29 Mart 2008

K Dergisi, Sayı 77, Bazı Notlar



E.E. Cummings hakkında derleme ;

Herkes ve her şey ne kadar birbirine benziyordu. Görüntüler, sesler, o seslerin arasında yükselen ve serseri bir kurşun gibi hedefini şaşırıp önüne çıkanı vuran sözler, o sözleri sorgulamaktan çoktan vazgeçmiş belki de bunu hiç öğrenmemiş karanlık zihinler nasıl da yineleyip duruyordu birbirini. Yüzünde anlayışlı bir tebessümle sessizce izliyordu bütün bu tekdüzeliği o. Ne kadar sıkıcıydı böyle olması ve ne kadar sıkıcıydı böyle olmaları. Oysa insan denen varlığın elindeydi 'aynı'laşmamak; başkalaşmaya çalışmadan 'kendisi olarak' kalmak.

Bunun çok büyük ve sürekli bir çaba gerektirdiğini biliyordu. Ama pes etmemek gerektiğine inanıyordu. "Seni diğerlerinden farksız kılmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada kendin olarak kalabilmek dünyanın en zor savaşını vermek demektir" diyordu bu yüzden; "Bu savaş başladı mı artık hiç bitmez..."

...

Baba kavramı : Yeni bir 'ben' yaratma arzusu taşımadığı gibi yeni bir 'ben' ortaya çıkması ihtimalinden de rahatsızlık duymayan.

'Kendisi olarak kalmak' için bozarken bütün öğretilmiş kuralları, kuralsızlığı kural edinip kendine yeni bir düzen yaratırken, başkalarını kendine hayran bırakmanın keyfini yaşadı.

Yalnızlığı seviyordu ama kadınsızlığı değil...

__________

Sevgi Soysal hakkında derleme ;

Kanatsız melek deyişini kesinlikle duymuşsunuzdur. Ancak bu deyimin çıkışını, anlattığı hikayeyi biliyor musun? Pek zannetmem zira insanlar genellikle bu gibi deyimleri kısa ve mantıklı bir şekilde açıklamayı yeğlerler.

Allah'ın yarattığı melekler kimi zaman insanlara özenir ve insan olmak isterler. Bazen de insanları o kadar severler ki, yaratıcının bahşettiği gücün kurallarını biraz aşarlar. Bu gibi durumlarda, bir meleğin içinden gerçekten insan olmak da geçiyorsa hızla cennetten aşağı düşmeye başlar.

Düşmekte olan meleği yere çarpmaktan kurtaran ise kanatlarıdır fakat onlar bu hızlı inişe dayanamaz ve bir süreliğine yok olurlar. Kanatları olmayan melekler, kanatsız melekler de insan olarak aramızda yaşamaya başlarlar.

Onların ömürleri çok uzun değildir. Bizden her zaman biraz farklı yaşarlar. Kanatları tekrar oluştuğunda da aramızdan ayrılırlar. Her şeyi bağışlayan Tanrı onların da bu ufak yaramazlığını bağışlar.

Kanatsız melekleri dikkatli bakan herkes görebilir. Onlar bir sevgi hikayesi içinde olabilirler. Farklılıkları hemen göze çarpar çünkü alışılmış insanlara pek benzemezler.

...

Sevgi için bırakmak sorun değildir. O sevdiği şeyleri yaşamak için bırakmayı göze alabilenlerdendir. Toplumun kadınlara yüklediği rolleri kabullenmez.

__________

Yazarların İstanbul'u

Apartman boşluğunda yankılanan güvercin sesleri loş odanın kapı aralığından sızıyor usulca. Hükmünü yitirmiş mart soğuğuyla birlikte şehrin köhne yüzü doluyor açılan küçük pencerelerden içeri. Aralarına frambuazlı pastaya benzeyen kagir evleri almış bitişik, titrek, rutubetten sıvaları kabarıp dökülmüş bir yanı siyah binalar kibrit kutularını andırıyor. Çatılardaki kırık kırmızı kiremitler, bütün yırtıcılıklarına rağmen açlıkla terbiye olarak ürkekleşmiş martı ailelerini ağırlıyor. Büyük beyaz kuşların bitmeyen çığlıklarına, yüzünü göstermeyen Marmara'dan yükselen siren sesleri karışıyor. Yarı beline kadar gizlenmiş Galata Kulesi'nin ışıkları sönüyor. Alacakaranlık aydınlığında uyanıyor şehir.

Yıllarla yorgun ama hayatından memnun; ışıklı, ışıltılı, pahalı bir fahişe gibi neşeli bir ağırbaşlılıkla, ağırbaşlı bir hoppalıkla sessizce hazırlanıyor güne. Suskun bir fahişe gibi vaatkar İstanbul. Vaat ettiklerini sunmama ihtimali olsa da, bedelini ödemeye razı baştan çıkardıkları. Sonradan fahişe olmadı o... Fahişe doğdu. O çok dilli, çok dinli fahişe, kendisine sahip olmak isteyen nice erkeği yuttu. Kavga ettiler onun için; kan döktüler uğruna. Geriye sayfalar kaldı o kavgalardan. Geçmişini anlatan tatsız, sıkıcı sayfalar...

Bir de akıllı aşıkları oldu ama... Uzaklardan gelip ona vurulan; ama kimseyle kavga etmeden sahip olmaya çalışan aşıklar... Görüntüsüyle bir mücevher gibi gözlerini kamaştıran, ayrıldıktan sonra bile zihinlerini terk etmeyen bu fethedilemez kadın-şehri ölümsüzleştirmenin yolunu arayan yetenekli aşıklar... bunu 'kelimeler'le yaptılar onlar; kendi kelimeleriyle... Ve o kelimelerin doldurduğu sayfalar bu ölümsüz, bu büyük fahişenin türlü hallerine ayna tuttu. İçine hapsettiği suskun fahişeyi sonsuz defa yansıtan, hiç kırılmayan bir ayna...

__________

Clive Staples Lewis hakkında ;

Hayallerden öte çıkmazlar birleştiriyor insanları, ortak paydalarla buluşuyorlar. Yaşamı önümüze konulanlar arasındaki seçimlerden öteye götürecek olan nedir? Sadece aşkı ve bağlılığı arayan bir kadın, onu en samimi haliyle bekleyen birini hayaller adına görmezden gelebilir mi, ya da bu samimiyet hayallerden vazgeçirecek kadar önemli mi...

__________

Stefan Zweig hakkında ;

Edebiyatın işi tutku üretmektir sanki.

İnsanın doğasında zaten var olan, yoğunluğu kendisini ve başkalarını zedeleyecek kadar şiddetli olan bazı duyguları edebiyat keşfeder; onları yeniden yoğurup, edebi olarak biçimlendirerek ortaya atıverir.

Edebiyatın tutkuya, tutkunun edebiyata ihtiyacı vardır; fantezi bir ihtiyaçtan ziyade, insanın kendisini ve dış alemini daha iyi kavramasında ve algılamasında neredeyse temel bir ihtiyaçtır bu.

Tutkunun sınır tanımaz yapısal özelliği onu her türden serseriliklere uçururken, tehlikeli sınırlara girildiğinde edebiyat hoş bir perdeleme ile birkaç adım sonrasını hayal ettirebilir insana.

Tutkusuz bir hayatın sıradanlığı ve can sıkıcılığı aslında hepimizi içten içe rahatsız eder; tutkuyu özletir.

Bunu gizleriz. Hem de kendimizden uzaklaştırarak gizleriz. Bu gizil durumu edebiyat keşfeder işte; bizden daha cesur olan edebiyat, tutkumuzu kimi zaman naif kimi zaman da acımasız biçimde ruhumuzun derinliklerine sunuverir.

Hem gizliden gizliye tutkunun peşinden koşmayı düşleriz, hem de aynı zamanda korkaklığın garanticiliğine sığınırız; cesaret, fırtınalı denizlerde yelken açmak ister zira.

Edebiyatın işi, bizim karşılamaya cesaret edemediğimiz tutkuyu, sanki bizim adımıza bütün halleriyle işleyip, edebi boyutlar içinde yaşayarak, bu alandaki her türden sonuçlarına katlanmamızı kolaylaştırır; insani tarafımızı yeniden değerlendirmemizi sağlar aynı zamanda.

Bu olgu, edebiyatın bize sağladığı büyük keşif durumudur; uyumakta olan güzel-çirkin ve çirkin-güzel büyük bir duygusal patlamayla canlanıverir birdenbire.

Edebiyat bu netameli alanda ilk vuruşunu yapmıştır artık.

Okur şaşkındır belki bir an için. Birdenbire -hiç beklemediği bir anda- aşkla karşılaşır örneğin, hem de en tutkulu cinsinden; ya da en yoğunundan dünyevi kazanç halleriyle karşılaşır; paranın peşinde koşar örneğin.

29 Mart 2008

A. Eren Loğoğlu

28 Mart 2008

Güneş

'İyi ki bu düştesin
Her sabah ışıyan güneştesin'

Sonsuz uzay
Tanımsız uzaklıklar
Ülkeler ve sınırları
Boşluk bir o kadar

Umutları yıkmak adına
Ne ararsan var

Sonlu yaşam
Tanınan eşitlikler
İnsan ve hakları
Demokrasi

Umutlar beslemek adına
Ne ararsan yok

Unutkanlık bir hastalık mı?

Güneş aykırı umutların ilk adımı

Bugün
Pencereye konan bir kuş
Güneşi gösteriyor
Gözlerimize
Ve ayrı şehirlerden
Ve aynı anda
Güneş vuruyor
Yüzlerimize

Duyular festivali

Gözlerine uzanan gizli geçit
Ey zaman geç git
Yaklaşalım
Ve yakınlaşalım

Güneş
Tek somut ortaklık
Aramızda
Sevgi
En soyut yataklık
Yaramızda

Sarı iklimlerin
Ve kırmızı kilimlerin
Buluşma yerinden tanıyorum seni

Yaram kanıyor
Sol yanım sancıyor

Soluyorum
Bahar kokan kır çiçeklerini…

Güneş aykırı umutların ilk adımı

Ve pencereye konan kuş
Güneşe doğru son yolculukta…

Unutmadım.

28 Mart 2008

A. Eren Loğoğlu

27 Mart 2008

Play Off'lara Yaklaşırken



Dün akşam kazanmalıydık.

Maçı 36-14'ten 2.31 kala 57-62'ye, 0.30 kala 64-66'ya ve son topu kullanma şansına getirmemize karşın kazanamadık.

Muhteşem bir geri dönüş ve Galatasaray ruhu barındıran mücadele adına bütün oyuncularımıza ve teknik ekibe teşekkür ediyorum.

Futbol Takımımızın 2000-2001 sezonunda başlayan Fenerbahçe deplasmanında 11 maç üst üste kazanamama serisinden sonra, Basketbol Takımımız da Fenerbahçe deplasmanında 6 maç üst üste kazanamama serisine geldi. En son 2002-2003 Play Off'larında -Koch'un olduğu yıl- kazanmıştık. Bu serilerin oluşma sebebinin sadece saha içi güç dengesi olmadığını pek çok saha dışı unsuru da içerdiğini biliyoruz. Fenerbahçe'nin geriye düştüğü anlarda TV'ye yansıyan taraftar profili de bunun en güzel ifadesi. Yüzlerinde oluşan, zihinlerinde dolaşan duygu ve düşünce bütünlüğü, tarihlerinin en önemli maçını oynuyorlar algısı yaratıyordu. Bu ezilmişlik halini sosyologların tez konusu yapması gerekir. Bu kitlenin kendisine ve ortama verdiği gerilim, heyecan, korku, çaresizlik gibi duyguların oluşma sebepleri ciddi olarak incelenmelidir. Adnan Polat'ın başkan olmasının da dün akşam oluşan yüz yansımalarında katkısı vardı. Olmasa Antu 'Adnan Polat ilk Fenerbahçe mağlubiyetin hayırlı olsun' başlığını atmazdı herhalde.

Dün akşam biraz da bu yukarıda bahsettiğim sebeplerden ötürü kazanmalıydık. Bir seriyi sonlandırmak, psikolojik üstünlüğü ele geçirmek, yüzlerdeki korku ve endişeyi uykulara götürmek, Adnan Polat geldi ve kazandılar gibi sonuçları olabilirdi bu maçın. Olmadı.

Bu sebeple çok üzüldüm.

Biraz da teknik analize girelim ve olası Play Off eşleşmesinde şansımız nedir bir bakalım.

Öncelikle neden 36-14 geriye düştüğümüzü iyi irdelemek gerekir. Hüseyin'in olmadığı bir maçta pota altında büyük sıkıntılar yaşadık. Çözüm olarak özellikle geri dönüş bölümünde Fath Solak'ı kullandık. Ancak onun da her maç olduğu gibi çok kolay faul problemine girmesi maçı kaybetmemize neden oldu. Solomon'ın drive'ında aldığı 4. faulle kenara geldiğinde sanırım öndeydik ve az bir süre vardı. Cüneyt-Hite-Cenk-Owens-Fatih beşini bir şekilde bu son dakikalarda sahada tutabilseydik maçı son topa getirmeden kazanabilirdik. Önce Cüneyt'in sonra da Fatih'in çıkması ritmimizi bozdu ve maç uzatmaya gitti. Cüneyt'in Dee'ye göre avantajı hem şutunun hem de drive üzerinden asist yeteneğinin olmasıydı. Solomon'u her 2 maçta da yavaşlatmış olmamız takımın en önemli artılarından biriydi. Bunda sanırım Dee'in de payı vardı. Ancak Dee Brown beklenilen hücum katkısını yapacak oyuncu izlenimi vermekten çok uzak bu sebeple Cüneyt'in ve Hite'in zamanlarının Play Off'ta artması gerektiğini düşünüyorum. Tufan'ın da takıma yerleşmesiyle, Cenk'le birlikte oyunun her 2 yönünde istikrarlı olmasa da gayretli ve ritmini bulduğunda iyi birer skorer olan iki oyuncuyla Play Off'ta daha iyi işlere imza atılabilir. Maçın başlarında Gaines'in boş bırakıldığı Fenerbahçe savunması için de farklı hücum setleri geliştirmemiz gerekecek. Burada da devreye Hüseyin'in pivot oyunları ve Hite'nin dış şutu girmeli.

Fenerbahçe'den kalite olarak aşağı değiliz. Tek fark belki de Solomon, bayanlarda da Pondextor. Ancak bu onları Play Off'ta eleyebileceğimiz anlamına da gelmiyor. Solomon faktörünün şampiyonluk noktasında devreye gireceğini düşünürsek bu gerçekten çok zor. Takımın daha iyi bir yere gelebilmesi için yapması gereken hamleler, Fatih Solak'ın faul problemine girmemesi adına maçın daha kritik olduğu 3. ve 4. çeyrekte oynatılması, riske girilerek 4 faulle oynatılması, Gaines'in anlamsız şut girişimlerinde bulunmaması, Cüneyt-Hüseyin, Cüneyt-Owens, Cüneyt-Gaines ikili oyunlarının özellikle tepe bölgesinden çok sık oynanması, yine drive'larla dış atıcılar Cenk, Tufan ve Hite'a boş şut sağlayacak set hücumları, en önemlisi tabi ki Play Off düzeyine yakışır sert savunma. Dee'den bir beklentim yok, belki bir kaç hızlı hücum ve bir kaç set üstünden pas olabilir. Murat Özyer zaman zaman ciddi teknik hatalar yapsa da bunun farkına varabilen ve alternatifler deneyebilen bir coach. Daha çok genç olması da bu hatalarını telafi edebileceğini gösteriyor.

Umarım Play Off'larda Fenerbahçe'yle eşleşiriz, en azından gelecek sene adına gücümüzü test etmiş olacağız. Ulep Cup'taki Beşiktaş maçı da diğer bir test noktası olacak. Bu senenin analizi iyi yapılır ve doğru bir kaç yeni oyuncu takıma eklenirse o zaman şampiyonluktan bahsedebiliriz.

27 Mart 2008

A. Eren Loğoğlu

07 Mart 2008

Pen & Des, Aşk



Lost denildiği zaman zihinlerde oluşan gizem, bilim kurgu, teoriler ve pek çok farklı konunun dışına çıkarak 4. Sezon 5. Bölümden bir sahneyi ve bu sahneyle ilintili olarak yaşanan süreci paylaşmak istiyorum. Bu sahne öyle etkileyici bir sahne ki, Sezon Finali tadında, dizinin 1. Sezondan itibaren yakaladığı en başarılı duygu yoğunluğunu barındırıyor denilebilir. Ağlamamak çok zor hele de duygu yüklü bir insansanız ya da sıkıntılı bir aşk sürecinden geçiyorsanız.

2. Sezon 24. Bölüm yani Sezon Finali'nde, Desmond'ın Flashback'inde Charles Dickens'ın Our Mutual Friends isimli kitabını eline aldığında bir zarf düşürdüğünü görürüz. Mektup Penny'dendir ;

Dearest Des,

I am writing this letter to
you as you leave for prison. And I've
hidden it in the one place you would
turn to in a moment of great desperation.
I know you go away with
the weight of what happened on your
shoulders. And I know the only
person who can ever take it off is
you. Sorry to be so dramatic, but
these are dramatic times, are they not?

Please don't give up, Des. Because
all we really need to survive is one
person who truly loves us.

And you have her. I will wait for
you. Always.

I Love you, Pen

Desmond mektubu okuduktan sonra ağlamaya ve The Swan Station'da (Hatch) bulunan eşyaları dağıtmaya başlar. Her şeyini kaybetmiş bir adamdır artık. Tam bu sırada John Locke'ın seslendiği duyulur. Desmond istasyonun kazazedeler tarafından bulunmasıyla yeniden hayata döndüğünü geç de olsa farkedecektir. Flashback'in bitiminde şu anki zamanda ise, John Locke istasyondaki bilgisayara sayıların girilmemesi halinde ne olacağını görmek istemiş -sayılara inanmamış- aynı anda Desmond uçağın düşmesinde kendisinin sayıları girmeyerek etkisi olduğunu anlamış ve benzer hatayı tekrarlamamak adına, güvenlik anahtarını kullanarak istasyonu patlatmıştır. Anahtarı çevirmeden önce, zihninde Penny'in mektuptaki sözleri canlanır ve ona I love you, Penny şeklinde bir karşılık verir.

Desmond merkezli 3. Sezon 8. bölümde Desmond adada anahtarı çevirdikten sonra bir sekans yaşanır ve kendisini duvarları kırmızıya boyarken yere düşmüş halde Penny'nin de yanına taşındığı evinde bulur. (Bu sekansın nasıl oluştuğu 4. Sezon 5. Bölümde açıklanmıştır) Bir süre sonra Desmond Penny'in babasıyla iş görüşmesine gider fakat işi alamaz. Eve geldiğinde Pen ve Des arasında şu diyalog geçecektir.

Des ve Pen öpüşür.

Pen : You smell like the pub.
Des : That's because I was at the pub.
Pen : You didn't get the job.
Des : No.
Pen : What did my father say?
Des : Your father was lovely. We just both agreed that I wasn't exactly qualified.
Pen : I say we celebrate. I say we celebrate that fate has spared you a miserable existence under the employ of Widmore Industries. Let me take you out tomorrow. Let's go for lobsters on the pier, my treat.
Des : I don't think my failure to impress your father is any occasion to celebrate.
Pen : Well, the occasion is I love you.
Des : Why? Why do you love me?
Pen : 'Cause you're a good man. In my experince, they're pretty hard to come by.
Hey, Des, where are you?
Des : I'm right here

Des ve Pen tekrar öpüşür.

Desmond evlilik teklifi için yüzük almaya gider. Ona geleceği gösteren yüzük satıcısı Ms. Hawking, Desmond'ın hayat yolunun yarışa katılmak ve adada bilgisayarlara sayıları girmek olduğunu anlatır ve yüzüğü ona satmaz. Desmond Ms. Hawking'in sözlerini dinlemez, yüzüğü alır ve sokaklarda yürümeye başlar. Bu sırada Desmond yat yarışından önce katılacağı askere katılım ilanını görür. Askerliğin kendini kabul ettirebileceği bir onur olduğunun artık farkındadır. Penny'le buluşur ve o meşhur fotoğrafı çektirir. Penny fotoğrafın parasını öder, o anda Desmond fotoğrafa bakmaya başlar ve diyalog gelişir.

Des : I couldn't go through with it.
Pen : What was that?
Des : I can't do this.
Pen : You can't do what?
Des : Us. This. This relationship.
Pen : What are you talking about?
Des : How can I? I can't look after you. I haven't got a job. I don't have any. I can't even afford 5 quid for a bloody photograph. You deserve someone better.
Pen : I know what I deserve. I chose to be with you. I love you.
Des : Love's not enough. Being a good man is not enough.
Pen : What's this about, Des? Where's this coming from?
Des : It's all happening too soon. You moving in, you're painting rooms, you're changing things. I don't even like red. And why would you leave your flat, your expensive flat?
Pen : Don't do that. Don't you pretend you don't care and don't you dare rewrite history. I left my expensive flat 'cause you were too proud to live there, remember? If you want me to go, if you want me to leave, then don't make this about what I do or don't deserve and have the deceny to admit that you're doing this because you're a coward.
Des : I'm sorry, Pen but this... We're not supposed to be together.

Penny oradan ağlayarak ayrılır, Desmond yüzüğü nehre atar. Sonrasında tahminlerinde olduğu gibi gelişen olaylar sonucunda Desmond kafasına darbe alır ve sekans sona erir, adada istasyonun patlamasından sonra uyanmıştır. Çıplak bir halde amaçsızca koştururken fotoğrafı bulur ve yanlışını, Pen'e yaptığı haksızlığı şu sözlerle ifade eder ;

Des : Please, let me go back. Let me go back one more time. I'll do it right. I'll do it right this time. I'm sorry, Penny. I'll change it.

Ve ağlamaya başlar.

Gelelim son sahneye. 4. Sezon 5. Bölümde pek çoğumuzu derinden etkileyen ve yukarıda anlattığım sürecin gelişimi de gözönüne alındığında, duygusallığın tavan yaptığı bir son sahne.

1996-2004 arasında gelgitler yaşayan Desmond, 1996 yılında ayrılıktan sonra başka bir eve taşınmış Pen'i bulmak için babasından adresi alır ve Pen'in evine gider. Ondan telefon numarasını alması gerekmektedir ve unutulmaz diyaloglar sekansı başlar.

Pen: Desmond? What are you doing here?
Des : I had to. I mean, I tried to call you, but you, you disconnected your phone.
Pen : Yeah, because I moved. Look, I don't know if you're getting the signals, Desmond, but I'm trying to make a clean break from you, so if you don't mind, I'm gonna...
Des: Wait, wait, wait, wait Pen, please wait. I just need to get your new phone number, okay?
Pen : Why would I give you that?
Des : Because I made a huge mistake. I should never have broken up with you and and and. I know I know that now and and I'm sorry and...
Pen : Oh, don't. just don't...
Des : I understand and and I know it's, it's too late to change things, but I need to tell you something and and I need you to listen to me and look, I know it's gonna sound ridiculous but please Pen. I need you to listen to me.
Pen : Just say what you need to say and then go.
Des : I know this doesn't make any sense, because it doesn't make any sense to me, but 8 years from now, I need to call you and I can't call you if I don't have your number.
Pen : What?
Des : Look, Penny, just give me your number. I know I've ruined things. I know you think things are over between us, but they're not. If there's any part of you that still believes in us, just give me your number.
Pen : And what's to say you wouldn't call me tonight or tomorrow.
Des : I won't call for 8 years. December the 24th, 2004. Christmas Eve. I promise. Please, Pen.
Pen : If I give you the number, will you leave?
Des : Aye.
Pen : 7946-0893
Des : 7946-0893, 7946...
Pen : All that and you're not gonna write it down?
Des : It wouldn't do any good. You have to keep that number. You can't change your number for 8 years.
Pen : Get out! Get out!
Des : Just just remember, December the 24th, 2004. Look Pen, if you still care about me, you have to answer. I'm not crazy, Penny. You have to believe me. You have to trust me.

Desmond, trust me sözleriyle 2004 yılına, yani Sayid'le birlikte oldukları tekneye geri döner ve telefon numarası hatırlayarak Pen'i arar.

Ve unutulmaz, yüreğimizde sevdayı, gözümüzde yaşları ortaya çıkaran telefon sahnesi ;

Pen: Hello?
Des : Penny?
Pen : Desmond? ( bu anda Desmond 1996'da iken gülümser)
Des : Penny, Penny you answered. You answered Penny.
Pen : Des, where are you?
Des : I'm on a boat. I've been on an island. Oh my God, Penny, is that really you?
Pen : Yeah! Yes, it's me.
Des : You believed me. You still care about me.
Pen : Des, I've been looking for you for the past 3 years. I know about the island. I've been research and then when I spoke to your friend Charlie that's when I knew you were still alive. That's when I knew I wasn't crazy. Des, are you still there?
Des : Yes, yes, I'm here. I'm still here. Can you here me?
Pen : Yeah, yeah, that's better.
Des : I love you Penny. I've always loved you. I'm so sorry. I love you
Pen : I love you, too.
Des : I don't know where I am, but...
Pen : I'll find you, Des.
Des : I promise
Pen : No matter what
Des : I'll come back to you
Pen : I won't give up
Des : I promise
Pen : I promise
Pen & Des : I love you

Ve sahne biter.

Aşkın ve içinde barındırdığı pek çok duygunun tarifsiz bir şekilde can alıcı bir geçmiş hikayeden de beslenerek anlatıldığı bu sahne, sanırım dizideki ve yüreğimizdeki yerini şimdiden aldı. Penny'i çok seven ve dünyada hala onun gibi bir kadın yaşadığına inananların sayısı bu sahneyle birlikte en az 1 kişi arttı. Gerçekten çok etkileyici. Maddi olarak zengin bir babanın manevi olarak zengin kızı Penny'nin, işi bile olmayan, işe yaramadığına inanan iyi bir adamı sevmesi ve onun için yaptıkları. Bir telefon konuşmasını 8 yıl boyunca beklemiş olması, buna inanması, sevdiği adamı 3 yıl boyunca araması. Olağanüstü, söylenecek söz kalmadı. Başka şeylerin konuştuğu bir an bu. Aklın değil yüreğin zaferi. Hayallerin zaferi. Aşkın, çaba isteyen aşkın sonsuz öyküsü. Henüz yazılmamış bir sevda şiiri, henüz söylenmemiş bir sevda türküsü. Bilinmeyen uzaklıkların ve bilinen uzun zamanların engel olamadığı bir an bu. Bir rüya, hiç uyanmak istediğimiz bir uyku hali, hiç ayılmak istediğimiz bir sarhoşluk. Birbirlerini göremeyen, duyamayan, hissedemeyen, dokunamayan 2 insanın eşi benzeri olmayan gerçekliği bu. Sevda Yangını. Nehirlerin akıntısına kapılmış göz yaşları eşliğinde, yüreğimize dokunmuş tutkulu ve tutuklu 2 dizi karakteri. Gerçek olmayan 2 dizi karakteri ve bir o kadar gerçek olan duygularıyla. Penny ve Desmond. Pen & Des. Bize, hala aşkın var olduğunu, sınırlar tanımadığını gösterdiğiniz için teşekkürler. Teşekkürler.

Aşk yaşıyor, o zaman yağmurlar altında ıslanmaya devam etmeli...

Ek : Pen ve Des telefonda konuşurken, Pen'in parmağında yüzük olduğu gözlerden kaçmadı ama Pen'in sözlerinin ve duygularının gerçekliğini referans alarak yüzüğün formaliteden öte bir anlam ifade etmeyeceğini düşünüyorum. 2. Sezon 23. bölümde Pen'in babası Charles Widmore Des'e Pen'in evlilik hazırlıkları yaptığını söylemişti. Daha sonrasında ise Pen Desmond'ı stadyumda koşu yaparken bulmuş ve bazı diyaloglar yaşanmıştı evlilik ve geri dönüşle ilgili. Sonuç olarak Pen nişanlı ya da evli dahi olsa, sevdiği adam Des'dir, bu gerçek değişmeyecektir.

7 Mart 2008

A. Eren Loğoğlu

04 Mart 2008

Doğum Günü

Yaşamda
Bir tek gün
Diğer bütün anılar kadar
Sonsuzdur

Tek bir gün
Diğer bütün anlar kadar
Sensizdir

Senden öncesi yoktu
Senden sonrası piyano sesleri...

Sonrası
Daha sonrası doğum günleri

Birkaç dilim pasta
Mum ağacı
Ve pek çok hediye

Sahi ne diye
Çocukluk hiç istemeden büyüyor,

Kaldırımlarda hızlı adımlarla yürüyor?

Gençlik koşusu nasıl bu kadar yorucu ve uzun sürüyor?

Ayağına çelme takması yaşamın,
Süreklilik...

Okul, kalem, kitap

Aile, uzaklık, kucaklaşma

Arkadaş, paylaşım, ilaç bir nevi

İş, para, alkışlar

Şehir, köprü, hep mavi

Aşk, ilk öpücük, seni seviyorum...

Her biri, yaşamın çelme takması ayağına

Ve her üç noktada
Derin anlamlarıyla yaşam uğraşı

Yaşam, seçimler silsilesi...

'Her seçim bir kaybediştir
Her şeyin sıradanlaştığı bir dünyada
bazen kaybetmek en doğru seçimdir
Ve o dünyada en yerinde tercih; vazgeçiştir'

Kazanmak da var sonunda

Var, yok...

Bugün
Doğum günün

Gülümse
Sol yanım

Mutluluğa uzan

Uzanalım...

Mutluluk, paketi açılmamış bir hediyedir
Şairden
Ve şiiriyle...

Yaşamın çelmesi
Öncesi, sonrası
İlk, son
Var, yok...

Senden öncesi yoktu
Senden sonrası aşkın ayak izleri...

4 Mart 2008

A. Eren Loğoğlu