04 Nisan 2011

Olağanüstü Sonuyla Olağan Genel Kurul



GSCimbom Fanzin 43. sayı (sayfa 10) için kaleme aldığım yazı;

http://www.gscimbom.com/fanzin/43/

Galatasaray Spor Kulübü tarihinin gördüğü en kalabalık Yıllık Olağan Genel Kurul'unda, Adnan Polat ve yönetimi idari yönden ibra edilmedi. Bunun sonucu olarak da 30 gün içersinde katılamayacakları bir seçimle karşı karşıya kaldılar.

Hayri Kozak ve özellikle Doğan Hasol'un kürsüden yaptığı son uyarılar da yarar getirmedi, Polat'ın kendisinin de aday olabileceği bir erken seçim kararı alabilmesi için. Televizyon ekranlarından canlı yayınlanan ve maç heyecanı taşıyan ortamın havasını iyi gözlemleyemedi başkan ve kendi ipini çekmek zorunda bırakıldı, bir ara yuhlandı, istifa sesleri duyuldu tezahürat eşliğinde, hoş değildi.

Sevimli dursa da Türker Arslan'ın idare biçimi hezeyan ötesiydi. Elektronik yöntemi, sandık getirmeyi geçtim, aşağıdan yukarı 30 sırayı 30 kişiye görev verip saymayı bile düşünemediler.

Birbiri sıra yapılan ve hemen hemen çoğunun içeriği aynı ve doğru olan konuşmalar habercisiydi bir şeyler olacağının ve öyle de vuku buldu. Aslında daha geriye gitmek gerekiyordu, salonda olanları anlama adına. 15 Ocak, Galatasaray'ın 17 Mayıs'tan sonraki miladıydı. Eski on yılı kapatıp yeni bir on yıla sayfa açıyordu kulüp. Arena'ya taşınıyor ve Ali Sami Yen'i hatıralara yazıyordu, bunun yanında da kulübü iktidarın masasına meze yapanları not düşüyordu belleklere. Kombineli taraftarını ve kongre üyelerini, yakınlarını provokatör şeklinde nitelendiren, kameralarla suçlu aradığını belirten, Galatasaraylılık kavramını sorgulayan bir başkanın koltuğunda çok fazla oturması beklenemezdi.

27 Mart ihtilali, o gün Arena'da Erdoğan Bayraktar'ın konuşturulmamasıyla başlamıştı. Başkan, mali kuruldaki konuşmasında özür masalını anlatmaya devam edip üstüne bir de bakanları ekliyordu, telefon yoluyla diyerek. Salon kahkahaya boğuldu haklı olarak, inandırıcı değildi ve küçük düşürücüydü, Galatasaray başkanlık makamına yakışmıyordu bu tavır.

Başkan kontenjanından kongre üyesi yapılan TOKİ Başkanı'nın disiplin kuruluna sevki, ihracı bile sağlanamıyordu, acizlik sarmıştı dört bir yanı ve Galatasaray Adası su alıyordu.

Seversiniz ya da sevmezsiniz, Lise duruma el koydu. Elbette sebepleri vardı, sportif başarısızlık, ekonomik durumla ilgili kaygılar, rezaletin son perdesi Arena olayında iktidara el pençe divan durulması, başlıcalarıydı. Bence en önemlisi bu üçü olamazdı, çünkü daha kötüleri Canaydın döneminde yaşanmıştı ve benzer bir reaksiyon göstermemişlerdi.

Lisenin imtiyazı olduğu gibi kalacak, üniversiteye bile tanınamaz dese de Adnan Polat, tüzüğü değiştirebilen potansiyel bir tehlikeydi ve Liseli değildi, al aşağı edilmeliydi.

Öyle ya da böyle gerçekleştirdi eylemini zihniyet. Eğrisi doğrusuna denk geldi belki de. Kime teslim olursak olalım fark etmiyordu aslında kongreye alınmayan taraftar açısından. Bu ülkede Kürtlere görülen rol neyse aynısı sokaktaki taraftar için biçiliyor Tevfik Fikret atmosferinde. Statüko korunuyor, imtiyazlara dokunulmuyor, barajlarla temsi edilme hakkı elinden alınıyor ve tünel kazıp girin deniyor meclise.

Bu mesele derin, sıyrılıp Hagi'nin ayrılmasına ve bundan sonra ne olacak konularına değineyim.

Önce yönetim kısmı, Adnan Polat'ın mahkemeye gidecek kadar düşeceğini sanmıyorum, yenilgiyi kabul etmek zorunda.

Ünal Aysal aday, hakkında aday olamayacağına dair dedikodular var.

Adnan Polat'ın, mahkeme dışı bir diğer alternatifinin de Haluk Ulusoy olduğu söyleniyor. Aziz Yıldırım'ın karşına çıkması ve intikam peşinde koşması için en ideal ortam belki de ama kongrenin Ulusoy'u seçeceğine ve Ulusoy'un Fenerbahçe karşıtlığının güzel görünse de, Galatasaray başkanlık makamı için yeterli olacağına ihtimal vermiyorum.

Cüneyt Tanman'ı önce Scout Ekibi'nin başına getirip sonra da Sportif Direktör yapan düşünce algısının tamamen ortadan kalkması gerekiyor, sınırların çok iyi çizilmiş olması ve üst düzey profesyonellerin olduğu bir futbol birimi oluşturulmalıdır. Görev tanımları, yetki ve sorumluluklar belirlenmiş olmalıdır. Branşların, özellikle de futbolun doğru organizasyon içeren bir yapıya kavuşması, sürdürülebilir başarıya açılan kapının altın anahtarıdır. Yönetim kurulu ve başkan tercihinde referans noktası kanımca bu düşüncenin bizlere proje olarak sunulması ve uygulanmasıdır. Değerlendirmeyi en sağlıklı hale getirecek olan bu bakış açısıdır.

Hagi'nin ayrılışına da burdan girizgah yapabilirim, sorun çokça hataları da olsa Hagi'nin kendisinde değildi çünkü. Bir tablo sunacağım;

96 - 00 arası Fatih Terim 11 Kupa -4 Lig- kazandırdı takıma. Sonra ayrıldı, ayrılmak zorunda bırakıldı, süreci sorgulamıyorum. Gittiği günden bu yana 11 yıl geçti ve sadece 6 Kupa -3 Lig- elde edilebildi.

Terim kalsaydı bu süre zarfında daha kötü durumda olunmazdı herhalde! Terim gitmek istedi, kariyerinin zirvesindeydi, tutulamazdı diyelim, Mircea Lucescu getirildi, harika bir tercih idi, 2 yılda 2 Kupa -1 Lig- kazandırdı, kalan 9 yıl takımın başında dursaydı, 4 Kupa ile yetinmezdi gibime geliyor. Haydi Terim'i geri getirme bahanesiyle, Lucescu'yu da göndermek zorunda kaldık diyelim -ne absürd- Terim bugüne kadar görev yapmış olsa ne kadar daha geriye düşebilirdik ki!

Terim'den de geçtim tekrar, ilk yılı başarılı olmasına karşın sonraki sezon çöküşe geçti farklı etkenlerden ötürü, Hagi getirildi, futbol aklı vardı, takımı anında toparladı, doğru hamleler yaptı, bir de Kupa kazandı, 7 yıl o kalsaydı 3 kupadan daha fazlasını kazanma şansı olurdu bence!

Hagi'yi de geçtim diyelim, Eric Gerets getirildi, kariyerli bir isimdi, biraz fantastik bir oyun şablonuyla puan rekorları kırdı, mucizevi bir şampiyonluk kazandırdı, 6 yıl daha kalmış olsa 2 kupa daha alınamaz mıydı en azından!

Arada Kalli, Cevat Güler, Skibbe, Bülent Korkmaz ile bir geçiş dönemi yaşandı, onları katmıyorum hesaba.

Rijkaard'ı getirdin, 2 sezon dayandı, tekrar Hagi'ye bel bağladın, 6 ay sürmedi. Terim'in yardımcısı Bülent Ünder geldi yeniden, başlangıca dönüldü.

Terim, Lucescu, Gerets'den hangisi kalmış olsa, bulunan noktadan çok daha iyi bir yerde olunurdu sportif başarı anlamında. Hagi 2. dönemiyle artık tartışmalı bir seviyeye geriledi. Umarım bu listeye Rijkaard da eklenmez yıllar sonra.

Sorun Teknik Adamlar değil, sorun onlara tahammül edemeyen, görüşlerine ve teknik isteklerine karşılık veremeyen, çalışmaya uygun bir ortam sağlayamayan, sağlıklı bir organizasyon oluşturamayan yöneticilerde.

Yeni yönetim belki bir umud olur, elde avuçta başka bir izah, yakarış kalmadı. Düşülecek en dibi görmüşüzdür herhalde.

Bu zor zamanlar da geçecek, karanlıklar aydınlığa dönüşecek bir çırpıda. Edip Cansever’in Phoenix şiirinden iki dizeyle faslı kapatayım;

Kim ne derse desin ben bu günü yakıyorum
Yeniden doğmak için çıkardığım yangından


Dayan Galatasaray.

4 Nisan 2011

A. Eren Loğoğlu

Hiç yorum yok: