28 Nisan 2011

Master Yoda aka P e p | Tarihin En İyisi Olmaya Doğru | Güzel Oyun, Adalet, Gönül ve Vicdan Zaferi



Madrid 0 - 0 uğruna sahada, orta çizgiyi geçmiyorlar, Ronaldo ellerini iki yana açarak arkadaşlarına isyan ediyor yardıma gelmemelerinden ötürü. Yine de çıkmıyorlar kenara bakıp. Bir ara öyle bir sahne yaşandı ki izlerken utandım. Madrid basmıyor, top Xavi'nin ayağında kendi yarı sahasında, işaret ediyor gelin biraz rahatsız edin de çıkalım diye. Biri tuzağa çekmeye çalışıyor, öteki düşmeyi reddediyor. Ekranları başında olanlar da ŞL yarı finalinde bu saçmalığı seyrediyor. Sebebi kim, elbette özel olmayan, kibirli tercüman. Egosu, savunma futbolu oynatıyor diye tarihin en iyi teknik direktörlerinden biri olan Capello'yu kovan Madrid'i aşan adam. Di Stefano'ya ayar vermeye kalkan, Cruyff'a dil uzatan, Guardiola'yı seviyesine çekmeye çabalayan adam, adam olmayan adam aslında. Futbolu değil sadece kazanmayı seven, bu uğurda her şeyi göze alan kötü bir karakter. Kötülükler krallığı Madrid bile iyi kalıyor yanında, o denli bir rezillik.

Dört gün önce lig üçüncüsüne yedekleriyle 6 gol atan takımı ŞL yarı finalinde, dünyanın gözünün önünde düşürdüğü durum ortada, artık saygıyı bile hak etmiyor. Ronaldo'nun maçı 10 metre bile top süremeden tamamlaması taktiksel bir dehanın ürünü değil, aşırı saygının bedeli. Geçen sezon şansının ve hakemin yardımıyla Barça'yı elediğini bilen, bu sene de 5 - 0 yenilince oluşan saygı. Çok abarttı, bu noktaya getirmemeliydi. Strateji bu kez tutmadı, bir yerde patlayacağı o kadar belliydi ki ve 4 El Clasico başlamadan belirttiğim, eleminasyon ve uzun maratonda büyük aksilik çıkmazsa bu Barça kaybetmez, tek maçsa belli olmaz öngörüsü gerçekleşmek üzere.

Pepe atılmasaydı diye bir mazeret olmaz çünkü sert oynamak, rakibi sindirmek, sürekli topla karışık rakibe hamle yapmak stratejinin bir parçasıydı. Hakem atlamadı bu kez, İspanyol değildi.

Pepe'nin diğer maçlarda da atılması gerekirdi, Mourinho aldığı riskin sonucunu çok ağır yaşadı, travma gibiydi. Atılmayan Marcelo, Lass, Adebayor ve Ramos, Arbeloa gibi çirkef ötesi oyuncularıyla da bir yere kadar dayandı denebilir bu taktik.

Bir sav daha var, Barça da çok çirkef şeklinde. Karşında öyle bir rakip var ki seni sürekli tahrik ediyor, buna zorluyor, hakemlerden yardım alıyor, 2 maçı onun sahasında oynuyorsun, teknik direktörünün bir senedir etmediği hakaret kalmadı basın toplantılarında, taraftarı Nazilere selam çakıyor tribünden ve böyle bir ortamda Barça'nın pür-i pak olması bekleniyor, el insaf!

Hak edene hak ettiği gibi davranacaksın, lamı cimi yok. Camp Nou çimlerinde sulayacaksın bol bol. Müdahale varsa kendini bırakacaksın, üzerine gitmeyip top çevireceksin. Pedro ve Sergio'ya yükleniyorlar, Barça'ya yakışmadığından dem vuruluyor. Bir sezonu inceleyin, bu adamların gerçekleşen eylemleri abarttıkları maç sayısı üçü beşi geçmez ve çoğunlukla Madrid maçlarıdır bunlar. Zannedersin hep böyle davranıyorlar. Marcelo vuruyor adamın vücuduna, onu eleştiren bulamazsın, vay ölmüş adam taklidi nasıl yaparsın serzenişleri sonra. Yahu futbol dışı işlerin babasını yapıyorlar karşında, Messi düşürülmüş yerde, Ramos yanından geçerken bile vurayım derdinde. Arbeloa koşan adamın önüne duruyor, net faul, niye yüzünü tutuyormuş da kırmızı kart aranıyormuş. Barça sert oynuyor mu, hayır, art niyetli mi, hayır, rakip kart görsün diye uğraşıyor mu, evet çünkü katı futbolun karşılığı olarak ceza almalılar, bundan daha doğal bir durum olamaz. Ha, bu güzel gözükmüyor Barça'ya yakışmıyor diyenler de haklıdır ancak kuralları Mourinho koyuyor, taraflardan biri o, eleştiri ordan başlayacak gerisi laf-ı güzaf.

Gerilimden beslendiği ve Barça'nın oyun içi konsantrasyonunu bozmaya çalıştığı için adam kavga çıkarmaktan da sakınmıyor. Her maç ayrı bir olay, devre arası Pinto hafif bir tokat attı birine, Chendo geliyor boğazına yapışıyor, Milito yere indiriyor, Ramos tetikte bekliyor, Valdes arada. Maçı bu noktaya taşımış Jose, futbol umrunda değil. Haklı olarak Pinto atılıyor, küçük de olsa avantajı alıyor yani. Zihinleri futbol yerine bunlarla yoruyor ve zevk duyuyor bundan, en az kazanmak kadar.

500 milyon Euro'luk Real Madrid, ŞL yarı finalinde, kendi evinde Adebayor, Higuain, Benzema, Kaka'dan birini bile tercih edemiyor, gerekçe belli, onlar oynarsa Barça'ya dayanamam, oyunu 0 - 0'a bağlayıp es kaza gol atma şansım olmaz. Elinde olanak bulunmasa, böyle oyuncuları olmasa yaptıkları anlaşılır. Sporting Gijon'la Barça'ya karşı hücum oynayamazsın ama Kaka, Ronaldo olan bir takıma orta sahayı geçmeme emri veriliyorsa, sorun oyuncularda değil teknik adamda ve kaybeden, stratejisine fazla güvenen Mourinho'dur.

Biraz daha ileri gideyim, Real Madrid'in kadrosu Barcelona'dan geniş ve hücum opsiyonları olarak içeriği çok çeşitli şeklinde de nitelendirilebilir ve en önemli silahını kullanmaktan imtina ediyorsun, hayret!

Ve Salı günü Guardiola ilk defa Mourinho'nun suyuna gitmişti. Akıl oyunları ustasına, ben sahada konuşurum demişti, Pep sözüne kızarak. Basın odasında onunla yarışamam, o her şeyin en iyisini, en doğrusunu bilir diyerek devam ediyordu konuşmasına, Jose'nin iki tür teknik direktör var, Guardiola üçüncüsünü yarattı eleştirisine karşılık.

Çimleri yine kestirmedi, bu maç özelinde sulatmadı da Jose. Birinci gol öncesi Marcelo'nun kayma sebebini buna bağlayanlar var, intihar denir herhalde, kazdığı kuyuya düşmek ya da.

Maçtan sonra ipe sapa gelmez açıklamalarda bulundu. Kontrolünü tamamen yitirip akıl sağlığını zorlayan ifadelerdi çoğu. Tarihin en iyi takımı sıfatı yakıştırılan, her maç ayrı bir futbol zerafeti sunan, bileğinin hakkıyla bulunduğu konuma gelen Barça'yı UEFA tarafından kollanmakla suçladı. Gitti bunu bir de UNICEF'e bağladı, önümüzdeki seneye yatırım olsa gerek, seneye formada yazmayacak muhtemelen, o denli de çakaldı. Bitmedi suçlamaları, Pep'i ikinci maç için gerilime sokmak, sakin kalmasını engellemek istiyordu, onun başarıları skandallarla hatırlanacak diye bir çıkış yaptı. 2009'da Chelsea'yi ve şimdi de kaybedilen bu maçtaki hakem hataları hafızalardan silinmeyecek dedi. Aradaki sene, 2010 ise onun açısından mucizeydi.

Pep'in 2. ŞL kupasını alıp kendisiyle durumu eşitleme olasılığından da rahatsız. Bunu bile dile getiriyor, hesap ediyor ruh hastası.

Maç sonu yenilgiyi hakemi bağladı kısaca. Komediydi. Utanmadan sıkılmadan Barça'yı hakemleri etki altında bırakmakla itham etti, Pep'in maç öncesi açıklamalarından ötürü. Arsızdı. Lig ve kupa maçlarından sonra Guardiola ağzını açmadı hakemler hakkında. Ve affedilir yanlışlar değildi yaptıkları, Marcelo'nun penaltısı, atılamayan Pepe gibi. Kendisi bir yıldır hakemlere atıp tutuyor ve bunu Real Madrid'in gözle görülür bir biçimde desteklendiği İspanya Ligi'nde yapıyor.

Futbol sahnesine çıktığı Porto'dayken oynadığı United maçını ne çabuk unuttu, çok geriye gitmeyelim haydi, daha geçen seneki Sneijder'in Alves'i düşürmesine verilmeyen penaltıyı, Milito'nun ofsayt olan ve Bojan'ın sayılmayan golünü. Hakem hatalarıyla CL kazanmıyormuş, çünkü sana saygı duyan rakiplerin senin ve hakem hakkında bu denli yüksek sesle konuşmuyorlar da ondan. Böyle bir algı yaratıyor ve bunun üzerinden yargı oluşturuyor, ne kadar sahtekarca değil mi! Hakem hataları olur, fahiş de durabilir ki dünkü maçta böyle bir şey gözükmedi en azından, ancak tarihin en iyi takımına bunları hakemler taşıyor, ondan eleyemiyorum dersen götümle gülerim buna.

Mazide kalan odak kaydırmalarından bazıları, hakemler hep onu engelliyormuş;

http://www.goal.com/en/news/1716/champions-league/2011/04/28/2462221/he-doesnt-go-quietly-jose-mourinhos-champions-league-exit

Maçın hakemi Stark'a restoranda saldırı olmuş Madrid'de. Eseriyle övünebilir Portekizli.



Odağı kaydırıyor aslında. Dün geceki futbolun üstüne ağır eleştiriler alacaktı, gözlerin başka yöne çevrilmesini sağladı yine. Gündemi değiştirmekte üstüne yok. UEFA Real Madrid ve kendisi hakkında soruşturma başlattığını duyurdu. Pinto da var listede, çimlerin durumu da.

Maçın teknik analizine girilmesini istemiyor, sayfalar dolusu yazıyorum ama hala birinci dakikaya gelemiyorum, istediği bu, yaptığı fahiş hatanın, savaş alanındaki büyük ve kendinden daha zeka dolu stratejinin görülmesinden endişeli. Belki de ilk defa Barça'ya karşı B planı olmadığının fark edilmesinden huzursuz. Odağı kaydırıyor.

Artık maça geçeyim ve temel meseleyi anlatayım;



Guardiola, en az Mourinho kadar zeki biri, isterse onun gibi stratejik olabileceğini de bu maç özelinde gösterdi. Ve bunu sezonun en önemli maçına saklaması da ayrıca alkışlanması gereken bir hamleydi. Neydi bu peki?

Çok basit. Önce basın toplantısında esti gürledi, ilk defa meslektaşına sataştı ve Jose'nin onu hala kupa maçının etkisinde, sinirli ve hırslı olarak hayal etmesini sağladı. Oysa öyle değildi, gereğinden fazla sakin kalacaktı Bernabeu'de.

Guardiola, üç yıl boyunca taktiksel anlamda çok farklı ilerlemeler kaydetti, elbette takım Barça olduğundan ve kulüp, coğrafya değiştirmediğinden bunun üzerinde durulmadı. Oysa Messi'yi sahte 9 numara oynatması bile başlı başına bir taktiksel deha ürünüydü. Bu düşüncenin yardımcısı Tito'dan çıktığı söylentileri de var, ekleyeyim. Bunun yanında Atletico Madrid gibi Barça'yı çok zorlayan, merkezden kontratağa çok çabuk çıkan takımlara karşı ön kesiciyi liberoya çekip üçlü savunma denedi ve muazzam başarılı oldu. Zaten Cruyff'un 3 - 4 - 3'üne benzeyen bir yapı bu, daha akışkan.

Ibra & Villa değişimi bir başka doğru çözümlemeydi. Kanatlardaki oyuncuları çizgiye kadar çıkardı, takımın boyu kısaldı, en genişledi, topa sahip olmayı inanılmaz artıran bir hale gelindi bu sayede ve savunmayı delik deşik eden koşular gözlendi, ara pasıyla buluşmayı özlemle bekleyen. Rijkaard'dan aldığı takıma en doğru neşteri top kazanma hususunda yaptığı da biliniyor.

Barça oyunu merkeze yıkıyor, Xavi & Iniesta ve Messi, üçü de topla merkezde buluşuyorlar. Gollerin başlangıcı her daim burası. Burda asıl nokta hücum gücü değil, şaşırtıcı belki de ama savunma. Merkezde kalabalık olduklarından kaybedilen topu kısa sürede kazanmaları da kolay oluyor. Oyun kenarlara yayılmıyor ve yeniden, yeniden, yeniden hücum edebiliyorlar. Arsene Wenger bu yüzden onlar dünyanın en iyi savunma yapan takımı diyor ve Arsenal'in Londra'daki iki golü de kenarlardan gelişiyor. Hemen basıyorlar ama merkezde, daha çok merkezde.

Bunların hepsini Guardiola başardı, ne Rijkaard, ne Van Gaal, ne de Johan Cruyff.

Ve dün, daha önce çok başvurmadığı bir şekilde stratejik oynadı Mourinho gibi. Maç öncesini kurguladı, tuzağı hazırladı ve beklemeye başladı.

Birinci maç formaliteydi, Pep önemsemedi fazla ilk 70 dakikadaki oyuna güvenerek. Bunun cezasını ikinci maç çekti, özellikle ilk 45 dakika boyunca. Jose'nin Pepe'yi öne alan ve merkezin kullanımını kısıtlayan hamlesini görmezden geldi, oyunumu oynar ve sonuca ulaşırım diye düşündü ancak Casillas'ı geçemedi ve kalesinde kontratak tehlikeleri gördü.

Üçüncü maç, Mourinho yine kazanmak için üstüne gelecek bir Barça bekliyordu, maç öncesi hırslı açıklamalar da bunun göstergesiydi, onları kızdırmıştı ve sahada boğalar gibi saldırmaları olasıydı. Plan tutmadı.

Guardiola manevrayı yaptı, 0 - 0 onun da işine geliyordu, Camp Nou karar versin dedi. Barça savunmayı geride kurdu, pas alışverişleri kendi sahasındaydı, gitmedi, öne doğru dikine oynamadı.

Yan pas diye yapılan eleştiriler ilk defa bu maç özelinde geçerlidir çünkü Barça çoğunlukla ve bilinçli olarak yan pas yaptı Bernabeu'de. Xavi eliyle işaret ediyordu hadi baskıya gelsenize diye. Barça kazanmaya oynamıyordu. Ronaldo çıldırdı, pas üçgenleri arasında eriyordu ve arkadaşları ona yardıma gelmiyordu. Çizgiyi geçmeye imtina ediyorlardı ve Ronaldo'ya taktik bu abi n'apalım bakışı atıyorlardı. Taraftar ıslıkladı, Mourinho tınlamadı durumu, golsüz, kısır bir maç oluyordu ve Real Madrid, öne çıkmayan Barça savunmasını hiç eksik yakalayamıyordu. Tek tük yapılan bireysel hatalarla bulunan bir ya da iki pozisyon dışında da -Mesut'un ofsaytı- hiçbir şey üretemediler.

Taktiksel deha 90 dakika boyunca bir çözüm bulamadı buna. Sadece genel bir planı vardı, maç uzun bir süre 0 - 0 gidecek, 45'de Adebayor ve 70'lerde Kaka oyuna girecekti. Bir duran top, karambol, kontratak ona yetecekti deplasman için. Kafasında oynadığı maç, farklı şekilleniyordu sahada.

Barça ters köşe yapıyordu özel birinin zihnini, ambale oluyordu. Pepe'ni atılmasıyla kayışı kopardı zaten, oyuncu bile değiştiremedi, üstelik de kendini metheder gibi 10 kişi antreman yaptırdığından bahsediyordu sürekli.

Barça bu durumda bile istifisini bozmadı, taktiksel değişim geçirmedi, rakibin üzerine gitmedi fazla, 0 - 0 yeter gibi devam dedi, Pep plana sadık kalıyordu 10 kişi kalsa da rakip. İlk yarı Xavi'nin, ikinci yarı Pedro'nun kaçırdıkları dışında net bir pozisyon da bulamadılar açıkçası, Villa'nın şutları vardı o kadar.

Mourinho bütün oyuncularını 0 - 0'a inandırmış. Madrid golü yedikten sonra psikolojik olarak da çöktü çünkü. Messi'nin slalomu biraz da bu çaresizliğin sonucuydu.

Mourinho bir alternatif plan sahneleyemedi, vehameti anlatsın diye birkaç istatistik vereyim;

Hiçbir Madrid oyuncusu Victor Valdes kadar pas yapamadı, 24 kez. Ronaldo sadece 14 başarılı pas gerçekleştirebildi. Mesut Özil sadece 2 başarılı pas verebildi.

Burdan girmişken, maç verilerine de göz atalım, üretkenlik sunmadığından çok önemli olmasa da;

Başarılı pas sayıları, Barça 593 - Madrid 140
Topa sahip olma yüzdeleri, Barça % 72 - Madrid % 28
Şut girişimi, Barça 11 - Madrid 9
Kaleyi bulan şut, Barça 5 - Madrid 3
Fauller, Barça 25 - Madrid 21

En ilginci sona sakladım, evet Barça daha çok faul yaptı, biraz da hakemin kırmızı kartı sonrası eyyamı kaynaklıydı bu durum ancak bu da stratejinin parçasıydı. Ayrıca Barça 600 pasın altına düştü ve bu sayıyı da son 20 dakikada yükseltti aslında, daha da düşük kalacaktı. Bunun sebebi de topu ayaklarında daha fazla tutup -özellikle kendi yarı sahalarında- pas hatasıyla topun kaybedilmesinin önüne geçmekti, bu sayede Madrid kontratak da bulamadı.

Mourinho kendi silahıyla vuruldu. Stratejik olarak uzun süre sonra alt ediliyordu. Pep 5 - 0'da futbol felsefesiyle yenmişti onu, Mourinho bu yönden Pep'in yakınına bile gelemedi son 3 maçta. Şimdi de 0 - 2 ile onun arenasında, onun yöntemleriyle, onun akıl oyunlarıyla, onun gibi stratejik davranarak kazandı. Verilebilecek en ahlaklı ders idi, zamanında Rafa Benitez ve Sir Alex Ferguson'dan aldığı, Guardiola da bu seviyeye yükselecekti.

Maç sonunda, 2006 yılında 14 yaşındayken Madrid'in kontrat teklifini reddedip Barça'yı tercih eden Sergi Roberto'yu sahaya yolluyordu, mesaj ve gittiği yer belliydi.

Genel İstatistikler;

Barça vs. Mourinho

14 maç, 6 galibiyet 4 beraberlik 4 yenilgi

Pep vs. Madrid

8 maç 6 galibiyet 1 beraberlik 1 yenilgi

Pep vs. Mourinho

8 maç, 4 galibiyet 2 beraberlik 2 yenilgi

İlginç olan, taktik deha Mourinho son 5 resmi maçın 90 dakikası sonunda Guardiola'nın Barça'sını yenemedi.

Barça 1 Inter 0
Barça 5 Madrid 0
Madrid 1 Barça 1
Barça 0 Madrid 1 uzatmalarda, normal süre 0 - 0, kupayı birinin alması için maç devam ediyor.
Madrid 0 Barça 2

Daha da ilginç olan, aslında Mourinho'nun Pep'e karşı 8 resmi maçın 90 dakikası sonunda sadece 1 galibiyeti var.

Inter 0 Barça 0
Barça 2 Inter 0
Inter 3 Barça 1 -tek maç eleminasyon, ofsayt gol, Alves'in son dakika düşürülmesi, verilmeyen penaltı
Barça 1 Inter 0 -Bojan'ın sayılmayan son dakika golü-
Barça 5 Madrid 0
Madrid 1 Barça 1
Barça 0 Madrid 1 uzatmalarda, normal süre 0 - 0, kupayı birinin alması için maç devam ediyor.
Madrid 0 Barça 2

Bir başka bilgi, son 5 maçında da Mourinho takımları kırmızı kart gördü, olağandı bu yönde talimat verdiği için. Hatta takımlarını 10 kişi çalıştırdığını bile söyledi.

Ortada büyük bir yanılgı gözüküyor, Mourinho Barça'ya karşı kazanamıyor, sadece durdurabiliyor ve şansı yaver giderse, hakemler taviz verirse sonuç değişebiliyor.

Portekizlinin farklı bir şey denediği ve bunun işe yaradığı bir gerçek ancak yetmiyor, bu da bariz artık.

Birkaç oyuncu performansı;

Puyol sahadaysa savunma kurgusunda da sorunlar azalıyor, doğuştan bir tutkal, her gediği kapatıyor, müthiş bir enerji, ruhani liderliği apayrı bir konu. Mourinho'nun Pepe kararından sonra onu etkilemeye çalışması da bunun sonucuydu. Sahadaki sakinlik, taktik disiplinin en önemli parçası, sol bek oynayan, sakat, hata yapmaya meyilli ama yapmayan ve Cristiano Ronaldo'ya karşı müthiş bir psikolojik üstünlüğü olan Puyol'du.



Elbette L e o. 52 gol şu an. İkinci golü sanat, Gaudi, Miro, Dali diyarından sıyrılıp gelen. Sürreal, dadaist, kübizm kokulu.

Javier giderek büyüyor, kusursuz bir yarışmacı, o boyla merkez savunma oynuyor, hamlesi çok çabuk.

Oynamayanlar toplanıp birlikte izlemişler, Abidal, Adriano, Maxwell ve Bojan. Mourinho'nun, sırf grup oluşturur, kendisini takım içinden eleştirir de huzursuzluk çıkar, imaj zedelenir diye kovduğu Raul ve Guti ne yapıyordu acaba?



Bir maç daha var tur için. Sadece bir galibiyet alındı ve önemliydi. Guardiola sakin kalmak zorunda. Camp Nou'da büyük bir nefret ve saldırgan bir Barça istiyor Mourinho. Burdan besleniyor. Amacını daha Bernabeu'da maçın bitiş düdüğüyle belirtti, erken bir ilk gol atarsak hakem devreye girer deyip. İlk golü istiyor, 0 - 1 öne geçmeyi ve Barça'yı telaşa sürüklemeyi. İzin vermemek gerekir, deli divane gibi hücum etmeyerek. Ön alanda baskı yaptıracak elinden geldiğince, geride beklemeyecektir, hata kollayacak, Ramos ve Pepe yok, aşırı sertlik görülmez. Daha erken tur geçildi demek için, saygı duymalıyız.

Önceki yazılar;

http://erenlogoglu.blogspot.com/2011/04/tesekkurler-cocuklar.html

http://erenlogoglu.blogspot.com/2011/04/di-stefanodan-sert-mesaj-11e-9.html

http://erenlogoglu.blogspot.com/2011/04/m-o-u-r-i-n-h-o-m-d-r-i-d.html

http://erenlogoglu.blogspot.com/2011/04/neo-el-clasico-barca-vs-madrid-mourinho.html

Son söz;

Barcelona'dan korktuğu kadar Tanrı'dan korkmuyor. Çünkü onu da -daima yürekten bağlıyım dediği- Barcelona yarattı ancak o şeytan olma yolunda son adımı 27 Nisan'da attı.

28 Nisan 2011

A. Eren Loğoğlu

24 Nisan 2011

Bir Adım Daha, Fark Hala 8 Madrid!



Real'in lig üçüncüsü Valencia'ya 6 gol attığı akşam, Barça o kadar azamet içermiyordu. Bunun başlıca sebebi sezon başında vurgulanan kadro darlığıydı.

Madrid sahaya Kaka, Higuain, Benzema, Lass ile çıkıyor ve Ronaldo, Mesut, Di Maria, Adebayor, Xabi Alonso gibi isimleri oynatmamayı tercih edebiliyordu.

Barça'ysa Xavi, Iniesta, Messi, Pique ve Puyol'suz başlıyor ve yerlerini Jeffren, Thiago, daha önce de Bojan gibi isimlerle dolduruyor, kenarda da Fontas ve Montoya bekliyordu.

Tam tersine kulübü övmek gerekir bu hareketinden ötürü. Dünyada hiçbir kulüp Madrid gibi sürekli para harcayarak en iyi oyuncuları getiremez ancak altyapısından oyuncular çıkarıp bir felsefeye sahip olabilir.

FCB salt başarıyı değil özkaynaklarıyla amaca ulaşmayı istiyor. Kadroyu derinleştirmek yerine altyapıdan çıkan oyunculara şans tanıyor, atmosferi öğrenmelerini ve büyümelerini sağlıyor, onlara en zor zamanlarda sorumluluk vererek.

Bu kulübü sevmeyebiliriz ancak saygı duymak zorundayız.

Prensiplerinden kolay kolay ödün vermiyorlar, dünyanın en önemli maçı da olsa ortada gelenek varsa değişmiyor, Pinto kalede. Formaya sponsor almama ve sporcu sözleşmelerinde kademeler belirlemeleri de bundan. Karşılarında kim olursa olsun -Eto'o- sınırın dışına çıkmıyorlar, kulüp bir oyuncunun, efsanenin, markanın ve en önemlisi kazanmanın her zaman önünde tutuluyor. Bir futbol kültürü, geleneği, felsefesi var.

FIFA tarafından -Stefano'nun çalınmasıyla ve Franco'nun katkısıyla- yüzyılın kulübü ilan edilen Real Madrid ile de bu şartlarda rekabet ediyorlar. Onlar gibi değil kendilerini onların karşısında konumlandırarak.

Yukarda saydığım bütün Madrid oyuncuları çuval dolusu para ödenip transfer edildi ve Barça oyuncuları La Masia'da eğitildi. 6 - 3 ile 2 - 0 arasındaki tek gol farkı burdan kaynaklanıyor. Bonservisine değer biçilemeyen biri -Messi, Iniesta- olmak için zaten hiç bonservis ödenmemesi bir ön veri değil mi! Bu oyuncuların başka bir takımda aynı performansı verip vermeyeceği konusunda -Ballon D'or üç adayından bahsediyoruz bir de- şüpheye düşüyorsak, kulübün oyuncudan bağımsız felsefeye bağımlı bir organizasyon yarattığını görmezden gelemeyiz. Ronaldo, Kaka kendilerini kanıtlayarak ve dünyanın en iyisi olarak Madrid'e geldiler, Xavi ve Iniesta'ysa Katalunya'da dünyanın en iyisi oldular. Messi, apayrı özel bir hikaye.

Biraz da saha içine bakalım, çok dışına taşmadan.

Villa golünü attı 11 maç sonra ve 9 numara pozisyonunda, etkisi var. Valdes, 400. maçına çıktı Barça'yla ve senyera kolundaydı.

Felsefesine güvenen Barça, istediği sonucu alamayınca Xavi & Iniesta ve Messi'yi sürdü sahaya, puan kaybına tahammülleri olamazdı. Thiago da öğrenecek zamanla, Xavi de geçmişti bu yollardan, önce Guardiola oynardı.

Bir kalecinin oyun görüşü olduğu nasıl anlaşılır? Eğer kale atışlarında uzun vurması gerekiyorsa topu taç çizgisine doğru kullanmasından. Çünkü merkez savunmacılar -Rio ve Vidic gibi iki kule olabilir- havadan gelen toplara karşı etkilidir ve top kaybı yapmak istenmiyorsa, hava topuna çıkacak santrforun beklerle eşleşmesi olasılığı artırır. Merkez savunmacılar yerlerini kaybetmek istemediğinden oralara kadar çıkmazlar ayrıca.

Victor Valdes de bu tür bir kaleci, özel. Dün akşam, Mourinho da Casillas'ı oynattı, kalecilerin dinlenmesine ihtiyaç olmadığını düşünüyorlardı. Ayrıca ŞL'de cezalı Carvalho da sahadaydı, akıllıca. Pep'se gole kavuşmasını istediği David'i kullanıyordu ilk onbirde. Rotasyona giderken bile iki teknik adam da ne kadar zeki olduklarını gösteriyorlardı.

Madrid'in bu denli rahat gole ulaşmasının gerekçelerinden biri de rakiplerin kazanabilirim düşüncesiyle daha önde oynamaları ve kontratak yemeye uygun ortam yaratmasıydı. Mourinho takımları bunu her zaman iyi uygulamıştır, dikine, çok kısa sürede sonuca gitmek, Dünya Kupası Almanya'sı gibi, bu yüzde Khedira ve Mesut geldi. Madrid gollerinde savunma çoğu zaman az adamla yakalanır, Barça'ysa sürekli kapanan takımları açmaya uğraşır, açık alanlar olmaz, buna karşın Madrid'den daha fazla gol atıyorlar, nasıl bir çaba gösterdikleri tezahür edilebilir. Önümüzdeki sene onlar için bu kadar kolay olmayacak.



Gol sonrası Shakira Pique'yle öpüştü. Tüm dünyanın sevdiği bir şarkıcının, doğru takımın yanında arz-ı endam etmesi ayrıca güzeldi. Maçın sonlarına doğru Maxwell ve Milito sakatlandı, durumları belli değil. Abidal ve Adriano da sakat, sol bek yok kadroda. Muhtemelen uzatmalarda orda oynayan Javier ilk çözüm olacaktır. Keita'yı da merkez savunmacı olarak kullandı zorunluluktan, oyuncu değiştirme hakkı kalmamıştı.

Bojan, Puyol, Pique, Shakira gibi bir dörtlü savunma da kullanılabilir, fotoğrafta görüldüğü üzre.

Bu kulüp sevilmeyi o kadar çok hak ediyor ve bunun karşılığını alıyor ki, konuya dair sürekli argümanlar oluşuyor. Family Guy dizisinden bir sahne;



1 - 1 ve 0 - 0 sonrası Mourinho şimdi kazanmak zorunda. Ya gol şansına güvenip aynı taktiği güdecek ya da oluşan hava sonrası daha saldırgan olacak. Eğer orda kazanamazsa Camp Nou'da hiç şansı yok, daha galibiyeti bulunmuyor.

Güzel olan her şey devam edecek. Sahne sizin çocuklar, Çarşamba ŞL, hafta sonu lig, hak ettiğinizi almaya, haydi!

24 Nisan 2011

A. Eren Loğoğlu

22 Nisan 2011

Sözüm var sana

Sulu sepken gözyaşı dökülünce
Duvarın dibinde büyüyen yaşam formuna

Yağmur akşamları çökünce kara bulutlardan
Üzerime doğru ve amorf

Çoğalan hüzün azalan gülümseme
Ayna kadar rasyonel yüzün

Biraz uyu kaybolmadan yalnızlık
Az biraz masal boşluğu

Arada uzak iklimler çıkmazı

Sözüm var sana

Sözüm,
Çatışmaların ve çekişmelerin yokluğuna

Sözüm,
Asılsız ihbar tedirginliği

Yarı açık evin cezasıyla
Kötü sevişmeler bahanesi koyu kahve

Çöpçatan servisi ucuzluğunda eskiz

Eski bir iz, bıraktığın yara
Bilmem sevdanın köşe bucak adresini

Sözüm var sana

Sözüm,
Ahlak zabıtlarında kayıt dışı

Sözüm,
Eğri büğrü çizgilerden taşan doğru

Yalın ayak teması toprağın
Ve karamel ile ağız

Ulu orta galiz küfürler
Enkaz devralma sözleşmesi

Gündem okunuyor, bilmem kaç madde

Sözüm var sana

Sulu sepken gözyaşı dökülünce
Duvarın dibinde büyüyen yaşam formuna

Yağmur akşamları çökünce kara bulutlardan
Üzerime doğru ve amorf

Çoğalan hüzün azalan hayal
Ayna kadar rasyonel yüzün

Biraz uyu bozulmadan sessizlik
Az biraz masal boşluğu

Arada uzak iklimler çıkmazı

22 Nisan 2011

A. Eren Loğoğlu

21 Nisan 2011

Teşekkürler Çocuklar



Öncelikle birkaç konuya açıklık getirmek istiyorum.

Niyet okuyan, maksadını aşan yorumlara riayet etmemeye özen gösterdim. Burası benim kişisel blogum, herhangi bir denetimi, herhangi birine kendi beğendirme zorunluluğu, popüler olma kaygısı yok. Tarafım ve taraf olduğum açıdan değerlendiriyorum olayları, kaldı ki objektif olduğumu da hiçbir zaman söylemedim, isteyen bu koşullarda göz atar, isteyen de okumaz, çok açıktır.

El Clasico'ların yaklaşmasıyla bazı eleştiriler almaya başladım, haklılık payı olanlarla birlikte, mesnetsiz, kısa bir süre önce blogu okumaya başlayıp geçmişini bilmeden atıp tutmaya kadar giden. İsmi cismi önemsiz birisi özellikle Barça kaybettiğinde yazmadığımdan ve ortalıklardan kaybolduğumdan dem vurdu. Barça son 2 yılda çok az maç kaybetti ve bu maçlardan sonraki bazı yazılarım aşağıdadır, kendisini vicdanıyla baş başa bırakıyorum;

Arsenal

http://erenlogoglu.blogspot.com/2011/02/camp-nou-terapi-tapnag.html

Betis

http://erenlogoglu.blogspot.com/2011/01/nazar-boncugu.html

Hercules

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/09/sok-mu-asla.html

Inter

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/04/r-e-m-u-n-t-d.html

Gelelim Kral Kupası'na. Maç öncesi yazımda belirttiğim öngörüyle -7 Nisan- başlayayım;

Tek maç Jose'nin avantajı, belirli bir şablonla kazanmaya en yakın olabileceği, yani kupa. Lig maçı prestij havasında, birbirlerini yoklama seansı. ŞL kesinlikle ayrı bir yerde duracak ve Barça'nın eleminasyon yoluyla Madrid tarafından evine gönderilmesi zor görünüyor.

İstatistikler;

Barça vs. Mourinho

13 maç, 5 galibiyet 4 beraberlik 4 yenilgi

Pep vs. Madrid

7 maç 5 galibiyet 1 beraberlik 1 yenilgi

Pep vs. Mourinho

7 maç, 3 galibiyet 2 beraberlik 2 yenilgi

- Real Madrid, 18 yıl sonra kupaya erişti ve zafer sarhoşluğunda kupayı düşürüp otobüse kaptırdılar. Toplamda Barça 25, Bilbao 23 ve Madrid 18 kez kupanın sahibi oldu.

- Final performansı, Guardiola 6 galibiyet 1 yenilgi, Mourinho 13 galibiyet 5 yenilgi.

- David Villa 11 maç üst üste gol atamadı ve 2007 - 2008'de Valencia formasıyla yakaladığı bu kötü seriyi egale etti.

- FC Barcelona'nın bu sezon kaybettiği 5 maçta da Carles Puyol oynamadı.

- 90 dakika verileri Barça, kaleye atılan 12 şut, kaleyi bulan şut 3, başarılı pas sayısı 675, % 89, Madrid, kaleye atılan 10 şut, kaleyi bulan şut 2, başarılı pas sayısı 190, % 63 şeklindeydi.

Topla oynama oranlarını bulamadım, kupa maçı olunca daha da zorlaşıyor verilere ulaşmak. Sanırım % 70 - 30 civarıydı yine, 4 gün öncekine göre Barça topa biraz daha fazla sahip gözükebilir, ikinci yarıdan ötürü.

- Barça, son 210 dakikada sadece 1 gol atabildi Madrid'e.

- Mourinho kupayı takımına getirmesine karşın, son üç 90 dakikada da Barça'ya üstünlük sağlayamadı, 5 - 0, 1 - 1, 0 - 0 şeklinde.



Kadrolar:

Barça, 4 - 3 - 3, Pinto, Alves, Pique, Javier, Adriano, Sergio, Xavi, Iniesta, Pedro, Villa, Messi

Madrid, 4 - 3 - 3, Casillas, Arbeloa, Ramos, Carvalho, Marcelo, Pepe, Xabi, Khedira, Di Maria, Mesut, Ronaldo

Tersten girelim, memento hesabı. Golü gözünüzün önüne getirin, taç atışı verkaç Marcelo'yla Di Maria arasında, Alves birine giderken diğerine Javier'in yaklaşması gerekiyor veya önden bir oyuncunun, yok. Orta geliyor, arkada Ronaldo yükselip kafayı vuruyor, yanında Adriano ve kalede de Pinto.

Sahneyi Valdes, Puyol ve Abidal ile canlandırın bir de. Gol olacağını zannetmiyorum.

Pep, stratejik bir hata yapmış Puyol'u hafta sonu oynatmakla, bu belli oldu. Maç içersinde tekrar sakatlanıp kupa maçına çıkamadı kaptan.

Saygı duyulması gereken diğer tercihi Pinto'ydu, kötü mü oynadı, asla! Ancak o pozisyonu Valdes çıkarırdı ve kalecinin tek pozisyonla bile bir maçın kaderini tayin edebildiğini Casillas tam 3 kez gösterdi bizlere.

Madrid 4 çakılı savunmacı -Marcelo bile çıkmadı bu maç- ve önünde 5'li bir blokla oynadı. En uçta da Ronaldo'nun koşularından yararlanmayı düşündüler.

Beşli blok özellikle ilk yarı kusursuz oynadı. Di Maria ve Mesut ön bek, Pepe ön kesici ve gizli hücumcu, Khedira, Alonso onun biraz önünde alanları kapatmakla yükümlüydü. Aslında üç oyuncu alanlarını kontrol altında tutarken, Xavi & Iniesta ve Messi'yle de eşleşiyorlardı.

İlk maçın aksine bu maç daha önde oynadılar, alanı daraltmak için. Barça efektif bölgenin gerisinde pas yapmak zorunda kaldı ilk yarıda. Ve çok top kaybı yaptılar.

Barça'nın oyuncu görev değişikliklerinin pas hatalarında etkisi vardı.

Pinto - Valdes'in yerine kaleci görevine
Pique - merkez savunmanın sağından soluna
Adriano - Abidal'ın yokluğunda sol bek görevine
Javier - Puyol'un yokluğunda merkez savunmanın sağına

şeklindeydi farklılıklar ve ilk yarı Pep, Villa ve Pedro'nun yerleriyle oynadı, her ikisi de etkisiz kalıyor sebebinden.

Madrid, oyun merkezde, yani Barça'nın en güçlü olduğu bölgede oynansın ve rakibi orada durdurayım isteğindeydi, Barça'ysa oyunu bir türlü kanatlara doğru genişletemiyordu.

Pedro sakatlıktan yeni dönmüş, varlığıyla yokluğu belirsiz ve Villa 10 maçtır gol atamayan bir seviyedeydi. Ve en çarpıcı olanı Xavi'nin ilk yarı inanılmaz kötü bir performans sunmasıydı.

Yine Pique topla çıkışlarını soldan yaptığı için, pas ve çalım tercihlerinde yanılgıya düştü.

Bu faktörlerin ve direncin getirdiği havanın katkısıyla Madrid olağanüstü başarılı bir ilk yarı çıkardı Barça karşısında. Hiddink'in Chelsea'sini taklit ediyorlardı aslında.

Futbol içi unsurların bir kısmıydı bunlar, peki ya futbol dışı olanlar?

Villa çok top kaybı yaptı, özellikle adam eksiltmeyi düşündüğünde. Ancak Arbeloa ve Ramos'un insanlıktan çıkan hareketleri de görmezden gelindi. Karnına yumruk atmaktan tutun da, bileğine basıp sakatlanan oyuncuyu ayağa kaldırma girişimine kadar çirkinleştiler.

Messi'ye özel hazırlanmışlardı elbette. Faulle karışık yere düşerken tekme savurmalar, vücud ile vurmalar, Pepe, Carvalho bu işleri çok iyi biliyorlardı.

Sertlik, kontratak engelleyen fauller, bir olay olduğunda sürekli kavga çıkartmak isteyen, rakibine müdahale ve temas eden eller, golden sonra oyunu müthiş soğutma çabaları da görülmeliydi.

Maçtan önce sahanın sulanmasını istemediler, federasyon en azından çimlerin kesilmesine olanak tanıdı ancak Camp Nou'dan uzunlardı bu haliyle de.

Subjektif bir tespittir, yanlış olabilir, federasyon ve hakem tarafından kollanan, hak gasp eden takımların taraftarları, bu tür tarafsız saha final maçlarında ana kameranın karşısında konuşlanırlar. Dünyanın onları çoklarmış gibi algılamaları istenir. Dün gece de karşı tribün Madrid'e verilmişti, 2005 Türkiye Kupası Finali'nde Fenerbahçe'ye verildiği gibi.

Golden sonra Katalanlara yapılan hareketler görüldü, futbolla uzak yakın ilgisi olmayan. Sahada zaten psikolojik harb taktikleri yürütülüyordu. Koridor tartışmaları da cabası.

İlk yarı o kadar çok efor sarf etti ki Madrid önde baskı yapmaktan, ikinci yarı daha hareketli oynayan Xavi ve Iniesta'yı durduramaz oldular. Özellikle Iniesta'nın topla ilerlemelerine çok ihtiyacı vardı Barça'nın, kilidi açmak için. Xavi de kendini buldu ve top alıp vermeleri artırdı, Messi de onlara dahil olup kat etmelerini artırdı. Takım klasik pozisyonlarını bulmaya başladı ancak Casillas'ı geçemedi sadece. Topla oynama, etkili alanda paslaşma ve son ara pasını atma konusunda gerçek verimlerini yakaladılar, kusursuza yakındı ikinci yarı.

Bu süre zarfında Pedro'nun da kendini bulmaya başladığı gözlemlendi, diğer maçlar için önemli. Alves bir türlü istenen seviyeye çıkamıyor Marcelo karşısında. Bu arada Adriano da sakatlandı ve Madrid maçlarında yok, Ronaldo'nun hızına reaksiyon verebiliyordu, Maxwell sıkıntı yaratacaktır.

Kral'ın kupası kaybedildi ama hala önümüzde ŞL var, asıl hedef ligden sonra. Mourinho odağı başka yöne çevirmeyi o kadar iyi başarıyor ki, ligi nerdeyse kaybedip kupayı kazanmasına karşın daha büyük iş başarmış muamalesi görüyor. Üstelik de ilk maç 5 - 0 idi.

Ahlaklı, onurlu, sadece futbol düşünen, teknik taktik, stratejik olmaktan ziyade çocukluğundan beri öğretileni oynayan, amatör ruh taşıyan, bizim mahallenin çocukları Barça oyuncuları teşekkürler. Karakter koyun ortaya ama kazanmayın, mühim değil!

2 maç daha var, hiçbir şey bitmedi, her şey şimdi başlıyor.

21 Nisan 2011

A. Eren Loğoğlu

18 Nisan 2011

Di Stefano'dan Sert Mesaj & 11'e 9 Antrenman



Daha yazımın mürekkebi kurumadan, Jose Mourinho'ya Real Madrid'i nasıl böyle oynatırsın eleştirileri başladı, hem de kulübün onursal başkanı Alfredo Di Stefano'dan ve acımasızca;

“Barcelona’s football was simply brilliant. Their superiority was there for the whole planet to see: the whites were cornered all game. Barcelona play football and dance. They treat the ball with adoration and respect, almost nurturing it. To see this team in action is a delight. Madrid are a side with no personality. They just run back and forth constantly, tiring themselves out. We saw clearly that their approach was not the right one. Barcelona were a lion, Madrid a mouse.”

After seeing the first El Clasico of 2011, Real Madrid legend and the club’s honorary president Alfredo Di Stefano has stern words for Jose Mourinho-led Real Madrid and praise for Guardiola’s FC Barcelona in his weekly column for Marca.


"Barcelona'nın futbolu açıkça görkemliydi. Onların üstünlüğü bütün gezegenin görmesi için oradaydı. Beyazlılar bütün maç köşeye sıkıştı. Barcelona futbol oynadı ve dans etti. Topa hayranlıkla ve saygıyla davrandılar, neredeyse büyütürcesine. Bu takımı aksiyon içersinde görmek bir zevk. Madrid karakter olmayan taraftaydı. Sadece sık sık ileri geri koştular, kendilerini çok yorup. Açıkça gördük ki onların yaklaşımı doğru olan değildi. Barcelona aslandı, Madrid fare."

Marca'daki haftalık köşesinde yazdı bunları Di Stefano, önemliydi. Real Madrid, Inter'e ya da bir başka takıma benzemezdi, bazı şeyleri Mourinho bile olsa kabullenemezdi. Başarı gelmezse Jose'nin çok başı ağrıyacak, bu iyice ayyuka çıktı, Di Stefano'nun sözleriyle. Valdano intikam için beklemede muhtemelen.

http://www.goal.com/en-gb/news/3277/la-liga/2011/04/18/2447187/alfredo-di-stefano-barcelona-are-superior-and-real-madrid

Su kenarına, Akdeniz kıyılarına uzanalım. Eski onursal başkan, ruhani lider, yaratıcı Johan Cruyff'un El Periodico'daki haftalık makalesine göz atalım biraz;

"Birinci El Clasico, Mourinho'nun Barça için ne kadar çok korkusu olduğunu gösterdi. Ancak bütün -olağan- cephaneliğiyle -bahanelerle- hazırdı, dikkati futbol hakkında konuşmadan başka yöne dağıtma hususunda.

Mourinho'nun onbiri Barça'ya vereceği en büyük iltifattır. Evinde 7 savunmacıyla oynamak korktuğunun işaretiydi. Onların zamanında, Bernabeu genellikle teknik direktörler tarafından alınan bu tür yaklaşımlara izin vermez, hatta bu ligi kazanmak anlamına gelse bile. En azından, bugüne kadar böyledir.Capello bunu doğrulayabilir.

Tamamen korku dolu ama hazır. Bu Mourinho'nun nasıl olduğudur. Maçtan önceki basın toplantısı, El Clasico sonrası oluşturacağı gerekçelere başlangıç olarak hizmet etti. Hangi sorulardan sorumlu olacağını dikkatlice seçip, '10 kişiyim, onlar her zaman 11' söylemine döndürmeye devam ediyordu, sahaya niçin bu kadar çok savunmacı çıkardığını açıklamadan. Davranışından rahatsız olan var mı? Bazıları ama bazı diğerleri değil. O bölümde futbol hariç her şey hakkında konuşabilmenin örtüsünü buldu.

Mourinho kupa -azimli- teknik direktörü, futbol değil. Daha başka bir ifadeyle, bizim anladığımız türden bir futbol teknik direktörü değil, görünüm olarak sporun nasıl oynandığı veya eğlence için izlendiği, canlı veya evde. Yine de bu durum Barça'ya yardımı yönetti, çok fazla. Eğer Blancos teknik direktörü, elinde ne var ne yok Bernabeu'ya çıksaydı, aynısını tekrar Mestella'da, sadece bir maç ve kupa için yapamazdı. Guardiola ve oyuncuları önceden uyarılmış oldular. Ve her zaman tarzına sadakatle bağlı kalırken, oyunlarını geliştirmeleri gerekeceğini biliyorlar.

Mourinho, Blaugrana ile ne zaman karşı karşıya geldiyse, her zaman 11'e 10 oyun planı için takımını çalıştırdığını söyledi. Eğer öyleyse, Barça'nın da 11'e 10 oyun planı geliştirmesi ve buna çalıştırılması iyi olabilir. İki sebepten: Bir, eğer Madrid hala alt dereceden, küçük bir takım gibi oynamakta ısrar ederse, savunmada kalmada ısrar ederse, sahayı ve topu rakibe verirse ve ilk adımı hep Barça'ya bağlarsa, içlerinden biri onun uygun adım emirlerini yeniden alırsa doğal olur. Ben Mourinho olsam, 11'e 10 değil 11'e 9 oyun planı çalıştırırdım, Pepe aynı pozisyonda benzer görevle, tekrar aynı performansla oynayacaksa, Brezilya doğumlu Portekizli maçı bitiremeyebilir.

Madrid-Barça maçı bana Hollanda ve İspanya arasındaki son Dünya Kupası Finalini çokça hatırlattı. O gün, benim utancım Hollandalı oyuncuların kendilerini futbol oynamaktan çok durdurmaya vermeleriydi. Böyle giti. Yenildiler ve dünyanın göreceği kötü bir imaj bıraktılar. İlginç olan Mourinho ve Madrid'in taktiğini bugün alkışlayanların, o gün Hollandalıların yaklaşımına karşı haklı bir biçimde kızanlarla aynı insanlar -Madrid basını- olmalarıydı.

İkinci sebep, Barcelona'nın durumunda olduğu gibi, çalışmak ve 11'e 10 stratejisini kusursuzlaştırmak. Çünkü rakibinizin bir oyuncu az iken, öncekinden daha çok şans üretmesi kabul edilemez. Belli ki bazı şeyler yanlış gitti. Temel olarak iki şeye indirgenebilir. Bir, onların kafasında, bilinçaltında, 0 - 1 geride ve bir oyuncu az olmayı üstlendiler, Madrid ölüme terkedilmişti. Pedaldan ayaklarını çektiler, önde ve arkada. Ve iki, rakip için, tamamen tersi, herkes biraz daha veriyordu. Çözüm? Basit, ve efektif; top, her zaman biraz daha hızlı, zemin ne kadar kötü olursa olsun, pozisyon alma da, 11 kişiye karşı oynarken olduğu gibi ama birkaç metre daha geride, fazla değil, bütün saha boyunca bire bir arayarak, bunu sayısal üstünlüğü kullanana kadar yapmak.

Üstünlük, rakibi ileri geri hareket ettiren, bire biri empoze eden, alanlar arası geçişten emin, ve evet, nümerik avantaj sayılacak. Cumartesi bu yaşansaydı, bir oyuncu az oynamaktan daha zor reaksiyon göstermeleri gerekecekti. Rakiplerinin erdeminden ziyade Barça'nın hatasıydı. İlk El Clasico'da, Camp Nou'da, inanın ya da inanmayın, Real Madrid Guardiola'nın takımıyla aynı kalitede olduğunu düşündü, 5 - 0 yenildiler.

Şimdi, Barça'nın oyununa kendilerini adapte ediyorlar, ofansif oyunlarından rakibin gücünü durdurmayı kendini yükseltmeye tercih eden bitmek bilmez mücadeleye. Madrid beraberliği kontrol etti ve teşekkürü aldı. Nereden nereye geldiler, 5 - 0 ve diğer 5 - 0 (Guardiola'nın Madrid zaferi sayısı son üç yılda) ile. Beraberlik çok gözükmeyebilir ama kesinlikle öyle.

Kusursuz olan ligde 8 puanlık avantajın bir maç azalarak devam etmesi. Barça'nın bu sezonki en iyi oyunlarından biri değildi, bağlı kalınan çirkin bir yaklaşımla Mourinho tarafından bütün sezon uygulanan, Barça maçı beraberlikle bitirdi ve şampiyonluk için bir adım daha attı, bir kez ve her daim, en iyinin kim olup olmadığını kanıtladı."

Bir de not maçtan:

Pepe tünel ve koridorlarda Barça oyuncularıyla tartışmaya girmiş maçtan sonra. Muhtemelen Mourinho'nun saha içi savunma önü görevinin saha dışı devamlılığıdır, sever o işleri, Materazzi'yle ağlayıp sarılmaları unutulmadı, emirlerini az yerine getirmedi Milano'da.

18 Nisan 2011

A. Eren Loğoğlu

17 Nisan 2011

M o u r i n h o > M a d r i d



İstatistiklerle başlayıp değerlendirmelere geçelim.

Barça vs. Mourinho

12 maç, 5 galibiyet 4 beraberlik 3 yenilgi

Pep vs. Madrid

6 maç 5 galibiyet 1 beraberlik

Pep vs. Mourinho

6 maç, 3 galibiyet 2 beraberlik 1 yenilgi

- Leo Messi, Madrid'e karşı 8. golünü kaydetti, Jose takımlarına karşıysa ilk defa ağları buldu. Üst üste 2 sezon ligde 30 gol barajını geçen ilk oyuncu oldu aynı zamanda.

- Ronaldo, Barça'ya ilk golünü attı.

- Kasım ayında oynanan El Clasico'yla Real Madrid, tarihinde ilk kez aynı takıma karşı üst üste 5 kez kaybetmişti. Barça kazansaydı seri 6 maça çıkacak ve 1962 - 1965 arasında oynayan Di Stefano, Puskas'ın Madrid'inin Barça'ya karşı elde ettiği bir başka istatistiği yakalayacaklardı. Ayrıca ev sahibi takım, Bernabeu'de aynı rakibe üst üste 3 maç kaybetmemişti, geleneği sürdürdüler.

- Barça, 1979 - 1980 sezonu Real Socidead'ının deplasmanda üst üste 16 maç kaybetmeme istatistiğini egale etti. Ligin 2. haftasında Hercules'e yenilmişlerdi, bu seriyi de 30 maça taşıdılar. Rekor 32 maç ile aynı Sociedad'a ait ve rekor haftası Barça Sociedad ile oynayacak.

- 501 maç sonunda % 68 galibiyet oranı var Mourinho'nun ve onu geçen tek isim var, Pep Guardiola. 173 maç sonunda % 74 gibi bir oran ve elbette bunu Jose kadar götürebilir mi, bekleyip göreceğiz. Mourinho'nun bu istatistiği 6 farklı takımla elde ettiğini de ekleyelim.

- Guardiola 173 maçta sadece 15 kez kaybetti ve hiçbir teknik direktör onu iki defa yenemedi. 15 maçın 11'inde tek, 4'ünde 2 farkla sahadan yenik ayrıldı.

- Barça, sahaya 8 altyapı oyuncusuyla çıktı, kenarda da 2 La Masia öğrencisi bekliyordu.

- Hakem Muniz Fernandez daha önce Madrid adına 10 penaltı, Barça içinse sadece 1 penaltı çalmıştı.

- Tam 20 yıl sonra -Ekim 1991 Koeman- Barça Bernabeu'da penaltı kazandı.

- Jose Mourinho, bir hafta boyunca çimlerin kesilmesini yasakladı ve 3 - 4 santim daha uzun olmalarını sağladı.

- Al Jazeera televizyon kanalında maç önü, devre arası ve sonu yorumlar yapan, 1984 - 1987 arası Barça'yı çalıştıran Terry Venables'in El Clasico karnesi, 12 maç 6 galibiyet 5 beraberlik ve 1 yenilgiydi.

- El Clasico üst üste yenilmeme istatistiği 8 maç ile 2001 - 2003 arası Los Galacticos'una ait. 2008 - 2011 Barça'sı 6 maç şu an.

- Barça topla oynama % 72, gol girişimi 10, kaleyi bulan 6 şut, 5 ofsayt, Madrid topla oynama % 28, gol girişimi 12, kaleyi bulan 7 şut, 21 faul

- Real Madrid son 5 lig sezonunda ilk kez topla oynamada % 30 altına düştü. 5 - 0 biten maçta % 33 idi oran. Geçen sezon Bernabeu'de 0 - 2 kaybedilen maçtaysa % 45 şeklindeydi.

- Geçtiğimiz sezon ligi 96 puanla kapayan Pellegrini'nin takımını yakalama şansı kalmadı Jose'nin, 77 puanı ve önünde sadece 6 maçı bulunuyor.

- İlk yarı (11'e 11) başarılı pas sayıları: 383 - 116, % 91 - % 68 oranlarıyla.



Kadrolar:

Barça, 4 - 3 - 3, Valdes, Alves, Pique, Puyol, Adriano, Sergio, Xavi, Iniesta, Pedro, Villa, Messi

Madrid, 4 - 3 - 3, Casillas, Ramos, Carvalho, Albiol, Marcelo, Pepe, Xabi, Khedira, Di Maria, Ronaldo, Benzema

Sürprizler vardı, Puyol'un sahada olması ve Pepe'nin savunma önünde oynaması gibi.

Barça, son oynadığı üç maçın aksine ideal formatından sadece bir oyuncu -Abidal- uzaklıktaydı, kusursuzluğa erişme şansı fazlaydı.

Jose'yse mutlaka farklı bir şeyler denemek zorundaydı. Pepe'yi önde oynatarak, merkezden içeri kat eden Messi'yi durdurmayı planlamıştı. Ayrıca Pepe'nin kazanacağı toplarla da çok hızlı bir biçimde atağa çıkılacaktı.

Mourinho dün gece, kendisini ve kazanmayı Real Madrid'den daha çok önemsediğini açıkça ifade etti. Jose'den önce Madrid'in evindeki bir El Clasico'da geride rakibini beklemesi ve kontrataklarla gol arayıp topa çok az sahip olması düşünülemezdi. Jose, Real'e gelirken oluşan algı, Inter'de yarattığı savunma kurgusunu Madrid üzerinde denerse tepki göreceğiydi. Öyle olmadı, Barça'yı yenmek her şeyden önemliydi artık. Jose kendi büyüklüğünü, yüzyılın en büyüğü olduğunu iddia eden kulübe zorla kabul ettiriyordu.

Topla sadece % 28 oynadılar, mahkumdular, aşağılandılar, Barça'dan daha iyi bir takım olmadıklarını, hücum yaparak onları yenemeyeceklerini kabullendiler ve bunların tamamı kendi tarihi stadlarında ve taraftarlarının önünde gerçekleşti, acı vericiydi. 20 küsür yıldır futbol izliyorum ve Madrid'i sahasında hiç bu kadar aciz görmemiştim, keza Terry Venables da söylüyordu aynı şeyi. Barça'nın ezeli rakibi bu olamazdı ya da kimilerine göre dünyanın en iyi ikinci takımı.

Türkiye'de İsmail Güldüren'i, Emre Toraman'ı, Ayman'ı savunmanın önünde kullanan bizim teknik direktörlerden ne farkı vardı Jose'nin Pepe hamlesinin? Yine ikinci yarı Adebayor'a atılacak uzun toplardan medet ummak, Mehmet Yıldız'ı oyuna almakla eşdeğer değil miydi? Ziya Doğan'ın ön kesici ve Bülent Uygun'un hava toplarına hakim santrfor sevdasının Jose'ye de sirayet edebileceğini kim düşünebilirdi?

Bence bir tarafı yererken diğer tarafı övmek tutarlılık içermiyor. Geçtiğimiz sezon Alves'e son dakikada yapılan penaltı verilse ilk maç 3 - 2 veya Bojan'ın golü sayılsa ikinci maç 2 - 0 bitecek ve Jose'nin futbol literatürüne kazandırdığı otobüs park etme hadisesi de tarih olacaktı. Bu şans tepildi ve geleneğinde, büyüklüğünde zerre savunma olmayan Madrid bile çaresizlik içinde bu stratejiye sarıldı.

Bu kadar ileri gidebileceğini beklemiyordum Mourinho'nun. Kazanma hırsı gözünü kör etmişti, hiçbir şeyi doğru göremiyordu, rekabeti, Madrid'in buralara böyle gelmediğini. İtalyan takımı olan ve genlerinde savunma yatan 300 küsür milyon Euro'luk Inter'i bu denli katı oynatması yeryüzünün her yerinde eleştirilmişti çizme dışında, onlar alışıktı. Şimdiyse 500 küsür milyon Euro'luk, evinde 16 maçta 50 gole yaklaşmış, % 60 topla oynayan, Ronaldo'ya her maç en az 5 dribling şansı veren bir takımı aynı duruma soktu.

10 kişi kalacak formatta bir oyun kurgulayıp 10 kişi kalmaktan yakınması ve bunu özellikle maç öncesi dile getirip hakemi etki altına almaya çalışması bir Mourinho klasiğiydi. Bunun üzerine antrenmanlarda çalışmalar yaptığını da söylemekten çekinmedi.



Madrid 10 kişi kaldığı için değil, rakibi geride beklemediği ve savunmayı öne çıkararak hücumcularına yeteneklerini sergileme fırsatı verdiği için beraberliği kurtardı ve 70 dakikaya göre daha iyi oynar gözüktü. Puyol'un oyundan çıkmasının ve Sergio'nun merkez savunmaya geçip, önde Keita'nın oynamasının da etkisi vardı bu süreçte. Mesut'un kazandığı topla oluşan penaltıyı hatırlayın, pası veren Sergio ve Xavi topu kaptırdıktan sonra müdahale etmesi gereken Keita'ydı.

Çimlerin uzun tutulması pas şiddeti konusunda da sıkıntılar yarattı Barça adına. Topa sahip oldular ancak topu daha hızlı çeviremediler ve oyunu ters kanada genişletip akışkanlığı sağlayamadılar. Guardiola'nın konuya dair yorumu her takımın kendi sahasını kurallar dahilinde istediği gibi kullanabileceği şeklindeydi.

Bu maç, diğer üç maçın önizlemesiydi Jose adına ve feda edildi. Asıl kıyamet, Madrid'in gerçek potansiyelini kullanmaktan çekinip kendi bildiği yöntemle yola devam edecek olan Jose'nin kupada ve ŞL'de hüsrana uğramasından sonra kopacak. Eleştiriler alıp başını gidecek, Ronaldo'nun ne kadar az topla buluşturulduğundan dem vurulacak, Madrid sahasında böyle oynatılamaz serzenişleri yükselecek. Maç öncesi basın toplantısına çıkıp konuşmayarak zaten Madrid tabanlı gazetecilerin salonu terk etmesine sebep olan ve maç sonunda da aynı isimlerden -yoklama yaptı herhalde- soru almayan, kendi dışında kimseye saygısı olmayan küstah bir adamı, düştüğü anda çok fena hırpalarlar.

Madrid Pepe'yle kazandığı toplar dışında en tehlikeli pozisyonlarını duran toplardan yakaladı. Barça'nın bu konuda bir boy zaafının olduğu biliniyor. Bu sıkıntı diğer maçlara da yansıyacaktır. Hakemin ceza sahası önünde Ronaldo serbest vuruş kullansın diye uydurduğu faullerin de haddi hesabı yoktu. Keza Pepe maçı sarı kart bile almadan tamamladı. Casillas'ın Villa'ya yaptığı müdahale tartışmalıydı, Albiol'un çekmesi kırmızı kart ve penaltıydı ancak Marcelo'nun pozisyonuna penaltı çalmak insafsızlıktı. Alves orda topa dokundu. Maçın sonlarında Messi'nin Ramos'dan çaldığı top çok temizdi, korkusundan veremedi hakem. Madrid'in sert ve aşırı faul yaparak oynamasına müsamaha gösterdi. Görevini iyi yaptı denebilir!

Mourinho'nun topu nasıl olsa kazanamam, kazansam da onlar kadar iyi kullananam çekincesiyle yarattığı savunma kurgusunun ana amacı Barça'nın daha az pozisyona girmesini sağlamaktı ve bunda da başarılı oldu. Pozisyon yönünden dengeli ve kısır bir maç idi.



İşin ironisi, puan farkının kapanıp şampiyonluk şansının devamı için Madrid'in saldırması gerekirken, Barça'nın hücum oynamasıydı ihtiyacı varmış gibi. Mesele de burda işte, Barça kazanmak zorunda olmasa da hücum, güzel ve iyi oynuyor, Mourinho takımları kazanayım da son dakikada olsun diyor, stratejik her yönüyle. Mesut ile başlamıyor ve sonradan girince doğru hamle oluyor birden. Oysa 5 - 0 biten maçta da 45. dakikada oyundan almıştı. Topu rakibe verip basmayarak, tamamen yarı sahasında bekleyen bir anlayışla az pozisyon verip ilk maça göre daha çok pozisyon -çoğu da duran top, kalanlar kontratak- bulduğu için Barça'dan daha iyi olduğu iddia edilebiliyor, komik! Rakibi üzerine çekiyorsun ve saldırmaları şart değil ama geliyorlar, senin yarı sahanda paslaşıyorlar, boşluk arıyorlar, arkaya adam kaçırmaya çalışıyorlar, isteseler geride kalıp Madrid'in oyununu baştan bozabilirlerdi, stratejik olabilirlerdi ama yakışmazdı onlara, yapmayacaklarını biliyorsun onlar dürüst çünkü, değişken değil. Bu sebepten onlar Barcelona ve onların kazanması gerekiyor futbolun geleceği için.

8 puanlık fark korundu ve Barça istediğini aldı, üç yılda üç şampiyonluk uğruna son 6 maç. Cruyff'un hedef maçlar tanımına uygun ilerliyorlar El Clasico'larda. 0 - 1'den sonra Barça'nın maçı kazanması gerekiyor olsa sonuç beraberlik olmazdı.

Psikolojik olarak zarar gören yok kanımca. Madrid kazanamadı belki ama 10 kişi geri dönmeyi başardı, kazanabilirdi de. Jose oyuncularına bunu işleyecektir. Ligin kaybedildiğini kupa maçından sonra çıkacakları deplasman maçında hatırlayacaklar ve ŞL'ye bunun yansımaları olur. Daha üç zor deplasmanları -Valencia, Sevilla, Villarreal- var ve ikili averajda da gerideler, aslında diferans 9 puan şu an. Her iki taraf da sevindi maçtan sonra. Madrid, Barça'yı yenebilme umudunu korudu, Barça'ysa iki Bernabeu maçından birini hasarsız atlattı ve puan farkına dokundurmadı.

Jose'nin her iki penaltı pozisyonuna verdiği reaksiyon -gülme ve aşırı sevinç- psikolojisinin iyi olmadığını gösterdi. Keza Madrid taraftarının da ruh hali delirmeye yakın olduklarını anlatıyordu. Messi'nin bir pozisyonda top taca çıkarken refleks yoluyla topa vurması, pek çok savunmacının her maç yaptığı olağan bir hareket idi. Messi yapınca üzerine çullanmak istediler, taraftar tepki gösterdi Messi'ye, inanabiliyor musunuz, tek falso hareketi olmayan hatta bir pozisyonda ceza sahasında düşmeyip devam etmeye çalışan mütevazi Messi'ye? Yazık, rekabeti seviyorlar ama kazandıkları sürece, yenilmeyi sindiremeyen bir güruh. Köşe vuruşu noktasının ordan topu almaya giden Arnau'nun sırtına vuran gazeteciler unutulmadı daha. Ronaldinho'yu alkışladıkları dönem rekabetin içersinde bu kadar yoktular.

Kupa maçında Albiol cezalı, Pepe önde oynarsa Ramos merkeze çekilebilir yine ya da Garay hamlesi görebiliriz. ŞL ilk maçında da Carvalho cezalı, enteresan. Puyol'a karşılık bir oyuncu hep. Adriano'nun sakatlandığı söyleniyor, sağlıklı bilgi yok, Puyol'un da durumu belli değil ama oynayacağını düşünmemek için hiçbir sebep bulunmuyor. Javier dönüyor, Pepe'nin hayvanlığına karşılık verme adına oynatılabilir. Gene de savunma kurgusu izin veriyorsa Sergio, Xavi, Andres üçlüsünü bozmamak gerekir. Jose'nin tek maç stratejisi hamlesini -Pepe, Mesut- ligde kullanması şaşırtıcıydı, planını açık ediverdi ve yeni bir şey üreteceğini -belki Kaka- sanmıyorum kupada, 4 maçı seri olarak -ve maç maç- düşünmeyip ciddi bir hata yapmış olabilir, sırf psikoloji uğruna.

Ramos'un Dünya Kupası'ndan dolayı gittiğimiz yerlerde bizi onlar gibi alkışlamıyorlar, üstüne ıslıklıyorlar söylemi, maçı veya seriyi hangi tarafın kazanması gerektiğinin en açık ifadesidir.



Madrid kazanırsa sadece kendisi adına kazanacak ve Jose Mourinho ön plana çıkacak. Oysa Barça kazanırsa salt kendisi değil, güzel oyun felsefesi, arka mahlede top oynayan çocuklar kazanacak. Stratejik olmadan, sert oynamadan, zaman çalmadan, sinsice savunmada bekleyip kontratak kollamadan pozitif oynayarak da şampiyon olunabildiği algılanacak, örnekler çoğalacak, oyunun şekli değişecek.

Adalet, vicdan, gönül kazanacak ve bu yüzden Barça onlar için oynayacak.

6 maç kaldı, 3 yıl üst üste lig şampiyonluğuna. 1 maç kaldı Kral Kupası'na. Sonrasında 2 El Clasico daha ve Wembley. Uzak değil, görüyorum futbol kitabının yeniden yazıldığını.

17 Nisan 2011

A. Eren Loğoğlu

14 Nisan 2011

neo El Clasico: Barça vs. Madrid + Mourinho



Gizli kahramanlardan bahsedeyim biraz.

Camp Nou'da bir adam görürsünüz, kulübenin yanında durur, Carles Naval, temsilci 1986 yılından bu yana. En alt kademeden başlamış 1972'de, bürokratik işler, çocukların altyapıya daveti, test ve sonuçları, çiftlik -La Masia- içersinde çalıştı. Barça'ya dair ne varsa onunla yaşadı, o Barça'yla yaşlandı. Michels, Menotti, Lattek, Cruyff, Rexach, Robson, Mourinho, Van Gaal, Rijkaard ve Guardiola gibi futbol dehası isimleri gördü.

Sakatlık anında oyuncuların ve hakemin dibinde bitiverir. Sahaya girmeye yetkilidir hep, olay olduğunda ayırma uğraşına girer, korur Barçalıları, Camp Nou ondan sorulur.

Mourinho 5 - 0 sonrası Naval ile de selamlaştı ve tünele giderken ona bakış fırlatan Barça teknik heyetinin gözlerinden alevler fışkırıyordu. Soğuyordu intikam.





Carles Naval için oynayacaklar.

Şimşek santrafor Eric Castel, nam-ı diğer Kai. Milliyet Çocuk dergisinin Türkiye'de Barça sevdasını zerk ettiği çizgi roman karakteri. Beyaz saçıyla ve blaugrana formasıysa salınırdı Fransız.

Kai sevenler derneği üyesi her bir çocuk için oynayacaklar.



Bir başka Eric, yine Fransa'dan, Abidal. Karaciğerinden tümör alındı, antrenman sahasına gelip arkadaşlarını yalnız bırakmıyor.

22 için oynayacaklar.

Gene Eric, kral Cantona, büyük Fransız. Kısa bir süre önce New York Times dergisiyle yaptığı söyleşide;

"Johan Cruyff bir şeyler yarattı Barcelona'da, yeni bir devrim. İnsanların onu algılaması çok uzun zaman aldı. İlk sezon en uçta atak oyuncusu kullanmadı. Kanatlardaydı oyuncular. O güne kadar bunu yapan tek kişiydi. Kendi tarzıyla oynadı ve diğerlerine adapte etti, bu oyunu kontrol etmeniz anlamına gelir. Barça ve United'ı seyretmeyi tercih ediyorum çünkü onlar eğlendiriyor."

Dik yaka, asi ruh, uçan tekme, postacı, en güzel pas, martılar, sardalyalar, balıkçı tekneleri için oynayacaklar, Cantona onları izlesin diye.

"Futbolu seviyorum. Bu pazar bütün gün televizyonun başında olacağım, 2. kategoriyi ve yabancı ligleri izleyeceğim."

Bunları söyleyen ben değilim ama olabilirdim. Onunla bir farkımız yok, yeteneği dışında. Cumartesi gecesi El Clasico'ya kaptan çıkacak Xavi'nin demeci, öylesine rahat, kendi ifadesiyle çok satmayan normal bir yaşantı.

Evlerinin bahçesinde ailecek sergilenen ortada sıçan oyununda, top kontrolü ve pas şiddeti Barça seviyesinde olan ve bunu çizmeleriyle başaran, solak, Xavi'nin kız kardeşi, güzeller güzeli Ariadna için oynayacaklar.



5 Mart'ta girdiği sağlık testinde kanser olduğu ortaya çıkan, 22 yaşındaki Betis oyuncusu, Katalan Miki Roque'nin tedavi masraflarını kulübü karşılayamayınca, Pep ve Puyol devreye girip hastanenin operasyona ikna olması için yardım ettiler.

Miki için oynayacaklar.

***

Tottenham menajeri Redknapp, son 30 yılda gördüğüm en iyi takım diyor onlara, belki de tarihin en iyisi.

Arsenal'den Van Persie, onlara çok büyük saygı duyuyorum. Oynama şekillerinden keyif alıyorum. İspanya Milli Takımı'ndan bile iyiler diyor.

Roma'dan Pizarro, umarım Barça finale ulaşır ve kazanır çünkü güzel futbolu seviyorum diyor.

Shakhtar teknik direktörü Lucescu, Barça'ya bundan sonraki maçlarında başarılar dilerim, eğer ŞL'ni kazanırlarsa çok mutlu olacağım diyor.

Futbol sevdalıları onların yanında, güzel oyun kazansın diye. Güzel oynayarak da kupalar, şampiyonluklar kazanılabildiğini anlatıyorlar. Yeryüzünün dört bir yanında epik hikayeler doğuyor onlardan.

***

Biraz da futbol.

Cruyff haftalık köşe yazısında hedef maçları kazanmanın önemli olduğunu belirtti ve kral kupası finaliyle, ŞL iç saha maçını işaret etti, 2 galibiyet yeter diyerek. Rasyonel düşünüyordu yine. Geçtiğimiz sezon Jose Mourinho'nun Barça'yı 4 maçta sadece 1 kez yenerek her şeyi kazanması gibi.

Barça veya Madrid'in 4 maçı da kazanacağını düşünmek zorlama olur. Kafaları kurcalayan da pek çok soru var. 4 maçın 18 gün içersinde oynanması basketbol serisini andırıyor ve düşünce sınırlarını zorluyor. Arada 2 lig maçları da bulunuyor, unutmamak gerekir, özellikle Madrid için, eğer Barça'yı yakalamak istiyorlarsa.

Barça'nın tek zaafı iki merkez savunmacısının olmaması, Puyol ve Abidal. Milito ağır ve Fontas da deneyimsiz. Javier de ilk maç cezalı. Sergio savunmaya çekilirse Xavi & Iniesta'nın uyumu bozulacak, takımın dengesi tamamen alt üst olur. Tek çare yine Milito, Fontas'dan birini tercih etmek o bölgede. Bu varsayımlar ilk maç için geçerli elbette, kupada Javier dönecek ve bir nebze takım rahatlayacak.

Puyol 33 yaşına girdi ve Kral Kupası Finali'nde sahaya çıkma uğraşında, kolunda senyera ve derisi yaptığı kutsal formasıyla. Oynamasa da, kupa onun ellerinde yükselecek göğe, Dünya Kupası'nın intikamını alırcasına.

İlk maçın sonucu psikolojik olarak diğerlerini etkiler mi, Madrid yine yenilirse, 6 maç üst üste kaybeden bir takım olarak kalan 3 maç nasıl reaksiyon gösterir, keza Barça kaybederse, serinin bozulmasıyla işlerin ters gitmesi sanrısına kapılırlar mı?

Maç içersinde yaşanacak olan tartışmalar, hakem kararları, kavgalar, atmosfer kupaya ne şekilde yansır?

İlk iki maç sonunda hasar raporları alınacak, yeniden gözden geçirmeler, yeni stratejiler oluşacak. Aranın girmesiyle soluklanma şansını da yakalıyorlar. Ve ŞL devreye girecek. İki ayrı seriyi de barındırıyor bu dört maç. Üç gün arayla iki maç ve bir haftada iki maç şeklinde.

Kurgulamanın, şimdiden strateji üretmenin hayalden öte olmadığı bir evre. Seyir zevkine bırakalım bünyeyi ve Barça'nın istediğini alan taraf olmasını umalım gönülden.



İstatistik tablosu:

Barça vs. Madrid

209 maç, 82 galibiyet 42 beraberlik 85 yenilgi

Barça vs. Mourinho

11 maç, 5 galibiyet 3 beraberlik 3 yenilgi

Pep vs. Madrid

5 maç 5 galibiyet

Pep vs. Mourinho

5 maç, 3 galibiyet 1 beraberlik 1 yenilgi

Rekabetin en golcü bazı isimleri:

Barça - Cesar 14, Suarez 8, Messi 7

Madrid - Di Stefano 18, Raul 15, Gento 14, Puskas 14, Santillana 14, Hugo Sanchez 10, Zamorano 8

Barça & Madrid - Samitier 10, Ronaldo 8

Her iki kulübün bünyesinde yer alan bazı oyuncular:

Eto'o (Madrid'den Mallorca'ya, ordan Barça'ya, 2004)
Ronaldo (Barça'dan Inter'e, ordan Madrid'e, 2002)
Figo (Barça'dan Madrid'e, 2000)
Luis Enrique (Madrid'den Barça'ya, 1996)
Michael Laudrup (Barça'dan Madrid'e, 1994)
Bernd Schuster (Barça'dan Madrid'e, 1988)

Madrid'den Barça'ya 11, Barça'dan Madrid'e 22 oyuncu transfer olmuş.

Geçmiş El Clasico yazıları;

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/11/de-te-fabula-narratur-los-lunes-al-sol.html

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/12/bir-devam-yazs-anlatlan-senin-hikayen.html

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/12/el-clasico-mac-hikayesi-gorseli-farkl.html

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/11/koreografi-el-clasico-onbilgi.html

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/11/mesaj-kaygs-b-e-k-l-i-y-o-r-u-z.html

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/07/ruhunu-satmak-uzre.html

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/06/nerede-ve-nasl.html

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/04/mutluluk.html

http://erenlogoglu.blogspot.com/2009/05/katalan-zaferi.html

http://erenlogoglu.blogspot.com/2008/12/bir-kulpten-daha-tesi-ms-que-un-club.html

Ayrıca;

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/09/barcelonismo.html

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/03/blaugrana.html

http://erenlogoglu.blogspot.com/2011/03/g-u-z-e-l-o-y-u-n.html

***

Birkaç alıntı 5 - 0 sonrasından;

- Salt duygu yoluyla değil, akıl yürütme yoluyla da tutulacak bir takım yarattıkları için Barcelona'ya teşekkür edelim.

- Barcelona sahaya çıktığında üç hedefi vardır:

1) Rakipten daha sportmen takım olmak, daha az faul yapmak, daha fair play oynamak...
2) İyi futbol oynamaya çalışmak...
3) Kazanmak. Ama asla ilk iki hedef gerçekleşmeden değil. İlk ikisini yaptığınızda, üçüncüsü zaten kendiliğinden gelir. Eninde sonunda...

- El Clasico sabahı Joan Despi’deki Barcelona tesislerinde konuştuğum altyapı antrenörlerinden Victor Sanchez’in cümleleri bunlar. Ve ‘Barcelona’ derken ayrım yapmıyor. ‘7’ye 7’ maç yapan minik takım oyuncularının da, U15’te oynayan gençlerin de, koskoca A takımın da uyması gereken kurallar aynı. Hepsi aynı antrenman tesislerinde, yan yana sahalarda, aynı prensiplerle oynuyorlar futbolu. Maç sonrası Guardiola (buradaki deyişle Pep) galibiyetin takım işi olduğunu söylerken ve takımı, “Scout’ından altyapı antrenörlerine, Cruyff’tan bugüne diye tanımlarken aynı ruhu hissedebiyorsunuz.

- Biz kamp ‘yapmalı mı-yapmamalı mı’ ikilemini aşamayaduralım, Pep oyuncularının aileleriyle yeteri kadar zaman geçirmediklerini düşündüğünden deplasmanlara maçtan önceki gün gitme kuralını bile kaldırmış durumda. Maçlara, maç günü gidip, maçtan sonra dönüyorlar. Kaldırdığı yıllanmış gelenekler bundan ibaret değil. A takımın geleneksel idman sahası, Camp Nou’nun hemen yanındaki La Masia’nın çim sahası değil artık. Barcelona ‘halkın takımı’ olduğu için her zaman halka açık olagelmiş idmanlar artık şehrin güneyindeki tesislerde. Yine herkese (ve basına) açık idmanlar var ama artık hepsi değil.

- Real Madrid’in oyununu çirkin kılan, oyuncularının neredeyse topyekûn hazımsızlığı, rakiplerine saygısızlığı, dahası amansızca sertlikleriyle onların emeklerini çalmalarıydı.

- Maç öncesi konuştuğum Katalan Miquel’in kombinesi kendisine dedesinden miras. Aynı koltukta önce dedesi, sonra babası, şimdi kendisi oturuyormuş. Altını tekrar çizmek istiyorum: Aynı koltukta!.. Dedesinin kulübün 20 binle başlayan üyelerinden biri olmasıyla gurur duyuyor. Kulübün üye sayısı 180 binlerde olduğu için nedenini anlamak hiç de zor değil. Sezonluk kombine fiyatları bizim astronomik bilet fiyatlı ligimizin yanında komik denecek kadar düşük. Ama isteseniz de alamıyorsunuz. Çünkü önünüzde kombine almak için sıra bekleyen 60 bin kişi var.

- “Kibir, sportmenliğe olan kin derecesinde düşmanlık, sevimsiz bir egoizm ve şahikasına ereli epey olmuş bir Makyavelizm. İşte günümüzün kahramanı. (...)Beni rahatsız eden Mourinho’nun küstahlığı, kendisinden daha zayıf gördüğü rakipleri aşağılamaktan haz duyması ya da futbolcularına kasti kırmızı kart görme talimatı vermek gibi vukuatlarının olması da değil aslında. Beni rahatsız eden Jose’nin şahsında bütün bunların meşrulaştırılıyor ve özendiriliyor olması.” İçimi ısıtan bir başka şey daha var: Biz, iyi olanın başarılı olmasını nadiren görmüş bir parasız yatılıyız. Barça’lı çocuklar, iyi, güzel, dürüst ve tevazu sahibi olarak da başarı elde edilebileceğinin örneğini veriyorlar bize.

Hele bu başarı, ‘kötü adama’ karşı alındığında, kaymaklı kadayıf oluyor.

15 Nisan 2011

A. Eren Loğoğlu

13 Nisan 2011

B o j a n



Uzun uzadıya yazmanın bir anlamı yok, formalite maçıydı, Lucescu tur geçme yerine maç kazanma üzerine bir strateji kurmuştu.

İlk maça göre istatistiklerde hafif gerilemeler vardı.

Barça topa sahip olma % 62, gol girişimi 15, kaleyi bulan 6 şut, 638 başarılı pas
Shakhtar topa sahip olma % 38, gol girişimi 12, kaleyi bulan 5 şut, 326 başarılı pas.

Ayrıca faul sayıları da olağan bir Barça maçına göre fazlaydı, 22 ile.

Shakhtar evinde oynamanın avantajıyla biraz daha çok pozisyona girmişti o kadar. Bunun dışında herhangi bir fark bulunmuyordu maçın gelişimi açısından. Az gol olmasının sebebi kaleciler ve beceriksiz hücum ayaklarıydı.

Barça klasik 4 - 3 - 3'üyle ama yine üst üste 3. maç zorunlu yer değiştirmeleriyle sahadaydı.

Valdes, Alves, Sergio, Xavi ve Messi ideal konumlarındaydı.

Pique - merkez savunmanın sağından soluna
Adriano - Abidal'ın yokluğunda sol bek görevine
Javier - Puyol'un yokluğunda merkez savunmanın sağına
Keita - Iniesta'nın yokluğunda orta üçlünün solu görevine
Villa - ileri üçlünün solundan sağına
Afellay - Pedro'nun yokluğunda ileri üçlünün soluna

şeklindeydi farklılıklar. Toplamda 6 / 11 gibi bir oran. Puyol, Abidal sakat, Iniesta cezalı ve Pedro yedekler arasındaydı. Kusursuzluk denklemini bozan unsurlar bunlardı.

Shakhtar zafiyetlerden ve alışkanlıkları olmayan onbirden yararlanıp aktif başladı maça ancak Barça 25. dakikadan itibaren oyunu tamamen kontrol altına aldı ve % 55'e kadar düşen topla oynama oranını normal düzeye çekmeyi başardı.

En ilgi çekici tercih Mascherano'nun merkez savunmanın sağında, Pique'yle yan yana oynamasıydı. Pep bunu Almeria maçının ikinci yarısında da denemişti.

Puyol ve Abidal'in yokluğunda, formsuz olan Milito'ya da güvenemeyen Guardiola'nın bir başka çözüm arayışıydı Javier'in geriye çekilmesi. Daha önce sıklıkla Sergio oynatılmıştı orada, sebebi de fiziksel özellikleriydi, Javier kısa olduğundan ilk anda düşünülmemişti. Ancak Busquets'in ağır kalması savunmayı zora sokan başlıca meseleydi. Hamleli oluşundan ötürü Javier'i kullandı Pep ve hiç sırıtmadı oyuncu. Barça ceza sahasına yıkılan bir oyun da olmadığından Javier'in fiziksel zaafları ön plana çıkmadı. Kritik müdahaleleriyle de alkış aldı.

Bunun dışında değinilmesi gereken Afellay'dı. Adaptasyon aşaması devam ediyor, hız, şut, top kontrolü gibi konularda müthiş yetenekleri var, Ronaldo'ya benziyor tarzı. Tüm bunlara karşın futbol aklı üst düzey değil, ceza sahasına top gönderirken ortaya sallıyor, bilinçli pas veremiyor.

Barça adına maçın en kötüsü Villa'ydı. 9 resmi maç üst üste gol atamadı, üzerindeki baskı artıyor.

Messi'yse 48 gole erişti ve İspanya futbol tarihinde bir sezonda en çok gol atan Barça oyuncusu ünvanını şimdiden elde etti. Puskas'ın Madrid'de oynarken attığı gol 49 idi, onu da geçecektir.

Guardiola'nın Barça'sı 8. ŞL eleme turu deplasman maçında ilk galibiyetini aldı. Daha önce 5 beraberlik ve 2 yenilgi -Inter, Arsenal- bulunuyordu. Bu zincirin kırılması adına galibiyet önemliydi.

Camp Nou'da 8 maç 7 galibiyet 1 beraberlik. En çarpıcı kısmı bu maçlarda 26 gol atmasıydı takımın. Pep'in iç sahada zorluk derecesi yüksek herhangi bir maçı kaybetmediği de biliniyor.

Barça 4 sene üst üste ŞL'de yarı finale kalmayı başardı. Los Galacticos bu başarıyı daha önce yaşayan iki takımdan biriydi, 2000 - 2003 yılları arasında. Her iki kadronun da ne denli efsanevi olduğunu anlatıyor bu veri. Ve iki kulüp 3 Mayıs'a kadar tarihi bir dönem daha yaşatacaklar bizlere.

Not:

Diğer takım da 1996 - 1999 yılları arasında Juventus. Bu tablo Zinedine Zidane'ı işaret ediyor. Ayrıca 1998 Dünya Kupası ve 2000 Avrupa Şampiyonası zaferleri, bunun yanında 2002 Dünya Kupası'nda olmaması ve Fransa'nın gruplarda elenmesi, 2006 Dünya Kupası finaline kadar takımını yükseltmesi var, kariyer olarak. Çok etkileyici ve Zidane'nın futbol üzerine nasıl bir imza attığını anlatıyor.

13 Nisan 2011

A. Eren Loğoğlu

10 Nisan 2011

Çok az kaldı!



"Bir işin ters gitme olasılığı varsa ters gider" diyor Murphy yasaları.

Geçtiğimiz hafta sonu ne kadar iyiyse, bu hafta sonu bir o kadar kötüydü.

Fenerbahçe'nin 3 puanı, Madrid'in zor deplasmanı kolay göstermesi, basketbolda kaybedilen El Clasico.

Ters gitmeye başladı mı bir şeyler, talih dönüyor birdenbire. Rutin totemleri de uygulayamadan son anda oturuverdim televizyonun karşısına.

Pinto, Alves, Pique, Milito, Maxwell, Mascherano, Xavi, Thiago, Iniesta, Bojan, Messi şeklindeydi kadro, idealden uzak bir şekilde.

Valdes ve Sergio cezalı, Puyol ve Abidal sakat kontenjanından tribündeydi. Bojan ve Thiago, forma şansı verildiğinde gösterdikleri performanstan ötürü ödüllendirilmişlerdi. Maxwell ısınma turlarındaydı, Pedro'ysa düşünülmemişti.

Pinto - Valdes'in yokluğunda kaleci görevine
Milito - Puyol'un yokluğunda merkez savunmanın soluna
Maxwell - Abidal'ın yokluğunda sol bek görevine
Javier - Sergio'nun yokluğunda savunmanın önüne
Thiago - Iniesta'nın orta üçlünün solu görevine
Iniesta - Pedro'nun ileri üçlünün sağı görevine
Bojan - Villa'nın ileri üçlünün solu görevine

şeklindeydi yer değişimleri. Toplamda 7 / 11 gibi bir oran takımın ritmini bozma adına yeterliydi. Barça iki maçtır aynı sorunla karşı karşıya.

Bu sorunsalın yanına, Almeria'nın ligin dibinden kurtulma adına puanlara ihtiyacı olması, can siperane oynaması, teknik direktör değiştirmesi, Barça'dan üç maçta 16 gol yemesi, Camp Nou'da hiç gol atamaması, Madrid'in 10 dakika önce Bilbao'da kazanması gibi argümanlar da eklenince durum içinden çıkılmaz bir hal aldı.

Gerçekten Pep'in, takımın başına yeni geçtiğinden dolayı hiç maçını izleyemediğiniz bir teknik direktör tehlikelidir söylemini kanıtlar nitelikte başladı karşılaşma.

25 dakika boyunca Barça ne yaptığını bilmez bir şekilde top ezdi, hücuma çıkmaya çalıştı, organize olamadı, futbol aklının başka düşüncelerle dolup sahaya çıkmadığı belliydi.

Bir şeylerin ters gitmesi olasılığı iyice sarıyordu bünyeyi.

Barça kendine geldi, biraz da seyircinin hafif iteklemesiyle. Muazzam bir baskı kurdu devre sonuna kadar ancak topu ağlarla buluşturamadı.

Hakemin garip faul vermeme / verme kararları arasında gidip gelen bir ilk yarıydı ve devre sonunda köşe vuruşunu kullandırmayıp art niyetini bariz gösterdi üniformalı. Keza devre arasında Bilbao maçının kritiklerini okuyup, Madrid'in penaltıdan öne geçtiğini ve Bilbao'nun çok net bir penaltısının güme gittiğini öğrenince, mesele kendiliğinden su yüzüne çıktı.

Hafta içi Valdes'in El Clasico hakkında sorulan bir soruya verdiği, Madrid'in 68, Barça'nın 63 galibiyeti var cevabı aktarılıyordu başkent medyası tarafından. Es geçilen, kırpılan cümlenin devamıydı. Valdes, siyah beyaz -Franco dönemini kast ediyor- ya da renkli yıllar mı diye ekliyordu. Madrid'in mevcut şampiyonluk ve galibiyet sayılarındaki üstünlüğünün, baskı ve dayatmaya sıkıca bağlı bir tarihten geldiğinin bilincindeydi. O kadar çok haksızlığa, zulme, elinden zorla alınmalara uğramışlardı ki, Valdes de o hikayelerle büyümüştü, vücudlar bağışıklık kazanmıştı artık.

Barça, çok istekli ve oyunu rakip yarı sahaya yıkan, topa sahip olan tarzıyla ikinci yarıya başlamasına karşın golü kalesinde görüverdi. Bu gece her şeyin kötü gideceği ve birilerinin buna dur demeyeceği bir gece miydi yoksa? Guardiola'nın beden dili soru işaretlerini büyütüyordu.

Öyle olmadı, Barça totem, talih, murphy dinlemeyip eline aldı kaderini. Önce Villa'ya vücuduyla temas edip penaltıya sebebiyet verdi kaleci, sonra Messi'nin köşe vuruşuna Thiago kafayı vurdu. Maçın bitimine yakın da bir başka hatayı değerlendirdi Leo, topun altına girerek.

Guardiola'nın ilginç bir açıklaması oldu, ligin diğer turnuvalara göre en önemli yarışma platformu olduğunu belirtti, bunun sebebini de uzun soluklu olmaya bağladı. ŞL'yi kazanan bir takım toplamda 13 maç oynuyor, şanslı kuralarla zorlanabileceği veya eleyemeyeceği takımlarla karşılaşmama durumu bulunuyor, Dünya Kupaları'nda çıkan süpriz ülkelerin bir daha hiç gözükmemesi de buna misal teşkil edebilir. Lig tamamen farklı, her takımla oynuyorsunuz, kura yok, kaçış yok.

Pep, benim takımım Real Madrid'den daha iyi, biz bunu lig ortamında gösterdik demeye getiriyor kısaca. ŞL'de iki maç oynanan eleminasyon sistemiyle veya Kral Kupası'ndaki tek maçla, bu gerçek değişmeyecek, belki kaybederiz, bilinmez ama biz daha iyiyiz. Lucescu da Shakhtar maçının ardından Barça'nın şu an herhangi bir takıma maç kaybetmeyeceğini iddia etti, aslında en iyi olma üzerinden yapılan bir öngörüydü bu da.

Pep 171. maçına çıktı 3. sezonunda. 126 galibiyet ve 15 yenilgisi var. 431 gol attı takımı.

Bu sezon 50 maç oynandı daha. 135 gol atıldı, ligde 85 golü buldular, averaj + 104 ve 23 gol daha atılırsa 158 gol atılan ilk sezon da geride bırakılacak. 10 maç daha oynayacaklar en az.

Messi 47 gole yükseldi. Geçen sezon da bu sayıdaydı, şimdiden yakaladı. Gol orucunu da bozdu Almeria karşısında, açıldığını düşünüyorum. La Liga'nın asist rekorlarını da yeniden düzenletiyor 18 ile.

8 puanlık fark korundu El Clasico'ya çıkma zamanında, önemliydi. Shakhtar maçında temkinli olmakta yarar var, erken gol kesinlikle yenmemeli. Iniesta cezalı, dinlenecek. Shakhtar da Mourinho gibi, Barça maçı öncesi evinde yenilmezlik rekorunu kaybetti, asla tesadüf değil. Bojan, 6 ya da 8 hafta yok diz sakatlığı sebebiyle, tam da form bulmaya başlıyordu.

Tarihi sürece çok az kaldı, sırayla, salı Ukrayna ve cumartesi İspanya. Yol açık, Messi bizde, Xavi & Iniesta da. Güzel oyunu teşvik ederek, çocukların gönlüne sevda düşürerek sokak aralarında, durmadan ilerliyorlar. Yeryüzünün dört bir yanında seviliyorlar, çok seviliyorlar hem de, daha önce görülmemiş bir heyecanla.

10 Nisan 2011

A. Eren Loğoğlu

09 Nisan 2011

Söyleşi @ GSCimbom Fanzin



GSCimbom Fanzin 43. sayı (sayfa 24) için benimle yapılan söyleşi;

http://www.gscimbom.com/fanzin/43/

Eren, bir blog sahibi olarak, Digitürk'ün son aldığı kararlar hakkında ne düşünüyorsun? Blogun senin için ne anlam ifade ediyor?

Aslında herhangi bir alanda yasaklanma veya daha açık tanımıyla sansürlenme olması ülkenin demokratik gelişimi açısından sağlıklı bir yöntem değil. Mutlaka başka alternatif yol bulmak zorunda kalınıyor ve bir şekilde uygulamada farklılıklara gidiliyor. Yayıncı kuruluşun haklarını korumak istemesi elbette doğal ancak bunu yaparken bireylerin düşüncelerini tüm dünyayla paylaştığı platformların kapatılmasına ya da erişiminin zorlaştırılmasına sebep olmak hoş olmadı. Blog biraz önce de bahsettiğim gibi, sesini duyurmak, okunmak, bilgi ve birikimini paylaşmak, kendisine benzer düşünceler üreten arkadaşlar edinmek ve benim payıma düşen araç olarak yazmak açısından bulunmaz bir mecra. Bu sebeple blogu önemsiyorum ve elimden geldiğince, zaman yarattıkça gayret ediyorum bu hususta.

Gündemden yavaş yavaş sert rüzgarlara inelim. Son kongre kulüp tarihininde ilk kez bu denli katılım ile gerçekleşti. Çıkan sonuçtan bir Galatasaraylı olarak memnun musun?

Çok fazla etken var duygu ve düşünceler oluşurken mutluluğu belirleyen. Hangi tarafa denk düştüğümü hala çözemiyorum gibi. Çok şey yaşandı, katılımın yüksek olması kulübe sahip çıkılması noktasında heyecan vericiydi. Hayri Kozak ve Doğan Hasol'un en kritik anda yönetimi uyarması olağan kurulun en şık hareketiydi kanımca. Türker Arslan'ın yönetim şekli sevimli dursa da, hezeyan ötesiydi. Elektronik oylamaya gerek kalmadan çözülebilecek basit bir sayımı zorlaştırarak, televizyon ekranlarından canlı yayınlanan ve derbi havasında geçen Galatasaray suyunun kaynağını iyi temsil edemediler. Geleneksel tavrın devam ettiğine dair bir algı oluştu. Keza yapılan konuşmalar haklı biçimde, nerdeyse aynı yönetim yanlışlarına işaret etmesine karşın, Canaydın döneminde aynı muhalefetin olmaması da ayrıca üzüntü vericidir. Başkanlık makamının gerektiği saygıyı görmemesi, yuhalanması, konuşmasına kahkahalarla karşılık verilmesi hoş görüntüler oluşturmadı, her ne kadar bunları hak ettiğine ben de inansam da. Yeni bir yönetim, heyecan, profesyonel, organizasyonel bir yapı adına başlangıç olacaksa bu olağan kurul elbette mutsuz olmak olası değil. 15 Ocak'ın hesabının sorulması da ayrıca etkileyiciydi.

Her senenin sonunda, başarısızlık geldiğinde sürekli bir yapılanmadan bahsediyoruz. İhtiyaç olunan şey doğru yapılanma olabilir mi? Ve futbolun olmazsa olmazı istikrar. Bunları düşündüğümüzde teknik direktör olarak Galatasaray'ın başında kimi görmek istersin?

Öncelikle futbolun sürekli değiştiğini, dönüştüğünü, geliştiğini ve endüstriyel pek çok argümanı kullanarak içinden çıkılmaz bir profesyonel iş haline geldiğini kabul etmemiz gerekir. Dünyanın bilmem kaçıncı ekonomisi olma yolunda ilerleyen, önde gelen devletlerle sıcak ilişkileri olan ülkemiz de bundan payını mutlaka alacak. Stadyumların yenilenmesi, tribün profilindeki değişme çabası, önemli turnuvalara aday olmamız başlangıcını oluşturuyor bu halin. Eric Cantona'nın yaşamından bir kesit anlatılan Ken Loach'ın LooKing for Eric filminde bir bar sahnesi vardır ve orada meşhur söz duyulur bir taraftarın ağzından. "Otopark yalan söylemez" Maça gidenleri otopark üzerinden tanımlayabilirsiniz artık. Bisikleti olanlar orada değildir. Ülkemiz de yavaş yavaş bu seviyeye gelecek. Bunun kulüplere yansıması da olacak haliyle. Bir şirket gibi yönetilme zorunlulukları var, çünkü rekabet had safhada. Merchandising diye bir kavram 10 yıl önce bizler için hayaldi, şu an çok olağan. Anadolu kulüpleri, 2000 sonrası, özellikle havuz sisteminin katkısıyla ve biraz da İstanbul kulüplerinin profesyonel bir organizasyon kuramamasıyla arayı kapattılar. Amatör de olsa scouting yapıyorlar, televizyon kuruyorlar, yerel medyayı kullanıyorlar. Gaziantep, Bursa, Eskişehir, Trabzon, Kayseri çok güzel örnekler bu açıdan. Oyunu kuralına göre oynuyorlar artık ve sahada rekabet edebiliyorlar. Cenk Tosun'u getirebiliyorlar, zihniyet açısından çok önemli bir hamle. Kadro mühendisliğine önem veriyorlar, veri tabanları oluşturuyorlar, teknik direktör konusunda da istikrar yakalamaya çalışıyorlar. İstanbul kulüplerinin, kesinlikle sorunda da bahsettiğin üzere doğru yapılanmayı yaratması elzem. Aksi durumda rekabette geriye düşecekler, her ne kadar ciddi taraftar destekleri olsa da. Ki bu noktada ben, 5 - 10 yıl içinde, yenilenen stad ve ek gelirlerle Anadolu şehirlerinde kendi takımını daha çok destekleme gibi bir yönlendirmenin de başlayacağını düşünüyorum. Doğru yapılanma, organizasyon da yönetimle başlıyor elbette.

Sportif Direktör, scouting, Teknik Heyet gibi farklı mekanizmaların iç içe geçse de, görevlendirmeler noktasında keskin çizgilerle birbirinden ayrıldığı, üst düzey yöneticilerden oluşan futbol birimleri, özel video analiz ekipleri gibi alt kurumlar yakın zamanda göreceğimiz kavramlar kanımca. Buralara değdikten sonra başarı / başarısızlık kısır döngüsünden kurtulabilir ve isimlere takılırsınız. Şu durumda isimlerin hiçbir önemi yok çünkü üst yapı tamamen yanlış kurgulanıyor. Rijkaard'ın sorunu da buydu en başından itibaren. Gönlümden geçen teknik direktörden ziyade Galatasaray'ı şu an bu belirttiğim endüstriyel futbol araçlarını kullanan ve tekrar rekabetin içersine katabilecek biri çalıştırmalı. İki adayım var, Tolunay Kafkas ve Ersun Yanal. Her ikisini de teknik taktik açıdan çok stratejik hamleler üreten direktörler olarak görmesem de, takım iskeleti oluşturma, kadro yaratma, oyuncu araştırma ve geliştirme hususlarında çok başarılı buluyorum ve Galatasaray'ın da ihtiyacı bu. 1 - 2 yıl içersinde iyi bir takım kurup görevi daha Avrupalı, modern futbolun gereklerini yerine getiren birine devredebilirler, Van Gaal gibi. Rijkaard böyle bir anda gelse başarılı olabilirdi. Şenol Güneş güzel bir misal, Ersun Yanal'ın kurduğu takım üzerine.

Derbi maçıyla ilgili, ben, son yıllarda bu kadar özenle hazırlanılmış bir maçı kaybetmeyi hak etmediğini düşünüyorum Galatasaray'ın. Senin fikirlerin neler? Özellikle mental olarak çok iyi hazırlandı takım ama son 20 metrede hep problem doğuyor gibi? Bu diğer maçlar içinde geçerli değil mi?

Adnan Polat'ın top çizgiyi geçmiyor yanılsaması bu maç özelinde doğruydu. Fenerbahçe sezonun en çaresiz oyunlarından birini sergiledi, ilk yarı yokları oynadılar nerdeyse. 2. golün atılamaması sendromu beceriksizlik ve şanssızlık karışımı bir şeydi. Ve son düzlükte özgüven eksikliği, savunmada yerleşim hatalarını tetikledi. Semih'in etkisi de yadsınamaz. Maç öncesinde çok umutlu değildim, rakibin form durumundan ötürü ancak takımın sahada gösterdiği reaksiyon gerçekten diğer maçların aksine daha bir olgundu, özenliydi ve kazanacağımızı düşündüm öne geçtikten sonra. Diğer maçlarda aynı taktiksel disiplini, mücadeleyi bütün bir maç boyu gösterdiğimiz kanaatinde değilim. Arena'da ilk derbi olması münasebetiyle, nevi şahsına münhasır bir geceydi, taraftarın eski tabirle gelin gibi süslediği, hazırladığı bir ortamda.

Biraz daha futbolun derinliklerine inelim. Katalunya'da bir sanat şehrine. Benim gördüğüm en harika ve en mütevazi takımlardan biri bu takım. Belki bu sorunun cevabını vermek zor ama, sence Barcelona'nın en iyisi kim?

Katalunya'nın başkenti Barselona, kültür ve sanatın da merkezi. Dali, Miro ve elbette en önemlisi Gaudi'nin eserleri şehrin dokusunu içtenlikle yansıtıyorlar. Yemeğe olan özel ilgileri, Picasso Müzesi, şehrin tarihi ve bunların yanında da tarihin en güzel futbolunu oynayan bir takımları, FC Barcelona var. Yaklaşık 20 küsür yıldır futbol izliyor, yakından takip ediyorum. Çocukken defter tutar ve kadrolar yazardım, bir nevi menajerlik oyunlarının olmadığı yıllarda, bu kağıtlara karaladığım isimler üzerinden zihnimde oynatırdım maçları. Avrupa karmaları, Galatasaray'a transfer edilmesi gerekenler gibi listeler de bulunmaktaydı. Defterimi en çok meşgul eden takımlar da FC Barcelona ve AC Milan'dı, 90'ların başı. O gün bugündür yoğun olarak futbolla ilgiliyim, teorisine merak saldım, bilimsel makaleler ve kitaplar okudum teknik konulara dair, binlerce maç izledim ve rahatlıkla söyleyebilirim, Guardiola'nın 3 yıllık takımının 3. yılı, futbolda oyun olarak erişilebilecek son noktadır, kusursuz değildir belki ama çok yakındır. Tarihin en iyisi olma övgüsünü Mayıs sonunda kazanacaklarını ve güzel futbolun yeryüzünde onlar ve felsefeleri üzerinden daha hızlı bir biçimde yayılacağına da inanıyorum. Bu tarihi performansın ana dayanak noktası kim diye sorulursa, çok farklı cevaplar verilebilir. Saha dışında elbette önce Johan, sonra da Pep'den bahsedilebilir kısaca. Saha içindeyse felsefeyi tamamen tüm takıma dağıtan, oyun odağının merkezi olan, akışkanlığın asli unsuru Xavi'dir. Diğer tüm faktörler ondan sonra gelir benim futbol görüşümde. Onun son 3 yıllık kariyeri bu görüşü destekliyor ayrıca. 2008 ve 2010'da Avrupa ve Dünya Şampiyonluğu, 2009'da Barça'yla 6 kupa, 2011'de üç kulvarda devam eden takımın parçası. Xavi olmasaydı, Barça bu denli kusursuz bir performans sergileyemezdi, keza İspanya da. Gelgelelim tam da bu noktada Messi'ye dokunmak gerekir. Barça'yı İspanya'dan daha iyi gösteren de o, büyük futbol sihirbazı, bizim arka mahallenin çocuğu Leo. Her maçında İspanya topa çok yüksek oranlarda sahip olsa da pozisyon üretmekte ve gol sayısını artırmakta çok zorlanıyor, aldığı sonuçlardan da görülebilir bu durum. Barça öyle değil, gol rekorları kırıyor, barajları zorluyor, ortalamaları alaşağı ediyor. İspanya olmayıp da Barça'da olan iki oyuncu var, Messi ve Alves. Farkı da ikisi yaratıyor, özellikle de Arjantinli. Sağ bek / açık gibi oynayan Alves de özel. Takıma ruhunu veren Puyol da. Teknik açıdan Xavi'yi mükemmel tamamlayan Iniesta da. Xavi dribling üzerinden oynayan biri değil, pasör, yönlendirici, onda olmayan özellikler de Andres de bulunuyor. Yapboz gibi.

Geçtiğimiz haftalarda Cruijff'ün köşe yazısını okudum. Alves'e önerilen iki sözleşmeyi de gördüğünü ve Alves'in bunu kabul etmemesi durumunda teşekkür edilip iyi şanslar dilenebileceğini söyledi. Biraz kolay harcadığını düşündüm, keza Laudrup'un 94'teki o son senesi geldi aklıma. Messi-Alves ikilisinin CL'de Panatinaikos'a attıkları gol, ne kadar üstün olduğunu kanıtlamıyor mu zaten? Alves'in takımdaki rolü gerçekten dolduralamaz, yenilenen sözleşmesinin Barcelona'nın istikrarını korumasına yardımcı olacağını düşünüyor musun?

Cruyff bu takımın felsefesini, altyapısını, mevcut yapısını yaratan adam, onun her sözü kanun niteliğinde. Ve bence burada da doğru düşünüyor bu büyük futbol filozofu. Barça'nın futbol felsefesi salt topa sahip olma, pas pas pas, güzel oyun, hücum futbolundan geçmiyor, arkasında derin bir organizasyon var, Galatasaray'da da olmasını istediğimiz kurumsal yapılanma. Kulübün kendisi başlı başına bir değer ve oyuncuların üzerinde her zaman. Tarih de açıkça bunu söylüyor. Alves'in kontrat sorunu da burdan doğuyor. Barça, oyuncu ücretleri için üç seviye belirlemiş, bunun dışına çıkmak kulübün taviz vermesi anlamına geliyor. Başarı bu detaylarda gizli daha çok. Messi, ilk kademe, Xavi, Iniesta, Villa ikinci kademe, Puyol, Valdes ve Pique üçüncü kademeden kontratı bulunan oyuncular. Alves ikinci kademeden bir kontrat istiyor, kulüp dengeleri gözeterek üçüncü seviyeden öneriyor. Ara noktada uzlaşmaları gerek, kulübün dediği oluyor ve Alves, üçüncü kademeden imzalıyor, aradaki farkı da sponsorlar yoluyla halletmeyi uygun görüyorlar. Kulübün ağırlığı, saygınlığı açısından bu tür davranışları çok önemlidir oyuncuların gözünde. Barcelona prensipleri olan bir kulüp ve bundan ödün vermemesi onu biraz da bir kulüpten daha öte yapıyor. Alves, bir dönem Roberto Carlos'un Madrid'de bıraktığı teknik etkiyi Barça'da yakaladı. Bir bölgenin kontrolünün ve kullanımının tamamen tek oyuncunun elinde olması, takımın rakip karşısında başka bir bölge ve alanda bir oyuncu fazla oynamasına yol açıyor, Los Galacticos bunu Zidane ve Figo'yu yan yana oynatarak kullandı, Barça Pedro'yla değerlendiriyor. Kulübün marketi araştırdık ve Barça profiline en uygun sağ bek Alves demesinin altında yatan sebep de bu. Aynı etkiyi Gareth Bale da solda gösterebilir. Bu çok uç bir nokta olur.

Peki futbol kitapları ya da futbol filmleri sever misin? Önerebileceklerin var mıdır?

Geçmişte okuyup izlediklerim var, çoğu artık bilinen, popüler aşamaya yükselmiş eserler. Nick Hornby'den Fever Pitch ayrı bir yerde benim için, filmi de öyleydi. Eduardo Galeano'nun Gölgede ve Güneşte'sini bir türlü okuyamadım. Futbolda hikayeleri seviyorum, Barça'yla ilgilendikçe zaten, karşınıza her yerden özel bir anlatım çıkıyor, içine dalıveriyorsunuz. Futbolun bu kısmı da çok büyüleyici, Simon Kuper'ın Football Against the Enemy kitabında olduğu gibi. Ben yine de futbolun teorik, teknik taktik kısmıyla uğraşmayı, videolar üzerinden analizler yapmayı daha eğlenceli buluyorum ve oraya odaklanmaya çalışıyorum. Yazarken mutlaka hikaye kısmından besleniyorum çünkü duyguyu yakalayan da o, teorik kısım çok makinalaşmış duruyor diğer türlü. Jimmy Burns'den Barça, Bobby Robson'un Otobiyografisi ve bir de Cruyff'la ilgili bir kitap vardı, yazarını anımsayamadım, Ajax, Barcelona, Cruyff sanırım. Şunu da ekleyeyim, Emir Kusturica'dan Maradona belgeseli.

Peki, senin için özel olan 3 futbolcu ismi verir misin bize? Neden "özel" olduklarıyla birlikte...

Formasını almakta tereddüt etmediğim iki isim, Puyol ve Maldini. Bayrak adam olmaları bunda en temel etkendir. Sanırım benim de bulunduğum yerden, birlikte olduğum insandan ayrılmama gibi, bağlılığa değer veren bir yapım var, özdeşleştiriyorum kendimi. Galatasaray tarihinde Bülent Korkmaz'ın da benzer sebepten ayrı bir yeri bulunmaktadır. Florya topraktı, o cesur ve yürüyedurdu büyük kaptan yorulmadan, kahramanca. Bu adamlar futbolu sevme, hayatla bir tutma sebeplerimizdir. Bunun dışında Kubilay Türkyılmaz ve Rivaldo, Galatasaray ve Barcelona konusunda beni tamamen en yoğun duygulara taşıyan iki oyuncudur, ayrıca belirtmek isterim.

Seni sıkmamışızdır umarım, kültürlü ve bilgili cevaplarından ötürü teşekkür ederim.

Kolaylıklar. Dört gözle bekliyorum yeni sayınızı.

9 Nisan 2011

A. Eren Loğoğlu