22 Şubat 2009

Yarım Kalan Şiir ve Sevda

Öylesine inanmış ki kaderine Japon balığı
Akvaryumdan çıkmaya uğraşmamış hiç

Turuncu hayallerinden geriye kalmamış bir şey.

20 Şubat 2009

A. Eren Loğoğlu

Işıl Alben Oley, Skibbe'nin Akıl Futbolu'ndan Kaçış



Sadece 3 gün önceydi, 3'lü savunmanın yanlışlarından ve doğabileceklerden bahsetmiştim, ligin son sırasındaki Kocaelispor 5 gol atarak Skibbe'nin bu tercihine cezayı kesti.

3'lü savunma uyumsuzluğuna, kaleci hatası da eklenince ilk golü yedik.

Lincoln'de sakatlık sonrası düşüş var. Duran topları ve ortaları Tello ve Alex'e göre yetersiz. Kewell sezon başından bu yana akışkan oyuna dahil değil, ceza sahası içinde zekasıyla gol arıyor ve buluyor, bu gece de böyle bir katkı verebilir.

Sezonun en büyük hayalkırıklıkları Meira ve De Sanctis. Kariyerlerine yakışmayan bir çizgide performansları. De Sanctis'in şut esnasındaki erken yere yatışları, hatalı yumruklamaları, gereksiz çıkışları, anlamsız degajları devam ediyor. Meira, risk almadan oynama adına, her topu boş alanlara ya da taca atıyor. İleri çıkışlarında, ilk zamanlara göre ciddi bir azalma var, çıkış yapsa bile pas hataları yapıyor. Kaleciden top istemiyor, oyun kurmuyor. Geriden duran topları Servet'in kullanmasına izin veriyor.

4-2-3-1 sonucu sürekli Baros'un oynaması gerekliliğinden körelen Ümit Karan ve Nonda'ya değinmeye bile gerek yok.

Mehmet Topal ve Barış, sakatlıktan geri döndüğünde takım daha iyi noktalara gelecek öngörüsüne katılmadığımı, çünkü Skibbe'nin bu oyunculara yüklediği görevlerin geçen yıldan farklı olduğunu defalarca anlatmıştım, malesef bu yarı sahasına çekilen, top ayağında olan oyuncuya müdahale etmeden beklenen alan savunması anlayışı, bu tür agresif oyuncuları da körelme noktasına getirdi. Pas hataları yapıyorlar, ileri çıkışlarda teknik beceri eksikliğinden yuhlanma noktasına gelen performanslar sergiliyorlar. Takımın agresif oyunculardan kurulu kısmının savunma, yaratıcı oyunculardan kurulu kısmının hücum yapması anlayışı iflas etmiştir.

Geçtiğimiz sezon yedek bekleyen oyuncular hazır olurdu, bu sene böyle bir katkı da sağlayamadık.

Akıl futbolu, pas oyunu üzerine kurgulanmış bir sistem tercih ediyoruz ancak Antalya, Bordeaux ve Kocaeli maçlarında geriden dan dun vuruşlar, pas yaparak çıkamayan bir 3'lü savunma görüyoruz. Sürekli bir geriye gidiş var ve sakatlıklardan bağımsız, oynayan oyuncular için geçerli olan bir durum bu.

Lincoln dışında performansı artan bir oyuncu olmaması bile bu sezon bir sıkıntı olduğunun göstergesi aslında. Arda'dan hücum bölgesinde maksimum verim almamız gerekirken sol bek bile oynaması istendi, onun savunma özelliklerinden faydalanmak gibi akıl almaz bir seçimde bulunulduğu da gördük.

Sakatlıklardan dolayı da olsa, sisteminden sürekli ödün vermemesi gereken Skibbe'nin sezon başından bu yana devam eden yanlışlarıyla geldiğimiz nokta felaket ötesi. Geçtiğimiz yıl kurulan sistemi de kaybettik. Kaptanlık olayını bile çözümleyemedik. CL'ye kalınamamasını çok önemsemedik. Ligdeki kötü gidişi, tarihin en kötü Fenerbahçe'sinden 4 yediğimizi ve puan puana olduğumuzu, Sivasspor'u 3 maç üst üste yenemediğimizi unutmaya çabaladık. Sürekli Skibbe'nin inşa etmesi beklenilen pas sisteminden bahsedildi ancak birkaç maç dışında -ve bu birkaç maçtaki bireysel oyuncu performanslarından pas sistemi yanılgısı çıkarıp umutlandık- bunu da gözlemleyemedik.

