10 Nisan 2008

Şampiyonlar Ligi Yarı Final Eşleşmeleri



Futbolun en önemli vitrinlerinden biri olan Şampiyonlar Ligi'nde Final'e doğru ilerliyoruz. Yarı Final Eşleşmeleri ve takımların bu noktaya gelişi üzerinden bir değerlendirme yapalım.

Liverpool FC - Chelsea FC

Fenerbahçe'yi Çeyrek Final'de eleyen Chelsea'yle başlayalım.

Fenerbahçe'yle aynı sistemi (4-2-3-1) oynayan ve farkını bölgesinin en yetenekli oyuncularıyla koyacağı bilinen bir takımdı Chelsea. 2007/2008 Sezonu'nun her platformda hem oyun hem puan anlamında en iyi takımı Manchester United'in Premier League'de sadece 3 puan gerisinde olan bir takımdan bahsettiğimizi de unutmayalım.

Fenerbahçe'yle ortak yönü de, süreklilik içeren, tempolu bir oyun yerine -iyi oynamak kısaca- savunma kurgusuna daha çok dikkat eden ve sonuca oyuncularının bireysel yetenekleriyle gitmeye çalışmasıydı. Lampard'ın kötü oyun performasına rağmen Fenerbahçe karşısında 1 gol 1 asist ile maça etkimesini Alex'in Türkiye Ligi'nde kötü oynasa da skora olan etkisine benzetebiliriz. Yine Chelsea'nin kendi isim ve oyuncu kalitesine eşdeğer takımlarla oynadığı maçlarda diğer 'küçük takım'lara karşı daha başarılı olması da Fenerbahçe'yle bir başka ortak noktalarıydı. Fenerbahçe'yle benzer özellikler içeren ama bu özellikleri daha değerli oyuncularla sağlayan Chelsea'nin Fenerbahçe'yi eleyeceğini düşünüyordum kura sonrasında. Öyle de oldu.

Çeyrek Final'in ilk ayağının 60 dakikası Chelsea oyunu domine etti. Bir ara tarafsız olarak maç izleyen pek çok kişi Fenerbahçe'nin bu noktaya gelmeyi hak etmediğini düşünmeye başladı, zayıf kalmıştı Fenerbahçe rakibi karşısında. Bu dakikadan sonra, zayıflık durumunun farkına varan bazı oyuncuların -Drogba misal- konsantrasyonunu kaybetmesiyle Chelsea savunmasının daha önce yaptığını görmediğimiz bir çizgi hatasıyla -arkaya atılan top- golü kalelerinde gördüler. 2. gol ve oluşan 2-1'lik skor gerçekten mucizevi bir şeydi. Maç 2-0, 3-0 bitmesi gerekirken, detaylarda gizli bazı hatalar, psikolojik düşüş, ciddiyetsizlik ve en önemlisi Fenerbahçe'nin gol yememe ve gol atma şansıyla böyle bir ilk maç sonucu oluştu. Avram Grant'ın maç sonu sözleri de bunları söylüyordu aslında. Fenerbahçe'nin son 30 dk. iyi oynayıp, maçı kazanmayı hak ettiği yazıldı ve çizildi, katılmıyorum bu görüşe. Neden mi? Kendi sahasında oynayan ve bu klasmana en azından isim olarak gelmiş bir takımın 60 dk. esir edilmiş gibi oynamasını kabul edemem. Kaldı ki son 30 dk. sadece rakip yarı sahada daha çok bulunarak da iyi bir oyun oynamış sayılamaz Fenerbahçe, karambol ve duran top dışında bir hücum organizasyonu geliştiremeyen, Maldonado'nun oyun alanını 15-20 metre öne çekmesini başarı olarak kabullenmek, bu seviyedeki diğer takımların oyunlarına büyük haksızlık olur. Eğer bunu iyi bir futbol olarak kabul ediyorsa Fenerbahçe'li yazarlar, zaten bu seviyede olmadıklarını, bu seviyeye biraz da şanslarıyla geldiklerini kabul ediyorlar demektir. Doğrusu da bu.

2. maçın gelişimi ise biraz daha farklıydı ilk maçtan, aynı dizilişlere rağmen. Chelsea'nin turu getirecek golü çok erken bulması oyun planlarını değiştirdi ve savunma oyununu biraz da abartarak oynadılar - Terry ve Carvalho'nun zaman zaman pas yerine topu dikmeleri- Ayrıca 1-0'dan sonra ilk maçtaki mucizenin etkisiyle Chelsea oyuncularında acaba şanssızlık olur mu korkusu da vardı. Ancak Fenerbahçe ilk maçın son 30 dk. kadar bile oynayamayınca -sadece bir 5 dk. baskı kurabildiler rakip alanda- Chelsea, heyecanlı olsa da güvenli bir şekilde sonucu korudu. Fenerbahçe'nin bir şansı da Premier League'da ceza sahası ve civarında bulduğu bu şut pozisyonlarını olumlu değerlendiren Drogba'nın kötü bir performans sergilemesiydi. Ondan da kötü biri vardı sahada 2. maçta, o da Deivid'di ironik bir şekilde. Bunda kendisine tanınan serbestliğin ve Alex'in kötü performansının da etkisi vardı.

Her 2 maçtaki kötü oyununa, Şampiyonlar Ligi'nde 2. gruplar formatının değişmesine, kolay bir grup ve 2. tur kurasına -Sevilla 1.ler arasında en kolay takımdı Porto'dan sonra kabul edelim- rağmen kendi tarihi açısından çok başarılı bir Avrupa Sezonu geçirmiştir Fenerbahçe. Daha önceleri diskete sığabilen bir Avrupa geçmişine sahip iken, CD'ye DVD'ye geçebilmek adına disket biriktirme dönemine girmişlerdir, bu açıdan kutlanmaları doğaldır. Tabii çözünürlüğü, görüntü kalitesini artırarak data boyutunu artırma yoluna gitmeyi seven bir camiadır aynı zamanda Fenerbahçe, bu sebeple dev aynalara dev pozlar atmaları da normaldir. Onlar bu yüzden Fenerbahçe zaten.

Gelelim Liverpool'a.

Liverpool, Galatasaray'lılar arasında çok sevilir. The Reds bir kere, adı güzel. Liman işçilerinin takımı, o da güzel. KOP Efsanesi, You'll never walk alone marşı, This is Anfield sloganı herşey güzel. Ancak İngiliz kültürüne, insanına her alanda -müzik, edebiyat, bilim gibi- saygı duysam da özellikle futbol takımlarından hiç haz etmem. Belki de Akdeniz kültürüne olan bağlılık duygusunun bir eseridir bu durum. Babamın elektronik ve tv'ye olan yoğun ilgisi sonucu 1990'ların başında 5 metrelik çanak antenlerle AC Milan'ı, FC Barcelona'yı izlemenin ve sonraları bu büyük 2 kulübün tarihlerini ve taraftar profillerini de öğrenmemle, onları bir tutkuya dönüştürmenin bunda payı çok büyüktür.

Liverpool'un Çeyrek Final'de en tempolu oynayan takım olduğunu, bir kupa takımı olduğunu, büyük olduğunu söyleyelim öncelikle. Gruplarda zorlandılar, ilk 3 maçta 1 puan aldılar ancak herkes onların son 3 maçı kazanarak gruptan çıkacağına emin gibiydi. Öyle de oldu. 2. turda Inter'i her 2 maçta da yenerek elemeleri önemli bir iş gibi gözükse de bana göre değildi. Dünya Kupası'nı kazanan İtalyanların kulüp takımlarında gözle görülür bir düşüş olduğu gerçeğini unutmayalım.

Tersine İngiliz takımların geldiği nokta da olağanüstü. Roma'nın 2 yıldır United karşısında ne kadar zayıf kaldığını görüyoruz. AC Milan'ın ise, büyüklüğüyle, ismiyle, kupa takımı olmasıyla, sistemiyle ve Kaka'sıyla Şampiyonlar Ligi'ni kazandığını da hatırlayalım. 2006/2007 Sezonu'nda da aslında Şampiyonlar Ligi'ni Manchester United hak etmişti ama Kaka diye bir adam çıktı ve ellerinden alıverdi kupayı, sonrası zaten 2005 İstanbul'un soğuk yenen yemeğiydi.

Rafa Benitez Liverpool'u da bir sistem takımı, diğer büyük takımlara göre zaafı ise oyuncu yeteneklerinin sınırlı olmasında yatıyor. Çocukluğunda Everton formalı dolaşan büyük oyuncu Gerrard'ın yetenek, hırs, mücadele, inat, kavga, akıl gibi pek çok kavramı barındıran oyununu Fernando Torres gibi modern bir hücum oyuncusuyla birleştirmeleri en önemli kazanımlarıydı bu sene. Geriye kalan oyuncuları Benitez, farklı özellikleriyle sürekli rotasyona da uğratarak değerlendiriyor. Savunmada Carragher gibi süreklilik heykeli, Xabi Alonso ve Mascherano gibi ortalamanın çok üzeri fakat en iyiler kategorisinde yer almayan 2 orta saha oyuncu da diğer artıları olarak gözüküyor. Bunun yanında hücumda farklı alternatifleri olmasını da -zaman zaman top bile şişiriyorlar Croutch'a, bu bile taktik oldu- unutmayalım. En önemli sorunları savunmanın merkezi ve kanatlar, Ryan ve Benayoun Liverpool seviyesinde olmayan ve istikrarsız performans gösteren oyuncular.

Fenerbahçe'yle ortak 2 özelliği de var Liverpool'un, bunlardan birisi 17 yıldır - bu yıl 18 oldu artık- Premier League'i kazanamaması, neredeyse Yontma Taş Devri'nden beri. Biri Lig'de diğeri Kupa'da şampiyon olamıyorlar. Bir diğeri ise Liverpool'un Arsenal maçında haksız bir penaltıyla son 5 dk.ya 3-2 önde girmesiydi, izlerken Alex'in Kayserispor'a attığı penaltıyı anımsadım.

Sanırım Chelsea'yle Liverpool'un Yarı Final Eşleşmeleri konusunda da bir rekabeti var, 4 oldu. Liverpool oynadığı tempolu ve iyi futbol sebebiyle favori görülse de, ben tam tersini düşünüyorum. Kontrollü futbolu benimseyen ve zor gol yiyen Chelsea'nin, Lampard, Drogba gibi oyuncularının performans artırmalarıyla da turu süpriz yaparak geçeceğini düşünüyorum. Rekabet ve Final'in Rusya'da olması sebebiyle de daha hırslı bir Chelsea'ye hazırlıklı olalım. Bu açıklarını Terry, Essien, Makalele'yle kapatıyor olsalar da, son düzlükte onlara katılan yeni oyuncular da olacaktır.

FC Barcelona - Manchester United FC

Bu eşleşmenin favorisi de belli, ManUtd. Son 2 yılın en formda takımı, hem savunmada hem hücumda olağanüstü uyumlu bir kadroya sahipler. Arsenal'in, Arsene Wenger'in dünya futboluna hediye ettiği yeni hücum anlayışını -pivot santraforsuz- Cristiano Ronaldo'yu her turnuvada gol kralı olma noktasına getirerek taçlandırdılar denilebilir. Rio Ferdinand ve Van Der Sar gibi iki güvenceyle oynamaları büyük avantaj. onlara eklenen Michael Carrick hamlesiyle de bütün açıklarını kapatmış oldular. Ryan Giggs, Rooney gibi önemli tecrübe ve yetenekli oyuncular vazgeçilmezleri olarak duruyor. Atlanta Hawks oyuncusu Steve Smith'in bir NBA maçı sonrası 30 küsür sayıda tutmayı başardığı Michael Jordan için söylediği gibi "Durdurulması imkansız değil ama emin olun imkansıza çok yakın" bir takım şu an Manchester United. Bu imkansıza çok yakın işi başarabilecek tek takım da karşılarında, FC Barcelona, Katalanlar.

Xavi-Iniesta ikilisinin oyuna hakimiyeti derecesinde ve Messi'nin sağlık raporları doğrultusunda bu imkansızlık halini kırabilirler. Ronaldinho ve Deco'nun olmayacağı kesin gibi, form durumları sebebiyle. Geriye Eto'o ve Henry kalıyor ki, Henry'nin Ümit Karan'ın Fenerbahçe'yi sevmesi gibi United aşkıyla yanıp tutuştuğunu biliyoruz. Eto'o da ona eşlik edecektir. Sıkıntı Valdes ve önündeki 4'lü de olacak. Puyol'un yanına bir türlü doğru oyuncu bulunumadı, Puyol, bir Katalan, sembol, bayrak adam, önce formayı O'na teslim ediyorsunuz haliyle hataları olsa da. Hamle yeteneği zaten olağanüstü bir savunmacı ancak, fizik gücü ve boyu sebebiyle zaafiyet yaşadığı da bir gerçek. Atletico altyapısının imal ettiği bayrak Raul'un karşısında duracak bir bayrak adam şart, sol kolunda sarı kırmızı bandıyla, Barnebeu'da taraftarını temsil edecek Puyol'dan başkası değil O. Belki biraz duygusallık ve taraf olmak gibi duracak ama FC Barcelona'nın da süpriz yapacağını ve Final'e kalacağını düşünüyorum. Kim bilir Liverpool'la geçen yıldan kalan hesap da kesilir belki Final'de her ne kadar Chelsea'yi beklesem de.

Çok güzel 4 maç bizleri bekliyor olacak, Anfield ve Old Trafford'daki maçlar mutlaka izlenmelidir. Favoriler kırmızılar, tahminim maviler ve Katalanlar. Bakalım neler olacak, hep birlikte göreceğiz.

10 Nisan 2008

A. Eren Loğoğlu

Hiç yorum yok: