Başlık Can Yücel'in Sevgi Duvarı şiirinden, Ahmet Kaya'nın besteleyip seslendirdiği.
Ne anlatıyor (Başkan) Adnan Polat, kime, neyi anlatıyor?
- Ben çok partili demokratik sisteme ve hukukun üstünlüğüne inanırım.
Başkan kendisiyle çelişiyor, konuşmasının devamında demokrasilerde protesto etme hakkının olduğundan bahsetmişti. Protesto eden kitle 300 Spartalı, terör örgütü üyesi veya provokatör dahi olsa bu hak elinden alınamaz eğer demokrasi varsa ve demokratik sisteme inanan biri bunu savunur.
- Galatasaraylılığımı kimseyle tartışmam. Bana bunu kimse öğretemez çünkü ben oralardan geldim.
Galatasaraylılığının tartışılmasını istemeyen biri, başkalarının Galatasaraylılığını da tartışmaya açmamalıydı. Hele de Galatasaray'ının açılışına gelen taraftarının.
- Ben Galatasaray'ı her zaman siyasetin üzerinde tutmuşumdur çünkü Galatasaray siyasetin üzerindedir.
Galatasaray siyaset üstü bir kurumsa -ki öyle, 30 milyon sempatizanı var kozmopolit bir yapıda ve cumhuriyetten yaşlı bir spor kulübü, beşyüz yıllık tarihi bulunan- Galatasaray Başkanı, siyaset makamında oturan insanlardan azar, hakaret duymaz. Genel Kurulu vücud, taraftarı ruha benzeten birinin her iki olguyu da dış etkilerden koruması gerekir, camianın başkanı olarak. Gelip geçici olan ve halk tarafından verilen payelerle siyaset kurumuna yerleşenlerin Galatasaray'a ve taraftarına hiç hak etmediği sözler sarf etmesini engelleyemiyorsanız, Galatasaray'ı dibine kadar siyasetin içine sokmuşsunuz demektir.
- Rahmetli Özhan Ağabey, "Kaçarın yok, geleceksin" dedi. O dönem Siyaset Meydanı programında bir anket yapılmıştı. 7 başkan adayı gösterilmişti. Diğer 6 aday yüzde 8 oy almıştı, ben yüzde 92 oy almıştım. Ben hiç planımda olmamasına rağmen gerek başkanım gerek de taraftarım çağırınca göreve başladım ve o günden beri hayatımın yüzde 99'unu kulübe harcadım.
Acaba şu an bir anket yapılsa, yüzde kaç oranla başkanlığı bırakmasının isteneceğinden habersiz sanırım Adnan Polat.
- 3-4 bin kişilik yeri de boş bıraktık. Dedik ki bu stadın yapımı için emek harcayan hangi kurum varsa onları davet edelim. TOKİ, Metro, Bakanlık, Belediye, Karayolları, Emniyet… Hepsine sorduk. Birçok kurum bizden davetiye istedi. Örneğin VARYAP'a 1500 davetiye verdik işçiler gelsin diye. Orada çok muhteşem bir görüntü vardı. Açılışa Sayın Başbakanımızı da davet ettik ve o da kabul etti. Biz o gün çok yorgun ve uykusuzduk. Oradaki şovlar başladığı anda görev yapan emniyet mensupları olağanüstü önlemler almıştı. Emniyet Müdürlerinden biri bana, 'Davetlilerin dışında içeriye 300'e yakın sızma olmuştur' dedi. Bunların kim olduğu belli değildi. O da bizi endişeye sürükledi. Ben de stadın içinde 3-4 kere tur attım endişemden dolayı. Sayın Başbakanın gelmesinden sonra 300-500 kişiden tepki geldi. Bu işin doğasında var. Bunlar olabilir.
Emek harcayanları düşünürken ölen işçilerin aileleri ve isimleri nasıl unutulur! Emek harcayandan çok işim düşer kapısı olarak görülenlere çekilen peşkeş değil midir davetiye dağıtma meselesi! Hani başkanı dinleyen de arenanın inşaatında çalışan işçilerin, mühendislerin davet edildiğini zanneder! Üst düzey TOKİ, Bakanlık, Belediye, Karayolları, Emniyet yetkilileri ve onların yakınları diyemiyorsunuz elbette, emek harcayanlar oluyor tanım.
Başkan, olayda emniyeti de suçluyor, sızma var diyerek. Başbakanın geldiği bir yerde güvenlik zaafiyeti yaratan emniyet yetkilileri -kimse onlar, Emniyet Müdürü, Vali- derhal istifa etmelidir. Başbakanını korumaktan aciz bir güvenlik anlayışı vardı o gece gibi bir algı çıkar bu sözlerden.
Adnan Polat, alenen yalan konuşuyor aslında, kendisi de biliyor bunu söylemesi gerektiğini, aksi durumda kurul üyelerini, kombineli taraftarını suçlamak zorunda kalacak, emek harcama kontenjanından gelen yetkililer ve yakınlarının protestoya katılmayacağı düşünüldüğünde.
Sızma ne demektir yahu, biri bunu da izah etsin. Davetiyesi olmayanın belli bir noktadan öteye gidemediği bir stadyumdan bahsediyoruz. Giriş ve kontrol noktaları var bir sürü. Devlet erkanının geleceği bir ortamda üst düzey güvenlik var, hatta bunun istihbaratı bile var. Zeytinyağı gibi üste çıkma çabası bunlar, birilerine suç atıp en az zararla kurtulma planları.
Türkiye'de her olay provokatöre, Ergenekon'a, balyoz darbe planına bağlanmaya başladı. Bu örgütlenmeler yoktur demek komik kaçar bu saatten sonra ama her beğenmediğiniz konuyu da gidip aynı yere iliştirmeye çalışmak da sorumluluğu üzerinden atmaktan öte bir şey değil. Kolay yolu seçme, egemenlerin en büyük gücü olan, halkı aldatma gücünü.
- Konuşma orada yapılmaması gereken bir üslupta olabilir. Bu davetlilerimizi rahatsız etti ve tepki kondu. Bu da doğaldır. Dün Sayın Bayraktar beni aradı ve konuştuk. Bana dedi ki, 'Sayın Başkan benim nasıl bir Galatasaraylı olduğumu biliyorsun. Ben çok üzgünüm', Ben de 'Neden böyle konuştun?' dedim. 'Ben bu büyük kalabalığın önünde ilk kez konuşuyorum. Yanlış yaptım. Sadece yönetimin içinde bulunduğu zaafiyeti anlatıp o durumdan bu duruma nasıl bir çalışma yapıldığını anlatmak istedim. Ben bağırdıkça taraftar daha çok bağırdı ve olay farklı bir yere gitti. Ben hepinizden özür diliyorum' dedi. 'Bunu paylaşabilir miyim kamuoyuyla?' diye sordum ve 'Evet' dedi. Bu konu benim için kapanmıştır.
Hala TOKİ Başkanı'nı savunma çabaları, Galatasaraylıymış da, ben bilirim de söylemleri, çok yazık. Kendi ağzından dileyemediği özrü bir de aracı yoluyla iletiyor, bir gün çıkar ben söylemedim öyle bir şey bile diyebilir yani, yalanlayabilir, ucu açık. Konuşma, bilinçli olarak hazırlanmıştı, bunu bile görmezden geliyor Polat. Oğlunun önünde babasına küfür edilir mi yahu! Rahmetli Canaydın'ın durumunu anlatırken sarf ettiği özensiz sözcükler ve Galatasaray'ın asıl sahibi taraftarları önünde yöneticilerini rencide eden uzun cümleler. Geceye daha karanlık bir gölge düşemezdi. Haliyle tepkiler doğdu burdan. Uğultu, kulakları sağır edecek bir desibel seviyesine yükseldi, 300 opera sanatçısı getirsen çıkmayacak bir ses.
Organize işler tam da burada kendini gösterdi işte. Bu olumsuz havanın eseceğini oraya gelmeden önce tahmin eden kulüp başkanları, federasyon ve hükümet yetkilileri, nerdeyse eksiksiz bir kadroyla ortamı terk ettiler. Anlık bir karar alınsa mutlaka arada fireler olurdu diye düşünüyorum. Kararsız kalan başkan Adnan Polat da, açılış maçının ikinci yarısı ayrıldı arenadan, egemenlerin suyuna gitmek üzre, bağışlanma istemiyle.
- Ertesi günkü toplantıdan sonra bir açıklama yaptık. Keşke yazılı yapsaydık bu açıklamayı. Bu içeriye sızan ismi provokatör olarak tanımlanabilecek kişilerle ilgili konuştuk. Ali Sami Yen'de de her maç sonrası kamera görüntüleri emniyet tarafından alınırdı. Burada da öyle oldu. Bir de bu insanlarla ilgili bir söylemde bulundum. O yoğunlukta bunu yanlış biçimde "protestocular" olarak söyledim. Sonra anladım ki yanlış kelime kullanmışım.
Ne fark eder sözlü ya da yazılı olması, sızma, provokatör, big brother is watching you gibi kavramların bulunduğu ortamda. Ne değişir! Her şeyin kurgu olduğu sözcük hatasından bile anlaşılıyor.
- Kaldı ki demokraside protesto etme hakkı vardır. Ne ıslıkçı ne de protestocu avına çıkmadık. Biz kimsenin ismini emniyete vermedik. Öyle bir potre çizildi ki sanki biz Galatasaray taraftarını fişliyormuşuz gibi. Bu durumdan da kendine vazife çıkaran bir sürü insan oldu. Bu kelimeden yola çıkarak 5 gündür beni yargılıyorlar. Biz ne söylediğimizi, ne yaptığımızı biliyoruz. Bana kimse Galatasaray taraftarlığını öğretmesin. Taraftarı kışkırtıp taraftarı politikaya alet edip kendine pay çıkarmak isteyen bir sürü insan var. Bunların hiçbiri benim gözümü korkutamaz. Ben bugüne kadar yaptığım her şeyin arkasındayım. Ben bugüne kadar taraftarıma tek bir laf söyletmedim. Bana diyorlar ki, 'Pazar günü stada gitme protesto edecekler', Beni protesto edecekse Galatasaray taraftarı etsin. Bizi asacak Galatasaray taraftarı asar başka kimse asamaz"
Galatasaray taraftarı, u - 17 olayında da fişlenmişti, burda da aynı senaryo izleniyor. Bir grubun üzerine yıkarım ve kapatırım meseleyi diye düşünerek hareket eden Adnan Polat idi, başkası değil!
Taraftarıma tek bir laf söyletmedim diyor ya, orda çıkılıyor şirazeden. Yahu yalanıp yutulacak mı net ortamında devlet yetkililerinin ettiği hakaretler, kulaklar sağır, gözler kör mü oldu bir anda! Hem birilerine sitem edip hem de sitem edilen eylemin olmadığını nasıl söylüyorsunuz, hangisi doğru?
- Başkan Adnan Polat, bazı AK Partili dostlarının söylemlerinin de kendilerini kırdığını belirterek, "Galatasaray camiası 25 milyonluk, bazı ülkelerden fazla nüfusu olan bir kulüptür. Bu kulüp itilip kakılacak bir kulüp değildir. Kongre üyelerimize de seslenmek istiyorum. Bir süre televizyon ekranlarında konuşmayın, susun. Biraz sükunet lazım. Bizi değerlendirmek istiyorsanız 45 gün sonra genel kurulumuz var. Gelin oraya, değerlendirin. İbra edin veya etmeyin. Ama şu anda lütfen biraz sessiz kalın. Bir de bizim ağabey diye hürmet gösterdiğimiz bazı kişiler var. Bazı üyelerin oyları sanki bunların ipoteği altında. Sanki Galatasaray üyeleri kendi kendilerine karar veremezmiş gibi ağır ağabey görüntüsü veriyorlar. Kimse Galatasaray Kulübü'nün üyelerini bu şekilde aşağılayamaz."
Kulübün itilip kakıldığını kabul etmek bile başlı başına bir istifa sebebidir. Bunlara haddini bildiremeyen ve siyaset üstü bir kurumun başkanlığını yapmak sanrıdan öte bir şey değildir. Ya da siyaset altına inip hiç çıkamazsınız işin içinden.
- Türk Telekom Arena Stadı'nın devriyle ilgili görüşmeler sürdüğünü vurgulayan Başkan Polat, "Bunun da işlemleri birkaç güne kadar bitecektir. Bu stadyumu arzu ettiğimiz seviyeye getirene kadar biraz zamanımız var. Devri 10 güne kadar bitirmeyi planlıyoruz. TOKİ, stadyumu GSGM'ne teslim etti 68 sayfalık bir eksik listesiyle. Biz de onlardan alacağız stadyumu. Eksikler de tamamlanıyor yavaş yavaş. Biz devralmadığımız için de fazla bir şey yapamıyoruz şu an" diye konuştu.
Daha ne denilebilir, 68 sayfalık eksik listesiyle devri alınan bir arena ve edilen teşekkürler, dilenen özürler, ne için, bitirilmeyen işlerin ödülü mü?
Anlatsanıza;
Galatasaray, TOKİ’ye Aslantepe’deki stadın 24 ay içersinde bitirilmesi ve 49 yıllığına üst kullanım hakkıyla teslim edilmesi karşılığında 40 sene daha üst kullanım hakkına sahip olduğu, şehrin en değerli bölgelerinden biri olan 35 dönüm Mecidiyeköy arazisini bırakmaya razı oldu. Arazinin satışı ihale yoluyla gerçekleştirildi, Aşçıoğlu İnşaat 475 milyon TL ödeyecek TOKİ’ye. Bunun yanında Galatasaray’ın Seyrantepe’de 384 dönüm üst kullanım hakkı vardı ve bundan da vazgeçildi arena karşılığında. Kompleks 120 dönüm yer kaplayınca, kalan 264 dönüm alan için Şişli Etfal Hastanesinin taşınması düşünülüyor. Bu işlem gerçekleşirse, boşalacak olan mevcut hastane arazisi de değerlendirilecek. Uluslararası turnuvalar, saygınlık gibi kalemleri de var bu işin.
Cebinden çıkmayan paraların hesabını, geciktirilen ve bitirilmeyen işleri, olmayan lütfu, hayır hasenatı, iyiliği anlatsanıza, kimden ve neden çekiniyorsunuz, devir teslimi olmaz diye mi korkuyorsunuz!
Galatasaray sokakta oynarsa, kaldırımdan destekleriz biz, merak etmeyiniz. Motto bu!
- Ne ben ne de ailem bugüne kadar devletle hiçbir iş yapmadık. Bu ülkenin içinde yaşayıp da devletle işi olmayan var mı? Bizim hiçbir ticari ilişkimiz yok devletle. Bazı senaryolar var. Bunların hepsine de cevap verdim. Lütfen yeni senaryoları da getirin varsa, onların da cevabını alırsınız.
Devletle işi olmayan yoksa, neden siz istisna sayılmalısınız? Ege Seramik ve TOKİ bağlantılarının ne olduğuna bakılması gerekiyor sanırım. 2004 yılında enerji işine girdiğinizi belirten de sizsiniz.
- Artık futbola eğileceğim. Ben de bu işi biliyorsam ben de bu takımı iyi yerlere getireceğim. Yoğunluktan dolayı belki 3 sene zaman harcayamadım ama benim yönetimde olduğum zamanları hatırlayın. Bir 20:45 şampiyonluğu var bir de son 6 hafta hocasız kaldığımız şampiyonluk var. Transferlerin sözünü verdik ve yaptık. Transfer bitti mi hayır bitmedi. Galatasaray formasının hakkını verenler bu takımda kalacak, vermeyenler de ayrılacak. Önlerinde bunun için yeterli zaman var.
Ben ve Sezgin'in Teknik Adam olduğu diyememiş burada. Sayın Polat, ne zamandır aynı söylemi belirtiyor, futbola eğilim, Florya'da yatma. % 99 değil miydi zaten Galatasaray ilgisi, futbol bunun mutlaka büyük bir kısmını kapsıyor olmalıydı.
