10 Nisan 2011

Çok az kaldı!



"Bir işin ters gitme olasılığı varsa ters gider" diyor Murphy yasaları.

Geçtiğimiz hafta sonu ne kadar iyiyse, bu hafta sonu bir o kadar kötüydü.

Fenerbahçe'nin 3 puanı, Madrid'in zor deplasmanı kolay göstermesi, basketbolda kaybedilen El Clasico.

Ters gitmeye başladı mı bir şeyler, talih dönüyor birdenbire. Rutin totemleri de uygulayamadan son anda oturuverdim televizyonun karşısına.

Pinto, Alves, Pique, Milito, Maxwell, Mascherano, Xavi, Thiago, Iniesta, Bojan, Messi şeklindeydi kadro, idealden uzak bir şekilde.

Valdes ve Sergio cezalı, Puyol ve Abidal sakat kontenjanından tribündeydi. Bojan ve Thiago, forma şansı verildiğinde gösterdikleri performanstan ötürü ödüllendirilmişlerdi. Maxwell ısınma turlarındaydı, Pedro'ysa düşünülmemişti.

Pinto - Valdes'in yokluğunda kaleci görevine
Milito - Puyol'un yokluğunda merkez savunmanın soluna
Maxwell - Abidal'ın yokluğunda sol bek görevine
Javier - Sergio'nun yokluğunda savunmanın önüne
Thiago - Iniesta'nın orta üçlünün solu görevine
Iniesta - Pedro'nun ileri üçlünün sağı görevine
Bojan - Villa'nın ileri üçlünün solu görevine

şeklindeydi yer değişimleri. Toplamda 7 / 11 gibi bir oran takımın ritmini bozma adına yeterliydi. Barça iki maçtır aynı sorunla karşı karşıya.

Bu sorunsalın yanına, Almeria'nın ligin dibinden kurtulma adına puanlara ihtiyacı olması, can siperane oynaması, teknik direktör değiştirmesi, Barça'dan üç maçta 16 gol yemesi, Camp Nou'da hiç gol atamaması, Madrid'in 10 dakika önce Bilbao'da kazanması gibi argümanlar da eklenince durum içinden çıkılmaz bir hal aldı.

Gerçekten Pep'in, takımın başına yeni geçtiğinden dolayı hiç maçını izleyemediğiniz bir teknik direktör tehlikelidir söylemini kanıtlar nitelikte başladı karşılaşma.

25 dakika boyunca Barça ne yaptığını bilmez bir şekilde top ezdi, hücuma çıkmaya çalıştı, organize olamadı, futbol aklının başka düşüncelerle dolup sahaya çıkmadığı belliydi.

Bir şeylerin ters gitmesi olasılığı iyice sarıyordu bünyeyi.

Barça kendine geldi, biraz da seyircinin hafif iteklemesiyle. Muazzam bir baskı kurdu devre sonuna kadar ancak topu ağlarla buluşturamadı.

Hakemin garip faul vermeme / verme kararları arasında gidip gelen bir ilk yarıydı ve devre sonunda köşe vuruşunu kullandırmayıp art niyetini bariz gösterdi üniformalı. Keza devre arasında Bilbao maçının kritiklerini okuyup, Madrid'in penaltıdan öne geçtiğini ve Bilbao'nun çok net bir penaltısının güme gittiğini öğrenince, mesele kendiliğinden su yüzüne çıktı.

Hafta içi Valdes'in El Clasico hakkında sorulan bir soruya verdiği, Madrid'in 68, Barça'nın 63 galibiyeti var cevabı aktarılıyordu başkent medyası tarafından. Es geçilen, kırpılan cümlenin devamıydı. Valdes, siyah beyaz -Franco dönemini kast ediyor- ya da renkli yıllar mı diye ekliyordu. Madrid'in mevcut şampiyonluk ve galibiyet sayılarındaki üstünlüğünün, baskı ve dayatmaya sıkıca bağlı bir tarihten geldiğinin bilincindeydi. O kadar çok haksızlığa, zulme, elinden zorla alınmalara uğramışlardı ki, Valdes de o hikayelerle büyümüştü, vücudlar bağışıklık kazanmıştı artık.

Barça, çok istekli ve oyunu rakip yarı sahaya yıkan, topa sahip olan tarzıyla ikinci yarıya başlamasına karşın golü kalesinde görüverdi. Bu gece her şeyin kötü gideceği ve birilerinin buna dur demeyeceği bir gece miydi yoksa? Guardiola'nın beden dili soru işaretlerini büyütüyordu.

Öyle olmadı, Barça totem, talih, murphy dinlemeyip eline aldı kaderini. Önce Villa'ya vücuduyla temas edip penaltıya sebebiyet verdi kaleci, sonra Messi'nin köşe vuruşuna Thiago kafayı vurdu. Maçın bitimine yakın da bir başka hatayı değerlendirdi Leo, topun altına girerek.

Guardiola'nın ilginç bir açıklaması oldu, ligin diğer turnuvalara göre en önemli yarışma platformu olduğunu belirtti, bunun sebebini de uzun soluklu olmaya bağladı. ŞL'yi kazanan bir takım toplamda 13 maç oynuyor, şanslı kuralarla zorlanabileceği veya eleyemeyeceği takımlarla karşılaşmama durumu bulunuyor, Dünya Kupaları'nda çıkan süpriz ülkelerin bir daha hiç gözükmemesi de buna misal teşkil edebilir. Lig tamamen farklı, her takımla oynuyorsunuz, kura yok, kaçış yok.

Pep, benim takımım Real Madrid'den daha iyi, biz bunu lig ortamında gösterdik demeye getiriyor kısaca. ŞL'de iki maç oynanan eleminasyon sistemiyle veya Kral Kupası'ndaki tek maçla, bu gerçek değişmeyecek, belki kaybederiz, bilinmez ama biz daha iyiyiz. Lucescu da Shakhtar maçının ardından Barça'nın şu an herhangi bir takıma maç kaybetmeyeceğini iddia etti, aslında en iyi olma üzerinden yapılan bir öngörüydü bu da.

Pep 171. maçına çıktı 3. sezonunda. 126 galibiyet ve 15 yenilgisi var. 431 gol attı takımı.

Bu sezon 50 maç oynandı daha. 135 gol atıldı, ligde 85 golü buldular, averaj + 104 ve 23 gol daha atılırsa 158 gol atılan ilk sezon da geride bırakılacak. 10 maç daha oynayacaklar en az.

Messi 47 gole yükseldi. Geçen sezon da bu sayıdaydı, şimdiden yakaladı. Gol orucunu da bozdu Almeria karşısında, açıldığını düşünüyorum. La Liga'nın asist rekorlarını da yeniden düzenletiyor 18 ile.

8 puanlık fark korundu El Clasico'ya çıkma zamanında, önemliydi. Shakhtar maçında temkinli olmakta yarar var, erken gol kesinlikle yenmemeli. Iniesta cezalı, dinlenecek. Shakhtar da Mourinho gibi, Barça maçı öncesi evinde yenilmezlik rekorunu kaybetti, asla tesadüf değil. Bojan, 6 ya da 8 hafta yok diz sakatlığı sebebiyle, tam da form bulmaya başlıyordu.

Tarihi sürece çok az kaldı, sırayla, salı Ukrayna ve cumartesi İspanya. Yol açık, Messi bizde, Xavi & Iniesta da. Güzel oyunu teşvik ederek, çocukların gönlüne sevda düşürerek sokak aralarında, durmadan ilerliyorlar. Yeryüzünün dört bir yanında seviliyorlar, çok seviliyorlar hem de, daha önce görülmemiş bir heyecanla.

10 Nisan 2011

A. Eren Loğoğlu

Hiç yorum yok: