11 Nisan 2010

Mutluluk



Bugünlerde moda Barcelona'yı tutma nedenlerini Real Madrid, Franco ve endüstriyel futbola karşı olmaya bağlayan 25 yaş altı kesimi eleştirmek üzerinden dönüyor. Barcelona kazandıkça kendisini seven bilinçsiz kesim çoğalırken sevmeyen kesim azalmasına rağmen, azınlık olmanın da getirisiyle kontra argüman gereksinimi hissediyor ve haliyle bilinçleniyor. Bu bilinç taşıma, taşımama konusuysa ne kadar sağlıklı, tartışılır. Elbette olaylara bu coğrafyadan bakıyorum, aslında bu kadar dar açı kullanmak da yetersiz ve sağlıksız bir alan yaratıyor.

25 – 30 yaş arasında birisiyim. Bu yaş aralığının Johan'ın Dream Team'inin futbolu ve başarıları kaynaklı bir Barça sevdası vardır, bende de öyle. Zubizaretta'yla başlayan, Romario'yla biten olağanüstü bir kadronun estetize ettiği bir gösterinin ürünüdür bu kesim, gayet de tutarlıdır günümüzde Katalanların aynı oyunu, dönemin oyuncusu Guardiola liderliğinde gösterişini izlerken sergilediği tavırlarında. Tutarlı olmak da zorunlu değil aslında, birey dönüşüm sağlayabilir.

30 - 35 yaş aralığında olanların ise Real Madrid'i desteklemeleri son derece normaldir, 5 yıl üst üste şampiyon olan bir takımı benimsemelerinden ötürü.

Tercihler bu yaş aralıkları için tutarlıdır, bir de hayat görüşünüzle bağdaşan yanları varsa değmeyin keyfinize. Yoksa da sorun değildir, çocukluk aşkıdır çünkü vazgeçilmezdir ve futbol eninde sonunda futboldur. Öyle midir, asla değil!

Bu gözlemlerin genelleme olduğu ve tanımlamaya girmeyenlerin olacağı da unutulmamalıdır.

Sıklıkla eleştirilen 25 yaş altı kesmin, aslında ciddi bir kısmında Real Madrid sempatizanlığı da vardır Los Galacticos v1.0 kaynaklı. Bu grubu 15 – 20, 20 – 25 diye de ayırmak gerekebilir. İnternete ulaşımın çok kolaylaştığı 2000 yılların ortasından sonra Barça hayranlığının artması da elbette başarıları kaynaklıdır. Gelgelelim bilinci daha oturmamış, olgunlaşmamış olan bu yaş grubunun internetten dezenformasyon ve informasyon olarak kolaylıkla etkilenmesi de hoş görülmelidir. Bizim hiçbir bilgiye kolay ulaşma şansımız olmadı, onlar en azından öğreniyorlar, doğru ya da yanlış yorumlayabiliyorlar, bunda bir sıkıntı göremiyorum aksine zamanla her şey yerli yerine oturacak ve tartışma platformları genişleyecektir ki bu da bir kültür oluşturabilme açısından faydalıdır diye düşünüyorum. Franco'nun takımı, Katalanlar durumunun Türkiye'ye özgü bir kavram, internet kaynaklı bir yanılgı olmadığını da biliyoruz.

Bilmemiz gerekiyor, futbolu bu kadar çok seviyor, yaşamımızın merkezine koyuyorsak. Bilmemiz gerekiyor, Simon Kuper'in kitabını okuduysak. Eğer bilmezsek, buna inanmazsak, Stoichkov'un Madrid'ten nefret ediyorum, Lineker'in Katalan ordusunun neferiyim sözlerine haksızlık etmiş oluruz. Eto'o'nun şampiyonluk kutlamalarında Madrid'e neden küfrettiğini algılayamayız ya da hain Figo'ya Camp Nou'da gösterilen tepkiye bir anlam veremeyiz. Joan Laporta'nın, kulübün başkanının, Katalan çatısı altında siyasete soyunmasını görmezden gelemeyiz. Ortada kabul edilmesi gereken bir geçmiş var. Franco'nun birkaç yıla sığdırılamayacak, 40 yıl süren bir iktidarı var ve bu süreçte Katalanlara yaşattığı acılar, baskılar, yasaklar var. Bir kulüpten daha öte olma - mes que un club- mottosunun 1968'de ortaya çıktığını inkar edemeyiz. Dilleri, bayrakları yasaklanan, ismi değiştirilen, başkanı öldürtülen, devre arasında soyunma odasına inip kaybetmesi istenen, Di Stefano gibi bir değer elinden alınan bir kulüpten bahsediyoruz. Bu durumların varlığını değersizleştirmek için Katalanlar, siz diğer Katalanlar kadar -25 yaş altı bilinçsiz kesim ve diğer kendini Katalan hissedenler ya da dünyanın en güzel oyun oynayıcısını sadece futbol için sevenler- tarihi bu kadar önemsemiyor demek, bu durumların gerçek olmadığını göstermiyor. Evet, FC Barcelona ve Katalanlar bunları çoktan aştı, Franco'nun ölümünden sonra gerçekleşen süreçte, ki bu 90'ların başına kadar uzanır. Barça'nın büyük yükselişi tam da bu zamana denk gelir. Kulüp, tarihsel misyonunu artık tamamlamıştır bu anlamda ve bu misyonu siyasete bırakmıştır ki Katalunya otonom bir yapıya kavuşmuştur. Misyonunu devreden kulübün, bu noktaya kadar getirdiği kavramların varlığının yok sayılmasıysa Franco'nun faşizminden farklı bir şey değildir. Santiago Bernabeu isimli bir başkan ve stada sahip kulübün, Franco'yla ilişkisini reddetmek de tarihe ihanet olur. Tarihsel süreci yakından incelemek isteyenler bizlere müthiş bir derleme sunan Eray'ın yazısını okuyabilirler, daha derinlere inmeyip dünkü El Clasico'ya geçiş yapacağım çünkü.

http://eraysozen.blogspot.com/2010/03/mes-que-un-club-fc-barcelona-1899-2010.html

FC Barcelona'nın ısrarla bazı değerleri alaşağı ettiği gerçeğini de ıskalayamayız. Endüstriyel futbol çarklarının içinde olsa bile kulüp hala forma reklamı almıyor, üstüne bir de Unicef yazdırıp, para ödüyor. Barça'nın sosyal sorumluluk projelerinin haddi hesabı yok, dileyenler kulübün resmi sitesinden açıp inceleyebilirler. Bunun yanında kulüp çok açık bir şekilde ciddi bir demokrasi kültürüne de sahip, üyelik anlamında. Takım, dünyanın en önemli maçına 7 altyapı oyuncusuyla, birçok Katalan futbolcuyla çıkıyorsa, Puyol golden sonra Katalan bayrağı sallıyorsa Madrid tribünlerine, maç sonunda Valdes, Xavi çocukça seviniyorsa, bunun bir değeri, farklılığı, kökü var. Ve endüstriyel futbol ne yazık ki bu romantikliğin prim yapmasının istenmediği bir yer ancak iyi ki Katalanlar var da bu gerçekleri yüzlerine vuruyorlar o realistlerin, madridistaların.

Şu da var, dünyanın gelmiş geçmiş en güzel futbol oynayıcısının verdiği hazzı, keyfi, doyumsuzluğu, yıllar sonra hatırlanacak bu unutulmaz performansı, bu türden anlamsız klişe, aşırı önemseniyor buralarda gibi argümanlarla değersizleştirmeye çalışmak, tartışma alanını başka noktalara çekmek, güzel futbol görmek isteyen her bir izleyiciye yapılan bir ayıp olarak, bir leke olarak tarihteki yerini de alacak, bu da unutulmamalı. Bırakın, dileyen dilediği gibi sevsin FC Barcelona'yı. Futboluyla, Messi'yle -daha önce de Johan, Maradona, Romario, Rivaldo ile- tarihiyle, misyonuyla, futbol kültürüyle, La Masia'sıyla, Katalan olmasıyla, Katalunya'nın İspanya olmamasıyla, Real Madrid'in antitezi olmasıyla, endüstriyel futbolun içinde olsa da karşı durduğu bazı değerleriyle, Gaudi'nin şehriyle, elitist yaşam biçemiyle, ak deniziyle, sokakları ve meydanlarıyla, Johan'ıyla, Pep'den Xavi'ye, Xavi'den Iniesta'ya aktarılan fotoğrafik futbol anlatımıyla, Puyol'un Roma Gladyatörü edasıyla gösterdiği muhteşem mücadelesiyle, ismini kulübün kurucularından almasıyla, Blaugrana'sıyla, Camp Nou'yla, Rumba de Barcelona'sıyla, Cant Del Barça'sıyla bırakın doyasıya yaşansın bu dünya dışı başarı öyküsü.

Johan'dan Pep'e, Pep'den Xavi'nin çocukluğuna, Xavi'den Iniesta'nın çocukluğuna, onlardan teknik adam Pep'e, Pep'den de onursal başkan Cruyff'a uzanan bir başarı döngüsü;

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/03/4-6-8.html

Bugün, pek çok coğrafyada Katalan doğsaydım diyebiliyorsa birileri, bir farklılığın ve her alanda bir ayrışmışlığın olduğu gerçeği değiştirilemez. Kıskanılan, erişilmek istenen en üst olgudur Katalan olmak çünkü, mutluluğun bu zamanlardaki tanımıdır. Woody Allen da göstermiştir bunu, sanatın kültürün her an canlı olduğu bir şehirden. Futbola sanat katanlar, Katalanlar, alkışlanmalı, araştırılmalı, örnek alınmalıdır bu anlamda.

Geçen seneye dönelim, 2 - 6'ya, tarihe;

Barça'nın 2 – 6 kadrosu: Valdes, Alves, Pique, Puyol, Abidal, Toure, Xavi, Iniesta, Henry, Messi, Eto'o

Barça'nın 0 – 2 kadrosu: Valdes, Puyol, Pique, Milito, Maxwell, Sergio, Xavi, Keita, Alves, Pedro, Messi

Sadece 5 oyuncu aynı, takımın yarısından fazlası değişmiş. Barça geçen seneye göre daha uyumsuz, makine düzeninin dışında. Yine de diğer bütün dünya takımlarından iyi durumda seviye olarak. Artık topu taca atıyorlar, yanlış pas veriyorlar, Ibra'yla başka bir şeye dönüşmeye çalışıyorlar, genç oyuncularla uyum yaratma çabası taşıyorlar. Bunlara rağmen bir şeyi çok iyi yapıyorlar, topa sahip olmayı.

Barça'nın futbol tarihini değiştiren, Barça'yı yaratan, en çok teşekkür ettiğimiz, kanımca günümüzde futbolu en iyi gözlemleyen, yorumlayan, değerlendiren adamı, futbol dehası Johan şöyle diyor;

Ball Control

Let’s talk about the game in London. Was it the best first half under Guardiola? The best first half ever? Comparisons are free but are always hated. They don’t fix the problems that you might have. And this dynamic, fast, aggressive, united Barca closes a lot of doors but there is still one left: the one that denies the possibility of a rival surprising you when you’re ahead on the scoreboard. How? The ball should move forward as much as possible and only back when absolutely necessary. It’s what I call defending while going forward. What does that get you? The ball is only lost in the other half of the pitch. That way you have half the team behind the ball. A lot of players to help you and a long way to go for the other team. To err with a horizontal pass, prohibited. But because errors are always possible, it can be a fatal one if it happens on your side of the pitch.

Football is everything but mathematics. In the Emirates you played very well during the first half, but you didn’t score a single goal. Something went wrong. And that is also part of the sport. You can play an amazing game but not score and therefore not win. You can have the best footballer in the world but it’s still a team sport. This is the foundation of a team. Besides that, one player can always have a better day than another. And when it turns out that everyone is playing their best you have a game like in London. A great performance even though the result doesn’t show it. The proof, 2-2.

A good result to take to the return leg but nothing definitive. And careful with thinking that their injuries (Cesc, Arshavin, Gallas) will make them worse. That’ll only happen if you play your best. Whoever plays for Arsenal, this team has a philosophy that goes beyond just the players. A style similar to that of Barca, but with a big difference: the blaugrana can and do apply pressure when not in possession of the ball. The objective is to steal it and the closer to the goal the better. The English don’t [do this]. And if they try it’s because they are losing the game. They gamble with a new strategy because they have nothing to lose.
http://www.totalbarca.com/2010/news/cruyffs-corner-this-is-the-most-important-week-of-the-season/#ixzz0kndxdsQY

Topun kontrolü, kalenizden mümkün olabilen en uzak bölgede olması yani hücum ederken aslında savunma yapabilmek, topu kaptırdığınızda takımın en az yarısının topun gerisinde olması. Barça, uyguladığı bu futbol felsefesiyle, kendi seviyesinin altında oynadığı bir maçta bile, sınırsız hücum gücü olanaklarına sahip rakibini, Real Madrid'i durdurabiliyor ve bunu yaparken savunması ön plana çıkıyor, şaşırtıcı! Bir o kadar değil aslında. Barça, gerektiğinde çok iyi savunma da yapabilecek bir takım ve bunu en iyi hücum ederek gerçekleştiriyorlar ki Madrid'de oyun böyle şekillenmedi. Madrid çok tutuktu da denilebilir ama kanımca bunu gerçekleştiren Barça'nın savunma önünde dizilen oyun yapısıydı. Guardiola dün geceki stratejisiyle Teknik Adamlık'ta seviye atlamıştır, önünde Jose'yle randevular var, bakalım, bir adım öteye daha gidecek mi, hem kariyeri hem de taktiksel seviyesi açısından, bekleyip göreceğiz. Johan Arsenal'i tanımlarken Barça'nın tarzına benzer ancak büyük bir farkla, Barcelona top kendisinde değilken rakip savunmaya pres yapıyor, amaç topu çalıp gole kolay yaklaşmak diyor. Barça'yı geçen yıl gösterdiği unutulmaz performans seviyesinde, makina uyumunda olmamasına rağmen ayakta tutan, ilerlemesini sağlayan temel direk de bu, diğerleriyse bireysel oyuncu performansları, topa sahip olunan futbol felsefesini tüm bu değerlendirmenin dışında tutarsak.

Johan bu sene Barça'yı çok eleştirdi, haklıydı da, onun felsefesi yine kazandı, kazanmaya da devam ediyor ancak temkinli olmakta da fayda var, ki Guardiola'da böyle bir özelliğin olduğu Madrid maçında net bir biçimde görüldü. Mourinho ve Inter kolay olmayacak, keza ligde daha kaybedilmesi olası puanlar var. Johan Cruyff demişken bir de not düşeyim, kulübün onursal başkanı oldu resmi olarak. Barça tarihinde yerini her şekilde alacak olan bu adamın, ihtiyacı olmasa da konumlandırılması, kulübün tarihine çok yakışır bir davranıştı. Büyük futbol dehası Johan'ın her söyleşide, Barça modelinin konuşulduğu her ortamda Rijkaard ismini mutlaka belirtmesi, Galatasaray'ın ne kadar doğru bir tercih yaptığının göstergesidir ve asla bu yoldan sapılmamalıdır, her türlü eleştiriye kulak tıkanarak.

Johan'ın Onursal Başkan olduğu günden kareler;

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/04/j-o-h-n.html

Guardiola'nın Madrid maçına özel stratejisi dışında, Alves'i önde oynatma tercihi yanlıştı. Teşhisi çabuk koyan Pep, onu hemen geriye aldı. Maç öncesi kadrolar açıklandığında Puyol'u sol bekte, Maxwell'i önde düşünmüştüm, Ronaldo tehlikesinden ötürü. İlk yarı öyle olmadı ancak devreden sonra Pep de bunun üzerinde durmuş olmalı ki, Alves'i sağ beke, Puyol'u sola aldı, akıllıcaydı. Sergio'nin performansı sonrası devamlılığı da önemliydi Pep'in tercihleri adına. Boyu uzun ve duran toplarda tehlikeli Madrid'e karşı, Toure'yi oynatacağını düşünmüştüm, o Sergio'ya güvendi ve neden Katalanların 20 yıldır başarılı olduklarını bir kez daha kanıtladı. Busquets çok yetenekli bir oyuncu değil, ilk çıktığında Xavi de değildi, çok net hatırlıyorum. Altyapıdan gelen temel özellikleri olan oyunculardı bunlar, pas tercihlerini doğru yapan, sürekli hareket edip pas açısı oluşturan, futbol felsefesine uygun hareket eden, ekstra işler yapmayan oyunculardı. Xavi, zekasını da kattı aldığı altyapı eğitimine. Sergio'nun geldiği nokta görülüyor, topla dönüşleri, adam eksiltmeleri, pas açısı yaratması, olağanüstü hep. Bu durumun Barça'ya özgü olduğunu da düşünüyorum, Sergio başka takıma gitse çok sırıtır kanımca. Valdes'i hatırlayın, çok uzağa gitmeyin, Xavi ve Puyol kadar. Geldiği noktaya bakın bir de, son 2 sezonun en iyi performansını gösteren kalecisi, Julio Cesar'la birlikte. Del Bosque'nin onu Milli Takım'a almamasını, 6 Barcelonalı'nın olması ilginç olabilir düşüncesine bağlayanlar var. Hayır, futbol sadece futboldur! Barça, verdiği şans ve güvenle kendi altyapı futbolcularına sürekli seviye atlatıyor, bir futbolcunun seviyesini olabilecek en üst noktaya getiriyor, Messi'de olduğu gibi. Bir başka takımda Messi'nin aynı şeyleri yapması çok da olası değil, bunu ben değil Johan söylüyor, dünyanın en iyi futbolcusu o diyerek.

Karşı yakadan bakalım bir de 0 - 2'ye. Barcelona maçı öncesi, çok da mantıklı olmayacak şekilde beklentileri çok artırdıklarını düşünüyorum. La Liga seviyesiyle, CL seviyesindeki takımları eşdeğer tutarak Madrid, bu maçı da kazanır, Barça'dan iyi oynuyorlar diyebilmek biraz da kendini kandırmaktı. AC Milan ve Lyon, aslında Real Madrid'in geçen seneye göre çok seviye atladığını ancak hala en üst noktada olmadığını gösteriyordu, Ronaldo ve Higuain yetersizdi. El Clasico'da varlık gösterememeleri, tedirgin olmaları, istediklerini yapamamalarının önemli sebeplerinden biri de Barça seviyesinde olmadıklarını maç ilerledikçe anlamalarıydı. El Clasico'nun rahat geçeceğine dair olan öngörümün asıl sebeplerinden biri bu, diğeri de Real'in Madrid'te Hiddink'in Chelsea'si gibi oynamak tercihinde bulunmayacağıydı. Yaklaşık 300 milyon Euro harcadılar. Önümüzdeki yıl bir o kadar daha harcamaları gerekecek kanımca, ki bu yeterli değil, sezon başından beri söylüyorum, tek çare Mourinho'yu getirmek, ki getireceklerdir mutlaka. Robben ve Sneijder'i gönderen zihniyetin, Makalele'yi gönderen zihniyetten çok bir farkının olmadığı ve Madrid'in beklenen başarıya en zor yolları aşarak, deneme yanılma metoduyla ilerleme sağlayarak ulaşacağı açık. Barcelona'nın da yaşlanmasını bekleyecekler. Figo gibi bir transfer olur mu, zor gözüküyor, bu da bir başka alternatif Barça'yı çökertmek için. Casillas'ın Ronaldinho'yla başlayan ve Messi'yle devam eden süreçte, yediği goller sonrası kendi kendine konuşması aslında herşeyi özetliyor.

Barça cephesinden bakalım bir de. İlk yarı Madrid - Inter, ikinci yarı Arsenal – Madrid virajlarından savrulmadan çıktılar. Geriye çok da maç kalmadı. Jose'nin Inter'i ve Sevilla deplasmanı son düzlükler gibi duruyor. Real'in El Clasico sonrası hızlı toparlanamaması lig yarışını bitirebilir de. Mourinho, geçtiğimiz sezonki Chelsea gibi oynayacak her iki maçta da ancak Pep'in artık bir stratejisi var, Madrid maçı gibi rakibi beklemek üzerine kurulu olan ve bunu Milano'da kullanacaklardır. Inter'in buna bir cevabı yok kanımca, Barça'nın üzerine gitmek gibi bir şansları da yok.

Çok başarılı bir kısa özet El Clasico hakkında:

In the meantime, the players will rest from one of the best matches they have played this season, as they showed that Barca against Madrid is: Patience against impatience, a team against individuals, joy against duty, and school-produced stars against money-bought stars. It is total football manifested in Barcelona’s team, coach and administration allowing the fans to enjoy their performances as they play the beautiful game – except for Madrid fans that left the stadium early enough, disappointed at their team’s performance!
El Clasico fotoğrafları;

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/04/el-clasico.html

Barcelona'nın 2 yıl üst üste hem lig hem de Şampiyonlar Ligi'ni kazanması görülmemiş bir başarı olarak tarihteki yerini alacaktır ki bu takımın hak ettiği de açıkcası budur.

Barça'nın bir önemli avantajı, bir de dezavantajı olacak önümüzdeki sezonlarda. Gençler daha tecrübelenmiş olacaklar hem de en üst seviyede, Pedro'ya, Sergio'ya bakın ancak Xavi, Puyol yaşlanacak, Henry artık misyonunu tamamlamış gözüküyor. Kısaca işler hem zorlaşacak hem kolaylaşacak. Messi hala Katalanların yanında kalacak, Iniesta da öyle. Xavi'nin yerine Cesc Fabregas gelecektir, Puyol daha bol bol oynar ilk 11'de ve kaptan olarak ama yerine alıştırmalar da sıklaşır Chygrynskiy, Muniesa ekseninde. Henry yerine Pedro var gibi, merkezde Jonathan ısındırmaları artacak, Jeffren kanatlarda denenecek. Rooney, Ribery, Robben, Torres dörtlüsünden birinin transferi takıma bir seviye daha atlatır.



El Clasico'da 4 maçtır kazanıyorlar. 6 gol attılar Madrid'te, 6 kupa kazandılar sadece bir sezonda. Basketbolda sürekli Katalanların kazanmasının da bir organizasyon başarısı olduğu ortada. Şampiyonlar Ligi Finali 22 Mayıs'ta ve Bernabeu'de. Binlerce coşkulu ve gururlu Katalanın ve sessiz, belki de rakip takımı destekleyecek ya da maç sonu alkışlayacak Madridistaların gözleri önünde, Barcelona'nın ta kendisi olan adam, bayrak adam, direnişin son temsilcisi, no pasaran, kaptan, Katalan, kulübün kurucusu isimli Puyol'un ellerinde yükselecek kupa, hayal ediyorum, görür gibiyim, olmalı, çok hak ettiler!

Futbolu en özel ve güzel haliyle oynayan bu takımı sevin, anlatın, izleyin, bir daha gelmeyecekmiş gibi, Pep'den sonra bir başka Katalan, Johan ruhunu ve modelini yaratmayacakmış gibi -ki bunlar yine olacak- keyif alın.

Hiç bitmesin isteyin!

Manu Chao söylesin, Barça rumba sergilesin;

Rambla para aqui rambla para allá
Esa es la rumba de barcelona
Rambla para aqui rambla para allá
Esa es la rumba de barcelona

Daha Coldplay "Viva La Vida" diyecek kutlamalar öncesi, hazırlanın!

Geçen yıldan birkaç sekans;

Onlar, futbolu Lorca ya da Alex Susanna şiiri gibi oynayanlar, ritimsel, paylaşımcı, isyankar, sanatsal bir algıyla tekdüzeliğinden sıyrılıp düzenin farkı yaratanlar, Onlar, Madrid kapısındaydı o gece. Johan'ın öğrencisi Pep'in saha dışı, Katalan Bayrağı'nı kaptanlık bandında taşıyan ve golü attığında Barselon sokaklarından kopup gelen 18 yaşında gözü yaşlı genç coşkusuyla sarı kırmızı bayrağı, binlerce Krallık yanlısına sallayan, ismini kulübün kurucularından birinden alan Kaptan Puyol'un, Saforcada'nın saha içi önderliğinde çıkıyorlardı savaş alanına. Katalan çocukları Pique, Xavi, Iniesta, Victor da arkasında dizilmişlerdi komutanlarının. Arjantin'den, Brezilya'dan, Venezuella'dan, Bolivya'dan, Küba'dan gelen çocuklar da vardı içlerinde, Afrika'dan katılanlar da, Fransız futbol devrimcileri de.

Barçalıların bu sene de her gol attıklarında Madrid yanlılarına formayı ve armayı göstermeleri sebepsiz değildi, bu Messi bile olsa böyleydi işte!

Rekabetin tarihini yeniden yazan Katalan takımı, FC Barcelona, gelmiş geçmiş en güzel futbolu oynayan takım, Gaudi'nin eşsiz eserleriyle dolu kıyı şehri Barselon'a, evlerine dönüyorlardı. Ellerinden Franco zoruyla alınan Di Stefano'ya, şampiyonluklara, kupalara, öldürülen başkanlarına, susturulan dillerine, tanınmayan özgürlüklere inat Katalan ruhunun verdiği mücadele gücüyle Hollanda tekniğini birleştiren bu Johan yapısı, en özel hediyesini demokrasi ve futbol olarak sunuyordu İspanyol halkına.

No Pasaran isimli şiirde şöyle deniyordu;

1

neden hep böyle gözümü yumsam akşam
Madrid kapısında yeniden
nöbet tutmaya dönüyorum
dudağımda yepyeni ıslıklar bileniyor
neden hep böyle resmine baksam akşam
üç dakika geçiyor geçmiyor
Maria Pilar'ı yeniden kurşuna dizmeye götürüyorlar
bıyıkları dumanlı üç adam
neden hep böyle karanlıkta kalsam akşam
kulaklarımda hep Ricardo'nun sesi
yürek deviren şarkısı

Los Cuatros Generales
Los Cuatros Generales

Franco'cu fas alayının öncüleri
çok gerilerimize düşmüştü
Santa Barbara'da
biz üç kişi bıçak gibi yeminliydik
ben yani kaptan Ricardo ve Gonzales
Santa Barbara'da
yumuşak bir Akdeniz karanlığı gözlerimize çöker çökmez
kirpiklerimiz ıslanmış yumruklarımız büyümüştü
Santa Barbara'da
üç ağaç gibi Fransız sınırına devrildik
avuçlarımıza sulu kırmızı bir kan boşalıyor
ağzımızda kıvılcımlı bir sakız

Los Cuatros Generales
Los cuatros Generales

biz çekilsek de rüzgarımız
İspanyol göklerinde kalıyor
nefes nefes
halbuki İspanya'dayız
yenik de olsak
dağları aydınlatan bizim gözlerimizdir
bugün yenik de olsak
yarın yeneceğiz

Los cuatros generales
Los cuatros generales

Yarın yendik çocuklar, sen yani kaptan Ricardo -Saforcada- ve Gonzalez -Creus- teşekkürler. Tırnakla sökülüp koparılan zafer için, emek, mücadele ve yürek için, dökülen ter için, sanat ve oyun için binlerce teşekkürler hepinize.

Teşekkürler Johan, sen, sen herşeyi yaratan!

Kubala'yla, Johan'la, Pep'le büyüyen Katalan çocukları haykırıyor o güzel türküyü 74'ten beri, La Rambla'da, Cartier Gothique'da, Camp Nou'da, Barselon'da;

Tot el camp
és un clam
som la gent blaugrana
Tant se val d'on venim
si del sud o del nord
ara estem d'acord, ara estem d'acord,
una bandera ens agermana.
Blaugrana al vent
un crit valent
tenim un nom el sap tothom:
Barça, Barça, Baaarça!

FC Barcelona bir kulüpten daha ötedir!

Katalunya İspanya değildir!

Barça kazanınca, Katalunya kazanır!

11 Nisan 2010

A. Eren Loğoğlu

4 yorum:

Genel Sekreter Vak dedi ki...

Barça sevgisinin önemli bir kısmını Franco'ya ve faşizme karşı olmaya bağlayan 25 yaş altı kesimden biri olarak "Eline sağlık usta!" diyorum.

aylak adam dedi ki...

eline sağlık enine boyuna güzel değerlendirme. şahsen barcelona taraftarlığımın arkasındaki tek sebep şimşek santrafor kai kastel'dir ötesine de milliyet çocuk okuduğum küçük yaşımda zaten aklım ermezdi muhtemelen.

Erdem Karakuş dedi ki...

Pedro, bizim Galatasaray'lı Arif'in ruh ikizi adeta. Topu alışı, sürüşü, koşuşu, kaleye gidişi birebir aynı.

Erdinç Eroğlu dedi ki...

Uzun zamandır Bloglara pek bakmıyordum.Biraz geçte olsa yazını okudum.Tebriki fazlasıyla hak eden bir yazı olmuş..Artık kafama bişeyler takıldıkça açar bakarım..