31 Ağustos 2010

Kadro Mühendisliği, 4 - 2 - 3 - 1 zamanı!



Eski transfer yazılarıma göz atınca Dünya Kupası'nda hem taraftarın hem de yöneticilerin çok zaman kaybettiğini gözlemledim, transfere pek değinilmemiş ve gecikmenin temel sebeplerinden biri de bu kanımca.

Transfer sezonuna dair ilk yazıyı 20 Mart tarihinde kaleme almışım, bonservissiz oyuncu listesi üzerine.

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/03/transfer-stratejisi.html

26 Nisan'da transferde strateji zamanının geldiğine işaret etmişim, bunun ışığında bazı incelemelerde bulunmuşum, daha Uğur, Topal, Caner, Keita kadroda, hey gidi günler!

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/04/transferde-strateji-zaman.html

13 Mayıs tarihinde geride bırakılan sezonun muhakemesine girişilmiş, sorunlar ortaya konmuş, tercüman, kaleci antrenörü, kaleci, transfer stratejisinin nasıl olması gerektiği, yabancı kontenjanının hassasiyeti, yurtdışında oynayan yerli oyunculara yönelinmesi gerekliliği vurgulanmış, futbol şube sorumluluğu, Aslantepe, amatör branşlar ve taraftar hakkında kelamlar edilmiş, ruhum perişanlık yaşıyor besbelli!

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/05/derin-galatasaray.html

20 Haziran'da Adnan Polat'ın orta sahaya 2 takviye söylemi üzerinden bir değerlendirme yapmışım, yerli futbolcu havuzu sunulmuş.

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/06/transfer-denemeleri.html

6 Temmuz tarihinde Rijkaard'ın 4 - 3 - 3 formasyonuna bağlı kalmadan 4 - 2 - 3 - 1 denemesi gerekliliği üzerinde durulmuş, felsefesinden taviz vermeden ve buna dair yerli / yabancı kontenjan olasılıklarına bakılmış ayrıntılı biçimde.

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/07/son-durum-iki-formasyon-4-3-3-ve-4-2-3.html

22 Temmuz'da yönetimin kalan günler için transfer planlarına dair açıklamaları olmuş, ordan yola çıkmışım, Fenerbahçe maçı değerlendirilmiş, şüphe ve umut kararsızlığı var!

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/07/hazrlanma.html

26 Temmuz'da Polak haberleri yayılınca, Galatasaray'ın yabancı geçmişine doğru bir yolculuk yapmışım, umutsuzluk kol geziyor, üzüntü derin!

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/07/cana-polak.html

13 Ağustos tarihli yazı transfer olmaması üzerine kurgulanmış, mevcut durum kabul edilmiş, ilk 11 için Emirhan, Çetin, Cumhur düşünülmüş, H Balta sol bekten düşürülmüş, Elano, Arda, Kewell, Baros dörtlüsünün hücum performansına göre sezon sonu konumlanmanın belli olacağı yargısına varılmış, başarı gelmesi halinde de altyapıdan oyuncu çıkarmanın verdiği hazzın yaşanacağı bir takım olmanın gururuyla dolaşmanın hayalleri kurulmuş, umut ve heyecan vardı yüreğimde, transfer olmasa da!

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/08/transfersizlik.html

Ruh halinin ne denli sağlıksız bir biçimde değişkenlik gösterdiği bir dönemden geçtiğimizi belirtip, Misi ve Insua yorumlarına geçeyim, tutarlılığı çok da gözetmeden;

Misimovic'i son gün transferi olarak değerlendirmemek gerekiyor, Diego'nun Wolsfburg'a transferine bağlı olarak kulübünden ayrılabiliyordu, bir şarta bağlıydı ve haliyle son ana kadar durum netleşmedi.

Insua'ysa tıpkı 2008'de Morgan De Sanctis'i kadroya geç katıp, Aykut'la Steaua Bükreş maçlarına çıkmamız ve elenmemize benzer bir süreç ile geliyor. H Balta'nın şu ana kadar oynanan resmi maçların hemen hemen hepsinde gösterdiği akıl almaz düşük performans ve hataları sonucu, acil önlem paketi çerçevesinde düşünüldü sol bek.

Rijkaard'ın kaleci, savunma, sol bek, orta saha isteyip istemediğini hiçbir zaman kesin olarak öğrenemeyeceğimizden -veya içimizde hep kuşku kalacağından- bu konuya dair yorum yapmanın yersiz ve çözüm üretmeyen bir akışı olacağını düşünüyorum.

Premier Lig ve La Liga'yı her takımın formasyonunu ve oyuncu seçimini bilecek şekilde takip etmeme karşın Bundesliga'ya hiç vakıf değilim, Misimovic hakkında yapılan en iyi değerlendirmenin Borges'e ait olduğunu söyleyebilirim ve onu referans alarak birkaç değerlendirme yapacağım;

http://devrimderki.blogspot.com/2010/08/zvjezdan-zwetschge-misimovic.html

Yazıda en çok dikkatimi çeken ve karşılaştırma yoluyla kanı edinilebilecek kısmı Lincoln'e dair olanlardı. Benzer oyuncular olduğundan, Lincoln'ün adam eksilten, Misimovic'in ise daha çok pasa dayalı bir oyun sunduğundan bahsetmiş. Futbol aklı olarak Misimovic'i bir adım öne koymuş, saha görüş açısının genişliğinden dolayı, keza duran toplarda da daha iyidir diye belirtmiş. Karakter farklılığından ve Misimovic'in Lincoln gibi vurdumduymaz olmayacağından dem vurmuş.

Lincoln'den duran toplarda hiç verim alamadık, bu verimsizliğinin temel sebeplerinden biri, geldiği gün ile Beşiktaş maçından sonraki süreçteki fiziksel durumundaki düşüştü. İlk haftalarda rakiplerin müdahalesi karşısında yıkılmayan, çok kolay adam eksilten ve ceza sahasının dışından vurunca çatala takan bir adam vardı karşımızda. Sonralarıysa vurduğunda topu yerden yükseltemeyen, güçsüzleşmiş, adam eksiltemeyen, sürekli yere düşen bir Lincoln. O dönem antreman yöntemlerinin incelenmesi gerektiğini belirtmiştim, sorun ya antremanlarda olabilirdi ya da Lincoln de bu coğrafyaya uyum sağlamış, çok aldırış etmeyen karakterde bir adamdı.

Benzer durum Misimovic'de de yaşanırsa şaşırmam. İlk haftalarda zımba gibiyken ülkeye, futbol yapısına ve ortama alışıp fiziksel gerilemeye girebilir, bu da performansına yansıyacaktır elbette.

Borges Lincoln'ü tercih ederdim diyor, önemli.

Çok sığ olacağını bilsem de, Misimovic hakkında yapılmış videoları izlediğimde bir şey dikkatimi çekti, oyuncu kaleci dışında kimseyi çalımlamıyor, pasa dayalı oynaması, pasör olması, koşu yollarına toplar atması özellikleri de, eğer hiç adam eksiltemeyen, ağır bir oyuncuysa bu coğrafyaya uyum sağlaması da zor olacaktır diyebilirim. Başarılı olan fantastik yabancılara bakıldığında en belirgin özelliğin çok iyi adam eksiltmek olduğu görülecektir, Hagi, Alex, Ribery, Keita gibi. Elano'nun başarısızlığında -ki geldiğinde adam eksiltemeyen biri olduğu az çok biliniyordu- özellikle savunma önünde oynadığı dönemlerde güçsüz kalışının ve adam eksiltememesinin büyük payı vardır. Umarım videolar yanıltıcıdır ve Misimovic dikine çok iyi çalım atan bir oyuncudur. Keza Lincoln böyle bir oyuncu olmasına karşın ne hallere düştü ligimizde, gözlemledik.

Bir de Misimovic, 4 - 3 - 3 formasyonunun kesinkes rafa kalkması anlamına gelir, santrforun arkasında ve merkezde oynama zorunluluğu vardır Lincoln gibi. Eğer Galatasaray'ın en değerli oyuncusu Misi olacaksa artık, oyunu onun üzerinden kurmak, ondan en yüksek verim almak üzerine bir formasyon da oluşturmak gerekecektir ki, adres 4 - 2 - 3 - 1'e çıkar. Bu noktada Rijkaard'ın kısa ve yerden pasa dayalı futbol felsefesinden taviz vermeden başka bir saha içi dizilime dönüşüm gösterebilmesi de zorunluluk oluyor.

4 - 3 - 3, 4 - 2 - 3 - 1 farketmez, sadece yerleşim denilememesinin sebebi, Neeskens'in de röportajlarda belirttiği gibi 4 - 3 - 3'ün pas yapmaya dayanan futbol anlayışları için sahaya en doğru yayılan sistem olmasında yatıyor. Bu demek değil ki 4 - 2 - 3 - 1'de güzel futbol oynanmaz, elbette oynanır, iki yıl önceki muazzam Liverpool örneği var önümüzde.

4 - 2 - 3 - 1 ise bu coğrafyanın futbolcusuna daha uygun, dört bloktan oluşan, fazla kayma gerektirmeyen, statik bir oyun sunmasından ötürü. Yerli oyuncuların performansı artabilir bu sistemde.

Rijkaard'ın son takımı FC Barcelona olduğu için, kimi zaman oyun algısı açısından karşılaştırmalara girişiliyor, bunda yanlış bir taraf göremiyorum, aynısını ben de yapıyorum, beklentiler sonucu. Bir dipnot, çok ilginç olacak;

Pep Guardiola, geldiğinden beri ilk defa 4 - 2 - 3 - 1 denedi son Santander maçında. Dikkatli izleyenler, Xavi'nin sakatlık riski sebebiyle kenara alındığı ikinci devre Iniesta'yı daha öne gönderen ve Busquests, Keita'yı aynı çizgide oynatan yapıyı farketmişlerdir. Guardiola'nın bu denemeyi yapmasının sebebi Mascherano transferi sonrasında verdiği röportajlarda gizli;

The coach, however, did not merely want to look at Mascherano as a replacement for Toure and pointed out other attributes that make the 26-year-old former Liverpool player a great acquisition. “Mascherano is different. But he will integrate quickly because tactically he is very intelligent.” Guardiola also revealed how he has plans to accommodate the player in his starting line-up. “Both he and Sergio Busquets can play together because we use different ways to move the ball out from the back.”
Pep ve Van Gaal bu değişimleri gerçekleştirebiliyorsa Rijkaard da yapabilir ama felsefesinden asla ödün vermeden. Pivot santrfora mahkum olmadan, beklere orta yapmamaları gerektiğini anlatarak, Servet'e uzun top oynamasının anlamsızlığını dile getirerek, orta saha oyuncularını top istemek için sürekli hareket halinde bulunmasını isteyerek.

Misi'ye dönersem tekrar, Borges'in belirttiği gibi Lincoln'den ayrışan yanı karakteriyse, Florya ortamına uyum sağlaması konusunda bu önemlidir. Ayrıca bizim yerli futbolcuların Bosna asıllı bir oyuncuya biraz da milliyetçi duygularının esiri olarak cana yakınlık hissedeceğini ve Lincoln'den farklı bir takım içi tepkiyle karşılayacağını öngörüyorum.

Insua 2008'de çok forma şansı bulamamıştı, daha çok duran topları da iyi kullanan Fabio Aurelio tercihini kullanıyordu Rafa Benitez. Ertesi yılsa sürekli oynadı ve 20 yaşında Latin Amerika'dan adaya gelen bir oyuncu için harika bir gelişimdi bu. Hücumu seven bir bek, yarar sağlayacağına inanıyorum.

Anlaşmalar ekonomik açıdan da makul duruyor. Misimovic için 7 milyon Euro ve satın alma opsiyonlu Insua. Bir avantaj da Avrupa'dan elenildiği için ilk 2 içersinde yer alınırsa Şampiyonlar Ligi'ne gidileceği ve maç başına paranın artması, ayrıca yeni bir transfer düşünürlerse ait oldukları oyuncu havuzundan da uzaklaşmamış olacaklar. Onlara motivasyon olarak Galatasaray'ı Avrupa sahnesine taşıyın düşüncesi rahatlıkla aşılanabilir.

1 Eylül 2010 saat 18.00 itibariyle transfer sezonu sona erecek. Daha bir gün olsa da, transfersizlik olasılığıyla bir kadro mühendisliği yapalım, transfer olursa eklemeler ve düzeltmeler gerçekleştiririz.

4 - 2 - 3 - 1 yerleşimiyle;

Kaleciler: Aykut, Ufuk, Emirhan

4 - Sabri, S Kurtuluş, Ali Turan, Lucas, Servet, G Zan, H Balta, Çağlar, Insua

2 - Cana, M Sarp, Ayhan, Barış, Musa

3 - Elano, Pino, S Özkan, Misimovic, E Çolak, Kewell, Arda

1 - Baros, M Batdal

Yabancılar: Lucas, Insua, Cana, Elano, Pino, Misimovic, Kewell, Baros

26 + 2 (Çetin, Cumhur) oyuncu bulunuyor kadroda, sayı çok gibi dursa da sakatlıkların başımıza bela olduğu düşünüldüğünde uygun gözüküyor. Her pozisyonun yedeği var, burada oyuncu seviyelerine değinmek gerekiyor.

En güçlü hal: Ufuk, Sabri, Lucas, H Balta, Insua, Cana, Ayhan, Elano, Misimovic, Arda, Baros

Şu tercihlerle bile yabancı kontenjanına takılmıyor olmak sevindirici. Tek alternatif Ayhan'ın yerine Elano'yu düşünüp -Rijkaard bunu denedi ve başarılı olunmadı geçen yıl- sağda Pino ya da Arda'yı sağa çekip -bu da sonuç vermedi- Kewell'ı sola kaydırmaktır, bu durumda 7 yabancı oluyor ve sorun başlıyor.

İkinci ve en ciddi sıkıntı Arda'nın sakatlandığı dönemler olur ki yerli statüsünde Serdar dışında başka opsiyon yok üçlü blok için, bu da Cana, Lucas ve Insua'dan birinin kenara gelmesi anlamı taşır ve iskeletin çatlaması demektir. Herhalde zorunluluklar dışında artık Barış, M Sarp falan düşünülmez önde, öyle umalım.

Baros olmadığında Kewell, Elano olmadığında Pino, Misimovic olmadığında Elano + Pino, her türlü Kewell rotasyonun parçası şeklinde yer alabiliyorlar, bu güzel. 4 yabancının aynı bloktan olmasının bir avantajı.

En güçlü hal dediğim ideal 11'in en zayıf halkaları kim ve nasıl doldurulması gerekiyor, buna da bakalım. Daha bir gün var ve ismi geçen oyuncular, Kameni, Branislav Jovanovic, Annan ve Baptista.

Ufuk, H Balta ve Ayhan zaafiyet içeren bölgelerin oyuncuları. H Balta, geçtiğimiz sezonun ikinci yarısının sonunda Lucas'la yan yana denenmiş ve kanımca başarısız da olmamıştı. Ayhan içinse yıllardır aynı şeyi söylerim, ligimizin iki yönlü oynayan tek tük yerli oyuncusundan biridir, çok yaşlandı, bazen aklıyla ayakları koordinasyon sağlayamıyor, şu an takımın en iyi oyuncusu ancak takım inanılmaz derecede kötüydü, göz ardı etmemek gerekir. Ufuk kaleyi devraldı herhalde. Hala çekincelerim var, sol ayaklı kaleciye alışık olmayan yerli oyuncuların pas hataları, ayağını iyi kullanaması, tecrübesizlik gibi. En azından bu sezon için yabancı kontenjanı sorunu seviyesi yüksek yerli oyuncularla çözülemediğinden, Ufuk'u denemek zorundayız.

Merkez savunmacı olarak da çok fazla alternatif var ve bu isimler öyle ya da böyle enternasyonel seviyeye çıkmış oyuncular, Servet ve G Zan gibi. Ali Turan'ın da mücadele gücüyle yarar sağlayacağına inanıyorum merkezde.

Geriye alternatifleri zayıf olan savunma önü kalıyor. Zaten Rijkaard'ın başarısız olmasını sağlayan en güvendiği ismin Tobias olmasıydı. Topu geriden öne, Misimovic, Elano ve Arda'ya doğru yerde aktarması ve bunu yapmasının yanında kaybedilen top savunmaya gelmeden kazanması gereken bir isme ihtiyaç hala var.

Ayhan, M Sarp ve Barış'ın en yüksek performanslarının bile yeterli olmayacağını bilip aynı riski yeniden almak ve başarısızlığa uğramak, takımın hem hücum hem de savunma performansını olağanüstü etkiliyor. Bu sebeple Annan -ya da benzer görev yapabilen bir başkası- hala elzem. Annan olmazsa Branislav'a bile umut bağlanabilir.

Eğer böyle bir transfer de olursa, kenara gelen yabancı kim olacak, işte asıl tehlike de burda başlar. Sistemin merkezden işlerliği adına Insua'dan başka çare yok, Çağlar'ın formayı kapması ya da H Balta'nın Kalli performansına dönmesi için duacı olacağız.

Baptista düşünülürse en önemli avantajı Baros'u da yedekleyebilmesidir. Savunmanın önünde oynayabileceğini sanmıyorum, fiziğiyle lige uyum sağlasa da, zihnen buraya yıldız statüsünde gelip geride oynamak da istemeyecektir. Olursa da denenecektir en azından, sahada görmek gerekir.

Transfer bittiyse de çok yazık olur Arda, Elano, Misi ve Rijkaard & Neeskens'e!

31 Ağustos 2010

A. Eren Loğoğlu

27 Ağustos 2010

CL Gruplar & Mascherano



Bursa'nın şansı / şanssızlığı konusuna eğilelim, düşebileceği diğer gruplar üzerinden.

Kanımca A, B, F, G, H gruplara daha zor C'ye göre, son torbanın çekilmediği varsayımıyla. C, D ve E nispeten daha kolay gruplar, birinciliğe oynayan en fazla iki takım var, diğerlerindeyse en az iki takım bulunuyor. Bu da Bursa'nın 8 grup içinden 3 şanslı olanaktan birine düştüğünü gösteriyor.

Fikstür çok kötü, bunu belirtmeliyim. Birinci torbadan gelen takımla 3. ve 4. maçları yapmak intihar ve 6 puanlık kayıp gibi duruyor, keza 5. hafta, yani bir üst tur için en önemli hafta Valencia maçı, korku dolu anlar başlıklı yazı olur. İşleri kolay değil, kalan 9 puan ortada kanımca ve üçüncülük şansları var.

D Grubundaysa;

FC Barcelona, Panathinaikos FC, FC Kopenhavn, Rubin Kazan şeklinde bir kura çıktı. 4. torbadan zor bir takım gelmesiyle, grup biraz daha dengelense de, Barça'nın birincilik şansı çok yüksek. Rubin ile de görülecek bir hesap var. Grupta yer alan bütün takımlar liglerini şampiyonlukla sonuçlandırdı, bu yönden de ilginç olacak.

Gelgelelim yeni transfer Javier Mascherano'ya. Barça'nın son dönemde istediği iki oyuncu vardı, biri Cesc, diğeri de Mascherano'ydu, ikincisi gerçekleşti. Özellikle Toure'nin ayrılışından sonra savunma önündeki bölgenin sadece Sergio'ya kalması, koşulması gereken uzun maraton adına endişe vericiydi, bunu giderdiler. Ancak bu süreçte forma şansı bulabilecek Jonathan, Thiago ve Romeu'nun daha az süre alacakları da bir gerçek. Milan maçıyla birlikte Thiago üzerinde oluşan beklenti arttı ve onu merkezde zaman zaman izleyeceğiz, keza Jonathan'ı da. Romeu daha bekleyecek. Rotasyon açısından faydalı gözüken Javier transferi, Sergio'nun ilk 11'deki garanti yerini rahatsız eder mi, zaman gösterecek, ben ihtimal vermiyorum. Pep, Toure'nin bile önüne koydu Sergio'nun sürelerini ki Del Bosque de banko oynattı Sergio'yu Dünya Kupası'nda, adamın bir tılsımı var.

16 M Euro + 6 M Euro para, performansa bağlı olarak verilecek diye konuşuluyor, başarılı bir iş ekonomik anlamda.

Peki Mascherano doğru isim miydi, çok tartışılır. Pep şöyle demiş;

"We needed a player in that position, although we already have Pique and Oriol Romeu, we needed someone who could pay attention to the defensive movements when we attack and that, ideally, has experience. With the arrival of the player, Barca needs are covered.”

Pique'yi de düşünmüş bu bölgede ve Javier'i isterken, takım hücumdayken savunma hareketlenmeleriyle ilgilenecek tecrübeli birisine ihtiyaç vardı şeklinde belirtiyor transfere dair görüşlerini.

Oyuna dahil olmayan ve arkayı toplayan bir ismin gerekliliği üzerinde durmuş, çok ilginç bir yaklaşım, sanırım 1 - 3 kaybedilen Inter maçının yansımaları bunlar. Barça'nın o bölgede daha çok köprü olabilen bir oyuncuyu kullandığı biliniyor oysa.

Toure gitmek istedi yoksa mutlaka tutulurdu hezeyanıyla kendimi avutmak istiyorum.

Önceki bir yazımda;

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/05/7-david-villa-kusursuzluga-dogru.html

Barça'nın kısalan oyuncu boyundan ve bunun duran toplarda tehlike arz edeceğinden bahsetmiştim Cesc ekseninde, Mascherano geldi ve değişen bir şey olmayacak.

Javier'i sahada izleyip karar vermek en doğrusu, verimli olup olamayacağı hakkında.

Gece, Inter'in 6 kupaya uzanamayıp Barça'nın başardığı işin imkansıza yakın olduğunu kanıtlamasıyla sona erdi, bir tutam mutluluk verdi. Camp Nou'da 90 dakika ceza sahasına otobüs park edip, kuralları değiştirecek yoğunlukta -kale atışlarını bile savunmacılar kullandı, kendi yarı sahalarında kazanılan serbest vuruşlarda frikik atar gibi 10 metre gerilmeler- zaman geçirmeye oynayıp, maç sonunda rakibi tebrik etmeden sahaya dalanların, futbolu güzel oynamaktan öte sadece kazanmaya odaklananların, çimleri sulama yoluyla ıslatılarak kutlanması olabilecek en kibar yöntemiydi alkışlamanın.

Açtım banyonun musluklarını, Inter'e ve futbol zihniyetine doğru sıçratıyorum suyu, Mourinho'ya da sıra gelecek, bekleyedursun Madrid kapılarında, az kaldı, La Liga başlasın!

27 Ağustos 2010

A. Eren Loğoğlu

Futbolcuya Dayalı Düzen v2.0



Nerdeyse 20 saat geçti maçın üzerinden. Herhangi bir satır yazabilmiş değilim, içimden de gelmiyor açıkçası. Bu hissizlik, net ortamının ruh halinin sözcüklere nasıl yansıdığını görmek açısından bir fırsat oldu. Genel kanı FDD'nin varlığı üzerine.
http://erenlogoglu.blogspot.com/2009/05/futbolcuya-dayal-duzen.html

Bu tartışma yaklaşık 15 ay kadar önce başlamıştı bir yazıyla. Skibbe'nin görevden alınıp, Bülent Korkmaz'ın göreve getirilmesiyle, zihinlerde canlandırılan ve birleştirilen bazı düşünce parçaları somutlaşıveriyordu, flu halden belirgin bir çehreye kavuşuyordu.

Düzen çok tartışıldı, iyi ve kötü yanlarından bahsedildi, Galatasaray'ın içine işlediğinden ve söküp atmanın çok zor olduğundan, tekrardan derinlemesine bir düzen tahlili yapmayacağım.

Tartışmayı yarıda bıraktıran, bir gelecek projesi görüntüsüyle takımın başına getirilen Frank Rijkaard'ın bizzat kendisiydi. Bıçak gibi kesildi konuya dair mülahazalar. Devrim bekleniyordu, halının altına süpürüldü FDD mevzusu. Rijkaard geliyordu, futbolcular yeniçeri ocağını ona karşı da kullanamazdı ya!

Öyle olmadı. Şimdi FDD v2.0 ile karşı karşıya Galatasaray. Ne yapılabilir, Nolan'ın sinemayı sarsan baş yapıtı Inception gibi rüya içinde rüya görerek değil, sinema salonlarını yıkmasa da bizleri derinden sarsan asıl baş yapıtı Memento gibi kasedi geriye saracağım ve sondan, çözümden başlayıp kısa keseceğim;

3 alternatif sunabilmiştim o zaman.

a) Durumla yüzleşip, FDD'yi sona erdirmek. Rijkaard kimseyi kadro dışı bırakmak gibi bir lüksüm olamaz diyor, çok haklı. Mustafa Sarp, Barış, Ayhan üçlüsüyle oynamak ve takımı geriye hapsetmek, mecburiyetten öte ne olabilir ki, bir ihtimal bana verilen takım bu mesajı. Gelecek sezon için konuşulursa Galatasaray'ın son 20 yılını anlatan FDD olmadan bir Galatasaray kurgulamak, çok sancılı bir süreci de beraberinde getiriyor. Yönetimlerin elini ayağını bağlayan da bu cesareti gösterecek güçlerinin olmayışı, ekonomik konularla çok zaman geçirmek zorunda kalmalarıdır sanırım.

FDD, Alex klanı gibi önce başarı ardından sonsuz bir başarısızlık döngüsü sunabiliyor ve her seferinde zihinleri bulandırıyor, operasyon yapılsın yapılmasın noktasında.

Yapılacabilecek iki şey var, biri sınırsız yabancı kararının çıkması Federasyon tarafından. 5 yerli oyuncu kadroda olduğu sürece bazı oyunculara performansı düşük de olsa ihtiyaç var ve bu onların ayakta kalabilmek adına en önemli kozları şu an.

Diğeriyse Arda'yı yalnızlaştırıp, mevcut düzeni oluşturan pek çok yerli oyuncudan kurtulup yerlerine, nerdeyse 5 aydır bas bas bağırdımız yurtdışında oynayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı olan oyunculara yönelmek üzerinden geçiyor, başka çare yok. Arda neden var sorusuna gelince, bu kişisel tercihim, Galatasaray'ın endüstriyel futbolun çarklarına çomak sokacak -altyapıdan, top toplayıcı- böyle bir değeri al aşağı etmeden önce onu nasıl kazanacağı üzerine bir değerlendirme yapmasının daha doğru olacağı inancındayım, bu isim FDD'nin başı bile olsa, el uzatılıp düştüğü çukurdan çıkartılmalı Arda, üstü kapatılmamalı toprak örtülerek.

b) FDD'yi kontrol edebilecek bir Teknik Adam getirmek. Düzeni daha önce kullanan, ilkinde çok başarılı olup, ikincisinde hüsran yaşayan, üçüncüsündeyse Milli Takım'da Avrupa 3. lüğü kazanıp, dördüncüsünde tekrar hüzne boğulan sinyor Terim akla gelen ilk isim. Dört farklı evre, bir nevi kısır döngü yaratmış kendisi adına.

Abdullah Avcı, Bülent Korkmaz, Hakan Şükür akla gelen diğer isimler. Ersun Yanal'ın A Milli Takım Teknik Direktörü'yken ipinin yine futbolcular tarafından çekilmesine karşın, bu işleri öğrendiğini ve düzeni olumlu yönde kullanabileceğini düşünüyorum. Ayrıca Yanal -hiç sevmem ama rasyonel olmakta fayda var- kadro mühendisliği açısından çok başarılı bir isim, Trabzonspor şu anki kadrosunu ona borçlu. Rijkaard gelmeden önce, Yanal takımı kurmuş olsaydı, Rijkaard'ın elinde pasa dayalı futbol oynatabileceği bir takım olabilirdi belki.

c) Yönetimlerin her zaman tercih ettiği geçici çözüm, kararsızlık hali. Olaylarına akışına bırakılması ve saha içi unsurların etken olmasını beklemek. Bence en kötü tercih de bu olur, Rijkaard öncesi yapıldığı gibi, gelinen nokta ortada ve tren bu sezon da kaçtı gibime geliyor.

A seçeneğinden yanayım. Ancak B seçeneğinin Galatasaray'a ve konjoktöre daha uygun olduğunu söyleyenlere de saygıyla bakıyorum. Halk oylamasında Evet diyecek olan sosyalistlere tahammülsüzlük gösterenler gibi olmayalım. Referandumda C seçeneğine yönelmiş olsam da, Galatasaray'ı yönetenlerin artık arada kalıp C seçeneği kolaycılığını seçmemeleri gerekiyor. Rijkaard gibi isimleri harcamadan, adamın istediklerini elden geldiğince yaparak ve ona güvenerek yola devam etme zorunluluğu var. Rijkaard'ın evrilmesini gerektiren konular da olacak, şüphe yok!

Bu coğrafyada futbolun -özellikle Galatasaray'ın- başarı şansı tek bir etkenle belirleniyor, topu nerede kazandığınızla.

Eğer Terim'in 96 - 00 sürecindeki gibi top rakip yarı sahada baskı sonucu kazanılırsa, hücumda çoğalma ve ceza sahasında çok oyuncuyla bulunma şansı da artıyor, başarıya yaklaşılıyor. Keza benzer örnekler 2002 Dünya Kupası ve 2008 Avrupa Şampiyonası'nda da yaşandı.

Tersi durumda, geride bekleyip alan savunması yapan, topun arkasına geçen takımlar, topu sadece kendi yarı sahalarında kazanıp doğru kısa pas, hızlı hücum varyasyonlarını yapabildikleri sürece ayakta kalabiliyorlar. Lucescu'nun marifeti de buydu, topu bir şekilde Sergen'le buluşturup Arif ve Ümit Karan'ın koşu yoluna gönderme mikro planıyla yakaladı başarıyı.

Sorun topun kazanıldığı yerin gol atma şansının yüksek olduğu bölgeden çok geride olması ve kazanılan topun bu bölgeye çabuk bir şekilde erişmesini sağlayacak bir oyuncular topluluğuna sahip olamamaktan kaynaklanıyor. Aynı oyuncu topluluğunun savunma ve hücum arası mesafeyi nasıl ayarlaması ve ne zaman, nerede durması gerektiğini bilmemesi gibi temel altyapı eksiklikleri de bulunuyor.

Rijkaard bunları elbette çözebilir, bunları çözmesi de beklenebilir ancak o zaman Barcelona'nın başındaki adam olmaz, Lucescu ya da Terim benzeri birine dönüşür, belki de her ikisinden aldığı parçaları birleştiren biri olup çıkıverir.

Bizim istediğimiz ne, önce buna karar vermeliyiz!

Bu coğrafyanın futbol genetiğiyle harmanlanan ve böylelikle günü kurtaran ve geleceği yaratamayan bir Rijkaard mı?

Ya da 2008 Avrupa Şampiyonluğu, 2009 kulüpler düzeyinde alabileceği bütün kupalar, 2010 Dünya Kupası kazanan bir geleneğin yaratılmasına bizzat tanıklık etmiş, içersinde yer almış bir Rijkaard mı?

Birincisi için Rijkaard'a gerek yok kanımca, ikincisi için FDD falan tanımadan, koyacaksın önüne sözleşmeyi, savaşmak da istiyor madem!

Hatırlatması ve yeniden harlanan konunun artık yönetenler nezdinde de -iletişim yoluyla bu düşünceler onlara da erişebilir- tartışmaya açılması ve dibi gören takımın Aslantepe'yle birlikte geçeceği yükselişin başlangıcı olmasını umuyorum.

Konudan biraz uzaklaşıp ruh halime dair birkaç yansıma sunuyorum;

Radiohead dinliyorum, gözlerim kapalı, aklımda iki renk, tavsiye ederim boyut değiştirip zor zamanlardan uzaklaşmak adına, başka türlü dağılmıyor kara, elektrik yüklü cellad bulutlar.

Bir kıza sevdalanıp pek çok şey karalamıştım zamanında, Galatasaray'a uyarlıyorum küçük bir pasajını şimdi;
Zor zamanlar, zor ve daha da zorlaşan zamanlar...

Bilinmeyen uzaklara yolculuk var...

Uykusuzluk yatağımda uzanıyor ve ben birbirinden iyi, birbirinden kötü şeyler düşünüyorum sabahlara kadar. Düşüncelerimin birbirinden haberi olup olmadığı konusunda da ciddi şüphelerim var.

Düşlerimle boyanan her duvar solgun, hüzünlü bakıyor şimdi yüzüme ama sen yine de üzülme...

Sen üzüldükçe
gözlerinden yaşlar süzüldükçe, sancıyor sol yanım...

Sana dokunamamam, seni görememem dayanılır şey değil ya, dayanırım. Mesele bu olsa nerede bulsam tanırım.

Kırmızım sarım,

bilinmeyen uzaklarda gülümsemeyi unutmandan korkuyordum ve bu yazıyı bu durumu biraz olsun engelleyebilmek için sunuyorum sana. Artık korkularımın, korkulukların üzerinden korkusuzca atlayıp yüreğime dolmasına, -bu sözcükleri her okuduğunda- izin vermemiş olacağım.


27 Ağustos 2010

A. Eren Loğoğlu

25 Ağustos 2010

Gamper Anısına...



Camp Nou'da konuk Ronaldinho'nun AC Milan'ıydı, turnuva için. Barça sahaya;

Pinto, Adriano, Puyol, Milito, Abidal, Jonathan, Maxwell, Iniesta, Jeffren, Villa, Ibra

şeklinde çıkıyordu. Adriano, sezon boyu sık sık deneneceği sağ bek bölgesinde, Jonathan Dos Santos dörtlü savunmanın hemen önünde, Maxwell orta saha üçlüsünün sol içinde, Jeffren sağ forvet, Villa sol forvet ve Ibra santrfor olarak görev dağılımı yapılıyordu.

Adriano, her iki bek bölgesinde de oynayabilen, her iki ayağını kullanabilen, hızlı ve tipik bir Brezilyalı kenar oyuncusu. En önemli ve katkı sağlayacağı özelliğiyse çok iyi orta kesmesi yerden ve havadan. İlk yarı Ibra, Cruyff'un 74'te Real Madrid'i Santiago Bernabeu'de 5 - 0 yendikleri maçta attığı golün benzerini ağlara gönderdi ve golün pasını Adriano vermişti ancak ofsayt sebebiyle geçerlilik kazanmadı fantastik Ibra vuruşu.

Ibrahimovic'de gelişme var ilk zamanlarına göre. Topu ayağında tutmuyor, sürekli pas arıyor, kısa, yerden ve sert paslarla oynuyor, kanada açılıyor Villa'yla değişmeli olarak. Eğer kalırsa bu sezon çok fayda sağlayacak gibi.

Villa sol forvette de, merkezde de çok başarılı bir isim. Bir kere seri, Eto'o gibi ve bu uyum anlamına geliyor Barça için. Hızlı pas yapıyor ve arkaya sarkmayı düşünüyor. Çok fazla kanada hapsolmazsa -ki o zaman da pozisyon hazırlıyor- 30 golün üzerinde sezonu bitirecektir.

Jonathan, ikinci yarı oyuna giren Thiago, merkez savunmacı Fontas müthiş potansiyeli olan isimler, her hareketleriyle belli ediyorlar kendilerini. Tek şüphem Jeffren'den. Çok seri bir oyuncu olmasına karşın ayakları birbirine dolaşabiliyor.

Maxwell takımın her yerde oynayabilen adamı. Bugün de orta sahadaydı ve hiç sırıtmadı. Ibra transferindeki zarar açığını da kapatıyor şüphesiz, en az 15 milyon Euro'dan başlar bonservisi.

60. dakikadan sonra Sergio, Pique, Messi, Bojan, Keita gibi isimlerle oyuna ciddi bir ağırlık koysa da Barça, veteran Inzaghi'nin Japon anime filminden çıkmış gibi duran vuruşuna engel olamadı, kalan sürede oyunu ceza sahasına yıksa da kaleci Roma'yı bir türlü geçemediler ve penaltılar sonucu kupaya erişebildiler.

Maçtan enstantanelere dönecek olursak, Cruyff'u yine göremedim stadda. FC Barcelona eş başkanları Rosell ve Laporta aynı sıradan izliyordu maçı. Ronaldinho'yu, Rumba de Barcelona'yı, Katalanların tarihinin en güzel günlerini başlatan adamı, çıldırasıya alkışladı taraftarlar.

Guardiola'nın Sevilla ve bu maç için iki ayrı 11 kurması ve bunu yaparken müthiş bir denge gözetmesi, kadrosunun ne denli iyi tanıdığının bir yansımasıydı. Sevilla maçına;

Valdes, Alves, Pique, Abidal, Maxwell, Sergio, Xavi, Keita, Pedro, Bojan, Messi ile çıkmışlardı. Bugün 9 oyuncu sahada değildi ve hiçbir farklılık yoktu güzel oyun adına. Barça DNA'sını taşımak bu olsa gerek, takıma uyum sağlayan her oyuncu kademe atlıyor, takıma da kademe atlatıyor, Wenger'in Arsenal'i gibi. Başka bir takımda göze batacak bir oyuncu, Barça'da özel biri oluveriyor, sistemin etkisiyle.

Javier Mascherano'ya da değinelim, yanından geçmeyin, çok yanlış bir tercih olur kanaatindeyim.

25 Ağustos 2010

A. Eren Loğoğlu

22 Ağustos 2010

Kaldığı Yerden, 8. Kupa



Maç bitti, kupa seremonisi yapılacak, gözler Puyol'u arıyor, ilk 11'de değildi, oyuna da girmedi kenardan. Kaptan, eşofmanı çıkardı önce, sonra Xavi geldi yanına, bandı verdi asıl sahibine, hani maç bitmemiş de uzatmalarda kaptanlık yapacakmış gibi aldı senyerayı Puyol, özenle ve ciddiyetle koluna takıverdi. Bunlar kupayı kaldırmak için yaptığı hazırlıklardı, işini ne kadar önemsediğini, verilmesi gereken mesajın, gelecek nesillere aktarılması gereken arşivin ne olacağını düşünecek kadar bilinçliydi.

Puyol kadroda olmasa o gün, barda izlese maçı, hani senaryo bu ya, maç sonunda kupa seremonisi için ararlar telefonla mutlaka, 'Kaptan, bir taksi çevir de Camp Nou'a gel hemen, kaldırılması gereken bir kupa var' diye.

13. kez yükseldi arşa kupa, Puyol'un ellerinde. Kupa kaldırma koleksiyoncusu bu güzel adamın, çok uzak olmayan bir zamanda, futbolu bırakmasının ardından kulübe hizmet edeceği öngörülebilir. Belki Teknik Heyetin bir parçası, alt ya da üst yapıda yöneticilik, ya da belli mi olur, kupa hassasiyetiyle bağlantılı bir müze sorumluluğu görevinde de bulunabilir. Maçın sonlarına doğru Guardiola'nın bir karesi geldi ekrana, sahayı izliyordu derin bakan gözlerle, eller çenesindeydi, düşünceliydi, hemen solunda Puyol, aynı duruşla bakıyordu arkadaşlarına, içinden akıp gelen katıksız bir eylemdi bu, geleceğine dair ilk izlenimdi.

Maça geçelim;

İki ayaklı kupanın ilk maçında Dünya Kupası kazananları yoktu. Bu maçtaysa 5 sahada 3 kenarda oranıyla kadrodaydılar, yine bir denge unsuru vardı. Inter'e elenişten ders alan Pep, öndeki üçlüde bücürleri -Bojan, Messi, Pedro- tercih ederek, Ibra ve Villa risklerine hiç girmedi, sonucunu da çok çabuk aldı ilk yarıda. Sezon öncesi yazılarda bahsettiğim üzre Abidal merkez savunmada denendi ve Pep onun çok hızlı oluşunu bu bölgede sürekli kullanmak isteyecektir. ilerde oynayan Barça'yı, arkada hızıyla toparlayacak bir Abidal'e ihtiyaç var, keza Pique, Puyol ve Milito çok hızlı savunmacılar değiller. Bunun dışında taktiksel bir farklılık gözlenmedi, yine daha önce bahsedilen Messi'nin hücumun merkezine alınması deneyi teoriden kanuna dönüşüverdi. Xavi'den Messi'ye uzanan pas, dehşete düşürecek kadar etkileyiciydi. 2. yarı rölantiye alınmış bir kurgu sahadaydı. Villa için daha erken, Iniesta hazır değil, sakatlıktan hala tam kurtulamadı.

Pep'in 8. kupası, devamı da olacak. Katalanlar elleri patlarcasına alkışlayacaklar şehirlerinin ve halklarının takımını.

Lorca şiirlerinden damlayan al kanlar gibi akıcı, enternasyonel tugaylardan George Orwell'in, selam ettiği Katalonya'dan doğan sapsarı güneş gibi yakıcı, 4 kırmızı şerit ve sarıların, sarı kırmızılıların, senyeralar eşliğinde, blaugrana sırtlarında, omuzlarında 110 yılı devirmiş yasaklar, baskılar dolu bir tarih, geçid olmayan kaleler, Marx'ları Johan Cruyff'un Komünist Manifesto tadındaki Total Futbol anlayışıyla yakaladıkları devrim süreci devam ediyor, dur durak bilmeksizin.

Latin Amerika toprağının doğurduğu hasta bir çocuğu annesinden uzakta büyütürken iyileştiren, iyileştirirken büyütenlerin yalansız, dolansız öyküsü devam ediyor. Leo'nun, 23 yaşında bir büyük ustanın, şampiyonluktan sonra bugün Katalanca konuşmayacağım deyip, kısa konuşmasını 'Yaşasın özgür Katalunya' şeklinde bitiren, babası Diego'nun futbol izinden giden, 3 gol atıp yine topunu alan küçük çocuğun saf ve temiz hikayesi devam ediyor.

Rüya içinde rüya, o rüyanın içinde bir başka rüya, rüyanın içinde yine bir başka rüya devam ediyor. Marion Cotillard gibi sanatsal bir güzellikte, bir Fransız kadını gibi zerafet dolu, Bordeaux şarabı gibi doyumsuz tad bırakan bir oyun devam ediyor, uyanmadan, rüyada kalalım istiyorum, böylesi daha iyi.

22 Ağustos 2010

A. Eren Loğoğlu

19 Ağustos 2010

Teknik Adamlık



Hiç anlam veremediğim bir konuya değineceğim;

96 - 00 arası Fatih Terim 11 Kupa -4 Lig- kazandırdı takıma. Sonra ayrıldı, ayrılmak zorunda bırakıldı, süreci sorgulamıyorum. Gittiği günden bu yana 10 yıl geçti ve sadece 6 Kupa -3 Lig- elde edilebildi.

Terim kalsaydı bu süre zarfında daha kötü durumda olunmazdı herhalde! Terim gitmek istedi, kariyerinin zirvesindeydi, tutulamazdı diyelim, Mircea Lucescu getirildi, harika bir tercih idi, 2 yılda 2 Kupa -1 Lig- kazandırdı, kalan 8 yıl takımın başında dursaydı, 4 Kupa ile yetinmezdi gibime geliyor. Haydi Terim'i geri getirme bahanesiyle, Lucescu'yu da göndermek zorunda kaldık diyelim -ne absürd- Terim bugüne kadar görev yapmış olsa ne kadar daha geriye düşebilirdik ki!

Terim'den de geçtim tekrar, ilk yılı başarılı olmasına karşın sonraki sezon çöküşe geçti farklı etkenlerden ötürü, Hagi getirildi, futbol aklı vardı, takımı anında toparladı, doğru hamleler yaptı, bir de Kupa kazandı, 6 yıl o kalsaydı 3 kupadan daha fazlasını kazanma şansı olurdu bence!

Hagi'yi de geçtim diyelim, Eric Gerets getirildi, kariyerli bir isimdi, biraz fantastik bir oyun şablonuyla puan rekorları kırdı, mucizevi bir şampiyonluk kazandırdı, 5 yıl daha kalmış olsa 2 kupa daha alınamaz mıydı en azından!

Arada Kalli, Cevat Güler, Skibbe, Bülent Korkmaz ile bir geçiş dönemi yaşandı, onları katmıyorum hesaba.

Şimdi de Rijkaard'ı getirdin, ikinci sezonu.

Biz Teknik Adam beğenmiyoruz ve her seferinde bunun cezasını çekiyoruz, giden isimlerin hiçbirinin gelmesini istemem açıkçası ancak gitmelerini de istememiştim, doğru olan buydu kanımca. Terim, Lucescu, Hagi, Gerets'den hangisi kalmış olsa, bulunan noktadan çok daha iyi bir yerde olunurdu sportif başarı anlamında.

Umarım benzer bir yazıyı -Rijkaard'la başlayan- 10 yıl sonra kaleme almak zorunda kalmayız, artık ders alınsın, sorun Teknik Adamlar değil!

19 Ağustos 2010

A. Eren Loğoğlu

18 Ağustos 2010

Barça 2010 - 2011 Şema & vs Mourinho & Fotoğraf Karesi



Transfersizlik Barselona kıyılarına da vurmuş durumda. Onların bir B planı vardı, Cesc olmazsa diye, laboratuvarları La Masia. Katalan gazeteleri 4 oyuncu üzerinde duruyor;

Savunmanın merkezinde Andreu Fontas, orta sahada, üçlüde Oriol Romeu, Jonathan Dos Santos ve Thiago Alcantara.

Alternatifleri bol ve altyapı takviyeli bir 2010 - 2011 şeması;



Ibra ve Villa yer değiştirse daha verimli bir oyun sunulabilir. Dünya Kupası'ndaki gibi David'i solda oynatma düşüncesi var teknik ekibin, sisteme sekte vurabilir bu tercih Ibra'nın performansına ve uyumuna bağlı olarak. Messi'nin de kanata sıkıştırılmayıp merkezde düşünüldüğü bir yapı var zihinlerde. 8 İspanya Milli Takımı oyuncusuna Messi, Alves ve Abidal eklemeleriyle ideal 11, Ibra, Maxwell, Adriano, Milito, Keita, Bojan ile 17 kişilik sıkı bir rotasyon, artı altyapıdan gelen ve gelecek vaad eden genç oyuncular.

Önceki analiz için:

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/08/josephin-3-senesi.html

Real Madrid, Canales, Leon, Di Maria, Khedira ve Özil gibi genç sayılabilecek -under 23- oyunculara dünyanın parasını harcadı subjektif bakış açısıyla, bir sezon önce takıma katılan Benzema da sayılırsa neredeyse 100 milyon Euro ödendi bonservis olarak. FC Barcelonaysa biraz da Cesc olmadığından, La Masia'da büyüttüğü çocukları çıkaracak sahaya, ekonomik sıkıntıya girmeden. Hangisi doğru tercih tartışılacak ve sonucu sezon sonunda az çok netleşecektir.

Madrid'in kadroya da göz atalım, hazır değinmişken transfer mevzusuna;

Casillas, Dudek

Ramos, Arbeloa, R Albiol, Carvalho, Pepe, Garay, Marcelo

Xabi Alonso, Khedira, Lass, Diarra, Gago

Ronaldo, Kaka, Di Maria, Özil, Van Der Vaart, Canales, P Leon, Drenthe

Higuain, Benzema

Casillas, Ramos, R Albiol, Carvalho, Marcelo, Xabi Alonso, Khedira, Ronaldo, Kaka, Di Maria, Higuain ideal kadro olur sanırım. 4 - 2 - 3 - 1 formasyonunda üçlüden bir oyuncu olmadığında sahada olacak ilk adam da Mesut'tur kanımca. Kadroya giremez görüşlerine katılmıyorum, Kaka'nın sürekli sakatlandığı düşünülürse, onun yerine sık sık oynar eğer Canales patlama yapıp formayı kapmazsa. Di Maria'nın kesileceğini sanmıyorum. Savunmalarında hala sıkıntı devam ediyor, sol bek ve merkez savunma sorunları bence çözümlenemedi. Yine de Mourinho savunmanın önünü sağlama aldı Xabi & Khedira ikilisiyle. Mourinho'nun tercihlerinde ilginç gelen tek nokta bu kadar çok genç oyuncu transfer etmesiydi, Chelsea ve Inter'de böyle operasyonlar yaptığını anımsamıyorum, bakalım aşı tutacak mı? Bir de Carvalho'ya bu saatten sonra çok güvenmemesi gerekir, madara olma olasılığı yüksek, son 2 sezon İngiltere Ligi'nde çok forma şansı bulmadı ve iyi bir performans göstermedi.

Ayrıca Katalanlar Carvalho'ya özel bir nefret beslerler, Rijkaard döneminde Stamford Bridge'de 4 - 2 kaybedilen ve Şampiyonlar Ligi'nden elenmeye sebep olan maçta, Terry'nin attığı son golde -turun gittiği gol aynı zamanda- Carvalho, Victor Valdes'e bariz bir faul yapmış ancak Collina bunu görmeyip golü vermişti. Maç sonunda büyük olaylar yaşanmıştı, Ronaldinho, Rijkaard, Eto'o gibi isimlerin içinde olduğu. Chelsea'nın başında Mourinho vardı ve o maçın intikamı çok geçmeden, sadece bir yıl sonra ve Londra'da alınmıştı. Ve yanlışım yoksa Mourinho'nun evinde yenilmeme rekorunu sadece ligle kısıtlayan maç da odur yoksa doludizgin gidiyordu Chelsea iç saha maçlarında. Madrid'e de taşınmış durumda bu iç saha olayı, Messi'ye bakıyor kırma işi.

FC Barcelona vs. Jose Mourinho istatistiğine de bakalım;

Chelsea

2004 - 2005 (h) 2 - 1, (a) 2 - 4
2005 - 2006 (a) 2 - 1, (h) 1 - 1
2006 - 2007 (a) 0 - 1, (h) 2 - 2

Inter

2009 - 2010 (a) 0 - 0, (h) 2 - 0, (h) 1 - 0, (a) 1 - 3

Aklıma gelen 10 maç böyle, Mourinho'nun 3 galibiyet, 3 beraberlik, 4 mağlubiyeti var Barça'ya karşı.



Tekrar Barça'ya dönersek, fotoğraf çekimi vardı kadronun ve bir fotoğraf karesi ne anlatması gerekiyorsa öyle tasarlanmış gibiydi. Pep'in önünde Puyol, asistanların önünde Xavi ve Iniesta, bu kulübün öz kaynakları, fotoğrafın da, takımın da merkezindedir mesajı. Ve bu fotoğraf çekimi için kimin nereye oturması gerektiğini gösteren bir görevli bulunuyordu, Puyol, kaptan, Pep'in önünde, Pep de Puyol'un arkasında durmalıydı, savaşa gider gibi, başka türlüsü olmazdı, yakışmazdı.

18 Ağustos 2010

A. Eren Loğoğlu

15 Ağustos 2010

Premier League & İngiltere Milli Takımı Uçurumu



Dünya Kupası'nın en büyük hayal kırıklığıydı İngiltere ve Capello. Premier Ligde ilk hafta geride kalıyor ve Capello'nun Güney Afrika'ya götürdüğü / oynattığı kadronun ne derece doğru olduğu tartışılmaya devam edecek.

ENGLAND'S OFFICIAL 23-MAN ENGLAND SQUAD:

Goalkeepers - Rob Green, David James, Joe Hart.

Defenders - Rio Ferdinand, Ashley Cole, Glen Johnson, John Terry, Jamie Carragher, Stephen Warnock, Matthew Upson, Ledley King.

Midfielders - Gareth Barry, Michael Carrick, Joe Cole, Steven Gerrard, Frank Lampard, Aaron Lennon, James Milner, Shaun Wright-Phillips.

Strikers - Wayne Rooney, Emile Heskey, Jermain Defoe, Peter Crouch.

Left out - Bent, Walcott, Baines, Adam Johnson, Tom Huddlestone, Scott Parker, Michael Dawson.

Kişisel Premier Lig oyuncu havuzum;

Joe Hart
Paul Robinson
Ben Foster

Micah Richards
Joleon Lescott
Ashley Cole
John Terry
Rio Ferdinand
Chris Smalling
Glen Johnson
Jamie Carragher
Michael Dawson
Ledley King
Leighton Baines
Phil Jagielka
Michael Turner
Titus Bramble
Gary Cahill
Ryan Shawcross
Phil Jones
Roger Johnson
Liam Ridgewell

Adam Johnson
Gareth Barry
Frank Lampard
Michael Carrick
Steven Gerrard
Joe Cole
Theo Walcott
David Bentley
Aaron Lennon
Jermaine Jenas
Jamie O'Hara
Jack Rodwell
Stewart Downing
Ashley Young
James Milner
Scott Parker
David Dunn

Wayne Rooney
Jermaine Defoe
Carlton Cole
Darren Bent
Bobby Zamora
Jerome

Kaleciyle başlayalım. İngiltere'nin en ciddi sorunlarından biri gözüken bölgede, Afrika'ya götürülüp oynatılmayan Joe Hart'ın kalıcı bir çözüm olabileceği iyice ayyuka çıkmaya başladı. Capello'nun ona şans vermemesi büyük bir hataydı. Premier Ligin bitiminde şöyle yazmıştım, Galatasaray'ın kaleci arayışlarına referans olması amacıyla;

Capello'nun Dünya Kupası kadrosuna girmeyi başaran Joe Hart, sezonun en değerli kalecilerinden biri, Birmingham City'nin başarısında en önemli rol onun. Genç ve gelecek vaad ediyor olması da bir başka avantajı ancak bu aynı zamanda bir dezavantaj, ada dışına çıkması şimdilik zor gözüküyor zaten M City'nin kiralık gönderdiği bir oyuncuydu.
Savunmada Ferdinand'ın sakatlığından dolayı sıkıntılar yaşandı, Upson tercihi de çok tartışmalıydı. Çok farklı alternatifler gidebilirdi Afrika'ya. Genç ya da tecrübeli pek çok isim düşünülebilirdi. Richards, Smalling, Cahill, Shawcross ve Jones'u bir sonraki Dünya Kupası kadrosunda muhtemelen kadroda göreceğiz.

Orta sahada alınabilecek isimler kadrodaydı, belki Downing ve Young düşünülebilirdi, SWP'nin yerine. Burada daha çok yerleşim ve görev paylaşımı üzerinden bir değerlendirme de yapmak gerekir. Gerrard ve Lampard gibi iki olağanüstü oyuncunun neden en yüksek verimle kullanılamadığı derinlemesine incelenmelidir. James Milner, Lampard gibi oynamaya devam ediyor Villa'da.

Ve santrfor bölgesi, Rooney'in muazzam sezon performansına güvenip arkasını çok da iyi kurgulayamamak çok pahalıya patladı İngiltere'ye. Heskey'in Afrika'da ne aradığı günlerce konuşuldu. Bent'in alınmaması, Carlton Cole ya da yükselen isim Zamora'nın akla bile gelmemesi düşündürücüydü. Geçtiğimiz sezon harika bir performans gösteren Jerome bile olabilirdi kadroda.

İngiltere Milli Takımı'nda bağımsız, sol bek bölgesinde Ashley Cole olsa da, Gareth Bale'nin İngiltere için oynayamaması büyük şanssızlık, sol açık oynadı son City maçında ve ters kanatta Lennon ile Milli Takım için de çok faydalı olabilirdi, gerçi Ashley Young da bu görevi üstlenebilir.

Bir parantez de Nasri'ye, yeniden hayran oldum kendisine. Cesc'in olmadığı Arsenal, Xavi'nin olmadığı Barça'yı andırsa da, Arsene Wenger'in sistem için biçilmiş kaftan Nasri'yi keşfetmesi de alkışı hak ediyordu. Çok büyük işler yapmadı ama Liverpool maçında topla yaptığı dansları -dikine giderken topa basıp durması ve terse yönebilme, ekseni etrafında Xavi gibi hızlı dönüşlerle adam eksiltebilme ve oyunun yönünü değiştirebilme, topu iyi saklama- görülmeye değerdi ve sistemi işleten en değerli oyuncuydu, Cesc'e gereksinimi vardı sadece.

15 Ağustos 2010

A. Eren Loğoğlu

13 Ağustos 2010

Katalonya'ya Selam



Sezonu açıyorlar, pek çok sıkıntıyla. Kabul etmeseler de adına oynadıkları, kağıt üzerindeki ülkelerine kazandırdıkları Avrupa Şampiyonluğu ve Dünya Kupası, bir anlam ifade etmiyor olmalı ki, üç gün sonra maçları olduğu bilindiği halde, eziyet çektirircesine Meksika'ya götürüldü Barça oyuncuları. Federasyonun onları ödüllendirme şekliydi bu. Madrid kökenli iki ismin, Teknik Adam Del Bosque ve İspanya Futbol Federasyonu Sportif Direktörü Hierro'nun marifetiydi davet. Kulübün ısrarlı başvuruları da reddedildi Federasyon tarafından. Sevilla'yla oynanacak Süper Kupa Finali'nin ilk maçında bir çok oyuncu olmayacak muhtemelen, yorgunluk sebebiyle.

Tam 14 oyuncu Milli Takımlardaydı, hafta içi. Pep, bu zorluklara karşın, elde kalanlarla hazırlıklarını sürdürdü ve milli oyuncular Barselona şehrine indikleri andan itibaren sıkı bir antreman programına alındılar. Villa çok heyecanlıydı.

Antremanlardan ve hazırlık maçlarından özel bir not, Sevilla'dan transfer edilen sol bek Adriano'yu sağ bek bölgesinde görürseniz, hiç şaşırmayın. Dani Alves gibi oynuyor, rahat ve başarılı. Bu da Pep'in oyuncunun özelliklerini iyi analiz edebilmesinin ve eksiklikleri bu tür iç çözümlerle giderebilmesinin sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Maxwell de sağ bek oynamıştı hatırlanırsa.

Thiago ve Jonathan'dan gelişim göstermeleri bekleniyor, orta sahanın merkezinde. Puyol'un her yönüyle -mücadele, liderlik, ruh, savunma- gelecekteki hali olan Muniesa'nın da geçen sezon gördüğü kırmızı karttan sonra döktüğü göz yaşlarının üzerinden çok zaman geçti ve takıma yavaş yavaş ısınacağı düşünülüyor. Bojan'dan Pedro patlaması gelebilir bu sezon.

Ibra'dan estetik işleriyle Henry katkısı, Villa'dan da gol kokusuyla Eto'o etkisi isteniyor. Messi, Xavi ve Iniesta burda, Puyol, Pique, Valdes burda, Pedro daha ileri gidebilir mi, bekleyip göreceğiz, Jeffren var geçen sezon saman alevi gibi parlayan. Keita ve Busquest arkayı toparlayacak ve takım, yorulmadan yeniden hücumu olgunlaştıracak. Oriol da onları destekleyebilir, alt yapıdan, belki bir transfer daha. Milito, Alves, Maxwell, Adriano, Keita, Messi enternasyonel tugaylar olarak savaşı sürdürecekler.

Messi büyülemeye devam edecek, büyüyecek, maç sonlarında topunu alıp sahayı yine arka mahlenin çocuğu gibi terk edecek, ne kadar da olgunlaşsa bir yanı hep çocuk kalacak, masum.



Pep'in takımı, son 2 yılda 121 maç oynamış ve sadece 11 yenilgi almış. 296 gol kaydedilmiş, inanılmaz. 7 kupa kazanılmış bu evrede.

Sezon başlıyor, onları durdurmaya kimsenin gücü yetmeyecek! Villa çılgınlığı yaşanacak dört bir yanda, Mourinho başarısız sayılacak ve belki de kovulacak, Madrid son 2 sezonda olduğu gibi yine yenilgiyle ayrılacak El Clasico'lardan ve şampiyon olamayacak. Güzel futbol kazanacak, futbol tarihinin en güzel oyun oynayıcıları, seyrine doyum olmayan bir yıl daha yaşatacaklar.

Ve Puyol, Avrupa Şampiyonluğu ve Dünya Kupası'nı kaldıramayan Puyol, senyera sargılı kaptan, azılı Katalan, tek tek kaldıracak kupaları arşa.

George Orwell, Katalonya'ya Selam yazıyordu kitabının adını, biz Katalunya'dan Selam diyelim futbol romantiklerine.

Tarihin en güzel futbol oynayıcıları sahne alıyor, futbol yeniden başlıyor. Önce aşk, Galatasaray, 20'de.

13 Ağustos 2010

A. Eren Loğoğlu

Transfersizlik



Beklenti içersine girilen transferler gerçekleşmeyince karamsar bir hava oluştu forum vb. platformlarda. Taraftarı 5 yabancı transferi olacak şeklinde yönlendiren yönetimin payı çok büyük gelinen noktada. Büyük bir hayal kırıklığı var ve lig yarın başlıyor.

Federasyon yabancı sayısını dolaylı yoldan da olsa artırmış, kulüpse eldekileri yabancıları teker teker gönderiyor. Gidenlere bakıyorum, Nonda, Keita, Gio, Jo ve Leo yabancılar, M Topal, E Güngör ve Uğur yerliler. Çok ciddi eksilme olmuş. Gelenlere bakıyorum, Cana ve Pino yabancılar, A Turan, Çağlar, Musa, S Özkan ve M Batdal yerliler. Ciddi katılım olmuş, daha çok alternatifler üzerinde durulmuş.

Elano değerini bulursa satılacak, eğer kalırsa çok da gemilerin yakılacağı bir durumda olmadığımızı düşünüyorum.

Kaleciler: Aykut, Ufuk, Emirhan

4 - Sabri, S Kurtuluş, Çetin, A Turan, Lucas, Servet, G Zan, H Balta, Çağlar

2 - Cana, M Sarp, Ayhan, Barış, Musa, Cumhur

3 - Pino, S Özkan, Elano, E Çolak, Kewell, Arda

1 - Baros, M Batdal

İdeal 11 : Emirhan, Sabri, Lucas, H Balta, Çetin, Cana, Cumhur, Elano, Arda, Kewell, Baros

Yedekten gelmesi muhtemel olanlar: Ufuk, A Turan, Çağlar, Ayhan, Musa, E Çolak, Pino, S Özkan, M Batdal

olsa ya!

Transfer yapılamıyorsa, ekonomik ya da başka sebeplerden, kulüpler altyapılarına yönelir, FC Barcelona da uyguluyor bunu. City'ye giden Toure'nin ve transfer olması beklenen Cesc'in yerine üç aday var şimdiden.

İlk 11'inde 5 altyapıdan oyuncusu bulunan ve diğerlerinden bu yönüyle ayrılma gururunu yaşayan bir takım olma şansı var, E Çolak ile bu sayı artabilir de. Lucas, Cana, Kewell gibi üç lider vasfa sahip oyuncu, Baros gibi bir makina, Arda gibi de bir özel yetenek mevcut. Yanlarına ekleyeceğin, Emirhan, Çetin, Cumhur, Musa, E Çolak, M Batdal gibi isimlerle geçen sezondan farklı nerede olabilirsin ki? Deneyelim, ne kaybederiz, 10 milyon Euro daha mı? TT Arena'da Şampiyonlar Ligi oynama şansını mı? Daha Ayhan, A Turan, Çağlar, Pino ve Serdar duruyor, beklentiye girilmesi muhtemel. Servet, G Zan, Barış ve M Sarp'ı saymadım bile, onlar da eski form seviyelerini bulabilirler.

Bizler Galatasaray'ı Avrupa'da Porto, Lyon seviyesinde istikrar yakalamış olarak görmek istediğimizden, kusursuza yakın bir takım düşlüyoruz, Cana'nın yanına Kallström geliyor hep bu sebepten. Biraz da yönetimin plansızlığına, organizasyon sıkıntısına kızıyoruz.

Sağlık Kurulu değişti, TT Arena yükseliyor, Rijkaard ve Neeskens Florya'da.

Durum kesinlikle çok kötü değil, haksızlık etmeyelim, kadrosunda Arda, Elano, Kewell, Baros olan bir takımın karalar bağlamaya hakkı yok, olmamalı!

13 Ağustos 2010

A. Eren Loğoğlu

11 Ağustos 2010

Gala & Barça



Hagi güzel adam, ismini verdiği Talent Cup organizasyonuna, 3 takım davet etmiş;

FC Barcelona, Galatasaray, Real Madrid, formasını giydiği takımlardan üçü.

Barça'nın başında Dream Team üyesi Sergi var. Pep, Luis Enrique ve Sergi, üst ve altyapıları. Kadrolara bakıldığında Cruyff markası göze çarpıyor bir anda, irkiliyorum. Johan'ın torunu, Jordi'nin yeğeni Joshua Angoy Cruyff imiş. Johan'ın kızı Chantal, eski Barcelona kalecilerinden Jesus Angoy'la evlenmiş ve çocuklarına Joshua ismini vermişler. Dedesi ve amcası gibi hücumda değil, babasına yakın, savunmanın solunda oynuyormuş.

2. Johan, Neeskens'in büyük oğlu Armand Galatasaray, küçük John Ramirez FC Barcelona altyapısında, Florya ve La Masia.

FC Barcelona Juvenil A'da dikkat çeken eksikler görülüyor. Geleceğin yıldız adaylarından Carmona ve Messi etkisi yapacağı düşünülen, gerçekten büyük beklenti içine girilen Gerard Deulofeu yok sanırım Romanya'ya gelen isimler arasında.

Galatasaray ve FC Barcelona'nın, Hagi, Popescu, De Boer, Rijkaard, Neeskens, gün gelir Johan Cruyff, Florya, La Masia gibi kesişim kümeleri yaratması kulübün geleceği adına umutlanmayı, romantik olabilmeyi artıran özel unsurlar, umarım devam eder ilişkiler.

11 Ağustos 2010

A. Eren Loğoğlu

S e v d a d a n d ı r

I

Hengame içersinde geçen onca ömür

Ezan vakti, duyulunca canhıraş çığlıklar

Cambaz çağrısı,
Top sahasından gelen çocukların yarattığı sanrıyla

Cümbüş zan altı
Keyfekeder bir kader

Vücut çalımı yemeyen ölüm
Tabutta rövaşata

Ve sonunda bitti seyrüsefer
Ezeli ve ebedi curcuna azameti

Hiçliğin tadı, doyumsuz damak ziyafeti

II

Tümden gelen nasıl varırsa tüme
Diyalektik der ya öyle

Dönüşür su damlası da yağmura
Yaşanmışsa da yeniden heves edilen rüyalar gibi

Göz önüne ve dil ucuna gelip gelmeme kararsızlığında
Sıkışmış görüntü ve ses

Enfes sararmış bir sözcük, ağırlığını taşımaz
Altın saklar değerini altında kocamış bir yastığın

Saklanmaz kabına sığmayan çocuk
Dehlizleri aşar da kurtulur esaret kodesinden

Bedel öder uğruna
Dağılmış pazar yerlerine benzemeden önce ucuzluk

III

Bir soru var, bir yanı kemirir beynimi, bir yanı kurcalar;

Yağmur'dan mı yoksa sevdadan mı?

Sevdadandır dedi annem.

11 Ağustos 2010

A. Eren Loğoğlu

07 Ağustos 2010

Karadeniz Fırtınası & Bordo Mavi & Trabzon'dan doğan Güneş & H a m (s) i & Inception



Trabzonspor'un kadro kurgusu;

Kale - Onur, Tolga

Savunma - Serkan, Egemen, Giray, Glowacki, T Cora, Ferhat, Cale

Orta Saha - Ceyhun, Selçuk, Colman, Engin, Sezer, Gabric, Yattara, Alanzinho, Burak, B Memiş, B Ataş, M Tosun

Santrfor - Teo, Jaja, Umut, Z Yelen

İdeal 11;

Onur, Serkan, Glowacki, Egemen, Cale, Ceyhun, Selçuk, Colman, Yattara, Alanzinho, Jaja

Zorluk derecesi düşük maçlarda, iç sahada Ceyhun'suz bir yapıyla, Burak, Engin, Gabric, Umut dörtlüsünü de rotasyonel kullanıp hücum varyasyonlarını da artırabilirler.

Geçtiğimiz sezonun en güzel oyunu, Türkiye Kupası Finali'nde Fenerbahçe'ye karşı sergilenmişti, büyüleyiciydi Trabzonspor.

Kadro mühendisliği konusunda uzman olan Ersun Yanal'ın katkılarıyla oluşturuldu bu yapı sanırım, hiç fena durmuyor, kanımca çok başarılı ve ders niteliğinde;

Onur, geçen yılın en çok gelişme gösteren kalecisi,

Serkan gibi seri, Cale gibi pas yapabilen, Balkan zekası olan dengeli iki bek,

Egemen, ülkenin şu an en iyi yerli merkez savunmacısı Ömer Erdoğan'la birlikte. Glowacki tamamlayıcı olacak sanırım, sıkı markaj & oyun kurma denkleminin ikincil kısmına. Daha Giray ve Ceyhun var.

Asıl güçlü olunan ve takımı başarıya sürükleyen bölge orta saha. Selçuk ve Colman gibi iki yönlü harika iki oyuncu bulunuyor kadroda. Selçuk savunmadan topu alıp uzun oynayabiliyor, oyunun yönünü değiştirebiliyor, topu kaptırmıyor, sıkışmadan pas verebiliyor, Colman'la da merkezde kısa paslarla al ver yaparak dikine ilerleyebiliyor, uzaktan şutları da var. Colman, Selçuk'u hücum yönünden yönünden tamamlıyor. İnce paslar onun işi.

Bu ikilinin önünde -zorluk derecesi yüksek maçlarda Ceyhun'la üçleniyorlar- Alanzinho, Yattara, Gabric, Burak, Engin gibi hem top tekniği çok yüksek, topla dikine gidebilen, adam eksiltebilen, yaratıcı ve seri oyunculara sahipler.

En ciddi sıkıntı yaşanılan yer santrfor. Umut çok çalışkan olmasına karşın -biraz da arkasına seçilen üçlünün, Burak dışında, ceza sahasına çok girmemesinden dolayı, aşırı enerji harcanan ve verimsizlik içeren bir çalışkanlık sergiliyor- sistemi bütünüyle işletemiyor. Metalist'ten gelen Jaja, ilerde tek başına takımın istediği özelliklere haiz mi, şüpheliyim, Teo'nun da golcülüğünden dem vuruluyor. Görünen ciddi bir rotasyon olacağı, kim formda olursa, formayı sırtına geçirecek.

Süper Kupa maçı esnasında, iki takımın hangi sebeple finalde yer aldığı algılanabiliyor, hareketlilik. Pası veren oyuncunun tekrar pas almak için koşu yapması, açı oluşturması, özellikle orta sahada görev alan isimler gerçekleştiriyorlar bunu. Başarılarının diğer sırları iki yönlü oynayanların varlığı ve seri oyunculardan kurulu olmaları.

Oyuncu kalitesi olarak çok üst düzey olmasalar da Avrupa'da ne oynanıyorsa sahaya yansıtıyorlar, belki bir alt modelini ve alkışı hak ediyorlar. Geçen sezonun sonunda da belirtmiştim, oyun olarak Trabzonspor, Bursaspor'dan çok daha iyi bir takım.

Bu ülkede, spor adamları içersinde, hakkı en az teslim edilendir Şenol Güneş. Trabzonspor'la birkaç defa şampiyonluğun kıyısından geçmiştir, Dünya Kupası 3. lüğü Terim'in felsefesine sadakatinin ödülüdür, akılcıdır. Küçümsenir, Karadeniz'den çıkmıştır ya vizyon uygun görülmez ona! Oysa gözü pek bir adamdır, Kore'de kalır yıllarca. Şenol Güneş, bu coğrafyada futbolun gelişimine kendisini adapte edebilen çok az adamdan biridir ve emeği, bilimle birleştiren öğreticidir, öğrenirken hem de. Naif olmak en çok ona yakışır, elbisesidir. Oyunculuğundan alışkın olduğu şampiyonluğa teknik adam olarak da ulaşacaktır bir gün.

Trabzonspor sevdasının gönlüme düşmesi çocukluk zamanlarına denk gelir. Özel kanalların ilk yıllarıydı, Star'da yayınlanıyordu Avrupa maçları ve bizim mahallede pederin kurduğu televizyondan mahşeri bir kalabalıkla ve milli duygularla -Çukurova coğrafyası bir de, ne yoğundur- maç seyreylerdik. Hami'yi hatırlıyorum, Fransa'da Lyon maçında, direkten dönen topu tamamlayıp gole çevirmiş ve omuzlarını sallayarak oyun havası edasıyla yaşamıştı sevincini. 3. golde de aynıydı senaryo. Barcelona maçını anımsamıyorum hiç. Sonra Aston Villa deplasmanında, maçın son anlarında gelen Orhan'ın tavana astığı golü, çıldırış, Schalke 04'le 3 - 3 berabere biten maçta Hami'nin golleri, serbest vuruş atmak için orta saha çizgisini geçişleri, Martin Max'in hayalleri yıkışı, Schalke muazzam bir takımdı, Müller, Nemec, Wilmots, Max, Mulder ile ve o sene UEFA'yı kazanmışlardı. Bunlar unutulmuyor, yerine bir başka anı konulmuyor kolaylıkla.

Liverpool, Barselona gibi liman ve futbol şehri Trabzon. Forma renklerinden dolayı beslenen duygular da var.

Geçtiğimiz sezonun en güzel futbol oynayıcısı Trabzonspor yeniden doğuyor, Şenol'un Güneş'iyle birlikte.

Dipnot: Bu yazı Süper Kupa'nın devre arasında kaleme alınmıştır.

7 Ağustos 2010

A. Eren Loğoğlu

06 Ağustos 2010

OFK Belgrad & Düşler Sahnesi Kuraları



Belgrad deplasmanından;

Kewell + 2 olarak kalsın ve en azından Baros'un alternatifi olsun derken tam da böyle zor bir zamanı kast etmiştim, ne de güzel oldu, Kewell sadece futbol aklıyla maçı çözdü, oyun içersinde pek yoktu aslında fiziksel olarak yetersizdi ve yeteneklerini de sergileyemedi, hiç oyuncu eksiltemedi ya da uzaktan şut atamadı örneğin. Tüm bunlara karşın sahada olması gerektiğini de birkaç hareketiyle gösterdi.

Cana ve Pino'ya zaman gerekiyor, Cana daha nerede duracağına karar veremiyor çünkü takım olarak bir düzensizlik var. Pino'dan Keita etkisi beklemek hayal olsa da belli bir seviyeye yükselebilir. Bekler çok ciddi hatalar yapıyorlar, Sabri'den hiç umutlu değilim bu sene, pas tercihlerinde büyük yanlışları var. Servet düzeliyor gibi. Ayhan bu sezon da katkı yapar, iki yönlü oynayabilen tek isim.

Aykut'la işimiz hiç kolay değil, Ufuk da ayaklarını kullanamıyor.

Son olarak Baros'a alternatif yabancı oyuncu transfer etmek yerine bek düşünmek daha akılcı olur, hatta kaleci ya da merkez savunma bile olabilir yabancı, genç bir isim olursa da, sakatlıklar ve cezalılar olduğunda süre alır ve kontenjan sorunu da yaratmaz. Kewell ve M Batdal yeterli kanımca Baros olmadığında.

Bir de nerdeyse 20 yıldır gole dönüşen ön – arka direk korner çalışması için Feldkamp’a teşekkür etmeliyim. Stumpf’dan bu yana kimler geldi ve geçti, hala bu yöntem başarıyla işliyor.

Fenerbahçe’nin gecesine dair birkaç kelam;

Sahada 6 yabancı + Volkan, Emre var. G Gönül de sonradan oyuna giriyor. Lugano yok sadece ve Young Boys iki maç içersinde de sürekli doğru pas ve koşular yaptığı güzel oyunlar sergiledi.

Fizik güç olarak sıkıntı çekiyorlar ama düzelirler muhtemelen. Bu sezon geride sağlam, ilerde seri adamlarla sonuca giden bir kurgu hesaplıyorlar. Avrupa sahnesi dışında -onlar pas yapıp, perişan edebiliyorlar çünkü- başarılı da olma olasılıkları yüksek kanımca.

Aynı anda Stoch ve Dia transferi yanlış bir hamle gibi geldi. Ters kanattan ceza sahasına girme özellikleri hiç yok, birbirlerini tamamlayan oyuncular değil, benzer tarzları var ve ancak biri diğerinin yedeği olabilir gibi durdu.

Alex şablonu sorunları devam ediyor. Alex oynamak zorundaysa ona göre sistem kurmak farklı zaaflar ortaya çıkarıyor, kısıtlı yerleşim olanaklarıyla sıkışıyorlar.

Rıdvan Dilmen mutlaka avukatı olacaktır arkadaşının, bu işin doğrusu, objektifliği olmaz, çok abuk ve kendiyle çelişen söylemleri sezon boyunca duyulacaktır ekranlarda, şüphe yok!

Bugünkü kuralar öncesi

Umarım şöyle olur eşleşmeler;

Galatasaray AŞ - Debreceni VSC

PFC Levski Sofia - Trabzonspor AŞ

Beşiktaş JK - SK Rapid Wien

Fenerbahçe SK - PAOK

Pot 1'e yükselme olasılığımızı artırmak üzerinden değerlendirme;

Group 1'de PFC CSKA Moskva - Maccabi Tel-Aviv FC

Group 4'de Liverpool FC / FC Steaua Bucureşti - Trabzonspor AŞ

Group 6'da VfB Stuttgart - FC Sibir Novosibirsk

Group 7'de Fenerbahçe SK / Villareal CF - PAOK

eşleşmeleri olursa Pot 1 şansı artar Galatasaray'ın.

Rus takımı hakkında bilgim yok ama liglerinin seviyesinin çok yükselmesi ve uzaklık gibi ev sahibi olma avantajlarıyla baş ağrısı yaratabilirler. Keza İsrail takımı için de aynı durum geçerli. Pot 1'de yer alan diğer takımların elenme şansı az gibi duruyor.



Ve kuralardan sonra

Kura sonrası Pot 1'de yer alan takımların eşleşmelerine bakalım;

Liverpool FC - Trabzonspor AŞ

Racing Genk - FC Porto

Villarreal CF - Dnepr

PFC CSKA Moskva - Anorthosis

FC Sibir Novosibirsk - PSV

Sturm Graz - Juventus

Sporting Lisbon - Brondby

PAOK - Fenerbahçe SK

Slovan Bratislava - VfB Stuttgart

AZ Alkmaar - Aktobe

Grasshoppers Zürich - FC Steaua Bucureşti

Umut bağlanabilecek maçlar var kanımca.

Trabzonspor tarihi yeniden yazabilir, duygularımı katıyor gibi olsam da. Liverpool, Teknik Adam değişikliği yaptı, ayrıca ligde 15 Ağustos'ta Arsenal ve 23 Ağustos'ta Manchester City maçları oynayacaklar.

Trabzonspor elesin, Fenerbahçe elensin -ki gayet olası, CL elemesinden geliyorlar ve Ajax'ı nerdeyse saf dışı bırakacaklardı- Galatasaray Pot 1'e yükseliyor.



Tehlike oluşturan CL eşleşmeleri;

SC Braga - Sevilla FC

SV Werder Bremen - UC Sampdoria

FC Zenit St. Petersburg - AJ Auxerre

FC Dynamo Kyiv - AFC Ajax

Young Boys'a da aman diyorum, daha öte gidemezler herhalde. 43500 puanıyla kritik bir eşik yakalanmış, Anderlecht geride kalıyor. Buradan da bir takım gelebilir UEFA'ya ve üstümüzde yer alıp Pot 1’e girmemizi engelleyebilir.



Bursaspor için de iki opsiyonlu bir istek yapayım;

İlki FC Barcelona’yı izlemek üzerine kurulu; FC Barcelona, AS Roma, Tottenham Hotspur, Bursaspor

İkincisi Real Madrid rüyaları üzerine; Chelsea, Real Madrid, Schalke 04, Bursaspor



FCB'nin yeni formaları olağanüstü güzel duruyor, Cesc bir sezon daha giyemeyecek olsa da!

Galatasaray’ın rakibi FC Karpaty Lviv’den az da olsa bahsedelim. Metalist Kharkiv tecrübesinin dikkate alınması gerekiyor, bir farkla. Bu takım Ukrayna’nın doğusundan değil, batısından, Polonya sınırında. Yapılabilecek tek olumlu yorum bu olur herhalde, diğer kısımlar bilinmezliklerle dolu.

6 Ağustos 2010

A. Eren Loğoğlu

01 Ağustos 2010

Joseph'in 3. Senesi



Pep göreve başlarken kadro, 4 - 3 - 3'e göre, 2008 - 2009 sezonu;

Kaleciler - Valdes, Pinto, Jorquera

4 - Dani Alves, Caceres, Puyol, Pique, Marquez, Milito, Abidal, Sylvinho, Victor Sanchez

3 - Toure, Sergio, Xavi, Iniesta, Gudjohnsen, Keita

3 - Messi, Henry, Pedro, Bojan, Hleb, Eto'o

Gelenler - Pinto, Dani Alves, Caceres, Pique, Keita, Hleb, Henrique, Crosas

Gidenler - Thuram, Edmilson, Zambrotta, Oleguer, Crosas, Deco, Ezquerro, Gio, Ronaldinho

Kiralıklar - Henrique

Görev aldıkları ve başladıkları maç sayılarına göre, yaklaşık ideal 11;

Valdes, Alves, Abidal, Pique, Puyol, Toure, Messi, Xavi, Eto'o, Iniesta, Henry

Bu isimler dışında kalıp en çok forma giyen 7 oyuncu;

Marquez, Sylvinho, Sergio, Keita, Gudjohnsen, Hleb, Bojan

Sezon 3 kupayla sona eriyor, Lig, Kral Kupası ve Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu, gelecek sezona sarkacak 3 finalin de bileti alınıyor bu şekilde.

Daha iyisi yapılamayacak bir sezon, neredeyse kusursuz!

Pep'in 2. yılında kadro, 2009 - 2010 sezonu;

Kaleciler - Valdes, Pinto

4 - Dani Alves, Puyol, Pique, Marquez, Milito, Chgrynskiy, Abidal, Maxwell

3 - Toure, Sergio, Xavi, Iniesta, Keita

3 - Messi, Henry, Pedro, Bojan, Jeffren, Ibrahimovic

Gelenler - Chgrynskiy, Maxwell, Keirrison, Ibrahimovic, Henrique

Gidenler - Jorquera, Sylvinho, Gudjohnsen, Eto'o

Kiralıklar - Caceres, Henrique, Hleb, Keirrison, Victor Sanchez, Botia

Görev aldıkları ve başladıkları maç sayılarına göre, yaklaşık ideal 11;

Valdes, Alves, Maxwell, Pique, Puyol, Sergio, Messi, Xavi, Ibrahimovic, Keita, Pedro

Bu isimler dışında kalıp en çok forma giyen 7 oyuncu;

Marquez, Milito, Abidal, Toure, Iniesta, Bojan, Henry

Sezon 4 kupayla sona eriyor, Avrupa ve İspanya Süper Kupası, FIFA Dünya Kulüpler Kupası ve Lig. Üçünün önceki sezondan kalan bir öyküsü olduğunu da unutmamak gerekiyor. Şampiyonlar Ligi Yarı Finali'nde Mourinho'nun Inter'ine eleniyorlar.



Bu göreceli düşüşün sebebi nelerdi, üstteki verilerle bir değerlendirme yapalım;

Yaklaşık ideal 11'den değişen oyuncu sayısı 5, neredeyse takımın yarısı. Abidal, Toure, Eto'o, Iniesta ve Henry yerine Maxwell, Sergio, Ibrahimovic, Keita ve Pedro yerleşmiş, daha çok görev almış.

Barcelona'nın bu 2 sezonunda başarının temeli olarak gösterilen etken Xavi & Iniesta'ydı, doğruydu da. 2008 Avrupa Şampiyonası'nı ve 2010 Dünya Kupası'nı da kazanarak kanıt sundular bu teoriye. En çok övgü duyan onlardı, Messi'yi ayrı tutarsak. Kimi zaman övgülerden az pay kapan, geriye atılan bir hücum üçlüsü vardı, Messi - Eto'o - Henry şekliyle. Düşüşün başlıca sebebi kanımca bu üçlünün bir sonraki sezona taşınamamasıydı. Eto'o zorunluluktan takas edildi, Ibra beklentileri karşılayamadı, uyum süreci yaşadı, Henry, İrlanda'ya elle attığı golden sonra toparlanamadı ve formunu tamamen kaybetti, formasını da Pedro'ya verdi.

Belki de hiçbir zaman bir daha böyle kusursuz bir hücum hattı ve performansı olmayacak. Eto'o muazzam bir tamamlayıcıydı, Henry'se sihirbaz. Ronaldinho ve Messi'nin yanında sönük kalsa da Thierry Henry büyük oyuncuydu ve 6 kupaya giden yolda hünerlerini sıklıkla sergileme şansını buldu, Barcelona'nın diğerlerinden farkı da bu oldu. Tarihi Madrid zaferinde oyunu dejavu gibi iki kez açmayı başaran bir adamdı Henry. FCB'ye en yakın futbolu oynayan Arsenal'den gelmesi de büyük avantajdı.

Pedro, onun boşluğunu doldurdu denebilir istatistiksel olarak ancak Henry'nin oyuna katabildiklerine erişebilmesi için daha çok zaman var. Barça eğer Pedro'yu bulmasaydı ve sezon sonunda Ibra'nın yerine Bojan'ı koymasaydı, hüsran dolu bir sezon geride kalmış olabilirdi.

Eto'o ve Henry'den sonra Iniesta'nın sakatlıklar sebebiyle Keita'dan daha az görev alması da bir başka etkendi. Iniesta'nın açık bölgelerinde değil de merkezde Xavi'ye yardımcı olması gerekiyor, kimi zaman Xavi'ye aşırı önlem alındığında, devreye giren Iniesta, rakibi çaresiz bırakıyor.

Sergio'nun Toure'nin yerini doldurduğunu söylemek yanlış olmaz. Yine de Toure, hücum özellikleri de yüksek olan, daha sert ve Sergio'dan birkaç seviye daha iyi bir oyuncuydu. Sergio'nun avantajı, La Masia'dan gelmesi, yani Barça'nın futbol felsefesinin iliklerine kadar işlemiş olmasıdır.

Maxwell, Abidal'den daha iyi bir parça oldu, hücum yönünden. Sürekli sağ açık bölgesini Messi & Alves ile kullanan Barça, oyunun yönünü değiştirdiğinde çalışılmış bir set hücumuyla Maxwell'i arkaya kaçırdı ve altıpasa son dokunuşun yapılacağı paslar atmasını sağladı.

Cruyff, Pep, Txiki ve Laporta, 2 sezonun performans ve gereklilik değerlendirmesini yapamadan, birer birer kulüple bağlarını geçici de olsa kopardılar. Johan'ın gölgesi kulüp ve şehir üzerine daima düşecek, kaçış yok! Laporta'dan Rosell'e geçiş çok sancılı olacak. Txiki'nin yerine Zubizaretta geldi, büyük bir farklılık olmayacaktır.

Transfer sezonunun kapanmasına bir ay var ve Barça ne durumda, 2 yıldan dersler çıkartılabildi mi, göz atalım;

Kaleciler - Valdes, Pinto

4 - Dani Alves, Puyol, Pique, Milito, Abidal, Maxwell, Adriano

3 - Sergio, Xavi, Iniesta, Keita

3 - Messi, Pedro, Bojan, Jeffren, Ibrahimovic, David Villa

Gelenler - Adriano, David Villa, Hleb, Caceres, Victor Sanchez

Gidenler - Marquez, Chygrynskiy, Botia, Toure, Henry

Kiralıklar - Henrique, Keirrison

Hleb ve Caceres'in durumları belli değil, kiralanabilirler. Cesc transferi, tahmin ettiğim üzre bu sezon da gerçekleşmeyecek. Ibra kalıyor. Savunmanın merkezinden iki oyuncu eksildi, mutlaka takviye gerekiyor, Abidal bu bölgeye kayabilir, Adriano'nun geldiği düşünülünce. Sergio'yla rotasyona girecek bir oyuncu hala bulunamadı, Cesc'i getirirlerse, altyapının parlayan ismi Romeu'yu bu bölgeye yerleştirecekler, Iniesta da sola kayacak. Ibra & Villa dönüşümlü kullanılacaktır, kimi zaman Ibra ya da Villa sola geçecek. Bojan'dan geçtiğimiz sezonun sonundaki performansını devam ettirmesi ve patlama yapması bekleniyor Pedro gibi.

Pep, transfer dışında, La Masia'ya çok güveniyor, savunma ve orta saha eklemeleri kestirmeden yapılabilir.

La Masia'dan yakın zamanda Camp Nou'ya geçmesi olası oyuncular;

Kaleciler - Ruben Mino, Alex Sanchez

4 - Andreu Fontas, Marc Bartra, Marc Muniesa, Martin Montaya, Carles Planas

3 - Oriol Romeu, Thiago Alcantara, Jonathan

3 - Gai Assulin, Ruben Rochina

Albert Botia'nın da geri alma opsiyonu var.



Tablo incelendiğinde, Xavi ve Puyol 2 - 3 yıl içinde performans düşmesi yaşasa bile, iskeletin korunduğu görülebiliyor, hele de Cesc transferi olursa. Yapılanma yaş dengesini de kurmuş durumda, La Masia doğurmaya devam ettikçe de Johan'ın yarattığı bu futbol felsefesi ölümsüzlüğe ve yeni zaferlere doğru ilerleyecek. Ve Pep, zamanı geldiğinde devredecek görevini, arkadaşı, yoldaşı Luis Enrique'ye.

1 Ağustos 2010

A. Eren Loğoğlu