25 Aralık 2008

Fikstür Avantajı !



Sezonun ilk yarısının ilk 6 maçında Fenerbahçe'nin 4 yenilgi almasına rağmen, Galatasaray'ın tek rakibi olacağını düşünüyordum, hala aynı görüşteyim. Bu sebeple sadece 2 takımın fikstürünü inceledim.

Tek tek ve belli süreçler üzerinden değerlendirelim fikstürü bir de ;

İlk Düzlük :

17 Sivasspor - Galatasaray A.Ş.
18 Denizlispor - Galatasaray A.Ş.
19 Galatasaray A.Ş. - Kayserispor
20 Antalyaspor A.Ş. - Galatasaray A.Ş.
21 Galatasaray A.Ş. - Kocaelispor
22 Konyaspor - Galatasaray A.Ş.

17 Fenerbahçe - Trabzonspor A.Ş.
18 Fenerbahçe - Gaziantepspor
19 Büyükşehir Belediyespor - Fenerbahçe
20 Fenerbahçe - Hacettepespor
21 Gençlerbirliği - Fenerbahçe
22 Fenerbahçe - Sivasspor

İlk 6 hafta Fenerbahçe 4 maçını evinde oynarken, Galatasaray 4 deplasmana gidiyor. Fenerbahçe 6 maçlık bir seriyle 18 puan alabilir. Sivas, Denizli, Antalya ve Konya deplasmanlarından en kötü senaryoya göre 4 puan toplarsak ;

22. hafta sonunda

Fenerbahçe 50
Galatasaray 43

Geçiş Süreci :

23 Galatasaray A.Ş. - Bursaspor
24 Trabzonspor A.Ş. - Galatasaray A.Ş.
25 Galatasaray A.Ş. - Eskişehirspor
26 Gaziantepspor - Galatasaray A.Ş.

23 Kayserispor - Fenerbahçe
24 Fenerbahçe - Kocaelispor
25 Bursaspor - Fenerbahçe
26 Fenerbahçe - Eskişehirspor

Her iki takım da 2 zor deplasmana gidiyor. Tahminen bu 4 maçtan aynı puanları alacaklardır. Bu sezon ligin daha zorlu olduğunu ve alınan puanların düşeceğini de hesaba katarsak 7 puan toplamaları olasıdır ;

26. hafta sonunda

Fenerbahçe 57
Galatasaray 50

İlk 10 haftalık süreçte hem Avrupa maçları hem de daha çok deplasman oynamasından dolayı Galatasaray'ın Fenerbahçe'nin gerisine düşmesi muhtemel görünüyor. Tabi bu durum psikolojik olarak ne getirir, Skibbe eleştirileri artar mı, baskının arttığı bu haftalarda Skibbe, geride kalmanın ve eleştirilerin üstesinden gelebilir mi, pek çok tartışma olacaktır. Galatasaray bu 10 haftayı daha iyi geçirirse yani özellikle ilk 6 haftada ekstra puanlar kazanırsa deplasmanlardan -öyle tahmin ediyorum ben de ama en kötü senaryo değerlendirmesi olsun bu da- üzerine 6 maçlık seriyle de rahat şampiyon olabilir.

Seri Zamanı :

27 Galatasaray A.Ş. - Fenerbahçe
28 Büyükşehir Belediyespor - Galatasaray A.Ş.
29 Galatasaray A.Ş. - Ankaraspor A.Ş.
30 Hacettepespor - Galatasaray A.Ş.
31 Galatasaray A.Ş. - MKE Ankaragücü
32 Galatasaray A.Ş. - Gençlerbirliği

27 Galatasaray A.Ş. - Fenerbahçe
28 Ankaraspor A.Ş. - Fenerbahçe
29 Fenerbahçe - MKE Ankaragücü
30 Beşiktaş A.Ş. - Fenerbahçe
31 Fenerbahçe - Denizlispor
32 Antalyaspor A.Ş. - Fenerbahçe

İlk yarı Fenerbahçe'nin kurtarıcısı Galatasaray olmuştu, bu sefer de tersi olabilir. 6 maçlık bir seri gözüküyor. Galatasaray'ın şampiyon olması için 18 puan alması şart gibi. Tek sıkıntı kümede kalmaya oynayan 3 takımla maç yapması olabilir. Fenerbahçe 2 derbiyi kaybederek 10 puan toplarsa ;

32. hafta sonunda

Galatasaray 68
Fenerbahçe 67

Son Düzlük :

33 Beşiktaş A.Ş. - Galatasaray A.Ş.
34 Galatasaray A.Ş. - Sivasspor

33 Fenerbahçe - Konyaspor
34 Trabzonspor A.Ş. - Fenerbahçe

Geçiş sürecine benzer bir durum yaşanabilir. Galatasaray 4, Fenerbahçe 3 puan toplarsa bu 2 maçtan ;

34. hafta sonunda

Galatasaray 72
Fenerbahçe 70

Görünen şu ki Galatasaray en kötü senaryoyla bile 72 puan toplayabilir. Konya, Denizli, Antalya'da alınacak galibiyetler, beklenen seri olmazsa en azından açıkları kapatır, beklenen seri olursa da Galatasaray 72-79 arası bir puanla şampiyon olur.

25 Aralık 2008

A. Eren Loğoğlu

Şaziye, Cem Akdağ'dan Skibbe'ye, Fikstür



Esra ve Tuğba var iken Şaziye'nin transfer edilme amacı nedir acaba. Oyuncularımıza karşı güvensizce davranmamız hoş olmuyor, Esra'nın geçen sezonun final serisinde bu yıla göre daha güçlü bir kadrosu olan Fenerbahçe'ye gösterdiği performansı biliyoruz, bu seviyeye gelmesini yeniden sağlamak Cem Akdağ ve ekibinin göreviyken, onlar görevden kaçıyor ve topu Yönetime atıyorlar ve bir transfer daha yapılıyor.

Vickie Johnson ve Sophia Young dönecek takıma daha.

Esmeral, Birsel, Nilay'ı da transfer etsinler, bize karşı oynayacak rakip kalmasın. Hatta abartıp pota altında da zaafiyet olabileceğini hesaba katarak Nevriye'yi de kulüpten içeri alsınlar.

Umarım Şaziye haberi doğru değildir, hiç gerek yoktu.

Şunu unutuyoruz, Fenerbahçe Spor Kulübü'nün Türk Sporu'na sunduğu en güzel örnekleme, çok ve iyi transfer yapmanın, takım ve şampiyon olmak anlamına gelmemesidir.

Kurulan olağanüstü kadroları hem Futbol hem de Bayan Basketbol'da şampiyon yapmak, onları bu amaç çerçevesinde sistemli bir takım haline getirmek, mücadelenin önemini kavratmak gibi pek çok görev de Teknik Ekiplerimize düşüyor.

Bu kadrolarla Futbol Takımı ve Bayan Basketbol Takımı liglerini şampiyon bitiremezse Michael Skibbe ve Cem Akdağ bir daha takım çalıştırmasınlar, başka meslek edinsinler kendilerine. Galatasaray Fenerbahçe'ye benzemez çünkü, ruhu vardır, iyi oyuncuları da varsa, iyi oynarsa rahat şampiyon olur her branşta.

Futbol Takımı'nın 2. yarı fikstür avantajı olduğuna da katılmıyorum. 18 maçın 9'u Ali Sami Yen'de, 27 puan yazılmalı haneye, ancak kalan deplasmanlar da zorlu, üstelik takımın deplasman performansı belirsizlik içeriyor. Ligin sonuna doğru maçlar kolaylaşıyor olsa da, o aşamaya gelene kadar olan sürecin zor olması avantajı yok ediyor. Bu ilk 10 maçlık süreçte kaybedilecek puanlar -Sivas, Denizli, Antalya, Konya, Trabzon, Gaziantep deplasmanları- son maçları önemsiz hale getirebilir. Yarıştan hiçbir şekilde kopmamalıyız son 8 maça kadar çünkü 7'si İstanbul'da maçların.

Skibbe, ilk düzlükten lider olarak çıkarmalıdır bu kadroyu, derin kadro kurulmasının amacı bu tür zorlu maçların üst üste gelmesi ve takımın pek çok kupa için yarışmacı ruhunu ortaya koymak zorunda olması kaynaklıdır sanırım.

Bayan Takımı çok büyük bir fırsatı tepmek üzere, farkında değiller belki de. Şampiyon olmak istiyorsak lig statüsünü lider bitirmeliyiz. Fenerbahçe'nin 1, bizim 4 mağlubiyetimiz var. 2. yarı onları yensek dahi lider oluyorlar. Eğer lider bitirir ve saha avantajını ellerine geçirirlerse, Kadıköy'de Galatasaray'ı öyle ya da böyle şampiyon yapmazlar. Play Off'u düşünür gibi lig maçları oynayan kızlarımızın ve teknik ekibin lig maçlarına daha çok konsantrasyon sağlamaları gerekiyor.

25 Aralık 2008

A. Eren Loğoğlu

23 Aralık 2008

Yaşam Boyu Yağmur ve Yılbaşı

I

Toprağı daha çok düşünmemek adına suyun sarf ettiği çaba

Unutulan doğum günü hediyeleri

Kokusu odaya sinmiş şiir
Köşesi yırtılmış fotoğraf albümü

Bilinçsiz gece vardiyaları

Ve ölçüsü belirsizlik olan sevgi
Hüzün ışıklarıyla süslenmiş bir yılbaşı ağacında saklıdır.

Bulunmaları ürkütücü bir tiyatro sahnesi

Rolü olmayanın kayıp
Kaybolanın kızgın ve küskün olduğu bir evre

Evrenin en güzel şehrinde
Evrimini tamamlamış bir uyum

Fransız manikürü
Ve daha sayamadığım bir sürü

Bağdaşıklık

Yaşam belirtisine rastlanmayan her yayın yasaklıdır.

II

Yağmurum ol
Toprağımı doyur

Gökkuşağı sere serpe uzansın yatağımızda

Dağınık kalsın geçmişe dair olanlar

Kül tablasında
Söndürülmüş ve yarım kalanlar

Makro yalanlar

III

Haber değeri taşımıyor
Şarkı söyleyen sokak kedisinin ölümü

Pencereden görülse bile

Sağanak şeklinde

Yağmur

Boyu bilinmeyen yaşamın ta kendisi gibi

23 Aralık 2008

A. Eren Loğoğlu

Arda Turan ve Kaptan Olmak



FC Barcelona, AC Milan gibi Avrupa'nın en üst düzey takımlarına ya da Galatasaray'ın geçmiş dönemlerine bakılarak kaptanlık meselesi sezon başında çözülebilirdi ama yapılmadı.

Neydi bu çözümler, tartışmaya açalım.

Kaptanlık konusunda bazı kriterler var. Bunlar ;

Liderlik, rakip takımların oyuncularında ve hakemlerde saygı uyandırmak, sağlam bir karakter ve duruş sahibi olmak, takımda uzun yıllardır yer almak, altyapıdan gelmiş olmak, unutulan ama önemli olan bir diğer unsur da sürekli ilk 11'de yer almak şeklinde nitelendirilebilir.

Tüm bu normlara uyan bir oyuncu bulunamıyorsa, bu kriterleri bazılarını sağlayan potansiyeli yüksek genç oyuncular da tercih edilebilir.

Puyol ve Maldini ilk söylediğime uyarken, yeni kaptan olan Fabregas da ikinci durumla örtüşüyor.

Gelelim Galatasaray'ın kaptanlık sorunsalına ve Arda Turan'ın anlatmak istediklerine.

Sezon öncesi yapılan tercihler kanımca yanlıştı. Seçilen 3 oyuncu da ilk 11'de başlama şansı düşük oyunculardı, Linderoth ve Mehmet Topal'ın sakat olmadığı dönemde Ayhan'ın oynayamayacağı öngörüsüne dayanarak söylüyordum bunu. İlk 11'de başlama olasılığı düşük oyuncular seçildiğinden dolayı da bu isimler olmadığında kadrodan birileri kaptan oluyor ancak bu geçici çözüm haliyle rahatsızlık yaratıyor, Hertha Berlin maçında Lincoln'ün kaptan olmasına Arda'nın sitem etmesi gibi.

Arda'nın haklılık payı var, vurgu yaptığı kısım da çok önemli, Cüneyt Tanman, Bülent Korkmaz, Hakan Şükür isimlerini sayıyor bir çırpıda. Bu oyuncular Galatasaray'ın sembolü, sahada bu oyuncuları gördüğünüz an Galatasaray'ın oynadığı algısına yol açan bayrak isimler. Pek çok kaptanlık kriterini de sağlayan doğru tercihler. Hakan Şükür'ün çok fazla kaptanlık yapmadığı notunu da düşeyim ki onun çerçevesinde, bir karaktere dayalı tartışma yaşanmasın.

Galatasaray'ın sembol ismi olmak istediğini açıkça dile getiriyor Arda aslında. Tabi Galatasaray'ın kaptanlığı istemekle alınan değil, hak edilmesi gereken bir mertebe. Hagi'ye bile verilmeyen kaptanlığın, Lincoln'e kısa vadeli de olsa verilmesi onun Galatasaraylılık değerlerini huzursuz ediyor, keza beni de.

Yıllardır sembol oyuncusu olmayan, bu sebeple de ancak yabancı bir oyuncuyu, Alex'i kaptan yapabilen Fenerbahçe'den de farkımız kalmıyor bu tür tercihlerle.

Skibbe, bu kaptanlık hamlesiyle, Lincoln'ün form grafiğinin artmasına katkıda bulundu ancak bunun uzun vadeli bir çözüm olmadığının da farkında olmalı.

Galatasaray'ın 1. kaptanı, hakemler beni sevmiyor dese de Türk halkının çok sevdiği, kanının ısındığı, oyuncuların sevdiği, Galatasaray'da en süre top oynayan, sembol olmuş, bu formayla hatırlanacak pek çok tarihi fotoğrafta yer edinmiş Hasan Şaş olmalıdır. Hasan Şaş'ın sürekli 11'de oynayamayacağı bilindiğinden aslında bu bir saygı duruşu, sembolik seçim ama geçmişine bağlı, değerleri olan bir kulübün de yapması gereken bir davranıştır.

Galatasaray'ın 2. kaptanı hiyerarşik sıraya göre değil -Hasan'a ilk kaptanlığı vererek zaten bu bağlılığı göstermişsin kulüp olarak- sürekli 11'de oynayan, Galatasaray'da sembol olabilecek, Türk halkının sevdiği, sahada duruşu olan, liderlik ve sağlam bir karakter sahibi genç bir oyuncuyla belirlenebilir. Adres Arda Turan'ı gösteriyor elbette. Altyapıdan yetişmiş de bir oyuncu.

Üstelik uzun vadeli düşünülürse, gönülden istediği bu mertebeyi Arda'ya vermenin sorumluluk duygusuyla elde edeceği kazanımları da olacaktır. Bülent Korkmaz gibi sembol olmak isteyen bir oyuncunun Galatasaray'dan ayrılması çok daha zordur, o kulübün sembolüdür çünkü.

Türk Futbolu'nun son 15 yılda izlediğim en yetenekli oyuncusunu elde tutabilmek adına bile bu makam Arda'ya verilebilir. Olayın bir de bu açısı var.

Puyol'un 24 yaşında kaptan olduğunu da unutmayalım. Arda'nın bu işi kotarabileceğine inanıyorlarsa Florya'da yaşayanlar, sezon sonunu beklemeye gerek kalmadan, devre arasında bu sorun halledilebilir. Arda'nın Hasan Şaş'ın ardında bir kaptanlığa hayır diyeceğine de inanmıyorum. 2. kaptan olmam derken Lincoln'ün durumunu anlatmaya çabaladığı sezilebiliyordu.

Sürekli kaptanlık konusundan sorun diye bahsediyorum, çünkü birkaç maçta Skibbe'nin Ayhan ve Ümit Karan tercihlerinin sahada kaptan bulunması zorunluluğunun da etkisi altında kalarak verdiğini düşünüyorum sezonun ilk dönemlerinde.

Kaptanlık konusu açıldığında, sakat olmasına rağmen, Uğur Uçar'a değinmek gerekir. Galatasaray'ın A altı takımlarında sürekli kaptanlık görevini yürüttü Uğur. 2. kaptanlık için sezon sonu Arda ve Uğur arasında yönetimin zor bir tercih yapması da gerekebilir.

23 Aralık 2008

A. Eren Loğoğlu

Lincoln'un Asist İstatistiğine Dair



Yaklaşık 2 milyon insanın oynadığı Fantasy Premier League sanırım en popüler ve geçmişi olan oyunlardan biridir Fantezi Futbol arenasında. Daha çok tercih edilmesinin oyuna dair sebeplerinden en önemlisi oyun kurallarına karşı gösterilen özen.

Örneğin bir kurul tarafından seçilen maçın en iyi 3 oyuncusuna 3, 2, 1 bonus puanları verilmesi UEFA'nın oyununda bulunmazken FPL'de uygulanır.

Kuralların asist kısmında şöyle diyor ;

"These are awarded to the player from the goal scoring team who makes the last pass before a goal is scored.

If during this pass, an opposing player significantly alters the speed or direction of the ball, then no assist is given except if this intervention directly results in an own goal.

If a goalkeeper does not have control of the ball and parries a shot or drops a cross or the ball rebounds off the woodwork, the attacking player shooting or crossing the ball receives the assist if a goal directly ensues.

In the event of a penalty, the player earning the penalty gets an assist if it is successfully scored, but not if he takes it himself in which case no assist is given. No assist is given for a player who earns a free kick that subsequently results in a goal."


Bu bilgilerin sadece oyuna dair olduğu düşünülmesin, EPL'in resmi sitesinden maçlar canlı takip edilirse, kuralların oradaki istatistiklere de işlediği görülebilir.

Link : http://fantasy.premierleague.com/M/rules.mc

Bu konudan Lincoln'ün asist istatistiğine keskin bir geçiş yapıyorum.

Lincoln'ün asist sayılarına gösterilmeyen özen, önceki sezonlarda Alex için geçerli değildi. Taraflı Türk Spor Medyası bu konuda da tutarlılığını devam ettiriyor.

Örneğin Alex'in geçmiş sezonlarda kullandığı bir korner, ön direkten arka direğe doğru birkaç rakip oyuncudan sekerse ve seken topu birileri -hayal edin diye söylüyorum Luciano- tamamlarsa, Alex'e asist yazılıyordu, böylelikle de abartılı 20 sayılarına ulaşıyordu De Souza.

Pazar gecesi Lincoln 3 asist yaptığı halde 1 asist şeklinde bir değerlendirmeye gidiliyor, bu oyuncu Galatasaray'da oynadığı için. Önceki sezonlarda bazı gazetelerde gol krallığı tablosuna iliştirilen asist krallığı tablosunu bu sezon sürekli göstermekten kaçınıyorlar. Bununla kalmayıp Lincoln'ün istatistiklerinde de cimri davranıyorlar. Maç anlatan Lig Tv spikerleri de ısrarla Lincoln'ün maç içerisindeki ve sezondaki asist sayılarına değinmekten kaçınıyorlar. Beşiktaş maçında 4 golde de büyük katkısı olduğunu söylemiyorlar.

Transfermarket.de sitesinde 14 gözüken asist sayısı, Türkiye'de 9 ya da 10 şeklinde yazılıyor.

Türk Spor Medyası'ndan daha çok güvendiğim bu siteye göre Lincoln'ün bu sezonki asist sayısı da 19.

Link : http://www.transfermarkt.co.uk/en/spieler/1260/lincoln/default/2008/leistungsdaten.html

23 Aralık 2008

A. Eren Loğoğlu

18 Aralık 2008

Tarihe Galatasaray'ı Yazanlar, Galatasaray'ın Tarihine Yazılanlar



İsmi cismi önemsiz bir gazetenin son 25 yılın en iyi 11'i oylamasının etkisiyle zihinlerde listeler dolaşır oldu son zamanlarda. Oylama kurul tarafından değil de internet üzerinden olunca kullanıcı kitlesinin yaş ortalamasının da etkisiyle yakın dönemin popüler figürleri 11'e seçildi. 3 TV yorumcusunun kadroda olmasının ana sebebi göz önünde bulunmalarıdır. 1 oyuncu Milli Takım'da yardımcı teknik direktör, 2 oyuncu hala futbol sahalarında, özellikle -çok sevmeme ve belki 10 yıl sonraki 11'e ilk sıradan girecek olmasına rağmen- 21 yaşındaki Arda'nın seçilmesi hoş değil, Hasan Şaş varken. Bu tür oylamalarda her zaman haksızlıklar olur ama bu seçim biraz ağır olmuş kanımca. Arda'nın kişisel gelişimine de zarar verebilecek bir ödül bu.

Bu oylamadan yola çıkarak, hafızayı da çok az zorlayarak, Galatasaray Tarihi'nin en iyi 11'i ne olurdu gibi bir düşünce içerisine girdim. Herhangi bir oylama yok, menajerlik oyunları öncesi defterlere yazılan, biriktirilen çıkartmalarla oluşturulan kadrolar gibi bir keyif yaratıyor bu tür 11 kurma çabaları.



En iyi 11 Adayları :

Kale :

* Turgay Şeren
Simoviç
Mondragon
Taffarel

Savunma :

* Coşkun Özarı
* Fatih Terim
Cüneyt Tanman
Bülent Korkmaz
Popescu

Orta Saha :

Cevad Prekazi
Uğur Tütüneker
Tugay Kerimoğlu
Suat Kaya
Hagi
Hasan Şaş

Hücum :

* Gündüz Kılıç
* Metin Oktay
Tanju Çolak
Arif Erdem
Hakan Şükür

Teknik Direktör Adayları :

* Gündüz Kılıç
* Brian Birch
* Jupp Derwall
Karl Heinz Feldkamp
Fatih Terim
Mircea Lucescu

* işaretli oyunculara ve teknik direktörlere ne yazık ki yetişemedim ama okuduğum ve duyduğum kadarıyla Galatasaray'ın tarihine imza atmış olan bu isimler, listenin daha anlamlı olmasını sağlıyor.



11 yapmak çok zor ama bazı isimlerin Galatasaray tarihine neden altın harflerle yazıldığını da anlatıyor bu liste. Hem oyuncu hem de teknik direktör olarak görev yapmış Gündüz Kılıç, Fatih Terim, Coşkun Özarı hatta Hagi'nin tarihteki yerinin apayrı olduğunu da gözlemliyoruz.

Galatasaray'ın ta kendisi olan, Galatasaray ruhunun sahada vücud bulmuş hali Metin Oktay'ı özel koltuğuna almak gerekiyor elbette.

Kanımca diğer olmazsa olmaz isimler, Bülent Korkmaz, Cüneyt Tanman, Hakan Şükür ve Hasan Şaş.

18 Aralık 2008

A. Eren Loğoğlu

14 Aralık 2008

Bir Kulüpten Daha Ötesi - més que un club



Katalanlar'ın devleti, milli marşı yoktur, onları bir araya getiren tek olgu FC Barcelona'dır. Bayrakları vardır, sarı ve kırmızı yan yana dalgalanır. Her maç öncesi 'El Cant del Barça' söylenir, tüm dünyaya Katalanca haykırırlar.

Onların devlet olma gibi bir istekleri de yoktur ama 'Katalunya İspanya değildir' de.

İspanya İç Savaşı'nda baskı rejimine direnenlerin son kalesi de Barcelona'dır. Direniş futbolla da devam etmiştir, Katalanca'yı yasaklayan Franco'ya rağmen önce 'Les Corts'da sonra da 'yeni stad' Camp Nou'da konuşurlar dillerini ve onların milli takımı FC Barcelona, onlar için bir kulüpten daha öte olan şey, onlar için oynar yıllarca reklam almadan formasına. Kutsal formaya UNICEF yazdırır çocuklar için, para almaz, öder.

Nazım Hikmet'in Kuvayi Milliye Destanı'nda bağımsızlık, özgürlük, kurtuluş uğruna Türk halkının yaşadıklarını yazdıklarında da onlardan bir parça vardır ;

Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.

Onlar ki uyup hainin iğvâsına
sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.

Demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.

En bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için :
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.




Zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayanlar, bir şafak vakti karanlığın kenarından toprağa basıp doğruldular. O tarih, Katil Franco'nun takımında oynamam diyen ve belki de bu söylemiyle Barça'dan zorla kopartılan Di Stefano'ya gönderme yapan 'Sarı Fare' Johan Cruijff'un FC Barcelona'ya imza attığı 1973 yazıydı. O imza sadece bir kağıt parçasına, sözleşmeye, futbol oynamaya dair atılan bir imza değildi. Belki de Real Madrid'e el koyup, kulüp başkanlığına da Santiago Bernabeu'yu getiren Franco'nun ölümüne sebep olan ve FC Barcelona'nın, onların kaderini değiştiren bir simgeydi adeta.

Barça'nın 3-0 kazandığı bir kupa maçının rövanşında Franco'nun tehdit ve emirleriyle 11-1 yenilmek zorunda kaldığı Real Madrid günleri, orta saha çizgisini geçen Barça'lı oyuncular için ofsayt bayrağı kaldırılan günler geride kalmıştı.

Rivaldo'nun Santiago Bernabeu'de maçı 3-2'ye getirmesini kabullenemeyen hakemler, sahaya atılan onlarca yabancı madde de unutulmamıştı, saha dışında ne varsa Madrid adına vardı, Franco'dan bu yana süregelen bir kültürdü bu. O gece kaptan Guardiola'ydı.

Ve dün gece Teknik Adam Guardiola saha kenarında, Cruijff da her zaman olduğu gibi yarattığı bu takımı izlemek üzere tribünlerdeydi. Real Madrid'in başında da bir Barcelonalı vardı. Ramos Barça'da öğrendiklerini değil, 3 gün içerisinde Madrid kültüründen kaptıklarıyla sahaya sürmüştü takımını, hücum çabası yoktu.

Maçın başından itibaren özellikle Messi'ye yapılan kasıtlı faullerle sindirmeye çalıştılar Barça'yı, hakem de buna izin verdi. El Clasico'nun klasik Real Madrid'iydi bu. Oyunu soğutmalar, taç, korner, kale atışını geciktirmeler, Raul'un yardımcı hakemliği bile kurtaramadı bu rezil, karaktersiz oyun dışı anlayışı. 80 dakika kendi yarı sahalarına kapanarak ve sadece % 27 oranla topla oynayarak ayakta kalabildiler. Real Madrid olma sebepleri buydu zaten, oynayarak kazanamayacağını bilen bir takım ne yapması gerekiyorsa onu yaparak, sıradan bir takım gibi davrandılar, yakışan da buydu Madrid'e. Sakatlıklar olmasaydı da böyle karaktersiz oynayacaklardı, sadece isimleri farklı oyunculardan başka değişen olmayacaktı.

Oysa FCB önde Messi, Eto'o ve Henry, arkalarında Gudjohnsen, Toure, Xavi, en geride Dani, Marquez, Kaptan Puyol ve Abidal, kalede de Valdes şeklinde sahaya çıkıyordu. Iniesta'nın eksikliğinde görevini iyi yapamayan Gudjohnsen çıkana kadar ki süreçte Barça baskılı oynasa da etkili olamadı. Busquets'in oyuna girişi oyunun akışını değiştirdi. Sadece faul yapmakla görevli Real'li oyuncuların sarı kartlarının olması da ikinci yarıda farklılık yarattı Barça'nın hücumlarının etkinliği açısından.

Kaçırılan penaltı moralleri bozsa da, umutları tüketemedi, bu gece Real Madrid yenilecekti. Romalı asker görünümündeki Kaptan Puyol yükseldi ve hak edileni aldı, Barça öndeydi artık. 2. gol ve Messi, ilk golden sonra neler olabileceğinin habercisiydi aslında.

Cannavaro'yu, Real Madrid'i, anti-futbol'u, Casillas'ı, 5. hakem Raul'u, kasıtlı fauller yapan oyuncuları, bunu görev verenleri direğe çarptırarak attı Messi 2. golü, El Clasico'nun özeti de, fotoğrafı da bu andı. Gol sonrası sevinç görülmeye değerdi.



Katalanlar tarihinin en güzel futbolunu oynayan takımlarıyla gururlanarak ayrılıyorlardı Camp Nou'dan, gece bitmedi tabii, uykusuzluk, zafer ve bira sarhoşluğu bünyelerde dolaşıp durdu sabahın ilk ışıklarına kadar.

Puyol'un kutsal formasında vücud bulan Katalan ruhunun ve Johan'ın yarattığı göze hoş gelen, hücum eden futbol devriminin Pep & Messi önderliğinde yeniden yükselişine tanıklık etmek olağanüstüydü.

Bir kulüpten daha öte olan, kendi çocuklarını oynatan, isyanın takımı Barça, Franco'nun takımı, karaktersiz oynayan Real Madrid'i Camp Nou'un çimlerine gömdü, tarih olması gerektiği gibi yazıldı bir kez daha.

Onlar, kazandılar.

14 Aralık 2008

A. Eren Loğoğlu

30 Kasım 2008

Galatasaray, Kıtalararası Şampiyon



Galatasaray Spor Kulübü Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı geçtiğimiz sezon Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olarak Türk Spor Tarihi'nde bir ilki başarmıştı. Onlar bununla yetinmediler ve Avrupa Şampiyonu olarak gittikleri Japonya'dan Dünya Şampiyonu olarak ayrılıyorlar.

Final maçında Kanada temsilcisi British Colombia'yı 77-62 yenerek tarihi yeniden yazdılar.

Teşekkürler Aslanlar.

Ülke sporunu hala düşünen, Futbol ve Basketbol Federasyonları ve Kulüpler Birliği temsilcileriyle aynı masada yemekler yemeden, alın teriyle, emekle, spor ahlakıyla, yan yollara sapmadan Şampiyonluklar kazanan bu takım Türk Sporunun zirvesindedir artık, indirmeye de kimsenin gücü yetmez.

"‘Amacımız İngilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme sahip olmak. Türk olmayan takımları yenmek’’ Galatasaray Spor Kulübü'nün kuruluş amacıydı.

Ali Sami Bey rahat uyu, kurduğun bu birlik Dünya Şampiyonu.

30 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu

28 Kasım 2008

Başkalaşım

Devinim evrelerinde
Yüz çizgileri boyu akış

Dingin sevişmeler sonrası
Göçüp gidebilmek yangınıyla tutuşan yolcu

Uykusuz
Susuz
Yarı çıplak, yarı aç
Gergin, seslerin duyulmadığı bir frekans
Sahte ilişkiler süreci

Yaşadım ve yaşlandım.

Akmayan
Aksa da aklanmayan
Kirli bir zamanı terk ediyorum.

Edilgen cümlelerin kayıp öznesi,

Hüznün esir aldığı
Ve işkencelere saldığı bir zindan,

Korku imparatorluğunun yıkılmayan son kalesi

Silindi zihnimden birdenbire.

Yağmur'una kavuşan toprak gibi

Başkalaştım
Aşka alıştım

Soğudum
Sosyal kaçamak gecelerinden

Unutulurdu kabuk bağlayan yaralar
Olasılık hesapları olmasaydı

Düzensizlik düzeninden geriye
Örtü ve tortu kaldı.

Yaşıyorum
Umursamadan çevreyi
Sırtımda yalan kamburları taşımadan

Açık seçik, her şeyi
Ayna gerçekliğinde yansıtarak

Çarpıtmadan çarpıklıkları

Koyu inançlar duymadan yazıyorum

Ve
Yanımda Ya-ğmurum

Islanıyoruz ömrümüz kadar.

28 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu

16 Kasım 2008

AC Victoria's Secret



Sezon öncesi poster çekimleri başladı. Ayaktakiler, Oturanlar, Soldan Sağa gibi terimlerle tek tek isimleri yazmayacağım.

25 kişilik maç kadrosudur bu fotoğraf. Teknik adamların kadroyu küçültme operasyonlarına kurban gidebilir birkaç model. Sakatlar iyileşti tamamen. Gisele hala görünürlerde yok, teknik adamla sorunları var sanırım.

16 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu

15 Kasım 2008

Hollywood'dan Iverson Geçti



Pistons, Lakers'ın yenilmezlik serisine son vererek 7-2'ye geldi. Son 9 maçın 7'sini Bad Boys kazanmıştı zaten, olağan bir durumdu bu ve Lakers'ın yenilmezliği Pistons'la oynamaması kaynaklıydı, Doğu takımlarına karşı da ilk maçlarıydı.

AI daha hazır değil, alışkanlıklarına takımın uyum göstermesi zaman alacak. Ancak şu bir gerçek ki NBA'de en çok şampiyon olmak isteyen, bu uğurda her şeyini sahaya verecek bir oyuncu varsa o da Iverson'dır. Bad Boys'un da takımı ateşleyecek, konsantrasyonu artıracak bir lidere ihtiyaç vardı. Bu yönlerden çok başarılı bir takas oldu, ayrıca salary cap olarak da akıllı bir iş yapılmış gibi. Iverson'dan verim alınamazsa, sezon sonunda sözleşmesi bitiyor, böylelikle cap'de ciddi bir boşluk açılacak, bunun yanında McDyess ve Billups'ın kontratlarından da kurtulmuş oldu organizasyon. McDyess'ın 30 gün sonra geri döneceği de konuşuluyor.

Maç 95-106, 11 sayı farkla bitti, Lakers'a 106 sayı atmak önemliydi. Rasheed zihin olarak oyunun içindeydi, savunma ribaundlarıyla 2. şansları hiç tanımadı LA Lakers'a. Sheed bu konsantrasyonu sağlarsa, Iverson sürekli bunu tetikleyecektir, şampiyonluk şansı da artar Pistons'ın.

Sheed : 25 pts 13 reb
The Answer : 25 pts 4 ast
Tayshaun : 18 pts 4 reb 6 ast

Boston Celtics serisinde olduğu gibi Kobe yine düşük şut yüzdesiyle (12-30) oynadı. Bynum sakatlıktan kurtulamamış daha. Lakers'in Small Forward pozisyonundaki savunma zaafiyeti devam ediyor, Ariza çözüm olur deniyordu ama Prince yine canı ne isterse onu yaptı. Lakers şimdiden şampiyon ilan ediliyor ama 3 numara pozisyonuna çözüm bulamazlarsa işleri yine zor kanımca. Prince en zayıf halka, The Truth ve King James var daha. Doğu basketbolunun Play Off sertliğini de unutuyorlar. Doğunun 3 takımından hangisi Finals'a çıkarsa çıksın, Lakers'ın işi çok zor. Batı'da New Orleans dışında Lakers'ın rakibi yok gibi duruyor, Hornets bile iyi değil şu an ama zamanla ritm bulacaklardır. Lakers'ın NBa Finals'a, üstelik de galibiyet sayısı en yüksek takım olarak geleceğini düşünüyorum ancak Dallas Mavericks ve niceleri gibi, bu durum şampiyon olmalarına yetmeyebilir.

Iverson, Hollywood'un büyülü filmi yenilmez Lakers'ı gösterimden kaldırdı ve Doğu Basketbolunu unutanlara mesajı verdi.

15 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu

14 Kasım 2008

FC Victoria's Secret



Renkler : Sarı / Kırmızı / Mavi

Soldan Sağa : Alessandra Ambrosio, Marisa Miller, Selita Ebanks, Karolina Kurkova, Doutzen Kroes, Heidi Klum, Miranda Kerr, Behati Prinsloo, Adriana Lima

Kadroya giremeyen sakat oyuncular : Gisele Bundchen, Izabel Goulart, Ana Beatris Barros . . .



Amigo / oyuncu Sabri pardon Adriana birazdan mikrofonu alıp tezahürat yaptıracak.

14 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu

13 Kasım 2008

Siyah Zamanlar



İlk 30 dakika Galatasaray'ın görüntüsü şu ; deplasmanda 0-0'ı korumaya çalışan tipik bir Anadolu takımı. Kendi yarı sahasında topun gerisine geçme anlayışıyla bekleyen 7 oyunculu alan savunması, buna ek olarak hücumda çoğalamayan, oyun akışı sonucu rakip sahada sadece 2 oyuncusu bulunan, hücum organizasyonları geliştiremeyen, üst üste 3 pas yapamayan, rakip yarı sahaya yerleşemeyen, topla oynayamayan, tehlikeli bölgeye topu taşıyamayan, pozisyonu olmayan bir takım.

O kadar acı ki bu resim, o kadar çok üzülüyorum ki bu duruma. Kadroya, formasyona bakıyorsunuz, 4-2-3-1 devam ediyor. Orta bölgede baskıya çare olması beklenen Topal sahada. Arda, Lincoln, Kewell'i yedeklemesi düşünülen Aydın da sahada. Savunmanın merkezinde Meira - Servet ideal ikilisi, sağ bek Sabri, sol bek Volkan, önlerinde Ayhan da var. Lincoln ve Baros, Skibbe'nin oyun felsefesinde olması gereken yerlerde. İdealin dışındaki tek parça Ferdi. Arda veya Kewell olsa Ferdi'nin yerine gayet ideal bir kadro.

Neden olmuyor peki, Galatasaray neden Gerets ve Kalli döneminde olduğu gibi oyuna fırtına gibi giremiyor, neden oyuna hükmedemiyor, ilk 20 dakika 3-4 gol pozisyonu bulamıyor, neden deplasman takımı anlayışında ???

Skibbe böyle istiyor çünkü. Benfica maçının 2. yarısıyla bu düşüncesinden vazgeçiyor görünüyordu. Savunma daha ileride kurulmuş, dönen toplar sürekli kazanılarak hücum şansları doğmuş, böylelikle rakip sahaya yerleşen, dar alanda baskı da yapan Galatasaray bir zaferle dönmüştü Portekiz'den. Sonraki Fenerbahçe maçını psikolojik nedenlerin çok baskın olması sebebiyle teknik olarak değerlendirmemiştim, Skibbe'nin pek de çözüm üretebileceği bir maç değildi, haksızlık olurdu Kadıköy'e dair eleştirilerde bulunmak, çok başka etkenler vardı.

Ancak bu akşam görüldü ki Skibbe kendi oyun felsefesinden vazgeçmemiş, bizleri yanıltmış, gelecek adına çok karanlık bir resim bu.

30 ve 45. dakikalar arasında savunmayı biraz öne çeken, biraz ileride rakibe basan, rakip sahaya yerleşen takım, kıpırdanma eğilimleri gösteriyor. 2 de gol pozisyonuna giriyor. Bu anlayış tüm maça yayılabilse, çok daha organize ve yetenekli oyuncuların tehlikeli bölgede topla buluşmasını sağlayacağız.

Peki bu farklılık neden? İlk 30 dakika, ilk yarının son 15 dakikası, iki farklı oyun anlayışı. Skibbe bu soruna çözüm bulmalı. Bu anlayış farklılığı oyuncu inisiyatifleriyle veya rakibin oyundan düştüğü anlarla açıklanmamalı.

2. yarı ise bu farklı iki oyun anlayışının anlamsız bir şekilde iç içe geçtiğini gözlemledik. Belirgin bir zaman dilimine yayılmadan 2-3 dakika yarı sahamızdan çıkamazken, sonraki 2-3 dakika ise dönen topların kazanıldığı ve rakip yarı alanda daha çok yer alan bir takıma dönüştük. Bu tutarsızlığın ana nedeni, oyuncuların Skibbe'nin söyledikleriyle, kendi sahaya koymak istedikleri arasında kalmaları kaynaklı olabilir. Arda'nın oyuna girdiği 60. dakika ile 70 dakika arası rakip sahaya yerleşip, iyi organize olarak pozisyonlar bulduktan sonra, 70 - 80. dakikalar arası tekrar duraksama sürecine geçildi. Bu süreçte Aghahowa ile ciddi fırsatları da değerlendiremedi Kayserispor. Son 10 dakika ise bu sezonun önemli artılarından olan duran top katkısıyla bir baskı oluşturuldu rakip yarı sahada, gol de bunun sonucunda kazanıldı.

Aydın'dan bahsetmek gerekiyor. 22 oyuncunun en kötüsüydü kanımca. Fizik gücü 1. Lig düzeyinde değil, sürekli top kayıpları, cılız pas ve şutlar, ikili mücadelelerin tamamına yakınını kaybetme, top kazanamama gibi temel futbol unsurlarının hiçbirinde başarılı olamadı.

Pek çok taraftar, Mehmet Topal, Barış gibi mücadele gücü yüksek oyuncuların dönmesini bekliyor. Unuttukları bir şey var. Mehmet Topal eğer Skibbe'nin felsefesiyle alan savunmasının ön oyuncusu olursa, sıradan bir oyuncuya dönüşür, pas hataları artar, oyundan düşer, aynı şekilde Barış da öyle ve kötü oynuyor zannedilirler. Bu tür oyuncular rakibe basmazsa, top çalmazsa, Teknik Direktör bu tür oyunculara başka görevler yüklerse, onların sakatlıktan dönmesini beklemenin de bir anlamı yok, değişen bir şey olmayacak çünkü.

Galatasaray'ı çok daha kötü günler bekliyor ne yazık ki.

13 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu

11 Kasım 2008

Acil Çıkış Kapısı Aranıyor!



Fenerbahçe'ye yeniliyorsanız beden de, ruh da başkalaşıyor. Sevemiyorum hiçbir şeyi o gece, uzaklaşmak istiyorum sevgilerimden, göçüp gidebilmek yangınıyla tutuşan bir yolcuyum son durağı bekleyen.

Yorgun, az biraz durgun, ses kısık, konuşmanın nasıl olduğunu hatırlamadığım, sadece yazıştığım, hastalanmaya yaklaştığım bir gün yaşıyorum.

Uykusuz, susuz, gergin, sahte bir kum saati süreci. Akmayan, aksa da aklanmayan kirli bir zamanı terk ettim. Edilgen cümleler okudum içinde kendi geçmeyen. Sonra kendime kızdım, küfürler savurdum, alkolün dibine vurdum, ıssızdım. Sesimi duyan dört duvar, yalnızdım. Büyüyen boşluğum ve sarhoşluğumdan geriye üzüntüm kaldı.

Üzüntümün beni esir aldığı, işkencelere saldığı bir zindandı Kadıköy. Korku imparatorluğunun yıkılamayan son kalesi. Özgürlük de, adalet de, mutluluk da zaferle kazanılmalıydı.

Başkalaştım, soğudum. Sosyal kaçışlar yaratmalı, gündem değiştirmeye yönelik düşünceler aratmalı zihinlerde, kaybolmalı intihar ve ihtiyar huysuzluğunda.

Bu sızı derinde, acıtır, sancıtır, kanar, dokundukça yanar.

Yağmurlarda ıslansam da olmuyor, olmadı, olmayacak...

11 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu

10 Kasım 2008

Kadıköy Klasiği



Fazla söze gerek yok!

Bir Kadıköy klasiğidir dün gece de, tek farkı ilk golü Galatasaray'ın atması diğer bütün ana, yan roller ve senaryo aynı.

Ev sahibinin kaleyi bulan ilk 2 şutu kornerden ve 2.si golle sonuçlanıyor. Öyle bir korner golü ki bu, hem geliyorum diyor öncesinde, hem de amatör kümede bile yenmeyecek derecede komik, yerden, yumuşak ortaya ön direkte dokunuş şeklinde.

2. gol ise Galatasaray'ın neden Kadıköy'de kazanamadığının temel örneklerinden biri. Bu stadda daha önce de yenilgiler gören Emre Aşık, Ayhan, Ümit Karan, Sabri gibi oyuncular oyuna bir türlü konsantrasyon gösteremiyorlar. Dün gece buna Arda, Hakan Balta da eklendi. Kadıköy'deki son 3 maçta, kanımca Galatasaray'ın oyundan kopmayan tek Türk oyuncusu Servet Çetin'di. İlginç olan direnen tek oyuncunun bir dönem Kadıköy'de oynamasıydı.

2. gole geri dönelim. Ceza sahasına bile girmeden 2. golü buldu ev sahibi takım. Futbol şansı yine onların yanındaydı, uzaklaştırılmaya çalışılan top, kornere ya da kaleciye değil de direk içine gidiyor ve gol oluyor, maç da burada kopuyor.

30. dakikadan sonra Galatasaraylı oyuncular, özellikle 6 Türk oyuncusu, maçı kaybettiğini düşünüyor, mücadeleyi bırakıyor, hakemle ve tribünle diyaloga giriyor. Bütün bu olanlara 8 yıldır hiçbir Teknik Direktör de çözüm bulamıyor.

3. golü atan Roberto Carlos'un 2 yılda 2 frikik golü katkısı var, 2'si de Galatasaray'a karşı. Sezonun geri kalan bölümünde her vurduğu dağlara taşlara gidiyor. Golde büyük bir kaleci hatası da var, nice Kadıköy'deki kaleci hataları gibi.

Her maç yuhlanan Selçuk maçın en iyi adamı, sakatlıktan yeni kurtulan Deivid, 6 oyuncunun arasından vuruyor, direğe çarpıp yine filelere kavuşuyor top büyük bir özlemle, Emre biraz daha hazır olsa bir gol de o atacak, Guiza 65. dakikada kaçırmasa maç 6'ya, 7'ye gidecek.

Hakem faul yorumlarında maç psikolojik olarak bitene kadar ev sahibi takımın yanında, maç 3-1 olduktan sonra deplasman takımına çalışıyor. Lincoln'ün serbest vuruşunda önce direk vuruş veriyor, el işaretinden bunu anlıyoruz, sonra birden karar değiştirip endirekt vuruşa hükmediyor.

Gerçekten komedi. Futbolun, gözlemin, teknik, taktiğin, analizin dışında olmayacak ne varsa Kadıköy'de oluyor, ya top bir oyuncuya çarpıp kaleye giriyor, ya kaleci hata yapıyor, ya kornere vurulan top döne dolaşa ve direğin içine çarparak içeri giriyor, saçmasapan pozisyonlar golle sonuçlanıyor, ev sahibi ceza sahasına gelmeden 3-1 öne geçebiliyor, ikinci yarıları sürekli oyun soğutmalar, oyun soğuturken kontratağı unutmamalar, bunların tamamı her sene rutin bir şekilde Kadıköy'de oluyor ve Galatasaray kaybediyor. Futbol bu değil, olmamalı, bu kadar futbol dışı, mantık dışı unsurla, hiçbir taktiksel analizle açıklanamayacak bir maç bu. Zihinlerde kaybedilen bir maç.

Bunun yanında Galatasaray'ın bir sürü yanlışı oldu taktiksel açıdan. Bilal - Aghahowa, Fabregas - Adebayor & Walcott gibi bir hücum planı maçtan önce düşünülmeliydi. Bu tip oyunu, yani savunmanın arkasına sarkmayı en iyi yapabilecek oyuncu Baros, önce sağ açık bölgesinde siliniyor, Ümit'le değişiyor, orta bölgeden bir türlü pas alamıyor ve sonra da oyundan çıkarılıyor. Başka alternatif olmadığından dolayı Meira savunmanın önünde oynuyor ve performansının yükselişte olmadığını gözlemleyebiliyoruz. Daha önce de belirtmiştim, Meira'nın bu bölgede oynamasının ciddi sıkıntılar doğurduğunu da görmek gerekiyor bu maçtan sonra.

Saha dışı unsurlar var bir de. Yaratılan hava konusu ilk olarak.

Bir kere ezeli rekabetin adı Fenerbahçe - Galatasaray. Film afişinde adı daha üste yazılan başrol oyuncusu gibi ezeli rakibimiz. Bu minvalde Kadıköy'de oynanan derbiler daha önemli, öyle lanse ediliyor. Geçtiğimiz sezon Ali Sami Yen'de şampiyonluk maçı oynandı, ne bu kadar belgesel, anı programları oldu, ne de bilmem kaç saat canlı yayınlar. Medya'nın bu evrede üzerine düşen görevi arzulandığı gibi yerine getirdiğini görüyoruz. Daha çok okundukları, izlendikleri yalanını besleyen de bu kendi kurdukları düzen aslında. Onlar için bayram yaratıyorsun, onlar da karşılığını veriyorlar. Benim için bir şey oluşturmadın ki.

Aslantepe, Ali Sami Yen, çok farklı olmaz kanımca da, bizim Kadıköy'dekine benzer bir derbi havası oluşturabilmemiz çok zor. Etkenlerden biri olan medya konusunda zaafiyet var. Stada 55 bin kişi gelmesi, terör havası yaratılması -19 Mayıs 2007 yenildiğimiz maç- gibi unsurlar ana etkenler değil. 5 maç cezayı alıp susuyorsun.

Galatasaray'lı oyuncuların geriye dahi düşseler, dünyanın en saçma, amatör gollerini de yeseler, oyundan kopmamaları gerekiyor, Kadıköy'ü çözecek ilk şifre sanırım bu. Görüldü ki ilk golü atmak da çözüm değil.

Eğer Kadıköy yenilgilerine karşı bir psikolojik üstünlük sağlanacaksa, bunun yolu öncelikle Ali Sami Yen'deki maçlarda 3 ve daha üzeri gol atmaktan geçiyor, ikinci şifre de sanırım bu.

Kısa vadede, Türkiye Kupası olur, Lig maçı olur, bu kadro bozulmadan önce, yani teorik olarak favoriyken, birkaç defa Fenerbahçe'ye 3 ve üzeri gol atmak gerek, 3 bile az belki de, 4 ve üzeri. Dün gece 3 ile 4 gol yemek arasında bile psikolojik bir fark vardı aslında.

Bunu başardıktan sonra da medyayı kullanmak, gazete ekleri, canlı yayınlar, belki abartılı galibiyet sevinçleri, kutlama görüntüleri vs...

Aşırı motivasyondan uzak ama oyundan da kopmayan bir zihinle orada olmalıyız. 6 yabancı kuralı çıktığından beri Kadıköy'de 6 yabancıyla oynayamadık, eğer daha sakin bir yapı istiyorsak -diğer maçlarda 6 yabancının fazla olduğunu düşünsem de- Kadıköy'de elde bulunan bütün yabancı oyuncuları oynatmak da bir çözüm olabilir. Kupa havasının başka olmasının ve bizim takımda bir özgüven yaratmasının etkenliği dışında 5-1'lik zaferde 5 yabancılı bir kadronun da etkenliğinin dikkate alınması gerekir. Fenerbahçe bu yabancı imkanını sonuna kadar zorluyor ve bence oyunun gelişimine göre davranma açısından bu durum onlara büyük avantaj sağlıyor.

Maça dair tek güzellik, 2003 Miss Germany, 2007/2008 Top Model of Germany & the World, Alessandra Alores'ti.

10 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu

07 Kasım 2008

Avrupa Fatihi'ne Dönüşen Oyun Anlayışı



Yaklaşık 3 aydır bu oyun anlayışını anlatmaya çalışıyorum.

Rakip sahada basalım, baskı yapalım, top kazanalım, topa rakip sahada sahip olalım, daha çok sahip olalım, böylelikle rakibin bizim sahada paslaşmasını engellemiş oluruz, savunmamız rahatlar, kazanılan toplarda da yetenekli ayaklarla sonuca gideriz yeter ki sahamıza çekilip alan savunmasıyla rakibi beklemeyelim, topu savunmada kazanıp 70-80 metre hücum akışkanlığı yaratmak zorunda olmayalım, 4-2-3-1 oynayacaksak Arda-Lincoln-Kewell'dan birisini oynatmayalım vs...

Uzar gider oyun anlayışına dair olan bu yapıcı eleştiriler listesi.

Bu gece görüldü ki, bu eleştirilerin hepsinden pay çıkarılmış, Burak Dilmen'in Teknik Heyet'e katılmasının ya da oyuncuların kendilerinin inisiyatif almasının da etkileri olabilir tabi.

4-2-3-1 düzeniyle ama farklı, arzulanan, baskı yapan, pres yapan, ileride oynayan, topa sahip olan, yarı sahasına çekilmeyen, ilk toplara sürekli müdahale eden, olması gereken oyun anlayışıyla sahadaydık. Liverpool Modeli yazısında da anlatılan buydu. Böyle olunca Lincoln sırıtmadı aksine 2. yarı çok başarılıydı. Servet ve Emre Aşık, rakip oyunu bizim yarı sahamızda oynamadığından, bizim yarı sahamızda pas trafiği oluşturamadığından, ara ve duvar paslarına çok sık başvuramadığından, sıklıkla uzun ve geriden toplarla oynamak zorunda kaldığından, çok başarılıydı. Israrla, sürekli bunun vurgusu yapılmıştı, uygulamalı olarak bunu görmek inanılmaz sevindiriciydi. Sabri'nin 1-0 kazanılan Fenerbahçe maçındaki performansına yakın oyunu, sürekli baskısı, yine Ayhan'ın orta bölgede, geride beklemeyerek ve ileri çıkarak yaptığı pres, Arda'nın inanılmaz mücadelesi, presi, oyun aklı, Lincoln'le uyumu, Ümit Karan'ın hava topları ve ikili mücadelelerdeki etkinliği -kötü pas tercihleri de olmasa çok iyiydi diyebilirim- Baros biraz tutuktu ama mücadeleden kaçmadı asla, Meira tam bir ön libero gibi oynadı, alanını hiç boşaltmadı, baskıya katılmadı ve ön kesici görevini yerine getirdi, daha önceki maçlardaki basit top kayıplarına devam etti yine de, Lincoln 3'lünün ortasında ilk defa bu kadar etkiliydi, zaman zaman baskıya da yardımcı oldu, topu çok iyi sakladı, fizik gücü biraz daha iyi olsa, birkaç pozisyonu kendi değerlendirebilir ve skora adını yazdırabilirdi. Hakan Balta oyunun her iki yönünde de vardı, Arda'yı çok rahatlattı.

Baros----Lincoln---Arda
-------Ü Karan---------

şeklindeki hücum bölgesi oyuncu tercihleri bile oyun anlayışını inanılmaz etkiledi. Ümit Karan'ın mücadelesi, ona katılan Arda ve Baros, hatta Lincoln, arkalarından destek ekibi Balta, Ayhan ve Sabri'yle, zaman zaman Servet ve Emre'nin ön alana çıkışlarıyla rakibe olağanüstü baskı yapma şansına eriştik ve kazanılan topları iyi değerlendirdik. Kewell olsaydı ve bu 4'lüden biri oynamasaydı baskı yaparak, rakip sahada oynasak dahi bu kadar etkili bir futbol ortaya koyamayabilirdik. Maçın kısa özeti bu tabloda aslında.

Takım ileride oynadı, bloklar birbirine yakındı, geride beklemeyince uzaktan şutlar dışında çok pozisyon da görmedik kalemizde, maçın kırılma anı De Sanctis'in kurtardığı pozisyondu ilk yarıda.

Skibbe'ye bu gece oyun anlayışından dolayı hem çok kızdım, hem de teşekkür ettim. 3 ay önce, haftalardır eleştirildiği gibi, kendi inandığı oyun anlayışı yerine, Galatasaray'ın karakteristiğine, kadro yapısına uyan bu oyun anlayışını ve oyuncu tercihlerini sahaya yansıtsaydı şu an ligde 5 puan daha kredimiz olur, Şampiyonlar Ligi'nde de gruptan çıkma mücadelesi içerisinde yer alırdık.

Deplasmanda Benfica'yı yenmek çok güzel, darısı Fenerbahçe maçına artık. Bu oyun anlayışıyla devam edelim, zararın neresinden dönülse kardır, hataları kabul etmek, inandığı oyun anlayışının Galatasaray'a uymadığını görmek, kendi doğrularına ihanet etmek anlamına gelmez tam tersine olgunlaştığını, değişim gösterebildiğini, gelişime açık bir hoca olduğunu gösterir Skibbe'nin.

Bu oyun anlayışından bir sapma olmazsa hem oyuncu tercihleri hem de oyun planı anlamında, Skibbe'yle 5 yıllık sözleşme imzalansın, zira bazı oyuncularla da.

Sezonun en iyi Galatasaray'ıydı ve baskılı oyun anlayışından da beklenti bu yöndeydi açıkçası, en azından kendi adıma.

Teşekkürler Skibbe, alnından öpüyorum Arda, teşekkürler kaptanlar Ümit, Ayhan ve Galatasaray ruhunu sahaya yansıtan bütün oyuncular, teşekkürler stadda takımı destekleyen taraftar, teşekkürler bu takımı kuranlar.

7 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu

06 Kasım 2008

Liverpool Modeli



Takım dizilişlerinde tek bir doğru olmadığı, doğruluğun oyuncu yapısına ve futbolun tarihsel sürecine göre şekillendiğini söyleyebilirim.

Bazı takımların oyun anlayışı ve dizilişleri futbol üzerinde baskın bir hal aldığında, bu anlayışı yıkmak bir başka deyişle onu yenebilmek adına yeni dizilişler ve oyun anlayışları ortaya çıkıyor. Bu işin tarihsel kısmı. Bir de oyuncu ve takım karakteristiği konusu var. Mevcut kadronuz 4-4-2 oynamaya uygunsa, sizin aklınız için doğru 4-4-2 oluyor. Skibbe eleştirilerine karşı gösterilen duruşun temel noktasını da bu oluşturuyor aslında. Lincoln, Kewell ve Arda gibi 3 oyuncunuz varsa 3'ü de oynamalıdır yaklaşımı. Bu argümanı kanımca çürüten örnekleri Milli Takım kadrolarında rahatlıkla görebiliriz. Brezilya'nın çok yetenekli forvet oyuncuları arasında tercihler yapmak zorunda kalması, Chelsea'de, Manchester United'da Kalou ve Nani gibi oyuncuların yedek beklemesi gibi. Oyuncudan daha çok verim almak yerine takımın bütününden daha çok verim alan yapıların dünya futbolunda çoğu zaman daha başarılı olduklarını gözlemleyebiliriz.

Öncelikle tek bir doğru olmadığı tespitini yapabilmek için 2002 Brezilya'sına bakalım ;

------------------Marcos-----------------------
-----Lucio--Roque Junior--Edmilson------
Cafu---------------------------------R Carlos
-----------G Silva----Kleberson-------------
-----Ronaldinho-----------Rivaldo----------
------------------Ronaldo---------------------

3-5-2 ya da onun versiyonlarından biri olan 3-4-3 şeklinde açıklanabilecek bir diziliş. Scolari'nin Dünya Futbolu'na getirdiği önemli bir yenilikti bu oyun yapısı. Klasik 3-5-2'den tamamen farklı, günümüze uyarlanmış bir oyun yapısına dönüşmüştü. Modern 4'lü savunma anlayışı ve onun ekseninde gelişen 4-4-2, 4-2-3-1, 4-3-3 gibi türevlere karşı en önemli avantajı da analitik üstünlüğüydü, yani 9 oyuncuyla hücum şansı. Klasik 3-5-2'in 4-4-2'ye olan zayıflığı da buydu aslında 7 oyuncuyla hücuma karşılık 4-4-2'in geliştirdiği 2 bekin hücuma katılımlarıyla 8 oyuncuyla hücum anlayışı. Kaleci Marcos ve süpürücü Roque Junior'ın dışındaki diğer oyuncuların katılım sağladığı hücum varyasyonları. Bu sistem için kadroda Lucio ve Edmilson gibi topla çıkışlar yapabilen, adam eksiltebilen, top kontrolü ve pas yüzdesi neredeyse bir orta saha oyuncusu seviyesinde olan savunma oyuncularına ihtiyaç var. Bununla bitmiyor tabi ki, bu 2 oyuncudan birinin ileri çıkışlarında diğeri 4'lünün merkez savunmacıları gibi davranabiliyordu, bir çeşit 4'lü savunmaya da kayma yapılabiliyordu. Ayrıca 2 merkez savunma oyuncusunun ileri çıkışlarında kaybedilen toplarda sıkıntı yaşamamak için beklerin olağanüstü çabuk savunma alanına dönmesi ve kademeye katılması gerekiyor. Beklerin bu göreve ek olarak kanat bölgesinden bindirme yapmaları da 9 oyuncuyla hücum akışkanlığını temel taşlarından birini meydana getiriyor. Tüm sistem bununla da sınırlı değil, klasik 3-5-2'den farklı olarak merkez savunmacılar ya da diğer deyişle stoperler adam markajı değil, alan markajı uyguluyorlar. Bu konuda ise ön bölgede oynayan orta saha oyuncularının yardımları çok önemli bir hal alıyor. Kısacası bu sistemin kusursuz işlemesi için pek çok doğru parçayı, üstün yetenekli oyuncularla bir araya getirmeniz gerekiyor. R Carlos ve Cafu gibi 2 oyuncu pek bulunamadığından ve bu oyun yapısını uygulamak aşırı stratejik ve zor olduğundan Dünya Futbol'unda pek kabul görmedi.

Şunu da ekleyelim, daha önceleri bu formasyonu uyarlanmış bir oyun anlayışıyla deneyen oldu mu bilmiyorum ama hatırladığım 2 ayrı örnek var ve 2'si de aynı isme ait. Lucescu. İlk denemeyi Scolari'den de önce Galatasaray'da bir Bayern Münich hazırlık maçında yapmıştı. Capone - Popescu - Ahmet kurgulu bir 3'lü alan savunmasıydı. Ahmet'in bu yapıya uygunluğunu kavrayan Lucescu, sistemin Scolari'yle büyük başarı sağlamasından da güç alarak, yenilmez Beşiktaş'ı yarattı. Kurgu Zago - Ronaldo - Ahmet'e dönüşmüştü. Carlos ve Cafu yoktu bu sebeple aksayan kısımların kanatlar olacağı belliydi, yani Üzülmez ve çabukluğu sebebiyle o bölgeye devşirilen Dobrowski.

Tüm bu uyarlanmış 3-5-2 gözlemlerini yapmış olmama rağmen, 4'lü savunmanın hala bir Teknik Direktör'ün vazgeçmemesi gereken tek unsur olduğunu düşünüyorum. 1994'te 4'lü savunma oynayan Brezilya'dan günümüze kadar olan turnuvalardan sadece bir tanesinde 3'lü savunmanın başarı sağlaması da aslında 4'lü savunmanın süregelen üstünlüğüne işaret ediyor. Tek bir doğru olmadığı ama 4'lü alan savunmasının da yerinin mutlak ayrı olması gerektiğine ve bunu oynatmayan hocaların sorgulanması gerekliliğine inanıyorum. Çünkü Lucescu gibi istisnalar dışında 4'lü savunma oynatmayan bir hocanın futbolun gelişimine adaptasyon sağlamadığını söylemek zor olmamalı. Feldkamp bile 1993'ten beri takım çalıştırmamasına rağmen -Beşiktaş'ı saymıyorum 10 maç olduğu için- bu değişimi kavramıştı. Skibbe'yi bir maçlık bile olsa 3'lü savunma oynatması sebebiyle çok eleştirdim, takımlara bir maç 3'lü, bir maç 4'lü oynatmanın sadece menajerlik oyunlarında olabileceğini düşünüyorum, sahada bu tür değişiklikler yapmak kolay değil.

Bu konuda son söz, 4'lü alan savunması temelinde, takım karakteristiğine ve oyuncu yapısına uygun bir diziliş o takımın akıl futboludur kanımca. Bu Kalli'nin 4-3-1-2'si de olabilir, Skibbe'nin 4-2-3-1'i de. En önemli olan –diziliş de mutlak etkenlerden biri, belki de en önemlilerinden- oyun anlayışı, takımı nasıl oynatmak istediğiniz, oyuncuların durdukları bölgelerden çok görevleriyle ilgili olan plan.

Skibbe'nin istediği oyun anlayışıyla Galatasaray'ın, özellikle Türk oyuncularının alışkanlık kazandığı oyun anlayışı arasında ciddi farklılıklar, uyuşmazlıklar var.

Lincoln, Arda ve Kewell'dan birisini oynatmamak tespiti önemli, bu noktada benim tercihim Lincoln olurdu. Lincoln'un form durumunu göz ardı etmeden söylüyorum bunu. Lincoln'un Kewell'ı yedeklemesinin oyun aklı olarak takımı daha üst seviyeye getireceği inancındayım. Skibbe'nin önceliği oyunculardan bireysel olarak verim sağlamak yerine takımsal verimi ön plana çıkarması olmalı. Burada devreye orta sahanın orta bölgesi giriyor savunma anlamında. Sakatlıklar düzeldiğinde Skibbe'nin tercihlerine göre bazı sorunlara -Steaua maçı oyuncu tercihleri- çözüm üretip üretemeyeceğini göreceğiz.

Lincoln tercihsizliğine ve 4-2-3-1'in sadece Skibbe'in düşündüğü oyun anlayışına mahkum olmadığına dair çok güncel bir örnek vererek argümanı geliştirmek istiyorum.

Salı gecesi Şampiyonlar Ligi'nde Liverpool - Atletico Madrid karşılaşması vardı. Liverpool'un dizilişi ve oyun anlayışı Skibbe için özel ders niteliğindeydi.

-----------------------Reina------------------
Arbeloa---Carragher---Agger---F Aurelio
--------Mascherano-----Alonso----------
---Kuyt-----------Gerrard----------Riera--
-----------------------Keane------------------

Diziliş 4-2-3-1 ama nasıl bir 4-2-3-1, inceleyelim.

"Oyun anlayışı olarak rakip sahada oynayan, rakibe basan, rakip savunmanın önündeki alanda veya rakip savunma ile orta çizgi arasında kalan alanda mutlaka top kazanarak tekrar atak olgunlaştırabilen, topa daha çok sahip olan, rakip ataklarda alan savunması amacıyla kendi sahasına yerleşmek yerine rakibe müdahale eden bir savunma kurgulu yapıya geri dönmemiz gerekiyor."

