30 Aralık 2010

Bildiri: Ne Şiddet, Ne Linç, Sadece Herkese Eşit Adalet!

Galatasaraylılardan spor kamuoyuna bir çağrı:

26 Aralık 2010 tarihinde Florya Metin Oktay tesislerinde oynanan U17 Galatasaray-Fenerbahçe maçının devre arasında yaşanan nahoş olaylar kamuoyunu üzmüş ve korkutmuştur. Profesyonel sporun eşiğinde bulunan çocuk yaştaki gençlerin her ne sebeple olursa olsun şiddete maruz kalmalarının mazur görülecek hiç bir yanı yoktur.

Kınama, üzüntüleri dile getirme, ihmalden dolayı özür dileme ile sınırlı tepkilerin ve ilgili federasyonlar tarafından kulüplere yönelik verilen muhtelif cezaların bugüne kadar şiddetle mücadeleye dişe dokunur bir katkısı olmadığı aşikardır. Bu boşluğu doldurma iddiasıyla hazırlanan Sporda Şiddetle Mücadele Yasa Tasarısı'nın ana amacı da şiddeti tetikleyen, körükleyen, şiddet olaylarının önüne geçilemez düzeyde kitleselleşmesine yol açan bütün unsurların bilaistisna tespiti, cezalandırılması ve spor müsabakalarının dışına atılmasıdır.

Dehşet ve ibretle izlemekteyiz ki, 26 Aralık 2010 tarihinden bugüne kadar Galatasaray - Fenerbahçe U17 maçında çıkan olaylarla ilgili süreç, gerek medya gerekse her iki kulübün yöneticileri tarafından, öngörülebilecek en vahim şekilde ele alınmaktadır.

Yazılı ve görsel medyaya yansıyan ve kamuoyuna sunulan bilgi ve yorumlar, olayı aydınlatma ve benzer olayların tekerrürüne mani olma isteğinden çok, insanların özel hayatlarını ve bilgilerini deşifre etmeye varan bir dezenformasyon bombardımanı şeklinde sürdürülmektedir. Öncelikle bütün bu süreçte yayınlanan görüntüler eksiktir. Kamuoyuna sunulan bilgiler, olayların tamamının sağlıklı ve rasyonel algılanmasını sağlamaktan uzaktır. Bu şekliyle de kolayca saha içinde kalması sağlanabilecek bir tartışmanın, seyircilerin müdahil olduğu bir şiddet eylemine dönüşmesine nelerin yol açtığı gündem dışı bırakılmaktadır.

Üstüne üstlük bu eksik ve yanıltıcı teşhis, giderek, insanların özel hayatını görsel ve sesli ifşa eden gerçek ve tüzel kişiler hakkında çeşitli hapis ve para cezası öngörmekte olan TCK'nun 134. maddesi hilafına açıkça suç unsuru içeren bir linç kampanyasına dönüşmüştür.

Pazar gününden beri FBTV'den aldığı görüntülerle eksik ve yanlı haber yapan NTV ve NTVSpor kanalı ile, saat başı olayla ilgili gözaltına alınan kişilerin isimlerini ve ne iş yaptıklarını ifşa eden FBTV yasayı alenen ihlal etmektedirler. Bu yayınlar, sosyal paylaşım alanlarında ve taraftar sitelerinde çeşitli kullanıcı isimleriyle tehdit girişimlerine de yol açmaktadır.

Uygulanan şiddet ve yapılan hataların karşılıklı olduğu açıktır. Adalet eşit dağıtılmalıdır. Bir şiddet olayından ders çıkartmak, gerçeklikten kopmak ve yargı sürecine girmiş olan failleri, yasaları hiçe sayarak bir linç kampanyasının hedefi haline getirmek değildir. Tam aksine, adaletin bu suretle eksik tecellisi, yasal sorumluların görevlerinin gereğini yerine getirmemeleri ve linç kültürü vicdanlarda daha vahim yaraların açılmasına neden olur.

Bu çerçevede:

1 - 26 Aralık 2010 tarihinde Florya Metin Oktay tesislerinde oynanan U17 Galatasaray-Fenerbahçe maçı devre arasında yaşanan olayların seyirciyi de kapsayacak şekilde büyümesinde ağır sorumluluğu bulunan ve görgü tanıklarınca biri Fenerbahçe takımı görevlisi, digeri üzerinde kahverengi deri mont olan en az iki kişinin soruşturma kapsamına alınması en azından hukuki bir zorunluluktur. Ayrıca, bu insanların yayınlanan görüntülerde de Galatasaraylı oyuncuları yumrukladıkları net olarak görülmektedir.

2 - Sorumsuz ve medya etiğine uymayan yayınları yapan kanallar ile sosyal paylaşım alanlarında gözaltına alınan kişileri ve ailelerini tehdit edenlerin internet üzerinden işlenen suçlar kapsamında, haklarında gerekli işlemlerin yapılması; ayrıca bu tür yayınların "Devam eden bir dava ile ilgili" olmaları hasebiyle acilen durdurulması hukuk ve adalet adına diğer bir sorumluluktur.

Bütün bu fotoğrafta, asıl ibret verici olan, Galatasaray ve Fenerbahçe yönetimlerinin sergiledikleri tutumdur.

TFF'nin ifadesiyle, Sporda Şiddet Yasası ve bu yasa çerçevesinde beklenen tavır değişiklikleri içinde en önemlisi, kulüp yöneticilerinin kendi kulüplerinin en önemli çıkarının şiddetin önlenmesi olduğunda birleşmeleridir.

26 Aralık 2010 U17 maçı sonrası Fenerbahçe yönetiminin tutumu hiç de şaşırtıcı değildir. Gerek kendi televizyon kanalları, gerekse medya uzantıları vasıtasıyla süratle bir mağdur/saldırgan temeli oluşturulmuş, yukarıda belirtilen yasadışılığa aldırılmaksızın bu temelde bir kampanya açılmış durumdadır. Böylesi sağlam bir kurguyu bu kadar hızlı sahneye koyanlardan, olayların başlamasına yol açan oyuncularını ve görevlilerini sportif olarak cezalandırma yoluna gitmelerini ve kendi müdahale alanları dahilindeki diğer tahrikçileri yargı sürecine katmalarını beklemek büyük saflık olacaktır.

Şaşırtıcı olan, görünürde şiddetle mücadele uğruna kendi kulüplerinin mağduriyetine aldırmayan Galatasaray Spor Kulübü yöneticilerinin tutumudur.

Tavırları şiddetle mücadelenin ruhuna uygun görünmekle birlikte, olayların bütünüyle aydınlatılmasına; eksik görüntü ve tanıklıkların yargıya iletilmesine; halen yargıya intikal etmiş olanlar dışında başka sorumluların da yargılanmasına katkıda bulunmamak, fiilen şiddete çanak tutmaktır.

GSK Yönetim Kurulu olaylar karşısındaki mevcut duruşuyla, son derece geniş bir taraftar kitlesi tarafından "kritik bir olayda rakip takımın üzüntüsünü paylaşan akl-ı selim yöneticiler" olarak değil, Fenerbahçe Spor Kulübü'nün geçmiş pek çok olayda olduğu gibi bu olayda da kendisine çıkar sağlamaya çalışan geleneksel politikalarının destekçileri olarak algılanacaktır.

26 Aralık 2010 tarihinden bugüne kadar yaşanan süreç, bugüne kadarki şekliyle tüm spor kamuoyuna Sporda Şiddet Yasası'nın ne kadar elzem olduğunu değil, hangi düzeyde tedbir ve müeyyide içerirse içersin hiç bir yasanın, uygulamada adalet hiçe sayıldığı, günlük çıkar ve düşmanlıklar alenen körüklenmeye devam edildiği müddetçe hiç bir faydası olamayacağını ispat etmektedir.

Spor müsabakalarında şiddeti bitirmek için adil uygulamaların yeni yasal düzenlemelerden daha önemli olduğunun bilinciyle, 26 Aralık 2010 tarihinde yarım kalan Galatasaray - Fenerbahçe arasındaki maç dahil olmak üzere geçmiş bütün spor müsabakalarında vuku bulmuş şiddetin her türlüsünü bütün kalbimizle bir kez daha kınıyoruz.

GALATASARAYLILAR

Ayrıca;

http://www.birgun.net/sports_index.php?news_code=1293719603&year=2010&month=12&day=30

30 Aralık 2010

A. Eren Loğoğlu

Basketbol Ligi'nde Lider 'Yenilmez Armada' Galatasaray



Galatasaray karşısında 4 yıldır kazanamıyorlar deplasmanda, en son 2006 - 2007 sezonunda Ahmet Cömert'te galibiyet görebildi Fenerbahçe. Oktay Mahmudi ve yaratacağı ekol kaldığı sürece de bu seri devam edecektir.

Taktik işlerine çok fazla girmeyeceğim. 5 kısaya dönerek oynun kırılmasını engelleyen Mahmudi'den, maç sonunda alan savunmasını sürdürmeyen Spahija'ya kadar pek çok detay var incelenmesi gereken.

Basketbolda savunmanın, mücadele etmenin her zaman karşılığı vardır. Pas arası, top çalma, blok ve ribaund ile oyunda kalmak süreklilik haline getirilirse, hep bir şans doğar kazanmak adına. Hücumda da ikili oynu iyi bilen bir guard ile set kurulursa, işler daha da kolaylaşır.

Galatasaray dün gece geriye de düşse, psikolojik eşiklerden de geçse, tutundu maça, kopmadı ve yeri geldiğinde öne de fırlayıverdi üst paragraftaki senaryoyu birebir uygulayarak.

Maçın kırılma anı Spahija'nın aldığı teknik faul idi. Maç sonu röportajlarında sohbeti gerçekleştiren Fenerbahçeli Loran Vayloyan'ın kışkırtıcı ve sert demeçler vermesini istediği sorularına ayar cevaplar vermesiyle de Fenerbahçe Teknik Adamlığı'na yakışmadığını belli ediverdi aslında. Maç içersinde haklı bir tepki gösterdi, karşılığında cezayı gördü ve maç sonunda da o esnadaki hareketleriyle hatalı olduğunu ve Galatasaray'ın maçı hak ederek kazandığını, hakemin o pozisyonda yanlış karar verse de, sonuca etki etmediğini dile getirdi. Tercümanın eksiksiz bunları çevirmesi de bir başka ilginç noktaydı. 3 ya da 4 defa Galatasaray'ın maçı hak ettiğini söylemek zorunda kaldı ve herhangi bir sansür uygulamadı, sanırım bunda kadın olmasının getirdiği bir etki vardı. Israrla 3. periyodu ve hakemi soran Vayloyan'a, sen periyod analizlerini tv yorumcuna yaptır, Galatasaray hak etti, kazandı, bizim antreman yapmamız gerek tarzındaki demeci de parmak ısırtan cinstendi.

Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe yönetiminin sevdiği bir tarz değildir Spahija'nın maç sonu tavrı. Muhtemelen önce tercüman ile ve sezon sonu da Spahija ile yollar ayrılır, bu lafları kaldıramazlar çünkü.

Galatasaraylı oyuncular Mirsad'ın tahriklerine kapılmadılar, taraftarları da dizginlediler bazı anlarda. Oğuz'un potaya gereğinden fazla asılarak provoke etme çabaları da yarar sağlamadı Fenerbahçe'ye. Ömer Onan'ın her pozisyon hakemle oynamasına değinmeye bile gerek yok, zaten faul alamadığı ve maçın kırıldığı pozisyonda hakeme çok itiraz etmesinin bedelini ödedi.

Lider Galatasaray, hem de iki Euroleague Top 16 takımının önünde, Mahmudi'nin 6 ayda geldiği nokta çok değerlidir bu bakımdan. Birkaç değişiklikle ya da takviyeyle seneye çok daha iyi yerlere gelinebilir. Özellikle Rochestie, Andric gibi oyuncular yerine maç sıkıştığında oyunu açabilecek şöhretli bir isim almak opsiyonları genişletebilir.

Müthiş atmosferden dolayı taraftara, asistlerden dolayı Tutku'ya ve verilen mücadeleden dolayı takımın tümüne teşekkür ediyorum.

***

Biraz da ruh halime, Fenerbahçe'yi yenmenin verdiği dayanılmaz hafifliğe değineyim;

Öyle bir şey ki Fenerbahçe'yi yenmek, sanki o an savaşların sona erdiği, açlığın bittiği, insanların yoksul kalmadığı, eşit haklara ve özgürlüğe sahip olduğu, emeğin değerinin verildiği, adalet denilen kavramın göz ardı edilmediği bir yeryüzünde yaşıyor gibi hissediyorum.

Sadece bir anlık sürüyor, nefes alışım ve verişim esnasında geçen süre kadar kısa, ağzımdan boğazıma ve ordan damarlara yayılan su gibi yoğun bir şey. Gerçekten inanıyorum bunları yaşadığıma, var ile yok arası bir boyut.

Öyle bir şey ki Fenerbahçe'yi yenmek, iktidara, egemen olana, faşizm öğretileriyle bezenmiş bir topluluğa karşı savaş alanında kazanılan bir zafer tadı alıyor gibi hissediyorum.

Sadece bir anlık sürüyor, göz kapaklarım düşüyor, bir titreme ve ürperti hali. Bedenim sarsılıyor yerinden, faylar kırılıyor bir yerlerde, kabuk bağlayan yaralar onuyor birdenbire. Sonra uyanıyorum, gözlerimi ufalıyor, ışığı biraz kısıyor ve yatağıma uzanıyorum.

Gece, gelecek güzel günler gibi umut dolu, heyecan ve aşk ile kaplanmış dingin gövdem.

Huzurluyum.

30 Aralık 2010

A. Eren Loğoğlu

26 Aralık 2010

Kased

Mumyalanan hayaller dirilip karşına dikilince
Ellerini iki yana açıp dua eden adamın fısıltısını duy;

Geçiçi heves değildir aşk
Yok olmaya yüz tutan çürümüş, kokuşmuş cesed

Sen bir ölüsün
Toprağın sıkıca sarıp sarmaladığı

Kalıcı eser bırakma çabasında yağmur
Üzerinde büyüyor yabani otlar

Kasedi geriye sar
Korkma, bozulsa da makinalaşan algı

Savaşan yanılgı ve dengesizlik

Baş döndürücü gülümseme
Siyah beyaz fotoğraflar arasında bir kanıt

Kaz adımıyla yürünen aile töreni
Bağımlılık yapan meta akımıyla sürünen evlilik

Oysa içsel devinim kaybı yaşanıyor

Aradığı madeni bulan

Ve işleyemeyeceğine inanıp
İnkar mekanizması çalıştıran akıl tutulmasında

***

Ateş sarı
Ateş kırmızı

Ateşler içinde eriyen ada kızı

Mumyalanan hayaller dirilip karşına dikilince
Yüzünü göğe çevirip dua eden adamın fısıltısını hatırla;

Metamorfoz yaklaşıyor
Kaçınılmaz ve kusursuz olmayan sona doğru

Ve kased, sancılı sürecin bilin(mey)en kaydı

26 Aralık 2010

A. Eren Loğoğlu

25 Aralık 2010

Bir Altyapıdan Daha Öte: La Masia



Ballon D'or ödülüne daha önce de aynı takımdan adaylar çıkmıştı. AC Milan, ilk 3 adaylığa iki defa ambargo koymuştu o muhteşem 90'ların başındaki kadrosuyla. Ancak bugüne kadar hiçbir takımın altyapısından yetiştirdiği üç oyuncusunun aynı sezon içersinde adaylığı söz konusu olmamıştı. FC Barcelona bu inanılması güç olayı başardı. Xavi 11, Iniesta 12, Messi 13 yaşında La Masia'nın yolunu tutmuşlardı. Peki neydi bu paha biçilemeyen oyuncuları yetiştiren fabrikanın sırrı?

Farklı bir olay anlatayım, çıkarsama yapabiliriz belki;

El Clasico'dan sonra bir Katalan gasteci, Xavi'nin 5 - 0 biten Madrid maçının bitiminde tünelde ilerlerken Diarra'ya, "bu gece topa hiç dokunamadın, bir süreliğine sende kalabilir" dediğine dair haberler yayınladı. Ben inanmamış, açıklama beklemiştim Xavi'den.

Xavi yalanladı yazılanları.

"If I had said that I would be disrespecting Real Madrid, Diarra, and Barca itself.

It would not be deserving of this shirt. Being part of this great club I have to be responsible for each and every one of my actions as I am representing it. I could never have made such comments. Wearing this shirt demands that respect.

If it was a criticism about a bad pass or I am at fault, I can accept that. Since I was a kid, I always try to better myself, but to say this kind of lies contribute nothing. It only hurts people and I can’t understand the motive behind it.

Look… if I’m out there [retired] and talking for myself, I would be able to say what I want, but while I’m still wearing the blaugrana colours I must know my place at all times because I’m representing a great club.

That a Catalan journalist, and one from Barcelona could have said that surprised me, and I can’t make out why. I just wished he had dug deeper before making the report."
Çok büyük bir kulübü temsil ettiğini ve bunun kendisine sorumluluklar yüklediğini, hareketlerine ve yorumlarına dikkat etmesi gerektiğinin farkında olduğunu belirtiyor Xavi. Israrla tanımlamalarında forma unsurunu kullanması da sanırım kutsallığın bir ifadesi.

Bu açıklamalar Arda'ya da yakışır, yapmıştır muhtemelen benzerlerini ancak söyledikleriyle eylemleri benzerlik göstermiş midir, orası tartışılır? Barcelona'nın yetiştirdiği oyuncularının ayrıldığı nokta da burası gibi.

Emre Belözoğlu'nun ısrarla -inandıramıyor muhtemelen- Fenerbahçe taraftarı olduğunu söylediği açıklamalar okunuyor, duyuluyor son günlerde. Galatasaray altyapısından yetişen, Galatasaray'la büyüyen, başarılar ve isim kazanarak Avrupa kapısını açan bu çocuk, kendisini yaratan kulübü sevmemiş olabilir, en doğal hakkıdır ancak bunu defaatla dile getirmesi, söylem biçimi ne derece samimiyet yoksunu olduğunun da belirtisidir. FC Barcelona, yetiştirdiği oyuncuların söylemleriyle de ayrışıyor diğer kulüplerden. Sadakat onların benimsediği en yoğun duygulardan biri. Cesc Fabregas her röportajında boşuna dile getirmiyor sevgisini.

La Masia'dan yetişen oyuncular kulüplerini -nerde oynadıklarının farkında olarak- çok seviyorlar, kulüpleri de onlara hak ettikleri gibi -nasıl oynadıklarının farkında olarak- davranıyor. Aidiyetin çeşitli sebepleri var elbette, çevre, aile, şehir, kültür gibi.



Trabzonspor altyapısından yetişmiş, doğma büyüme Trabzonlu bir çocuğun hisleri var Xavi'de. Bunun üzerine bir de siyasi kimlik ekleniyor. Emeğin ve öz kaynağın değer sayılıp önemsendiği, nerdeyse kusursuz ve dünya çapında bir organizasyon altında yaşıyor ayrıca.

Altyapıdan yetişen -aslında Katalunya'ya gelen yabancılar da dönüşüm geçiriyorlar kültürün bir parçası olabilmek ve uyum sorununu atlatabilmek için- Barça oyuncuları için özel bir mentör tutulduğunu hiç okumadım. Doğru davranma bilinçlerini yaşadıkları ortamdan -La Masia- alıyorlar muhtemelen. Ortamın ve kulübün felsefesinin oyuncular üzerindeki etkisi de denebilir buna. Amacı kazanmak değil güzel oynamak ve temsil etmek olan bir kulüp FCB, bu yüzden değil mi zaten benzersiz oyuncular yetiştirmesi ve bir kulüpten öte oluşu!

Messi'yi bundan tam 10 yıl önce, bir Barça efsanesi Charles Rexach keşfediyor. Messi'nin Arjantin'deki kulübü tedavi masraflarını karşılamayınca, Barcelona'ya yolu düşüyor şansını denemek amaçlı . Messi için düzenlenen maçı izleyen Rexach, tereddüt etmeden transfer ediyor Messi'yi, o dönem zaten Sportif Direktör.

The story goes that when Messi turned up in Barcelona with his father, at the invitation of the club, it was still touch-and-go as to whether he would really stay. The club had offered to pay for the boy’s hormone treatment, and to look into job possibilities for his father. But personnel at the club from that time all recall Messi as looking like he would never last the famous nine days that the club had calculated for a final decision to be made. Apparently he just sat in a corner of La Masia’s reception area, looked at the floor and spoke to no-one. When his mother flew over to see if she could help out, and then was forced to return for work reasons, Messi begged to return to Argentina with her. Whoever persuaded him to stay – and most people credit Carles Rexach with that – deserves some kind of award, too.

Mutlaka organizasyon içersinden birileri -efsane bir oyuncu veya teknik adam- yol gösteriyor altyapı oyuncularına. Aileleri de teması kesmiyorlar. Bir de eğitime önem veriyor ve aksatmıyorlar. Çok karmaşık değil programları;

7am: Get up.
7.30am: Communal breakfast.
8am: Minibus takes them to school in the city.
2pm: Return from school and have a communal lunch.
2.30pm: Some boys have a siesta while others do homework.
4pm-6pm: Intense training sessions.
6.30pm: Fit players head to the gym, while those carrying knocks or injuries have physio.
9pm: Communal dinner.
10pm: Bed time. Some players go straight to sleep but they are allowed to read, listen to music or do homework before lights out.
- La Masia'nın direktörü pedagog, Carles Folguera, eski bir roller hokey oyuncusu, bu da ilginç.

- Basketbol ve futbol oynayanlar aynı odalarda kalabiliyor, takım olgusuna katkısı bulunabilir.

- Eğitim çok önemli, buraya gelenlerin tamamının sporcu olamayacağı ve hayatlarına farklı bir şekilde yön vermeleri gerekebileceği anlatılıyor, derslerine dikkat etmeleri şart.

- 5 milyon Euro harcanıyor bu altyapı sistemi için, sanırım dünyada bu yapılanmaya en çok para ödeyen takım Barça.

- Altyapılarda aynı formasyonla oynanıyor, 4 - 3 - 3. Cruyff'un bütün öğretileri korunuyor 1979'dan günümüze. Total futbol ve tiki taka geleneği sürüyor, sürekli pas yapılıyor her yaş grubunda.

- Felsefelerini Investment + Development, kısaca I + D olarak adlandırıyorlar. Barça B -yaş sınırı yok- ve oraya yükselme kategorisi olan Juvenil için belirli adımlar var.

- Xavi'nin altyapıya forvet oyuncusu olarak gelip, hızlı değilsin ama oyun görüşün muazzam, senden orta saha yaratacağız denmesi, oyuncuların fiziksel özelliklerinin hangi bölgeye uygun olduğuna dair doğru tesbitler yapılmasının önemini vurguluyor o yaşlarda. FC Barcelona, scout ekibi -özellikle İspanya içersinde- sayesinde çocuk yaşta bu yetenekleri keşfedip evrilmelerini sağlıyor ve daha çok teknik, hız ve zeka gibi temel özellikleri yüksek çocukları -çoğunlukla forvet oynayan veya bunu isteyen- bulup Xavi'de olduğu gibi kendi kriterlerine göre mevki dağılımı yapıyorlar.

- Çok hikaye var yaşamlarında. La Masia bildiğin Devlet Parasız Yatılı'dan farksız bir yurd gibi, ben de aynı güzergahdan geçtiğimden, çocuk yaşta aileden uzak bir şeyler başarmaya çalışmanın ve yaşamanın zorluğunu biliyorum. Yatakhane, yemekhane, banyo kavramları nerdeyse aynı. Birlikte kalıyorlar, vakit geçiriyorlar, ödevlerini yapıyorlar gözetim altında. Pencereleri Camp Nou'ya bakıyor, belki de en özel ve güzel yanı bu binanın. Orda hayaller kuruluyor stada bakarak, düşüncelere dalınıyor. Ankesörlü denilecek türden iki telefon var, ilk zamanlar çocuklar her gün aileleriyle konuşmak istiyorlar ve önlerinde sıra oluyor telefonların. Kütüphane ve ders çalışma odalarını da unutmayalım.



Xavi'nin babasına bir gün soruyorlar, oğlunuzun ne zaman büyüdüğünü anladınız diye, şu cevabı veriyor;

Xavi'yi arabayla götürüp getirirdim ve Xavi bir gün artık buna gerek olmadığını, trenle gitmek istediğini söyledi. O gün büyük bir oyuncu olacağını düşündüm diyor. Bu bahsettiğim A takımın ilk dönemleri ve Xavi, Guardiola'nın varisi olarak lanse ediliyor, üzerinde müthiş bir baskı var. Katalan halkı, La Masia'dan çıkan ilk çocuklardan biri olan, kaptanları Guardiola'ya tapıyor o günlerde ve o çocuk hala halkının sevgisini taşımaya devam ediyor kulübün Teknik Adamı olarak. Başkan Rosell, Guardiola için, kulübümüzün Sir Alex Ferguson'u, Franz Beckenbauer'i olacak ve gün geldiğinde başkanlığa yükselecek, bunu görüyorum diyor.

Xavi, Pep gibi olma baskısından çok etkileniyor ve kulüpten ayrılma noktasına da geliyor ama kulüp ona zor günlerinde sahip çıkıyor. Aynı sorunları Iniesta da yaşıyor. Iniesta'ya da Xavi'nin varisi yakıştırmaları yapılıyor ilk zamanlar ve o da bunun altından kalkma uğraşı veriyor bir süre. Guardiola'dan Xavi'ye ve Xavi'den Iniesta'ya uzanan yolculuk Barça'nın son 20 yılının da en güzel hikayesi.

- Bazı tercihlerden ötürü diğer altyapılarla sert karşılaştırmalar da yapılabilir. Messi'yi herhangi bir İngiliz kulübünün altyapısının boy gibi fiziksel özelliklerinin eksikliği nedeniyle kabul etmeyeceği ancak Barça'nın ana ölçütü daima yetenek olduğundan tereddütsüz Messi'ye inanması ve bugün gelinen nokta önemli bir referans değerlendirme açısından.