Utanıp sıkılmadan transfer mevzusuna girmeyi başarı saymış bir de Başkan, pes! Kalacaklar / ayrılacaklar masalı devam ediyor, 6 ay daha ötelenmiş.
- Eski dönemleri herkes unuttu. UEFA'nın kara listesinde 1 numara olan, elimizdeki malları kaybettiğimiz, hiçbir bankanın 5 kuruş para vermediği, sürekli icraların geldiğini dönemleri unuttuğu herkes. Ben o dönem "haydi" dediğimde, "deli misin sen?" diyenler şimdi ahkam kesiyorlar. Galatasaray şimdi cazip hale geldi. Bu da beni mutlu ediyor aslında. Demek ki iyi işler yapmışız.
Toplantının iki doğru sözünden biri buydu. Buydu da, sen değil misin ahkam kesenlerle beraber yolculuğa çıkan diye sormazlar mı?
- Dün yaptıkları yönetim kurulu toplantısında ikinci başkan Mehmet Helvacı'nın kendisine, "İbra olmayacağız, erken seçime gidelim" dediğini ifade eden Başkan Polat. “Benim ibra olmayacağım diye bir derdim yok. Ben yaptığım her işin hesabını veririm. Sanki Galatasaray yönetimi yolsuzluk, hırsızlık yapmışız gibi ibradan korkuyorlar. Bu kulübe şeffaflığı ben getirdim. Bana böyle bir öneriyle geliyor, "eğer olmazsa da imza toplar Seçim çağrısı yaparım" diyor. Ben bunu anlamadım bir daha sordum kendisine. Bunu da kendisi açıkladığı için söylüyorum burada. Yoksa açıklamazdım. Kimse Galatasaray yönetimini tehdit edemez, şantaj yapamaz. Sayın Mehmet Helvacı, Doğan Yalçınkaya ve Vedat Eşkinat'ı onurlu insanlar gibi istifaya davet ediyorum. Unutulmamalıdır ki Galatasaray Başkanı bir aslandır, kuzu değildir. Sayın Helvacı'yla bugüne kadar önemli işler yaptık ama bundan sonra beraber olmamız mümkün değil. Kendisinden bugün içinde bana istifasını getirmesini rica ediyorum."
Diğer doğru da bu. Rezilliğin son perdesi. Ne kadar rezil olursak o kadar iyi mısrasıyla yüklü geminin karaya oturduğu kısım. 2. başkanıyla kavga eden, onu istifaya davet edip, istifasını alamayan bir başkan. Kendisini yarı yolda bırakacaklarla mavi yolculuğa çıkan kaptan. Sen belirlemedin mi yönetim kurulunu?
Galatasaray, Lise hegomonyasından kurtulmalı, işin bu tarafı acı bir gerçek ama Polat o seçilmiş kişi değil!
Alayına da gider yapsa lisenin, iş işten geçti! Kendisini kurtarma çabasıyla bindiği bir filikaysa ya bu, nerden bileceğiz? Genel Kurul'a meydan okuyup, taraftarı yanına çekme hamlesiyse? Ben almayayım mavi hapı.
Bir gece sevgi duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık seçik ki
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
21 Ocak 2011
A. Eren Loğoğlu
21 Ocak 2011
Ne Kadar Rezil Olursak O Kadar İyi!
02 Ocak 2011
Zihinden Geçen Ne Varsa 3!
Black Swan
Yine yapmış yapacağını Aronofsky. Film kesinlikle bir başyapıt, çekim tekniği, ambiyans, karakter tahlilleri, ilişkilere ve bazı kavramlara tersyüz eden bakışıyla. Olay örgüsü karmaşık değil, hatta sıradan bile görülebilir ancak yönetmenin olayları bizlere algılatma şekli, işin sinematografi kısmı büyüleyici. Nina'yla birlikte koridorlarda dolaşan biri oluveriyorsunuz, kuğuya dönüşüp dans ediyorsunuz onunla.
Psikolojik bir gerilim de sunuyor konu, Nina üzerinden. Kırılganlık, kabuğunu kıramama ve kontrası baştan çıkarıcılık, kafası estiği gibi davranma dönüşümlerini yaşayan bir karakter var karşımızda. Aslında ikiye ayrılmış bir karakter, aynada başkasını gören. Haliyle gel gitleri olan, siyah ve beyaz arasında dolanan kız ile onu büyütmek uğruna kariyerinden vazgeçen bir annenin zorlu ilişkisi anlatılıyor yoğunlukla. Çok çarpıcı gerçekten bu kısımlar. Nina'yı dönüşüme itense onun disipline dayalı bale ve yaşamının tam tersinde konumlanmış Lily karakterinin yerinde gözü olduğunu düşünmesi.
Clint Mansell müzikleri eşliğinde, biraz Fincher'ın Fight Club tadında ama en önemlisi Aronofsky'nin yönetmenliğinde, film işlendiği gibi kusursuzluk sunuyor.
Ve Natalie Portman, ayrı bir paragraf açmak gerekiyor ona. Tek başına oynuyor, şekilden şekle giriyor yüzü, olağanüstü bir performans baştan sona. Bu oyunculuğa Oscar vermeyecek Akademi kendini feshetmeli, o derece!
Yeni Yıl
Bir daha hatırlamak istemeyeceğim, lanetli ikibinon geride kalıyor, 2011 ise; "It's gonna be legen -wait for it- dary" şeklinde geçecek, hissediyorum.
Basketbol El Clasico
20 sayı farkla bitti maç, Barça kazanma geleneğini sürdürdü.
Xavi Pascual vs Ettore Messina karşılaşmaları 10 - 3 oldu, Messina Madrid'in başındayken 9 - 1'e geldi durum.
Messina'nın çaresizlik kaderini Mourinho'ya bulaştırmasını umuyorum, gerçi 5 - 0 ile başlangıcı yarattı aslında.
İlginç bir nokta da bizim maçla olan konum benzerliğiydi. Madrid ilk, Barça 2. sıradaydı ve Barça kazanıp liderliğe yükseldi.
Kilise
Camp Nou'da oyuncuların sahaya girdiği tünelden çıkmadan hemen önce, koridorun sağında kilise vardır. Aslantepe'ye de mescid düşünülüyormuş burdan feyzalınarak. Oyuncuların inançlarına değer verilmesi önemlidir elbette ama ben, Johan Cruyff'dan bir alıntı yaparak noktalayayım konuyu;
"Dindar değilim. İspanya'da çimlere ayak basmadan önce 22 futbolcu da istavroz çıkarır. Eğer bir faydası olsaydı bütün maçların berabere gitmesi gerekirdi."
http://www.youtube.com/watch?v=2dok1wQVbkA
Je Vais Bien Ne T'en Fais Pas
Film, Fransız bir ailenin kahredici dramını anlatıyor, etkileyici bir baba figürüyle. Başrolde Melanie Laurent oynuyor büyüleyici güzelliğiyle, ona yeni Marion Cotillard denilebilir. Filmin şarkısı Aaron'dan Lily, mutlaka dinleyin;
http://www.youtube.com/watch?v=N5w_eBFjZL4
Thom Yorke - The Eraser
Zeitgeist taşıyan bir solo albüm. Nasıl ki 70'ler Pink Floyd ile anılıyorsa, 2000'ler de Radiohead ile hatırlanacak. Şarkıları birbirinden ayıramasam da Black Swan başka bir şey!
2 Ocak 2011
A. Eren Loğoğlu
21 Temmuz 2010
TT Arena Açılışı
Zaman kaybetmeden, Avrupa'nın önde gelen kulüpleri sezonluk maç / hazırlık organizasyonlarını bitirmeden, Aslantepe'nin açılış maçı için adaylarla görüşülmelidir. Uzun yıllar unutulmayacak, hafızalarda yer edinecek kadar özel olmalı kanımca, FC Barcelona ilk adayım, Rijkaard, Neeskens, De Boer, Hagi, Popescu Ali Sami Yen'in havasını solumuşken, çok zor olmaz herhalde Barça'yı İstanbul'a davet etmek. Aynı anda tarifi imkansız duygular yaşatabilir, bir yanda tarihin en güzel futbolunu oynayanları, diğer yanda sevdaya dolananları seyreylemek!
Eski bir öneri yazısı, açılış maçına dair, ortada ne 6 kupa, ne de Rijkaard & Neeskens varmış, hey gidi günler;
http://erenlogoglu.blogspot.com/2009/01/aslantepe-acls-mac.html
21 Temmuz 2010
A. Eren Loğoğlu
06 Haziran 2009
Barselonalaşma Süreci Başlıyor, Rijkaard'la
Önce Bernd Schuster, sonra Juande Ramos ve sonunda Frank Rijkaard.
Üçünün bir ortak noktası var, FC Barcelona.
Schuster 8 yıl oyuncu, Ramos 1 yıl Barcelona B Teknik Adamı ve Rijkaard 5 yıl Barcelona A Teknik Adamı olarak görev aldılar FCB'de.
Schuster daha sonra 2 yıl Real Madrid'te oynadı ve 1 yıl Real Madrid Teknik Adamlığı yaptı. Aynı zamanda Barcelona Kongre üyeliği var Schuster'in.
Ramos, asıl başarılarını Sevilla'nın başında yakaladı ve O da 1 yıl Real Madrid Teknik Adamlığı yaptı.
Real Madrid'in Barcelona tabanlı başarı arayışlarının birer işaretiydi bu 2 isim. Neyse ki Madrid Rijkaard'ı düşünmeyip, Villareal'in Teknik Adamı Pellegrini'yi göreve getirerek, Barça'yla yollarının kesişmediği bir değişime girmiş oldu. Chelsea'ye gideceği konuşuluyordu Frank'in, Abramovich'in tutarlı Ancelotti tercihiyle birlikte, bu olasılık da ortadan kalktı. Rijkaard da sanırım Kewell'ın ilk geldiğinde söylediği 'a new challenge' düşüncesine tutunarak Galatasaray'ın yeni Teknik Adamı oldu.
Galatasaray'ın Barçalaşma, Barselonalaşma süreci Hagi ve Popescu'yla başlamıştı aslında. Bu başarılı operasyon Galatasaray'a 4 sene üst üste yerel şampiyonluk, UEFA ve Süper Kupa zaferleri yaşatmıştı. Bir anlamda Galatasaray, Türk Spor Tarihi'ni sil baştan yazmıştı.
Barcelona'nın bir başka efsanesi Frank De Boer hamlesi ise tutmamıştı, Terim döneminde, tabi bu durumu kendi içinde değerlendirmekte fayda var, oyuncu transferi ile sistem / model transferini ayırt etmek gerekiyor.
Galatasaray'da Rijkaard ile 2. bir Barcelona dönemi başlıyor, heyecanlanmanın tam sırasıdır.
Bu yıl farklı coğrafyalarda pek çok insan, FCB'nin oyunundan büyük bir keyif aldı, Iniesta golüyle sevindi, Şampiyonluğu hak ettiklerini düşünerek Katalanları destekledi. Bizim diyarlarda da durum bundan farksızdı.
Sezon başından beri, defalarca, Barça modeli, başarılı olacağı, Barcelona B Takım Teknik Adamı Guardiola'nın küçük rötuşlarla Rijkaard'den kalan sistemi devam ettirdiğinden bahsettim, yine yeni yeniden ve sıkılmadan bunlara da değineceğim, Frank coşkusuyla.
Benim için ayrıca güzel oldu Rijkaard'ın gelişi. Yaklaşık 1 yıldır Barcelona'yı anlatmaya çalışan, yıllardır tutkuyla Katalanları destekleyen ve Rijkaard dönemini, Guardiola gibi çok yakından takip eden biri olarak, Galatasaray'ın yeniden Barselonalaşma sürecine Rijkaard'la girmesini tarif edilemez duygularla karşıladım.
Rijkaard'ın Barça performansına girmeden önce, Barcelona Belgeselleri'nde sıklıkla rastladığım birkaç olaydan bahsetmeliyim.
Barcelona'nın yönetilme biçimi ve Joan Laporta üzerinden Rijkaard'ın 5 senelik Barça kariyerine geçiş yapılmalı aslında. Tabii Hollanda Milli Takımı Teknik Adamlığı da ayrıca incelenmelidir, bunu da yapacağım.
22 yıllık Nunez dönemini 2000'de sona erdiren Gaspar'dan görevi devralmıştı Laporta 2003 yılında. Laporta presidente, Cataluna independiente! tezahüratları arasında yaptı ilk başkanlık konuşmasını. Avukat olan Laporta, aynı zamanda aktif siyasetin içinde yer alan bir Katalan Milliyetçisiydi. İnsan ilişkilerinde çok başarılı olan Joan, Cruyff'dan aldığı tavsiyeyi dinleyip Rijkaard'ı göreve getirdi.
Rijkaard, 1998 yılında Hollanda Milli Takımı'nın başında yer alan Guus Hiddink'in yanında Koeman ve Neeskens ile birlikte görev aldı ilk olarak. 2000 Avrupa Şampiyonasında göze hoş gelen bir futbol oynayan Hollanda ile dikkatleri çekmeyi başardı. Yarı Final'de üst üste 5 penaltı kaçırmak gibi bir mucizeyi gerçekleştiren Hollanda, İtalya'ya elenmekten kurtulamıyordu.
Laporta için referans bu olmalıydı, bir de Barcelona'nın yaratıcısı Cruyff'un sözleri. Vaad edilen Beckham'in Madrid'e kaptırılması, kulübün sportif tarihini olumlu yönde değiştirecekti. Ronaldinho transfer edildi 2003 yazında. Rijkaard'dan beklenti, Barça'nın yaklaşık 15 yıldır -Cruyff'la başlayan- başarıyla uyguladığı pasa dayalı, dikine oynanan ve göze hoş gelen futbol ve bunun sonucunda gelmesi muhtemel başarılardı. Bu durum Hollanda tekniğiyle, Katalan Ruhu'nun birleşimi olarak da algılanmalıydı.
Rijkaard 2003 - 2004 sezonuna çok kötü başlıyor, takım bir türlü istenen sonuçları alamıyor, üstelik de Camp Nou'da kaybediyordu. Barça'nın bir kulüpten çok daha öte bir şey olduğunun bilincinde olan Laporta, takım için 7 / 24 mesai veriyor, Rijkaard'ın da yer aldığı gece toplantıları yapıyordu. Burada devreye Barça'nın yönetilme şekli giriyor. Laporta, alisamiyen.net forumunun Galatasaray'ın adının geçtiği her konuya hakim oluşu gibi bir ilgiye sahip kulüp üzerinde. Kulübün ekonomik durumunun grafikler üzerinden tartışıldığı, oyuncular, kontratları ve performansları hakkında düşüncelerin belirtildiği, gelecek sezon için bonservisi olmayan ya da takımın eksikliklerini kapatabilecek oyuncularla ilgili hararetli konuşmaların yapıldığı sabahlanan bir ekibe sahip Laporta. Yeri geldiğinde evrakların arasında kaybolan bir işçi, işveren ya da başkan değil asla. Bu toplantılara Sportif Direktör Beguiristain da katılıyor, Barça TV yöneticileri de. Kupaların bulunduğu müze benzeri bir ortamda toplanıyorlar, belki de bu bir motivasyon sağlıyor. Bir de Joan Miro'nun Barça logolu resmiyle süslü Başkan'ın odası var, Yönetim Kurulu toplantıları için. Laporta'nın masası, Barça'nın nasıl yönetildiği anlatıyor. Başkan masasından çok toplantı masası gibi kullanılıyor ve Laporta, masanın herhangi bir üyesi gibi kısa kenarda oturuyor, uzun kenarın ortasında değil. Ya da başkanın makam arabasında, arka koltuğa 3 kişi, sıkışarak oturmaları. Toplantılarda El Mundo Deportivo ve Sport gazeteleri okunuyor. Kulüp o kadar şeffaf ki, bu toplantıların neredeyse tamamı kayıt altına alınıyor.
7. haftayı lider Valencia'nın 10 puan gerisinde, 11. sırada tamamlıyor Barça, 9 puanla. 15. haftada Camp Nou'da kazanan Madrid, 33 puanla lider durumdayken, Barça sadece 20 puan ile 11. sırada yer alabiliyor. Maçın sonunda arabasıyla evine dönen Laporta, Katalanların kızgınlığıyla değil, ilgisiyle karşılaşıyor ve onlara imza dağıtıp, Visca El Barça y Visca Cataluna şeklinde bağırarak karşılık veriyor. Rüştü'nün akıl almaz goller yemeye devam ettiği haftalardan birinde, 18. haftada, 3 - 0'lık Racing mağlubiyetiyle, lider Real Madrid ile puan farkı tam 18'e yükseliyor Barça'nın, sıralamada ise 12.liğe geriliyorlar 24 puan ile. Laporta'nın ekibi üzgün, Katalanlar mutsuz ama hiç kimsenin yüzünde umutsuzluk yok. Güveniyorlar başkanlarına ve başkanları da Rijkaard'a. Barça formaları giymiş küçücük Katalan çocukları Laporta'yı El Cant Del Barça söyleyerek selamlıyor, kaybedilen son maçın dönüşünde.
Devre arasında Edgar Davids transferi yapılır Rijkaard'ın isteğiyle. Sistemin eksiklerinden birinin iyi tespit edilmesi ve çözümlenmesiyle, takım 21. haftada yükselişe geçip 7. sırada kendine yer bulur, lider Madrid'in 15 puan gerisindedir yine de. 22. hafta puan farkı korunsa da, Barça 5.liğe çıkar. 24. hafta fark 13'e düşer, Barça 4.dür, yüzler gülmeye başlamıştır. 29. hafta lider Madrid'le puan farkı 6'ya iner, Barça 55 puan ile 3. sıraya yükselmiştir. Ekip, o kadar mutludur ki, eşleriyle birlikte maç sonunda boş Camp Nou'a gelirler. Laporta'nın Barçaa! ve Visca El Barça y Visca Cataluna haykırışları yankılanır stadda. 34. hafta Bernabeu'da kazanır Katalanlar, puan farkı 5'e düşer lider Valencia ile. 38 hafta sonunda Barça, ligi 72 puanla ve Valencia'nın 5 puan ardında 2. bitirir.
Son 20 hafta, 60 puanın 48'ini alıyor Katalanlar. Kulüp tarihinin en önemli geri dönüşlerinden biri, şampiyon olunamasa da. Halk mutlu, Laporta ve ekibi huzurlu, Rijkaard'a olan güven daha da artıyordu.
Gözlemlerim Confidencial isimli bir Canal + yapımı belgesele dayanıyor. Barcelona'nın La Masia, More Than A Club gibi belgeselleri de var, kulübün yapısını, Futbolu Yönetme Biçimi'ni daha iyi anlamak ve buradan Rijkaard'a geçiş yapabilmek için. Barselonaşma sürecinde bu yönetme, ekip evresinin kesinlikle atlanmaması gerekiyor. Laporta'nın yeni transfer edilen insanlara kulübün tarihini ve Katalan Kültürü'nü anlatması, başarılı futbolculuğu ve kulübü yönetenlerin insan ilişkilerindeki samimiyeti ilgi çekici.
Rijkaard, 2003 - 2004 sezonunu böyle geçiriyordu. Çok ama çok kötü bir başlangıç, ona duyulan güven, halkın sabrı ve yaşanan geri dönüş.
Sonraki 2 sene, sabredenlerin, Rijkaard'a güvenenlerin haklılığını ortaya çıkarıyordu. 2004 - 2005 sezonunu Barça, Madrid'in 4 puan önünde, 84 puanla şampiyon bitiriyordu, 73 gol atıp 29 gol yiyerek. 2005 - 2006 sezonunu Madrid'in 12 puan önünde, 80 puan alarak bitiren Barça yine şampiyon oluyordu Rijkaard önderliğinde. Bu sezon 80 gol atıp 35 gol yemişlerdi. Yine 2005 - 2006 sezonunda Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu'nu da kazanıyordu Barça. Rijkaard, Cruyff ve Van Gaal'den kalan futbol modelini, yeni jenerasyon Katalan çocuklarını da katarak kusursuzlaştırmıştı. Ronaldinho, Deco gibi uluslararası yıldızların da doğru yönetilmesi başarıyı getiriyordu. Rijkaard'ın 2003-2006 sürecinde yardımcısı Henk ten Cate idi. 2006 sonunda, tek çalışma ve asıl adam olma isteği ile Barça'dan ayrılıp Ajax'a gidiyordu Henk.
Rijkaard'ın yeni yardımcısı Johan Neeskens oluyordu. 2006 - 2007 sezonunun son haftalarına kadar Barça ligin lideriydi. Eto'o'nun sakatlığı sonrası büyük düşüş yaşayan Barça, 12 Mayıs 2007'de Madrid'in 1 - 3'den gelip 4 - 3 kazandığı mucizevi Espanyol maçıyla liderliği kaptırıyordu. 38 hafta sonunda, her iki takım da 76 puanla ligi bitiriyor, şampiyonluğu 2'li averaj ile Real Madrid kazanıyordu.
Kusursuz sisteme rağmen kaybedilen şampiyonluk moralleri bozuyor, takım içi huzur konusunda sıkıntılar baş gösteriyordu. Egosu yüksek oyuncular suçu birbirlerine atıyorlardı. 2007 - 2008 sezonu bu duygularla başlıyordu. Şampiyonlar Ligi'nde Yarı Final'e kadar yükselen takım, ligi Real Madrid'in 18 puan gerisinde 3. olarak bitiriyordu. Madrid yine şampiyondu.
Laporta, 2008 sonunda Rijkaard ve Neeskens'in görevine son vererek, Barcelona B Teknik Adamı Guardiola'yı göreve getirir. Son 2 yıldaki oluşan başarısızlık kötü futbolcu yönetilmesinin ve performans düşmesinin eseridir. Ronaldinho ve Deco gibi yıldızlara, kötü performanslarına rağmen, ilk 11'de yer bulunmaya çalışılması pahalıya patlamıştır da denebilir.
Tüm bunların sonucu zayıflayan ama kusursuzluğunu sürdüren Barcelona sistemi, Guardiola'nın temel futbol felsefesi olacaktır. Rijkaard'ın kaldığı yerden devam edecektir Pep.
2008 - 2009 sezonuna -CL Finali öncesi- bakalım bir de, Rijkaard'ın futbol modelini daha iyi anlamak için;
FC Barcelona / 4-3-3
Kaleciler: Valdes, Pinto
Savunmacılar: Caceres, Pique, Marquez, Puyol, Sylvinho, Milito, Dani Alves, Abidal
Orta Saha Oyuncuları: Xavi, Gudjohnsen, Iniesta, Keita, Toure, Busquets
Forvetler: Eto'o, Messi, Bojan, Henry, Hleb, Pedro
Akıl futbolunun, pas akışkanlığına dayalı oyunun en sanatsal temsilcisi Katalanlar. Şiir gibiler, estetik kaygıları yüksek davranışlar içindeler. Başarıya giden en kısa aynı zamanda da en zorlu yolu sunuyorlar bize. Xavi, Iniesta gibi oyuncuların bu erişilmez düzeye gelmesinin yıllar aldığını rahatlıkla söyleyebilirim, Barça'yı çok uzun zamandır takip eden biri olarak. Xavi de, Iniesta da gökten zembille inmedi, astronomik bonservis bedelleriyle transfer edilmedi. Emeklerinin, kendi yetiştirdikleri oyuncuların bu emeklerin karşılığını vermesini sabırla bekledi Barça altyapısı. Potansiyel görülen oyuncuların üzerinde uzun süreler durulması gerektiğini anlatıyordu bu anlayış. Altyapı konusuna değinmeden Barça'nın saha içi taktiksel başarısından söz etmek yersiz olurdu.
Sezona, altyapı hocasını, 90-94 arası büyük başarılar kazanan Rüya Takım'ın da parçası olan eski Kaptan Pep Guardiola'yı göreve getirerek başladı Barcelona. Takımdan ayrılanlar Ronaldinho, Deco, Belletti, Zambrotta'ydı. Performansı düşenler ve bekleneni veremeyenler, takımın belirli bölgelerini sekteye uğratanlar düşünülmemişti kadroda. Ronaldinho örneğini çok iyi incelemek gerekir. İlk geldiği zaman ile ayrılırken ortaya koyduğu fiziksel görüntü arasında Laurel ve Hardy kadar fark vardı, biraz da mübalağa edersek. Son yıl takıma çok büyük zarar verdi bu fiziksel düşüşü. Rijkaard O'nu zaman zaman şöhretinden dolayı oynatmak zorunda kalıyor, oynadığında ise takım zarar görüyordu. Henry'nin sahada olması gereken zamanlardan kullanıyordu Ronaldinho ve yine şöhretli olan Henry bundan çok rahatsız oluyor, istenen performansı sunamıyordu. Ronaldinho artık adam geçemez hale gelmişti, 3 yıl önce birisi böyle bir şey söylese yerküre üzerinde inanan bir insan bulamazdı herhalde. Neyse ki Milan'da eski hali kadar olmasa da, belli bir düzelme gösterdi fiziksel anlamda ancak körelmeye de başladı yetenekleri. Benzer bir süreci, üzülerek söylemeliyim ki Lincoln yaşıyor, müdahale edilmez ve oyuncu kendine bakmamaya devam ederse, daha vahim durumlar karşımıza çıkabilir. Beklenen performansı bir türlü sergileyemen Deco da, isminden dolayı, kimi zaman Xavi ve Iniesta'dan rol çalıyordu. Rijkaard, bazı maçlar üçünü bir arada da oynattı ve Xavi'nin savunma derinliğine geldiği bu anlayış, verimini çok azalttı. Üçünün bir arada oynaması, takımda her maç yer alması elzem olan Toure'nin kesilmesi anlamına da geliyordu. Bir de tipik sağ bek sorunu vardı Barça'nın, Zambrotta tutmamıştı o bölge için.
Ronaldinho'nun isminden kurtulan Barcelona takımı Messi'nin üzerine kurdu bizim coğrafyanın tanımlamasıyla. Henry ayrılmaktan vazgeçti böylelikle, ilk 11'de yeri garanti gibiydi. Sağ bek için bölgesinin en iyisi ve La Liga oyuncusu Dani'yi aldılar, Xavi ve Iniesta'nın yanına yardımcı olarak Keita'yı da kattılar kadrolarına.
Önceki sezonun analizini, bu kadar doğru yapan ve eksiklikleri mükemmele yakın tespit eden ekip 2 kişiden oluşuyordu, Guardiola ve Sportif direktör Beguiristain. Aslında Rijkaard'dan kalan anlayışa ve takıma -2 La Liga, 1 CL kazanmıştır o takım da- Pep sihirli değnekle dokunmamıştı. Çoğu zaman müdahale dahi etmeden, takımı kendi haline, sistemine bırakmış, değişen ve yağlanan dişliler sayesinde sistemin çarkları sorunsuz dönmeye başlamıştı, mesele bundan ibaret.
---------------Valdes-----------------
Alves-----Pique-------Puyol-----Abidal
----------------Toure-----------------
---------Xavi----------Iniesta--------
---Messi---------------------Henry----
----------------Eto'o-----------------
4-3-3 formasyonuyla, kısa ayağa paslarla, üçgenler kurarak, daha çok kendi sağ, rakibin sol bölgesinde oynuyorlar oyunu. Barcelona'yı Dünya Futbolu'nda konumlandıran, en belirleyici fark, savunma oyuncularının, en az orta saha oyuncuları kadar pas, top sürme gibi teknik özelliklere sahip oluşları. Savunma oyuncularının çok sert, markaj yapabilen, Rugby oyuncuları gibi fiziksel görünüme sahip olmadığını ve bunun Barça özelinde bir tercih olduğunu belirtmeliyiz. Cruyff'un futbol felsefesinde bu konu çok önemli.
90'ların başından itibaren ayağa oynayabilen ama savunma yönü kusurlu oyuncularla oynadılar bu oyunu. Guardiola, Nadal, Koeman, Popescu, Frank De Boer ilk aklıma gelenler. Pozisyon alma bilgisi çok yüksek olmasına karşın, Nadal'ın 1-4 Mallorca maçında düştüğü durumları, Popescu'nun ve Frank De Boer'in yaşlarının da etkisiyle oluşan yavaşlıklarının doğurduğu sonuçları hatırladıkça, Barça'nı bu riskli savunma seçimlerinin çok cesur ve sistemin her ne koşul olursa olsun sarsılmaz parçası olduğunu görebiliyorsunuz. Pas yapmak ile Barcelona'nın pas yapması arasında da ciddi farklar var. Valdes oyun başlatırken kanatlara açılan merkez savunmacılar, topu takım arkadaşına verdikten sonra, onun pasını tekrar alabileceği bir açıya koşu yapıyor yani süreki hareketli oluyor pas veren oyuncu. Bunu o kadar iyi yapıyorlar ki, topu çoğu zaman kaptırmaları söz konusu olmuyor, dikine oynamak dışında.
Bir başka özellikleri hücum bölgesindeki üçlünün yer değiştirmeleri. Bir deplasman maçında öne geçtiklerinde ortaya Messi'yi alabiliyorlar, hızından yararlanmak için ya da oyunun sıkıştığı anlarda Henry'yi de ortaya çekip, Iniesta'yı Henry'nin bölgesine kaydırabiliyorlar, bu tür esneklikler de sağlıyor, çok yönlü oyuncuların olması. Skibbe'nin temel futbol felsefesi de Barça'yla örtüşüyor. Barça'nın kusursuza yakın ama kusursuz olmayan sisteminin şöyle bir kusuru var. Oyun felsefesi pas üzerine kurulu olduğundan bu oyunculardan bazıları olmadığında sistem sekteye uğruyor, Barça gibi pas yapmak hususunda alışkanlıklar yaratabilmek çok önemli. Busquets, Keita, Gudjohnsen, Bojan oynadığı zamanlar, sistem sınırlı bir şekilde işliyor, bu oyuncuların yetenekleriyle sınırlanıyor kısaca. Aynı sorunu Galatasaray da yaşadı bu sezon, Skibbe'nin teoride kalan anlayışı, sakatlıklarla baltalandı, sistemin alışkanlığa dönüşecek kadar yoğun uygulamalar gerektiren temel oyuncu bütünselliği bir türlü yakalanamadı. Skibbe'nin düşüncesi doğru, uygulama alanı yanlıştı, temel futbol eğitimi yetersiz olan Türk oyuncularla Barça'nın futbol felsefesini birdenbire oturtmaya çalışmak intihardan da öte birşey olacaktı.
Küçük bir zaafiyeti daha var Barça'nın aslında iki. İlki sol bek bölgesi, CL Yarı Final ve sondan bir önceki Villareal maçlarında haksız olsa da pozisyon hatalarının kurbanı olmuştu Abidal. Barça sezon başında bu bölge için yaşlı Sylvinho dışında bir başka alternatif düşünmeliydi. Yine sezonu sakatlıkla geçiren Milito için de bir alternatif, en azından altyapıdan çıkarılabilirdi, Caceres'i sezon içerisinde tercih etmelerine rağmen, kritik noktada O'na güvenemeyip, geriye Toure'yi çekmek zorunda kaldılar bu alternatif olmadığından ötürü. Diğer zaafiyet ise kaleci Valdes'in değişkenlik gösteren performansı. Barça yıllardır bu duruma aldırmıyor, Casillas'ın ilk çıktığı zaman yediği hatalı gollere -Elber Bayern CL maçı- rağmen bu noktaya gelmesi, onlar için iyi bir örnek ve Valdes, vasat üstü haliyle bu bölgede idare edelim yeterli mantığının bir ürünü. Ayrıca Katalan ve altyapıdan gelme, kolay harcanmıyor bu sebeple. FDD söylemini duyar gibiyim.
Bir artısı da şu oldu Barça'nın. Xavi ve Iniesta'nın arkasını toplayan Toure, en iyi sezonunu geçirdi ve yeni Patrick Viera olma yolunda önemli bir adım attı.
Eto'o'nun performansı da ilgi çekici bu sezon. Eto'o ilginç bir santrafor, dünyanın en iyisi kesinlikle değil, -Zlatan, Torres, Drogba varken- aslında bu pas akışkanlığına uygun da değil pas yüzdesi diğer oyunculara göre düşük ancak çok hareketli oluşu, gol sezgisi, belli bir seviyedeki tekniği, çabukluğu, süpriz sayılmayacak sert şutlarıyla sistemi tamamlayan farklı bir parça gibi. Son haftalarda düşüş gösterse de vazgeçilmez.
Pas sistemini işleten ana damarlar Xavi ve Iniesta. Xavi'nin sağ bölgede pozisyon oluşturabilmek için sayısız kez Alves ve Messi'yle paslaşabilmesi, aynı şeyi Iniesta'nın Henry'le sol bölgede gerçekleştirmesi, damarların beslenmesini sağlıyor. Dikkat edin, 3. bir isim yazmadım sol bölgeye, Abidal, sol bek, zaman zaman katılsa da hücumlara daha çok geride kalmayı tercih ediyor, Alves'in aşırı çıkışlarında geç geri dönme olasılığına karşı kaymalı bir 3'lü savunma Pique - Puyol - Abidal şekline geçebiliyorlar. Tabii bu sistemden daha çok önlem nitelikli bir durum ve çok karşı karşıya kalmıyor bununla Barça. Alves'in yeri geldiğinde sert, kavisli ortalara başvurduğunu da hatırlatalım.
Barça'nın daha çok kontratak üzerinden gol yeme olasılığı yüksek olduğu için savunma oyuncuları da hamleli ve çabuk oluyor aynı zamanda. Puyol, bunun en iyi örneği, kendisinden fiziksel olarak üstün oyuncularla bile kora kor mücadele edebiliyor, hava topu kazanabiliyor.
Sistemin değişmezlerinde biri de 4'lü savunma, 2 bek, 2 merkez savunmacı seçimi. Oyun içerisinde top Barça'dayken 2'ye düşüyor bu sayı ve öndeki bloğa kayıyor oyuncular hücum yerleşkesi oluştururken;
---------Pique------------Puyol-------
Dani-------------Toure----------Abidal
----------Xavi----------Iniesta-------
Top rakipteyken ise;
Dani------Pique-----Puyol-------Abidal
------Xavi-----Toure-----Iniesta------
şeklinde bir alan paylaşımına giderek, daraltma sağlıyorlar. Rakibe önde basma gibi bir olgu asla yok, geride alanını bekleme ve basketbol tabiriyle pas arası yapıp kazanılan topu tekrar atağa dönüştürme eğilimi var bütün oyuncularda.
Barça savunmasının bir başka farklı yönü, ceza sahası içinde de alan savunmasını tercih etmesi. Adam markajı yapmıyorlar diğer takımların aksine. Duran toplardan gol yeme oranını azaltacağına inanılan bir düşüncenin ürünü bu da, çok faydalı olduğu söylenemez, geliştirilmesi gerekiyor oyuncular ekseninde.
Sisteme asıl farkındalık katan, estetik sağlayan ise Messi. Topu ayağına yapıştırıp herşeyi yapabilen bu büyücü, rakip savunmaların düzenini paramparça edebiliyor bir hareketiyle. Ters ayaklı olma -sağ bölgede sol ayaklı oynatma ritüeli- avantajına içeri doğru kat ederek çok iyi kullanıyor, şut konusunda bu yıl çok geliştiğini söylemek mümkün, hızına yetişilemiyor ve en önemlisi ikili mücadelelerde düşmeden devam edebiliyor. Oyun zekası yüksek, hızlı düşünüp karar verebiliyor, hep oyunun içinde yer alıyor, Barça'nın sistemini estetize eden, sunumunu yapan O, müthiş yetenekleriyle.
Pep'e tekrar dönecek olursak, genç ve tecrübesiz oluşu, karşısındaki Teknik Adamlara göre eksisi. Sisteme olan inancı ve bunu her türlü şartta -Chelsea direnişi- bozmayışı da artısı. Sezon öncesi teşhisleri ve uygulamaları başarılı, baskı anında doğru kararlar vermeyi daha bilmese de, zamanla öğreneceği şüphesiz. Rijkaard'ın 2 La Liga, 1 CL şampiyonluğu kadar süren sistemini, daha ötelere götürmesini, Guardiola'dan bekleyebiliriz. 1 La Liga, 1 de Copa Del Rey'i oldu şimdiden Barça'nın ve CL Finali'nde.
Frank'in futbol felsefesi Pep'le tamamen aynı. Zaten Pep'in takımını asıl yaratan adam Frank, Pep eksikleri tamamlayarak ve doğruları devam ettirerek uyguluyor bu felsefeyi.
Felsefenin, yıl içinde Barça'nın takip edilmesi kaynaklı çok iyi özümsendiğini düşünüyorum, bu sebeple biraz da Rijkaard'ın tercih ettiği formasyonlara bakalım;
Rijkaard Hollanda Milli Takımı'nda 4 - 4 - 2 ve 4 - 3 - 3 oynatmış. Davids, Cocu, Seedorf'lu bir 3'lü orta saha kullanırken, hücumdaki 3'lü Bergkamp, Overmars ve Kluivert'tan oluşmuş. Orta sahadaki 3'lüden birini eksiltip, kanatlardan birine Zenden'i koyarak, Bergkamp'ı 2. forvet olarak da kullanmış Frank.
Barça'da ise 4 - 3 - 3. Burada zihinleri kurcalayan Deco'nun pozisyonu olabilir. O'nu da şöyle açıklayalım. Rijkaard'ın en önemli teknik yanlışlarından biri, Deco'ya yer açmak amacıyla Xavi'yi 3'lünün gerisine -Toure görevine- kaydırmak olmuştu. Deco da kötü performans verince sistem işlemez bir hal aldı. Xavi, Iniesta, Deco'nun oynaması sonucunda Toure yedek kalıyor ve oyunun savunma yönünde önemli zaaflar açığa çıkıyordu. Yine kötü performans gösteren Ronaldinho tercihi ve kulübede fazla oturtulan Henry, son sezonun önemli yanlışlarıydı.
Gelelim olayın Galatasaray tarafına;
Rijkaard hamlesinin, Galatasaray Spor Kulübü'nün tarihini değiştirecek, bir model yaratacak, nesiller boyu aktarılacak kadar önemli olduğunu, yazımın başından beri vurguladım. Tam da burada Rijkaard'a ve Adnan Polat'a olan bakış açısının Katalan halkı ve Laporta gibi olması gerektiğinin altını çizmeliyim. Rijkaard, Barça'da yaptığı gibi bir model oluşturacak, transferlerle eksiklikleri tamamlayacak, Türk Futbol Yapısını çözümleyecek ve bunların sonucunda kusursuzluğa erişecek Galatasaray. Bu, çok zaman isteyen bir durum. 2 ya da 3 yıl, en kısa vadede. 2010 - 2011 sezonunda Rijkaard ligi domine eden ve Avrupa'da istikrar sağlamış bir Galatasaray'ı, Aslantepe'ye taşımış olur.
Rijkaard'ı getirmek, sorunların çözümü değil, sadece bir başlangıç ama en doğru şekliyle.
Polat ve ekibine önemli görevler düşüyor. Futbolu Yönetme Biçimi'ni de Barcelona'yı örnek alarak oluşturmaları gerek, Rijkaard'a yardımcı olmak için.
Rijkaard'a anlatılması gereken önemli bir konu daha var, Türk Futbolu'nun altyapısının, Hollanda ve Barcelona gibi olmadığı. Bu sebeple Rijkaard'ın, Barcelona futbol modelini, formasyon ve felsefesiyle Galatasaray'da uygulamaya geçirmeden önce, bu konuyu çok iyi özümsemesi gerekiyor. Skibbe'nin yaptığı gibi birinci günden ve maçtan itibaren, Türk futbolcusundan ayağa yerden pas, hızlı ve hareketli oyun beklerse, sonuç hüsran olur. Futbol altyapısı, fundemantali gelişmemiş oyuncularımızın bu modele uyum sağlaması zaman alacaktır. Rijkaard'ın mutlaka yumuşak bir geçiş süreci yaratması gerekiyor model konusunda. Galatasaray'ın futbol karakterini de katarak oluşturacağı ön yapıyı zaman içerisinde Barça modeline dönüştürecektir. Zeki bir adam olduğundan şüphem olmadığından ve kariyerli, zor zamanlardan geçmiş birisi olarak bu yanlışa düşeceğini zannetmiyorum.
Galatasaray'ın Rijkaard'a sunduğu takım iskeletine bakalım bir de;
Uğur, Sabri, Servet, Emre G, Balta, Barış, Topal, Ayhan, Linderoth, Lincoln, Arda, Kewell, Baros, Nonda şeklinde 14 kişilik bir yapı gözüküyor. Ayrıca Alparslan, Semih Kaya, Emre Aşık, Serkan Çalık ve Kurtuluş var, başarılı performansıyla Özgürcan, altyapıdan yükselmesi muhtemel Emre Çolak, Serdar Eyilik, Cem Sultan ile 23 kişilik bir kadroya erişilmesi mümkün kaleciler dışında. Aydın ve Mehmet Güven kiralık verilecekler sanırım.
Türk Milli Takımı'nın görünürdeki sağ beki Sabri'nin kalmasını isteyebilir Rijkaard, bu çok doğal, onun 5 yıllık performansını izleme şansı olmayacağından. Ümit Karan ve Hasan Şaş kesin olarak ayrılıyor. Linderoth, Lincoln ve Nonda'nın durumları belli değil, sanırım onların sağlık ve kalıp kalmamasına göre transfer listesi belirlenecek.
Rijkaard'ın gelmesiyle, Lincoln'ün, 4 - 3 - 3'e uymayan yapısı gereği, ayrılacağı söyleniyor, bu büyük bir yanılgı. Lincoln orta üçlünün sağında ya da solunda, diğer oyuncunun baskın savunma özellikleri olursa, oynayabilir. Bir nevi Xavi'nin Iniesta'yı dengelemesi eksenli Iniesta görevinde. Topal da Toure oluyor. Xavi ise ya Linderoth ya da yeni bir oyuncu olacak. Ayhan ve Barış yetersiz olur kusursuz bir sistemde.
+1 opsiyonu için Nonda kalmazsa, Kewell düşünülmeli, sürekliliği olmadığından ötürü. Rijkaard kanatlara transfer isteyebilir. Arda, Kewell ve muhtemel transfer iyi bir rotasyon olacaktır.
Rijkaard daha önce uyguladığı 3 farklı formasyonu da Galatasaray'da deneyebilir. Geri dörtlüde 2 oyuncunun yeri sağlam, Servet ve Hakan Balta. Topu oyuna sokabilen, oyuna derinlik katabilen bir stoper, Barça modelinin olmazsa olmazı. Bu bölgeye transfer yapılacaktır. Sağ bek bölgesinde Uğur, Sabri rotasyonu gözüküyor.
De Sanctis ayrılıyor, Rijkaard da onay verirse Leo Franco transfer edilecek sanırım, hayırlısı diyorum. Ligde az, Avrupa'da çok gol yer gibi bir tezim var Sanctis'e göre.
------------------Leo----------------
Uğur----Servet----Yabancı---Balta
-----------------Topal--------------
-------Linderoth------Lincoln------
----Kewell------------------Arda---
------------------Baros--------------
Lincoln, Linderoth ve Kewell'ın bölgelerine transfer düşünebilir Frank. Takımın duran top eksikliğini iyi gözlemleyerek, bu yönde bir transfer yapması şart kanımca. Tello ve Alex'in ligin kaderini bu kadar etkileyebildiği bir ortamda, bu konu kesinlikle atlanmamalı.
Futbolun basit kurallarını da takım zamanla öğrenecektir diye düşünüyorum, taç atışının ileriye doğru değil en boş oyuncuya atılması ya da kalecinin degaj yerine oyunu her zaman eliyle başlatması gibi.
Futbolculuk ve Teknik Adamlık kariyeriyle büyük saygı uyandıran Rijkaard'ın futbolcuları bu yönüyle de olumlu etkileyeceğine inanıyorum. Bu yıl pek çok oyuncunun performansı artacaktır.
Yarı Katalan Frank Rijkaard, Galatasaray'ın Barselonalaşma süreci için en doğru isim, O'na yardımcı olması gereken, Kulüp, Camia, Yönetim ve Taraftar buna hazır mı, yanıtlanması gereken soru bu.
Başkan Polat ve tüm emeği geçenler -İçimizden biri Haldun Üstünel- teşekkürler.
Ali Sami Yen Sokak'ta buluşulsun, umut dolu yüzlerle.
Galatasaray, yeni bir futbol modeliyle, Türk Futbolu'nun seyrini değiştirmeye çok yakın.
Hoş geldiniz Frank ve Johan, Bizim Takım'dan Bizim Takım'a.
6 Haziran 2009
A. Eren Loğoğlu
28 Ocak 2009
Aslantepe Açılış Maçı
Şükrü Saraçoğlu'nun her tribünün ayrı ayrı yapılan açılış törenleri sürekli Galatasaray'a denk getirildi bir dönem, tabii bunda yenebildikleri en iyi takımın Galatasaray olması gerçeğinin etkisi vardı. Bu durum UEFA ve Süper Kupa sonrası oluşan rekabet olarak ezilme psikolojisiyle de doğrudan ilişkiliydi.
2010'da açılacağı söylenen Aslantepe'ye, eğer devre arasına yetiştirilirse, dünyanın şu an açık ara en iyi takımı olan ve kanımca önümüzdeki yıl da bunu sürdürmesi muhtemel FC Barcelona'yı davet etmek, Galatasaray'ın Dünya ve Türk Futbolu'ndaki yerini göstermesi açısından çok önemlidir. Ocak ayında Şampiyonlar Ligi yok, İspanya Ligi devam ediyor, hafta içi bir gün uygun olabilir. Sezon sonu görüşmelere başlanırsa, kulüplerin yıllık planları belirginleştirme süreci de yakalanmış olur.
FC Barcelona'ya yenilmek de var ancak dünyanın dikkatini çekecek bir atılım olacaktır bu. Arda ve Messi'yi, Uğur ve Puyol'u, M Topal ve Xavi'yi aynı sahada görmek, Lincoln, Kewell, Baros, Meira, Sanctis gibi değerlerin yanına eklenebilecek bir kaç oyuncuyu, Iniesta, Eto'o, Henry, Dani, Bojan gibi oyunculara karşı izlemek de büyük bir keyif olarak anılarımızda yer edinecektir. Hayali bile heyecan verici.
Hagi, Popescu ve Frank De Boer transferlerinden dolayı herhalde bir iletişim vardır kulübümüzle FC Barcelona arasında. Özellikle Hollandalı olması sebebiyle Frank De Boer etkili olabilir.
FC Barcelona dışında, UEFA Kupası Finali'nden eli boş gönderdiğimiz Arsenal de bir tercih olabilir, tarihimizdeki özel yerinden dolayı, benzer sebeplerden AC Milan da düşünülebilir.
28 Ocak 2009
A. Eren Loğoğlu