Yoğun bir yazı olacak, birden çok konu, birikmiş döküntüler köşebaşlarında.
Fatih Terim'in 2. maçıyla başlayalım.
4-1-4-1 formasyon
-----------------Muslera--------------
Sabri-----Ujfa--------G Zan---H Balta
------------------Melo----------------
Kazım---Eboue---------Selçuk---Riera
------------------Baros---------------
Takım topu üçüncü bölgeye taşıyabiliyor artık, son yıllarda yaşanan bu sıkıntı tamamen ortadan kalkmış Melo ve Selçuk sonrası. Yeni sorun üçüncü bölgede golü üretecek hamlenin olmayışı.
Selçuk Burak'ını arıyor, takım sürekli sağdan bindirme yapan Sabri'ye endeksli bir hücum planıyla davranıyor, ara pası kavramı tamamen literatürden silinmiş, Baros güçsüz, özgüveni azalmış. Terim santrfor ısrarında haklıymış.
Sercan & Elmander iyi bir ikili gibi durdu, biri çok hareketli, diğeri bitirici, dengeli bir tamamlama var. 4-2-3-1 veya 4-4-2 denenebilir.
Selçuk iyi oynadı yorumu için, savunma arkasına doğru koşular yapan biri şart, Baros olmuyor, golde Sercan topu koşu yoluna aldı Selçuk'tan.
Riera, Melo, Selçuk ve Kazım, iyi top saklıyor, kaybetmiyor, oyun temposu düşse de, top bizde kalınca rakip sahaya yerleşim kolaylaşıyor.
Melo ve savunma önü kesici / süpürücü kavramının ne denli önemli olduğu her maç daha net anlaşılıyor, taç çizgisine geliyor top kazanmaya.
Eboue yerini yadırgadı, sağ iç. Bir sonraki maç; Muslera, Eboue Ujfa Servet Balta, Kazım Melo Selçuk Riera, Sercan Elmander görebiliriz.
İBB maçı sonrasında takım iyi oynuyor veya eskiye nazaran daha bir oturaklı gözükse de rakibi çözecek o ilk golü, mucizevi bir şekilde filelere gönderecek oyuncu bulunmadığından dert yanmıştım, adres Forlan'dı. Aslında ilk 20 dakika farklı gelişmedi Olimpiyat'tan, Melo'nun harika vuruşuyla takımı öne geçirmesi dışında Arena'da.
İBB maçında kalede Muslera, Ujfa sağ bek, Zan & Servet tandem, sol bek Çağlar, savunma önünde Melo, merkez orta saha Sabri & Selçuk, sağ / sol kenar Kazım / Eboue ve en uçta Baros şeklindeydi görev dağılımı.
Plan sağ koridor Ujfa ve merkezden oraya kayacak Sabri ile kuvvetlenir, bolca bindirme, bu durum Kazım'ı ceza sahasına 2. forvet gibi iter üzerineydi. Sağ taraf Ujfa, Sabri, Kazım destekli olunca Selçuk mecburen sol iç bölgesinden merkeze kaydı. Eboue de sol açık/bek gibi davrandı. Merkez orta saha Sabri & Selçuk arkalarındaki Melo'yla birlikte üçlü gibi gözüktü, yanıltıcı olmasın, önemli kısım bloklar ve kaymalar! Hasan Şaş'ın 2-3-5'inde kasıt beklerin merkez orta sahayla (1-2, Melo + Sabri & Selçuk) bütünleşmesi ve kenarların -Kazım & Eboue- merkeze kayması olarak açıklanabilir. Eboue Arsenal oyuncusu, pası verdikten sonra hemen boşa kaçıp pas açısı yaratıyor, dinamik, artı topu ayağında az tutuyor, Barça DNA taşıyor yani. Ancak her nedense Samsun maçı ya yerini yadırgadı ya da isteksiz idi, Selçuk ve Melo'ya göre.
Tutmadı bir kısım hesaplar. Zan, Çağlar, Sabri ve Baros takımın en zayıf halkalarıydı Olimpiyatta ve Sabri & Eboue yer değişimi + Riera gerekiyordu. (Samsun maçında uygulandı hemen ve teyit edildi düşüncem) Terim, ön alanda baskı yerine topun arkasında kalmayı tercih edince, top kaybı sonrası çok efor -blok arası mesafeler uzun- sarfedildi. Oyunu kanatlara yayarak oynamak istediğimizden top kazanmamız zorlaştı ve rakip yarı alanda baskı kurulamadı, merkez + koşu, ara pası şart. Galatasaray savunması kendisine inanmadığından ön alana çıkamıyor ve orta sahaya yaklaşmayınca da hücumda süreklilik sağlanamıyordu. Bazı riskleri göze alıp merkezde kompakt kalabilmek ve topa anında basmak çözüm belki, tandem kurgulama sezon öncesi işiydi.
İBB maçı 2. yarı Sabri sağ bek, tandem Ujfa & Servet, merkez Melo, Yekta Selçuk. Aksaklık stoper + bek + sağ iç + santfror omurgasının zayıflığı. Omurganın sağlam olabilecek parçaları; Muslera, Ujfa, Melo, Selçuk ve Kazım, belki Elmander, Riera eklenir ve potansiyel Yekta, Engin ve Sercan gibiydi.
Samsun maçı, Olimpiyat denemesinin dersleriyle doluydu kısaca.
***
Eurobasket 2011 sona erdi, İspanya'nın şampiyonluğuyla, beklenen oldu. 2006 Dünya, 2007 Avrupa ikincisi ve 2009 Avrupa Şampiyonu'ydu onlar. Hatta 2008 Olimpiyatlarında Amerika'yı yenebilirlerdi finalde, gerçekleşmemişti.
Avrupa basketbolunda Yugoslavlar sonrası İspanya dominasyonundan artık kesinlikle bahsedilmesi gerekiyor.
İspanya'da hakkı edilmesi gereken bir isim vardı, son üç maçta 26, 35 ve 27 sayı attı, turnuvanın MVP'si Juan Carlos Navarro. Boğazdan aktığında doyumsuz tatlar bırakan yıllanmış şarap yudumları gibi etkileyici onu izlemek.
Gelelim hiç gelinmek istenmeyen Türkiye'ye. Hatalar silsilesi, cesaret yoksunluğu, ev sahibi olmadığı organizasyonlarda başarısız olan ülke imajını silemeyen bir topluluk. Orhun Ene'yi çok severim ama iyi antrenör Hedo/Tunçeri/Onan döneminin kapandığını fark eder, akılcı davranıp onları turnuvaya götürmeme kararını verirdi. İzzet / Furkan, Tutku tercihleri de sorgulanmalı. Daha da önemlisi saha içi, Emir, Enes, Ömer Aşık -potansiyelli üç oyuncu- çok motive yanına iki isim -Ender, belki Sinan, post-up için Oğuz, artı Ersan- eklenmeliydi oyun şablonu yaratırken. Israrla eski silahlar, yetmedi.
Hiç sevmem ama sevimsiz şahıslar da doğru söyleyebilir, İbrahim Kutluay Hedo üzerinden aslında arka odalarda neler yaşandığını ve 12 Dev Adam denilen zorlama takımdaşlığın maddi manevi değerler karşısındaki yenilgisini gözler önüne serdi. Biz beceremiyoruz.
***
Heyecan fırtınasının zirvesi US Open'da yaşandı.
Şu form durumundaki Djokovic'i yenebilecek tek oyuncu Federer idi, iki şampiyonluk puanı kaçırdı ve kaybetti Sırp raketin azmi karşısında. (RG'ta Djokovic'i yenmesi başlı başına büyük olaydı, fark edilmedi.)
Nadal'ın yenemeyeceği tek oyuncu Novak idi ve tahminler yine yanıltıcı olmadı.
Federer Nadal'ı nasıl yeneceğini bulamamıştı, şimdi Nadal altıncı maçında da Djokovic'i ne şekilde yenerim sorusunu cevaplayamayıp sınıfta kaldı.
Rafa Fedex'ten 6 GS (4 RG) çaldı, benzerini Novak Rafa'ya yapıyor. Panzehir savunma, Fedex'in kaybettiklerinin intikamı belki de. Vaktiyle Rafa, Fedex'i yendiğinde -ki bunların çoğu topraktaydı- bu istatistiğin -H2H- daha iyi olarak anılmak için bir argüman olamayacağını defaatle vurguladım. Çünkü Nadal, Fedex'e özel bir stratejiyle oynuyor ve biraz da ters geliyordu, tarz olarak. Federer daha büyük oyuncuydu, estetik kusursuzluğun timsaliydi ama Nadal onu daha fazla yenmişti, mesele değildi ancak anlayamadı Nadal hayranları.
Şimdi aynı durum başlarına geldi. Nadal Djokovic'i yenemiyor, 2 GS finali kaybetti bile, devamı da gelecektir. Novak Rafa'dan daha büyük oyuncu mu, değil işte, sadece şu an daha iyi oynuyor ama tarih Rafa'yı onun önünde yazacak, Federer'iyse en üstte, gelmiş geçmiş en büyük oyuncu diye.
***
Trabzon'un Inter zaferi büyüleyiciydi. Fenerbahçe'nin CL'ye gitmemesi ülkenin hayrına oldu. Bu maçın yol gösterici tarafı; ülke futbolunun Avrupa'yla makası daraltabileceği tek (kurtuluş) yol yabancı sınırının kaldırılmasıydı.
Cech, Glowacki, Zokora, Colman, Celutska, Alanzinho, Henrique ve sonradan oyuna dahil olan Sapara, Vittek. Oyuncu kalitesini artırdılar, bir arada takım olgusu yarattılar.
Manisa ve İBB maçı, kısıtlama geldiği anda yerli oyuncu bulma zorunluluğundan ötürü, buna yakın bir futbol oynanamayacağının ispatıydı.
***
Arda Turan'ın ayrılması söz konusu olduğunda La Liga'nın ona en uygun yer olduğunu dile getirmiştim, çabuk adaptasyon sağladı bizim çocuk. Şimdiden üç asist ile Mesut Özil etkisi bırakabileceğini gösterdi, en az onun kadar yetenekliydi zaten.
Reyes Diego Arda, Falcao dörtlüsü öngörüsü de erken devreye sokuldu Atletico Madrid'te, çok yaratıcı bir hücum hattı oldu ancak Barça ve Real onlara ne kadar top gösterir, orası muamma.
Falcao için 40 milyon Euro çok, o para Hulk'un değeri demiştim, mahçup ediyor. Müthiş bir ceza sahası golcüsü ve modern oyuna çok yatkın hareketli tarzıyla.
Mata sonrası Valencia'nın düşüş yaşacağını tahmin ediyordum, Soldado ayakta tutuyor gibi, 1 Eylül'de yazmıştım, hala geçerli;
3 Atletico Madrid 4 Villarreal 5 Valencia 6 Bilbao 7 Malaga 8 Betis 9 Sevilla 10 Sociedad.
Gökhan Gönül'ü Barça'ya uygun gören ve oyuncuyu da buna inandıran -Alves'in yedeği olmam dedi bir de, garip- kitle ne düşünüyor acaba Arda'yı izlerken?
Küçük bir karşılaştırma:
Arda Turan maç sayıları, Türkiye 06-11 26/33 (%79) Galatasaray 06-07 36/48 + 07-08 44/52 + 08-09 46/53 + 09-10 47/55 + 10-11 19/44 = 192/252 (%76)
Gökhan Gönül maç sayıları, Türkiye 07-11 14/29 (%48), Fenerbahçe 07-08 36/53 + 08-09 46/53 + 09-10 45/56 + 10-11 35/42 = 162/204 (%79)
Arda ile Gökhan aynı potada erimez, biri özveriyle oynar, diğeri milli maç dönemi sakatlanır, birinin mesleğine saygısı vardır, diğeri için Fener'in menfaatleri her şeyin üzerindedir, tavsiye alır yüzde yüz on futbol yorumcusundan.
***
Şenol Güneş'e Samsun maçı öncesi TT Arena'da Metin Oktay kitabı hediye edilmiş.
Bu adama sahip çıkın, bu ülkenin Guardiolası'dır, anti-Mourinho'sudur, mütevaziliğiyle kazanır gönülleri, hiç çıkmaz oradan, her sözü bir öncekinden daha vurucudur ama anlayana, alay etmez, karizmayla alıp veremdiği olmaz, önemsizdir, adalet peşindedir, daha çok da "güzel oyun" ve emek tarafında işin.
Şunları söyler:
"Babam ve annem okuma yazma bilmiyordu. Benim üniversite okumam için çok çalıştılar. 15 yaşında hayata başladım. 5 kardeştik. 15 yaşında aileme bakan bir kişiydim. Ortaokulda mahalle arasında oynarken , büyüklerin baskısıyla kaleye geçtim. 24 yıl kaleciliği sevmeyerek yaptım.
Ben o zaman fakir bir ailenin çocuğu olarak, denizde yüzüyordum, kumsalda geziyordum, özgürdüm, organik meyve yiyordum. Bugün ekonomik durumu iyi olan bir baba olarak çocuğumu yüzmeye götüremiyorum, organik meyve yediremiyorum.
Ben hiç kaleci eldiveni giymedim. Zonguldak maden işçilerinin eldivenleriyle toprak sahada antrenman yapıyordum. Eskiden fakirler oynuyordu, zenginler seyrediyordu. Yani açlar oynarken, toklar seyrediyordu. Şimdi ise toklar ve zenginler oynuyor, fakirler seyrediyor.
Sadece sonuçsal kaygı ve ekonomik beklenti var. O zaman olmaz. Eskiden yokluktan çıkarırken, şimdi eskisi gibi başarılı sporcular çıkaramıyoruz."
Başka Şenol Güneş yok!
19 Eylül 2011
A. Eren Loğoğlu
Endüstriyel Koreografi
-
Bursaspor'lu taraftarın Atatürk Stadyumu yıkılmadan önce kale arkasında
"Yeni Linea" için yapmış oldukları koreografi çok konuşulmuştu.
"Endüstriyel F...
23 saat önce
1 yorum:
valla helal olsun çok güzel yazı tebrik ediyorum.
http://introductiontofootball101.blogspot.com/2011/10/futbol-un-sucu-ne.html
Yorum Gönder