16 yaşına kadar çocuklara sürekli teknik - taktik bilgiler verilmesi, hızlı düşünme ve oynamaya, pas yapma, verkaç gibi Barcelona'nın futbol felsefesi üzerine yoğunlaşılması, maç kondisyonu dışında ekstra güç ve kondisyon çalışmalarına çok ilgi göstermemeleri, nerdeyse bütün antremanların top ile yapılması gibi konularda belki de tüm dünyadan farklı bir yol izleyip, bizim kulüplerimize çok da net bir örnek sunamıyorlar, bunu yapabilen tek organizasyon olmaları dolayısıyla.

Bir artıları Barça B kategorisi çünkü yaş sınırı yok ve eğer oyuncu A Takım için yeterli görülmeyip 20'li yaşlarına gelse bile, bu çatı altında kalmak ve şansını denemeye devam etmek istiyorsa B grubunda oynayabiliyor. Pedro, en çarpıcı örnek, 21 yaşında A Takım'a yükseldi. Her oyuncu 17 yaşında hazır olmuyor, sabır skalası daha yüksek Barça'nın. Şimdi de Nolito'yu bekliyorlar. B Takımı 2. ligde kafaya oynadığından tecrübeli oyuncular da -26 yaş- transfer edebiliyorlar, alt lige düşülmeyip mücadele seviyesi korunsun diye.

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/12/boyun-egmeyen-ulke-katalunya-la-masiann.html

Linkteki yazının ikinci kısmından yaş kategorileri incelenebilir.

***

Alınacak ders çok. Türkiye'de Barça'nın oyuncular üzerinde yarattığı aidiyet, sadakat duygusunu oluşturabilecek tek kulüp Galatasaray kanımca, her ne kadar kötü emsalleri piyasada dolaşsa da. Çocuklarını kulübe emanet eden ailelerin daha çok bilinçlenmesi ve ilgilenmesi, her şeyi altyapı eğitmenlerine bırakmaması gerekiyor. Altyapı eğitmenlerininse çok donanımlı olması. Bunların hepsinden önce sağlıklı bir üstyapı da elzem, altyapının işlerliği üstyapıya bağlı her koşulda. Yaş kategorileri, belirli bir futbol felsefesi, yetenek avcılığı kıstasları gibi konuların üzerinde de ciddiyetle durulmalıdır.

Altyapıdan yetişen, top toplayıcı çocuğun 10 numara giymesi ve kaptan olması öyküsü büyüleyiciydi ve Barça'dan bir kesit sunar gibiydi. Öykünün kahramanına elbise bol geldi, modayı takip edenler kötü karakterlerdi ve terzi de iyi dikemedi açıkçası.

Yine de geç değil, endüstriyel futbola karşı bir kalemiz kalsın isteniyorsa!

***



La Masia'ya dair etkileyici bir yazı;

Few miles from the training ground and overshadowed by the enormous Nou Camp stadium is a delightful 18th-century farmhouse. Built in 1702 and sitting rather incongruously among the constant noise and clamour of one of the busier districts of the city, it is known as La Masia.

FC Barcelona converted this ornate building into a boarding house in 1979 to accommodate the older boys on their youth programme. Outsiders are not usually permitted inside what is seen as a private place, where the future of the club is being nurtured and the football club is in loco parentis.

From the age of 13 or 14, boys who live outside the city are housed here, letting the club mould their futures more fully, and ensuring their training time is not interrupted by debilitating travel to and from the ground. Typically the 14 year-old boys will train for six hours a week and play a game of 90 minutes.

But crucially it allows the club to develop not just their football skills but their lifestyle and attitudes, preaching the virtues of healthy eating and early nights. The boys live, sleep and eat together at La Masia, housed in bunk-bed dormitories. They eat communally in a stylish refectory with period chandeliers. They do their homework in a spacious library and have a games room with table football, pool and PlayStations.

It resembles a rather charming youth hostel, but this type of education remains an alien concept to most Premier League clubs, none of which has a residential academy on the scale of La Masia.

Each morning the boys are bussed in to the best local schools. The importance of finishing their education is constantly impressed on them by the club, though the lessons are all in Catalan, a language that will at first be unfamiliar to boys from outside the region. They return at 2pm for lunch and siesta, with training from 5pm to 6.30pm, then homework with private tutors on hand to help. After dinner there is a short period of down time before bed.

'We train the youngsters to be good people with a healthy lifestyle and help them to be happy with their way of life,' says Albert Capellas, the club's senior youth coordinator. 'It's very important for us that the boys have respect for others. They have to be good people, like gentlemen.'

It's no surprise that some, especially Barcelona's bitter rivals Real Madrid, sense a certain smugness about the club - even the football coaching here comes with a moral edge.

'When they play matches we impress on the boys three objectives,' says Capellas. 'Firstly, they must be the more sporting team, committing fewer fouls and being less aggressive. Then they must try to win by playing very well, more creatively than the opposition, with attacking football. And finally they need to win on the scoreboard. But we don't want to win without the first two aims being fulfilled.'

Liverpool goalkeeper Reina went to live in La Masia at the age of 13.

'They say that they don't just grow you as a footballer at La Masia but also as a person and it's true,' he says. 'You can learn to respect others and also to sharpen up your ideas. I grew up much more quickly there.'

It is not without its melodrama though. For 13-year-old boys prised from the bosom of their family, the induction can be traumatic yet bonding. Everton midfielder Arteta was one of Reina's great friends at La Masia and had left behind his parents and five brothers in the Basque country to pursue the dream of making a career as a professional footballer at the age of 15.

'I missed my parents and brothers enormously and there were many nights when I cried myself to sleep because of homesickness,' he says.

Iniesta was fast-tracked to La Masia at the age of 12 because of his exceptional talent, moving from his village of Fuentealbilla in central Spain. Coaches still remember the trauma every Sunday when his parents, José Antonio and Maria, would go back home for the week having spent the weekend with their son.

'He was very close to his family and every goodbye each weekend would become a mini-drama,' remembers Albert Benaiges, the coach who would become like a godfather to the young Iniesta.

'Andres would be crying and he spent a lot of time at my house, and whenever my mother sees him smiling now she always makes a joke, because she remembers how much he suffered in those days.'

When it all became too much there was always a very visible reminder of why the sacrifices were being made.

'You would look out and there was the Nou Camp stadium opposite,' remembers Iniesta. 'It was always on your mind, that the goal was to play there.'

The intense experiences shared in youth create lifelong bonds. Among the teenage contemporaries of current manager Guardiola, who arrived at La Masia aged 13, were Tito Vilanova and Aureli Altamira, who are now his managerial assistants at the club.

Arsenal's Fabregas, who came here when he was 15 because travelling from his village in Arenys de Mar back and forth to training had become too much of a strain, agrees.

'It was the best year of my life and I made friends for life there,' he remembers.

Among them was a timid and tiny Argentinian boy who spent the first few days cowering in the corner, speaking to no one. His name? Leo Messi.

'La Masia is like a family,' says Capellas. 'We take a lot of care of our young players, as they are living without their parents. We make sure they celebrate all the festivals, like Christmas, and every boy's birthday, like a family.'

Messi, the world's best player, is the current star product of La Cantera. He arrived here from Argentina when he was 13 with his family in tow after no Argentinian club would pay for the drugs he needed to treat his growth deformity. It is no surprise that Barcelona took on Messi, despite the fact he was half a foot shorter than his peers. Unlike in England, where size, strength and the ability to throw your weight around is highly prized by many scouts, Barcelona apply different criteria.

'Size is not important,' says Capellas. 'Most important is that the player has talent, that they can play with the ball, not that they are the strongest or tallest.'

But what distinguishes Barcelona from almost all English clubs is that home-produced players make up the bulk of their team, a concept many English clubs have actively opposed. They prefer to trade teenagers from around the world than produce their own.

'The model of FC Barcelona is that 50 per cent of our team should be from La Cantera and then 35 per cent should be the best players from Spain or Europe and then 15 per cent from the top ten players in the world, players like Samuel Eto'o, Zlatan Ibrahimovic or Thierry Henry,' says Capellas, though La Cantera is now so successful it is also producing players who are among the top ten in the world.

With the honourable exceptions of Middlesbrough, who once fielded a Premier League squad with 15 of the 16 players raised by the club and born within 25 miles of the stadium, and West Ham, who have produced almost half of the current England national team, no Premier League club currently aspires to Barcelona's goal.

Manchester United were once standard bearers in this regard, and the team that won the 1999 Champions League had echoes of Barcelona's vision. Gary Neville, Ryan Giggs, Nicky Butt, Paul Scholes and David Beckham were all prodigies of their youth team, four of them from the Greater Manchester area, but since then United have directed their energy into recruiting youngsters from around the world, preferring to raid foreign youth academies. They took Gerard Pique from Barcelona at the age of 16, which, under EU and football rules, they can do legally while paying only tiny amounts of compensation to the club that coached them.

There are some mitigating circumstances as to why Barcelona can build a team so successfully and their English counterparts cannot. Premier League clubs are now bound by strict rules meaning they can only recruit boys whose journey to their training ground is 90 minutes or less.

Nevertheless, of the seven players from La Cantera who won the Champions League final in Rome, five were born in Catalonia and so would be eligible under Premier League rules. Other priorities differ markedly from the English way. At the age of eight, says Capellas, the coaching emphasis is both on mastering control of the ball and the need to understand tactics.

'From the age of seven to the age of 15 everything is about working with the football,' says Capellas.

'With the very small boys, the most important thing is to control the ball very well, to have the ability to run with the ball and to think very quickly and execute their passes very well. We spend so much time on passing and on tactics, to understand our style of play, which is the same from the eight-year-olds to the first team.'


Over in England, talk of tactics is not introduced at such an early age. Also, while FA rules prevent Premier League clubs from having feeder teams in other domestic leagues, Barcelona run a reserve team, Barca Athletic, in the Spanish equivalent of the lower division. Many of the players remain at La Masia, which means the club can continue to develop young players between the ages of 18 and 21 in a controlled environment when they are most likely to be tempted by late nights and excess.

Periodically there are calls to reform our academy system. Over the years the emphasis has switched from the traditional physical strength of English football to the development of skills.

David Beckham set up academies around the world that promised to teach youngsters, but five years on, those in London and Los Angeles are closing down.

Trevor Brooking, FA director of football development, wrote last year: 'We must all accept that for a country of some 60 million people, we are not producing the depth of players at the top level with the technical skills now required by the major clubs and international teams. If we want to increase the number of English players competing at the highest level, radical change is needed.'

But vested interests mean progress is slow. The Premier League will never allow the FA to coach youngsters they wish to control; the Football League clubs will not allow Premier League clubs to recruit players on their patch and potentially deny them a lucrative transfer fee for a talented youngster. It was this infighting, it is said, that dismayed England manager Fabio Capello when he was incorporated into the FA's youth development planning but attended just two meetings.

The fact that Messi, Iniesta, Xavi and Fabregas all exhibit the same exquisite control of the ball and a style of passing that might have been cloned suggests that Barcelona have not simply been fortunate to inherit a golden generation of players, as some have suggested.

'It's not luck,' insists Capellas. 'It's work. It's our model, which has been honed over many years by lots of people providing specialist skills and all working in the same direction, with the same objective: to prepare players for the first team.'

Visit Barcelona at the end of September and you will find a city celebrating its patron saint, the Virgin de la Mercè. And at the Plaza Jaume, in the picturesque Gothic quarter, you will see an extraordinary spectacle: towers of men, women and children standing on each other's shoulders, reaching maybe 30ft off the ground. The foundation will be made up of a huddle of perhaps 20 people, while standing on their shoulders will be another 15, four of five layers stretching up to the top, where a single child completes what the Catalans call a human castle.

'This is very important for your article,' says Capellas as I leave. 'You need to mention this,' he adds with a demonstrative flourish.

'Our Catalan castles always have a strong base. You need to have everyone in the right position, and you can't get someone to the top of the castle without the correct foundations. But you must always have a strong base because without that you have nothing.'
25 Aralık 2010

A. Eren Loğoğlu

23 Aralık 2010

Tepetaklak



Yüzyıl sonundan gün batımının görünüşü

Bizi gömen ya da süren toprak zehirleniyor.
Hava yok, havasızlık var.
Yağmur yok, asit yağmuru var.
Parklar yok, park yerleri var
Eşler yok, ortaklar var
Uluslar yerine, şirketler var
Yurttaşlar yerine, tüketiciler var
Şehirler yerine, yığılmalar var
Bireyler yok, dinleyiciler var
Gerçekler yok, reklamlar var
Vizyonlar yok, televizyonlar var
Bir çiçeği övmek için, "plastik gibi" deniyor…

Eduardo Galeano

ve Radiohead - Fake Plastic Trees;

http://www.youtube.com/watch?v=TBRdet5Ehyo

23 Aralık 2010

A. Eren Loğoğlu

22 Aralık 2010

Hayır Maçı: Federer vs Nadal | Bilbao Savunması



Roger ve Rafa, Afrikalı çocuklar için oynadılar bu defa. İki maç üzerinden planlanan bu organizasyonun ilki Zürih'te, Federer'in evsahipliğinde gerçekleştirildi ve kazanan Roger oldu.

4 - 6, 6 - 3 ve 6 - 3 ile setler 2 - 1 tamamlandı. Federer 2 maç üst üste galibiyetle ayrıldı Nadal karşısında. Rövanş yarın, Madrid'de hem de.

Nadal'ın maç bitimindeki konuşmasında Madrid'de 1 - 1 berabere olduklarını belirtmesi, rekabeti istatistik tutacak kadar ciddiye aldığının işaretiydi.

Herhangi bir hazırlık, antreman, korta alışma gibi bir evre olmadan çıktılar maça ve gayet çekişmeliydi sanki bir turnuva oynanıyormuşçasına.

Grand Slam sayılarında 16 - 9 Roger önde, aralarındaki maçlardaysa 14 - 8 ile Rafa.

Fedex, 6 Wimbledon, 5 Amerika Açık, 4 Avustralya Açık ve 1 Roland Garros, Nadal'sa 5 Roland Garros, 2 Wimbledon, 1 Avustralya Açık ve 1 Amerika Açık kazandı.

Aralarındaki maçlarda tablo, toprak kort Nadal 10 - 2, sert zemin Federer 4 - 3, çim kort Federer 2 - 1 şeklinde.

2 de hazırlık maçı yapmışlardı daha önce, biri sert, diğeriyse fantastik olan yarı çim, yarı toprak zemin idi. Zürih'teki maç da sert zeminde oynandı. Bir de ek bilgi, salonda oynanan maçlarda Federer 3 - 0 öndeydi, durumu 4 - 0'a getirdi Nadal karşısında.

Toplamda 25 maç sonunda, 15 - 10 Nadal üstünlüğü var.

***

Barça, Kral Kupası maçına rotasyon ile çıktı. Pinto, Maxwell, Mascherano, Keita ve Bojan sahadaydı bu sebepten.

İçlerinde görevini en iyi getiren Javier idi, muazzam oynadı. İlginç olan, rotasyona giren 5 oyuncundan üçünün değiştirilmesiydi, Pep yanlış yaptığının farkındaydı.

Maçtan önce Guardiola'nın her maçı aynı onbirle oynayamayız, diğer oyuncuların da oynamaya ve kazanmaya ihtiyacı var söylemi doğruydu. Ancak uygulama alanı, 12 gün sonra maç yapacağı bir zaman mıydı, tartışılır.

Kupa sistemi belli, iki maçlı eleminasyon, ilk maç, kendi sahanda avantajlı bir skor elde edip deplasmana çok rahat çıkılabilirdi, bu şansı kaçırdı Barcelona.

Pep, oyuncu tercihleri dışında ilginç bir denemeye gitti bu maçta da. Santrforsuz oynanan ya da Messi'nin merkezde yer aldığı düzende, Messi olmadığında, onun görevini kim devralabilir sorusuna cevap aradı ve oraya Iniesta'yı yerleştirdi.

Orta üçlü, Masch ve önünde Keita & Xavi'ydi, kanatlarda Pedro ve Bojan, uçta da Iniesta.

Aksaklık, daha önce de vuku bulan Xavi'nin Iniesta'dan ayrılmasının bedeliydi. Bu ikilinin arası, mesafe olarak, açıldıkça, takımın üretkenliği de azalıyor. Top yine Barça'da, sürekli sağdan ve soldan geliyorlar, deniyorlar ama pozisyon bulmakta zorlanıyorlar bu durumda. Bir başka etken de Messi'nin 50 dakika sahada olmamasıydı. Barça, İspanya'ya dönüşüverdi bir anda, gol kısırlığına bürünüverdi.

Bilbao'nun bir avantajı var Barça'ya karşı, yapılı oyunculardan oluşuyor kadroları, özellikle merkez savunma ve önündeki orta sahalar. Bu adamlara çalım atmak zor, geçerken temasta da bulunuyorlar. Chelsea'nın robot görünümlü orta sahasının -Mikel, Essien, Lampard, Ballack- bir alt versiyonu gibiydiler, Javi Martinez ve türevleriyle. Iniesta'nın içerde kaldığı bu yapı Barça'nın ritmini tamamen bozdu. Etkisiz eleman Keita'yla -Inter maçında da aynı sıkıntıyı yaşatmıştı- Xavi'nin terse dönme şansı da ortadan kalktı.

Zaman geçtikçe direnci yükseldi Bilbao savunmasının. Barcelona kalesine geldikleri pek görülmedi zaten, niyetleri de yoktu kupa maçı olmasından ötürü. İyi bir alan savunmasıyla maçı 0 - 0'a bağladılar.

Pep, 1 - 0 ve 0 - 0 arasındaki farkı önemsediğinden Messi ve Villa'yı oyuna aldı, Barça kendine has hücumlarına geri döndü son 30 dakika ancak yetmedi.

Bu arada Sevilla'dan gelen Adriano'nun kredisini tüketmeye başladığını ve Bojan'ın hayal kırıklığı yaratmaya devam ettiğini de belirtmeliyim.

Tur 2. maça kaldı, çok zor olacak ama Barça yolunu bulacaktır.

22 Aralık 2010

A. Eren Loğoğlu

20 Aralık 2010

66 | Zar



4 - 2 - 3 - 1 formasyonuyla sahadaydı takım.

Kalede Aykut, Lucas sağ bek, Servet & Zan savunma merkezi, Çağlar sol bek, savunmanın önünde Cana & H Balta, hücum üçlüsü S Özkan, Ayhan, Kewell, en uçta da Anıl tercihi vardı. Ayhan, Cana ve H Balta'nın arasına da girerek, zaman zaman H Balta'yla değişmeli oynadığından üçlü bir yapı izlenimi de doğurmuş olabilir.

Hagi, Flavio & Ergün ikilisine duyduğu özlemi Cana & H Balta ile gidermeyi denedi bu hafta. H Balta'dan Ergün yaratma çabasında ancak bunun en azından bu maç özelinde çok işe yaradığını söylemek zor, gol katkısı dışında.

Galatasaray'ın çok temel sorunları var. Bunlardan biri beklerle ilgili ve Lucas'ın o bölgede oynaması tesbitin netliğini artırdı, sorunun sadece Sabri'de olmadığına kanaat getirdim.

Sağ bek, merkez savunmacıdan topu alıyor, 5 metre kadar sürüyor taç çizgisine paralel ve orta saha çizgisine geliyor. Haliyle tam karşısına ve 90 derece soluna -ilk yarı atak yönüne göre- iki rakip oyuncu dikiliyor ve pas açılarını kesiyorlar. 90 - 180 derece arasına, yani çapraza, b2b diye tanımlanan merkez orta saha oyuncusunun -Okan, Emre 2000'den- gelip topu istemesi gerekiyor, atağı olgunlaştırmak için. Lucas kafayı kaldırıyor, bakıyor, kimse yok, kendisi topla tam da o açıdan -135 olsun- içe katediyor, bu defa da yanına üçlünün ortasındaki oyuncunun -Misimovic biçilmiş kaftan olabilirdi burada- verkaç veya topu bir süre tutup sağ bekin ya da santrforun önüne ara pası olarak gönderebileceği bir pozisyon oluşturması şart, orda da bulunan yok. Lucas bu tür bir pozisyonda eliyle daha önde durulması gerektiğini de işaret etti orta saha oyuncularına, çıkmıyorsunuz, oynun akışkanlığına göre kaymıyorsunuz demeye getiriyordu.

Golü attıran adam yine Lucas, Kewell'dan sonra, H Balta'dan önce. Verdiği tavsiyenin mutlaka etkisi vardır pozisyonda.

Galatasaray'ın gol kısırlığı çekmesinin sebeplerinden biri bu türden temel özellikleri tamamen arındırılmış bir anlayışa sahip olması. Beklerin topu alıp sırtı dönük kanat oyuncularına pas atmasından vazgeçilip, çapraza gelebilen orta saha oyuncularına pas verilebildiğini gördüğümüz gün, daha verimli nasıl hücum edildiğini anlayacağız. Kanada atılan hücum oyuncularının sırtı dönük değil de markajda olmadan, koşu yoluna top atılabildiği an hatırlayacağız rakip yarı sahada baskılı oynamayı.

Okan & Ü Davala & Arif, Emre & H Ünsal & Hagi üçgenlerini kurabildiğimiz an duyumsayacağız hücum etmeyi, çok gol atabilmeyi.

Ümit ve Hakan'ı bek yapanın, yanına gelen, pas alan, veren, tekrar alan, onları ileri iten Okan ve Emre olduğunu kestirip doğru yere transfer yaptığımız an çözebileceğiz modern futbolu ve yeniden.

Keşfe gerek yok aslında, daha önce başardığımız örnekten dersler alıp, günümüze göre birkaç ekleme & çıkarma yapılması gerekiyor.

Tecrübeli, güven veren bir kaleci, önünde markajcı & oyun kuran, birbirini dengeleyen iki stoper, kenarlarda çabuk, hücuma çıkabilen iki bek, savunma dörtlüsünün önünde iyi pozisyon alan, top kazanan bir ön süpürücü, yanında rakibe basan, pas yapan, top alan ve veren iki merkez orta saha. Buraya kadar noktasına, virgülüne dokunmadan uygulayıp, en uçta sağa deplase olan forvet, sola deplase olan, serbest oynayan, ceza sahasına sık giren bir orta saha daha ve hava toplarına hakim, son vuruşları düzgün bir santrfor. Bu son kısma türlü varyasyonlar düşünülebilir mevcut yapıya ve dünya futbolunun geldiği noktaya göre.

Kastım şu;

Temel futbol niteliklerini yitirdik biz, elbette bunun oyuncu kalitesiyle de doğrudan ilişkisi var ve öncelikli olarak düzeltilmeli bu iş.

***

Lucas'ın futbol aklına yakın üç dört oyuncu daha sahada olsa, Galatasaray bu konumda asla olmazdı.

Bir takım her daim lider oyuncular barındırmalı, Kewell, Cana ve Lucas bu açıdan çok güzel örnekler.

Kewell'ın fiziksel olarak da kendini toparlamaya başladığı daha net gözlemlendi Konya'da.

Cana'nın katkısını göz ardı edenleri de anlamakta güçlük çekiyorum. Olması gerektiği yer neresiyse orada bu adam, topu takımına kazandırmak için.

G Zan, Servet'ten çok daha iyi pas yapıyor ancak bu yeterli değil. Servet'se ucuz faulleriyle ve yediği basit vücud çalımlarıyla takımı çok zor durumlara sokuyor, veremediği paslara değinmiyorum bile.

Sezon başından bu yana, bir şey bildiğimden ya da takip ettiğimden değil ama eldekilerden sağlıklı bir yapı çıkmayacağından emin olduğumdan, altyapıdan bazı oyunculara şans verilmesi gerektiğini dillendirip durdum. Anıl Dilaver, ilk maçına değil de sekizinci maçına çıksa ne kaybedilirdi gerçekten, merak ediyorum!

Cumhur, Berk, Emirhan, Musa oynatılsa zaman zaman, 23 değil de 13 puan mı alınırdı!

Kendi değerlerimize sabredelim, sahip çıkalım, nerdeyse her şeyin kaybedildiği bir sezonda birkaçını kazanalım!

66 ve Konya hikayelerinin kesiştiği bir maç oldu. Arda'dan -düğündeymiş dün gece diye rivayetler var- miras numarayla, Aydın'dan hatıra bir golü yeniden yaşattı Anıl, yolu uzun, açık olur umarım. Uğur'un yaşadığı şanssızlığa ve sakatlığı sonrası tekrar eski formuna kavuşmamasına sebebiyet veren, o sahada maç oynatanları da bir kez daha analım.

***

Real Madrid yine yırttı. Lige tutunmayı bir şekilde sürdürüyorlar.

Osasuna maçı ikinci yarı tek gol 2 puan,
Sociedad maçı 74. dakikada galibiyet golü 2 puan,
Hercules maçı 82. dakikada galibiyet golü 2 puan,
Gijon maçı 83. dakikada galibiyet golü 2 puan,
Valencia maçı 74. dakikada galibiyet golü 2 puan,
Sevilla maçı 76. dakikada galibiyet golü 2 puan,

toplamda 12 puan çok zor kazanıldı. Çekirge zaten birkaç defa sıçrayıp Camp Nou'a lider olarak erişmeyi başarmış ancak bataklığa saplanıp kalmıştı o gece. 5 - 0'dan sonra bataklıktan hakemler çekip çıkardı onları Valencia maçında, sıçramaya yeniden başladılar sarı kartları çoğaltarak, sonları hiç iyi olmayacak.

Hak ettiklerinden fazla puan alıp, lig yarışında kalmayua devam etseler de, kazanamayacaklar sonunda.

20 Aralık 2010

A. Eren Loğoğlu

18 Aralık 2010

Öğrenilmiş Çaresizlik Karşısında Cesur Deneme



Katalan Derbisi olarak lanse ediliyor Espanyol maçı, doğru ama eksik!

Espanyol elbette Barselona şehrinin takımı, isminin başında o bilindik Real sıfatı bulunur, kralın ve Franco'nun egemenliğini tanıyan İspanyollardır aslında kurucuları. Madrid maçından farkı yoktur bu sebeplerden, iddiası yüksek bir kulüp olmadıklarından bir alt versiyonudur denilebilir.

Bunların bilincinde ve bu sezon evinde oynadığı 7 maçı da kazanmış bir takım olarak hazırlandı Espanyol maça.

Geçen hafta Sociedad maçında ilginç bir olay yaşanmıştı ve bu rekabete dayanıyordu. Maçın sonlarına doğru, bir Espanyol efsanesi olan Raul Tamudo oyuna girdi Camp Nou'da ve müthiş bir protesto uğultusu yükseldi Katalanlardan.

Rijkaard'ın 4. yılında Barça üst üste 3. şampiyonluğa giderken, sondan bir önceki hafta, Camp Nou'da, Tamudo 90. dakikada beraberlik golünü atıp, şampiyonluğu Barça'nın elinden alıp Real Madrid'e vermişti.

Espanyol her daim Barça'yı zorlayan bir rakip idi, biraz motivasyon biraz da şehrin havasının, suyunun ve toprağının verdiği futbol yetenekleriyle. Genç bir takımdılar, geçen sezon beraberlik almışlardı, ligde 4. sıradaydılar, yine başarabilirler, geçmiş hikayelerden bir demet sunabilirlerdi, öyle düşünüyorlardı.

Maç müthiş bir atmosferde oynandı. Tarihin en iyi takımını koreografiyle karşıladılar. Ligdeki konumlarının da etkisiyle maçın ve rekabetin önemini artırmak istiyorlardı.

Enteresan bir başlangıç oldu futbol adına. Espanyol'un çok farklı bir planı vardı Barça'nın ritmini bozmak için.

Bir kere maçın süresini kısaltmak istiyorlardı zaman çalarak. Kameni'nin ayağına gelen pasları tutma anları bile uzuyordu. Ayrıca kendi yarı sahalarında daha çok pas yaparak, top eğer Barça'da olmazsa tehlikeli olma şansları azalır gibi bir mantık yürütmüşlerdi, top kaybının yaratacağı kolay pozisyon verme riskine girerek.

Bu taktik tuttu. Geride pas yaptılar, zaman geçirdiler, top kaybedildiğinde sert oynadılar ve Barça oyuncularının topla çok temas etmesine engel oldular, pas akışkanlığını durgunlaştırdılar.

FCB, topun kendisinde kalmamasının huzursuzluğuyla rakip oyunculara yüksek dozajda basmak zorunda bırakılarak başladı oyununa. Özellikle Pedro ve Alves ile kazanılan ani toplar çok rahat pozisyonlar doğurdu ancak golle sonuçlandıramadı Barça bunları. Arkasında geniş boş alan bırakan ve kontratak yeme riskini göze alan Espanyol bu yöntemle direnişe devam edecek derken, Messi sihrini sahneledi, Pedro'yu kaçırdı ve gol geldi.

Senaryo bir süre daha benzer şekilde devam etti. Barça, bilinen set hücumlarıyla değil de, kazandığı toplarla boş alanları kullanan -kontratak- takıma dönüşüverdi ve topa çok fazla sahip olmadan da sonuca ulaşabileceğini gösterdi. Xavi'nin golü de benzerdi.

Espanyol oyunda kaldı, Barça'nın topa hükmetmesini faullerle, baskıyla en aza indirgeme stratejilerine devam ettiler, bunun sonucu olarak da ani ataklar yediler. Messi'nin yarattığı üçüncü golden sonra oyundan düşmeleri beklenirken, bek & stoper arasına atılan topu iyi değerlendirip tekrar maça dahil oldular. Ancak öne çıkardıkları savunmalarıyla daha fazla dayanacak mental güçleri kalmadı ve doğru koşularla arkaya sarkan David Villa farkı artırıverdi.

Barça standartlarının altında ve oyunu rakip yarı sahada oynayan tarzının dışında bir yol ile kazandı maçı. Topla oynama sanırım % 60 civarıdır ve pas sayısı da muhtemelen 500 altıdır.

Espanyol'un Teknik Adamı Pochettino'yu takdir etmek gerekir, farklı bir şey denedi, riske girdi, şansı yaver gitse amacına da ulaşabilirdi ama Barça, bu taktiğe de ceza kesmeyi başardı herhangi bir tuzağa düşmeden.

Sahaya sürekli yabancı madde yağması, taraftar ve Espanyol oyuncularının hakemi her kararında baskı altına almaya çalışmaları, atlanan sarı kartlar, sert müdahaleler gibi unsurlardan çok etkilenmedi Barça. Yeri geldiğinde hakemle de oynadılar ortamın havasını dağıtmak için.

5 - 1'den sonra Guardiola zekasını konuşturup Jarque'yi Dünya Kupası Finali'nde anma şıklığını gösteren Iniesta'yı oyundan aldı ve alkışlattı Espanyol taraftarı Katalanlara. Özel bir hareketti, maç sonunda sonuçtan dolayı oluşabilecek olası bir tepkiye karşı da güzel bir önlemdi. Gerçi Iniesta taç çizgisini geçtiği an, alkış kesildi ve ıslıklar yükseldi, nefret derin ve öyle birkaç dostluk olayıyla kapanacak gibi değildi.

Barça, klasik 4 - 3 - 3 ve ideal onbiriyle sahadaydı. Farklılık olarak sadece Pique'nin sol merkez savunmacı, Puyol'un sağ merkez savunmacı konumu söylenebilir. Bu tercihin sebebi Espanyol'un soluna Alves ile daha çok hücum edip, arkasını Puyol ile doldurmaktı. Keza ilk yarı, Alves bölgesinden çok ilerde oynadı. İkinci yarı da Abidal'ın çıkışları oldu.

Villa'nın uyumu ve katkısı süregelirken, Pedro büyüyor ve büyülüyor. Barça'nın rakibi bozmada ve topu kazanmada en çok başvurduğu isim Pedro, savunmaya sağladığı destek çok önemli bu anlamda. Ayrıca hücumda da çabukluk ve süratiyle yarattığı deliciliği, gol vuruşlarındaki netliği sonuca etki etmesinin sebebi. Müthiş yararlı bir oyuncu, Barcelona modelinin işlerliğini bir kademe artırdığı rahatlıkla ifade edilebilir.

Zor geçmesi beklenen bir maçı daha atlattılar, rekor üstüne rekor kırarken güzel oynamayı da ihmal etmiyorlar. Bizim de payımıza onları seyreylemek ve haklarını vermek düşüyor.

Bitmesin bu rüya!

19 Aralık 2010

A. Eren Loğoğlu

17 Aralık 2010

Şampiyonlar Ligi Son 16 Eşleşmeleri & Arsenal: Karbon Kopya



Wenger'in Arsenal'i, Barça'nın bir alt modeli, oyna bakış nerdeyse aynı, formasyon konusunda farklılıklar oluyor bazı zamanlar.

Net bir 4 - 2 - 3 - 1 oynuyorlar, Song & Denilson ikili blok önünde Walcott & Cesc & Nasri üçlüsü, en uçta da Chamakh yer alıyor. Maçına göre veya maç içersinde 4 - 1 - 4 - 1'e döndükleri oluyor, Song'u da ileri atarak. Bazen de -aslında sıklıkla- Cesc ya da Nasri, Song'a sokularak oynuyor ve Nasri'nin bölgesinde Arshavin yer alıyor, bu yerleşimde Denilson yok. Chamakh'ın yerinin asıl sahibi de Robin Van Persie, sakatlığı yeni yeni düzeliyor.

Bir nevi Wenger, Cesc & Nasri'den Xavi & Iniesta yaratmaya çalışıyor ve bence başarılı da bu anlamda. Her iki oyuncu da Wenger'in elinde inanılmaz gelişti.

Barça'ya en çok yakıştırdığım ilk iki oyuncu da haliyle Cesc ve Nasri. Sonrasında yine Arsenal'den Henry vuruşları ve hızıyla Walcott, Arshavin, sol bek Clichy geliyor.

Barça daha önce Hleb, Slyvinho, Henry, Gio Van Bronchost, Overmars, Petit gibi isimleri transfer etmişti Arsenal'den.


***

Arsenal hakkında bunları yazmıştım bu sene, devam edeyim kaldığım yerden, geçen sene oynanan maçlara da değinerek;

Kuradan önce bir istek sıralaması yaptığımda Lyon, Marsilya, Arsenal, Roma, Milan ve Inter gibi bir tablo çıkmıştı ortaya. Ne en kötü, ne de en iyi eşleşme oldu bu listeye göre. Arsenal'i daha güçlü bir takım olmasına karşın 3. sıraya koymamın sebebi, Barça'yı durdurmanın yolunun savunmadan geçtiğini bilen biri olarak İtalyan takımlarından çekinmek gerektiğini düşünmem idi, en zayıfı bile becerir sert ve profesyonel oynamayı.

Arsenal, Barça gibi topa sahip olmayı ve yerden pasa dayalı oynamayı ilke edindiğinden Barça için daha uygun bir eşleşmeydi, geçen seneden kalma bir tecrübe vardı ayrıca.

Kurayı izleyenler ince bir ayrıntıyı kaçırmamışlardır muhtemelen. 2. Torbadan Lyon çıktığında, rakip olarak Real Madrid, FC Barcelona, Manchester United ve Chelsea kalmıştı. Barça'yı çekseydiler orada Lyon'un rakibi olarak, bu kez Real Madrid, Arsenal ile eşleşecekti. Wenger'in Barça aşkından -Cesc hamlesinden sonra bile övmeye devam etti Katalanları- ve Mourinho nefretinden söz etmeye gerek yok sanırım, çok ilginç bir eşleşme olabilirdi.

Geçtiğimiz sezona gidelim, Londra'ya;

Gördüklerim arasında tarihin en iyi oyun başlangıcıydı Barça'nın sergilediği. 15 dakikada kaleye atılan 9, kaleyi bulan 5 şut ile sayısız pozisyon, varyasyon, hız ve müthiş tempo içeren bir süreç idi yaşananlar. 30. dakikada Barça'nın topla oynaması % 70 idi, Wenger'in Arsenal'i karşısında.

Ağızları açık bırakan bir performans denebilir o gecenin ilk devresine, gol atılamamasına karşın. Performansın kaynağı Barça'ya oynama şansı veren Arsenal'in benzer mantalitesiydi.

Devrenin ardından 0 - 0'ın da etkisiyle güven tazeleyip savunmayı biraz daha öne alan Arsenal, Ibra gibi ağır bir oyuncunun iki kez arkaya sarkmasına engel olamayıp 2 - 0 geriye düştü. Skoru bulduktan sonra, biraz da ilk yarıdaki insanüstü gayretin sonucu olarak yorulan ve motivasyonu düşen Barça, çok sık yediği -bek ve stoper arasına atılan top- bir golle karşı karşıya kaldı. Walcott'un hızına engel olamadılar. Bir sonraki turda Maicon, Milito, Sneijder'i durduramadıkları gibi. Barça'nın zaafı son 2 yılda ani kontrataklara çözüm bulamamasıydı. Bu sezon Pep, hem Mascherano transferiyle hem de Sergio'yu üçüncü stoper gibi arkaya atarak bir formül geliştirdi, şimdilik başarılı da oldu. Maçın sonlarında Puyol'un Cesc'e yaptığı hareketi hakem penaltı diye yorumladı ve Puyol'u oyundan attı, skor da dengeye geldi, yanlış karardı.

Londra'dan Barselona'ya geçildiğinde, maç baskın bir Arsenal golüyle başladı, yine Walcott'un eseriydi. Barça'nın kontratak zaafiyeti nüksediyordu. Ardından Messi sahneyi ele geçirdi, onu o gece durdurmak olası değildi, 4 gol birden gönderdi ağlara, hem de ne estetik becerilerle.



Arsenal savunma ve ön oyuncuları, ne o gece ne de şu an Messi'yi durduracak özelliklere haiz değiller. Sert oynamıyorlar, ters çalıma hamlede geç kalıyorlar, hız olarak yetişmeleri -Clichy dışında- imkansız, hal böyle olunca da Barça zaten tek oyuncusuyla bile bir avantaj yakalıyor bu eşleşmede.

Kaldı ki Ibra kamburunu da sırtından attığı için, ikinci bir avantajı da kazanmış durumda Guardiola. Topa sahip olma, kontratak sorununa çözüm bulup savunmayı daha da sağlamlaştırma gibi verilere hiç girmiyorum bile.

Maçlara daha çok var, kimler oynayacak, iki takım da tam kadro sahaya çıkabilecek mi elbette önemli bu sorular. Cesc'in geçen sene ikinci maçta oynamadığını, keza Barça'nın Puyol, Pique'den ikinci maçta, Iniesta'dan da her iki maçta yararlanamadığını unutmayalım.

Barça'nın bu eşleşmede tur atlamak için çok büyük bir şansa sahip olduğu sonucu çıksa da, Arsenal çok tehlikeli bir takım, özellikle hücum hattıyla.

Cesc Fabregas, Samir Nasri, Andre Arshavin, Theo Walcott, Robin Van Persie, Maroune Chamakh gibi inanılmaz yetenekli isimlere sahipler.

Barçalı oyuncuların arkadaşları Cesc ile yeniden buluşmaları da enteresan olacak. Fabregas elinden geleni yapacaktır ama elenirse de artık Arsenal'in beklentilerini karşılayamadığı düşüncesi iyice yerleşecektir zihnine, Barça bu psikolojik şansı da yakaladı bu eşleşmeyle.

Çok güzel iki maç izleyeceğiz, keyfini çıkaralım, Wenger'in Arsenal'ine her ne kadar üzülsek de.

***

FC Barcelona'yı kura çekiminde Pique'nin dedesi Amador Bernabéu temsil etti. Maça dair sorulara, Cesc ve torunu Gerard'ın çocukluktan bu yana çok iyi arkadaş olduklarını ve evinde çok zaman geçirdiklerini anlatarak cevap verdi. Ayrıca umarım Fabregas'ı bu sefer Camp Nou'da görürüm diye de ekledi.

Dede - torun, baba - oğul gibi pek çok hikaye barındıran bu kulübün, ne kadar özel olduğu, aile bağlarından da anlaşılıyor.

***

Roma - Shakhtar

Tahmin yürütmesi çok zor bir eşleşme. Lucescu'nun yine buralarda dolanması raslantı değil, onun olayı istikrar.

AC Milan - Tottenham

Genel kanının aksine Milan'ın turu geçeceğini düşünüyorum. Ibra Inter'den sonra Milan'ı da kendine uydurdu ve ortada başarı varsa sorun teşkil etmiyor bu iş. İlk maç çok belirleyici olacak, İngilizlerin deplasman performansı iyi değildir, Milano'ya gelip Inter'den bir puan almıştı Gareth Bale, bakalım yine büyüleyici kanat oynunu sunabilecek mi?

Valencia - Schalke

Üçüncü maç da denge üzerine kurulu. Magath'ın Schalke'sini bir adım önde görüyorum nedense. Raul yeniden sahnesine kavuşabilir.

Inter - Bayern

Benitez ve Inter'den umudunu kesenlerden değilim. Mourinho'nun bıraktığı enkazdan -fiziksel ve mantalite olarak, takım hücum yetisini yitirdi- sonra geçiş süreci yaşıyorlar, kolay değil. Düzelecekleri ve bu eşleşmenin şanslı tarafı olacakları kanaatindeyim, şampiyonlar kolay elenmez.

Lyon - Madrid

Akıllara hemen geçen sene geliyor, gerçekten süpriz idi Madrid'in elenmesi, bir kez daha olacağını zannetmiyorum.

Marseille - M. United

Sir Alex, takımı yeniden gol yememe konusunda toparlamaya başladı. Nasıl gol atacaklarıysa muamma, elde Rooney ve Berbatov dışında olağanüstü bir yetenek yok, destek Nani'den. Turu geçeceklerdir.

Kobenhavn - Chelsea

Gruplarda en başarılı bulduğum takım Danimarkalılardı. Chelsea'yi elemeleri çok zor, oyunlarına en ters gelebilecek iki takımdan biri -diğeri AC Milan- çıktı karşılarına, Drogba var, müthiş alan savunmalarının işe yarama olasılığı oldukça düşük. Belki Solbakken başka tavşanlar çıkarır şapkadan.

17 Aralık 2010

A. Eren Loğoğlu

15 Aralık 2010

Bir Formadan Daha da Öte



Kasedi geriye saralım.

Forma olayını, ülkenin en çok izlenen spor kanalına taşıyan ve tartışan Mehmet Demirkol, bilindiği üzre FC Barcelona düşmanlığından beslenen bir organizmadır. Aynı zamanda Galatasaray Lisesi mezunu bir Fenerbahçe taraftarıdır, mayasında sorun vardır yani. Barça ve Fener hakkında birini kötüleyip, diğerini övmede sınır tanımaz, duygusal hezeyanlara kapılır, iflah olmayacaktır da.

Onun ikiyüzlülüğüne şurdan bakmak gerekir kanımca. 111 yıldır -reel olarak 30 yıldır çünkü formaya göğüs reklama alma olayı ilk 1979'da başlamış sanırım- formasına göğüs reklamı almayan bir kulübü takdir etmeyenlerin, ben ve benim gibileri, bizleri, bu durumun hikayesini biraz da alaca bulacalı bir şekilde anlatıp bir kulüpten daha öte olmayla ifade edenleri Futbol Romantikleri, Total Futbol Sevicileri, Çakma Katalanlar, Futbol Yalnızca Futboldur diyerek alaya aldıkları günler çok da uzakta değildir. Bir süredir FC Barcelona onların ağızlarını kapatıyordu, seslerinin kısılma sebebi de buydu açıkçası.

Bu forma kutsal, kutsallığı Franco dönemindeki direnişten geliyor, bir halkı temsil etmesinden, ödenen bedellerin karşılığının formada bulunmasından. O zamanlar geride kaldı elbette, zaten olayı da bunun üzerinden yorumlamıyoruz. Kendilerini bu forma üzerinden tanımlayanların formasına reklam istememesi de -aidiyet duydukları ve dilleri olan kulübün Milli Takımları gibi davranması- gayet doğaldır.

Mesele, son 30 yılda FC Barcelona'nın göğsüne forma reklamı almadan, Real Madrid ile nasıl rekabet ettiği ve önüne geçtiği meselesidir, hazmedilemeyen budur aslında. Mehmet Demirkol gibiler, sebebin Nike firmasının ödediği paralar olduğunu söyleyip durdular yıllarca ama yine yanıldıkları ortaya çıktı, kendilerini kandırmak için ürettikleri bir söylemden öteye geçemedi bu sav da. Eğer, göğüs reklamı parasını da Nike ödeseydi, Barça'nın paraya gereksinimi olmazdı şu an ve Katar Vakfı'yla bir anlaşma yapmazdı.

30 yıl formasına reklam almayan bir kulübü övmeyen, övenleri de yeren, sporu farklı yerlere çekmekle suçlayanların, bugün formaya göğüs reklamı alındı diye Barça'yı diğer kulüplerle bir tutma çabasına girmesi ikiyüzlülüktür. Formaya göğüs reklamı almak konusunda muhakeme edecek birileri varsa, formaya reklam almamayı daha önce de önemseyenlerdir onlar, ben ve benim gibiler, bizlerdir. Mehmet Demirkol'a ve türevlerine düşmez o iş.

Cruyff'a geleyim. Konumundan bahsetmeye gerek yok herhalde. FC Barcelona'yı yeniden yaratan adamdır son 30 yılda. Onun forma hakkındaki -çelişkili- görüşlerini değerlendirirken, kulüp içersindeki ilişkilere de bakmak gerekir. Rosell, Cruyff, Laporta üçgenine.

Rosell, 2003'de Laporta'yla birlikte göreve geldiğinde, Cruyff da yanlarındaydı asıl lider olarak. Ronaldinho'yu getiren kişidir Rosell, Nike ve Brezilya ilişkilerini kullanarak, bir dönem Nike için Güney Amerika'da çalışmıştır çünkü. Laporta nasıl hukuk işlerinde uzmansa, Rosell de ekonomi konusunda işinin ehlidir, düşünce yapılarının farklı olduğu buradan da anlaşılabilir.

2005'te Rosell, Laporta'nın yönetim kurulundan, Laporta'yı kendi orjinal planını devreye sokmakla -kulübü siyasetin içine çekmek ve sporu araç olarak kullanmak kısaca- suçlayıp ayrıldı. Laporta'nın yönetim tarzını anarşiye benzetip, 2005'ten bu yana hemen hemen her kararda Laporta'yı eleştirdi. Destek olduğu ender konulardan biri formada UNICEF yazmasıydı. Zaten 2010 seçimlerinde ekonomoyi düzeltmek için formaya göğüs reklamı alınacağını da belirterek kazanmıştı başkanlığı.

Cruyff'la da 2005'ten sonra uzaklaşırlar. Rosell göreve geldikten hemen sonra Laporta'nın Onursal Başkan ilan ettiği Cruyff'u görevden alır kongre üyeleri seçsin diyerek. Aralarını en çok açan olay da budur.

Rosell, göreve geldiğinden beri belli bir yönetim şekli sürdürüyor, bir duruş da denebilir buna. Laporta döneminde eleştirdiği her konunun arkasında durup ona göre davranıyor. Ekonomi kötüye gidiyor diye feryat figan ediyordu, geldiğinde ilk iş buna kafa yorması oldu misal. 25 milyon Euro'ya alınan Chygrynskiy 15 milyon Euro'ya satıldı bu yüzden. Ekonomik sıkıntının varlığını bu tür reel olaylarla gösterip kanıtlamak da istiyor, bir nevi Laporta kupalar kazandırdı ama ekonomiyi batırmıştı, ben ikisini de başaracağım mesajı veriyor Katalanlara. Politik olarak mantıksız değil yaptığı çünkü kulüp zaten dünyada şu an en üst seviyede, daha başka nasıl bir konuma yükselecek diye düşünmektense, mevcut yapının aslında göründüğü kadar iyi olmadığını anlatmak çok daha kolay ve bunu düzeltir gibi davranmak da sizi başarılı kılabilir, takım sürekli kazanıyor nasıl olsa.

Ben, FC Barcelona'nın söylendiği gibi çok ağır bir ekonomik krizde olduğunu düşünmüyorum bu sebeplerden. Formaya göğüs reklamı alma hususu da, Rosell'in bakın paraya ihtiyaç var söyleminin bir parçası. Cruyff da daha önce ekonomik bunalıma inanmadığını ve bunun Laporta'yı yıpratma stratejisini olduğunu belirtmişti. 2009 yılında, Avrupa'da kar ettiğini açıklayan ender top class kulüplerden biriydi Barça, bu notu da ekleyelim. Eğer Rosell doğruyu söylüyorsa ve kulüp gerçekten ekonomik bir buhran yaşıyorsa, çözümlerden biri de buysa Madrid ile rekabet etmek için, çok da karşısında duramıyorum bu kararın.

Rosell'in bu politik atağına karşılık Cruyff da pozisyonundan -Laporta'ya yakınlık- ötürü bu tutumu eleştiriyor El Periodico gastesindeki köşesinde;

"The way I see it, by doing this, we stand to lose more than we gain, and that we are taking a huge step backwards. It seems indecent, and how that indecency is so widespread; something that was already done by everyone else. Barca carries the flag of this city, of this country, in this world. And as such, they should have looked at other means of generating income similar in value as selling the shirt to the highest bidder. By selling the shirt, it just shows how they lack creativity."

2005'te La Vanguardia gastesindeki yazısındaysa;

"For me, personally, there’s nothing more I like than seeing a Barca jersey without any advertisement, but the facts are different: FC Barcelona has an enormous debt."

Cruyff'un kendiyle çelişmesini anlayabiliyorum, bir konumlanma savaşı var ortada ve kılıçlar çekilmiş durumda, Rosell geri adım atmıyor, Laporta tamamen siyasete odaklanmış. Ben Cruyff'un günümüzdeki görüşüne katılıyorum, formaya göğüs reklamı alınmamasına ama alındı diye de çok ağır bir eleştiri getiremiyorum.

Olayı sosyalist Küba'nın varlığını devam ettirebilmek için bazı kapitalist uygulamalara başvurmak zorunda kalmasına benzetiyorum. Küreselleşme denilen bulaşıcı hastalık, öyle sarmış ki dört bir yanı, vücuddan onu atıp sağlığınıza kavuşmak için de sizi kendisine muhtaç bırakıyor.

FC Barcelona'nın da altyapı modelini, oyuncu yetiştirmeyi, güzel oynamayı, emeği yeryüzüne mesaj olarak verirken, bu mesajı verebilmek, derdini -bir kulüpten daha öte olma, Katalunya ülkesi- anlatabilmek adına bazı araçları -transfer, sponsor, merchandising, forma reklamı- kullanması gerekiyor. Bir gün formaya göğüs reklamının alınacağı biliniyordu aslında, kaçınılmaz sondu bu. Zamanlamasının Barça'nın en iyi ve popüler olduğu döneme denk gelmesi, tartışmayı alevlendiriyor. Bir ek, kulübün başarılarından, güzel oynundan dolayı popüler kültür ikonu olması asla Madrid'e benzemesi anlamını taşımıyor, iyi yönetilmenin ve kendi öz değerlerini daha iyi kullanmanın sonucu bu yaşananlar. Yıllar yılı arkaplanda kalmış, bağımsız, sanatsal, politik bir filmin gişede hasılat yapması gibi.

Rosell, şunu da ekliyor söylemine. Bu parayı ödeyen ve kutsal formaya ismini yazdıran, kar amacı gütmeyen bir vakıf, UNICEF'den farkı para almamız. Bir kulübe 5 yıllığına 170 milyon Euro ödeyip reklam ve kazanç düşünmeyen bir kurum olabilir mi, zor, başka gelir kaynakları yoksa. Katar Emiri'nin eşinin vakfı, Qatar Foundation, işlevleri de hakikaten sitelerinde yazdıkları gibi, enteresan şekilde. Para, devletin kasası hazineden çıkıyor muhtemelen. Peki, tanıtılacak bir ürün, marka yok iken amaç ne denirse, şu cevabı veriyorlar;

"We are thrilled at the opportunity to become FC Barcelona's new global partners. FC Barcelona is more than a football club. It is a global icon with the world's most dedicated and passionate fans and accordingly we nominated Qatar Foundation to have a brand presence on the front of FC Barcelona's jersey. FC Barcelona and Qatar Foundation share a belief in football's ability, as the world's favourite sport, to affect positive change. We can think of no better global partner to help raise awareness of Qatar Foundation's values and aspirations."

Çok açıklayıcı değil ve marka olmaktan bahsediyorlar. Aslında 2022 Dünya Kupası öncesi ülkenin tanıtımını ve futbola olan ilgiyi artırmayı amaçlıyorlar ve Barça onlara yardım edecek bu paranın karşılığında;

"This new global partnership between Qatar Sports Investments and FC Barcelona will also focus on supporting the ambitions of the club in the future. In addition, Qatar will work closely with the FC Barcelona management, coaches, players and academy staff as it seeks to develop further its domestic football at all levels and ages."

Bana makul geldi bu yöntem. Pep'in Katar'ın Dünya Kupası yüzü olması da bunun parçasıydı herhalde. Ortadoğu'ya futbol öğretmek güzel bir amaç, detaylar zamanla gün yüzüne çıkacaktır. Markası, ürünü olmayan Katar Vakfı'nın bu parayı hangi akla hizmet harcadığı Barça'nın sorunu olmamalı.

Ezeli rakip Real Madrid gibi formasında Zanussi, Parmalat, Teka, Siemens Mobile, BenQ Siemens, bwin.com yazmayacak FC Barcelona'nın. Barça'nın formasında Google, IBM, Coca Cola falan yazsa içim çok acırdı, belki o gün de gelecek bir gün.

15 Aralık 2010

A. Eren Loğoğlu

14 Aralık 2010

Alleke & Xavi



Sonunda buluşma gerçekleşti. Dünya Kupası zaferi sonrası İspanya takımı, Madrid sokaklarında otobüs ile tur atarken Alleke isimli şirin çocuğun "Xavi Nerede" diyerek ağlaması fenomen oluvermişti net ortamında.

Xavi'nin Katalan televizyonu TV3 tarafından düzenlenen Yılın Katalan Sporcusu ödülünü aldığı geceye davet edilen Alleke, Xavi ile tanıştı, yanağına bir öpücük kondursa da biraz utangaç davrandı. İsminin yazılı olduğu bir FC Barcelona forması -Dünya Kupasını kazanan İspanya değil de Barça forması vermeleri ayrıca dikkat çeken bir konu- hediye edildi kendisine ve Xavi imzaladı formayı, daha sonra kutsal forma giydirildi ve dünyanın en tatlı bebeği Alleke de bir culé -taraftar- oldu.

http://www.youtube.com/watch?v=RJUM4GWi0ro

14 Aralık 2010

A. Eren Loğoğlu

13 Aralık 2010

Anlayış



FC Barcelona'nın bu noktaya -gelmiş geçmiş en güzel oynayan takım, en başarılı olmadılar daha, yakınlar ama- geleceğini 3 yıl önce, Pep'in göreve gelmesinden 7 - 8 maç sonra fark edip, bu sürecin nerdeyse tamamını yakından gözlemleyen ve her platformda analizlerle bu durumu -tarihe tanıklık- anlatmaya çalışan biri olmanın yoğun hazzını yaşadığımı itiraf etmeliyim son zamanlarda.

***

Pique sarı kart sınırındaydı ve Mascherano gibi pahalı bir transferin süre alması, takıma uyum sürecinin kesintiye uğramadan devam etmesi gerekiyordu.

Pep bunları düşündü Sociedad maçına çıkmadan. Pique aynı sebepten Madrid maçından önceki Almeria deplasmanında da görev almamıştı. Pep, daha zor geçeceğini düşündüğü maçlardan önce bu tür hamleler yapıyor. Haftaya da Espanyol maçı var ve Pique'nin son 4 haftada 2. defa ilk 11'de olmamasının sebebi burada gizli ve Guardiola'nın futbol mantığının Mourinho'dan ne denli farklı ve olumlu işlediğinin de göstergesi Pique'nin oynatılmaması. Madrid maçında bilerek sarı kart görse cezasını Osasuna'ya karşı çekebilirdi veya Osasuna maçında kart görüp Sociedad karşısında kartları sıfırlayabilirdi, yapmadılar. Gerektiğinde oyuncuyu oynatmayarak rakibe ve oyna olan saygılarını kaybetmiyorlar. Süreç olağan şekliyle işlesin, Pique daha önce gördükleri gibi bir sarı kart alsın ve cezasını çeksin istiyorlar, doğru olan da bu. Ders veriyorlar -takımını bilinçli olarak sert oynatan ve buna karşın sarı kartlara itiraz eden, oyuncularından komik yöntemlerle sarı kart görmesini isteyen- Jose'ye, her yönden.

Pique ve Sergio kenarda, kalan 9 ideal oyuncu onbirdeydi. Abidal merkez savunmacı, onun bölgesinde bu sezon az forma şansı bulan ve küstürülmek istenmeyen Maxwell görev aldı. Değerli bir oyuncu ve Barça'ya katacakları olan Mascherano da, Busquets'in yerine ön süpürücüydü Xavi ve Iniesta'nın arkasında.

Pep, bu sene bir şeyi çok iyi irdelemiş. Xavi ve Iniesta'yı yan yana ve birbirine çok yakın oynatmaya çalışıyor. Daha önce Iniesta'yı kanada atıp, ters taraftan -sol- da etkili olmak istiyordu. Santrforsuz düzende Messi içeri ve daha çok sağ kanada doğru oynamaya eğilim gösterdiğinden, Iniesta sola, Xavi sağa doğru koridorları kontrol ediyorlar. Inter maçında sıkışan ve Iniesta'sını arayan Xavi figüründen eser olmuyor bu yerleşimde.

Ayrıca son maçlarda Barcelona, Pedro'yu sağ kanatta çok etkili kullandığından ötürü Dani Alves'in sürekli taç çizgisine paralel bindirme yaptığı bir hücum setine de ihtiyaç duymuyor, bu çok enteresan çünkü son 2 yıldır oynun temel şekillendiği bölge sağ kanad idi Messi'den dolayı ve Xavi ona yaklaşıyor, arkasına da Alves her pozisyonda geliyordu. Messi merkeze kayınca, Alves'in içe kat etmeleri de artış gösterdi, taç çizgisine yakın oynayan Pedro oluyor özellikle set hücumlarında ve Alves'e gerek kalmıyor. Barça bir anlamda oyunun ağırlık merkezini sağdan biraz içe doğru alıyor ve yanlış da yapmıyor açıkçası. Ters kanada da David Villa'yı atıp, sağdan gelen her pozisyonda ceza sahasına girmesini sağlıyorlar ve dokunmak kalıyor Villa'ya. İlk gol böyle gerçekleşti zaten.

İkinci golde de yine sağ koridor kullanıldı ve bu kez devreye giren Iniesta'ydı, Pedro verkacıyla. Pedro çok faydalı bir oyuncu, giderek büyüyor bu sistemin içersinde. Messi 10 yılda bir kez çıkar ama altyapılar Pedro gibi tamamlayıcı oyuncuları sürekli çıkarmak zorunda ve La Masia, bu konuda işinin ehli.

Xavi iyi bir gününde değildi dün gece. Daha önce de dile getirdiğim sakatlığının etkisi olabilir, çok dikkatli kullanıyor Pep Xavi'yi. Sakınıyor adeta. 68'de oyundan çıkarıldı bu sebepten. Milito iyileşince Puyol da dinlendirilecektir bazı maçlarda, şimdiden bu durum öngörülebilir.

3. golden bahsetmemek olmaz. Messi'nin resitaliydi, Alves'e haksızlık etmeyeyim ama. Aldı, verdi, aldı, verdi, aldı ve golü yaptı Leo. Barcelona'nın İspanya'dan farkının ve göze çok hoş gelmesinin sebebi Messi'nin bu deliciliği, skora katkısı. Barça'nın çok gol atması Messi'ye bağımlı, güzel futbol oynamasıysa ondan bağımsız, kültürünün bir sonucu. Messi'nin La Masia'dan yetişmiş olması ve bu sistem içersinde yoğrulması büyük şans gerçekten. Aynı istatistiksel verimi bir başka takımda gösterebileceğini zannetmiyorum ama bu durum, şu an dünyanın en iyi oyuncusu olduğu gerçeğini de değiştirmiyor.

Messi, maç sonu açıklamalarında güzel noktalara temas etti;

"Şu an formumuzun zirvesindeyiz ancak zamanla normale düşeceğiz, bu unutulmasın. Her hafta aynı oynu sahaya yansıtıyoruz, kolay gibi gözükse de bu çok zor bir iş."

Pep, sezon öncesi planlama yaparken Kasım sonunda takımı en üst seviyeye çıkarmayı tasarlamıştı ve ilk maçlardaki puan kayıpları biraz da bunun -ayrıca oyuncu tercihlerinin- sonucuydu. Madrid maçında doruğa çıkan form durumu, Pep'in ayarlamalarına göre mutlaka düşüş gösterecek ve tekrar yükselişe geçilecek. Bilimsel çalıştıkları ve oyuncuların da bunun farkında olduğu her söylemlerinden belli oluyor.

4. golü de es geçmeyelim, müthiş bir slalom, ilk anda bir şut feyki, Messi sağdan dalınca ceza sahasına, her salise şut çekme olasılığı doğuyor ve rakip savunmacılar da buna göre pozisyon alıyor. Messi sonuna kadar zorladı pozisyonu ve en uygun anı yakalayıp topu köşeye gönderdi. Messi klasındaydı.

Maçtaki ilginç tercihlerden biri Pep'in Mascherano'yu 53'de oyundan alıp Sergio'yu sahaya sürmesiydi. Tahminim haftaya zorlu maç öncesi Sergio ve önündekilerin ritminin korunmasıydı, kısa bir alıştırma yaptırdı Sergio'ya. Bir de Mascherano'nun sarı kartı vardı, kırmızı görmesini istememiş olabilir.

Pep, Pedro'yu da Bojan ile değiştirip, Bojan'a süre vermek istedi, o da golünü atarak güzel bir karşılık verdi bu hamleye. Zamanı geldiğinde ona da ihtiyaç olacak, seviyesini koruması gerekiyor.

Barcelona, rotasyonu da iyi ayarlıyor görüldüğü gibi. Her maç 5 - 6 oyuncu değiştirmek yerine 2 - 3 farklı ismi sahaya sürüp hem ideal olanları sıcak tutuyorlar hem de kenardan gelenlere süre verip küsmemesini sağlıyorlar, bu çok önemli kanımca.

Bir fotoğraf her şeyi özetliyor. Ayağının ucuna gelen topu Ronaldo'ya vermeyip önünde eğilmesini isteyen Jose Mourinho ve gözüne kirpiği kaçan Sergio'ya bizzat kendi yardım eden Joseph Guardiola, fark sadece futbol değil tamamen bir anlayış üzerine kurulu.

13 Aralık 2010

A. Eren Loğoğlu

11 Aralık 2010

O n u l m a z



Hagi'nin karnesi;

9 maç 3 galibiyet 2 beraberlik 4 yenilgi. Ve bu yenilgilerin 3'ü Ali Sami Yen'de. Kupayı çıkarsak kazanılan puan 8, atılan 3 ve yenilen gol 12 şeklinde bir tablo var, iç karartıcı.

8 maçta 3 gol bulabilmek elbette Baros ve Arda'nın eksikliğiyle bire bir doğru orantılı, sırf gol kısırlığına çözüm bulmak adına Rijkaard & Neeskens de, son Ankaragücü maçında takım savunmasını çok ilerde kurmaya çalışmış ve fiyaskoyla sonuçlanmıştı bu deneme, Servet ve Hakan Balta gibi sebeplerden ötürü.

Galatasaray gol atamıyor, atamayınca da Ali Sami Yen'de kazanamıyor. Gol atmaya dair herhangi bir plan da yok. Ligin en çok korner atan ve orta yapan takımı olmak da bununla bağlantılı, harala gürele bir anlayış, hala kanat ortalarından medet uman bir oyuncu zihniyeti. Teknik Adamların kanada inip sürekli topu ceza sahasına ortalayın dediğine kimse inandıramaz beni. Rijkaard bu mantalitenin parçası değildi, keza Hagi de. İlk dönemindeki Hakan Şükür & Cafercan değişikliği zihnimizin bir köşesinde duruyor.

Oyuncuları buna zorlayan, iten ne o zaman diye kendime sorunca, tek cevabın çaresizlik, düzensizlik olabileceğini düşünüyorum.

Tek sorun bu değil mutlak, o kadar çok hata, eksik, zaafiyet var ki, hangi birini anlatsam, diğerine haksızlık ederim!

Yönetim kısmına girmiyorum, o başlı başlına bir hezeyan. Yapmaları gerekenden bahsetmeli biraz bundan sonra;

Teknik Adam değiştirmek çözüm değil, görüldü, Hagi'nin durumu da ortada. Hagi, ne yaparsa yapsın kalmalı, neler olabileceğini görelim önce.

Sonra, oyuncuların tamamıyla bir görüşme düzenlenmeli ve şöyle denilmeli;

Ücretlerinizde % 100 indirime gidiyoruz, kabul edenlerle ve Hagi'nin devam etmeyi düşündükleriyle TT Arena'ya çıkacağız, herhangi bir pazarlık olmayacak, itirazı olanlar kadro dışıdır, satılık listesindedir, kendilerine devre arası kulüp bulsunlar!

Kaybedecek bir şey yok, yeni yüzlerle yola devam edilir, transferler yapılır, altyapıdan oyuncular çıkarılır, yanlarına da Arda, Cana, Lucas, Baros ve Kewell eklenir.

***

Galatasaray'ın kalesi için Ufuk ya da Aykut yeterlidir diyen kimse, bu gecenin en büyük sorumlularından biridir. Ufuk, bırakın güven vermeyi, zorla çalıyor elinizden inanç denilen metafizik olguyu. Ayağını kullanamayan, köşesini kapatamayan, önünde top sektiren, kalecilikle uzaktan yakından ilgisi olmayan ve spor yaparak para kazanan birisi. Ankaragücü maçı hala gözlerimin önünde. Yazık bu adamı yetiştiren ve potansiyel gören antrenörlere, ülke futbolunu bir adım öte götürmeyi bırakın, hayal gücü, vizyon gibi kavramlardan yoksun bir biçimde üç gün sonrasını bile tahmin edebileceklerini sanmıyorum.

G Zan, çok iyi niyetli, harika paslar attığı bir gece geçirdi. Savunmada yaptığı fahiş hatalara değinemiyorum korkumdan.

4 - 2 - 3 - 1 oynadı takım. Cana ve Barış'ın önünde Aydın, Ayhan, Kewell yer aldı. Ayhan'ın çok fazla ceza sahasına girme sebebi bu yerleşimdi. 2. yarıda Ayhan & Arda farklılığına gidildi.

Arda merkezde olacak bundan sonra, Misimovic'in solda denenmesinin ve istenmemesinin amaçlarından biri de bu sanırım.

Barış da, tıpkı G Zan gibi iyi niyetiyle mücadele etti, kızamıyorum onlara. Bu türden oyuncuların sadece kadro derinliği yaratabileceğini çözemeyen yönetenlerde kabahat olduğunu biliyorum çünkü.

Pino doğru tercih değil, ilk maçından sonra da söyledim bunu, zaman zaman parlasa da, toplamda beklenen katkıyı verebilecek bir oyuncu değil. M Batdal, Çağlar, Ali Turan, Serdar, M Sarp, uzar gider bu liste, harcanan emeğe ve zamana acıyorum artık, para umrumda değil, doğru ya bonservisi yoktu bu isimlerin!

***

Yazacak derman kalmadı, son yıllarda biraz da bu sebepten Barcelona yollarına daha çok uğrar olmadık mı bir çoğumuz, orada söylenecek çok söz vardı, anlatılacak onlarca hikaye, bıktırdı bu çarpık düzen!

4 - 5 hafta önce dile getirmiştim, küme düşme tehlikesi var, gururumuza yediremeyip üzerinde durmuyoruz ancak ciddiyetsizlik biraz daha devam ederse onulmaz yaralar açılabilir yüreğimizde.

Bu kulübün belini doğrultması 2 yılı bulacak en iyimser tahminle, taraftarının, yöneticisinin, oyuncusunun tamamen sefilleri oynadığı bir ortamda.

11 Aralık 2010

A. Eren Loğoğlu

10 Aralık 2010

Bir Formadan Daha Öte



Sayfaları geriye doğru çevirip 2006'ya gidelim önce;

http://www.unicef.org/media/media_35642.html

Futbol Club Barcelona and UNICEF today kicked off a global partnership to benefit children in the developing world. The first beneficiaries will be vulnerable children affected by HIV/AIDS in Swaziland. During the announcement ceremony, the legendary sporting club unveiled its 2006-2007 jersey featuring the UNICEF logo on the front, the first time in the club’s 107 year history that a logo has been featured.

In addition to the UNICEF-branded jersey, Futbol Club Barcelona (FCB) has also agreed to donate at least €1.5 million per year to UNICEF over the next five years to support UNICEF programmes for children all over the world. The first year’s donation will support programmes in Swaziland aimed at preventing mother-to-child transmission of HIV, providing treatment of paediatric AIDS, preventing HIV infection among adolescents and protection, and providing care and support for children orphaned and made vulnerable by HIV/AIDS.

The sporting club’s philanthropic history includes its foundation, Fundació Futbol Club Barcelona, which is committed to social, cultural, educational and humanitarian activities in Catalonia, and has expanded internationally during the last few years under its motto “More than a Club.”


5 yıl formasında UNICEF yazması karşılığında yıllık en az 1.5 milyon Euro verildi yardıma muhtaç çocuklar için uygulanan programlara, Barça tarafından.

Kulübün bu dönemde farklı ülkelerde yaptığı olağanüstü çalışmalara da bakılabilir;

http://www.fcbarcelona.cat/web/Fundacio/english/index.html

1994 yılında kurulan FC Barcelona Vakfı, devamında bazı anlaşmalar kapsamında güzel işler çıkardı;

In 2006 FC Barcelona joined the United Nations Millennium Development Goals and donated of 0.7% of the club’s ordinary income to the Foundation to support its programmes and projects. This has led to the strengthening of our early alliances with Unicef, UNESCO and UNHCR/ACNUR, and was culminated with Futbol Club Barcelona being awarded a position as a member of the ECOSOC (Economic and Social Council of the United Nations).

2006 yılında yapılan formaya UNICEF yazdırma hususu da tepkiler almıştı Katalan coğrafyasında. 107 yıllık tarihi boyunca forma, göğüs reklamına kapatılmıştı. Katalunya'yı temsil ettiğine inandıkları bir takım formasına reklam alamazdı, kutsallarıydı forma, dokunulmazdı, nostaljiydi, acıları hatırlatan bir bayrak, aidiyet, kimlik ve temsiliyet idi, başkaldırıydı geçmişe ve düzene karşı, almadılar da o güne kadar. O gün bir şeyler değişti elbette, belki bir hazırlık idi bugünlere ya da çok sonrasına.

Laporta, socios -kongre üyeleri- ve cule -taraftarları- diye ikiye ayrılabilecek Barça sempatizanlarının gönlünü almayı başarmıştı o zaman.

UNICEF bir yardım kuruluşuydu, çocuk fonuydu ve Barcelona, formasının herhangi bir santimetrekaresini satmıyordu ezeli rakibi Real Madrid gibi. Bağışta bulunuyordu çocuklar için, özel bir davranıştı ve endüstriyel futbolda yeri yoktu, özellikle o gün Şampiyonlar Ligi Şampiyonu, büyücü Ronaldinho'nun takımı Barça markası, apolet olarak taşınırken. Bu süreç Barcelona'nın bir kulüpten daha öte olan mottosunu daha da güçlendirdi yeryüzünde.

***



2010 yazında kulübün başkanı değişti, görevi Laporta'dan devraldı Rosell. Açıklamaları sürekli ekonomik yönden iyi bir tabloyla karşı karşıya olmadığı yönündeydi. Cruyff'u indirdi onursal başkanlıktan, kongre üyeleri seçimle belirlesin bu pozisyonu diyerek. Transfer sezonunu Cesc Fabregas'ın arkasında koşarak geçirip zaman kaybetti ve takımı dar bir kadroya mahkum ediverdi. Marquez, Toure, Chygrynskiy, Henry, Ibra gibi isimler nakit para sıkıntısını çözmek amaçlı gönderildi. Bir şeylerin yanlış gittiği belliydi ya da Rosell doğruyu söylüyordu.

Takımı makinalaştıran, dişli çarkları iyi yağlayan Pep, yönetimsel sıkıntılardan hiç etkilenmedi. La Masia'dan oyuncu getirdi, A takımda oynatıverdi, dar kadroyu avantaja çevirmeyi bildi, oyuncularına daha çok süre vererek.

Ve bugün kulübün resmi sitesine ve ajanslara bir haber düştü;

http://www.fcbarcelona.cat/web/english/noticies/club/temporada10-11/12/10/n101210114494.html

FC Barcelona have announced that they have reached an sponsorship agreement with the Qatar Foundation worth €170 million over five years and will carry their name on the football first team's shirts.

Blaugrana vice-president Javier Faus explained that the club will receive €30m each season for years, starting on July 1, 2011 running until June 30, 2016, plus bonuses for trophies won that could total €5m. During the 2010/11 campaign the club will also receive a further €15m for the concept of commercial rights, bringing the total of the deal to €170m.

Qatar Foundation will join Unicef on the Barça's team's shirts as part of the agreement and over the next month the new look logo will be designed and presented. Nike will then be able to include the design on the front of the kit for next season.

The Barça first team will also play a friendly match, which will not necessarily take place in Qatar and the Qatar Foundation will also help in projects alongside Unicef and the Fundació Barça.

The deal with the Qatar Foundation was reached without any commission being paid or any involvement to intermediaries representing the club and was ratified unanimously by the board of directors at an extraordinary meeting on Thursday.

Faus explained that on a legal level the agreement does not need the ratification of the general assembly because since 2003 the possibility of FC Barcelona carrying publicity on their shirts has been agreed. Nevertheless, he did open the door for the matter to be discussed in future assemblies.


FC Barcelona, 111 yıldır formasına para karşılığı göğüs reklamı almamıştı, yine almadı. Ama formasının bilmemkaç santimetrekaresini 5 yıllığına yaklaşık 170 milyon Euro'ya pazarladı.

Qatar Foundation, kar amacı gütmeyen bir vakıf, eğitim, bilimsel araştırma gibi farklı konularda yardımlarda bulunuyor;

http://www.qf.org.qa/output/page3.asp

Barça, tanıtıma ihtiyacı olmayan, herhangi bir ürün satmayan, para kazanmayan, şirket ya da marka olarak nitelendirilemeyecek bir vakıf ile sponsorluk anlaşması imzaladı. UNICEF gibi aslında, tek farkla, karşlığında para alarak.

Ezeli rakibi Real Madrid gibi formasında Zanussi, Parmalat, Teka, Siemens Mobile, BenQ Siemens, bwin.com yazmayacak FC Barcelona'nın. UNICEF ve Qatar Foundation yazacak, reklam dışı unsurlar. Vakfın logosunda ağaç var, UNICEF'te de anne ve çocuğu. Barça'nın formasında da bunlar olacak yeni bir tasarımla, güzel şeyler anlatılacak yine.

Pep, Katar'da oynamıştı daha önce ve 2022 tanıtım yüzlerinden biriydi, muhtemelen etkisi vardır bu sponsorluk anlaşmasında. Katar'ın amacının da ülkelerinde düzenlenecek Dünya Kupası öncesi futbola ilgiyi artırmak olduğunu düşünüyorum.

Barça'nın amacı da Rosell'in ekonomik sıkıntılardan kurtulma projesinin bir parçası, hem de rakiplerinin bel altı vuracağı bir reklam almadan. Formanın kollarında Katalan televizyon kanalı TV3 logosu olduğunu da unutmayalım.

Değişen bir şey yok aslında, küresel ölçekte iyi yönetilme çabalarından biri daha bu, Rosell doğruyu söylüyorsa. Real Madrid ile eşit şartlarda mücadele etmenin bir gereği, La Masia'yı fabrika gibi kullanırken David Villa transferi gibi.

Tepkiler olacak, ince bir sızı kaplayacak bünyeyi, vücud alışacak, bunlar yaşanacak sorgusuz, olmasaydı denilecek, sonra olmak zorundaydı alacak yerini.

Barça bizim hikayemizi anlatmayı sürdürecek, şüphe yok, öyle kolay değil onların geçmişini kirletmek, onları başkalarına benzetmek!

Bir kulüpten daha öte olan, özünü koruyor temsil ettiği değerlerle, aidiyetiyle, kimliğiyle. Formanın kutsallığı devam ediyor, gün gelecek belki Katalunya Milli Takımı'na devredilecek görev, Puyol'un kolunda kaptanlık bandı olarak Senyera olacak yine, sahaya El Cant Del Barça eşliğinde çıkılacak, Tiki Taka oynanacak her daim, La Masia anne, toprağı tırnaklayarak doğuracak Katalan çocuklarını, Xavi'ler yetişecek bu toprağın suyundan ve havasından, J o h a n yanı başımızda, önümüzde, arkamızda duracak hep, güzel oyun felsefesi kulaktan kulağa yayılacak, Gaudi, Dali ve Miro'nun şehri direnmekten vazgeçmeyecek elbet.

Ve FC Barcelona, kutsal formasıyla, geçmişinden güç alarak varolmayı sürdürecek ilelebet.

10 Aralık 2010

A. Eren Loğoğlu