Eskişehirspor maçından sonra yazmıştım bunları, Cevat Güler'in Galatasaray'ına geri dönüş kurgulu ve üzerine eklemeler yapılmış bir sistemden bahsediyordum. Model tam da Liverpool'muş. Salı gecesi Liverpool bu oyun anlayışını yazdığım bütün unsurlarıyla sahaya yansıttı, bunun yanında Skibbe'den takıma kazandırmasını beklediğimiz unsurları da sundu. Hızlı, ayağa ve yerden paslar, kanat bölgelerinden olgunlaşan bir hücumun ceza sahasına ortayla sonuçlanmaması, bunun bir gereksinim olmaması ve sabırla rakip savunmanın açığını bulana kadar rakip yarı sahada, ceza sahası önünde paslaşmaya devam etmeleri, Alonso'nun diagonal ve uzun pasları, Agger'in aralıklı çıkışları ve en önemlisi Lincoln bölgesinde oynayan ve 4-2-3-1'in en önemli pozisyonu olan bölgedeki Gerrard'ın olağanüstü oyunu. Sağ ve sol kanat bölgelerine yardım, baskı, pres, fizik güç, ters toplar, oyundan hiç düşmeme, oyunun her iki yönünü de oynama. Lincoln'de bulamadığımız ve bulmayı da beklemememiz gereken özellikler, görevler. Ancak 4-2-3-1'in sadece Skibbe'nin Lincoln dahilinde kendi yarı sahanda baskısız alan savunması, rakip sahaya yerleşmeden hücum şeklinde olmadığının gösterimi açısından Benitez ve Gerrard'ın sundukları oyun anlayışı, büyüleyiciydi. Benzer bir yapıyı eksikleriyle Galatasaray da kurmuştu geçtiğimiz sezon.

Liverpool ve 4-2-3-1 tabanlı Kewell-Baros ikilisiyle bunu kusursuza yakın hale getirme şansı da doğmuştu. Meira gibi geriden oyun kurabilen bir oyuncunun varlığı da önemli bir etken olabilirdi kusursuzluk adına. Bu şansları şu ana kadar kullanamadı Skibbe, kendi oyun anlayışıyla devam ediyor, saygı duyulmalı ama bu oyun anlayışının mutlaka gözden geçirilmesi, Türk oyuncu yapısıyla uyumlu şekle getirilmesi ve Galatasaray karakteristiğiyle örtüşmesi gerekiyor, diğer türlüsü 1 sezonluk bir denemeden öteye geçmeyecektir.

6 Kasım 2008

A. Eren Loğoğlu

31 Ekim 2008

Bandırma'da Basketbol Dersi



Seyir zevki yüksek, kimi zaman sert kimi zaman stratejik ve kaliteli bir basketbol izledim, sonunda kazanan olmak bunlardan da önemliydi tabi ki takımlardan biri Galatasaray olunca. Futbol takımının aksine basketbol takımı geleceğe yönelik çok güzel izlenimler sunan oyunlar sergiliyor üst üste.

Kısa kısa oyuncu performanslarından ve bazı anlardan bahsedeyim.

2. periyotta kısa oyuncularımız 2 fast break'te 3'e 1 pozisyonlarda son pası yanlış adama verdiler, bir tanesinde de Zizic hücum faul yaptı sanırım trailer olarak gelmesine rağmen. Bu ve benzer bir kötü fast break hücumundan sonra Milojevic kazandığı bir savunma ribaundunun ardından tüm yarı sahayı geçti ve rakibin önüne geldiği anda sağına pasını vererek 2'ye 1'in sayı olarak değerlendirilmesini sağladı. Ders gibiydi kısa oyuncularımıza. Dejan oyun zekası çok yüksek bir oyuncu, Gurovic'e sol dipte hazırladığı bir 3'lük pozisyonu vardı yine. Teke tek oynadığı hücumlarda rakibin zayıf tarafından dönmesi, power forward için kısa olan boyuna rağmen yaptığı ribaundlarla, fast break'lere olan katılımlarıyla basketboldan ne kadar iyi anladığını gösteriyor. Tam bir saha içi koçu. Bu yıl Galatasaray'ın en büyük şansı Dejan Milojevic'in sahada olduğu anlar olacaktır.

Şundan da bahsetmek gerekiyor, TBL takımları kadrosunda 5 sahada ise 3 yabancı bulundurabiliyor. 2. periyotta bir ara kim giriyor kim çıkıyor anlaşılmaz bir hal aldı. NBA rotasyonundan farksızdı ama Murat Hoca'nın bu hamlesini de biraz abartılı buldum, her ne kadar zorunluluktan yapsa da. Bazı oyuncular 1 dk. yan yana oynadıktan sonra tekrar kenara geldi, 1 dk. sonra tekrar başka oyuncular girdi. Bu duruma biraz daha düzenleme gerekiyor. Banvit maçındaki taktiksel artılarımızdan biri 3. ve 4. periyodda Strickland'ı bu rotasyona sokmamak oldu. Bu sayede Graves, Zizic, Gurovic ve Dejan'dan büyük katkılar sağladık. Strickland'ın bu oyunculardan birinin sürelerinden çalması Galatasaray'ın zararına olurdu.

4. çeyrekte 62-76 öne geçmemizdeki en büyük pay oyun kurucu Cüneyt Erden'indi. Üst üste 2 uzun fast break pasıyla takımı çok iyi yönetmeye başlamıştı. Şut tercihleri konusunda da fena değildi. Ancak fark 14 olunca Coach'un doğal olarak oyunu yavaşlatalım isteğiyle organizasyon konusunda sıkıntı çekti Cüneyt. 24 saniye hücum süresinin en az 14 saniyesini kullanmak istiyordu Coach Özyer. Cüneyt ise 10 saniye içerisinde acele ve sayı olmayan 3'lük denemelerine girdi. Takım bir anda çözüldü, savunmada da drive'lara engel olamadık ve fark 1'e kadar düştü. Farkın açılmasının da azalmasının da sorumlusu Cüneyt Erden'di. Basketbolun kısaların oyunu olduğu ve guard'ın kadar konuşursun klişelerinin anlatımı gibiydi Cüneyt'in performansı. En büyük kadro sorunumuz da burada ortaya çıkıyor. Cüneyt'in dinlenmesini sağlayacak bir oyuncumuz malesef yok, Strickland hem yabancı rotasyonu hem de oyunculuk niteliği olarak yeterli gözükmüyor. Murat Kaya geldiğinde bu görevi üstlenecektir. Tufan Ersöz'ün de iyileşmesiyle kısa Türk rotasyonu tamamen aktif hale gelebilir ki buna çok ihtiyacımız var.

Hüseyin'in son tipi maçı kazandıran basketti, bu tür faydalarını çok göreceğiz sanırım sezon içerisinde çok süre almasa da, bir de bloğu vardı sayı kazandıktan sonraki Banvit hücumunda. Pota altı rotasyonumuz muazzam, Zizic'in özellikle hücumda çok silahı var, dış şutlar, pivot oyunları, pick'n roll sonrası devrilip pası alma kısaca ikili oyunları da çok iyi, savunması da hücumu kadar olmasa da iyi, ribaundlar konusunda başarılıydı her ne kadar caydırıcı bir center olmasa da. Cemal Nalga'nın savunmada kendisinden istenenleri yapması, size olarak rakip pota altı oyuncularıyla boğuşması Özyer için yeterli olacaktır bu sezon.

Erdem Türetken bu sezonun en önemli parçalarından. Rakip takımın oyun kurucusundan 4 numarasına kadar herkesi savunabiliyor, 2 ya da 3 hücum sayı ya da asistle bitirdiği mismatch'leri çok başarılıydı. Dış şutlarını da soktuğu gün çok önemli bir oyuncu haline gelecektir.

Son olarak Gurovic ve Graves'e değinelim. Çok özel iki oyuncu. Gurovic 3 numaraya göre uzun olan boyunun da etkisiyle birkaç defa el üstü şutlar denedi ve başarısız oldu, bunu asgariye indirip set hücumunda boş üçlükleri sayı yapsa daha çok katkı sağlayacak. Çok skorer bir oyuncu, elinin sıcak olduğu günler 25-30 civarı sayı atabilecek bir potansiyeli var. Graves de Zizic gibi hücumda çok yönlü ve bu takıma çok katkı sağlıyor. Bazı takımların özellikle penetresi olan kısaları durduramadığını ve böyle çok maçlar kaybettiğini basketbolu yakından takip eden pek çok kişi anımsar. Efes'in Zalgiris'e Tynus Edney yüzünden yenilişi ya da LA Lakers'in Iverson'ın, Parker'ın penetrelerini kendi guardlarının daha hızlı olamayışından dolayı durduramaları gibi. Graves bizim takıma böyle bir avantaj sağlıyor, potaya yüklenişi hem akıllıca hem de güçlü bitirebiliyor. Bunun yanında bir de şut silahı var. 4 ya da 5 numaranın screen'inden çıkınca 2 farklı silahı olduğu için de penetresini durdurmakta rakip takımlar zorlanıyor.

3 Yugoslav ekolünden oyuncusu olan bir takımın saha içinde pek çok şeyi doğru yapması kolaylaşıyor. Murat Özyer de bu sene set hücumları konusunda çok daha başarılı. Geçtiğimiz yıl oyuncu yapısı gereği fast break organizasyonu vardı ama daha iyi bir takım olacaksak -Phoenix Suns'ın ya da diğer bir deyişle Run'n Gun basketbolunun şampiyon olamaması- set hücumlarına ve savunmaya daha çok önem vermeliydik, öyle de oldu. Bu dönüşümden dolayı hocayı tebrik etmek gerekiyor, yanlışı görerek doğru bir organizasyon içine girmişiz, tecrübelendikçe 4. periyodları daha da iyi yöneteceğini umuyorum.

31 Ekim 2008

A. Eren Loğoğlu

30 Ekim 2008

Yağmur

I

Uykusuz, kaçak geceleri
Ve güneşli gündüzleri bitiren ıslaklık
Bulutlardan yüreğime düşen aklık

Damla şekline bürünüp beynime sızdın
Karanlık ve hüzün
Güzelliğindeydi yüzün

Issızdın

Sahi yüzün
Çarpıcı, sarsıcı
Mavi okyanuslar taşıyan gözlerinle

Koşa koşa
Eylül'lerden geçerek geldin yanıma.

Yorgundun
Son durağın yolcusu gibi

Üşüyordun, sarıldım.

II

Uykusuzluğum benim
Yağmurum

'Sana yağmur diyorum ıslaklığım bundan' (*)

Bundan ve aşktan sırılsıklam

Deli dolu
Ulu orta, yalansız
Bilinci açık bir iyileşme süreci

Biz

Masum ve samimi bir giz
Buğulu, sisli bir mavilik
Denizler büyüyor gözlerinle

Yağmurum

Sar yaralarımı
Tarihe karşı sorumlu ve duyarlı sözlerinle

Saramago okuyalım, Neruda şiirleri

Çocuklar kadar heyecanlı, titrek sesler duyulsun

Sesimiz
Soluksuz ve isyan ateşi gibi yakıcı olsun.

(*) Yılmaz Odabaşı'nın 'Sana Yağmur Diyorum' şiirinden

30 Ekim 2008

A. Eren Loğoğlu

29 Ekim 2008

Uykusuz Geceler, NBA



Normal sezonun en çok galibiyet alan takımı muhtemelen Los Angeles Lakers olacaktır. Gasol-Odom-Bynum üçlüsünü aynı anda sahada bulundurmayıp, Kobe'nin kenarda oturduğu zamanlarda da skor üstünlüğünü sağlayacaklardır. Odom ilk 5 başlamazsa sezonun en iyi 6. adamı olabilir, Bynum da en çok gelişme gösteren oyuncu. Lakers'ın Play Off'larda ne yapacağını, Batı Savaşı'nı kazanarak Doğu Şampiyonu'na karşı bir üstünlük sağlayıp sağlamayacağını zaman gösterecek, bunu konuşmak için Doğu Basketbolu'nun geçen sezon kaldığı yerden devam edip etmeyeceğini görmemiz gerekiyor.

Batı'da gelişimini devam ettirmesi beklenen takım New Orleans Hornets. Batı'yı 2. bitirerek muhtemel bir Konferans Finali de yapabilirler. CP3, Mo, West, Stojakovic, Chandler yapısına 2 yüzüğü bulunan James Posey'i eklediler özellikle Play Off'larda önemli bir katkı alacaklardır Posey'den. West geçtiğimiz sezon gösterdiği performansı yakalarsa kanımca Lakers'tan bir adım öndeler Konferans Şampiyonluğu için.

Rick Carlislie'lı yeni Dallas Mavericks, San Antonio Spurs hanedanlığı, Jerry Sloan felsefesiyle Utah Jazz, sakatlıklardan kurtulamayan Ron Artest'li Houston Rockets, 3 - 6. sıralar için yarışacaklardır. Phoenix Suns ve Steve Nash'in düşüşe geçerek 7.liğe kadar gerileyeceğini düşünüyorum. Shaq kumarını, The Matrix'i ve Mike Di Antoni'yi kaybettiler, bu sene onlar için çok zor olacak. Bu takımların arasından sıyrılan olursa eğer Dallas'ın Batı'yı 2. bitirebileceğini, oyuncuların sağlık durumuna göre de Houston 4 - 7.lik arasında gel-gitler yaşayabileceğini söyleyebilirim.

8. sıra için adayım Portland Trail Blazers. Greg Oden'a kavuştular. Bu sene özellikle Rudy Fernandez'i takip edeceğim. Avrupa basketbolunda en beğendiğim isimlerden biriydi, kariyer yolunun Jose Calderon, Juan Carlos Navarro gibi İspanyol oyunculardan farklı olacağını ve bu yıl olmasa bile All Star seviyesine yükselebileceğini düşünüyorum. NBA'in bir başka İspanyol Ricky Rubio'u da beklediğini hatırlatalım.

Gelelim Doğu'ya.

Josep Guardiola'nın FC Barcelona'ya yaptığı etkiye benzer bir etki de Michael Curry'den bekliyorum. Pep'in futbolculuğu kadar değerli bir basketbolcu olmadı Curry, çok uzun süreler almadı ama onun karakterinden, oyun zekasından, saha içi ve dışındaki liderliğinden sürekli bahsedildi. Sanders'tan yani daha çok hücum daha yumuşak savunma anlayışından kurtulacak olan Detroit Pistons'ın hem yaşlanan hem de gençleşen kadrosunun değişime girmeden önceki son kozlarını oynadığını da göz önüne alırsak Doğu Şampiyonu olabileceklerini söyleyebilirim. Kenardaki genç oyuncuların bir yıl daha tecrübe kazanmış olmalarının katkısını hem normal sezonda hem de Play Off'larda göreceklerini düşünüyorum.

Şampiyon Boston Celtics'in Posey kaybı normal sezondan çok Play Off'ları etkileyecektir. Yüzüğe kavuşan oyuncularda şampiyonluğu koruma adına bir motivasyon da, şampiyonluk kazanmış olmaktan dolayı bir motivasyon kaybı da olabilir, bunun Celtics'in durumunda çok belirleyici olacağını düşünüyorum. Burada görev Garnett ve Pierce gibi olağanüstü lider iki oyuncuya düşüyor, başarıyla yerine getireceklerdir. Pistons'ın daha önceki yıllarda çektiği bench sıkıntısını kanımca bu sezon Celtics'te göreceğiz ve bu durum şampiyonluğu kaybetmelerine sebep olabilir.

3.lükten 5.liğe doğru sırasıyla Cleveland Cavaliers, Orlando Magic, Toronto Raptors tahmini yapabilirim. Sixers ve sağlıklı bir Wizards süpriz yaparak bu grubun arasına 5. sıradan girebilirler.

8. sıra için adayım Charlotte Bobcats. Tek sebebiyse Larry Brown. En büyük rakipleriyse Miami Heat olabilir. Wizards'ın bir düşüş yaşama ihtimali dahilinde, Flash'ın bu yıl tekrardan bir patlamayla bireysel performans açısından zirve yapması, Beasley'den de en yüksek verimi almaları durumunda Play Off'lara kalabilirler. Wade'in olağanüstü bir sezon geçireceğini Olimpiyat'larda gördük aslında.

Şimdilik kısa da olsa tahminler böyle. Ön bilgilerle takımları, oyuncuları izlemeden yapılan tahminlerin geçerliliğine pek inanmam. Takımları izledikten sonra çok daha sağlıklı tahminler yürütebiliriz. Elimizde gözleme dayalı veriler olacağından teknik analiz yapma şansımız da kolaylaşır böylelikle.

Güzel bir NBA sezonu olsun, Batı Konferansı'nın Play Off heyecanı geçtiğimiz sezondan da yüksek olsun, Kobe artık Play Off'larda da bir şeyler yapsın, 50+ sayı üretsin 30+ ortalamayla oynasın, Finals MVP olsun, bunlar olmazsa Shaq Kobe için eski günlerdeki gibi diss atsın, Wade normal sezonun en çok sayı kaydeden oyuncusu olsun, Detroit Pistons yeniden Bad Boys olsun, Big Ben geri dönsün, şampiyonluk kazansın, CP3 Play Off'larda kaldığı yerden devam etsin, Doğu-Batı maçını Doğu kazansın, King James Sezon MVP'si olsun, MJ'in ruhu Chicago'ya dönsün, kazanmayı daha çok istesinler, yarışmacı olsunlar, Portland Jail Blazers Play Off yapsın, heyecan, adrenalin Nadal-Federer 2008 Wimbledon Finali'nden daha çok olsun, Jack Nicholson'a teknik faul çalınabilsin, Rihanna maçlara gelsin, Amerikan Milli Marşını okumasa da olur, Tom Brady, Gisele'i maçlara getirmekten vazgeçsin, Victoria's Secret Fashion Show'da Heidi Klum & Seal çiftinden rol çalsınlar biraz, Adriana Lima da Marko Jaric'in maçlarında yer almasın, oyuna konsantrasyon gösterelim, Larry Brown yine yeni yeniden yılın coach'u olsun, Madison Square Garden'da sadece konser verilsin, Tony Parker Emmy, Academy gibi ödül törenlerine Eva Longaria kontenjanından katılmasın, yapımcılığa soyunsun, Murat Kosova ve Kaan Kural daha uzun süreli bir NBA Stüdyo hazırlasınlar.

Pazar günleri hafta içi oynanan maçlardan en iyi 10'unun 30'ar dakikalık özeti olacakmış NBA TV'de, Pazar günü Premier League, La Liga, Serie A, Turkcell Süper Lig, TBL, TBBL rotasyonuna nasıl eklenecek bu süre, merak ediyorum.

İyi seyirler, uykusuz -kingodisco'lu- geceler başlasın.

29 Ekim 2008

A. Eren Loğoğlu

28 Ekim 2008

Benzerlik ve Geleceğin Aynası



Skibbe'nin Galatasaray'ı oyun anlayışı yönüyle Zico'nun Fenerbahçe'siyle ciddi benzerlikler taşıyor.

Öncelikle 4-2-3-1.

------------Volkan-----------------
Gökhan---Edu------Lugano---R Carlos
--------Maldonado--Aurelio---------
Deivid--------Alex-----------Uğur B
-------------Semih-----------------

Maldonado'nun yerine Selçuk, Uğur Boral'ın yerine Colin Kazım, Semih'in yerine Kezman, R Carlos'un yerine Wederson oynadı zaman zaman.

Geçtiğimiz sezon Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi gruplarında 2. olmasına rağmen iyi oynamadığı ve daha ileriye gidemeyeceği düşüncesindeydim. Stratejik oynuyorlardı, duran topları iyi kullanıyorlardı ve Deivid kariyerinin en iyi oyunlarını çıkarıyordu sonuca etki olarak. Spor kamuoyundaki genel kanı Fenerbahçe'nin çok iyi oynadığı şeklindeyken, hakları teslim eden ancak söylenilen kadar da iyi olmadığına kanaat getirilen bir Fenerbahçe vardı. Sürekli duran toplardan gol bulmaları, Alex'in varlığına bağlı olan oyun yapıları, durağan, bireysel yeteneklerle sınırlı bir hücum anlayışı, bütün orta sahayı toparlayan bir Aurelio, fantastik Deivid, rakibe basmayan, mücadele etmeyen, rakibin topla oynamasına daha çok izin veren ve özellikle Aurelio'yla kazanılan topları Alex'e aktararak hücum akışkanlığını sağlayan, lig şampiyonluğunu kaybetme sürecinde taraftarı, camiası tarafından bu stratejik ama mücadeleden kaçan oyun anlayışı sebebiyle ruhsuz olarak adlandırılan bir takımdı Fenerbahçe. Bu eleştirilerin tamamı medyada yapıldı ve haklılık payı çok fazlaydı. Bunun yanında bu oyun anlayışının karşıtı bir görüntüsü vardı Galatasaray'ın. Şampiyonluk maçında ezeli rakibinin 85. dakikada pes etmesini sağlayacak kadar da baskındı bu hali veya 1-0 geriye düştüğü maçı 2-1'e, 2-2 olan maçı 3-2'ye, 3-3 olan maçı 5-3'e getirecek kadar mücadeleci, topa hakim, rakip sahada oynayan, yılmayan, bunaltan bir Galatasaray’dı. 11 Çılgın Türk kadrolarıyla, Lincoln'süz kurgulanan bir yapıydı bu.

Galatasaray'ın geçtiğimiz sezonki yapısının zaafları da vardı elbette. 5-1'lik Leverkusen maçı bunu gün yüzüne çıkarmıştı. Kaleci sorunsalı, tecrübesizlik, yaratıcı oyuncu eksikliği, sağ bek sorunsalı gibi. Bu sorunlardan en iyi yararlanan hoca, Skibbe göreve getirildi bu sezon. Oysa kaçırılan bir nokta vardı. Aynı oyun anlayışı ve dizilişle oynayan Fenerbahçe'ye karşı 4 maçta 2 galibiyet 1 beraberlik ve 1 mağlubiyet alınmıştı. Keza Leverkusen ilk maçının ilk yarısı muazzam bir oyun oynanmış, rakip sahasından çıkamamıştı. Bu bir paradoks anlamına geliyordu. Fenerbahçe'nin Galatasaray maçlarındaki zaafı özellikle son maçta mücadele gücünü kaybetmesi ve Galatasaray'ın akıl almaz baskısı karşısında yılmasıydı. Diğer derbilerde yenilmeyen ve Şampiyonlar Ligi'nde önemli maçlar kazanan, kötü ama stratejik oynayan bireysel yeteneklere dayalı bir Fenerbahçe vardı Galatasaray'ın karşısında. Leverkusen'in farkı bireysel yetenekleri sınırlı da olsa mücadele gücünün daha yüksek olmasıydı bu da zaaflardan yararlanılmasıyla birlikte skora yansıyacaktı.

Zico'nun geçen yıl ve bu yıl da Skibbe'nin uyguladığı stratejik 4-2-3-1'in en önemli yansıması büyük ve küçük maçlar şeklinde oluyor. Temel benzerliklerden biri bu. Bunun sebebinin sadece oyuncu konsantrasyonu olduğunu söyleyemeyiz. Geçtiğimiz sezonun Fenerbahçe'si ve bu sezonun Galatasaray'ı, rakibe oynama şansı veriyor, kendi yarı alanında alan savunması yapıyor -Chelsea ilk maç ilk yarı, Fenerbahçe'yle alay edildiğini düşünüyordum- rakibi bozma ihtiyacı hissetmiyor, mücadele gücü zayıf bireysel yetenekler ön plana çıkıyordu. Büyük addedilen maçlarda daha çok yardımlaşan, mücadeleyi biraz daha artıran oyuncular oyun anlayışı içerisinde bir farklılık yaratıyorlar ve bu sonuca etki ediyordu ancak tam tersine küçük addedilen maçlarda bireysel yeteneklerin oyunu çözmesi bekleniyor, mücadeleden kaçılıyor ve sonuç hüsran oluyordu. Senaryo aynı sadece oyuncular farklı, onlar da görev yönüyle benziyorlar. James Bond karakterinin Pierce Brosnan, Roger Moore, Sean Connery tarafından oynanması gibi bir şey bu.

Geçtiğimiz sezonun Fenerbahçe'si ve bu sezonun Galatasaray'ını bir de oyuncular açısından karşılaştıralım. Oyun anlayışından sonra oyuncular konusunda da o kadar çok benzerlik var ki, yazarken bile şaşırıyorum.

Sağ bekler Sabri ve Gökhan G. Görevleri aynı oyun anlayışı gereği. Her iki oyuncunun da kademesi zayıf, hızlılar ve dripling yapabiliyorlar. Ortaları zayıf, bu sebeple Gökhan daha çok pası tercih ederek oyun akışkanlığı sağlarken, Sabri ceza sahasına orta yapmak konusunda ısrarcı ve hücumu zayıflatıyor.

Savunmanın ortası Servet ve Edu. Avrupa maçları göz önüne alındığında her ikisinin de performansı birbirine yakın. Ancak Türkiye Ligi'nde yanında oynayan Emre G, önünde oynayan Mehmet Topal, Barış ve Ayhan'ın da etkisiyle Servet Çetin sezonun tartışmasız en başarılı savunma oyuncusuydu.

Orta sahanın ortasında Ayhan ve Aurelio. Lincoln'ün ve Alex'in arkasını toplamakla görevli iki oyuncu. Aurelio'nun bu işi daha iyi yaptığı bir gerçek, geçen sezon kazanılan Avrupa başarısında da bu sezon hüsrana uğranılan Avrupa maçlarında da onun varlığı ve yokluğunun büyük payı var. Ayhan'ın veya bu toparlama, top kazanma ve savunmanın önünü kapama görevini üstlenecek oyuncunun -M Topal'ın- performansı bu yıl Galatasaray'ın Avrupa'da ne kadar ilerleyeceğinin de göstergesi olacak.

3'lünün ortası Lincoln ve Alex. Hocalarının onlara verdikleri görevler, oyuna olan etki ve etkisizlikleri o kadar çok benziyor ki. Yıllardır Alex'in Fenerbahçe'nin hem kurtarıcısı hem de kanayan yarası olduğu söylendi. Her ikisinde de haklılık payı var. Kurgulanan sistemin en önemli oyuncusu 3'lünün ortası çünkü. Hücumda bütün organizasyon onun ayaklarında. Sağ, sol ve ileriye dikine oyun onun zihninden gelişiyor. Alex'in fiziksel yeterliliği Lincoln'den daha iyi ama onun da düşüş yaşadığı dönemler oluyor. İlginç bir benzerlik de istatistikler. Alex'in abartılan asist sayılarına şimdilerde Lincoln erişmiş durumda. Her iki oyuncu da bütün duran topları kullanıyor ve bu istatistiğe yansıyor. Alex'in ceza sahası içerisinden gol yapmak konusunda daha uzman olduğunu da söyleyelim. Lincoln Alex'ten daha mücadeleci ama takım savunmasına katkısı yine de çok az. Alex iyi bir profesyonel, Lincoln'de ise ciddiyet sorunu var. Lincoln topla oynamayı biraz daha çok seviyor, Alex tek top uğraşında ve top sürme anında savunmanın arkasına hızlı paslar çıkarabiliyor. Alex ve Lincoln'ün görevleri hemen hemen aynı.

3'lünü sağı ya da solu. Arda ve Colin Kazım, Kewell ve Deivid. Sırtı dönük top alma, saklama, birkaç çalım girişimi, kanat varyasyonlarına katkı. Arda'nın Colin'e göre bireysel oyun zekası ve yeteneği farklılığı yaratan nokta. Arda ayrıca lider bir oyuncu, bu sebeple daha farklı görevler de üstleniyor ama temelde yaptıkları görevler benzer. Fantastik iki oyuncu Kewell ve Deivid, bir uzaktan şut, bir kafa vuruşu, bir vole ile skoru değiştiren yetenekler.

3'lünün önünde Kezman ve Baros. Yapmaları istenen görev aynı. Rakip savunmayla boğuşmak, rakip savunmanın arkasına koşular yapmak, arkasındaki 3'lüye gol yolları açmak, duvar pasına duvar olmak, zaman zaman kaleyi yoklamak ve son vuruşlarda başarılı olmak. Baros daha hızlı, daha kuvvetli, Kezman'ın son vuruşları daha teknik ama özünde ve görev olarak aynı.

4-2-3-1 çerçevesinde oyuncu profillerinin bile benzediği iki takım görüntüsü var ortada. Garip, ilginç, çarpıcı bir şey bu. Geçtiğimiz yıl Fenerbahçe'den kötü futbol oynuyor, bir yapı, sistem oluşturamadı sadece stratejik ve bireysel yeteneklere dayalı oynuyorlar ve bir yerde takılacaklar şeklinde bahsediyordum, çok sürmedi oyun anlayışı önce 27 Nisan sonra da 22 Ekim gecesi çöküntüye uğradı.

Aynı sorunla Galatasaray da karşı karşıya. Aurelio görevi üstlenecek oyuncunun performansının çok üst düzey olması gerekliliği bir yana, Lincoln'ün Alex etkisini skora yansıma anlamında devam ettirmesi, Kewell'ın Deivid katkısına devam etmesi, Baros'un Semih görevinin daha çok üstlenmesi sonucu büyük maçların arenası Avrupa'da Olympiacos maçı gibi iyi dönemsel oyunlar gördüğümüz bir sezon yaşamamız olası. Bursaspor, Eskişehirspor gibi maçlarda da puan kayıpları yaşamamız normal bu oyun anlayışına göre. Özlenen, beklenen, şampiyonluklara 4-5 yıl ambargo koyacak, Avrupa Kupaları'nda da iyi bir seviyeye gelecek yapı bu mu peki? Sanmıyorum. Fenerbahçe'nin şu anki hali de bunu anlatıyor gibi. Bu oyun dizilişinden daha çok 4-2-3-1'in sunduğu oyun anlayışıyla ilgili. Bunda teknik adamların oyuna nasıl baktığının da önemi var.

27 Ekim 2008

A. Eren Loğoğlu

Kaybedilen Yapı ve Özgüven



Pek çok spor yazarının, kamuoyunun kabul ettiği, oyunun ve sonuçların gösterdiği üzere kötü bir performans sergileyen Fenerbahçe'nin sadece 2 puan önünde, sezon başından beri sürekli iyiye gittiği forumun geneli, spor yazarları ve kamuoyunun ortak görüşte birleştiği Galatasaray. Yani tarihinin en kötü sezonunu geçiren Fenerbahçe 2 hafta sonra Galatasaray'ı yenerse -derbilerde evsahibi takımın kazanması olası sonuç- rakibinin 1 puan önüne geçmiş olacak 10 hafta sonunda. Sezon başından beri Galatasaray'ın oynadığı futbolun doğru gözlem fakat yanlış analizler sonucu geldiği nokta malesef budur. Takımın sadece 2 maçın -Kayseri, Olympiacos- 45'er dakikasında başarılı işler yapabildiğini, bunun dışındaki maçlarda çok ciddi sıkıntılar içerisinde olduğunu, bunun yanında bireysel yeteneklerin etkisiyle var olan geleceğe yönelik umutlu olmak dışında da ışık vermediğini görebilmek için bu sonuca ihtiyaç olmamalıydı. Deplasmanda oynanılan 6 maçta 2 galibiyet 1 beraberlik ve 3 yenilgi aldık. Skibbe'nin takımın çabuk savunmaya geçerek uygulamasını istediği alan savunması konusunda çok başarısız olduğumuz görülüyor. Takımın ısrarla top kazanması gerekiyor iken topun gerisine geçerek yarı sahamızda alan tutuyor ve oyun kontrolünü de rakibe veriyoruz, daha önceki maçlarda olduğu gibi. 2 maçtır savunmanın önünde oynayan ve başarılı işler yapan Meira'nın bu bölgede oynamasının artıları kadar eksileri de olduğunu daha önceki maçlarda belirtmiştim. Savunmadan yaptığı çıkışlar gibi geniş alanlar bulamaması, geniş bir görüş açısı olmayan bir bölgede sıkışması sonucu top kayıpları yapıyor. Oyunun savunma yönünde alan olarak iyi yer tutmasına rağmen top çalma konusunda pek etkili değil ve bu sebeple de o bölgede Ayhan'ın yoğun çabası dışında top kazanma şansı olmuyor takımın.

Geçtiğimiz yıl kazanılan taktiksel ve fiziksel başarıyı hiç yaşanılmamış gibi kabul ederek yepyeni bir felsefe oturtmanın sancılarını daha çok çekeceğiz. Kaldı ki Skibbe eğer oyun anlayışını takıma oturtamazsa -bunun olma olasığı olduğu gibi olmama riski de var- geçtiğimiz yıldan kalan yapıyı da, bir sezonu da, büyük bir fırsatı da kaybetmiş olacağız.

Mehmet Topal ve Barış'ın iyileşmesi, iyileştikten sonra da ilk 11'de oynatılması -bu kısım sürekli atlanıyor Skibbe bu oyuncuları yedek bırakarak Ayhan'ı tek ön libero ya da Meira ile oynattı zaman zaman- acil çözüm paketinin ilk evresi gibi duruyor. Sakatlıklardan yana şanssızlığımızı atabilirsek üstümüzden, oyun anlayışı olarak rakip sahada oynayan, rakibe basan, rakip savunmanın önündeki alanda veya rakip savunma ile orta çizgi arasında kalan alanda mutlaka top kazanarak tekrar atak olgunlaştırabilen, topa daha çok sahip olan, rakip ataklarda alan savunması amacıyla kendi sahasına yerleşmek yerine rakibe müdahale eden bir savunma kurgulu yapıya geri dönmemiz gerekiyor. Bu yapıyı oluşturup -ki geçen sezonun sonunda vardı- üzerine Kewell, Baros, Meira gibi üç yaratıcı oyuncuyu doğru bölgelerde eklemezsek ya da fantastik düşüncelere dalıp - yetenekli çok hücum oyuncusuyla oynamak çok hücum yapmak anlamına gelir gibi- Kewell, Baros, Lincoln, Arda, Nonda gibi mücadele yönü eksik oyuncuların tamamını sahaya sürersek çok puan kaybeder ve lig yarışında geriye düşeriz. Bu mağlubiyet teknik konuların gözden geçirilmesi, farklı analizlere yönelinmesi, sezon başından beri yaptığımız eleştirilerin dikkate alınmaya değer olduğunun görülmesi açısından çok ciddi bir uyarı olmuştur. Umarım böyle bir yenilgiyle bir daha karşılaşmayız sezon sonuna kadar.

Kadıköy'deki maçın sonucu ne olursa olsun -çok gollü, her iki takımın da farklı kazanabileceği çok yüksek gerilimli bir maç bekliyorum özellikle Alex önünde Semih, Guiza ikilisi çok büyük sorun yaratacak bizim için, onlar da Kewell ve Baros'u ciddi tehlike olarak görüyorlar- Skibbe sezon sonuna kadar gönderilmemeli ama Cevat Hoca'yla mı olur, Burak Hoca'yla mı olur, geçen sezonun son 6 maçının taktik analizinin yeniden gözden geçirilmesi -mutlaka geçirilmiştir- ve sahaya çıkan oyuncuların zihnine iyi savunma yapmaktan çok doğru hücumun, rakip sahaya yerleşen, oyun kontrolünü eline alan bir hücumun iyi savunmayı -özellikle dönen topların kontratak olmadan kazanımıyla- getireceği düşüncesini aşılanması gerekiyor. Geçtiğimiz sezon ligde en az gol yiyen takımın deplasmanda 4 gol yemesi kabul edilebilir bir şey değil. Emre Güngör, Song, Barış ve Mehmet Topal katkısını da dikkate alarak kullanıyorum bu söylemi.

Bu maçta ortaya çıkmayan daha önceleri de var olan ama son 2 maç oyuncuların hocaya sahip çıkması eksenli biraz üstü örtülen disiplinsizlik konusu var bir de. Yabancı oyuncular profesyonel bir şekilde iyi ya da kötü performans gösterirken hakeme kızan, öfkelenen Türk oyuncuların zaman zaman oyunu bırakması, pozisyonu bırakması kabul edilir bir şey değil. Bu konuda Skibbe'nin sözü geçmiyor ise eğer yönetim mutlaka bir şeyler yapmalı. Acil çözüm paketinin ikinci evresi de bu olsun.

Sürekli rotasyondan bahsedilip duruluyor. 3 günde bir maç oynayacak 15-16 kişilik bir oyuncu kadrosuna ihtiyaç var. Daha sezonun başında bu konudan şikayet edilecekse "Road to Kadıköy" söyleminin gerçekliğine inanmamızı kimse beklemesin lütfen. Lig ve kupa maçlarında 7-8 oyuncunun sürekli oynadığı bir yapının yanında 2-3 oyuncunun değiştiği bir rotasyon olması, 15-16 oyuncudan aynı anda faydalanma adına önemli. Ancak Galatasaray'ın asıl önceliği bir yapı oturtmak ise 7-8 belki 9 oyuncu da sürekli ısrar etmeli ve bir düzen oluşana kadar da rotasyonu sadece bazı bölgelerde yapmak gerekiyor. Bu maça dair olarak Alpaslan Erdem'in rotasyona katılması düşünülebilirdi. Acil çözüm paketinin üçüncü evresi de sınırlı rotasyon.

Hakem hakkında da bir kaç şey söylemeliyim. Baros'un golünde top eline değmiyor gibi gördüm değiyor da olabilir yoruma açık bir pozisyon, el verseydi de bir şey söylenemezdi hakeme. Ancak Eskişehirspor'un 2. ve 3. golü ofsayt. 2. golde top Ümit'e değiyor ama yanındaki Eskişehirsporlu oyuncu da topa doğru hamle yapıyor, aktif olarak pozisyonun içinde. Oyunun kırılma noktaları bu anlar ancak sezon başından beri kötü oynayan, mücadele etmeyen, fiziksel olarak yetersiz, rakip sahaya yerleşmeyen, top kazanamayan, basmayan, oyun kontrolünü eline geçiremeyen sadece bireysel yeteneklere bağlı bir takımın hakemin yanlış kararlarından dolayı bunları görmemek gibi bir hakkı da yok. Fırat Aydınus'un 2. golde yan hakeme gitmemesi de ayrı bir skandal. Hakemlik onuru denilen kavrama takıldı ve yanlış kararlar verdi. En güvenilen hakem olduğu için Galatasaray - Fenerbahçe maçlarına veriliyordu, bu performanstan sonra ya ödüllendirilerek Kadıköy'deki yerini alacak ya da dinlendirilme sürecine geçiş yapacaktır.

Youla'yı Yusuf gibi serbest oynatarak Skibbe'nin anlamsız alan savunması, geriye çabuk dönme ve rakibe basmadan hata yapmasını bekleme taktiğini alt eden Rıza Çalımbay'ı da tebrik etmek gerekiyor. Youla kötü bir gününde olsa, top kayıpları yapsa veya ona sürekli basan bir oyuncumuz olsa bu yalın taktik başarılı olmayacaktı ama bu şaşalı skor böyle bir riske girmeye ne kadar da değer olduğunu gösteriyor aslında bu taktiğin.

Arda'nın da alnında öpüyorum. Hakemin yanına gitmeyip kırmızı kart görseydi de alnından öperdim. Aslan parçası, isyan bayrağı. Oyunu bıraktığı, disiplinsiz davrandığı anlarda ona çok kızdım, ona oyundan kopmaması gerektiğini öğretemeyen eski ve yeni hocalarına da çok kızdım ama hakem kararlarına, sonuca olan isyanını bir anlık bir pozisyonla da olsa dile getirmesi, hakemin ne durumda olduğunu bütün kamuoyuna anlatması açısından da yaptığı bu hareket önemliydi.

27 Ekim 2008

A. Eren Loğoğlu