Yazık oluyor koca bir sezona, emeğe, Fenerbahçe maçlarında boş turnikeyi atamayan Işıl'a, penaltıya bakamayan Arda'ya, taraftara, Adnan Polat'a.

Skibbe'yle son 8 resmi maç ;

22 Şubat Galatasaray 2 Kocaelispor 5
18 Şubat Bordeaux 0 Galatasaray 0
14 Şubat Antalyaspor 1 Galatasaray 0
7 Şubat Galatasaray 1 Kayserispor 1
3 Şubat Sivasspor 1 Galatasaray 1 (4-2 penaltılar)
31 Ocak Denizlispor 0 Galatasaray 2
27 Ocak Galatasaray 1 Sivasspor 1
24 Ocak Sivasspor 2 Galatasaray 0

Skibbe'yi savunanlar, oynattığı futbolun akıl ve pasa dayalı bir kurguya sahip olması yanılgısı sebebiyle gelecek vadettiğini aylardır zannedenler ve bunu dile getirenler -en çok bu dostlarıma kızıyorum-, zararın neresinden dönülse kardır zihniyeti Galatasaray'da olmaz, hoca sezon sonuna kadar kalsın diyenler -bu gruba ben de dahilim-, ilk maçından beri yapılan eleştirilere kulak asmayanlar, Skibbe'yi göreve getiren, yardımcılarını görevden alan, Kalli'yi göreve getiren Adnan Sezgin ve Adnan Polat da en az Skibbe kadar, hatta daha fazlasıyla bu başarısızlığın sorumlularıdır.

22 Şubat 2009

A. Eren Loğoğlu

19 Şubat 2009

Skibbe'nin Üçlü Savunma Tercihi



Şu an futbolu en doğru, göze hoş gelen, kazanmaya yönelik oynayan ve bunu sistem içerisinde, bireysel yetenekleri de katarak uygulayan takım FC Barcelona. Yıllardır vazgeçmedikleri tek olgu da 4'lü alan savunması. Skibbe'nin sürekli, sakatlıkların da yardımıyla tercih ettiği 3'lü savunmanın yanlışlarını ortaya çıkarması açısından da önemli aslında 4'lü savunma, bir anlamda ders niteliği taşıyor teknik adamlar için.

Barça'da 4'lünün ortasındaki stoperler bir başka deyişle merkez savunmacılar -Puyol ve Pique- kanatlara doğru açılarak oynuyorlar. Bunun amacı ise pas açısı yaratarak oyun akışında devamlılık sağlamak, başarılı da oluyor ve topu kaybetmeden, yerden oynayarak kanat değişikliği yapabiliyorlar. Yanılgı, kanatlara doğru açılan bu 2 oyuncunun, zaman zaman beklerin önde kalmaması sonucu oluşturduğu 3'lü görüntüden kaynaklanıyor olabilir. Dani ve Abidal mutlaka önde oynama gayretinde ve pas trafiğine katılıyorlar.

Top rakipteyken ;

Dani---Pique---Puyol---Abidal
-----Xavi---Toure---Iniesta----

Top Barça'dayken ;

-----Pique-------------Puyol-----
Dani--------Toure---------Abidal
-------Xavi--------Iniesta--------

şeklinde, değişmez, katı, düzenli, kusursuz, adına ne denirse işte, bir sisteme sahip Guardiola'nın takımı.

AC Milan, FC Barcelona, Internazionale, Juventus, Real Madrid, Manchester United, Chelsea, Liverpool gibi futbolu domine eden takımların uzun yıllardır 4'lü savunma dışında bir anlayışla yönetildiklerini de, Capello, Hitzfeld, Ancelotti, Mourinho, Benitez gibi kendini kabul ettirmiş başarılı hocaların 3'lü alan ya adam markajlı bir savunma riskine girdiğini de hatırlamıyorum. Rasyonel olmayan bir seçim yapmıyorlar. 2 statik stoper, 2 hızlı, atağa katılabilen bek ile hücumda daha etkin olabilme şansı var iken, 3 statik stoper oynatarak hücumda 1 oyuncu eksik olmanın, bir anlamı yok çünkü. Bunun yanında 2 oyuncuya verilen kanat bölgesinin tamamını kontrol etmesi görevi de gerçeklikten uzak.

19 Şubat 2009

A. Eren Loğoğlu

18 Şubat 2009

Canım Ailem'de Aşk



Canım Ailem dizisi, gerçek hayattan kesitler sunar gibi, sıcacık, çarpıcı, aşkın tarifsizliğini, bilinmezliğini, zorluğunu, açtığı yaraları, yıktığı duvarları, ölümsüzlüğünü, aşkta kararlı ve cesur olunması gerekliliğini anlatırcasına devam ediyor.

17 Şubat 2009 tarihli 13. bölümden ;

Ali, Seyhan'ın 2 gün sonra evleneceğini bildiğinden, İstanbul'dan ayrılıp Mersin'e gitmeye karar vermiştir. Harem Otogarı'nda tam otobüse bineceği sırada kendisine seslenildiğini duyar.

Seyhan : Ali!
Ali : Seyhan, ne arıyorsun burda?
Seyhan : (Kolyeyi gösterir) Gidiyomuşsun?
Ali: Gidiyorum.
Seyhan : Allasmarladık demeyecek misin? Saol.
Ali : Seyhan, nasıl diyim!
Seyhan : Ali!
Ali : Seyhan 2 gün sonra evleniyorsun. Nikah davetiyen, nikah şekerin, düğün salonun, her dakka her şey gözümün önünde. Seyhan evleniyorsun, ben sana ne diyebilirim ki!
Seyhan : İyi, git o zaman! Durma, git! Binsene! Git Mersin'e, hiçbi şey olmamış gibi kaç!
Ali : Seyhan!
Seyhan : Durma! Durma, bi dakka bile durma, git! Git, defol git!
Ali : Seyhan, evleniyorsun!
Seyhan : Bana evlenme dedin mi!!!


Ali otobüse biner, Seyhan ağlamaya başlar, Ali gitmekten vazgeçip otobüsten iner ve Seyhan'a koşar.

Ali : Napıcaz şimdi?
Seyhan : Bilmiyorum
Ali : Nereye gidicez? Eve dönemeyiz.
Seyhan : Dönemeyiz.


***

İki Akdenizli, ne yapacaklarını bilmeden, bilinmezlikleri umursamadan, Adalar'a doğru tekneyle açılarak, topluma ve ailelerine meydan okuyan bir aşkın en güzel anılarını, yaşamlarının en mutlu dönemini, yüzlerindeki en sahici gülümsemeyle, karar aldıkları o tek gün boyunca yaşarlar. Sabah olur ve Ali kararını değiştirir. Seyhan için en iyisi, onunla ayrılması ve Seyhan'ın Halim'le evlenmesidir. Ali, Seyhan'ı alnından öper ve bölüm burada sona erer.

Sona eren pınar dolusu gözyaşlarıyla Seyhan, bu kararın karşısında belli bir süre boyun eğmek zorunda kalacaktır. Ancak yüreğinde açılan bu aşk yarası hiçbir zaman Halim tarafından kapatılamayacağından, Ali'nin kararından dönmesini de bekleyecektir. Samim'in kalp şekilli ve ruhlu aynayı Meliha'ya verdiği sahnelerde çalan Zeki Müren'in şarkısında söylediği gibi ;

Bu aşkın, bu sevdanın yüzünden
Hayat geçti, ömür geçti, yaş geçti...


18 Şubat 2009

A. Eren Loğoğlu

01 Şubat 2009

Federer'in Gözyaşları



Federer'in tenisin artık teorik kusursuzluğa yaklaştığı bir dönemde, oyunun popülaritesinin artmış olması kaynaklı pek çok rekabet edeceği büyük oyuncularla da sık sık karşılaşması, teknolojinin oyuncuların fiziksel gelişimlerine etkisi, istatistikleri, 13 Grand Slam Şampiyonluğu, 3 farklı kortta da en üst seviyeye gelmesi, sadece toprak kortta belki de Tarihin Gelmiş Geçmiş En İyi Toprak Kort Oyuncusu Nadal'a denk gelip kazananaması, 26 yaşında ve muhtemelen 14'ü geçecek ve Roland Garros'u kazanmak için her şeyini ortaya koyacak olması, Roger Federer'i Tarihin En İyi Tenis Oyuncusu yapmaya yetiyor kanımca.

Avustralya Açık Finali bittiğinde çok üzülmemiştim ama Federer ödül töreninde konuşamayıp ağlamaya başladığında gözyaşlarına boğuldum. Sanırım sahneden inene kadar onu alkışladım ve sen en büyüksün, yarışmaya devam edeceksin, pes etmek yok dediğimi hatırlıyorum. Çok duygusal ve dramatik bir andı, sevgilisinin birleşen ellerinde ve gözlerinde, Roger'ın söyleyemediği sözcüklere saklanmış, Nadal'a sürekli kaybetmenin yarattığı bir dışavurum, belki de kariyerinin sonlarına yaklaştığının ve Şampiyon olabilmenin zorlaştığının farkına vardığı unutulmaz bir drama filminin mutlu sonla bitmeyen sahnesi gibiydi.

Federer ya bu çöküntü altında kalıp devrini tamamlayacak, ya da bu gözyaşlarının etkisiyle daha çok konsantrasyon sağlayıp küllerinden doğarak Wimbledon 2009 ve daha da önemlisi Roland Garros 2010 için asla hafife alınmaması gereken şampiyon yüreğiyle daha büyük bir mücadele gösterecektir.

Maç beklenildiği gibi olmadı kanımca. Federer, Nadal'ın Top Spin servislerine Backhand ile elinden geldiğince karşılık verdi. Ancak servisleri çok etkili değildi, beklenildiği kadar winner sayı alamadı. Akıl almaz derecede kötü vuruşları vardı, dağlara taşlara denilecek cinsten. Çift ve basit hataları da fazlaydı. Nadal'ın yorulmayacağı ve Verdasco maçının iyi bir Final provası olacağı tahminleri başarıya ulaştı.

Federer daha iyi bir oyuncu, Nadal daha iyi bir rekabetçi yorumu, bu rekabetin özetiydi kanımca.

Ağlamak ona çok yakışsa da bir devrin kapanışı bu sahne olmasın istiyorum, daha kazanılması gereken bir Roland Garros var.

1 Şubat 2009

A. Eren Loğoğlu

Yolculuk

I

Gidiyorum
Toprağı kazılmış mezar yalnızlığına

Yat!
Kalk!

Uyumaya
Uyumsuzluğa

Ve inançsızlığa uygun adım marş!

II

Dağınık duruyor bavulumda anılar

Savrulmuş ak kağıtlar var
Yarım kalan şiirlerin karalandığı

Köşede toz zerresi kadar bir umut
Buz tutan hayaller

Tozlu raflara kaldırılan karın ağrıları

Ruhunun boşluklarına sızan su
Gelecek güzel geceler gibi aydınlık

Billur ve çocuksu

Omzuna konan hafif, yoğun öpücük

Sararmış al alevler renginde heyecan
Tutkunun esiri sarılmalarında

Gitme
Kal desen

Kararlı ve cesur

Kaybolacağım
Antik çağlardan bu yana

Bulunamamış sevda kalıntılarında

1 Şubat 2009

A. Eren Loğoğlu

Barış Manço Yaşıyor!



'Adam Olacak Çocuk'larının yüreğinde, sırtında ve son görevde omzunda taşıdığı, Galatasaray bayrağının üzerini örttüğü tabutu, gözlerimin önünden hiç gitmez.

Sanatçı olabilmek, ardında eser bırakabilmek ve 7'den 70'e, toplumun pek çok kesimi tarafından sevilebilmek gibi şansları oldu Barış Manço'nun, bunu yaratan elbette kendisiydi. Yazdığı şarkıların hala söyleniyor olması, ne büyük bir mutluluktur Barış abi için, ölümsüzlük iksirinden içmiş olmanın dayanılmaz hafifliğiyle uyuyordur sadece.

Bir gün, şiirlerimin de başka ağızlardan söylenmesiyle ölümsüzlüğü tatmasını umduğum ruhuma örnek olduğu için, sanatı için, çocuklar için teşekkür ediyorum kendisine.

En sevdiğim şarkısıyla bitireyim ;

"Dün yine yapayalnız,
dolaştım yollarda
yağmurlarla ıslanan
bomboş sokaklarda

Gözlerimde yaş,
kalbimde sızı unutmadım seni
unutamadım unutamadım
ne olur anla beni

Unutmak kolay demiştin,
alışırsın demiştin
öyleyse sen unut beni
yeter ki benden isteme

Gözlerimde yaş,
kalbimde sızı unutmadım seni
unutamadım unutamadım
ne olur anla beni

Yıllar ikimizden de çok şey götürmüş
sen yeni yuva yaparken,
beni paramparça bölmüş

Gözlerimde yaş,
kalbimde sızı unutmadım seni
unutamadım unutamadım
ne olur anla beni
..."


31 Ocak 2009

A. Eren Loğoğlu