İlk yarı iyi, ikinci yarı rezil bir oyun vardı Galatasaray adına.
4 - 2 - 3 - 1 ile sahadaydı takım,
Lucas---Servet---H Balta---Çağlar
--------Cana-----Ayhan-----------
Aydın--------Stancu----------Pino
-------------Kewell--------------
yayılımıyla.
İlk yarı çok pozisyon üretememesine karşın oyunun iyi gözükmesinin sebebi başarılı pas sayısının yüksek olması ve bunun sonucunda rakibin çok fazla tehlikeli bölgeye gelememesiydi. Galatasaray da beceri taşıyan, yaratıcı oyunculardan yoksun olmanın ıstırabını çekiyor ve pozisyon bulamıyordu. Kewell'ın futbol aklının ve Pino'nun yeteneğinin devreye girdiği tek organize hücum gol oluyordu.
İkinci yarıya anlamsız bir psikolojik çöküntüyle başladı Cimbom. Geriye çekildi, daha doğrusu rakibi tarafından itildi, savunmayı biraz daha öne kurdu Ankaragücü ve top kayıpları gol girişimleri doğurdu. Özellikle ilk yarının iyi isimlerinden Lucas'ın, 3 pozisyon ard arda çalım deneyip kaptırması, golün hazırlayıcısıydı. Galatasaray'ın baskıdan kendini kurtaracak dikine top süren oyuncuyu -box to box- bir türlü bulamadığı düşünüldüğünde, Lucas'ın bu hataları yapmak için oyunu forse etmesi anlam kazanıyor.
İlk golün gelişiminde elbette Lucas'ın etkisi göz ardı edilemez ancak Çağlar'ın futbolculuk mesleği dışında başka bir branşa -astronot cuk oturur, futbol topuna uzak olsun, uzaya yakın- yönelmesi gerektiği de açıkça görülmüştür. Ceza sahası önündeki bir topu savuşturmanın yöntemi nereye giderse gitsin olamaz, hele de Galatasaray gibi büyük bir takımda oynuyorsan.
Yenilen diğer iki golden birinde de Barış'ın pas hatası vardı, topu taca bıraktı ve dönen top ağlarla buluştu. Keza Cana'nın da Çağlar türü hatası akıl alır gibi değildi, benzerini İBB maçında da pas vermek isterken Servet'e çarpan ve rakibin önüne düşen top ile yapmıştı. Bence onun da bileti kesildi, bu saatten sonra kalabileceğini sanmıyorum. Barış'ın Kewell'ın arkasındaki üçlünün ortasında, eski tabirle 10 numara gibi oynatılması, 10 numaraların son temsilcisi Hagi'ye hiç yakışmadı.
Lucas, Kewell ve Cana birer Galatasaray efsanesi olabilirdiler, müthiş futbol aklı vardı onlarda ancak doğru zamanda doğru yerde doğru takım arkadaşlarıyla bir arada bulunamadılar. Lucas kalsın isterim yine de.
Kewell'ın ikinci yarı değişmesi gerekiyordu, çok top ezdi. Hagi değişiklik düşünmedi, Pino'yu merkeze alıp Arda'yı sola koymak daha akılcı olabilirdi.
Çağlar o kadar kötüydü ki, onu oyundan almayı düşündü Hagi, Cana geriye, H Balta sol bek bölgesine geçti ve olanlar oldu. Cana kötü stoper -geçen sezonki Chelsea Sunderland maçını izleyenler anımsar- ve Hakan Balta kötü sol bek, sonuç kısa sürede kalenin abluka altına alınması, acziyet ve kaçınılmaz yenilgi. H Balta'nın birkaç defa ofsaytı bozup rakibe pozisyon olanağı tanıdığını da hatırlatayım.
Sol bek yokluğunda Insua'nın 18'e alınmama sebebi, kiralık olarak takımda bulunması olamaz, çünkü mevcut oynayan isimlerden de sezon sonu ayrılması muhtemel olanlar vardı. Umarım Hagi'nin takıntı meselesi değildir yine, gerçi iş işten geçti artık, Hagi de kalmayacak sezon sonunda.
Kaleci Zapata'ya artık değinmeye bile ihtiyaç duyulmamalıdır. Üzerine gelen topu bile içeri alan, ilk geldiğinde ayağı iyi diyenleri yanıltacak kadar kötü paslar veren, herhangi bir kalecilik vasfına haiz olmayan biri. Niçin getirildi, ne amaçlandı, kim izledi ve beğendi, yabancı kontenjanını bu denli yanlış kullanmak nasıl bir zihniyetin ürünüdür, çözemiyorum.
Stancu da yeni gelecek teknik direktörün isteyeceği bir isim olmayacak ve elde patlayacaktır.
Bilmem kaç milyon TL'ye alınan Yekta'nın ne kadar süre aldığı da ayrıca incelenmelidir, Hagi onu oynatmadığına göre muhtemelen istemedi ve hala teknik direktörünün kararlarına riayet etmeyen bir yönetim şekliyle karşı karşıyayız. Elano, Misimovic, Keita, Lincoln gibi taraftarın bir kısmının tepkili olduğu isimler olunca, işlerine gelince daha doğrusu, söz dinliyorlar.
34 yaşındaki Ayhan bundan iyi oynayamaz, ona söyleyecek bir şey olamaz, keza Aydın da günün tek başarılı ismiydi Galatasaray'da. Lucas ve Kewell'ın gol sonrası onu tebrik ettikleri fotoğrafı çerçeveletip duvarına asabilir.
33 puandasın, orta sıralardasın, 18'inde Emirhan, Ahmet Kesim, altyapıdan bir sol bek -Schuster'in Doğukan tercihi gibi- Cumhur, E Çolak, Anıl ve Cem Sultan'dan hiçbiri yok, ne kadar acı!
Galatasaray tarihinin en kötü sezonunu yaşıyoruz ve ceza çekmeyen tek unsur oyuncular. Kaybetseler de paralarını alıyorlar. Kulübün bundan sonraki sözleşmelerde takımı yarışmacı hale sokacak maddelerle oyunculara imza attırması gerekir. Ligde ilk ikiye girilemezse sezon sonu yeniden ücretlendirmeye gidilir veya ücretler % 30 azaltılır gibi. Yeni transferlerin de artık yüksek ücretler almaması gerekiyor çünkü Galatasaray şampiyonluğa oynamıyor, Avrupa'da yok.
5 gün sonra TT Arena'da Fenerbahçe'yle oynayacağız. 50 yıl kulübe hizmet etmesi beklenen stadyumun ilk yenilgisi de büyük bir ihtimalle bu derbide olacak, kaderin garipsenen yüzü.
Şimdiden elveda Hagi, seni canımdan bir parça gibi seviyorum.
13 Mart 2011
A. Eren Loğoğlu
13 Mart 2011
10'un Vedası
19 Kasım 2010
Zihinden Geçen Ne Varsa 2!
Yazmayalı 2 hafta oldu nerdeyse, bayram, öncesi, sonrası derken pek çok şey birikiverdi, saçalım ortalığa gulleleri, kronolojik sırayla;
Misi
A2 takımına atılmasının tek bir sebebi olabilir, bonservis ödemeden eski takımına dönmesinin yolunu açma.
Karar Hagi'nin değildir muhtemelen, kiralık istemiyorum diyordu, o çerçevede alınmıştır yönetim tarafından, zararın neresinden dönülse kardır mantığıyla. Hagi'yle olan uyumsuzluğu da alt metin olarak sunulmuştur.
Adamın ömrü Lincoln kadar bile olmayacak.
Sırada Elano var herhalde tahmin edildiği üzre, ülkeme dönebilirim demiş zaten.
Gidiş şekli yine şık durmayacak, anlaşıldı. Yoksa gelecek planlamalarında benim de yer verdiğim oyuncular değil Misi ve Elano. Aranan oyuncu değildi, son gün getirilebildi.
Bu olay, yeniden yapılanmaya başlangıcın işaretiyse güzel, faturayı her seferinde yabancılara kesmenin bir başka şekliyse yıpratıcı olur. Misi'den önce operasyon yapılacak çok isim var, Misi de bunlardan biriyse eyvallah deyip Hagi'ye güvenmeye devam edilmeli ancak böyle olduğuna dair inancım nedense bir türlü oluşamıyor.
Yeni Türkiye, Hazırlık Maçları
Kılıçdaroğlu'nun yeni Cumhuriyet Halk Partisi söylemine benzedi, bugünlerde dolaşan BDP'yle seçim uzlaşmasının da gündemi meşgul ettiği düşünüldüğünde.
Guus Hiddink'in tercihlerinden bahsediyorum yeni sıfatını ülkenin önüne yapıştırarak.
Dünya Kupası'ndan sonra Hollanda'nın aynı yoğunlukla oynayabileceğini zannetmiyordum, Robben, Van Bommel gibi birkaç temel parçanın olmamasını da ilk sebebe ekleyince etkisiz oyunlarını açıklayabiliyorum Türkiye karşısında.
Premier Ligi sallayan Van Der Vaart'ın sırf mevkisinden dolayı -farklılık- bu denli verimsiz olması da güzel bir ders kanımca.
Milli Takımı iyi buldum. Ancak eskiyle olan farkı jenerasyon değil de formda oyunculardan kurulu olmaya bağlıyorum.
Milli Takım oluştururken iki yol var, ilki sürekli yan yana oynatılan -kendi takımında forma bulması şart değil, böylelikle rahat yakalanan bir uyum- isimler diğeri de formda oyunculardan kurulu bir takım.
Trabzonspor'dan çok oyuncu olması örneğin, Umut, Burak, Selçuk, belki ilerde Serkan, Onur, Ceyhun da katılabilir. Nuri Şahin yine. Kayseri maçlarını izlemediğimden Serdar'ın performansını bilmiyorum ancak ben de beğendim bu oyuncuyu, hiç sırıtmadı ilk maçında.
Yurt dışından gelecek genç oyuncularla mutlaka bir jenerasyon yakalama isteği olacaktır, belki de ligimizin formda oyuncularıyla harmanlayacağı bir yapı düşünüyor Hiddink, sürekli Emre B, Aurelio, Semih, Nihat, Arda, Tuncay, H Balta gibilerin oynamasındansa.
İlk izlenim olumlu, Löw, Del Bosque, Rijkaard, Schuster başaramadı devrim denilen bu coğrafyanın uzak olduğu kavramı, umarım Hiddink ile bu döngü kırılır.
İngiltere karşısında Nasri'yse büyülüyor, takımın maestrosu konumundaydı, Fransa rayına oturmuş, Gourcuff & Nasri, Malouda ve Benzema iyi bir organizasyon içersindeler, diğer oyuncular onların açıklarını kapatıyorlar başarıyla.
Gijon - Real
Yine zor kurtardı paçayı Mourinho, sadece 8 dakika kalmıştı Barça'nın lider olması için. Gijon'un Teknik Adamı Preciado'yu Barça maçında as oyuncularını oynatmamakla ve yenilgiyi kabullenmekle suçlayan Jose'ye karşı baltaları çıkarmıştı Gijonlular haklı olarak. Sonuna kadar dayanmışlardı, Mourinho'ya en güzel cevabı sahada vereceklerdi, olmadı, adalet yerini bulmadı ya da Camp Nou'ya taşındı, Katalanlar kesecek hesabı, olayın diğer şahsı olarak.
Maç sonunda da bu arsız adam, 2. lige düşeceksiniz şeklinde bir işaret yapmış takım otobüsünden, elbet bugüne kadar ona hiç cevap vermeyen ve bunu bir strateji olarak uygulayan Guardiola, bu kadar çok sessiz kalmasının karşılığını alacak Katalunya'da, lider olunacak başkentin önünde.
Afellay @ Barça
Hollanda maçı biraz hayal kırıklığına uğrattı beni, oyuncu konusunda. 4 - 2 - 3 - 1'in üçlü bloğunun solunda oynadı beklendiği gibi, sürekli oynadığı bölge buysa Xavi'nin yedeği olamayacaktır, bazı zamanlar Iniesta'yı dinlendirir. Birkaç tercihini pas yerine gereksiz ortalar olarak kullanması, kalabalığın arasına dalmaları, zorlama şutları olumsuz yönleriydi, Barça'da mutlaka törpülenecektir bu tür bireysel seçim hususlarında. Muhteşem bir ara pası vardı, pozisyon olmadı. Seri bir oyuncu, çok belli, Pedro'dan da zaman çalacak.
Afellay PSV'den gelen 7. oyuncu Barça'ya, Koeman, Romario, Ronaldo, Van Bommel, Cocu ve Zenden'den sonra. Aynı takımlardan, altyapılardan oyuncu transfer etmek bile bir organizasyon belirtisi. Sportif Direktör Zubi de Afellay için Barça DNA taşıyor demiş, aradıkları ilk özellik bu, bir de Iniesta'yla stili aynı diye eklemiş, bu da önemli.
Barça'nın transfer konusunda genel olarak 3 temel yolu var, Arsenal, Hollanda Ligi ve La Liga'nın iyi top oynayan -Villarreal, Sevilla, Valencia, Atletico Madrid, Athletic Bilbao, daha önceleri Deportivo- takımları şeklinde.
Barça DNA'sına uyum sorununu en aza indirgemenin yöntemi olarak görüyorlar bu üç alternatifi ve sıklıkla bu havuzdan tercih ediyorlar transferleri.
Wenger'in Arsenal'i, Barça'nın bir alt modeli, oyna bakış nerdeyse aynı, formasyon konusunda farklılıklar oluyor bazı zamanlar.
Net bir 4 - 2 - 3 - 1 oynuyorlar, Song & Denilson ikili blok önünde Walcott & Cesc & Nasri üçlüsü, en uçta da Chamakh yer alıyor. Maçına göre veya maç içersinde 4 - 1 - 4 - 1'e döndükleri oluyor, Song'u da ileri atarak. Bazen de -aslında sıklıkla- Cesc ya da Nasri, Song'a sokularak oynuyor ve Nasri'nin bölgesinde Arshavin yer alıyor, bu yerleşimde Denilson yok. Chamakh'ın yerinin asıl sahibi de Robin Van Persie, sakatlığı yeni yeni düzeliyor.
Bir nevi Wenger, Cesc & Nasri'den Xavi & Iniesta yaratmaya çalışıyor ve bence başarılı da bu anlamda. Her iki oyuncu da Wenger'in elinde inanılmaz gelişti.
Barça'ya en çok yakıştırdığım ilk iki oyuncu da haliyle Cesc ve Nasri. Sonrasında yine Arsenal'den Henry vuruşları ve hızıyla Walcott, Arshavin, sol bek Clichy geliyor.
Barça daha önce Hleb, Slyvinho, Henry, Gio Van Bronchost, Overmars, Petit gibi isimleri transfer etmişti Arsenal'den.
Uyum konusuna tekrar dönersem, Ibra vs David Villa özelinde de bu konuyu incelemek gerektiğini düşünüyorum. Villa şu an yüzde yüze yakın bir uyum yakaladı, her maç golünü atıyor, koşuları, aslolan verkaçlarıyla müthiş bir ikili oldu Messi'yle. Uyum bir süreç işi, bunun kısalığı oyuncunun Barça DNA'sı taşıyıp taşımadığıyla ilgili, Ibra çok farklı bir oyuncuydu Barça için.
Everton'dan Arteta, Tottenham'dan Bale, City'den Tevez ve en çok da Chelsea'den Lampard, Barça'ya uygun oyuncular kanımca. Atletico'dan Kun Agüero, elbette Liverpool'dan Torres, United'dan Rooney diğer aklıma gelenler.
Barça, Eto'o gibi bir tarzı olan Villa'yla bir sorununu çözdü, Henry bulmaları gerek, daha verimli, çok gol bulan bir takım yaratmaları için. Pedro gerekli ancak yeterli değil. Henry için alternatifler de o isimler arasından çıkar gibime geliyor. Barçanın planı -bence tartışılır doğruluğu, gol koklayan bir kenar oyuncusuz sistem sekteye uğruyor- Iniesta'yı kanada atıp Cesc'i merkeze oturtmak, böylelikle 4 - 3 - 3 bozulmadan üçünü aynı anda sahada tutabilecekler Xavi futbolu bırakana kadar. Xavi ayrıldığında da Cesc & Iniesta devam ettirecek ritüeli, arkada Sergio, daha geride Pique, Messi de olacak o kadroda, kenarlara Pedro dışında birkaç -altyapıdan Gerrard bekleniyor- bulacaklar, Puyol'un yokluğunu dolduracak birisi, Valdes ve Villa'nın da. Daha bir 5 yıl Barça'nın önü çok açık.
***
Bir de Xavi'nin gizlenen sakatlığı var, tam iyileşmeden oynamak zorunda kaldı, maç skor anlamında kopunca anında oyundan alınıyor, bu da bir sorun olduğunun göstergesi. Kadroda onu yedekleyecek bir isim yok, Mascherano girse 4 - 3 - 3 bozuluyor, Thiago oynasa, tecrübesiz daha. Bu sebeple Afellay'ın sezon sonu beklenmeden gelmiş olması biraz da Xavi'nin durumuna bağlı olmalı. Iniesta'yı iyice merkeze yerleştirip solda Afellay denemesine gideceklerdir ikinci devre, daha çok kadro genişliği açısından transfer edildiği izlenimi uyandırması normal.
***
NTVSpor'da Gol isimli bir program var, Avrupa Futbolu konuşulan. Zaman zaman izlerim, bu hafta, çizgi savunma, savunmanın orta çizgiye yakın kurulması, önde oynama, baskı, bunların etkileri gibi teknik detaylar işlendi.
Bu analizler için en uygun örnek Barça olduğundan -hep söylerim teorik futbol izlenmek isteniyorsa, futbol ders olarak okutulacaksa Barça maçları mutlaka kayda alınmalı, oyunculara gösterilmelidir her bir kare- Villarreal maçına değindiler. Sadece FCB'nin oyunu değil, rakibin karşı hamlesi de bu noktada önemli bir taktik ders oluyor, Kopenhag, Inter gibi.
Abdullah Avcı bağlandı yayına telefonla, Barça'yı yakın takip ettiği belliydi konuşmalarından, oynun teorik olduğunu çözümlemiş ve ders olarak izlediğini belirtti özellikle, bu çok önemli kanımca. Modern futbolun gereklerinden bahsetti ayrıca Barça maçından örnekler vererek, konusuna çok hakimdi yine, takdir ettim.
Ahmet Kaya
Bir 16 Kasım'ı daha geride bıraktık, Paris'teki güzel insanlar anıldı zihinlerde ve yüreklerde. Sözü ustaya bırakalım;
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1029011& Yazar=SIRRISÜREYYAÖNDER&Date=15.11.2010&CategoryID=97
Lorik Cana
Manisa maçının -bizim takımdan- en iyisiydi, bir ön süpürücü ne yapması gerekiyorsa yerine getirdi, dönen topların tamamını kazandı, sağ, sol, merkez bölge fark etmeksizin rakibe bastı, topun tekrar takıma geçmesini sağladı, top kapma özelliği gerçekten çok üst düzey, müthiş hamleli bir oyuncu, arkadan, yandan, bir şekilde topa dokunabiliyor, rakibi bozuyor. Aslında tam aradığımız oyuncu olduğuna kesinlikle kanaat getirdim, sadece yanında iki yönlü top kullanabilen -Ayhan'dan çok daha kaliteli ve süreklilik içeren- bir oyuncu olsa daha da parlar performansı.
Taraftar da bu mücadelesinin hakkını verip ona tezahürat yaptı ancak burda da futbol kültürü eksikliğimizin cezasını çektik, taraftarın verdiği motivasyonla ceza sahası içersinde arkadan net bir müdahale gerçekleştirdi ve penaltıya sebebiyet verdi, tezahürat olmasa o yorgunlukla hamle çabasında bulunamazdı kanımca. Taraftarı da suçlayamam, büyük bir şaşkınlık vardı. İngiltere'de bu tür oyuncunun performansını takdir eden gaz tezahüratlar oyun durduğunda, top taca, kornere çıktığında yapılır ve oynu kötü etkilemez.
Manisa Maçı
Zul görüyorum artık bu adamlar hakkında bir şeyler karalamayı, emeğin sömürüsü var gibi hissediyorum;
Servet'i 6 aydır kadroya yazmadım, oynatan Teknik Adamlar'a da saygı duydum, ihtiyaç idi, realiteydi, elden bir şey gelmezdi, dönem dönem çözüm önerileri sunuldu, çok eskiye gitmeden son 1 ay içindekileri alıntılayayım, belki okumayan vardır, bir katkı olur;
20.10.2011 Fenerbahçe maçı öncesi
Hiçbiri oynamasın, bari bir duruşumuz olsun Kadıköy'de, nasılsa kaybedeceğiz!
Bunlara inat, lider yabancılardan oluşan bir kuartet -Lucas, Cana, Kewell, Baros- sahaya çıkarsın ve idare etsin takımı da.
11 - Emirhan, Serkan, Insua, Ahmet Kesim, Lucas, Cana, Cumhur, E Çolak, Misimovic, Kewell, Baros
Yedekler - Eray, Sinan, Berk, Musa, Elano, Pino, Cem Sultan
18.10.2011 Rijkaard sonrası, Hagi'nin adı geçmiyor daha;
http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/10/kopekler-istedi-diye-atlar-olmez.html
Barça - Villarreal
İlk yarı, küçük çaplı bir isyan;
Hakem, maçın, güzel oynun ve Barça'nın önüne geçti kararlarıyla, beyaz mendiller sallandı devre arasında.
3 ofsayt kararı yanlış sanırım, Villarreal topa çok az sahip olmasına karşın Barça'nın neredeyse 3 katı faul kazandı, bu istatistik de enteresan. Guardiola maç içersinde, oyuncular düdükten sonra hakemle uzun diyaloglara girdiler.
Real Madrid bu sene dersini iyi çalışmış, lehine her maç penaltı, ofsayt goller, üstüne de Barça maçlarında konsantrasyon kaybı sağlayan, baskıyı artıran kötü niyetli hakemler.
İkinci yarı, oyun çözüldü;
Messi'nin klasik hızlı başlattığı bir duran top sonrası gelen pas organizasyonu ve golü.
Fenerbahçe Yayın Organı Hürriyet
Aynı durum Milliyet için de geçerli, ultrAslan - üni'nin kurulduğu zamanlarda bir muhabir röportaj yapmak için bizimle buluşmuştu ve uzun uzadıya konuşulmuştu, o günden beri bu gastelerin nasıl bir zihniyeti var ve Galatasaray'a özellikle Fenerbahçeli çalışan vermelerinin sebebini çözebiliyorum.
Geç de olsa Mehmet Ali Birand tepki göstermiş, umarım devamı gelir.
Real - Atletico
Madrid maçlarını sıklıkla izlemem ancak bir şey dikkatimi çekti;
Real Madrid gollerinde, rakip savunma hep hazırlıksız ve az adamla yakalanıyor. Barça maçlarında ceza sahasına otobüs park eden takımlar, Bernabeu'ye çıkınca daha açık oynuyorlar. Tekrar bakın gollere, özellikle Bernabeu'de çok gol atılan maçlara, ne demek istediğimi daha net anlayacaksınız.
Trabzonspor - Galatasaray
Hagi'nin yenilmemek üzerine kurduğu strateji, Şenol Güneş'in yenilmemek üzerine kurduğu stratejiyle çakışınca, Kadıköy'den çok daha kısır bir maç ile karşılaşıldı.
Başarıya giden yolun çok ön libero ile oynatmaktan geçtiğine inanan ülke futbolu medyasına, ön libero olmayan bir takımın lider olabileceğini gösterdiği için de teşekkür ediyorum Trabzonspor'a.
Kazanmak zorunda olan Galatasaray'ın Kadıköy'deki düşünceyi -Insua + Ufuk- bire bir uygulamaya çalışmasını maç başında çok yadırgadım.
Kadıköy'de ligden kopmamak için kaybetmememiz gerekiyordu, maç öncesi fark olur psikolojisi de bizi iyice bu oyna itmişti ve Hagi doğru olanı sergilemişti ancak Trabzon'da, Fenerbahçe maçını iyi etüd edebilecek Şenol Güneş'i de düşünüp baskın bir plan kurgulanabilirdi, Hagi malesef kendini aşamadı.
Uzun uzadıya maç analizine ihtiyaç yok, Kadıköy'ün karbon kopyası, tek farkla, Trabzonspor bize nerdeyse hiç açık bırakmadı ve oyuna hakim oldu ancak çok tehlikeli pozisyonlar da üretemedi.
Golde Servet'in hatasının yanı sıra, yalancı koşusuyla rakipten vücud çalımı yiyen, topa girmeyi düşünmeyen M Sarp'ın da katkısı vardı, es geçilmemesi gerekiyor. Hagi, 2 haftadır olduğu gibi Cana yerine onu değiştirse bu pozisyon gol olmayabilirdi ki ilk yarıda Cana her topa müdahale etmeyi başarmıştı. Hagi'nin E Çolak'ı rotasyona katmayı düşündüğü gibi, Cumhur vb. farklı ismi de denemesi gerekiyor, artık kaybedecek hiçbir şey yok çünkü.
Daha üçüncü maçı, karalar bağlamak yersiz, kendi kurmadığı -gerçi bu kadroyu Rijkaard'ın onayladığı da düpedüz yalandır- ve sezon başından itibaren çalıştırmadığı bir kadroyla yoluna devam edecek. Bu maç onun hanesine eksi olarak yazılmıştır ama istediklerinin sahaya yansıdığı bir yapıyı inşa etmesi için de daha çok erkendir.
Trabzonspor'a dair, 7 Ağustos yazısı;
http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/08/karadeniz-frtnas-bordo-mavi-trabzondan.html
Lider oldular, sonuna kadar hak ederek, helal olsun!
Newcastle United
FC Copenhagen'dan sonra şimdi de Newcastle United örneği.
Dünyanın en iyi takımı değiller, dünyanın en iyi oyuncularından da kurulmadılar ama Premier League puan tablosunda 5. sıradalar şu an.
Futbola dair yetenekler, özellikler nedir diye bir çırpıda saymaya kalksam;
Top kontrolü, top tekniği, pas, şut, top sürme, orta açma, kafa vurma, top kapmak, verkaç, hız, çabukluk, denge, dayanıklılık, uzar gider...
Bu türden özelliklerin tek bir oyuncuda toplandığı da olmuştur, çoğuna sahip oyunculardan kurulu takımlar da vardır, üst düzey. Newcastle United, bu özellikleri, ayrı ayrı ve farklı oyuncularda barındıran ve bu sayede bütünlük sağlayan bir takım olmuş, yani parçalar birbirini tamamlıyor ve takım denilen olguyu yaratıyor.
Carroll gibi hava toplarına hakim, her topa kafa vuran bir santrfor, hemen arkasında, yanında daha teknik, son vuruşları etkili Ameobi, kenarlarda sürat, teknik ve orta açma özellikleriyle onları besleyen Arjantili Gutierrez, ters kenarda içe de kat edebilen, top tekniği yüksek, tek pası iyi yapan Barton, orta sahada ileri geri top taşıyan, isabetli, diyagonal uzun toplar atan, çok sert şutlar çeken, Steven Gerrard'ın biraz daha az yeteneklisi, stil olarak kopyası kaptan Nolan, tüm bu oyuncuların arkasını süpüren, inanılmaz dinamik, sürekli top kapan, kısa driblinglerle savunmayı rahatlatan, az pas hatası yapan, çok çalışkan ve Arsenal maçının adamı Tiote.
Savunmada sert oynayan, markaj özelliği olan Coloccini, tipik Ada savunmacısı, hava toplarında etkili Williamson, İspanyol, top kontrolü olan, solak bir bek, Enrique, ters bek çevik, hamleli, hızlı Simpson.
Aynı türden, tarzdan iki oyuncuyu oynatmıyorlar, birinin özelliği, diğerinin açığını kapatıyor ve böylelikle iyi olan özellikler ön plana çıkıyor, zayıflıklar görünmüyor, güzel olan da bu.
Bir takımda olması gereken ne özellik, yetenek varsa, nerdeyse tamamını, az az, kısıtlı ve farklı oyuncularda da olsa sahaya yansıtıyorlar ve bu durum, takım olgusunu sunuyor bize.
Oyuncu seçimlerinde bu türden, birbirini özellik olarak tamamlayan isimlere de yönelmek gerek, mevcut oyuncuların yeteneklerini hesaba katıp.
Galatasaray Erkek Basketbol
Washington, Jasaitis, Wilkinson, Rancik yabancılarından Rochestie, Shipp, Shumpert, Andric, Rancik yabancılarına geçildi, yeniden yapılanma, yeni Teknik Heyet adı altında.
Can Akın, Evren Büker ciddi katkı veriyordu onlara. Birini zor da olsa tutmayı başardık, yanına da hem genç, hem de tecrübeli isimler eklendi, doğru stratejilerle, yabancı değişikliklerinin yanlış olmasının dışında.
Daha iyi bir takım olabildik mi peki? Şimdilik hayır.
Transfer Mevzusu
7 - 8 yurtdışında futbol eğitimi almış yerli oyuncu ile transfer çalışmalarına başlanmalıdır.
Ayrıca daha önce sözünü ettiğim Selçuk / Hamit / Nuri / Gökhan Inler'den en az biri orta sahaya, Eren Derdiyok / Volkan Şen / Sercan / Mevlüt'ten en az biri de hücum bölgesine düşünülebilir.
Yabancı için de ülke dışına çıkmaya gerek yok, Bayern Munich gibi ülke içi piyasadaki yabancılara yönelmek uyum sorununu ortadan kaldırır ve maliyeti azaltır en azından.
6 - Transfer Stratejisi & Yabancı Kontenjanı
FDD operasyonundan hareketle yepyeni bir strateji. Baros ve Kewell dışında -Cana & Lucas da kalabilir duruma göre- yabancıları da gönderip -para kazanarak- Türkiye'de oynayan ve başarılı olan ekonomik yabancılara yönelmek, Cernat, Emenike, Colman gibi. Yanlarına Selçuk / Hamit / Nuri / Gökhan Inler'den en az birini transfer edip orta bölgeyi, Eren Derdiyok / Volkan Şen / Sercan / Mevlüt'ten en az birini transfer edip hücum bölgesini yerli kontenjanından güçlendirmek ve kadroyu altyapıdan umut vaad eden takviyelerle derinleştirmek. Bu isimlerin yanına yurt dışında -özellikle Almanya- futbol eğitimi almış genç isimler katmak da gerekiyor.
Stekelenburg / Emirhan
Lucas / Serkan / Berk / Ahmet Kesim
Selçuk / Colman / Hamit / Cana / Musa / Cumhur
Arda / Kewell / Serdar Eylik / Cernat / Emre Çolak
Baros / Sercan / Emenike / M Batdal / Cem Sultan
2 yabancı hakkı daha var, box to box / geri dörtlü / hücum bölgesinin sağı gibi kullanma opsiyonları sağlanabilir. Savunmaya mutlaka yerli oyuncular da bulmak gerekecek, Ömer Toprak gibi.
İlla bu isimler olsun diye yazmadım, eksikler de var hatta onbir oluşturulduğunda, gözle görülür biçimde, iskelet buna benzer yapıda kurulmalı, dengeli, savaşan, lider yabancıların yanında burda başarılı olmuş yabancılar ve yurt dışından gelen yerliler.
Yabancı seviyesinin uluslararası olması konusunda benzer bir düşünceyi Kadın Basketbol için taşıyordum. Fowles, Augustus, Tamika gibi isimler gelmişse artık bu kulübe, Amerikan Ulusal Takımı dışında ya da All Star seçilemeyen bir isme yönelmenin yanlışlık olacağını savundum. Diğer yöntem seçildi, ligimizdeki yabancılara ya da WNBA'nin orta karar oyuncularına yöneldiler ve çok da başarılı olduğumuz söylenemez.
Yakın zamanda futbolda da bu eşik aşıldı, ismi ve kariyeri olan oyuncuların sayısının artmasıyla.
İroni bu ya, futbolda da bu yöntem başarıyı getirmedi. Elbet pek çok etmen var ama bu tercih de bunlardan biri.
Tekrar futbola dönecek olursam;
Türkiye Ligi'ndeki yabancılar, eskiden olduğu gibi Galatasaray'da oynayamayacak yetersizlikte değil artık. O devrin kapandığını düşünüyorum. Anadolu kulüpleri, yabancı sayısının ve gelirlerin artmasıyla çok iyi oyuncular getirebiliyorlar, yurt dışından 5 -10 milyon Euro civarı bir parayla riske girilmesindense, buraya da uyum sağlamış yabancılara -genç olurlarsa daha da iyi- bakmanın daha yararlı olacağına inanıyorum. Benimkisi daha çok şartlara göre oluşturulmuş bir strateji.
Galatasaray'ın Avrupa'daki imajı oturmuştur, bellidir ve Elano, Baros, Kewell, Misimovic gibi en üst seviyenin bir altı gruptan oyuncuları kapsar. Kulübün başarı ve süreklilik olarak bulunması gereken nokta da budur, en üst seviye takımların bir altı kategori, Lyon, Porto gibi. Yanlış anlaşılmasın, model amaçlı yazmadım bu kulüpleri.
Kewell için 2 yıldır + 2 diyorum.
En az biri kısmını özellikle kullandım, bazıları gerçekten imkansızlığa yaklaştı o yazıdan sonra, Nuri gibi. Hamit'i Bayern Munich'den koparmak kanımca zor değil, yaşı geçiyor, as oyuncu olamadı, yedek beklemekten mutlaka sıkılacaktır, yoğun baskı altında tutup, orada forma şansı bulamamasına vurgu yapmak gerekiyor kanımca. Gökhan Inler'in de piyasasının düşeceğini düşünüyorum İtalya Ligi'nin cazibesini yitirmesinden ötürü. Selçuk işi de iyice çıkmaza girdi, Trabzonspor başarılı olduğu sürece bırakmayacaktır.
Ne kadar gol vuruşu konusunda yetersiz olsa da Sercan'ı beğeniyorum, dribling özelliği olan yerli oyuncu bulmak çok zor, bence pahalıya kaçmamak şartıyla transferi düşünülmelidir.
Yurtdışındaki genç isimlere yönelmek şart ancak abartmamak gerekiyor, takım yaşının çok düşmesi de doğru değil, CM oynar gibi takımı 20 yaşında wonderkid oyunculardan kurmak başarı getirmez. İyi bir takım incelendiğinde yaş dağılımının da orantılı olduğu görülecektir. (Sallıyorum sayıları, 20 yaş altı 5, 20 - 25 yaş arası 7, 25 - 30 yaş arası 7, 30 yaş üstü 5 oyuncu gibi.)
21 yaş altına yönelmek başlangıç aşamasında bize çok sıkıntı verebilir, uyum konusunda, hele de sayı çok artarsa, makul olan 7 - 8'i geçmemesidir kanımca. Sadece genç oyunculara yönelmek yeterli olmaz, süreklilik ve başarı için.
Galatasaray'ın yabancı ve yerli oyuncu seviyesinin uluslararası düzey olması gerektiği şüphesiz, ülkelerinin takımında da oynayan, kaptanlık yapanlar bile tercih sebebi olabilir. Lider, kaybetmeyi sevmeyen, karakterli yabancılar takıma çok büyük hava katıyor, taraftar ve oyuncuların kendi arasında.
Emenike, Colman, Cernat yazmıştım bizim ligden, hiçbirine 2 milyon Euro'dan fazla verilmez. Türkiye'de bence herhangi bir oyuncuya -yerli, yabancı fark etmeksizin- belli bir tutar belirleyip fazlasını da ödememek gerekiyor. Belki gözden kaçtı, şuna dikkat çekmiştim, kadroyu kurarken bu isimleri takım iskeleti olarak düşünmedim, 6 + 2 + 2 kuralının etkisiyle, daha derin bir yapının parçaları olarak ortaya attım. Tüm takım kadrosunu sunma sebebim buydu.
Bizim ligin piyasasına yönelmemizin gerektiğini, çünkü gelen yabancı seviyesinin de artacağını düşünüyorum, gelişecek olan ülke futboluyla, bu bir öngörü, herhangi bir argümanı yok, Anadolu kulüplerinin stad ve sahalarının düzelmesi, gelirlerinin artması gibi küçük detaylar dışında. Gözümüzün önünde yetişecek, bilinen yabancılar varken, riske girmenin mantığını çözemiyorum. Pino'ya 3.5 milyon Euro vermektense, Emenike + Cernat transferi daha akılcı gözüküyor bana.
Bundan önce Anadolu'dan İstanbul'a gelen öyle ahım şahım bir isim hatırlamıyorum. Zaten yeni yeni olabilir diyorum çünkü onlar da iyi isimler getirmeye başladılar, eskiden yabancı kontenjanı 3 idi. Zec var ilk aklıma gelen, Makakula düşünülebilirdi opsiyon olarak, bunları gözden kaçırmamalıyız. Trabzonspor'da yönetici olsam, bu saatten sonra bizim lig dışından yabancı bile transfer etmem, onları başarıya en kolay götüren yol bence bu olur, keza yerlileri de topladılar sağdan soldan. Sen de belirtmiştin bu takım Ersun Yanal'ın diye, ben uzun zaman önce daha ileri gitmiştim, keşke Rijkaard'dan önce Ersun Yanal'ı getirseydik de, Rijkaard'a kadro mühendisliği yaptığı bir takım bıraksaydı şeklinde.
Lyon, Porto'nun neden model olamayacağına daha önce vurgu yapmıştım;
Uzun vadeli plan sadece isme -Hagi, Frank- ya da felsefeye -kaos, akıl- bağlı bir düşünce birlikteliği değildir. Önemli olan organizasyon kanımca ve organizasyonu belirleyen ve bize bağlı olmayan dış faktörler de var, ülke şartları gibi, eğitim, sosyal, kültürel ve ekonomi sebepler.
Misal, Avrupa'da sosyolojik olarak Türkiye'ye benzeyen ülkelerin takımlarından turnuvalarda süreklilik sağlayan var mı son yıllarda, Ukrayna geliyor sadece aklıma. Bükreş, Kızılyıldız, Yunan takımları ve biz çok gerilerde kalmışız, bize benzer ülkelere göre çok para harcıyoruz, Rusya büyük bir gelişme içersinde, ekonomik sebeplerden ötürü. Portekiz'den Porto bize nasıl veriler sağlar, ülke şartları benzer mi, Avrupa Birliği sorunsalı var misal. Barcelona'yı ya da Ada takımlarını model almak doğru plan değil, en azından denendi ve başarısızlık görüldü, şimdilik de olsa. Keza sınırsız yabancı alabilen ülkeler ya da Ajax, Lyon gibi farklı özellikleri olan takımlar da model sunulamaz Galatasaray için. Bize benzeyen ve süreklilik içeren bir modeli bulup, inceleyip, burada kopyalamak en doğru yöntem organizasyon anlamında. Bu ülkenin mühendisliği de böyle değil mi?
Sözün özü, bizde Ajax, FC Barcelona gibi altyapı modeli de, Lyon, Porto gibi transfer -al, faydalan, sat diyalektiği- modeli de tutmuyor. Çözüm bunun ikisini makul derecede harmanlayıp dengelemede. Yabancı sınırı ve yerli seviyesi sorunu var.
Akla gelen, doğru olarak, yurtdışındaki yerliler ve yabancı seçiminde daha ince eleyip sık dokumak. Yabancıların yaş dağılımını doğru hesaplayıp, üst düzey yabancılara, sakatlık, cezalı ve üç kulvar ortamında opsiyon olacak yurtiçi piyasasından yabancılar bulmak da şart kanımca. 2 - 3 yabancı sakatlanınca sahaya 7 - 8 yerli ile çıkıp takımın seviyesini çok aşağı çekiyoruz, Cernat, Emenike gibi isimler olsa, her türlü koşulda kopmalar yaşamayız ve sürekliliği sağlar, başarıya giden yolu da kısaltırız gibime geliyor.
2 milyon Euro'dan fazla verilmez diye belirtirken, ekonomik açmazın da değerlendirilmesi gerektiğini vurguluyorum. Yabancı sayısı arttıkça, futbol kültürü stad ve gelirlerle birlikte geliştikçe, Anadolu kulüplerinin transfere bakış açısı da değişecek kanımca, Bosman daha çok uygulanır olacak, transfer borsası daha bir hareketli olacak düşük maliyetlerle, hatta takaslarla, bunlar öngörü. Bugün bu isimler Colman, Emenike, Cernat olur, yarın başkaları, değerlerinin üstünde paralar harcamadan, göz önünde olan isimleri takımın parçası yapmak, dışardan maliyetsiz getirip riske girmeye göre daha rasyonel geliyor, diğer türlü sakatlıklar vs. olduğunda dımdızlak kalıyoruz.
Her yıl CL'ye katılma, sürekliliğin birinci aşamasıdır, başarı zamanla gelecektir zaten ki biz Avrupa'da başarı kültürü yaratmış bir kulübüz, birkaç yıl içinde ısınırız, öyle uzun yıllar beklemeye gerek olmaz, yeter ki doğru yapılanmayı kuralım şimdiden.
Aklıma gelmişken, bu yerli tercihlerinde pozisyon belirlenmesi yapılması da bir başka yöntem, özellikle iç piyasadan oyuncu bakarken, ilerleyen zamanlarda. Ülke futbolu, daha çok hangi pozisyonlarda iyi oyuncular üretiyor ve bunun sebepleri nelerdir, araştırılması gerekir.
Hızlı beklerimiz -Hakan Ünsal, Gökhan Gönül, Sabri Sarıoğlu- oldu, orta sahadan devşirme bekler -Ümit Davala ve Ergün- de bulundu. Her daim markaj özellikleri yüksek olan merkez savunmacı -Bülent Korkmaz, Alpay Özalan, Servet Çetin, Emre Aşık- çıkmıştır bu coğrafyadan, yanında hep aklını kullanan bir yabancı oynaması şartıyla. Kaleci yetişmez, savunmanın önünde oynayacak iyi oyuncular bulunmaz, 4 - 4 - 2'nin tipik kanat açıkları hiç olmamıştır, Hakan Şükür dışında gerçek bir santrfor daha görülmedi, onun yanında oynayabilecek orta saha özellikleri olan, forvet arkası diye tanımlanabilecek isimlerse yetişti, Necati Ateş gibi. Box to box denilen tarzda bir isim Emre Belözoğlu dışında sayılamadı. Örnekler çoğaltılabilir, orta sahada mücadeleci isimlerin çokluğu gibi.
Ülkede pek çok oyuncu, futbol eğitimi alırken, bu pozisyon hususunda arada derede kalıyor, kendini konumlandıramıyor.
Demem o dur ki, bu coğrafyada hangi pozisyonlar için daha çok oyuncu yetişiyorsa orayı yabancı kontenjanıyla doldurmak da sorunlar doğuruyor, diğer pozisyonlarda vasat kalınıyor haliyle. Beklerin yabancı olması çok makul değil bu sebeple, daha öncelikli pozisyonlar var kanımca. Ben yine bir tesbiti kısaca dile getirmiş olayım, daha derin incelenmesi gereken bir konudur bu yoksa yanıldığım kısımlar da bulunacaktır.
Galatasaray Kadın Basketbolu
Eski yazılardan alıntı yapmayı sevmiyorum, aynı sayfada, kısa aralıklarla yineliyorum bu eylemi, hoş durmuyor. Tekrar etmemek adına sadece linki asayım, 20 Haziran tarihli, çok uzak değil;
http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/06/bayan-basket-gelismeleri.html
Önceleri maçlara da giden ve analizler yapan biriydim Kadın Basketbol hakkında ama artık sadece genel çerçeveyi çizebilirim ya da maç maç bireysel performanslara bakabilirim. Bunlar da ortalama, genel bir strateji düşüncesiydi transfer hususunda.
Bizim spora bakış açımızda en bariz hatamız, uyum ve başarı yakaladığımız takımı, daha iyisini yaparız diye yeni transferlerle bozuyoruz, Erkek, Kadın Basketbol ve Futbol'da da bu şekilde davranılıyor. Uyum sağlamış, katkı yapmış, oturmuş yabancılardan vazgeçilip, her sene sil baştan takımlar yaratmakta üstümüze yok. Sporun mantığı bu belki de, insanlar yeni yüzler görmek istiyor. Halbuki başarı, mevcut oturmuş, iyi kadroyu, eksiksiz olarak tutup açıkları kapatmaktan geçiyor her defasında.
Erkek Takımı'ndan güncel örnek vereyim;
Sıradan olan Alman Ligi'nden Amerikalı guard transfer etmeyi doğru bulmuyorum, hele de mevcut kadroda, performans göstermiş Washington dururken diye bir yorum yapmıştım Rochestie transferinden sonra. Genç oyuncuların katılımıyla bir hava yakalanmıştı, çok vurgu yapmak istemedim bu konuya, sadece bir defa değindim sanırım, üzerinde durmadım, lig başlayınca bir baktım herkes Rochestie konuşuyor ama iş işten geçti artık eleştiride bulunmak adına.
Hagi'den Sonra
Bizim oyun merkezini öne almayı sağlayan, baskıya dayalı oyundan eski usül de olsa vazgeçmememiz gerekiyor. Ancak bunun yanına yeniyi, modern olanı katmadıkça, özellikle Avrupa Kupaları'nda artık süreklilik yakalama şansımız yok. (Futbol değişiyor her 10 yılda bir, taktik varyantlar çok çabuk gelişiyor, sistem zayıflıkları anında çözülüyor.) Kalli'nin Leverkusen, Korkmaz'ın Hamburg dersi en yakın ve acı olanlardı. Kontra olarak Skibbe'nin Benfica, Hertha Berlin örnekleri de verilebilir.
Hagi'nin futbolculuğuna bakınca aklın, yeteneğin ve mücadelenin yan yana olduğu görülebilir. Umutlanmamız gereken ilk kısım burası, eski ve yeninin harmanını ancak onun futbol karakteri gerçekleştirebilir. Üstelik ilk Teknik Adamlık döneminde Lucescu'nun izlerini sunan, kontrol oynunu da çözmüş, taktik disiplin seven biri olmasının sağlayacağı katkılar da var, ikinci kısım da bence bu.
19 Kasım 2010
A. Eren Loğoğlu
01 Kasım 2010
Frank'ten önce ve sonra | Antalya maçı | Xavi & Iniesta Yan Yana
Antalya maçı kadrosu açıklandığında;
Hagi'nin düşünceleri yalın ve net, zamanla 4 - 2 - 3 - 1 oynayacağız, şimdilik eksiklikler buna müsaade etmiyor.
Serkan & Sabri, Sabri & Elano, Barış & Arda, Pino & Baros değişiklikleri sakatlıklar düzeldiğinde olacaktır.
M Sarp, Barış ve Ayhan'dan en az biri her maç ilk 11'de bulunur. Önlerinde Elano - Misimovic - Arda oynar, Hagi'nin bu üçlüyü yer değiştirmelerle deneyeceğini de düşünüyorum, rakip takımlara göre, sağ bölgesi zayıf bir takımsa oraya yığılma veya Misimovic'i sola, Arda'yı merkeze gibi, dinamik, kayan ve ayağa pas yapan bir yapı. En uçta da Baros, o yoksa da, adam eksiltebilen -Ribery örneği- Pino.
Hakan Şükür & Cafercan değişikliğini sergileyen Hagi'den Mehmet Batdal'ı oynatmasını beklemek çelişki olurdu, o tutarlılığını devam ettirip, topun ceza sahasına ortalanmasını değil, pas yoluyla girmesini istiyor, Elano'nun Fenerbahçe maçında kafasını kaldırıp dışarıya çıkardığı birkaç pozisyonda yaptığı şekliyle.
Kewell bu planlamanın neresinde yer alacak derseniz, Hagi yine rakibe göre, bazen ikinci bir merkez forvet -santrfor- gibi Pino ve Kewell'ı da kullanacaktır. Hatta bazı maçlarda Cana'yı tek oynatıp, önünde dörtlü bir blok -Elano, Misimovic, Arda, Kewell- ile Arda'yı da merkeze alan bir organizasyon sergilenebilir.
Alternatif çok kanımca, yölü oyuncular var, Rijkaard'a kızılan noktalardan biri de buydu, hiç denemedi nerdeyse. 4 - 4 - 2'nin her varyasyonuyla sahaya yayılma ve asıl önemlisi doğru görev paylaşımlarıyla -önde baskı ve hücumda çoğalma da dahil buna- sahada yer alma şansı bulunuyor bu kadronun.
***
Antalya maçından sonra;
Golde, tereddüt etmeden öne çıkamayıp rakibi ürkütemeyen Ufuk'un ve ofsaytı bozan Ali Turan'ın katkıları vardı.
Ali Turan bek değil, çok açık. Çizgi savunmayı da hiç beceremiyor, acaba Kayserispor'da hep markaj yaparak mı oynadı da, bu denli alan savunmasından habersiz davranıyor! Bek bölgesine alışkın olmadığından, çalım da yiyor malesef.
İlk 15 dakikalık baskıda en ciddi katkı Cana'nındı. Dönen topların tamamını kazandı, bunda topun nereye gideceğini sezmesi ve takımla birlikte öne, sağa, sola kayması etkendi. Hücumda çoğalmak, rakip yarı sahada daha çok bulunmak ve oynu yıkmak istiyorsak, top kazanma bölgesini her daim önde tutmalıyız. Galatasaray'ın başarılı olma şansı bu noktaya bağımlıdır, topun nerede ve ne kadar sürede kazanıldığı çok önemli, Cana bu yönden takıma değer katıyor, daha da etkili olacaktır.
Misimovic'in tarzı belli oldu iyice, arkaya top atacak, verkaç, ara pası, gerekirse topu saklayacak, duran top kullanacak, Alex'e çok benzetiyorum. Ağır, adam eksiltme konusunda sürekliliği olmaz ama futbol aklı var adamın, Barış'a bir pası vardı ilk yarı, Hagi'yi getirdi aklıma. Servet'in golü çalışılmış bir organizasyon gibi geldi bana, Misi bunları sık sık yapmak zorunda yoksa sahada durmasının zararları da olacaktır.
Sarp'ı yine beğenmedim. Bu denli az katkısı olan bir adam nasıl sürekli oynuyor anlamak mümkün değil! Bir Cana'nın hareketliliğine bakıyorum, bir de Sarp'ın yürüyerek oynamasına, üzülüyorum, eksiğiz sahada.
Barış çok çalışkan bir oyuncu, bazı zamanlar çok gereksinim duyuluyor böyle adamlara, ikinci yarı baskı yenilen süreçte ayakta kalan ender adamlardan biriydi. Zaafı çok bodoslama dalması, Sivas'ta linç edilmişti, aynı hataları tekrarlıyor.
Sabri & Elano şart, Arda & Kewell & Baros'dan biri dönsün artık, Ayhan da gelecek, bazı sorunlar çözülecektir. Baskı yeme sebebimizi, orta sahanın yetenek yoksunluğuyla birlikte, psikolojik çöküntüye de bağlıyorum, ilk yarı iyi bir oyun ortaya konuldu aslında. Baskı da oldu, kontrollü oyun da, pek çok gol pozisyonu da.
Bir de sezon başında hakkını yediğim Pino. Hala tercih hataları yapıyor ancak merkezde olağanüstü işleri var, kendisinden fizik olarak üstün savunmacılarla boğuşması bile müthiş bir olay, hızıyla da sürklase ediyor oynunu. Umarım devamını getirir, çok etkiliydi yine.
Hagi'nin değişikliklerine ilk döneminde kafayı takan çok olmuştu, yine olacaktır, biraz daha bekleyelim bakalım, direnci artırmaya çalışıyor şimdilik haklı olarak.
***
Frank Rijkaard meselesi;
Öncelikle şu iki basit gerçekliği her Galatasaraylı'nın kabul etmesi gerekir, herhangi bir derin analize girmeden;
- Frank Rijkaard, iyi bir Teknik Adamdır.
- Frank Rijkaard, Galatasaray'da çok kötü bir performans göstermiştir.
Bu iki madde ayrı ayrı ve iç içe, bir sürü argümanla desteklenebilir. Arkası doldurulabilir, iyi ve çok kötü tanımlamalarının sebeplerine bakılabilir.
Frank Rijkaard'ı salt Galatasaray performansıyla değerlendirip kötü Teknik Adam diye eleştirmek de, FC Barcelona performansından dolayı çok iyi Teknik Adam şeklinde methiyeler düzmek de doğru değil. Onun mesleki performansı için, Galatasaray süreci de sona erdiğine göre, bütünsel bakmak bir zorunluluktur ve çok kötü Galatasaray performansıyla, çok iyi FC Barcelona performansı, çalışılan zaman, ortam ve turnuvalar göz önüne alınıp birleştirildiğinde iyi sıfatını oluşturacaktır Teknik Adamlığı değerlendirmesi için.
Galatasaray'da neden çok kötü bir performans göstermiştir, bunun da çeşitli sebepleri vardır;
Jose Mourinho bazen Teknik Adamlığı'nın ne denli muazzam olduğunu anlatmak için Portekiz, İngiltere, İtalya ve İspanya'da çalışıp, her birinde başarılar yakaladığı örneğini verir, doğrudur da. Ancak bu başlı başına iyi Teknik Adamlığı'n tanımı olamaz, Sir Alex Ferguson, Arsene Wenger gibi evini bile değiştirmeyen adamların varlığı dikkate alındığında.
Dikkat edenler olmuştur, Laporta, Frank'i FC Barcelona'ya küme düşen Sparta'dan getirmiştir, Cruyff'un tavsiyesiyle. Hollanda Milli Takımı'nda Van Gaal'den önce, Hiddink'ten eğitimi alan Frank'in, Van Gaal'in yolundan giderek FC Barcelona'ya gelmesi de gayet olağandır bu noktada.
20 yıldan beri süregelen bir sistemin devamlılığını sağlamış, altyapıdan oyuncular çıkarmış ve belirli bir formasyon çerçevesinde şablonu oturtmuş ve bugünün Barça'sının temellerini atmıştır.
Model Teknik Adamdır ve bazılarının küçümsediği gibi -Barcelona'yı ben de şampiyon yaparım diyorlar ya- kolay bir iş de değildir başardığı, nitekim olağanüstü 3 yıldan sonraki 2 yıl oyuncuları çok iyi idare edemeyip krizleri yönetememiş ve duraklama dönemine sokmuştur takımı.
Rijkaard gelirken ince bir ayrıntı sunmuştum, Barça'nın düşüşünde ne denli etkisi vardır bilinmez. Rijkaard, Barça'daki ilk 3 yılında Henk Ten Cate ile çalışırken, sonraki 2 yıl Johan Neeskens ile yola devam etmiştir. Bunun sebebi sanırım Ten Cate'nin takım çalıştırmak istemesiydi.
Teknik Adamlık konusunda bir başka referansı Johan Cruyff'un bizzat kendisidir, her konuşmasında övmeden duramaz Rijkaard'ı. Cruyff'u anlatmaya gerek yok sanırım, futbol tarihinin en başarılı ismi -oyuncu, teknik adam, danışman bir nevi üst yönetici- olarak karşımızda duran filozof adam. Zerre şüphe duymam Rijkaard'dan biraz da bu yüzden. Ona kötü Teknik Adam diyenleri yadırgar, kötü performans gösterdi şeklinde eleştirenlereyse sonsuz saygı duyarım ki ben de bu güruhun içersindeyim.
Rijkaard'ı Galatasaray'da başarısız sayarken, ona istediği ortamın sunulamadığını da düşünüyorum, teknik hatalarını hiçbir zaman göz ardı etmeden.
***
Rijkaard'ın karakterine dair herhangi bir yorumda bulunmak sağlıklı olmaz. İnternet platformlarında yazarken, biraz da ahkam keserek yorumlarda bulunulur, ekranlara yansıyan hal ve tavırlardan yola çıkarak. Ekrandakilerin hayatlarının bir parçası olunmamıştır hiçbir zaman ve bu durum bazı değerlendirmelerde hep eksik bir yan bırakır.
Rijkaard figürü karakterli bir adam göstermektedir bize. Bir futbol takımının ya da bir spor organizasyonun karakterli adamlardan oluşması gibi bir gereksinim yoktur, başarılı olmak adına. Inter örneğin, ekranlara karaktersiz adamlar olarak yansıyan Lucio, Cesar, Maicon, Samuel, Stankovic, Cambiasso, Cordoba, Materazzi, Motta, Chivu gibi kavgacı, saha dışı unsurlara başvuran, çirkef denilebilecek oyuncularla donanmış durumda ve çok başarılılar. Başarının kriteri asla karakter değil, profesyonel davranabilme, mesleğini hakkıyla yapabilme ve iyisiyle kötüsüyle bir bütün, takım olabilmektir kanımca. Bu yüzden karakter tahlili yapmaktan vazgeçmeliyiz ve Servet mevzusuna da bu çerçeveden bakmalıyız. Tribünden 11 tane gerçek Galatasaraylı, aslan gibi, çok karakterli adamlar çıkartalım öyleyse, ne diye Lincoln, Elano uğraşıyoruz noktasına gelinir ki, çok yanlış durur.
Şu da var, bir takımı, iyi bir takım yapan değerlerden biri karakter de olabilir, Barça örneğinde olduğu gibi. Bu adamlar taraftarı oldukları takım için oynarlar, ebeveynleri de aynı takımın taraftarıdır, aile kavramı sarmıştır her bir yanı, ellerinden tutulup La Masia'ya götürülmüşlerdir çocuk yaşta, Xavi 92 Şampiyon Kulüpler Kupası'nın kutlama organizasyonlarına katılır daha 12 yaşında, poz verir kupayla, halkları için oynarlar Puyol gibi, karakterli adamlardır, beraber yetişmişlerdir aynı yerde ve güzel bir arkadaşlık ortamı yaratmışlardır, bu durumlar işleri kolaylaştırır elbette. Ama temelde yine konu dönüp dolaşığ işine ve arkadaşına saygı duymaya gelir, tek bir farkla, bu adamlar kulüplerine de inanılmaz bir aidiyetle bağlıdır. Galatasaray'ın da böyle bir değeri var, Arda işte. Barça'yla kesiştiğimiz bir nokta varsa, bu aile olabilme, altyapı, aidiyet gibi kavramlarda gizlidir.
***
Ankaragücü maçından sonra, sıcağı sıcağına, takıma ihanet ettiğini düşünmüştüm Servet'in ve FDD'nin varlığıyla ilintilendirmiştim durumu. Rijkaard'ın GSTV'ye söylediklerini duymadım, çeviri mi, röportaj mı verdi, öyle söylemesi mi gerekiyordu, bunlar tartışılır, konuşması için daha erken aslında, Hollanda'da farklı bir röportaj da verebilir ilerleyen zamanlarda, hazırlıklı olalım kanımca. Bu bilgiye dayandırmadan düşünmeye devam edersem, Servet'in hala kasıtlı olarak kötü oynadığına inanıyorum, hesap kesmek istedi ama sanırım bunu FDD kapsamında değil de bireysel olarak gerçekleştirdi. FDD'yi 2 yıl önce kafamda netleştirip açılımını yapan biri olarak, bu olayda Servet & FDD bağlantısının gözükmediği izlenimi oluşmaya başladı bende de, Ayhan da tepki gösterdi haberleri ayyuka çıkınca. İlk anda, maçın heyecanıyla bu gözlemde yanılmış olma ihtimalim yüksek.
Tüm bunlara karşın Servet'in Ankaragücü maçındaki performansı hafızalardan silinmez, ortada bir eylem var kanımca. Bu eylemleri de hadi taktiksel zaafiyetlere ya da maskeye bağlayalım desek, söylemlerini nereye koyacağız!
Servet & FDD bağlantısı yok diye, FDD sorununun tamamen ortadan kalktığını ya da zaten hiç var olmadığını düşünmek de yanıltıcı olur. Çözüm er ya da geç bulunmak zorunda.
***
Mesele Teknik Direktör değil, Türkiye'den süreklilik arz eden bir başarı öyküsü çıkmaz da değil mesele.
Löw, Hiddink, Del Bosque, Rijkaard başarısız oldu burada, Hiddink geri geldi, yoğun eleştiriliyor, Schuster'in durumu da ortada. Bu adamlara kötü Teknik Adam diyebilir misiniz, sanmıyorum.
Başarılı olanlar belli, Zico, Daum, Lucescu ve belki de Hagi, bizi tanıyanlar daha çok, burayı bilenler ve ona göre davranabilenler. Bu isimler sürekli bir başarı yakalayamaz, günü kurtarırlar ifadesi de doğru değil, onların yöntemi farklı sadece, Barça gibi değil. Bu demek değil ki güzel oyun olmayacak, kavramları karıştırmamak gerekir.
Bu ülkede Barça tarzı futbol oynatılamaz önermesi de aşırı önyargılı bir düşüncenin ürünü. 25 yıl önce Türkiye'den bir takım Avrupa'da kupa kazanacak, Dünya ve Avrupa üçüncüsü olunacak denilse kimse inanmazdı, Anadolu'dan şampiyon çıkmaz, çıksa da ömrüm yetmez diyen yorumcuların en çok izlendiği ülke burası. Süreklilik olmasa da, bir gelişim hep mevcut. 3 - 5 yıldır bocalıyoruz sadece, kulüpler düzeyinde, bunun da sebepleri var.
Futbolun geleceğine dair tahminde bulunurken sosyolojik etmenlerin de katılacağı çok derinlemesine bir analize ihtiyaç duyulur ki, bunu şu an ben yapamam. Sadece tribün profilini değiştirecek yeni stadların, güzel zeminlerin bile etkisi olacaktır oynanan futbola, 3 -5 yıl içinde. Bu öngörüde bulunabilirim ve Rijkaard'ın geliş zamanlaması belki de bu yönden yanlış olmuştur.
***
Kaos Futbolu vs Akıl Futbolu karşılaştırmasında kaos olumsuz bir çağrışım yaratır ancak içeriğinin salt kötüyü yansıtmadığının da sunulması gerekir. Her daim kaos ve aklın harmanladığı bir yapının Galatasaray'a uyanacağını düşünen biri olarak, süreklilik için saha içinden çok dışına bakmamız ve organizasyonu gözden geçirmemiz gerektiğine inanıyorum. Bu da çok ayrı bir tartışma konusudur, sportif direktör, profesyonel yöneticiler gibi pek çok unsur devreye girer. Sorunlar bu noktaya dayandığında işin kolayına kaçıp yeniden saha içine dönerim, elden bir şey gelmez çünkü.
Teknik Adam sorununun çözüldüğü varsayımıyla -Rijkaard'ı, felsefesini çok seven ve Hagi geldiğinde daha çok umutlanan biri olarak- gelecek sezondan itibaren, scout ekibinin de katkılarıyla kontenjan ve kalite sorununu tamamen ortadan kaldıracak hamleleri yapmak ilk adım olacaktır.
Bu süre zarfında altyapı meselesine nasıl eğilinmesi gerektiği de önemli. 70 milyonluk ülkeden çok fazla yetenek çıkmadığı düşünülürse yurtdışına çıkmak şart. Uzun vadeli altyapı hamleleri bir yerde mutlaka üstyapıya takılıyor. Üstyapı ne kadar sağlıklı ki, altyapıdan gelenler orada konumlandırılabilsin. Sergio Barça'da yer bulabiliyor, bu uğurda daha iyi olan Toure kesik yiyip City'ye gidiyor, bunun sancısını da çekiyorlar, Bojan'ı kazanacağız diye puan kaybediyorlar, Pedro'yu keşfediyorlar Henry'de ısrar etmek yerine, hikayeler biliniyor. Uğur, Mehmet Güven ortada, diğerleri bir kenara -altyapıdan gelen her oyuncu üstyapıya uyacak diye bir kural da yok açıkçası- bırakılacak olursa. Bu iki isim, bir şekilde monte edilebilirdi kadroya, üstyapının sağlıksız oluşundan dolayı gerçekleşmedi. Sadece Arda'yla kaldı koca jenerasyon. Bahsi geçtiği kadar iyi değildi son 10 yılda gelen oyuncular konusu da tartışmaya açıktır ayrıca.
Rijkaard'a (biraz da yönetimin artık temelden bir şeyleri değiştireceğine inanarak, proje söylemi, başkanın bizzat 4 - 3 - 3 diyerek, belki de ilk defa formasyon belirtmesi) büyük umutlarla bağlanıp, gerçekten uzun vadeli bir planlama yanılgısına kapıldığımdan, artık daha tedbirli davranmak gerektiğini düşünüyorum.
Uzun vadeli plan sadece isme -Hagi, Frank- ya da felsefeye -kaos, akıl- bağlı bir düşünce birlikteliği değildir. Önemli olan organizasyon kanımca ve organizasyonu belirleyen ve bize bağlı olmayan dış faktörler de var, ülke şartları gibi, eğitim, sosyal, kültürel ve ekonomi sebepler. Misal, Avrupa'da sosyolojik olarak Türkiye'ye benzeyen ülkelerin takımlarından turnuvalarda süreklilik sağlayan var mı son yıllarda, Ukrayna geliyor sadece aklıma. Bükreş, Kızılyıldız, Yunan takımları ve biz çok gerilerde kalmışız, bize benzer ülkelere göre çok para harcıyoruz, Rusya büyük bir gelişme içersinde, ekonomik sebeplerden ötürü. Portekiz'den Porto bize nasıl veriler sağlar, ülke şartları benzer mi, Avrupa Birliği sorunsalı var misal. Barcelona'yı ya da Ada takımlarını model almak doğru plan değil, en azından denendi ve başarısızlık görüldü, şimdilik de olsa. Keza sınırsız yabancı alabilen ülkeler ya da Ajax, Lyon gibi farklı özellikleri olan takımlar da model sunulamaz Galatasaray için. Bize benzeyen ve süreklilik içeren bir modeli bulup, inceleyip, burada kopyalamak en doğru yöntem organizasyon anlamında. Bu ülkenin mühendisliği de böyle değil mi!
***
Sıklıkla hataya düşülen bir husus var, Rijkaard'ın Barça başarıları Xavi & Iniesta'yı yan yana oynatabilmesine indirgeniyor, bu türden, belki de dünyada başka örneği olmayan iki oyuncuyla sahaya çıkan takımı kim yönetirse yönetsin başarının geleceği zannediliyor!
Madalyonun öbür yüzü var bir de, bu önermeyi tamamen çürüten;
Rijkaard'ın 4 - 3 - 3 formasyonunu oturttuğu ve çok başarılı olduğu ilk 3 yılında Xavi ve Iniesta yan yana çok az oynamıştır.
Rijkaard'ın ilk yılı, 2003 - 2004 sezonunda Iniesta sadece 5 maç ilk 11 başladı, Xavi 42 maç. Sezonu 2. tamamladılar.
2004 - 2005 sezonunda Xavi 44 maç, Iniesta 14 maç ilk 11 başladı. Andres ayrıca 31 defa kenardan oyuna girdi. Ligi şampiyon bitirdiler, İspanya Süper Kupası'nı da kazandılar.
2005 - 2006 sezonunda Xavi ciddi bir sakatlık geçirip sadece 18 maç ilk 11'de yer aldı. Rijkaard onun yerine, sürekli sonradan oyuna sokarak ısıttığı Iniesta'yı düşündü. 20 maç ilk 11, 25 maç kenardan geldi bu süreçte Andres. Şampiyonlar Ligi, La Liga, İspanya Süper Kupası'yla tamamladılar sezonu.
Ve düşüşe geçildi, Iniesta da sürekli olarak forma şansı bulmaya başladı;
2006 - 2007 sezonu Iniesta 40 maç, Xavi 42 maç ilk 11'de görev aldı. Takımın düşüşe geçmesinin, bu iki oyuncunun yan yana oynamasıyla uzaktan yakından bir ilgisi olmasa da, ironik biçimde pek çok futbol izleyicisinin hatırladığının aksine sürekli yan yana oynadıkları dönem, başarısız olunan zamanlardır Rijkaard'ın görev sürecinde.
2007 - 2008 sezonu Xavi 46, Iniesta 38 maç ilk 11'de yer aldı. Iniesta artık 8 numarayı giymeye hak kazanmıştı. Buna dair de bir yazım vardır;
http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/09/forma-numaralandrma-4-cesc.html
Rijkaard ayrıldı iki başarısız sezonun ardından, sistemi kaldı ve Pep üzerine koyarak, biraz da oyuncu tercihlerinde farklılıklar sunarak devam etti yola.
2008 - 2009 sezonu Xavi 47, Iniesta 36 maç ilk 11 başladı. Sezonu -devamını da sayarsak- 6 kupayla kapattılar, fantastik bir dönemdi.
Xavi ve Iniesta'yı yan yana oynatmaya başlayan Rijkaard'dır, bu doğru, ancak yan yana oynattığı dönem Rijkaard'ın başarılı olduğu zamanlar değildir, büyük bir yanılgıdır bu. Bu ikilinin büyüsüne kapılan hafızaların sanki yıllardır yan yana oynadıklarını sanmasından öte bir şey değildir Rijkaard'ın başarısını Xavi & Iniesta'ya indirgemek, illüzyondur kısaca.
Kaynakça;
http://www.barcaloco.com/page/show/143180-andr-s-iniesta
http://www.barcaloco.com/page/show/143178-xavi-hernandez
Bir de Barça hafızam.
1 Kasım 2010
A. Eren Loğoğlu
21 Ekim 2010
I Love You Hagi!
Frank'in vedasıyla başlayayım kısaca.
Dün aramızdan ayrılan Arif Damar'ın iki dizelik Sunu şiiri anlatsın bizim Rijkaard'a ve oyuna beslediğimiz sevdayı;
İlle görmek için mi beklenir güzel günler
Beklemek de güzel
Onun getireceği felsefeyi, güzel oynu beklemek de güzeldi ve bir daha tadılması güç duygular yarattı bünyemizde. Görmek şart değildi sevgiliyi, Frank Rijkaard'dı o, Barcelona'yı yeniden hak ettiği yere taşıyan adam, bulamadı istediği ortamı, hataları oldu, yalnızlaştı, ihanete uğradı, mutsuzdu, ağlayarak ayrıldı. Bir sevda hikayesinden farksızdı yaşananlar.
Nasıl hissediliyorsa, yıllarca bekleyip, sonunda en güzel günlerin yaşanacağına inanılan bir sevgiliye kavuşup, şartlar ve ortam sonucu mutsuz günler geçirince ve haliyle ayrılık zamanı gelince, öyle tarifi olmayan bir duygu işte!
Fenerbahçe maçını bir atlatalım, sonra ona dair en güzel sözcüklerle örülen bir metni yazma çabasına girişeceğim, şimdi sahne yeni sevgilinin ve umutların;
2. Hagi dönemi başlıyor yarın, heyecan mutlaka var.
Ligin bitimine 8 hafta kala almıştı Hagi, Terim'in erozyona uğrayan takımını 2003 - 2004 sezonunda. Bu süreç onun bir sonraki sezon da takımda kalıp kalmayacağının ölçümünü yapacaktı yöneticilerin gözünde, taraftarın gönlündeyse kredisi sonsuzdu.
Hagi'yi takımın başına getiren Canaydın & Gürsoy merkezli yönetimin iki referansı vardı, gönüllerdeki adam Terim'den sonra, aynı manevra yine işe yarayabilir ilkiydi, diğeriyse her ne kadar başarısız sonuçlar da alsa Bursaspor'a fena top oynatmamıştı.
Çok yetenekli oyuncular iyi teknik adam olamaz sözüne, yeteneğini, futbol aklıyla birleştirenleri ayrı tutalım diyerek karşılık verebilirim, Cruyff, Beckenbauer gibi efsane isimlerin varlığını hatırlayarak. Futbol aklı -her yönüyle, saha içi ve dışı- çok başka bir şey ve her yetenekli oyuncuda da bulunmuyor, Maradona'yı hepimiz gözlemledik Dünya Kupası'nda, sahada gösterdiği yeteneği, kenara yansıtamıyor çünkü yönetmeye ve kendini geliştirmeye dair eksikleri var. Bu yönden bakınca Hagi'nin Teknik Adamlık potansiyeli olduğunu düşünüyorum, ilk dönemini de hesaba katarak.
26.03.2004 Samsunspor 1 Galatasaray 0,
Bülent Korkmaz'ı affedip direk onbire yerleştirdi Hagi. Hakan Şükür maçın sonlarında çift sarıdan atıldı, ilk kırmızı kartı olabilir lig tarihindeki. Klasik 4 - 4 - 2 ile sahadaydık;
Mondragon, Prates, Bülent, Suat Usta, Orhan, Sabri, Batista, Petre, Hasan Şaş, Bratu, Hakan Şükür
04.04.2004 Galatasaray 1 Beşiktaş 2
Komedi 2 penaltı, Ali Aydın'ın düdüğünü asması akılda kalanlar. Onbirdeki değişiklikler Suat Usta'nın sağbeke, Orhan'ın merkez savunmaya çekilip Hakan Ünsal'ın sol bek oynatılması, önlerinde Batista yerine Ayhan tercihi, ileri ikilide de Bratu & Berkant değişikliği vardı, sistem aynıydı.
10.04.2004 Ankaragücü 1 Galatasaray 0
Merkez savunmada Orhan Ak yerine Ömer Erdoğan, Berkant'ın yerine de Arif onbirde görev aldı, diğer isimler ve sistem aynıydı.
16.04.2004 Galatasaray 4 Denizlispor 3
Terim'den gelen 2 mağlubiyetin üzerine Hagi'nin 3 yenilgisi eklenince seri 5 maça çıktı, Galatasaray'ın tarihi boyunca çok nadir görebileceği bir hadiseydi elbette bu.
Hagi, 4 - 4 - 2'den vazgeçmiyordu;
Aykut, Prates, Bülent, Orhan, Hakan Ünsal, Sabri, Petre, Ergün, Hasan Şaş, Bratu, Necati
Ergün, merkez orta sahada iki yönlülük açısından iyi bir tercih idi, savunmada doğru yer tutuyor ve pas alışverişine katkı sağlıyor, belirli çerçevede öne de çıkıyordu. Necati de neo santrfor modeline en uygun isim olduğunu attığı üç golle gösteriyordu.
23.04.2004 Malatyaspor 1 Galatasaray 2
Aykut'un yerine Mondi, Petre'nin yerine Cihan, Hasan'ı sağa çekip, Baljic'i sola atıyordu Hagi. Forvette Necati ve Hakan Şükür vardı. Hakan Şükür'ün yerine devrede oyuna aldığı Ümit Karan, 1 gol 1 asist ile geceye damga vuruyordu.
02.05.2004 Galatasaray 2 İstanbulspor 2
Aynı kadro tek farkla, Petre yeniden sahada. Orhan erken sakatlanıp yerini Ayhan'a bıraktı, Petre merkez savunmaya, Ayhan orta sahanın merkezine yerleştirildi.
09.05.2004 Trabzonspor 2 Galatasaray 4
11 maçlık galibiyet serisiyle gelen ve hala şampiyonluk potasında olan bir Trabzonspor, maçı bilerek kaybedecek denen Galatasaray'ın karşısındaydı. Onurlu bir mücadeleyle kazanıldı zafer.
Bu maçta Hagi, farklı denemeler yapmış olabilir, kadrodan bir sistem çıkartmak çok zor, üçlü savunma ya da üçlü forvet gibi, net hatırlamıyorum. Maça göre strateji üretebildiğinin mesajını verebilir bu maç.
Aykut, Cihan, Suat Usta, Bülent, Petre, Hakan Ünsal, Ayhan, Ergün, Arif, Necati, Hakan Şükür
15.05.2004 Galatasaray 3 Elazığ 1
Önemsiz bir maç olmasının da etkisiyle hiç oynamayan isimleri görmek istedi Hagi.
***
Rijkaard'ın kurduğu Barça sistemi, son iki yılında oyuncuların yarattığı huzursuzluklarla sekteye uğrayınca, başarısızlık da kaçınılmaz oldu. Onun yerine gelen Guardiola'nın yaptığı ilk şey kanayan yaraya pansuman değil, o yaranın bir kısmını -Ronaldinho, Deco- kesip atmak idi.
8 maçlık performansı sunma sebebim de aynı, Hagi'nin sezonu nasıl incelediğini ve önümüzdeki sezon ne tür çözüm önerileri getirdiğini görebilmeliyiz, onun futbol aklına dair bir düşünceye sahip olmak için.
Son 5 maç 4 galibiyet 1 beraberlik alması ve şampiyonluk adayını kendi evinde yenmiş olması önemli artılarıydı Hagi'nin sezon kapanırken. Takımı toparladığı düşünülüyordu.
Hagi, burada futbol oynamanın verdiği avantajı iyi kullanarak yaptı hamlelerini, Rijkaard'da olmayan şeylerden biri de buydu. Türkiye'de Kaleci + 2 Stoper + 1 Ön Libero çok güvendiğin 4 isim olursa -özellikle de yabancı- başarı kaçınılmazdı.
Terim ne zaman Taffarel ve Popescu'nun yanına, Bülent ve Suat'ı monte etti, UEFA kazanıldı. 1999 - 2000 sezonunda önceki üç yıldan farkı sağlayan da Bülent, Suat ve Ergün olacaktı, daha çok süreler almaları ve sistemi tamamlamalarıyla.
Rüştü - Uche & Högh - Kemalettin, Cordoba - Ronaldo & Zago - Guinti diğer örneklerdi.
Hagi burdan yola çıktı ve Tomas, Song ve Conceicao'yu transfer etti yaz sezonunda. Kalede zaten Mondi vardı. Bir de Saidou eklendi isimlere, Gürsoy işiydi. Hagi, bilindik formülü uygulayacak ve küçük rötuşlarla fotoğrafı netleştirecekti.
4 - 4 - 2'ye devam edip, fikstrün ilk yarısında şöyle bir kadro kurdu;
Mondragon, Cihan, Tomas, Song, Hakan Ünsal, Hasan, Conceicao, Ergün, Baljic, Necati, Hakan Şükür
Kenardan gelen Orhan, Petre, Saidou, Sabri, Ayhan, Volkan, Bülent Korkmaz, Arif ve Ümit Karan'la.
11. hafta BJK Fener'i yenince, zirvede puanlar eşitleniverdi, averajla 2. sıradaydı Galatasaray, ligin en az gol yiyen takımı olarak. Sadece Gaziantep'te yenilmişti, hem de son dakika golüyle.
Harika bir başlangıç idi, 11 maç 9 galibiyet, 28 puan.
Son 16 maçında 13 galibiyet 2 beraberlik ve 1 mağlubiyet almıştı Hagi, Ekim ayının sonuna gelindiğinde. Takım savunması iyice oturmuş, gol averajı da ikinin üzerindeydi.
Takım sonraki 5 hafta bocalama dönemine girip liderle puan farkının 5 olmasını engelleyemedi.
Hakan Ünsal'ın yerine Orhan Ak daha çok oynamaya başladı bu sürecin sonunda. Ve 16. hafta lider Fenerbahçe iki sihirbazı Alex ve Van Hooijdonk ile Ali Sami Yen'in çimlerine gömüldü, puan farkı ikiye düşüyordu. İlk yarının son maçında Denizli'de iki puan bırakınca Galatasaray, devre 43 - 39 ile kapandı.
17 maç 39 puan, hiç de fena değildi, Fenerbahçe fırtına gibi eserken. 3 derbiden ikisi -biri Trabzon'da- kazanılmış, İnönü'den de beraberlik çıkartılmıştı.
Devre arası kontrolü zaten çok zor olan Hagi'yle yönetimin arasına kara kedi giriyordu, muhtemelen transfer mevzularından.
Hagi, takımın zor gol yemesine karşın gol yollarındaki etkisizliğinin farkındaydı, Ribery ve Hasan Kabze transfer edildi bu sebeple, bir de Hakan Yakın. Hagi'nin kendi vatandaşı Petre'yi tutup, Gürsoy'un transfer ettiği Saiodu'yu göndermek, verim alamadığı Ümit Karan'ın da ders alması için kiralanmasını istemesi bardağı taşıran son noktaydı.
Canaydın'ın yönetiminde zaten dayanma sabrı kalmayan taraftar, Hagi & yönetim gerginliğiyle birlikte iyice zıvanadan çıktı. 22 Ocak'ta oynanan Bursa kupa maçında bir grup taraftarın Petre'ye maç esnasında küfretmesi, Saidou ve Ümit Karan lehine tezahüratları kanın gövdeyi götüreceği Robert Rodriguez filmlerinin habercisiydi.
Yönetimin mesajını taraftar yoluyla alan Hagi -ki taraftar da bu noktada ortak bir eylem sergilemedi- delikanlı gibi çıkıp ne olup bittiğini anlatıverdi, kimse böyle bir konuşma beklemiyordu, suçlananlar vardı ve artık ortamın huzuru kaçmıştı.
Fenerbahçe Alex'in yanına Anelka'yı da getirmişti, mutlak favoriydiler.
Yine de sahada işler belli bir süre istenildiği gibi gitti, yeni gelen oyuncular iyi bir hava kattılar takıma. Ribery'nin özel bir oyuncu olduğu her halinden belliydi.
Hagi, sezonun ikinci devresi Uğur, Arda, Zafer, Cafercan gibi oyuncuları 18 kişilik kadroya da almaya başlamıştı. Yeni transfer Ribery'i hemen oynatmadı, önce 30 dakikalık süreler verdi ve en sonunda onbire yerleştirdi, iyi bir teknik adam havasıydı bu. Ribery'nin ilk maçı Samsun deplasmanıydı ve takım 3. yenilgisini alıp zirvenin 4 puan gerisine düşüyordu 22. haftada.
Bir hafta sonra, takıma zamanla adapte edilen Ribery'nin performansının doruk noktaya ulaştığı Beşiktaş maçı oynandı ve kazanıldı. 4 derbinin üçü galibiyetle sonuçlanmıştı.
25. hafta Fener, Denizli'de 3 puan bırakınca, Ribery fırtınasıyla -kenardan da Hasan Kabze- hücum yollarına da zenginlik katan Galatasaray puan farkını ikiye indiriverdi.
25 maç 19 galibiyet 3 yenilgi 62 puan, atılan gol 50 ve yenilen sadece 16 idi.
Tarih 3 Nisan 2005, Yer Kayseri Atatürk Stadı, Fenerbahçe bir gün önce kazanmış, puan farkı beşe çıkmış yeniden, sezonun en kritik virajlarından biri.
Dakikalar 84'ü gösteriyor, Galatasaray 2 - 1 önde Kabze'nin golüyle. Bir penaltı güme gidiyor maçın sonlarında ve 90 + 4'te Gökhan Ünal beraberliği sağlıyordu, büyük bir yıkım, moral bozukluğu.
Havaalanında yaşanan olaylar damga vuruyordu sezonun geri kalanına, sanal alemde birbirine giren en yakın arkadaşlar, Ali Kırca yazıları, Hagi'nin birden açığa çıkarılan geçmiş hikayeleri, 4 puanlık farkın gözlerde büyümesi, Saidou & Petre krizinin devamı niteliğinde süren bir savaş, Hagi vs Yönetim - Futbolcu - Taraftar. Yine de şampiyonluk ve kupa yürüyüşü devam ediyordu, adam inatçı nasılsa.
Böyle bir ortamda, bir sonraki hafta Fenerbahçe yine maçını önce oynuyor ve Luciano'nun son dakika golüyle puan farkını 7'ye çıkarıyordu. Öfke artıyor, sabırlar zorlanıyor, dayanma noktası sınanıyordu adeta.
Ali Sami Yen'de Hagi'nin Galatasaray'ı, Şenol Güneş'in harika takımının -Gökdeniz, Szymkowiak, Yattara, Tekke dörtlüsü- karşısındaydı. Bu denli sağlıksız bir ortamdan galibiyet çıkmadı ve Trabzonspor da zirveye iyice yaklaşıyordu maç sonunda, geçen yılın rövanşını alarak.
28. hafta Fenerbahçe, tarihi bir maçın ardından Kadıköy'de Pancu'nun kaleciliğini yaptığı BJK'ya 4 - 3 yenilince umutlar yeniden yeşeriverdi, puan farkı Galatasaray'la 4, Trabzonspor'la 6 idi.
Galatasaray, kupa yarı finalinde Trabzonspor'u geçiyor ve finalde Fenerbahçe'yle eşleşiyordu.
30. hafta şaibeli bir maçın ardından -fahiş hakem hataları Fener lehine- Fenerbahçe, Trabzonspor'u yeniyor ve zirvede Galatasaray'la baş başa kalıyordu, 74, 70, 65 ile.
Atatürk Olimpiyat Stadı'nda oynanan Kupa Finali'nde Hagi klasik onbiriyle sahada yer alıyordu;
Mondragon, Cihan, Song, Tomas, Orhan, Ribery, Conceicao, Ergün, Ayhan, Necati, Hakan Şükür
Görkemli bir zafer, Ribery ve Necati'nin delici koşuları, Hakan'ın skorerliğiyle birleşiyor ve sonuç 5 - 1. Hagi'nin baskın, vur kaç taktiği işe yarıyor, Mondragon da kalesinde devleşiyordu.
32. hafta aynı gün ve saatte sahadaydı ilk iki. Fenerbahçe Ankara'da Ankaragücü'yle, Galatasaray, Sami Yen'de Gençlerbirliği'yle karşılaşıyordu, 15 Mayıs gecesi.
Cihan'la öne geçmesine karşın devreye 2 - 1 geride giriyordu takım, Fenerbahçe berabereydi.
71. dakikada Ankara'dan gol haberi geldi ve Hagi, Hakan Şükür'ün yerine Cafercan'ı oyuna sokuverdi, Hakan şaşkındı, taraftarların tezahuratları bıçak gibi kesildi, muhtemelen taktiksel bir değişiklik idi ve Hagi'nin bir beklentisi vardı ancak gerçekleşmedi.
Son 20 dakikaya 2 gol sığdırabilseydi takım, puan farkı bire inecek ve Kadıköy'de şampiyonluk maçına çıkılacaktı, olmadı. Hagi'nin bu tercihini hala anlamlandıramam ve teknik olarak beni en çok yoran soru işareti de bu olaydır ona dair. Sürekli aynı oyuncuları oynatıp, aynı oyuncuları değiştirmesininin falan hep mantıklı izahları olmuştur ama bu değişikliğe hiçbir zaman bir teori bile sunamadım.
33. hafta Fenerbahçe Kadıköy'de 64. dakikada Nobre'nin golüyle zor da olsa kazanıp şampiyon oluyordu. Hagi 10. derbisinde 3. yenilgisini alıyordu. Trabzon da yenince Galatasaray'ın önüne geçiverdi, son hafta formaliteydi, Şampiyonlar Ligi de kaçıvermişti ufacık bir farkla.
Sezon 24 galibiyet 6 yenilgiyle -üçü son 8 hafta- sona erdi, 76 puanla. Hagi'nin yerine Gerets getirildi.
Hagi'nin ilk döneminin hatırlattıklarıydı bunlar.
Sezona doğru çözümlemeyle ve imkan dahilinde iyi transferlerle giren, müthiş bir seri yakalayan, zirveden hiç kopmayan, klasik 4 - 4 - 2'yi çok iyi oturtmuş, iyi savunma yapan bir takım yaratan Hagi vardı karşımızda.
Aynı zamanda, yönetimin kuyusunu kazdığı -taraftarın da buna alet olduğu- kontrol edilemeyen bir deli.
Böyle bir ortamda bile başarılıydı, kılpayı kaçan şampiyonluk ve Fenerbahçe'yi ezerek kazanılan kupa düşünüldüğünde.
***
Sonuç kısmı;
Hagi'nin şimdiki zamanı ne olacak sorusuna cevap arayacağım.
Yeniden burada, yanı başımızda, Kadıköy'de takımının başında olacak. Benzer bir yönetim anlayışıyla izlenecek. Taraftar ona karşı mesafeli duracak ilk zamanlarda.
Kaybedecek hiçbir şeyi yok. 3 yıldır Teknik Adamlık yapmıyor, zaten Galatasaray dışında bir kariyeri olduğu da söylenemez, medya bunları kullanacak.
Steaua Bükreş'in ona dar geldiği söylenebilir, Galatasaray onun için yine büyük şans. İlkini iyi kullanmıştı ama onu değerlendirenler daha da gelişebileceğine inanmadı, sabretmediler üç beş yıl.
Referansı karakteri, aidiyeti, ortama yabancı olmaması, futbol aklı ve Galatasaray'daki Teknik Adam performansıdır benim için. Kariyerinin diğer kısımlarına hiç bakmadan sadece gözlemlediğim bölümün yeterli olduğuna ve potansiyel taşıdığına inanıyorum, umarım yanılmam.
Burayı iyi tanıyor, Galatasaray'ı da. Rijkaard gibi saf değil, dönen dolapların da farkında geliyor.
Öncelikle savunmayı sağlamlaştırma işine eğilecektir, FDD'ye dokunacağını sanmıyorum, Servet'in Rijkaard'ı sattığını süzebilecek kadar maçları takip ettiğini de bilmiyoruz, ortamı mutlaka kol açan edip devre arasında müdahalede bulunabilir.
Artık İngilizlerin meşhur klasik 4 - 4 - 2'sinin hükmü kalmadı. Ada'da bile üst sıraları zorlayanlardan sadece Tottenham uyguluyor bu formasyonu. Futbol aklına güvendiğim Hagi, geçmişe takılmadan, bu kadro yapısına en uygun olan 4 - 2 - 3 - 1 ile devam edecektir yola.
Ondan beklentim, Lucas, Cana, Kewell ve Baros'u tahtaya banko olarak yazmasıdır.
Kaleye Emirhan'ın, orta sahaya Cumhur, Musa ve Emre Çolak'tan birinin yerleşmesi ve Misimovic, Elano'dan bir sezonluk da olsa maksimum verimi almasıdır.
Arda'yla ilişkileri nasıl olacak, Servet'e tepki koyar mı, zamanla bekleyip göreceğiz.
Tugay'ın altyapıdan koparılması başka bir vizyonsuzluk örneği gibi dursa da, Hagi'nin yanında 10 yıl İngiltere'de hakkı verilen adam sıfatıyla durması bir artıdır, değer katacaktır.
2. Hagi dönemi, çok zor bir ortamda ama onun samimiyetinin de etkisiyle heyecan, umut kırıntılarıyla açılıyor.
I Love You Hagi!
by hagieren
21 Ekim 2010
A. Eren Loğoğlu