29 Mart 2008

K Dergisi, Sayı 77, Bazı Notlar



E.E. Cummings hakkında derleme ;

Herkes ve her şey ne kadar birbirine benziyordu. Görüntüler, sesler, o seslerin arasında yükselen ve serseri bir kurşun gibi hedefini şaşırıp önüne çıkanı vuran sözler, o sözleri sorgulamaktan çoktan vazgeçmiş belki de bunu hiç öğrenmemiş karanlık zihinler nasıl da yineleyip duruyordu birbirini. Yüzünde anlayışlı bir tebessümle sessizce izliyordu bütün bu tekdüzeliği o. Ne kadar sıkıcıydı böyle olması ve ne kadar sıkıcıydı böyle olmaları. Oysa insan denen varlığın elindeydi 'aynı'laşmamak; başkalaşmaya çalışmadan 'kendisi olarak' kalmak.

Bunun çok büyük ve sürekli bir çaba gerektirdiğini biliyordu. Ama pes etmemek gerektiğine inanıyordu. "Seni diğerlerinden farksız kılmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada kendin olarak kalabilmek dünyanın en zor savaşını vermek demektir" diyordu bu yüzden; "Bu savaş başladı mı artık hiç bitmez..."

...

Baba kavramı : Yeni bir 'ben' yaratma arzusu taşımadığı gibi yeni bir 'ben' ortaya çıkması ihtimalinden de rahatsızlık duymayan.

'Kendisi olarak kalmak' için bozarken bütün öğretilmiş kuralları, kuralsızlığı kural edinip kendine yeni bir düzen yaratırken, başkalarını kendine hayran bırakmanın keyfini yaşadı.

Yalnızlığı seviyordu ama kadınsızlığı değil...

__________

Sevgi Soysal hakkında derleme ;

Kanatsız melek deyişini kesinlikle duymuşsunuzdur. Ancak bu deyimin çıkışını, anlattığı hikayeyi biliyor musun? Pek zannetmem zira insanlar genellikle bu gibi deyimleri kısa ve mantıklı bir şekilde açıklamayı yeğlerler.

Allah'ın yarattığı melekler kimi zaman insanlara özenir ve insan olmak isterler. Bazen de insanları o kadar severler ki, yaratıcının bahşettiği gücün kurallarını biraz aşarlar. Bu gibi durumlarda, bir meleğin içinden gerçekten insan olmak da geçiyorsa hızla cennetten aşağı düşmeye başlar.

Düşmekte olan meleği yere çarpmaktan kurtaran ise kanatlarıdır fakat onlar bu hızlı inişe dayanamaz ve bir süreliğine yok olurlar. Kanatları olmayan melekler, kanatsız melekler de insan olarak aramızda yaşamaya başlarlar.

Onların ömürleri çok uzun değildir. Bizden her zaman biraz farklı yaşarlar. Kanatları tekrar oluştuğunda da aramızdan ayrılırlar. Her şeyi bağışlayan Tanrı onların da bu ufak yaramazlığını bağışlar.

Kanatsız melekleri dikkatli bakan herkes görebilir. Onlar bir sevgi hikayesi içinde olabilirler. Farklılıkları hemen göze çarpar çünkü alışılmış insanlara pek benzemezler.

...

Sevgi için bırakmak sorun değildir. O sevdiği şeyleri yaşamak için bırakmayı göze alabilenlerdendir. Toplumun kadınlara yüklediği rolleri kabullenmez.

__________

Yazarların İstanbul'u

Apartman boşluğunda yankılanan güvercin sesleri loş odanın kapı aralığından sızıyor usulca. Hükmünü yitirmiş mart soğuğuyla birlikte şehrin köhne yüzü doluyor açılan küçük pencerelerden içeri. Aralarına frambuazlı pastaya benzeyen kagir evleri almış bitişik, titrek, rutubetten sıvaları kabarıp dökülmüş bir yanı siyah binalar kibrit kutularını andırıyor. Çatılardaki kırık kırmızı kiremitler, bütün yırtıcılıklarına rağmen açlıkla terbiye olarak ürkekleşmiş martı ailelerini ağırlıyor. Büyük beyaz kuşların bitmeyen çığlıklarına, yüzünü göstermeyen Marmara'dan yükselen siren sesleri karışıyor. Yarı beline kadar gizlenmiş Galata Kulesi'nin ışıkları sönüyor. Alacakaranlık aydınlığında uyanıyor şehir.

Yıllarla yorgun ama hayatından memnun; ışıklı, ışıltılı, pahalı bir fahişe gibi neşeli bir ağırbaşlılıkla, ağırbaşlı bir hoppalıkla sessizce hazırlanıyor güne. Suskun bir fahişe gibi vaatkar İstanbul. Vaat ettiklerini sunmama ihtimali olsa da, bedelini ödemeye razı baştan çıkardıkları. Sonradan fahişe olmadı o... Fahişe doğdu. O çok dilli, çok dinli fahişe, kendisine sahip olmak isteyen nice erkeği yuttu. Kavga ettiler onun için; kan döktüler uğruna. Geriye sayfalar kaldı o kavgalardan. Geçmişini anlatan tatsız, sıkıcı sayfalar...

Bir de akıllı aşıkları oldu ama... Uzaklardan gelip ona vurulan; ama kimseyle kavga etmeden sahip olmaya çalışan aşıklar... Görüntüsüyle bir mücevher gibi gözlerini kamaştıran, ayrıldıktan sonra bile zihinlerini terk etmeyen bu fethedilemez kadın-şehri ölümsüzleştirmenin yolunu arayan yetenekli aşıklar... bunu 'kelimeler'le yaptılar onlar; kendi kelimeleriyle... Ve o kelimelerin doldurduğu sayfalar bu ölümsüz, bu büyük fahişenin türlü hallerine ayna tuttu. İçine hapsettiği suskun fahişeyi sonsuz defa yansıtan, hiç kırılmayan bir ayna...

__________

Clive Staples Lewis hakkında ;

Hayallerden öte çıkmazlar birleştiriyor insanları, ortak paydalarla buluşuyorlar. Yaşamı önümüze konulanlar arasındaki seçimlerden öteye götürecek olan nedir? Sadece aşkı ve bağlılığı arayan bir kadın, onu en samimi haliyle bekleyen birini hayaller adına görmezden gelebilir mi, ya da bu samimiyet hayallerden vazgeçirecek kadar önemli mi...

__________

Stefan Zweig hakkında ;

Edebiyatın işi tutku üretmektir sanki.

İnsanın doğasında zaten var olan, yoğunluğu kendisini ve başkalarını zedeleyecek kadar şiddetli olan bazı duyguları edebiyat keşfeder; onları yeniden yoğurup, edebi olarak biçimlendirerek ortaya atıverir.

Edebiyatın tutkuya, tutkunun edebiyata ihtiyacı vardır; fantezi bir ihtiyaçtan ziyade, insanın kendisini ve dış alemini daha iyi kavramasında ve algılamasında neredeyse temel bir ihtiyaçtır bu.

Tutkunun sınır tanımaz yapısal özelliği onu her türden serseriliklere uçururken, tehlikeli sınırlara girildiğinde edebiyat hoş bir perdeleme ile birkaç adım sonrasını hayal ettirebilir insana.

Tutkusuz bir hayatın sıradanlığı ve can sıkıcılığı aslında hepimizi içten içe rahatsız eder; tutkuyu özletir.

Bunu gizleriz. Hem de kendimizden uzaklaştırarak gizleriz. Bu gizil durumu edebiyat keşfeder işte; bizden daha cesur olan edebiyat, tutkumuzu kimi zaman naif kimi zaman da acımasız biçimde ruhumuzun derinliklerine sunuverir.

Hem gizliden gizliye tutkunun peşinden koşmayı düşleriz, hem de aynı zamanda korkaklığın garanticiliğine sığınırız; cesaret, fırtınalı denizlerde yelken açmak ister zira.

Edebiyatın işi, bizim karşılamaya cesaret edemediğimiz tutkuyu, sanki bizim adımıza bütün halleriyle işleyip, edebi boyutlar içinde yaşayarak, bu alandaki her türden sonuçlarına katlanmamızı kolaylaştırır; insani tarafımızı yeniden değerlendirmemizi sağlar aynı zamanda.

Bu olgu, edebiyatın bize sağladığı büyük keşif durumudur; uyumakta olan güzel-çirkin ve çirkin-güzel büyük bir duygusal patlamayla canlanıverir birdenbire.

Edebiyat bu netameli alanda ilk vuruşunu yapmıştır artık.

Okur şaşkındır belki bir an için. Birdenbire -hiç beklemediği bir anda- aşkla karşılaşır örneğin, hem de en tutkulu cinsinden; ya da en yoğunundan dünyevi kazanç halleriyle karşılaşır; paranın peşinde koşar örneğin.

29 Mart 2008

A. Eren Loğoğlu

Hiç yorum yok: