28 Ekim 2008

Road to Kadıköy



Bu sezon, Kayserispor'la oynanan Süper Kupa maçının 2. yarısına benzer ve başarılı futbolu ikinci defa sahneleyebildiğimiz görüşündeyim.

Skibbe'nin sağ bek bölgesinde Emre Güngör, Tobias Linderoth, Serkan Kurtuluş tercihlerinden sonra sırası geç de olsa gelen Sabri tercihiyle oyun akışkanlığına önemli katkı sağlandığını son maçlarda rahatlıkla gözlemliyoruz. Sabri'nin yetenekleri sınırlı, belli fiziksel özellikleri -hız, çabukluk- gelişmiş iyi bir takım oyuncusu olduğu sürekli unutulsa da geçtiğimiz sezon Uğur'un sakatlığından sonraki evresiyle bunu hatırlatıyor aslında. Skibbe'ye yöneltilen ciddi eleştirilerin başında Sabri, Ayhan ve Barış'ın Steaua ilk maçında sakat olmadıkları halde oynatılmamaları geliyor, bunu da not olarak aklımızın bir köşesinde tutalım. Diğer eleştiriler ise oyun akışkanlığı, oyunu kendi sahamızda kabul etme, topa fazla sahip olmama, rakibe çok pozisyon verme, mücadele gücü yüksek oyuncuları tercih etmeme, beklerin hücuma çıkması konusunda çok kontrollü olma, topun arkasına geçiş evresini tamamen savunma takımı çerçevesine oturtmak istemesi, hücum-savunma hattı gibi 2 statik farklı alan oluşturmaya çalışması şeklindeydi.

Bu kısımlara tek tek Olympiacos maçı gözlemleriyle değineceğim.

Emre Aşık tercihinin takıma olumlu yansımasıyla başlayalım. Hamleli bir oyuncu olması, yüksek toplardaki hakimiyeti takıma önemli bir katkı sağlıyor. Lucescu'nun öğretisi sonucu markaj dışında alan savunmasını ve pozisyon alabilmeyi de uyguladığı zaman kusursuza yakın oynamış oluyor zaten. Dün de öyle bir geceydi Emre için. Tabii Emre tercihinin Meira'nın savunmanın ön bölgesinde oynatılmasının bir sonucu olduğunu da görebilmekteyiz. Emre Güngör'ün savunmanın merkezinde değerlendirilmesi, geçtiğimiz sezon Servet'le olan uyumu da düşünüldüğünde Servet-Meira ikilisine önemli bir alternatif yaratacaktır. Ön bölgede oynayan Meira, savunma merkezindeki oyununa göre hücuma daha az katılım gösteriyor, bunun temel sebebi, savunmanın gerisinden geniş alanı daha rahat görerek yakaladığı çıkışları, ön bölgede oynadığı zaman baskı görmesiyle yapamıyor oluşundan kaynaklanıyor. Dün gece dikine paslar denediği zaman çok da başarılı olmadığı görüldü geçmiş maçlara göre, top kayıplarına sebep oldu. Tüm bunlara rağmen ön bölgede akılcı oynayan, duracağı yeri bilen, zaman zaman rakipten top kazanan ve doğru kanat bölgesine pas geçişini sağlayarak akışkan yapıyı oluşturan en önemli iki oyuncudan birisi Meira'ydı. Bir diğeriyse Ayhan'dı. 30. dakikadan sakatlık anına kadar oyunun her iki yönünde de var olan Ayhan, dün gece ikinci yarıdaki başarılı oyunun da en önemli parçasıydı. Skibbe'yi ısrarla tek ön libero, özellikle de tek Ayhan tercihinden dolayı eleştirenler bugün gelinen noktadan kendilerine bir haklılık payı biçebilirler. Bir de şu konudan sürekli dem vuruluyor, Meira ilk Steaua maçında da ön bölgede oynatılmıştı ama o zaman Skibbe eleştirilmişti şeklinde. Görsel ve yazılı medyadaki yüzeysel yorumlarda bunu görebiliriz ancak asıl eleştiriler Skibbe'nin 6 savunma ağırlıklı oyuncu tercihi, Ayhan ve Barış varken Meira'yı önde oynatması, sağ bek bölgesinde Sabri yerine Emre G tercihi, statik bekler vs. şeklindeydi. Meira'nın şu an ön bölgede oynamasını doğru bulmakla birlikte, düzelen sakatlıklarla birlikte yeniden asıl bölgesi olan ve daha geniş bakış açısıyla oyuna akışkanlık kazandırabileceği savunmanın merkezine döneceğini umuyorum. Geriden topla çıkış yapabilen, -özellikle çok iyi alan savunması uygulayan rakiplere karşı bu tür çıkışlar önemli bir gereksinim oluyor- kaleciden aldığı topu doğru kanata, ters top veya kısa pas şekliyle geçiren, topa müdahalelerinde sürekli topa vurduktan sonraki pozisyonu da düşünen, topu uzaklaştırmak yerine arkadaşlarına aktaran bir Meira'ya savunma organizasyonuna olan bu tür katkıları sebebiyle savunma merkezinde gereksinim var.

Rakibe önde basma, pres, baskı, kaos adına ne denirse bu oyun anlayışının bu 2. yarı olduğu gibi mutlaka takıma monte edilmesi gerekiyor. Rakibi geride bekleyerek, topa sahip olmayarak, sadece topun gerisine geçerek uygulanan bir alan savunması, iyi pas yapan organize takımlar karşısında çok büyük sıkıntılara sebep olabilir. Rakip yarı alana yerleşmediğimiz zaman, dönen topları kazanamıyor ve çok efor sarfetmeden tekrar tekrar olgun ataklar gerçekleştiremiyoruz. Geçtiğimiz dönemlerdeki Galatasaray'ın en büyük özelliği rakibi bu şekilde baskı altında tutmasıydı. Mehmet Topal, Barış, Ayhan, Sabri, Arda, Hakan Balta gibi mücadele gücü yüksek oyuncularla rakip savunmadan dönen veya atağa çıkma anında kazanılan toplara çok ihtiyacımız var. Bunu gerçekleştiremediğimiz zaman takım sürekli savunmaya dönmek zorunda kalıyor ve Skibbe'nin söylediği sahasına çabuk yerleşememe, alan parselleme sıkıntısı doğuyor, Bursa maçında çözümü bulunamayan Yusuf vakasının temel noktası da bu aslında. Olympiacos maçında ise Ayhan-Meira ikilisinin rakibi bozan yapısı, buna eklenen Sabri, Hakan Balta, Arda, Lincoln destekli düzeniyle ikinci yarının büyük bir kısmını rakip yarı sahada oynadık. Hakan Balta kusursuza yakın bir oyun sergiledi her iki görevinde de. Skibbe bu anlayışı mutlaka devam ettirmeli, yanlışlarından dersler çıkartarak doğru hamlelerde bulunması gelişime ne kadar açık bir hoca olduğunu gösteriyor, bu çok sevindirici. Bunu devam ettirmesi gerekiyor sadece Lincoln, Kewell, Arda, Baros, Nonda eksenli bireysel ve statik bir hücum anlayışından sıyrılışımızın devamlılığı açısından da önemli bir hale geldi Eskişehir maçı. Rakibin daha çok topla oynamasını ve yarı sahamızda yer almasını engellemek açısından da iyi bir deplasman denemesi olabilir bu maç.

Lincoln'e de özel bir paragraf açmam gerekiyor. Bu sezon benim normlarıma göre ilk defa iyi oynadı, takım oyununun içerisindeydi, oyunun savunma yönünde de katkıları oldu kazandığı toplarla. Daha önceki maçlarda pek çok gol atması ve asist yapmasına rağmen, oyun akışkanlığına ciddi zararları olduğu düşüncesindeydim. Fenerbahçe'deki Alex benzeri bir sorundu aslında Lincoln'un performansı. İstatistik olarak bir katkı, gelişim kesinlikle belirgindi ve dün gece hala fiziksel yetersizlikleri, ciddiyetsizlikleri olsa da driplinglerde daha az yerde kaldığını, top saklayabildiğini, dripling sonunda şut girişiminde bulunabildiğini, adam eksiltebildiğini, pas geçişlerinde doğru tercihleri içerisine girdiğini ve duran toplarda daha etkili olduğunu gözlemledim. Bunlar çok önemliydi Lincoln ve takım için. Sezon başından beri Lincoln'süz bir oyun yapısı konusunda ısrarlı bir eleştirim vardı Skibbe'ye. Bunun temel sebebi, sürekli bahsedilen agresif, basan, ön alanda oynayan, rakip sahaya yerleşen, dönen topları sürekli kazanarak tekrar tekrar atak yapan, rakibi boğan oyun anlayışının akışkanlığının sağlanabilmesi adına 4-2-3-1'in 3. bloğundan Arda-Lincoln-Kewell'dan bir oyuncu eksiltip 2. bloğu daha etkin hale getirmenin hücum akışkanlığını artıracağını düşündüm. Çok hücum oyuncusuyla oynamanın çok hücum oynamak anlamına gelmemesi şeklinde bir örnek de verilebilir. 2. blokta Barış-Topal-Ayhan tercihinin oyunun her iki yönüne de katkı yapabileceğini, üstelik de şu an takımda görünen sürekli bahsedilen savunma, statik oyun, alan parseli, rakip yarı sahada daha fazla bulunamama gibi zaafları örtebileceğini görmek için kahin olmaya da gerek yok aslında. Geçtiğimiz sezonun son 6 maçı başarılı bir taktiksel deneme olarak karşımızda duruyor.

Skibbe'nin Türk Futbolu'na ve Galatasaray'a kazandıracağı, rakip yarı sahaya yerleşmeden, baskı yapmadan, alan savunması ve tek pasa dayalı hücum eksenli yeni futbol anlayışı düşüncesine de büyük saygı duyuyorum. Ancak bunun gerçekleşme şansının olmadığını düşünüyorum. Sürekli Arsenal ile karşılaştırılıyoruz gelinen nokta olarak ancak gözden kaçan bir husus var. O da şudur ki Arsenal, altyapısında Fransız, Afrikalı, İngiliz, Kuzeyli, İsviçreli pek çok milletten oyuncu yetiştirebiliyor. Bunun Arsenal'e katkısı sisteme, oyun anlayışına uyumu noktasında belirginleşiyor. Galatasaray ise 8 yabancının dışında en az 3, Türkiye Ligi'ni de düşünürsek ise en az 5 Türk oyuncuyla oynamak zorunda ki düzenli bir yapı oturtabilsin. Arsenal'in savunma dörtlüsüne bakıyorsunuz, Sagna-Toure-Gallas-Clichy şeklinde. Topa istediği gibi hükmedebilen, özellikle bekleri topla dripling yapabilen, savunma merkezi ise dan dun topa vurmayan topu kontrol edip oyuna kazandıran ve pas trafiğini hiçbir şekilde bozmayan oyuncular. Arsenal kendi yarı alanında alan savunması yaparak rakibi beklese de, baskıyla top kazanmasa da, rakip yarı sahaya yerleşerek oynamasa da, rakip bir pas hatası yaptığında veya top kaleciye geldiğinde ya da Arsenal savunması topu karşılığında otomatik olarak Arsenal atağına dönüşüyor oyun. Bunun sebebi de her oyuncunun belli bir top kontrolü ve pas yüzdesinin yüksek olması kaynaklı. Gallas kafayla topu uzaklaştırırken bile arkadaşına kazandırıyor. Bir de savunma dörtlüsü oyunun gidişatına göre çizgisini ileri çekerek rakibi alanına hapsettiği durumlar oluşturabiliyor. Eğer geridelerse veya mutlak gole ihtiyaçları varsa -son Everton maçı- orta saha çizgisine kadar savumayı getirerek baskı yapmadan da dönen topları kazanıyorlar ve kusursuza yakın paslaşabildikleri için de top kaybetmeden tekrar tekrar hücum ederek rakibi yarı sahasına hapsediyorlar. Temel futbol anlayışları bu değil ama bunu da yapabiliyorlar. Kadıköy'deki ilk 2 gol, Fabregas'la buluşan 2 top, 2 ara pası, 2 kontratak şeklinde özetlenebilir aslında hücum anlayışları. Arsenal dışında iyi pas yapan, Barcelona, Chelsea gibi takımların bir ortak özelliği de rakip açık verene kadar, veya kendi hücum oyuncuları adam eksiltene kadar paslaşmaya devam etmeleri.

Tüm bu Arsenal gözlemleri ışığında Galatasaray'a dönecek olursak, bizde yıllardır süregelen oyun anlayışı rakip açık verene kadar paslaşmak şeklinde hiç olamadı. Kanatlara açılan top mutlaka ceza sahasına ortalanır, bunu engelleyebilecek bir hoca Türkiye'ye gelecek mi, emin değilim. Türk oyuncusunun fundamental olarak da çok eksiği var. Servet ve Emre Aşık kurgulu bir savunma merkezinden pas trafiğine hızlı bir şekilde katkıda bulunmalarını beklemeniz hayalcilik oluyor. Keza Hakan Balta ve Sabri'den de. Bu oyuncuların farklı özellikleri var ve onları kullanmanız gerekiyor, anlatılmak istenen tamamiyle bu, sezon başından beri. Skibbe kendi oyun felsefesini Türk Futbolu'na dayatamaz, arada bir uyum olamıyor çünkü. Türkiye'de savunmanın karşıladığı toplar çoğunlukla rakibe gider, taça gider, bunu öğretemezsiniz Servet'e, Sabri'ye, Volkan Yaman'a, topu uzaklaştırmak adına havaya dikerler. Oysa Arsenal'de, Barcelona'da böyle bir anlayış yok. Galatasaray'ın Arsenal'e benzeyen bir yanı var, o da kurgulanan Arda-Lincoln-Kewell-Baros hücum hattı. Yer değiştirerek oynayan Ljunberg-Bergkamp-Pires-Henry'li yapıya daha çok benzeyen bir hücum anlayışı. Ama 4 oyuncu bu yapıyı uygulayabilir diye diğer 7 oyuncudan da bunu beklemek biraz haksızlık oluyor bu oyunculara. Skibbe kendi oyun felsefesini Galatasaray'ın kadro yapısına, karakteristiğine, taraftarına uygun olan agresif, rakip sahada oynayan, topa daha çok sahip olan oyun anlayışıyla harmanlamak zorundadır. Bu geceyi daha da ilerlettiği zaman bu anlayışa sahip olacağız, öyle umuyorum, istiyorum.

Tekrar Olympiacos maçına dönecek olursak Baros'u kötü bulmadığımı belirtmeliyim. Kezman'ın yaşadığı sıkıntıları yaşıyor, gol atamadığı süreçler olacaktır. O'nun görevi daha çok arkasındaki üçlüyü gol pozisyona sokmak ve takımı biraz da olsa rakip sahaya yerleştirmek şeklinde görülmeli. Kafa vuruşlarını gol yapsa gol sorunu da olmayacak aslında, kontraatak konusunda zaten bir sıkıntısı yok. Çok hareketli, sürekli arkaya kaçıyor, çok faydalı bir oyuncu. Nonda kısa bir süre oyunda kalmasına rağmen gayet iyi göründü, top saklaması, dikine oynama isteği ve geçtiğimiz yıldan bildiğimiz gol yollarındaki etkinliğine bu yıl da çok ihtiyaç olacak özellikle Türkiye Ligi'nde.

Kewell ve Arda biraz tutuk göründü bana. Her ikisi de iyi bir performans sergilemese de çok akılcı oynuyorlar. Sürekli rakibin zaaflarını arıyorlar, Arda'nın sola geçtiği birkaç pozisyonda Kewell'la birlikte o bölgede kalarak oyunu o bölgeye yıkmaya çalışması gibi. Zaman zaman sağ bölgeyi boş bırakarak, aslında Barış orta bölgede oynayabilse sağa doğru oynama alışkanlığı da olduğu için sol bölgeye Arda, Kewell çerçevesinde çok rahat oyunu yıkabiliriz. Sabri'nin sağ bölgeyi kontrol edebileceğini düşünerek söylüyorum bunları. Bu süreçte Lincoln'ün Arda, Kewell sol bölgede iken ters kanatta kalması da bir çözüm olabilir. Bir de eğer oyun akışkanlığı sol bölgeden ilerliyorsa 4-2-3-1'in 3'lüsünün sağında oynayan oyuncunun mutlaka ceza sahasına girmesi gerekiyor, aynısı sağdan gelişen bir atakta sol açığın ceza sahasına girmesinde de geçerli. Kewell bunu çok iyi yapıyor, tecrübeli bir oyuncu ve bunu rahat görüyor, Arda ise çizgide çok verimli olduğunu bildiğinden bunu sıklıkla yapamıyor, yaptığında zaten -Bursa maçı ya da geçen yılki Sivas maçı- gole rahat ulaşmamızı sağlayacak. Ceza sahasında daha çok adamla bulunma sorunsalı daha çok rakip sahaya yerleşmekle ilgili ki bu sezon sorunlarımızdan biri de bu aslında ama çok yetenekli oyuncularımız çok gol attıkları için bu sorun şimdilik sorunmuş gibi gözükmüyor.

Şimdilik söyleyebileceklerim bunlar, sakatların en azından belirli bir kısmının bir an önce iyileşmesi çok önemli. Orta bölgede mutlaka Ayhan'ın yanında bir oyuncu daha oynamalı, bu açıkça görüldü, Skibbe'nin Ayhan'ı tek oynatarak yaptığı hatadan dönmesi sevindirici. Takımda uyum sorunu zamanla aşılıyor, Lincoln fiziksel olarak daha iyi. Sabri, iyi ya da kötü performans sergilesin, Uğur'un sakatlığı geçene kadar mutlaka sağ bek oynamaya devam etmeli. Skibbe Meira-Ayhan'la başlayan top kazanma, baskı unsurlu ve Hakan Balta-Arda-Sabri zaman zaman Lincoln destekli 2. yarıdaki oyun anlayışını mutlaka oyunun tamamına yaymalı, özellikle oyun başlangıcına bu planı da eklemeli. Nonda önemli bir oyuncu, kenarda unutulmamalı. Kewell çok özel bir oyuncu. Duran toplar daha iyi kullanılıyor bu da önemli, sadece bir defa Lincoln topu yükseltemedi ve ilk oyuncuyu geçiremedi.

Son olarak Skibbe'nin maç sonunda saha ortasına gelerek oyuncularını tebrik etmesi, Lincoln'le, Meira'yla, Arda'yla sarılması falan, Chelsea'nın Barcelona'yı 4-2 yendiği efsanevi Şampiyonlar Ligi maçı sonrası Jose Mourinho'nun saha ortasına gelip Lampard ve Terry'e sarıldığı sevince benziyordu, güzeldi.

Bu güzelliklerin daha da artmasını diliyorum.

24 Ekim 2008

A. Eren Loğoğlu

Hiç yorum yok: