01 Şubat 2012

İyi ki Varsın Guardiola | Som Hi Barça | Takım Oyunu ve Örgütlenme | İyiler Mutlaka Kazanır



25 Ocak Real Madrid 2-2

Maç önü

Bernabeu'de Kral Kupası maçı gol sonu "Estelada" açan Barça taraftarına güvenlik müdahalesi gerçekleşti.

Futbol asla sadece futbol değil, 2011'de bile. Birileri İspanya'da burada olduğu kadar önemsenmiyor El Clasico diyorsa hala, aldırmayın. Franco dönemi geride kaldı, siyaset artık etken değil diyorsa, çok inandırıcı olmuyor, bakın bir bez parçası rahatsız edebiliyor başkentte. Bunları konuşmayalım, tamam ama bunlar olmuyor gibi de sahte bir davranış sergilemeyelim.

İspanya (Royal) Futbol Federasyonu, Süper Kupa ikinci ayaktan sonra Marcelo'ya ceza vermemişti, Kral Kupası ilk ayaktan sonra da Pepe'yi affetti. İlk vukuat değil, 5-0 biten El Clasico sonu Ramos 1 maç ceza almıştı. Hakemlerin hangi takımı koruduğu verilen penaltı sayısından öğrenilebilir. Yine geçen yaz Mourinho, Tito'nun gözüne parmağını sokmuş ve 2 maç ceza ile ödüllendirilmişti. Marcelo'nun Fabregas'ın bacağını kırma girişiminde hata görülmedi.

Futbolda heyecan şart diye rekabetin öne çıkarılması da sağlıksız, bir başka tartışma konusu. Playoff sistemi derbiyi artırıp adrenalin salgılatır ama adaleti sağlamaz. Önemli olan adil oyun ve hak edenin, güzel futbol sergileyen takımın kazanmasıdır, heyecan sonra gelir, rekabet gibi. 96-00 Galatasaray, 08-11 Barça gibi sürekli kazandığından rekabeti öldürmemesi adına kaybetmesi istenip sevimsiz gösterilmeye çalışılıyordu. İsteniyor ki Barça kaybetsin, tamam kaybetsin de rakibi Arsenal gibi futbol oynama çabası göstersin. Barça heyecanı öldürüyor argümanı o kadar yüzeysel ki düşünün 90. dakikada berabere giden bir maçta hakem hatalı bir penaltı kararı verirse adaleti sağlamadan adrenalini yükseltebilir, bunu mu arıyoruz, pes artık, el insaf!

Güzel meselelerden bahsedeyim, can sıkıntısına boğdum biraz.

Gelenek kavramı Barça'nın en can alıcı yüzü, yeryüzüne verdiği samimi mesajların önceliklisi, sahada oynanan futbol dışında. Eski yazılarımda forma numaralandırma ve kaptanlık & teknik direktör seçimlerindeki tutarlılığı anlatmıştım, iki yeni hikaye, kişisel tespitlerimden:

Barça sahaya çıkarken belirli bir ritüel yansıtıyor, pek çok izleyicinin gözünden kaçmıştır. En önde kaptan olur her zaman, Puyol, taşır senyerayı kolunda. Ardından kaleci, Valdes gelir ve üçüncü sırada Xavi vardır, ikinci kaptan. Daha sonra La Masia'dan yetişen bir üçlü/dörtlü blok gelir peşi sıra, Pique Sergio Cesc Iniesta gibi. Ardından takıma katılan bir yeni transfer varsa o çıkar, Alexis misal. Ve son üç isim asla değişmez, Alves Messi Abidal şeklinde. Messi her zaman 10. sırada çıkar sahaya Abidal olmasa bile, Alves de önündedir. Elbette ufak değişiklikler olur kimi sıra, kaleci Pinto'ysa Xavi, Puyol'un arkasına geliverir. Hatta bu El Clasico'da Pinto geç kaldı ve arkalarda çıkabildi ama yine de son üçlü bozulmadı. Oyuncular bu sahaya çıkma dizilişine riayet etme adına çaba gösteriyorlar koridorda, Alves Alexis'e yerini gösteriyordu bir maç öncesi. Barça o kadar düzenli bir takım ki bunu bile düşünüyor, belki de uğur olsun diye.

Bir başka gelenek soyunma odasındaki futbolcu dolaplarında daha önce kullananların ismi yazıyor, ne kadar anlamlı, değerli, vefa içeren bir davranış. Orada adınızın yazacağını hayal edip o sahaya çıkmak, Barça tarihinin küçük ya da büyük bir parçası olacağını bilerek, ölümsüzce. Messi'nin soyunma odasındaki dolabını daha önce kullanan futbolcular; Mendoza, Quini, Bakero, Oscar, Frank De Boer ve Rüştü şeklinde.

Farklı bir konu daha, Coldplay, Katalanların milli marşı haline gelen "Viva La Vida" şarkısının hikayesini -Barça'yla olan bağ- anlatıyor.

Sporseverlerin ciddiye aldığı meselelere eğilelim yavaştan.

AS genel yayın yönetmeni "hakemleri Madrid insanları atıyor ve Real bundan yarar sağlıyor" şeklinde cesur bir açıklama yaptı. Kimse dikkate almadı bunu ve her El Clasico sonrası Mourinho yüzsüzce suçu hakeme atabiliyor. Gözlerinin önünde gerçekleştiği halde düdük çal(a)madılar oysa . Ligin daha ortası ve Barça'nın verilmeyen altı penaltısı vardı.

----------------Pinto----------------
Alves----Pique-------Puyol-----Abidal
----------------Sergio---------------
---------Xavi---------Fabregas-------
---Alexis------------------Iniesta---
----------------Messi----------------

Pep şablonu bozmadı ama riske giren biri vardı karşısında bu kez. Mourinho turun ilk ayağı sonrası yine sahadan boynu bükük ayrılmasının ardından yoğun eleştiri oklarını üzerine çekmişti. Çok akıllıca bir iş yaptı sahaya çıkardığı ilk 11 ile. Mesut & Kaka ve Higuain içeren aşırı ofansif kadro herkesin Madrid'den beklentisiydi. Ağır bir yenilgi olursa suçu rahatlıkla medyaya, taraftara, teknik direktörlüğü ona öğretmeye çalışanlara "ben zaten her şeyi hesaplayıp o maçları oynadım, nasıl olması gerekiyorsa" mesajını verecekti. Tur atlarsa zaten bunu da denedim, kahramanım, sonunda formülü keşfettim, dehayım diyebilecekti. Kazan-kazan durumuydu her türlü.

Madrid ön alanda baskıyla başladı, Messi'yi riske edeceklerdi çift ön kesici tercihiyle. Higuain, Alves'in pasında Pique & Pinto anlaşmazlığından yararlanamadı yüzde yüz gol pozisyonunda, daha 10. saniye bile değildi. Cesaret geldi eflatun beyazlılara ve aynı anlayışla oynamayı sürdürdüler. Sağdan Kaka, Mesut ve sola doğru Ronaldo ile gelişen bir tehlike daha yaşadı Barça savunması. İlk maçın kusursuz oynayan ismi Busquets, Mesut'un sürekli içe kat etmeleriyle kalabalıklaşan savunma önü bölgesinde yetersiz kaldı, Kaka da orayı kullanınca. Brezilyalı yıldız Ronaldo'yu yine pozisyona soktu ancak Pinto izin vermedi. Savunmasını çok önde kurup baskıyı bir an olsun düşürmemeyi tercih eden Madrid karşısında Cesc ve Messi üzerinden çok rahat bir pozisyon buldu. Bir köşe vuruşunda Pepe'nin kafa şutu Sergio'nun vücuduna bitişik koluna çarptığı sanrısına kapıldılar. (göğsü) Buna bile penaltı denildi, komik bir biçimde, onlar her zaman kollanmalıydı çünkü, alışkındılar. Mesut Özil'in uzaydan gönderdiği şut direkte patladı. Pinto Abidal'ın geri pasında büyük bir hata yapıp topu Higuain'e aktardı, yine gol gelmedi.

Bu ana kadar Real, ilk 30 dakika, Barça önünde en iyi oyunlarından birini sergiledi. (2-2 biten İspanya Süper Kupası maçında Madrid daha organize hücumlar bulmuştu, bu maçta hatalardan yararlandılar daha çok baskı sonucu ama yazın Barça kadrosunda çok eksik vardı) Peki Jose Mourinho bunun için suçlanmalı mı, övülmeli mi? Eğer bu oyun anlayışı referans noktası olacaksa ve hücum gücü yüksek oyuncularla ön alanda baskı yaratmak Barça karşısında bir formül ortaya koyacaksa taktik deha Portekizli geride kalan 9 El Clasico'da bütün dünyayı kandırdı. Herkesin gördüğünü o fark edemedi bir buçuk sene boyunca çünkü Jose'nin gözlerini kör eden Inter mucizesinin illüzyonuydu. Eğer bu oyun anlayışı Messi'ye fazla alan yarattığından ötürü riskliyse ve referans noktası olamazsa o zaman Mourinho nasıl ilerleme kaydetti denilebilir Barça önünde. 2-2 biten ve kupadan elendiğiniz bir maç sonrası zafer elde etmiş gibi bir ortam meydana getirebilmek akıl oyunu değil de nedir! (Üstelik sürekli kaybederken bir beraberlik ile bunu başarmak, olağanüstü tercümanın manipülasyon becerisi)

Iniesta sakatlandı daha sonra, sarı kart almalıydı Arbeloa (Madrid'in en kötü niyetli oyuncularından biridir aslında) ve Barça'nın topu kenarlara taşıyıp pas ritmini bulma şansı iyice azaldı, ilk 30 dakikalık baskının üstüne. Barça'da bu sezon artan sakatlıklarda takımın sezon başından bu yana tempo ritmini bulamamasının ve Amerika kampının etkisi olabilir. Messi, alınan riski bulabildiği ikinci pozisyonda cezalandırmayı başardı ve golü Katalanlar buldu Pedro ile. Golde Messi'ye herhangi bir Madridli oyuncunun faul yapacak kadar bile yaklaşamaması formülün zaafları olduğunun en temel işaretiydi. Leo Messi, 18 El Clasico sonunda 13 gol, 10 asist gibi tarihi bir perfomans tablosu oluşturdu.



Messi, Figo'dan sonra ilk defa maç boyu büyük bir uğultuyla yuhalanan, ıslıklanan Pepe'ye normal bir faul yaptı ve kıyamet koptu. Pepe'nin yerde kıvranırken göz ucuyla hakeme nasıl baktığı ekranlara yansıdı ancak asla Sergio kadar yankı uyandırmayacaktı, tiyatral tavırlarla suçlanmayacaktı hiçbir zaman. Yorumcu Ömer Üründül'ün kırmızı kart beklentisi kara mizah örneğiydi ve bunun temelleri aslında 1-3 biten maçta Leo'nun Xabi'ye yaptığı faulde atılmıştı. Abartılı bir şekilde ihraç istenmişti o zaman da ve bilinç altına işleyen bu algı işte burada devreye giriverdi.

Messi'yi sevmemek ve onun kötü niyetli olabileceğini düşünmek, yapmayın.

Hemen bunun ardına Lass'ın Messi'yi hayvanca biçmesi, pozisyon arkadan, yandan da değil, sert ayrıca ama sarı kart yok çünkü alırsa oyun dışı kalacak ve maç orada bitecek, hakem bunu istemiyor, Madrid'in gücü sahnede. Casillas arkadaşı oyunda kalsın diye çırpınıyor. Adalet tecelli etsin dercesine duran top Lass'a çarpıp Alves'in önüne düşüyor ve olağanüstü bir gol ile skor 2-0, soyunma odasına giderken.

Devre sonu

Başarılı pas sayıları, Barça 309 - Madrid 155
Topa sahip olma yüzdeleri, Barça % 66 - Madrid % 34 (Başarı oranı % 89 - % 80)
Şut girişimi, Barça 5 - Madrid 9
Kaleyi bulan şut, Barça 2 - Madrid 3
Fauller, Barça 10 - Madrid 12

İlk maç ile karşılaştırıldığında Barça'nın yüz pas daha az yaptığı görülüyor bu sıkıntı dolu ilk yarıda. Bir diğer veri Madrid'in topla oynamayı ve pas isabet oranını artırması. Pas sayısı aynı olmasın karşın çok daha efektif oynamış Real, dokuz şut ile. 45 dakika boyunca Xavi'nin organizasyon kuramadığını ve Barça'nın savunmadan pas yaparak çıkamadığını da not düşelim.

Herhangi bir olay çıkmasın diye Puyol tünelin önünde bekledi takımlar içeri giderken. İkinci yarı Barça'nın oyunu soğutma çabası vardı, oley oley sesleri duyuldu. (2-2'yi bunun cezası olarak görenler 5-0 biten maçta daha 20. dakikada bu seslerin çıkmaya başladığını unutuyorlar) Ramos'un vuruşunda ağlara giden topun gol değeri kazanmaması kararı doğruydu, iki eliyle Alves'in kolunu çektiğinden. Jose, Lass'ı ikinci sarı kartı almasın diye oyundan aldı. Daha sonra Callejon & Benzema ile Kaka & Higuain değişikliğine gitti, çok doğruydu. Maç tamamen rehavet ortamında geçerken Jose kenardan gelen oyuncularla bir deneme daha yaptı, klasik 4-4-2 ile. (Bunu daha önce Copenhagen ve Betis denemişti, gayet iyiydi) Pique & Puyol ikilisi Ronaldo & Benzema çift forvetini tutmakta zorlandığı anlar yaşarken üst üste iki gol geldi, taktik tutmuştu.

Aşırı efor sonucu oluşan Madrid yorgunluğu ve Barça'nın paniği son anlarda gözlemlenen durumlardı. Messi ve Pedro ile iki pozisyon buldu ev sahibi bitime az süre kala. Ramos zorlama bir pozisyonda ikinci sarı kartı gördü, çok daha önce ve gerçekten hak ettiği faullerinde atılmalıydı. 92:55'te oluşan serbest vuruşu kullandırmayan hakem hedef tahtasındaydı. La Liga'yı yakından takip edenler hakemlerin genellikle süre dolduğunda maçı bitirdiğini bilirler ancak Madrid oyuncuları bunu da lehlerine kullanmak istediler. Hakem her iki taraf, özellikle Madrid'ten atamadığı isimlerle kötü bir yönetim sergiledi. Bitiş düdüğüyle birlikte hakemin üzerine yürüyen ve alkışla protestoyu gerçekleştiren ismin, aslında sahaya asla çıkmaması, çıktıysa da bu süreye kadar kalmaması gereken Pepe olması Real Madrid'in tutarsızlıklar kulübü olduğunun bir başka belgesi değil mi! Bu yüzden sevimsizler.

Madrid ikinci yarıda topla oynamada % 51 ile önde kaldı Barça karşısında, olabiliyor yani, Mourinho dokuz maçı heba etti dahi olduğunu ispatlama yolunda, egosunu törpüleyemedi. Maç sonu toplamda ise Barça % 55 ile kaptırmadı bu özelliğini.

Barça, 7 Mayıs 2008'de Bernabeu'deki Madrid maçından (4-1) bu yana topla oynamada % 50 altına düşmedi. (223 maç, Pep dönemi 221)

Avrupa'daki major beş ligde şampiyonluk sayısı en çok olup bunu kupaya yansıtamayan tek takım Real Madrid. Aynı durumu Türkiye'de Fenerbahçe yaşıyor, geçen sezon sayılırsa. İngiltere & M. United, İtalya & Juventus, Almanya & B. Münih, Fransa & Marsilya lig ve kupada en önde. İspanya'da farklı; lig Madrid, kupa Barça. Kuvvetli olduğu dönemler kupayı ezeli rakibine kaptıran -Madrid&Fener- takımların ligi kazanırken yeterince kuvvetli olmaması, yorum yok! diyip geçiştirelim.

Guardiola maçtan sonra Mourinho'nun kendisini -bir kere daha- tebrik etmemesi ve hakemler üzerine gelen sorulara "Buna hakkı var, turun ilk ayağındaki galibiyetimizi tebrik ettiği için minnettarım. Madrid'e karşı oynuyorsanız iki maç ilk ayaktaki gibi oynamayı bekleyemezsiniz. Hakemler birçok Madrid oyuncusunu atmadı mı? Onlar en iyisini yapmaya çalışıyor, bunları aşmalıyız. Karşılaştığımız en iyi Madrid miydi? ŞL eşleşmesinde de çok iyiydiler, onlar her zaman güçlü ve farklı alternatifleri var." diyerek cevap verdi.

Bir insan daha güzel, daha rencide etmeden, daha düzeyli, daha ahlaklı nasıl konuşabilir! Guardiola bir ders veriyor görmek ve anlamak isteyene, sadece saha içinde değil, dışında da.

Casillas maç sonu tünelde hakeme "Barça'nın partisine katılabilirsin" söyleminde bulundu ve daha sonra bu yorumu o anın sıcaklığıyla yaptığını belirtip hakemden özür diledi. Mourinho ise otoparkta hakemleri beklerken yakalandı, ne dediğini bilemiyoruz ama tahmin edebiliriz ve bu davranışın onun karakterine ne kadar çok yakıştığından saatlerce bahsedebiliriz. Çok acınası!

Xavi'nin off-record yaptığı gayet olağan bir konuşmayı "Real Madrid kaybetmesini bilmiyor" skandal gibi göstermeye çalıştı başkent medyası. Yazık!



Barça yeryüzüne nasıl bir mesaj veriyor, bunu çok yazdım, bir seferlik de ekşisözlük mecrasında beğendiğim iki entry -müthiş oyuncu tespitleri ve takım oyunuyla gelen örgütlülük- ile anlatmayı deneyeceğim:

İnsanoğlunun kooperasyonu, beraber, birbiriyle uyum içerisinde iş yapabilme kabiliyeti, her zaman politik bir mesele olmuştur. Kollektif bir sistemin bireyleri öldürdüğü inancı gerici bir inançtır mesela. Komünizm, bireyleşmeyi önlemeye yönelik bir distopya olarak karalanır. Bireycilik, bir kollektifin içinde eriyip yok olmaya direnmek değildir, kooperasyona yanaşmamaktır halbuki.

Dahası da var, bireyselleşebilmek için kooperasyon şarttır. Lionel Messi standart bir takımda oynasa, kariyeri boyunca Arjen Robben gibi sağ kanattan içeri bindirip şut çekme fırsatı arayan bir oyuncu olabilirdi. Bugün taktik anlamda tasviri hala yeterince mümkün olmayan bir "Messi" rolüyle oynuyorsa, bunun sebebi takım arkadaşlarıyla olan kooperasyon kapasitesinin standart futbol rollerini sınırlayıcı kılacak derecede yükselmiş olmasıdır. Bir kanat oyuncusu veya forvet olmaktan çıkmış, "Messi" olmuştur. Xavi ile Iniesta arasında bile bariz bireysel (biri defansif, diğeri ofansif diye bölünemeyecek, sadece ikisinin oyun stillerindeki farklardan kaynaklanan) bir iş bölümü vardır: Xavi organize eder, ritm verir, makinayı ısıtır, takımın "havasını bulmasını" sağlayacak, takımın hareketliliğini başlatacak paslar verir. Iniesta gerçek dehasını ancak bu ritm oluştuktan sonra göstermeye başlar; onun uzmanlığı Xavi'nin yarattığı ritmi bir anda değiştirecek, bir anda hızlandıracak, rakip takımı hazırlıksız yakalayacak kırılma anları yaratmaktır. Guardiola'nın Yaya Toure'yi gönderip Busquets'i a takıma çıkarması çokça eleştirilmiştir. Barcelonaseverler arasında bile bence bir futbol dehası olan Sergio Busquets'e burun kıvıranlar vardır. Busquets'in Yaya Toure'ye oranla avantajı şudur: Futbolun en kritik bölgesinde en sakin paslaşan oyuncudur Busquets. Defansif ortasaha ile defans arası top kaptırılması halinde takımın güvenliğini en çok tehdit edecek bölgedir. Dolayısıyla bu bölgede kooperasyon, doğru anda doğru kararı verme, baskı altında zorlaşır. Biraz daha forvet hattına yakın oynasa çok sakin bir şekilde doğru kararlar verebilecek kapasitede ve yetenekte oyuncular, bu pozisyonlardayken gerginleşip daha kötü kararlar vermeye başlayabilirler veya kötü karar verme korkusuyla topu ileri dikme alışkanlığı elde edebilirler. Busquets ise bu bölgede vereceği pasların kararını verirken sanki antreman maçıymış veya hatta rakip yokmuş, arkadaşlar öyle paslaşıyorlarmışcasına sakin oynuyor. Onun görevi klasik bir defansif orta sahanın "rakip takımın olası ataklarını kesmek" olarak tanımlanan görevi değil: onun görevi, Xavi'nin verdiği ritmi korumak, bozmamak, top defansa geldiğinde bu ritmin bozulmasına neden olacak bir korkunun, panikle ileri dikilen bir topun oluşmasını engellemek.


***

Barcelona'nın gücü, bireyciliğin karşısında örgütlülüğün gücüdür ve örgütlülük, bireyin kendi bireyselliğini kısıtladığı değil; aksine kollektif bir futbolla, herkesin takımda görev paylaşımını doğru yaparak, takım için harcanması gereken enerjiyi herkesin doğru bir şekilde, herkesin kendini geliştirdiği alana göre görev paylaşarak oynandığı bir sistemde olduğu için herkesin bireysel olarak parladığı bir sistemdir. Barcelona'nın inanılmaz başarısı, aslında dünyanın hayatın her alanında gitmesi gereken yönü gösteriyor sanki. Örgütlü ve herkesin kollektif bir iş yürüttüğü ekip arkadaşlarıyla, yapılması gereken işi herkesin kendini geliştirdiği alana göre doğru bir şekilde paylaştığı, enerjisini doğru bir şekilde kanalize ettiği bir örgütlülük, her bireyinin star olduğu ve aynı zamanda her bireyinin sırayla tuvalet de temizleyeceği ve ortaya çıkarttığı işler barcelona'nın bugün futboldaki durumu gibi güçlü, sağlıklı olacaktır. O ekibin, o ekiplerin her bireyinin yüzü de gülecektir ve belki bir gün, dünyanın büyük çoğunluğu "sınırları falan ortadan kaldıralım ve hepimiz böyle muazzam bir ekip olalım, içimizde her renkten insan, her renkten kültür olsun, 'içimiz'/'dışımız' diye bir şey olmasına gerek yok, bütün insanlar 'biz' olalım" diyecek. Barcelona, 'bireysel'in karşısında, kollektif kültürün nasıl da yenilemez olduğunu ve nasıl da mutlu bireyler barındırdığının sadece küçük bir kanıtı bir ekip olarak, dünyanın gitmesi gereken yönü işaret ediyor adeta.



Birkaç genel istatistik:

Barça vs. Mourinho

20 maç, 9 galibiyet 7 beraberlik 4 yenilgi (Jose oyuncularına 9 Kırmızı Kart)

Pep vs. Madrid

14 maç 9 galibiyet 4 beraberlik 1 yenilgi (gol sayısı 32-13)

Pep vs. Mourinho

14 maç, 7 galibiyet 5 beraberlik 2 yenilgi

Pep & Barça vs. Mourinho & Madrid

10 maç, 5 galibiyet, 4 beraberlik, 1 yenilgi (bütün beraberlikler Katalanlara yarıyordu ayrıca)

Taktik deha Mourinho son 11 resmi maçın 90 dakikası sonunda Guardiola'nın Barça'sını yenemedi.

Barça 1 Inter 0
Barça 5 Madrid 0
Madrid 1 Barça 1
Barça 0 Madrid 1 uzatmalarda, normal süre 0 - 0, kupayı birinin alması için maç devam ediyor.
Madrid 0 Barça 2
Barça 1 Madrid 1
Madrid 2 Barça 2
Barça 3 Madrid 2
Madrid 1 Barça 3
Madrid 1 Barça 2
Barça 2 Madrid 2

Daha da ilginç olan, aslında Mourinho'nun Pep'e karşı 14 resmi maçın 90 dakikası sonunda sadece 1 galibiyeti bulunması.

Inter 0 Barça 0
Barça 2 Inter 0
Inter 3 Barça 1 -tek maç eleminasyon, ofsayt gol, Alves'in son dk. düşürülmesi, verilmeyen penaltı-
Barça 1 Inter 0 -Bojan'ın sayılmayan son dakika golü-
Barça 5 Madrid 0
Madrid 1 Barça 1
Barça 0 Madrid 1 uzatmalarda, normal süre 0 - 0, kupayı birinin alması için maç devam ediyor.
Madrid 0 Barça 2
Barça 1 Madrid 1
Madrid 2 Barça 2
Barça 3 Madrid 2
Madrid 1 Barça 3
Madrid 1 Barça 2
Barça 2 Madrid 2

Madrid + Mourinho formülünün Santiago Bernabeu'de hiç yüzü gülmüyor. Portekizli üst üste beş (önce dört idi) El Clasico kazanamayan ilk Real teknik direktörü olarak kulüp tarihine adını kazıdı.

Camp Nou tarafına bakalım bir de:

Mourinho, 9 maç 5 yenilgi 4 beraberlik Barça'ya karşı, hiç kazanamadı. Barcelona'dan korktuğu kadar Tanrı'dan korkmuyor. Çünkü onu da -daima yürekten bağlıyım dediği- Barcelona yarattı ancak o ihanet eden olma yolunda adım attı. Muhtemelen bu kazanamama laneti bütün kariyeri boyunca sürecek.

Guardiola'nın Madrid'e karşı oyuncu ve teknik direktör olarak kendi sahasında bileği bükülmüyor, 16 maç 12 galibiyet 4 beraberlik, hiç kaybetmedi.

Pep, teknik direktörlüğü döneminde Santiago Bernabeu'de 7 maçta 5 galibiyet 2 beraberlik aldı, yenilmiyor.

Detaylar

Maç oynandığı esnada Xavi'nin, ertesi Mourinho'nun doğum günüydü, ikisi için de kutlama sayılır.

Guardiola'nın Barça'sı hiçbir turnuvanın çeyrek finalinde elenmedi. (6'da 6)

Mourinho takımları 15. çeyrek finalinde ilk kez turu geçen taraf olamadı.

Barcelona şehrinde metro 00.00 itibariyle kapanıyor yani maç uzatmaya gitseydi taraftarlar bir sıkıntı yaşayacaktı. (Bunu Barça'nın rehaveti olarak da yorumlamak olası)

Puyol üst üste 11. El Clasico'sunda da yenilgi yüzü görmedi, keza Valdes de aynı.

Mourinho geldiğinden bu yana oynanan 10 El Clasico'da 9 kırmızı kart çıktı. (Madrid 7, Barça 2)

Portekizli'nin Madrid'i Barça ile beş kulvarda yarıştı ve dördünü kaybetti. (lig, ŞL, İspanya süper kupa, kral kupası)



18 Ocak Real Madrid 1-2

Maç önü

Mourinho'nun Madrid'le Barça'ya karşı tek galibiyetinde (8 maç) kaleyi Pinto koruyordu. Valdes'in Real forvetine psikolojik üstünlüğü var. İki El Clasico öncesi ilk soru elbette kaleyi kimin koruyacağı üzerine idi. Kral Kupası ritüleli sürdü ve Pinto eldivenleri giydi. Hep diyoruz ya Barça bir kulüpten daha öte, gerçekten öyle, onların kararları tutarlılık içeriyor. Kupa maçlarında kale Pinto'ya devrediliyorsa, bunu değiştirebilecek herhangi bir koşul daha bulunamadı, bulamazsınız da. Geçen sezon finalde hatalı bir gol mü yedi, fark etmez! Bu sezonki maçlar gelecek günler açısından psikolojik üstünlük kazanmak adına çok mu gerekli, değersiz! Pinto turun ilk maçında kötü bir performans ortaya koyarsa eleştiriler yükselir mi, önem arz etmiyor! Bence bütün mesele burada saklı, görmek isteyenler için.

Guardiola, manevi babası Cruyff gibi bir filozof ve kale Pinto'nun, değiştirmeye hiçbir kuvvet yetmiyor. Onun bir sözü var kalecisine, o en başında inandığı düşünceyi asla terk etmiyor çünkü biliyor ki doğru olan yol bu. Ve en önemlisi kazanmak değil amaç, eğer öyle olsaydı kaleyi Valdes korurdu, amaç kazanırken bile değerlerine bağlı kalmak, felsefeyi bırakmamak, kaybetmeyi göze alarak hem de. (Güzel kaybederek, kaybettiğinde suçlu bulmayıp rakibi tebrik ederek) Bu yüzden Barça'nın galip gelmesi, kupalar kazanması diğerlerinin elde ettiği geçici zaferlerden ayrı bir yerde. (Valdes bu yüzden pas yapmayı sürdürebildi 1-3 biten maçta ve yine hata yaptı. Pinto turun ikinci ayağında pas yapmak isterken gene topu rakibe verdi ama devam etti, çok açık değil mi!)

----------------Pinto----------------
Alves----Pique-------Puyol-----Abidal
----------------Sergio---------------
---------Xavi---------Fabregas-------
---Alexis------------------Iniesta---
----------------Messi----------------

Pep en doğru kadro ve formasyonla sahadaydı, tam da kısa süre önce Barça'nın Cesc'i merkeze çekip Iniesta'yı sol kenara atması gerekliliğinden dem vurmuşken. (Mevcut durumda, sakatlıklar vs.) Üç küçük zaaf vardı, kalede kolay goller yiyebilen Pinto'nun olması -ayağı da Valdes kadar iyi değil- Alexis'in muhtemel top kayıpları ve en kritik nokta Ronaldo'yu United zamanlarından beri çok iyi kontrol eden Puyol & Pique ikilisinin pozisyon değiştirmesiydi. Yani Ronaldo topu aldığında onu ilk karşılayan ismin kaptan olması gerekirdi, onu geçerse yakın oynayan Gerard durdurma eylemine katılacaktı. Golde açık alanda ağır kalmasından ötürü hamle sorunu olan Pique'yi karşısında bulan Cristiano sonuca rahat gitti. Tersi olsaydı tıpkı Figo'ya sağladığı mental üstünlük gibi Ronaldo'nun da zihnine girmeyi başaran Puyol, onun kadar hızlı olmasa da pozisyonun içinde kalmayı başaracak ve belki de Pique süpürme işini gerçekleştirecekti. Elbette kaleci hatasına değinmiyorum bile.

Barça dengeyi sağladı oyun olarak, kontrolü aldı. Madrid öne geçmenin verdiği etkiyle geçen sezon 0-2 biten ŞL maçındaki anlayışa döndü. (ultra savunma) Ön alanda baskı yapmadılar veya yalancı takip koşularıyla yer değiştirme sağladılar. (turun ikinci ayağında tam tersi bir ön alan baskısı olacaktı) Lig maçında favori olmasına karşın büyük bir hayal kırıklığına uğrayan ve Barça'yı yenme formülünü bulamadığını itiraf eden Mourinho eski taktiğine bir şans daha vermek istiyordu, Pepe'yi ön alanda oynatarak. Geçtiğimiz sezonki Kral Kupası finalinde bu anlayış özellikle ilk yarıda iş görmüş ancak Şampiyonlar Ligi'nde kırmızı kart çıkınca (kupa finalinde Pepe üç kez atılmalıydı) plan suya gömülmüştü. Dahi Portekizli'nin aklında hala bir acaba vardı ve kullandı. Üstelik ön alanda baskı yapmazken Pepe tercihi çok da akıllıca değildi. Merkezdeki ön libero sayısını üçlerken belki de Pepe'yi üçlünün en arkasında değil ucunda sürekli ilk hamleyi -finalde böyle idi- yapan olarak görevlendirse daha ciddi bir etki bırakabilirdi Barça'nın topa sahip olmasını azaltmada. Başaramadı Jose. Bir diğer deneme aynı anda yalnızca dördüncü kez sahaya çıkan Benzema, Ronaldo, Higuain üçlüsüydü.

Alexis'in direkten dönen kafa şutu, Iniesta ve Messi'nin vuruşlarında Casillas'ın köşeden çıkardığı toplar ilk yarının pozisyonlarıydı Barça adına ve kalesinde başka pozisyon yaşamadan. (Benzema bir de)



Devre sonu

Başarılı pas sayıları, Barça 404 - Madrid 163
Topa sahip olma yüzdeleri, Barça % 71 - Madrid % 29 (Başarı oranı % 89 - % 70)
Şut girişimi, Barça 5 - Madrid 1
Kaleyi bulan şut, Barça 2 - Madrid 1
Fauller, Barça 5 - Madrid 5

Iniesta'yı sol kenara atan Pep takımın üçüncü bölgede daha uzun süre kalması ve çoğalması adına sağlanması gereken genişliği yaratmıştı, Pedro ve Villa'nın yokluğunda. (Alexis bunu da yapamıyor, etkili olduğu tek konum merkez santrforda savunma arkası koşuları, ki sezon başı Messi'ye alternatif olarak yararlı olabilir yazmıştım, kenarlarda sıkıntı doğuracaktı) Iniesta'nın çizgiye inmeleri bir de karşısına gelen ismin Hamit olmasıyla bütünleşince her şey istediği gibi gitti Guardiola'nın ikinci yarıda da. Sergio işin savunma kısmında olağanüstü becerili de olunca zaten hem topa çok az sahip olan, Barça'yı ön alanda hataya da zorlamayan Madrid karşısında Katalanlar 5-0'dan sonraki en iyi maçlarını çıkardılar denebilir. (1-1 biten ŞL yarı final ikinci maçında da çok iyilerdi, ekleyelim, sayısız pozisyonda Casillas devleşmişti) Xavi çok fazla pas alış verişine girdi (turun ikinci ayağı bunu hiç yapamadılar, Madrid izin vermedi) ve bekler yeterince öne çıkarak oyun akışkanlığını artırdı. Savunma orta sahaya kadar geldi.

Mourinho Barça maçlarında hep aynı ikileme düşüyor. 1-0 biten Inter maçında olduğu gibi takımı geriye yaslarsa (burada temel mantık üç ön kesici ve Messi'ye hiç alan bırakmama) Leo'nun gol pozisyonu yaratma şansı çok azalıyor, bu da Barça'nın % 50'sini durdurma anlamı taşıyor aslında. Bu tercihin sıkıntısı topu Barça'ya veriyorsunuz ve bu onların kalesinde az tehlike üretmenize sebep oluyor. Ayrıca Xavi ve Iniesta oyuna dahil olunca diğer % 50 üzerinden de kaybetme riski artıyor. (0-2 biten maçta da aynı durum söz konusuydu, orada golleri Messi attı ancak Pepe'nin atılmasından sonra takımın iki ön kesiciye kalması kaynaklıydı bu sonuç)

Kılıcın diğer keskin ucunda ön alanda şuursuz baskı var ve yarıyor esasında. Bu seçimin ana problemi de savunma önünde daha rahat pozisyonlarda topla buluşan Messi'nin öldürücü driblingleri. 5-0 biten maçta Madrid savunmayı öne çıkardı, ön alanda baskı yapmak istedi ancak bunu da pek beceremedi çünkü Barça'nın pas akışkanlığı kusursuzdu o gece ve elbette Mourinho ilk denemede üç yerine iki ön kesici kullanmıştı. Messi hep markajda kalmadığı pozisyonlarda top alıp arkaya bıraktı. Jose, Carvalho'ya bire bir oyna dedi hatta, orta sahaya çıkıyordu sürekli. Bir sonraki 1-1 biten lig maçının ilk 70 dakikası Madrid geriye yaslandı bu kez top Barça'daydı ve penaltıyla öne de geçtiler, Mourinho uyandı, hücumcuları aldı, ön alan baskısı başladı ve o gün Madrid kaybetmiyor imajını yaratmayı başardı, üstelik beraberlik şampiyonluğu Barça'ya getirmişti. (benzer etki 2-2 biten turun ikinci maçında da yaşanacak, Barça yoluna devam etse de zafer Jose'nin gibi gösterilecek) Bu yaz oynanan İspanya Süper Kupası'nda da ön alan meselesine eğildi Portekizli ve ilk maç çok iyi bir oyuna karşın Messi çıktı yine sistemin açığını değerlendirdi. Keza ikinci maçta da aynı sorunsal vardı, Iniesta'ya attığı pası anımsayın, 5-0'daki Villa golüyle aynı idi.



Jose ŞL'ndeki ultra savunma taktiği sonrası Madrid medyasından, Valdano ve Di Stefano, hatta yeni yeni öğrendiğimiz kendi oyuncularından -Ronaldo o zaman ayyuka çıkmıştı, ellerini iki yana açıp isyan ettiğinde orta sahayı geçen kimse olmayınca- çok ağır eleştiriler almıştı. Sürekli görülen, bunun yanında görülmeyen kırmızı kartlar Madrid'in imajını derinden sarsmıştı. Bu yüzden belki de ikilemin Messi'yi pasif duruma getiren bu tarafına çok eğilmemişti Mourinho, ta ki 1-3 biten lig maçında ön alan baskısı canına tak edene kadar.

Guardiola ilginç bir deney yaptı bu maçta. Normalde Barça bütün köşe vuruşlarını kısa pas olarak kullanır ve böylelikle topu kaybetmez, kontratak da görmez kalesinde. Madrid-Malaga maçını iyi analiz edip (iki gol yedi Casillas aynı şekilde) bu kez direkt orta yapmayı tercih ettiler ve bu bilinçli ısrar Puyol ile tur kapısını aralayan -klişe- golü getirdi. Madrid'in ön alanda basmadığından geride kalma sorunu da eklenince bu köşe vuruşu seçimine, kontratak sıkıntısı da doğmadı ki bu da çok kritik idi esasen.

Golden sonra özgüveni yerine gelen Barça daha da iyi oynamaya başladı. "Gia" filmindeki Angelina Jolie kadar asi, marjinal ve güzeldi oyunları. Messi'nin Mourinho'nun tercihi sonucu dribling alanı bulamadığı anlarda sahneye Iniesta çıktı, bir topu direkten döndü. Messi'nin eline basan Pepe'yi gördük sonra akıl almaz bir sahneydi. (Son anlarda ikinci sarı kartını almayan Carvalho'yu da hatırlatalım, Adriano'ya yaptığı sert faulde)

Rooney onun için idiot dedi maçtan sonra, haklıydı. Wilshere da eleştirdi bu davranışı. Sosyal medyayı sıklıkla kullanan bağımsız gazeteci Banu Güven bile Pepe'ye isyan ediyordu. Mourinho basın toplantısında göremedim, uzaktım bahanesine sığındı, biraz zaman kazanmak istiyordu. Çok büyük tepki toplayan ve maçın da önüne geçen Pepe, kulübün resmi internet sitesinden özür diledi ve bilinçli olarak bu hareketi yapmadığını belirtti. Alenen yalan söylüyordu. Portekizli de oyuncum öyle diyorsa ben ona inanırım diyerek tarafını doğrudan, ahlaktan yana değil her zaman olduğu gibi menfaatten yana kullanıyordu. Bunu yaparken bir de Guardiola'nın Sergio'yu geçen sezon Marcelo'ya ırkçı söylemde bulunduğu iddiasında oyuncuma inanırım demesine bağlıyordu. Orada görüntüler Real Madrid TV'den alıntıydı, şahit yoktu ve ağzı kapalı bir oyuncunun ağzı okunmaya çalışıldı. Ne dediğini bilemeyiz ancak UEFA da kesinlik olmadığı için cezaya gerek duymadı. Pepe'nin bilinçli olarak ele basmasını -ölçüyor, biçiyor, ele bakıyor, hakeme bakıyor ve an gelince basıyor- Mourinho'nun iddia olarak kalan bir olayı eşleştirmeye çalışması yine akıl oyunuydu ancak çok ucuzdu. Birisi kesin, diğeri şüpheli, hatta aklanmış.

Madrid medyası Pepe'nin cezalandırılacağı haberlerini yaydı ancak itibar etmedi Mourinho ve turun ikinci ayağında sahadaydı arkadaşlarını kasıtlı olarak sakatlamaya çalışan karaktersiz oyuncu.

Messi'yi bu bile durduramadı ve Abidal'e gönderdiği nefis pas sonucu ve belki de turu geçen takımı tayin ediyordu. Bu sonucun ardından iyice karışan Real'in antrenmanda sözler düştü medyaya. Oyuncular teknik direktörü, Mourinho ise Ramos & Casillas'ı suçluyordu.

Ramos, Portekizlinin Barça maçlarında ortaya koyduğu savunma futbolundan hoşnutsuzdu. Puyol'un attığı golde Pepe ile adam değişmeleri kişisel tercihiydi ve Jose de buna kızgındı. Alt metinde ayrıca İspanyollar & Portekizliler meselesi olduğu da konuşuldu. Casillas'ın bu yaz oynanan İspanya Süper Kupası ikinci maçı sonrası Marcelo'nun faul yapmadığını zannedip Xavi ve diğerleriyle maç esnasında tartışması ve maçın ardından görüntüleri izleyince haksız olduğunu görüp özür dilemesi, Tito'nun gözüne parmağını sokan ve asla özrü düşünmeyen, tebrik etme ruhu da taşımayan Mourinho tarafından not edilen bir davranış olmuştu. İspanyollar da Jose'nin Portekizlileri koruduğunu düşünüyorlardı. (Pepe)

Aslında bu kaynayan kazanlar suni bir gündem yaratma çabasından öte geçmeyecekti çünkü Mourinho biliyordu ki takımı beş puan öndeydi ligde ve şampiyonluk için büyük avantaj yakalamıştı, yani sezonun bittiği falan yoktu. Evet, Barça'yı yenmenin yolunu bulamamıştı ama ligi kazanırsa her şeyi unutturacak bir gösteri sergileyeceği de çok açık idi. Ve sezon her durum onun ayrılışını müjdeliyordu. Kişisel hedefleri Real Madrid'in her zaman önündeydi ve İspanya'da iki senede bir lig bir kupa kariyerine çeşitleme olarak eklenecekti. Üstelik tarihin en iyi takımı Barça karşısında sürekli yıpranıyor ve imajı zedeleniyordu. Onun için her argümanı bir kez elde etmek yeterliydi, ağzı laf yapabilir ve geri kalan işi kendisi hallederdi. Inter ile ŞL'ni aldı Katalanlardan, Kral Kupası'nı kopardı ellerinden ve şimdi de ligi kazanmak üzere, üç sezonda üç ayrı kulvarda birer kez geçmeyi başardı, gerisinin -yenildiklerinin, muhtemel 2 ŞL, lig, kral kupası, süper kupa- ne önemi vardı!

Mourinho, Madrid ile ŞL & La Liga'dan en çok birini kazanamadığı an kapıya konacak, bunun bilincinde. (Son 5 senede yalnızca 2 lig ve 1 ŞL alabildi ama kimse bunu dile getirmez) Portekizli en iyi taktisyen olabilir, buna istinaden aktif en iyi teknik direktör olarak algılanabilir (bence de öyle) ancak en başarılı olmadığı ve başarı kriterini belirlemediği gerçeğini değiştirmez bu düşünce. (Sir Alex Ferguson) Farklı ülke ve liglerde şampiyon olmak, kupalar kazanmak bir beceri ancak tam tersi bakış açısıyla aynı takımla aynı koşullarda mücadele edip başarılı kalabilmeyi sürdürebilmek de göz ardı edilemez. Mourinho bir takımın başında üç sezondan fazla kalamıyor, hep ihmal edilen bir veri aslında. Tıpkı Messi'ye söylenen Arjantin'e Dünya Kupası kazandırmak zorunda veya Guardiola için Barça dışında bir takımı yönetmeli argümanı gibi. Sir Alex Ferguson böyle bir şey yapmadı (United öncesini biliyorum ama baz alınan kariyeri belli ve ada dışına çıkmadı) Uzun süreler bir takımın başında kalmak ve başarılar kazanmayı sürdürmek de bir beceri, belki de Mourinho bu yöntemde başarılı olamayacağı düşünüyor çünkü baskın karakteriyle yorduğu pek çok insan bırakıyor geride. Portekizlinin bıraktığı takımların bir süre bocalama evresi geçirmesi de, posasını çıkarana kadar günlük verim alması kaynaklı olabilir, Benitez dönemi Inter'i gibi. Veya ŞL finaline yükseltemediği Chelsea'nin Avram Grant ile anında o başarıya erişmesi Jose'nin değerini düşürür mü, bence azaltmaz. Teknik direktörlerin çalışma biçimleri üzerinden başarı kriteri belirlerken daha detaycı bakmalıyız, kontra materyalleri de hesaba katmalıyız aksi durumda hataya düşmüş oluyor ve kimisine haddinden fazla değer verirken kimisini de yerin dibine sokuyoruz, yanlış burada. Souness Sky Sport'taki yorumculuğu esnasında Messi'yi Maradona ile kıyaslarken rekabet seviyesine vurgu yapıyor. Bu oyuncu üç sezon üst üste Şampiyonlar Ligi'ni domine ediyor ki yarışma olarak Dünya Kupası'yla eşdeğer, belki de daha önde diyor, haksız mı? Bence değil. Dünya Kupası kazanma şartı yok Barça performansını aynı şekilde sürdürürse.

Peki tüm bu sportif tartışmayla yetinsek iyi olmaz mıydı, seviye korunmaz mıydı, elbette! "The Special One" buna izin verseydi. Pepe olayında hiç suçlanmadı ki bence payı vardı bu sert, art niyetli futbolunda. (Bu davranış tek maç süren bir hadise değil çünkü) Oyuncuların sahada birbirleriyle kavga etmesine veya absürd eylemlerde bulunmasın alışığız. Hatta kimi zaman teknik direktörler birbirlerinin üzerine yürürler. Peki siz, rakip yardımcı antrenörün arkasından gelip gözüne parmağını sokmaya çalışan -herhangi bir sebep içermeksizin- bir teknik adam bilir misiniz, Jose Mourinho. Yıllardır maç izliyoruz kaç kez gerçekleşir böyle bir olay! (Fabregas'a yerdeyken tekme attığını da unutmadan) Kaybetmeyi bu denli hazmedemeyen birine bırakın sevgiyi, saygı duyulabilir mi? Ahlaklı biri değil, hiç olmadı, kaybettikçe daha da çirkinleşti ve endüstriyel futbol onun gibileri Guardiola'ya tercih ediyor. Çünkü o polemik yaratır, gazete satışına katkı sağlar, olay çıkarmada üstüne yoktur, gittiği her yerde kazanabilir, neyse bu derin bir konu, uzatmak yersiz.

Löw dedikoduları var, Eğer Löw Madrid'in başına gelirse doğru hamle, geçiş oyunu için. Yanında mutlaka Schweinsteiger, Götze, Müller üçlüsünden birini de getirebilir. Almanya (İspanya maçları dışında, art niyetli değil) ve Madrid (Barça maçları dışında, art niyetli) aynı futbol tarzını yansıtıyor. Löw'ün bir avantajı da; Mourinho ve kovulmasını sağlayacak başarılar sonrası Barça'nın motivasyon zaafı -Pep de ayrılırsa- yaşaması olur. J. Löw döneminde Almanya -Madrid- İspanya'yı -Barça- iki kez geçemedi, formül üretemedi yani pas futboluna, ayrıca denkleme Leo katılacak, çok ilginç ve futbola daha çok katkı veren bir süreç yaşatabilir bize. Ferguson & United birlikteliği devam, Villas-Boas & Chelsea belirsiz, Euro 2012 sonrası Löw ve La Liga ya da ŞL kazanırsa Pep'in durumu da düşünülünce bu yaz çok hareketli geçecek.



Detaylar

İkinci golde Alves ve Abidal tarafından gerçekleştirilen dans Brezilyalı Michel Telo'nun "Ai se eu te pego" şarkısına ait idi. Görselde Brezilya kadınının güzelliğinde elmacık kemik yapısının etkisi görülüyor, bir de çok çeşitliliğin.

Real Madrid'te yalnızca Xabi Alonso, Pinto'dan (25) daha çok pas yapabildi. (34)

Bu maçla birlikte Guardiola Barça'nın başında 218. maçına çıktı. Onu geçen üç isim var; Rinus Michels 264, Frank Rijkaard 273 ve elbette Johan Cruyff 430 şeklinde.

Mourinho takımları (kariyeri boyunca) devreye 1-0 önde girdiği bir maçı ilk kez kaybetti. (74 maç 68 galibiyet 6 beraberlik)

Mourinho takımları kupa maçlarında iç sahad ilk kez yenilgi yüzü gördü. (29 maç 28 galibiyet 1 beraberlik)

İç sahada 150 maç üst üste yenilmeme rekoru olan ve kariyeri boyunca yalnızca 11 kez kaybeden Mourinho takımları Barça'ya dördüncü kez mağlup oldu. (Pep üç kez)

Guardiola 9. El Clasico zaferini elde etti ve Cruyff'un rekorunu yakaladı. Pep bu sayıyı 13 maçta yakalarken Johan 25 maçta bu sayıya ulaştı.

Real Madrid bu yüzyılda üçüncü kez ilk yarısını önde kapadığı bir maçı kaybetti. (Mallorca 2003, AC Milan 2009)

Barça tarihte Bernabeu'de 7 maç üst üste kaybetmeyen ilk takım olma unvanına erişti.

1933'ten bu yana tarihte ilk defa Barça ve Madrid'in galibiyet sayıları eşitlendi. (86-45-86)

Fanatik gazetesinin El Clasico manşeti "İyiler mutlaka kazanır" şeklindeydi ertesi gün.

Türkiye'deki Barça tutkusuna (15-20 yaşın yozlaşması hariç) hayranım. Akıl yoluyla ulaşılacak bir tercih başarı odaklı olsa da bulunmuş gibi. "Leyla ile Mecnun" yılbaşı özel bölümünde El Clasico göndermesi -Barça gömdü- yapıldı. Baros, Lakovic ve Torrens'ten sonra Elmander de çok iyi bir Barçalı çıktı. Güzel oyun sevdalısı Katalan populasyonu giderek artıyor memleketimde. Üstelik Barça'yı popüler kültür ikoni zannedip kendi kendine gelin güvey olarak nefret besleyen genç kesim için şaşırtıcı da bu hadise çünkü onlar Los Galacticos dönemini pek hatırlamazlar. (2000-2005 arası Real Madrid 2 La Liga, 1 ŞL, 2 İspanya Süper Kupası, 1 UEFA Süper Kupa, 1 FIFA Kıtalararası Kupası kazanmış, 2 Kral Kupası finali de kaybetmişti.)

29 Ocak 2011

A. Eren Loğoğlu

4 yorum:

onur dedi ki...

Valencia - Real Madrid maçında son dakikada topu elle çıkaran Higuain değil miydi?

A. Eren Logoglu dedi ki...

Doğru, burada görülüyor zaten net biçimde:

http://www.youtube.com/watch?v=i-Ccfj-D_i0

hariçten gazel dedi ki...

geçen yıl cl maçı öncesi guardiolanın kobraları
mounun üstüne salması gerekiyordu.sonuç idealdi.bu yıl ki
maçlar öncesi ve ya sonrası mounun !tutarsızlıkları vurgulanmadı.pepe için-messiye yaptığı hareket sonrası-ben konuşuyorum ama etkili olmuyor bildiğini okuyor.dedi.ceza almayınca da ben oyuncuma inanıyorum dedi.burdaki tutarsızlığı ısrarla belirtmek gerekiyordu bence.ayrıca 2-2 lik maçta da iniestanın çıkışı belirleyici oldu.fabre bıraktığı boş alanla mesutun halayına ole çekti.iniesta olsa mesut o pası veremezdi ronaldoya .piquenin yaptığı da maçın gidişine hiç uymadı.madrit çok iyi oynadı-laflarını duymak da hoş değildi yani.ayrıca vilanova son maçlarda bençte değil.o varken guardiola daha rahat sanki.selamlar

Adsız dedi ki...

le mansia ruhu daha çok real madrid ve onun kibirli antrönörünü daha çok zor durumlara düşürecektir.tüm o la mansia'dan gelen futbolcular ve pepe
artık efsaneleştiler futbola yeni bir sistem getirdiler tarih yazdılar.real daha da çirkefleşecek tarihi misyonuna devam edecektir.size de derin analizleriniz için çok minnetarım.kaleminize beyninize sağlık...estancia del salud y delfutboll.sağlıcakla ve futbolla kalın.localheroooooooo