taraftar gözünde -büyütmeme- elemeye uygunluk verisi olabilirdi. Moyes'in United'ını isteyenler çoğunluktaydı ancak Mourinho'nun Chelsea'si geldi. Rakip isterken önceliğim takım değil görece kötü hocaydı. Conte elenmişti bir şekilde ama Mou'yu alt edebilmek için bi' TD ya işleyen model üretmeli -Pep Barça- ya da ekstra işler denemeliydi -Benitez L'pool- Mancini'nin riske girmesi gerekecekti. Mourinho'nun geçen sene Kayseri'ye gelip sevgi uyandıran hareketleri -karizma- Madrid eşleşmesinin tansiyonunu bi' hayli düşürmüştü. Kuralar çekilmeden Drogba açıklamasını yapmıştı JM, karşılama babında. Bu tür eylemler (veya akıl oyunları) Selçuk-Burak gibi oyuncularda fazla saygınlık uyandırıp -Jose'ye elendik- enerjisini törpülüyordu. 15. hafta fark 11 oldu. Avrupa'da kazanılan hava ligde kaybediliyordu. Devre arasına 8 fark ile girildi.


Devre Arası: Gençleştirme vs Şampiyonluk
Mancini takımla üç ay geçirmiş. Teşhisi yapıyor. Kadro gençleşecek. Tamam. Bütçe ne kadar? Var para deniyor muhtemelen. Tam 20 milyon Euro harcanıyor. Önümüzde Chelsea maçı, lig yarışı ve kupa serüveni olacak. Dany-Amrabat-Riera ile yollar ayrılıyor. Rüştünü ispat edememiş üç isim. Ama üçünün de ciddi yarar sağladığı es geçiliyor. Hajrovic azımsanmayacak bonservis ödenen bi' yabancı kanat oyuncusu profili çizmiyor. Yerli statüsüne de alınamıyor. Salih Dursun bir garip adam. Kimse çözemiyor Kayseri'nin pazarlama stratejisini. Ranochhia gibi Inter'den stoper geliyor sevinci kursakta kalıp Burdisso iniyor uçaktan. Telles en göze çarpan. Zaten gelir gelmez 11'de. Potansiyeli var ama daha çok toy, Ivanovic'i geçemiyor, burada büyümesi gerekecek, üstyapı izin verirse. Gündoğan Günter Oğuzhan Adili Ontivero gençlik aşısı. 18 yüzü bile görmüyorlar. Uzun vade düşünülmüş. Veysel joker rolüyle ucuza kapatılmış bir hamle görülebilir. Alınanlardan yarısından çoğunu bir kalemde silme lüksü var mı Galatasaray'ın? Bu kadar bonkör müyüz? Hazır, direk oynabilecek isimlere neden yönelmedik mesela? Ara dönem bu kadar transfer fazla değil miydi? Denge-kimya bozulacağı düşünülmedi mi hiç? Madem sistem 433 olacaktı ve kanat gerekti, Amrabat niye gitti Malaga'ya veya yerli sağ-sol uzak forvet alınsaydı ya? Sorular sorular. Bitmek bilmez, önü ardı kesilmez, tükenmez sorular. Transfer, kadro mühendisliği ucu çok açık hususlar. Salih-Hajrovic yerine Erkan Zengin, Tolgay Arslan veya Cenk Tosun'dan biri alınamaz mıydı? Onur-Olcan devre arası için imkansız isimler, onları söylemek abes olur zaten. Riera'nın futbol aklını aramadık mı Londra'da? Geçiyorum tekrar lige. 2011-12 (442) Mus-EE Semih Ujfa Balta-Engin Selçuk Melo Çolak-Johan Neco ve 2012-13 (4312) Mus-EE Semih Dany Riera-Hamit Melo Selçuk-Wes-DD B17. Yani geçmişteki başarılı takımlar genellikle omurgasını oturtmuş ve çok az değişiklik yapanlardır. Selçuk İnan, Emre Çolak, Nando Muslera, Felipe Melo, Manu Eboue ve Semih Kaya 100 maç barajını aşmış ve aşma kıyısındaki isimler. Böyle bir yapı kurmuşuz. Yaş ortalaması da görece yüksek olabilir. Kriterlerden uzaklamışız, bu demek değil ki başarısız olacağız ama ihanet etmişiz o düzene. Antep'te maça çıkıyoruz. Telles Hajrovic yetişmiyor. Fark 10. Bu arada kupa maçlarında Çok az şans tanınan Bruma wing-back oynatılırken sakatlanıyor. Çolak ön kesici görevinde. Hamit'in yokluğunda anlaşılırken değeri Selçuk'un düşüşü Alper Potuk'un nasıl elden kaçırıldığını tekrar hatırlatıyor bize. Muhtemelen Tarık Çamdal da yazılıyor aynı şekilde haneye. Zırt pırt değişen formasyon+görev dağılımları oyuncuları çok zorluyor (başı kesilmiş tavuk) ve ortaya organizasyonu bozuk bi' GS çıkartıyor. (Benzer söylemi Mourinho da yapacak Mancini'ye) İç saha maçları geliyor. Çok basit. Dörtlü savunma. Chedjou yok. Melo her yerde. Bekler önde. Rakibe baskı. Çabuk top kazan. Bolca mücadele. Son vuruş Wes'den. Sabri Balta Ceyhun. Üç fedakar iyi oyun. Yine de upgrade isteyen üç isim. İtalyan hoca kadroya rotasyonu kazandırıyor esasen. GS iç sahada kazanıyor. Ama şampiyonu genellikle deplasmanlar belirler. Erken havaya giriyoruz. Sneijder futbol kafasına-hızına uygun biri yokken kötü. (Drogba ve solda onunla uyum bir kenar forvet olmalı) Bi' de 4-3-3'ün solunda performansı düşüyor. (4-4-2 gibi) Merkez ideal ona. 15 ay sonra FB maçına verilen F. Aydınus'un müsabaka -K'paşa- önü ısınma için sahaya çıkmıyor. Yalnız ve güzel ülkemde futbol hala çim üstünde oynanıyor ama altında bir masa var. Başında da aynı aktörler yıllardır. Kalkmıyorlar oturdukları yerden. Melo'nun mevkisi değişiyor, hücuma daha çok katılıyor Brezilyalı. Ancak Ceyhun-Yekta iyi oyun okuyucu olmadıklarından pozisyon yeme sayımız artıyor. (Londra'daki Chelsea maçında stoperler arasına girip onlardan daha çok top çıkarması, sizin yapacağınız işe der gibiydi) Selçuk-Melo ikilisinin olduğu blok geçilince bizim stoper bek arasına atılan her top gol tehlikesi. Antalya maçı. (Brezilyalı etkinlik-verim düşüyor önde) TR'ye gelen yabancı TD'ler takımca topun arkasına geçmenin zararını öğrenemedi. Yerli oyuncuların pozisyon taktik bilgi disiplini sınırlı çünkü. Drogba bir sene önceki fizik gücünden bayağı uzak. Sneijder-Burak da basmayınca (433) topun arkasına geçip rakibe rahat oyun izni veriyoruz. Drogba kontrat sona erme süreci iyi yönetilmedi. Oyuncunun motivasyonu yerlerde sürünüyor. Ha gitti ha gidecek derken yararlanamıyoruz. Ligin birinci devresi Drogba'yı lüzumsuz şekilde sürekli oynattık. (Umut'a da yaramadı) Rotasyon planlama antrenörlüğün önemli bi' parçası oysa. Mourinho takımın başında olsaydı Drogba böyle takılabilir miydi diye düşünüyor insan? Futbolda moral-motivasyon gerçekten en az taktik-strateji-görev tanımı kadar önemli. Mancini Drogba'dan memnun değilse oynatmaz. Oynatıp maç içinde mutsuzsa -veya taktik- oyundan da alır. Ama bitime az kala çıkarmak da intihar.Takımın kaleci-stoper-bek/ön kesici-merkez orta saha ile topu oyuna sokarken kullandığı yerleşik bi' pas pattern hala yok long ball dışı. (Riera aranıyor Selçuk da yokken) Savunma dörtlüsünü sabitleyememiş ekiplerin başarı şansı düşük. Tandem belirsiz. Sağ bek kararsız. Muslera-Semih-Telles tamam sadece. +11 dk. uzatma oynanan ve 1-0 giden maçta üçüncü oyuncu değişikliğini kullanmadık. Kenarda Umut-Hajrovic var. Bazen antrenörler anlaşılmıyor. Özellikle maçta bir yabancı fazla oynatma hakkını kullanmayıp risk almış bir teknik adamın kenardaki kontenjanı düşünmemesi başlı başına hata. Takım geçen sezonun ikinci yarısındaki iştahından uzak. DD yürüyor. BY17-Wes kenarlarda hapsolmuş. Pres yok. Keza formasyon sorunsalı. 4312 denenmeliydi. Sneijder  çift forvet arkası. Eboue'nin ligde tercih edilmemesi de facia. (Son iki maçı 6-0 6-1 gariplik yok mu?) Geçen sezon Hamit Amrabat ile topu ileri taşıyıp -çalımla- takımı rahatlatan ender isimlerden biriydi. Kanatsız oynuyorsak -Burak Sneijder verimsiz adam eksiltememe- bekler bindirme yapmalı. Telles önlem alınmış. Sabri etli sütlüye karışmadan oynuyor sağ bekte. Katlanamadığım yerli kalite problemi varken 5 yabancıyla maça çıkılması. Kulübeden oyuna girecek olan da Chedjou, yani stoper. Strateji bile değil. Ayıp. İç-dış performans ayrımı rakiplerden biraz da. Ev Bursa-Eskişehir-BJK-Akhisar (iyi takım) deplasman Antep-Antalya-Rize-Karabük (kötü takım) Kalburüstülere karşı üstünüz içeride 4 maç 16 gol 12 puan. Ama dışarıda ölü taklidi. Oysa 20. haftada farkı 4 puana kadar indirmiştik. Kendi takımını doğru düzgün analiz etmeden Fener'in durumu -kötü oyunu- üzerinden şampiyonluk şansı olduğu -fark 3 fark 0- sanrısına kapılmak hezeyandı. Deplasmanda puan kaybedilir de bari puan almayı hak edecek takıma kaybetmeliydik. 6-0 3-0 ve gençlik aşı transfer hokkabazlığıyla -10 yeni- gelen heyecan taraftarın Mancini yanlışlarını görmesini engelledi ve boş yere umutlandır herkesi. Maç 1-1 iken bitime az süre kala iki oyuncu birden değiştiriyoruz mesela. Oyun duruyor ve hakem eklemiyor. Türkiye burası. Semih'in Chelsea maçında tercih edilmemesi -Balta- oyuncunun konsantrasyonu -güven- ciddi derecede azaltıyor ve ceremesini Karabük'te çekiveriyoruz. O kadar çok antrenör yanlışı oldu ki!


Umutların Tükendiği Yer: Stamford Bridge
İlk maçtan başlayalım. Eboue-Chedjou-Balta ve Hajrovic olağan şüpheliler olarak sezonun en kritik maçına çıkması TD'nin doğru karar verme yetisine gölge düşürdü denebilir. Semih tercihi çok tartışılırdı çünkü mevcutlar içinde en hamleli stoper ve daha dengeliydi diğerlerine göre. Keza Yekta güvenliydi, oynarmış. Mancini hatalarını anlayarak değişikler yaptı zaten ancak ilk 30 dk. da boşa gitti evimizde. Pozisyon alma becerisi tecrübeyle oluşuyor, bunu bizzat gördük. Orta yapıldığında topu mıknatıs gibi çekme. Terry Cahill ve Ivanovic resital sundu bu açıdan. Chelsea geri dörtlü yerini zor kaybederken yediğimiz gol Chedjou-Balta'nın topun nereye gideceğini sezgi zayıflığından oldu. Mourinho'nun Mancini'ye karşı büyük bi' üstünlüğü vardı. Taktiksel yönden rekabet etmemiz şarttı. Birçok sporsever Mourinho'ya karşı neden nefret içeren duygular besliyor sorusunun birtakım cevaplarına Aslantepe'de tekrar ulaştık. Deplasmanda 0-1 öne geçen takım kalecisi 15'ten bu yana zamana oynayıp 60'ta sarı kart gördü. (Inter hatırlayan?) Anadolu değil Londra'dan. Dünyanın en iyilerinden Cech zaman çalıyor. Elbette Mou'nun maç öncesi gol bulursanız soğutun -uzayan taç atışları- talimatı verdiği ortada. Gecenin tartışmasız en centilmenlik dışı hareketi Terry'nin ikinci top vakasıydı. Burak'ın gol güme gitti. Tur atlamaya giden mübah yol. JM önemli taktiksel işler de yaptı. Topun arkasına geçip boşluk bırakmamak ve kontratak düsturuydu. Çevirip açık bulamamamız da çok sinir bozucu. Hamit-Amrabat-Sabri (Madrid Schalke maçları) veya Bruma gibi adam eksilten biri olmayınca ön-orta blokları geçip pozisyon üretemedik. Skor 1-1 olup iki orta sahaları sarı kart görünce JM oyuna müdahale etti. Mikel hamlesi topa sahip olma sağlayıp -pres az- maçı bitirdi.

Şubat sonu itibariyle hiçbir yerde olmayan çıkardığım istatistikler;
Mourinho'nun iç saha Avrupa kupaları karnesi. 13 sezon 62 maç 7 yenilgi. (Üçü Porto, son 10 sezonda Inter-Chelsea-Madrid 48 maç 4 yenilgi)
Mou Chelsea ile Stamford Bridge'de 20 AK maçı 2 yenilgi. (05-06 Rijkaard Barça 1-2 ve 13-14 Murat Yakın Basel 1-2) Mission impossible.
JM'yi Avrupa kupaları evinde yenen diğer TD'ler Porto 14 maç 01-02 Del Bosque Madrid 1-2, 02-03 Markarian PAO 1-2, 03-04 Queiroz Madrid 1-3)
Mourinho'nun iç saha lig karnesi. (Benfica-Lleira hariç) 209 maç 4 yenilgi. Porto 1, Chelsea-Inter yok, Real Madrid 3 kez.
JM Porto ile ligde 40 maç 1 yenilgi (Sousa Beira-Mar 2-3) Chelsea ile PL'de yenilmedi. (74 maç) Inter ile Serie A'da yenilmedi. (38 maç)
Mou Madrid ile La Liga'da 57 maç 3 yenilgi. (10-11 Preciado Gijon 0-1, 10-11 Aguirre Zaragoza 2-3, 11-12 Guardiola Barça 1-3)

Chelsea bu sezon 13 kez ilk yarıyı 0-0 ile kapattı. (43 maç % 30 yüksek) 2014'te 14 maçın 7'si İY 0-0 bitmiş. (% 50 oha) İkinci yarı sonuç alıyorlar ya da devrenin birinde mutlaka gol yemiyorlar. Hatta öne geçtiklerinde geri düşmeleri de baya imkansızlaşıyor. Tüm bu bilgiler ışığında çıktık Londra'ya. Evinde kaybetmesi olanaksız bir adamdı Mourinho. Taraftar muazzam. Ama ortada takım namına en ufak bir kırıntı yok. Biraz Muslera çokça Melo, o kadar. Kafasını kuma gömüyor herkes. Hele Drogba. Jübile maçında. Ödülünü aldı, alkışlandı. Anlamadığım bi' nokta da bizim taraftarın Mou ve Real Madrid (CR7) sempatisi. ŞL ÇF haksızlıkla elendik. Bu sene acımadan 10 gol attılar. Şimdi gene JM karşımızdaydı. İlk maç yaşananlar ortada. İkinci maçtan önce Mancini ile yemek yemem dedi. Maçtan sonra onu zaten hiç anlamadım bir üçlü oynar bir dörtlü, Burak bir sağda Sneijder bir ortada, kafa yormadım şeklinde haddini aşan bir yorum belirtti. Akıl oyunları yapmaya bile fazla ihtiyaç duymadı. Belki planı kızdırmaktı bu sefer. Terim'e sevgiyle yaklaşmıştı. Herkese farklı. Saha içi hamleleri yine çok başarılıydı. Willian-Oscar-Hazard-Ramires akciğer timiyle savuma dörtlüsü prese boğuldu, hiç top tutamadık, tutuktuk, pas yapamadık, yaptırmadılar. Takımımızın zaafını iyi görmüştü. Tabii o bloğu hızlı geçebilsek rahat pozisyon üretebilirdik ama bu sefer de Drogba-Sneijder-Burak'ın uyumsuzluğu ve üretimden yoksun kayıpları devreye girdi. Özetle biz bu seviyenin takımı değildik. Juventus'u iki günde, kar altında eledik. Madrid dört maçta 15 gol attı. Geçen sene 3-1 öne geçtiğimizde de tur için 4-0'ı yakalayıp çok rahatlamışlardı. (Alonso yoktu) Schalke kolay lokmaydı. (Real 9 atıp eledi bu sezon) United yedeklerle çıkmıştı. (Bu sene de hali ortada) Cluj, Braga bu seviyenin takımı değil. Falan filan. Söylenecek söz çoktu, acımasız olursak. Başka perspektif de mümkün. İki senede Avrupa devlerini dize getiren bir takımımız var. İki kez gruptan çıkan. Kafa kafaya oynayan. Bizleri gururlandıran. Asla asla demedik. Dün gece hariç. Silik, karaktersiz, sanki bir devri sona erdiren bir futbol gibiydi. Kaleye dahi gidemeden elenmek yaraladı bizi.


Selçuk İnan'ın Düşüşü: Muslera-Melo In & Sneijder-Drogba Out
Galatasaray'da gelenek gibi artık. Yerli topçular yabancı hocayla iyi performans sergilemiyor. Yakın dönemde Rijkaard, Skibbe faciaları var. Kalli bile son haftalarda takımı bırakmıştı. Selçuk İnan da Güneş-Terim ikilisi sonrası Mancini ile kalitesinin çok altında bir mücadele örneği sergiliyor. Arka arkaya üç sezon çok üst düzey performans gösteren -zaten tek tük- yerli oyuncu hatırlayan var mı? Hakan Şükür 1996-00 arası her sezon aynı seviyesini korudu denebilir belki. Göreceli ama bozabilir teoriyi. Başka gelmiyor aklıma. Tugay-Bülent-Hasan Şaş-Ergün'ü düşünüyorum. Veya Rıdvan-Aykut-Oğuz-Tanju. Ya da Sergen-Şifo falan. Son 20 yılda pek yok gibi. Dört sezon art arda TR'nin en iyisi Selçuk için bi' sezon kötü oynayınca gönderilsin lobisi ayaklanıyor. Kredi tüketmek öyle kolay mı yahu? Futbol sürekli birilerinin alınıp gönderildiği bi' menajerlik oyunu değil. Yapboz ile uğraşmıyoruz. İskelet oturtmazsan kupalar gelmez. Nasıl kullanıldığına fizik durumuna sakatlığa ruh haline mental gücüne yanındakilere bağlı olarak oyuncu performansları iniş çıkış gösterir. İyi-kötü zamanlar olur. Aslolan bi' oyuncunun GS seviyesinde -liginin zirve takımı Avrupa hedefli- potansiyeli-yeteneği olup olmamasıdır. Selçuk-Burak bugüne kadarki yaptıklarıyla toplam performans olarak GS kalibresinde olduklarını ispatlamış yerli oyuncular. Onlardan daha iyisini bulmak da zor. Aydın-Emre Çolak-Sabri halen bunu kanıtlayamadılar. Zaten bu yüzden -devamlılık- ilk 11 yerine rotasyon parçası olarak kullanılıyorlar. Bunları Selçuk'un kötü oyununu veya düşen form durumunu savunma adına yazmıyorum. Mevcut bakış-mantalite rahatsızlık verici, ondan. Bi' sezon kötü oynadı diye kendini daha önce göstermiş oyuncuyu göndermezsin. Elde tut kenara çek formunu artırmaya çalış toparlar zamanla. Hakan Şükür Bülent Korkmaz ve daha kötü oynamış birçok isim takımdan ayrılsa GS tarihi şu an bu şekliyle yazılı olmazdı. İşin bir bu kısmı var. Bir de asıl değinilmesi gereken, pek irdelenmeyen kısmı. Burak-Selçuk-Arda türü başarılı yerlilerin sorunu Sneijder-Drogba benzeri yabancıların gelip onlardan çok sevilince haksızlığa uğrama hissine kapılmaları. Kariyerlerinden ötürü o yabancıların daha çok saygı görmesi, fotoğraf çekilinmesi, imza vermesi, tezahürat edilmesi, topun başına gelmesi. (Bir buçuk sezon boyunca her duran topun başına gelen ve birçok kez ağları bulan frikik ustası Selçuk için bundan feragat etmek zorunda kalmak bile başlı başına bir problem esasında.) Sen yokken biz buradaydık duygusu. Arka plana düştük endişesi kıskançlığı. Taraftar hepinizi ve totalde GS'yi seviyor. Anlamıyorlar. Muslera-Melo döneminde performansını korurken Sneijder-Drogba dönemiyle düşüş yaşamış olması bile bir mesaj içeriyor. Galatasaray'ın seçmesi gereken yabancı profili şöhreti yerlileri ezmeyecek düzeyde olan, taraftarın ona ihtimas göstermediği, her topun başına gelmeyen, alçakgönüllü, çalışkan vb. Geçtiğimiz iki sezon Elmander-Ujfalusi ile, Dany-Riera ile sorun yok. (Eboue Muslera Melo veya en uç) Ama ne zaman adı oynadığı toptan önce gelen kariyerleri ile sekiz sütuna manşet olan isimler çıktı meydana hemen gerileme başlıyor. Rastlantı görmüyorum bunu. Yerli oyuncuların mantalitesi aşağı yukarı aynı. (En çok parayı onlar alır en çok onların adı yazılır en çok onlara tezahürat yapılır en çok işi de onlar yapsın) Selçuk İnan psikolojik olarak hoca değişimiyle birlikte rahatlamış da olabilir, bir başka faktör. Bu sezon da böyle geçsin, kim ne diyecek bakış açısı. Aklını futbola vermeme, odaklanama, konstrasyon kaybı. Haliyle fiziksel çöküntü ve dayanıklılık sorunu. Üçüncü bir şık ise yoğun maç trafiği. Bu oyuncu kariyerinde ikinci kez yoğun bir lig-Avrupa macerası yaşıyor. (Geçen sezon ilkti) Performans eksilmesi son derece doğal da olabilir. Devamlı oynayan, üç-dört sezon takımlarında en çok süreyi alan ve maç sayısı giderek artan bir isimden konuşuyoruz. Sakatlık da yaşamıyor üstelik. Bunu da değerlendirmeye almalıyız onu yorumlarken. Bir başka boyut da geçen sene yaşanan Milli Takıma çağrılmama olayı. Üzerinden çok zaman geçti ve Selçuk o durumu atlattı ancak yine de ruhunda bir yara açtığını ve o günden bu yana -en iyi sezonu 2011-12 idi zaten öncesiydi- maksimum seviyeye asla çıkamadığını da söyleyebiliriz.  


Hani Mayıslar Bizimdi? Kaç 6+0+4 Kaç!
Bu sezon şampiyonluk neden önemliydi? Çünkü FB şampiyon olursa -Eylül'den beri belli- tarihinin en görkemli kutlamasını yapabilir. 2000-01 Cadde'deki Maraton canlı yayın gölgede kalır, o derece. Aziz Yıldırım'ınn 9'da 9 lafı hafife alındı. Zamanında üçte üç için de elden geleni yapmıştı. (saha dışı dahil) Gene yapıyor, çoğunu  alma niyetinde. Kongrede yeniden seçilirken "sakın şike demeyin bu sefer de" diyerek meydan okumuştu bile. Manevi olarak Fener'in şampiyonluğu bünyelerde şikenin olmadığına kanaat için bir ikna hali yaratıyor. İllüzyon aslında ama medya yoluyla bunu kamuoyuna da zerk edebilirler. Benzerini geçen sezon UEFA Kupası sürecinde yaşatmışlardı veya iki sezon önce Süper Finalde son maçı kazanmak. Biz her koşulda şampiyon oluruz mesajı. Diğer branşlar da işin bal kaymağı. Yani Yıldırım'ın uzun uğraşlar sonunda kurduğu federasyon çatılı düzenin bozulmamasına da su taşıyacak sportif başarı çarkları. Yargıtay kararı sonrası şikede ne olacağı belirsiz gözüküyor. Tam bir kaos yaşanıyor. Hükümet seçimleri bekliyor. FB Başkanı hapse gitmedi hala. Yeniden yargılama var mı muallak. FIFA-UEFA tekrar olaya el atacak dedikodusunun kazanları kaynıyor. Galatasaray'ın en kötü ikinci olması ve psikolojik manevralara hazırlıklı olması şart. Yılgınlık periyotuna girilmemesi gerekiyor. 5+0+3 de gelecek misal. Mancini kendi kuracağı takımla tam bir sezon geçirmeye hak edecek bir kariyere sahip. (Bence başarılı olamaz ama ona bu şans tanınmak zorunda) Şampiyonluk kaçarsa -ki yüksek ihtimal- dağılmamalı kadro. Yalan yazan basın devre arası dahi Semih-Burak-Drogba'yı gönderdi. Gelecek sezona dair yapılacakları (6+0+4 vs) sonra paylaşırız. Hele bir her şey bitsin. Mevcut tespit ve gözlemler de burada kalsın şimdilik.

Melo'ya saygı kuşağı olsun bu da... 

07 Mart 2014

İlan-ı Su

İlk giden
ve son gelen
bahar arasına sıkışmış
bir mevsimde anlaşılır
suya duyulan özlemle
harlanan aşkın kavuşamama hali

***

Olmadan suyun kaldırma kuvveti
nasıl taşınır yaşamın yükü?

***

Her susuz geçen yaz
azalıyor ömrüm
yudum yudum yaklaşıyorum
beni bekleyen kış ölümüne

***

Rüzgar
omzuna ve saçlarına dolandığında
suyun en güzel şekli belirir sırtında

***

Yer ve gökyüzüne
can veren suya
her dokunduğumda
hatırlıyorum seni

***

Pencereden odaya düşen
kar tanelerini biriktirdim
suya dönüşürler belki diye

***

Göz yaşının
acıyı dindiren bir yanı var
suyun ağız boşluğuna süzülüp
öpücük tadı bırakmasında

***

Buz tutmadan
veya buhar olup uçmadan
yakalamak suyu
doya doya içmenin sarhoşluğuyla

***

Çocuklukta edindim
suyla oynarken mutlu olmayı
sınırsız bir ülkenin toprağına
sevda aşılarken

***

Uyandım
rüyadan kalma bir doz sersemlikle
boğazımda hafif bir yanma
ve çokça kuruluk hissi var
suya muhtacım

***

Anlarım aslında
hüznün suyla yıkanmasından gelir büyüsü
oysa mutluluk her seferinde sana çıkar
anlatamam


Eren Loğoğlu