10 Nisan 2008

K Dergisi, Sayı 63, 72, 75, Bazı Notlar



Sagan hakkında ;

Ben her gün kelimeler arasında yarattığım insanım.

...

Alkolün beyin hücrelerini öldürdüğü söylenir. Bedenlerimizi özgür bıraktığı sürece sorun yok.

...

Her şeyi yaptım. Denemiş olmak için, ya da etrafımdakiler istedi diye de değil. Mutlulukla.

K Dergisi, Sayı 63

...

Raymond Chandler hakkında ;

Gençlik iki yanı keskin bir bıçak gibi, yönünü şaşırmış bir ok gibi, rotası belli olmayan inatçı bir dağcı gibi, rüzgara karşı işemek gibi, en büyük coşkularla en büyük hüsranları aynı anda yaşamak gibi... Hiçbir kalıba dökülemeyen paha biçilemez bir sıvı gibi... İşte bu yüzden gençken, ürkekken, geleceğe büyük beklentilerle buzlu camların ardından bakarken, kontrolsüzce çabalarken, insan sebat etmeyi, azmini hiçbir zaman kaybetmemeyi, zorluklar arttıkça hedefe daha da yaklaştığını kestirememeyi, zaptedemediği hayal gücünün haritasız coğrafyalarında pusulasız kaybolmamayı, her şeyin üstünde, içindeki sevgi, tutku ve ihtiraslarla ne yapacağını bilemiyor.

Bir de bu genç yaşta yazar olmak istiyorsanız ve henüz kimse sizi tanımıyorsa ve beş parasızsanız bir çoğuna olduğu gibi umutsuzluk kırıntıları ruhunuzun boşluklarına sızarak içten içe bir karamsarlığa sürüklüyor sizi. Kimi bu gençlik hezeyanlarından sıyrılmayı başarabilirken, kimi de kendini içkiye veriyor, kadehlere sığınıyor. Kendine güveni tam oturmamış, ne yapmak ve ne olmak istediğine henüz karar verememiş, eleştiriye kapalı olanlar kendilerini bu dünyadan ayırmaya bile karar veriyor çoğu kez. Ama bazen tüm bunları yaşamak için genç olmaya bile gerek olmuyor.

...

Aziz Nesin hakkında ;

Tuhaf zamanlar yaşıyoruz öyle değil mi? Durmadan kendine gebe kalıp kendini boğazlayan tuhaf zamanlar. Karmaşık ve anlaşılmaz kurallarıyla gizemli; fakat kuralsızlığıyla malul zamanlar. Her sabah yeni baştan kurgulanıyor gibiyiz, sil baştan bir oyunun parçaları gibi durmadan form değiştiriyoruz. Ek yerlerimiz aşınmış, hep başka bir parçanın yanına ilişmekten yorgunuz. Sanki biri çıkıp gelecek de bizi bu karmaşadan çekip alacak gibi heyecanlıyız bazen, bazense hayata getirildiği o küçücük andan koparılmış, çaresizce kendine başka fotoğraflar arayan hınzır bir gülümseme gibiyiz; albümler dolusu yolculuklara çıkıyoruz, başka yüzlerle dolu donmuş karelerde, başka başka dudaklara yerleşiyoruz. Sonraları alışıyoruz böylesi bir yaşama, çatlaklarımızdan su sızmaz oluyor, kırıklarımız taş gibi sağlam... Eksik, gedik ne varsa hasıraltı edip, ağır bir uykuya dalıyoruz.

Biz deliksiz uykumuzda tatlı rüyalar diyarını seyre dalarken, içine doğduğumuz bu karmaşa sonsuz ve zamansız bir masal gibi kemikleşiyor. Bizi yadsıyacak denli güçlenip gerçekliğin ta kendisi oluyor. Hayaller dünyasının yumuşak evrenini sevenler için bir kaçış yolu var elbet. Kaçıp saklanacak bir düş yaratılabilir örneğin, el değmemiş tatlı bir düşe dalmak hiç fena fikir değil. Ama derdi gerçekle olanların işi zor. Onları çarpık ve yerinde gitmez ne varsa görüp uykularını kaçıracak bir yaşamın izini sürmek bekliyor. Ama öyle asık suratlı ve yılgın değil, vazgeçmeden, kararlı ve kimi zaman "gözyaşını gülmeceye çeviren bir simyacı" gibi ince ince çalışarak.

K Dergisi, Sayı 72

...

'Hayat bir kabaredir' Ön planda gülüş, dans ve şarkı. Arkada ise gözyaşı, acı ve ölüm.

...

"İçeri girince erguvan rengi giysilere bürünmüş ve bin köle kadının bana hizmet ettiği şatafatlı bir ziyafet sofrasına kurulmuş olduğumu gördüm, bu kadınlarda, bazıları çok kısa bir an bile olsa, ruhumu ve bedenimi dolduran bütün o kadınları yeniden tanıdım. Onun -ikimizin- bütün hayatım boyunca burada zevk içinde yaşayıp keyif çattığımı ve benim umut ederek, özlem duyarak, bekleyerek Ben'imin büyülü gücünü ruhumdan akıtıp ona hayat verdiğimi, onu zenginliğe boğduğumu kavrayınca tarifsiz bir nefrete kapıldım. Bütün hayatımın her tür beklemekten ve yine beklemekten -dinmek bilmez bir tür kanamdan- ibaret olduğunu ve anı hissetmek için bana kalan zamanın saatlere bile vurulamadığını dehşet içinde fark ettim. O zamana dek hayatımın anlamı bellediğim şey bir sabun köpüğü gibi yok oldu gözlerimin önünde. Bakın, dünyada ne gerçekleştirirsek gerçekleştirelim, bunlar hep yeni bir bekleyişe, yeni bir umuda yol açar; bütün evren doğmamış bir şimdiki zamanın cesedinin saçtığı pis kokuyla dolu. Bir doktorun, bir avukatın, bir memurun bekleme odasında kapıldığımız o sinir bozucu zayıflığı hissetmeyen var mıdır? Bizim hayat dediğimiz şey ölümün bekleme odasıdır. Birdenbire -o anda- zamanın ne olduğunu kavradım. Biz zamandan yapılma ürünleriz, maddeden oluşmuşa benzeyen ama akıp giden zamandan başka bir şey olmayan bedenleriz"

Gustav Meyrink'in Kardinal Napellus'undan

K Dergisi, Sayı 75

10 Nisan 2008

A. Eren Loğoğlu

Hiç yorum yok: