Baros / Elmander rotasyonu Türkiye Ligi için kesinlikle yeterli, üstüne üstlük bir de orada oynayabilen Colin Kazım varken. Ayrıca sık sakatlanan Baros ve neredeyse hiç sakatlanmayan Elmander, forma şansı bulma açısından da iyi bir denklem sunuyor bize.
Daha çok Arda / Colin Kazım'ı yedeklemek, hatta bana göre birinden daha etkili bir yaratıcı kenar oyuncusu bulmak ilk hedefimiz olmalı son bir aylık süreçte.
Fatih hocanın Lass Diarra'yı istediğini düşünmüyorum, şöyle bir olasılık var yalnızca;
4 - 1 - 4 - 1 içerisinde (merkez orta saha 1+2) tek kesici / süpürücü Lass ve önlerinde Selçuk + Melo gibi. Liverpool maçında gördüğümüz diyagonal uzun paslar atan ve şut kovalayan Felipe Melo'nun hücum yönü Lass'tan çok daha etkili kanımca. Real Madrid'de Diarra orta çizgiyi bile geçmeyen türden bir oyun çıkarıyordu ama savunma yönünden kusursuz biridir.
Tam da Melo gibi iki yönlü oynayabilen birini bulmuşken, orta sahada ofansif kısma daha çok katkı veren bir isme yönelmek çok daha akıllıca olur.
Sol bek ve merkez savunmaya yapılacak iki transferle de sağlam bir omurgaya sahip olurduk ama o kadar geniş düşünemediler. Melo veya Selçuk sakatlanırsa Yekta, Ayhan'a razı olunması gereken bir yapı var şu an önümüzde. Eboue gelirse, Sabri'yi de o rotasyona ekleyebiliriz ki bu önemli.
Liverpool maçına dair yazamadım yoğunluktan, birkaç gözlemlediğim detayı ekleyeyim;
4 - 1 - 4 - 1 (4 - 3 - 3 geçişli ve zaman zaman 3 - 4 - 3 benzeri) sistemi bize ve ülke coğrafyasında oynanan futbola uyum gösteriyor. Dört ana hat üzerinden oluşturulması ve bazı hatların diğerleriyle geçişler içermesi, uzayan takım boyundan dolayı oluşan zaafları örtmek adına çözüm üretiyor.
Selçuk + Melo gibi iki yönlü oyuncu ve bunlara eklenen hücumcu sağ bek Ujfalusi, bir takımın çehresini kısa sürede ancak bu kadar değiştirirdi. Çok zayıf bir Liverpool ile oynadığımızı unutmayalım yine de.
Daha önce de vurguladığım Terim'in 96-00 arası kurguladığı sağ koridor işlerliğini bu sene de göreceğiz. Sağ bek ısrarı da bu yüzden. Capone, Ü Davala, F Akyel & Okan & Arif eksenli açıları ve boşlukları kullanan, koşuya ve o yola atılan pasa dayalı üçgen futbol, Ujfalusi, Eboue & Sabri, Melo & Kazım, Elmander üzerinden şekillenecek. Birinci golümüz güzel bir emsaldi buna ve Colin Kazım'ın çok yararlı işler yaptığını da söylememiz gerekiyor. Top alma, saklama, doğru yerde arkadaşını topla buluşturma, sık sık ceza sahasına girme gibi hücum akışkanlığını olumlu yönde etkileyen özelliklerini geldiğinden bu yana sergiliyor.
Melo'nun Selçuk merkezden öne doğru koştuğunda (Xavi ve Iniesta yapıyor bunu sık sık, bence Terim bizimkilere Barça'yı izletiyor, birkaç demecinde de hep onları model olarak gösterdi.) 45 derece açıyla -ben buna yarım adam geçme diyorum- ona pas vermesinin oyunu rakip sahaya yıkma ve açık alan bulma açısından ne denli etkisi olduğunu gözlemledim. Üç koca sezondur yapamadığımız saha içi hamle de buydu, orta saha çizgisini -elbette orada konumlanan rakip orta saha oyuncularını- bu yolla geçebilmek. Selçuk & Colman ikilisi de bunu iyi uyguluyordu, kağıt üzerindeki teori sahada gerçekleşmiş oldu.
Bir başka gizli detay, bir Liverpool hücumu esnasında, Servet ve G Zan'ın Carroll & J Cole ikilisini ofsayt bölgesinde bırakan 5 - 10 metrelik öne çıkmalarıydı. Takımın boyu 30 metreye kadar düştü o an, harikaydı kompak yapı açısından. Aynı kaymaları sağ / sol ve ön / arka şeklinde yavaş yavaş artırdığımız an hem çok gol pozisyonuna girip (yaratıcılık ve organizasyon dahilinde) hem de kalemizde az pozisyon göreceğiz.
Trabzon'da Selçuk & Colman bizde Melo & Selçuk ikilisine denk düşüyor, çapraz yani, tespit yine doğru, onlarda koşuyu Colman yapıp pası Selçuk veriyordu.
Melo'nun 09:21 süren videosundan;
Pozisyon 01:11'de başlıyor, dikkat edin ilk pası veren Selçuk, pası verdikten sonra 45 derece açıyla soldan sağ öne doğru koşusunu gerçekleştiriyor, paslaşmalara akışkanlık katan iki isim Arda ve Colin Kazım. Selçuk'un ilk pası Arda'ya, Arda'dan Melo'ya, Melo atağı olgunlaştırmak için geriye doğru top almaya çıkan Colin Kazım'a dönüyor, Colin sırtı dönük topu alıp tekrar Melo'ya veriyor. Bu sekans yalnızca 7 saniye sürüyor. Daha top ikinci bölgeden üçüncüye aktarılamadı, tehlikeli alanda hücum zenginliği oluşturulamadı ancak detay burada, bunun için hazırlanıldı ve doğru zamanı bekleniyor.
Felipe Melo üç sezondur yapılamayanı gerçekleştiyor, 01:19'dan 01:20'ye, bir saniyelik aksiyon. Top, koşusunu yapıp kendini (X saha boyu Y saha eni olsun) X ekseninde 15-20 metre öne atan Selçuk'un ayağında. Galatasaray herhangi bir oyuncusu çalıma (yani riske) girmeden, pas açısı ve koşu yordamıyla hücumu olgunlaştırdı. Selçuk topu iyi kontrol edemediğinden geri dönmek zorunda kalıyor ama bunun önemi yok. Bir sonraki maçta topu uçtaki arkadaşlarına aktarıp tehlike yaratabilecek. Doğru futbol o bir saniyenin içinde var oluyor işte!
02:04'te açıya bakın, top Sabri'nin ayağında ve hücumun olgunlaşması için pası Melo'ya vermesi gerekiyor, yapamıyor ve geriye dönüyor. Bütün mesele bu, Melo açıyı bulduğu an Selçuk'u topla buluşturmuştu.
Bir hücum nasıl olgunlaştırılır, 05:48'de. Melo topu alır almaz, 30 derecelik açıyla 10 metre önündeki Selçuk'u görüyor, iki rakip oyuncunun arasından. Liverpool ön alan savunması aşılmış durumda.
01:05'te savunmanın arkasına yapılan koşuyu gören veya 08:23'de sağ bekin koşusunu ödüllendiren uzun topu, Melo'nun hücum yönünü destekleyen argümanlar.
Teknik Taktik açılımlar;
07:55 ve 07:56'da oyunu başlatırken aldığımız formasyon, 2 - 3 - 2;
-------------------Gökhan----------Servet-------------------
-----Ujfalusi----------------Melo-----------------H Balta----
-------------------Sabri------------Selçuk-------------------
şeklinde. Üç baklava var kaleciyi de sayarsak, açı istiyoruz.
Maç öncesi verilen formasyonları anlamak için belirli anlar var. Kale atışı, taç atışı, maçın başlama vuruşu gibi. Buralardan yola çıkalım, kayma ve geçişlerde yanılmamak adına;
00:51'deki kale atışını anlatayım. 4 - 1 - 4 - 1, hatta 4 - 3 - 3 örneklemesi gözüküyor. Top sol bek bölgesine geliyor, Hakan Balta hava topuna çıkacak ancak Barça'yı da anlatırken sıklıkla dile getirdiğim ön kesici / süpürücü salt merkezi, stoperlerin önünü temizleyen adam değil, savunma hattının bütün ön alanını koruyan, yıkayan, silen oyuncudur -Sergio'nun oyunun her yerinde, özellikle taç çizgisi kenarlarında top kazanması- tezime uygun şekilde Felipe Melo, sol bek bölgesine kayıyor ve Hakan Balta'dan önce davranıp hava topunu alıyor. Onun merkezde kaldığı kurguda;
-------------------Gökhan----------Servet--------------------
-----Ujfalusi----------------Melo-----------------H Balta----
-------------------Sabri------------Selçuk-------------------
-----Colin Kazım----------------------------------Arda-------
-----------------------------Baros---------------------------
Şu kağıt üzerindeki yerleşimin tek farkı, sol bek bölgesine kayan Melo. Takımın Y eksenindeki darlığına bakın ve dikkat edin, teoride olduğu gibi Arda ve H Balta, Ujfalusi ve Colin Kazım aynı hizada Y koordinatında.
Sadece 9 saniye sonrası, Melo topu karşılayıp saha dışına göndermiş ve Liverpool taç kullanıyor. Pozisyonu inceleyelim;
Servet ofsaytı bozuyor kendini öne atsa dörtlü çizgi savunma net görülecek. Melo, yapması gerekeni yine uyguluyor. Dörtlü savunmanın önündeki alanda cirit atan her oyuncunun hesabını o kesecek, rakibine yaklaşıyor arkadan. Bu arada Selçuk da yardıma geliyor, Y ekseninde aynı hizadan. Asıl çarpıcı olan Arda ve Colin Kazım geriye gelip Sabri'yle X ekseni hizasında konumlanmış. Selçuk çok az geride, sebebini de belirttim, yakınındaki rakibe basmak, 01:02'de 1 - 4 - 1 yapısı net görülüyor. 00:50'deki 4 - 3 - 3, ideal 4 - 1 - 4 - 1'e dönüşüyor 00:59'da;
-----Ujfalusi------Gökhan----------Servet---------H Balta----
-----------------------------Melo----------------------------
-----C Kazım-------Sabri------------Selçuk--------Arda-------
-------------------------------------------------------------
-----------------------------Baros---------------------------
Pozisyonun gelişim yönü ve şekliyle oluşan kaymalar -Kazım'ın bazen ikinci forvet gibi ileride kalması buna emsaldir veya Ujfa'nın çıktığı anlarda üçlü savunma gibi durulması- haricinde ana şablon bu.
08:32'de dörtlü savunma görülüyor. Melo topun geldiği yön, sağa doğru kayıyor merkezden.
31 Temmuz 2011
A. Eren Loğoğlu
31 Temmuz 2011
Liverpool Maçı Üzerine Görsel Analiz, Selçuk & Melo Etkisi
26 Temmuz 2011
Savunma Kurgusu ve Başarı Koşulları (Yüzde)
Eboue de gelirse, zamanında sunduğum bir teori daha doğruluğa doğru yelken açacak, Terim işi biliyor, savunma kurgusunda bu oranları yakalamak başarının anahtarı gibi;
Kaleci - Fernando Muslera - Yabancı
Sağ Bek - Emmmanuel Eboue - Yabancı
Stoper - Tomas Ujfalusi - Yabancı
Ön Kesici - Felipe Melo - Yabancı
Stoper 1 / 2 oranı - checked
Kaleci + Stoper 2/3 oranı - checked
Kaleci + Stoper + Bek 3/5 oranı - checked
Kaleci + Stoper + Bek + Ön Kesici 4/6 oranı- checked
2 Yabancı kontenjanı kalıyor, santfror da yabancı olacak, tek düşünmedikleri ve beni de endişeye sevk eden kenarların Arda, Colin Kazım'a kalması ve yaratıcı bir yabancı sağ açık eksikliği.
Sabri, Servet, H Balta, Selçuk, Arda + Colin Kazım (5 +1) yerli tercihlerimiz şu an, orada da bir sıkıntı yok gözüküyor kağıt üzerinde, H Balta'yı kabullenirsek elbette.
- Stoper: 1 / 2 Yabancı Oranı
- Bek: 1 / 2 Yabancı Oranı
- Kaleci + Stoper: 2 / 3 Yabancı Oranı
- Kaleci + Stoper + Bek: 3 / 5 Yabancı Oranı
- Kaleci + Stoper + Bek + Ön Kesici: 4 / 6 Yabancı Oranı ( 3 / 6 da yeterli olabilir ancak 2 / 3 kaleci + stoper şartını sağlamak kaydıyla)
Daha önce başarı göstermiş takımlarda bu şartları arayalım;
Fenerbahçe 2010 - 2011
Volkan, Gökhan, Lugano, Yobo, Santos, Emre, Topuz, Alex, Niang + 2
Gökhan / Santos şartı sağlıyor. Stoper her ikisi de yabancı çünkü kaleci yerli. 2 / 3 ve 3 / 5 yabancı oranı tutuyor. Christian ile 4 / 6 oranı da sağlanıyor.
Trabzonspor 2010 - 2011
Onur, Serkan, Giray, Egemen, Cale, Selçuk, Colman, Jaja, Burak, Umut + 1
Serkan / Cale şartı sağlıyor. 2 stoper de yerli ancak sezon başı planlaması 1+1 şeklindeydi, Glowacki ile. Kaleci de yerli. Yabancı oranı tutmuyor, kadro incelendiğinde konservatif kalıyor, yerel bazda, Avrupa programı daha yapılmamış. 2 / 5 yabancı oranı var.
Galatasaray 1999 - 2000
Taffarel, Capone, Bülent, Popescu, Ergün, Suat, Okan, Emre, Hagi, Arif, Hakan Şükür
Capone / Ergün şartı sağlıyor. Zaman zaman Ümit, Fatih sağ bek, Hakan Ünsal sol bek, Capone stoper olabiliyor. Bülent / Popescu şartı sağlıyor. 2/3 ve 3/5 yabancı oranı tutuyor. 4 / 6 yerine 3 / 6 oranı var, anlaşılır.
Galatasaray 2001 - 2002
Mondragon, Perez, Bülent, Emre Aşık, Ergün, Fleurquin, Ayhan, Sergen, Hasan Şaş, Arif, Ümit Karan
Victoria sol bek, Ergün orta sahaya kayıyor bazı zamanlar. Fleurquin stoper olabiliyor. Perez / Ergün şartı sağlıyor. 2 stoper de yerli, 1 / 3 oranı var. 3 / 5 oranı Victoria'yla birlikte tutuyor. 4 / 6 oranı da sağlanıyor.
Galatasaray 2005 - 2006
Mondragon, Cihan, Tomas, Song, Orhan, Saidou, Ayhan, İliç, Hasan Şaş, Necati, Ümit Karan
2 bek de yerli, şartı sağlamıyor ancak kaleci + 2 stoper yabancı, ordan kotarıyor. 2 / 3, 3 / 5 ve 4 / 6 şartlarının tümünü sağlıyor.
Fenerbahçe 1995 - 1996
Rüştü, İlker, Uche, Högh, Erol, Kemalettin, Oğuz, Tayfun, Bülent, Boliç, Aykut
2 bek de yerli, elbette yabancı kontenjanı 3 ile sınırlı. Yine de 2 / 3 şartı sağlanıyor, 2 stoper yabancı çünkü.
Beşiktaş 2002 - 2003
Cordoba, Kaan Dobra, Ronaldo, Zago, Ahmet, Guinti, Tayfur, Sergen, Pancu, İlhan, Nouma
Tümer ve İbrahim Üzülmez de sık sık katılıyordu onbire. 2 / 3, 3 / 5 ve 4 / 6 oranlarını sağlıyor. 2 stoper yabancı gene.
Fenerbahçe 2004 - 2005
Rüştü, Önder, Luciano, Servet, Ümit, Aurelio, Appiah, Tuncay, Alex, Anelka, Nobre
1 / 2 stoper oranını sağlıyor, 1 / 2 bek oranı da Önder'in Belçikalı olmasıyla yakalıyor. 3 / 5 ve 4 / 6 oranları yok ancak Appiah'ı da katınca 3 / 7 gibi anlaşılır bir noktaya tutunuyorlar.
Fenerbahçe 2007 - 2008
Volkan, Gökhan, Lugano, Edu, Wederson, Aurelio, Selçuk, Uğur Boral, Alex, Deivid, Kezman
2 stoper yabancı, 2 / 3 şartı var. 1 / 2 bek şartı bulunuyor. 3 / 5 ve 4 / 6 şartları da rahatlıkla sağlanıyor.
***
Sözün özü;
1 / 2 bek, 1 / 2 stoper, 2 / 3 kaleci + stoper, 3 / 5 hatta 4 / 6 yabancı şartlarını (en kötü 3 / 6) dengeleri bozmadan uygulama zorunluluğu var.
Galatasaray'ın mevcut şartlarında;
İdeal onbirde aynı anda iki Stoper yerli olursa akışkanlık sekteye uğruyor.
İdeal onbirde aynı anda iki Bek yerli olursa akışkanlık sekteye uğruyor.
İdeal onbirde Kaleci kesinlikle yabancı olmak zorundadır.
İdeal onbirde Santrfor kesinlikle yabancı olmak zorundadır.
İdeal onbirde Sağ Açık kesinlikle yabancı olmak zorundadır. (Sol Açık Arda olması kaynaklı)
26 Temmuz 2011
A. Eren Loğoğlu
24 Temmuz 2011
Zihinden Geçen Ne Varsa 8!
Juvenil A'dan Barça B'ye yükseltilen 94 doğumlu Gerard Deulofeu (yeni Messi) U19 Sırbistan - İspanya maçında döktürdü sağ kenarda. Ayrıca 10 numaralı formasıyla Pablo Sarabia dikkat çekiciydi, Juan Mata'yı andırdı. Malaga'nın 17 yaşındaki forveti Juanmi de bir gol kaydetti.
La Masia'dan bir başka haber de Oriol Romeu'dan geldi, yaprak dökümü devam ediyor. Doğruluğu kesin olmamakla birlikte Chelsea'ye 5 milyon Euro'ya transfer inin gerçekleşeceği ve 2 yıl sonunda 8 milyon Euro buy-back opsiyonu konulduğu söyleniyor.
Çok potansiyeli olan bir isim Romeu, defansif orta saha ve tarzı Busquets'e benziyor. Villas-Boas geleceğin en önemli orta sahalarından biri olacak demiş, biraz iddialı ama ihtimal var. Sergio Busquets 22-23 yaş civarında olduğundan formayı kaptırması zor, bu yüzden gönderilmiş de olabilir. Javier transferi de tuttu çünkü.
Bojan da Roma'nın yolunu tuttu. Yalnız Bojan transferinde Roma, Barça'nın pilot takımı gibi olmuş. 12 milyon Euro bonservis ödüyorlar, 2 sene sonunda 13 milyon Euro'ya Barça isterse satmak zorundalar, dilerlerse verdikleri parayı 40 milyon Euro'ya tamamlayıp Bojan'ı, Barça istese de alabiliyorlar. 2 sene içinde başka takıma satamıyorlar.
Luis Enrique, Barça'nın istediği Gijonlu genç sol bek Jose Angel'i de transfer etmiş, Serie A'da Barça gibi oynanabilir mi, ilginç bir deneyim olacak.
***
Barça ilk hazırlık maçına Hajduk Split karşısında çıktı. Hırvatistan'daki mücadele 0-0 sonuçlandı;
1. Yarı Kadro, 4 - 3 - 3: Valdes / Dalmau Armando Fontas Lobato / Thiago Dos Santos Keita / Carmona Villa Afellay
Yayın kamerasından formanın sırıtmadığını, takımın Barça olduğunun rahat anlaşıldığını söyleyebilirim. Yakın çekimlerdeyse şık durmuyor. Bir de 2008-09 parçalı, 09-10 çubuklu, 10-11 yarı parçalı, 11-12 çubuklu şeklinde olacak, totem bu ya, ŞL zor. Hatta 09-10 Ibra, 11-12 Alexis, UNICEF arkaya, Jose var, işler kötüye gidiyor bile denebilir.
Numaralar daha dağıtılmış, isimler sırtta yazmıyordu, Dalmau 2 numaraydı, öylesine giyilmiş, belli. Barça resmi sitesi editörleri 4 numarayı -3 Pique ve 5 Puyol'un arasındaydı- Thiago'ya vermiş, Cesc saplantısına elveda demeye yakınız. Guardiola da eğer transferi Alexis Sanchez ile kapatırsak sesimi çıkarmam minvalinde bir demeç vardı.
Yeni isimlerden başlayalım, Carmona çok kötü bir oyuncu her yönüyle, bir daha şans bulabileceğini zannetmiyorum. Bekler Dalmau ve Lobato yetersizdi, pas ve kademe hataları yaptılar sıklıkla.
Thiago & Dos Santos yine iyiydi.
Xavi & Iniesta + Messi'nin olmadığı, hatta bu üçünün aynı anda sahada yer almadığı zamanlarda bile Barça'nın yaratıcı oyun gücü çok azalıyor. Hajduk Split maçının özellikle ilk yarısı bu çerçevede gelişti. Barça neredeyse % 70 topa sahip olup 4 - 3 - 3 ile yayılsa da üretkenlik sağlayamadı. Zeminin kötü olması da etkendi bunda.
Afellay, biraz da Alexis Sanchez transferi sonrası ikinci plana düşeceği korkusuyla durgun bir performans sergiledi.
2. Yarı Kadro, 4 - 3 - 3: Pinto / Balliu, Abidal, Rosell, Maxwell / Iniesta Busquets, Riverola, / Cuenca, Soriano, Jeffren
Iniesta'nın girmesi ve sürekli hareketli top almasıyla üretkenlik anında geldi oyuna. Jeffren arapaslarını değerlendirse sonuç değişecekti. Geçen sezon sık sık sakatlanan Jeffren bir türlü istenen seviyeye gelemiyor, gelemeyecek gibi de duruyor, satılırsa şaşırmayacağım.
Xavi ve Puyol gene yoktu, hafif sakatlık / iyileşme sürecindeler, hayra alamet değil, hele de Puyol'un geçen sezon ha döndü ha dönecek sakatlıktan derken sezonun ikinci yarısını kaçırdığını anımsayınca.
Abidal yine merkez savunmada çok başarılı hamlelerde bulundu.
Gelelim Alexis Sanchez sonrasına;
9 numarayı isteyen şımarık, top cambazı -çakma duble Ronaldo- Alexis Sanchez Barça'da artık. Tam da bu söylemin üzerine "ben Ronaldo diilim" temalı bir açıklama yapmış, teşbihte hata olmaz, insanların zihnine böyle bir algı yerleştirmiş olmalı ki böyle bir cümle söyleme gerekliliği duyuyor.
Pep, Sanchez'i ileri 3'lünün her bölgesinde oynadığı için istediğini söyledi hafta arasında, Pedro/Villa/Sanchez rotasyonu göreceğiz, kesin. Hatta kimi zamanlar (7-8 maç) Messi'yi dinlendirmek için Alexis Sanchez tercihinde bulunacak Josep. Kağıt üstünde Alexis Sanchez'i çok inceledik, en doğrusu sahada takım içinde gözlemleyip analiz etmek olacak.
Birkaç olumsuz veri ona dair;
217 top sürmeyle Seria A'da ikinci sırada bu alanda, yine Serie A'da geçen sezon en çok faul kazanan oyuncu.
Barça'da topu ayağından çıkarma süresi diye gizli bir zamanlama var. Rakip faulü yapmadan o top kimin ayağında diğer arkadaşına iletilir, müdahale varsa hakem avantaja bırakır ve oyun sürer. Amaç oyun akışkanlığı hız ile bütünleştirmek, çünkü Barça'nın sistemi tamamen topa sahip olup boşlukları bulmaya dayalı ve ayakta bir saniye fazla tutulan top rakibin savunmasının oturması, pozisyon bulmanın zorlaşması anlamına geliyor. Alexis Sanchez'in bu yönünü törpülemesi gerekecek.
Top sürme meselesiyse Barça'da iki oyuncunun sorumluluğunda. Messi ve biraz da Iniesta. Andres'in görevi farklı, Xavi'nin hizasından gelerek oyunu açan çalımı atıyor topla ilerleyerek ve araya bırakıyor. Messi'nin sınırsız izni var dribling konusunda. Pedro ve Villa'ya verilmeyen bu görev Sanchez'e verilirse, kusursuzluk denkleminde oynama yapmak zorunda kalmayacak mıyız, kalacağız, sorun da burada! Üçüncü bir isim, diğer iki isimden rol çalmak, zaman yitirmek, top kaybında artış, topa daha az sahip ve daha çok savunma yapması gerekecek olan Barça demek, kusur yani.
Pep'in onu istemesinde tek sebep görebiliyorum. Birincisi Alexis Sanchez'in zamanla bazı özelliklerini tornadan geçirmesi ve takıma uyum sağlaması, Mascherano'da olduğu gibi. Bu sayede Pedro'nun daha hızlısına ve adam eksiltenine sahip bir takım sahada yer alacak, bu da zorluk derecesi yüksek maçlarda Messi'ye yardımcı olan ikinci bir adam olasılığını doğuruyor, özellikle Madrid maçlarında. 0 - 2 biten maçta Afellay'ın verdiği katkı gibi, daha fazlasını arıyor Guardiola.
***
J.Wilson'a göre en değerli Copa America oyuncuları; Tomas Rincon, Lugano, Vizcarrondo, Justo Villar (Muslera'dan iyi diyor ayrıca)
Sanal alemde Galatasaray için transfer borsası bir hayli spekülasyon içeriyor, isimlere bakılırsa Barça'dan Arsenal olmaya doğru evriliyoruz, fanteziye kaçalım;
4-2-3-1 | 1 / 2453 / 68 / 71011 / 9 : 1 Muslera 2 Eboue 3 H Balta 4 Tomas 5 Servet 6 Melo 7 C Kazım 8 Selçuk 9 Adebayor 10 Arda 11 Arshavin
-------------------------- Muslera----------------------------
Eboue----------Ujfalusi------------Servet-----------H Balta
-----------------------------Melo------------------------------
--------------------Selçuk-------------------------------------
------------------------------------Arda-----------------------
-----Colin Kazım------------------------------Arshavin------
---------------------------Adebayor---------------------------
Çok enteresan. Rijkaard'ın Arda'yı merkezde oynattığı döneme benzeyebilir, Melo'nun performansı önem kazanır, Selçuk yine en can alıcı oyuncu. Sabri'yi sağ bek yapıp Eboue sol bek denebilir. Bunlar hesaplanıyorsa aslında sol bek yabancı alınıp Sabri'yi sağ bek oynatmak daha sağlıklı olurdu.
24 Temmuz 2011
A. Eren Loğoğlu
23 Temmuz 2011
Zihinden Geçen Ne Varsa 7!
Bir önceki güncelleme bu şekildeydi zihnimde;
Son durum;Fenerbahçe'nin bazı oyuncularla yollarını ayıracağı ve küçülmeye gideceği konuşuluyor.
TBL'de 5 yabancı oyuncuyla sözleşme - Prince, Taurasi, Torrens, Charles ve sonradan katılacak olan Fowles.
TBL'de 12 kişilik kadroda 4 yabancı oyuncu - Fowles gelene kadar yukardaki dörtlü, Fowles geldiğinde muhtemelen Prince dışarda kalır. Rakibin pota altına göre de bir tercih yapılabilir.
TBL'de sahaya çıkan beş içinde 3 yabancı oyuncu - Taurasi, Torrens, Charles ilk tercih Fowles gelene kadar. O geldiğinde Taurasi / Prince, Torrens, Fowles / Charles şeklinde bir rotasyon.
Euroleague Women'da 2 kıta dışı oyuncu - Prince, Taurasi, Torrens, Fowles / Charles dörtlüsü aynı anda sahada yer alabiliyor. Prince Rusya, Torrens İspanya vatandaşı statüsünden yararlanıyor.
Maç kadrosunda bulunabilen 1 devşirme oyuncu - Melisa Can
Burada soru işareti kaç devşirme oyuncuyla sözleşme imzalanabileceği, buna dair bir argüman bulamadım yönetmeliklerde. Eğer tek oyuncu şartı yoksa Sophia Young da hala radarımızda kalabilir.
Yerliler: Işıl, Bahar, Tuğba, Şaziye, Nihan, Yasemen, Gülşah
Tamika Catchings gelemiyor gibi gözüküyor, yabancı kontenjanından ötürü. Yerli rotasyonuna da takviye yapılabilecek mi, o da merak konusu.
Bence Birsel, Nevriye, Nevlin ve Penny Taylor için teklif götürülür mutlaka.
Yabancı kontenjanımız dolu şu an, nasıl bir çözüm bulunur buna kafa yormak şart.
Penny Taylor Phoenix Mercury'nin neredeyse her şeyi, Diana Taurasi'yi yıldız mertebesine çıkarıyor, Pippen & Jordan gibi bir görev dağılımı / uyum var aralarında.
Penny / Prince tercihi olabilir mi kararsızım, Prince de sürekli gelişen bir isim, geçtiğimiz sezon da final oynadı Euroleague'de, bu sezon All-Star seçildi. Bir de Alba Torrens var, ondan Penny için vazgeçmek ahmaklık olur.
Diğer üç oyuncu yerli zaten, bence Nevlin'i es geçmeyelim, en azından onu koparalım, "Pota'nın Perileri" gümüş madalyaya uzandıysa bunda en çok payı olan üçüncü isim herhalde oydu. Diğer iki isim de, bütün takımdan her noktada ayrılan Birsel ve Nevriye, özellikle Nevriye apayrı bir konumda kadın basketbolu için.
***
Felipe Melo 4 numarayı giyecek. Oğlunun adı Lineker, Katalan ordusunun neferiyim diyen. Gary Lineker'in BBC'ye verdiği söyleşi;
"Katalunya kimliği Barça taraftarları için çok önemlidir. Onlar bir kulüpten daha öte diyerek her şeyin, bastırılan Katalunya ve diğer bölgelerin, Franco rejimi boyunca acı çekmesine kadar gittiğini ifade ediyorlar, izin verilmeyen bir dönem, kendi dillerini konuşmalarına bile.
Bunu yapabildikleri ve birlikte olabildikleri tek yer Camp Nou'ydu. Pek çok yolla onların odak noktası Franco'nun Madrid'ine karşı olmak haline geliyordu. Real Madrid ile olan bu büyük rekabetin çıktığı yerde buydu, bir futbol maçından daha öteydi. Politik ve tarihsel bir anlam taşıyordu. Açıkçası zaman geçiyor ve hatıralar unutulup gidiyor ancak yaşananlar kalacak. Gizli bir eğilim hep olacak, neden bu büyük takımın diğerlerinden daha çok keyif verdiğiyle ilgili."
Bidon meselesine takılmayalım, bonservis / performans eksenli bir değerlendirme ancak kariyerinin düşüşte olduğu bir gerçek, son üç sezonda yaptığımız pek çok transfer gibi, diğer türlü bize gelmiyorlar zaten.
Beni en çok karamsarlığa iten Hollanda maçındaki tekmesiydi ve sanırım bunları sık sık yapıyor, izlemedim fazla.
Bir hayli yüksek bir para ödenecek, bu da işin başka boyutu.
Bir sezon kiralık düşünüldüğüne göre Selçuk & Melo ikilisiyle oynayacağız, lig için yeterli gözükse de, ikinci sezonun -ŞL bileti alınırsa- planı bu değil sanırım. Selçuk uzun yıllar kalacağına göre onun yanına oyunun iki yönünde çok kuvvetli birini bulmalıydık, yine idare etmeyi tercih ettik. Melo kalırsa ertesi sezon, o zaman da üçüncü bir orta saha daha almak zorunda kalırız Avrupa maçları için, hatta bana kalırsa bu seneden alalım ama zannetmiyorum böyle bir şey yapacaklarını. Alternatif de Culio olacaktır, üçüncü isme.
Röportajındaki en can alıcı kısım;
"Genelde futbola odaklanmış bir hayatım olduğunu söyleyebilirim ama eşime de zaman ayırıyorum. Bazı futbolcular futbolun dışında çok fazla maç seyretmezler veya futbolla çok fazla haşır neşir olmayabilirler, ama ben öyle değilim. 7 gün 24 saat futbolla beraberim."
Meslek ahlakı olan, mesleğini saygıyla yapan, karakterli, sürekli gelişim peşinde koşan futbolcu maç seyreder, bu kadar açık ve net. İngiltere, İspanya, Almanya, futbol nerede yükseliyorsa takip eder, gözlemler, kendine bir şeyler çıkarır. Barça'yı, Mourinho'yu, Porto'yu inceler, başarının sebeplerini araştırır ve yine yeniden maç seyreder, bu işin temel kuralıdır.
Kanım ısınmaya başladı.
***
Twente maçındaki 4 - 4 - 2'ye dair Barça üzerinden toparlama;
Pep, Ibra'da olduğu gibi riske girdi, Cruyff'a danıştı kesin de. Ibra, Inter'e elenen Barça için bazı maçları çözümleyecek isimdi ancak 2009 CL Finali'ni hatırlayanlar Messi'nin o maç sahte 9 oynadığını ve bu sinyali daha o günden verdiğini bilir, Ibra bir senelik kayba sebep olmuştur, çilingir olacağı yerde.
Sanchez geldi, ne olacak, dörtlü rotasyon, Villa / Pedro / Sanchez / Afellay arasında. Bojan / Jeffren artık sayılmıyor. Alexis ileri üçlünün her bölgesinde oynayabildiğinden Messi'yi de 10 maç civarı dinlendirecektir, biraz da amaç bu. Ancak Şilili'nin karakteri pek Barça tarzı değil, 9 numarayı isteyecek kadar şımarık, topla çok haşır neşir nerdeyse cambaz modunda ve süper yıldız seviyesine yakın isimlerden biri olduğundan yedek kalmayı da pek hazmedemeyecek türden biri, asıl sorun burada.
Tahminlerimde yanılmazsam Pep nasıl ki 2010 Nisan'ından sonra Ibra'yı kesip Bojan'ı monte etti, 2012 Mart'ında -CL için biraz erkene alarak, Inter'den ders- eski usüle dönüp Pedro & Messi & David Villa üçlüsüne dönecektir, dönmek zorunda oyun akışkanlığı için.
Seri A'nın en çok top süren ikinci oyuncusu olan Alexis Sanchez'in yapacağı top ve zaman kayıpları zarar verecek sisteme, bir de Messi'den rol çalmış olacak, o da önemli.
David Villa'nın cuk oturacağını, Ibra & Eto'o takasının teknik yönden yanlışlığına zamanında dem vuran biri olarak söylüyorum, karamsarım. Tekrar riske girip büyük kumar oynamaya gerek yoktu, Guiseppe Rossi dururken.
Gelelim bize;
Selçuk & Melo yan yana olmaz, Felipe tek yönlü daha çok. Yani futbolun şu an temel formasyonu olan 4 - 2 - 3 - 1 kafadan uymuyor bize. Terim'in 2. orta saha ısrarının altında 4 - 3 - 3 yatıyor olabilir.
-----------------Melo--------------------
-------Selçuk-----------XXX------------
eşleniği;
----------------Sergio-------------------
-------Xavi--------------Iniesta---------
gibi. Pasör Xavi'nin tamamlayıcısı adam eksilten Iniesta'ysa, Selçuk'un tamamlayıcısı da böyle biri olmak zorunda oyun akışkanlığının sıkışmaması için. Merkezde mutlaka kolay adam eksilten bir oyuncu bulundurmalıyız, bir de kenarlarda elbette, o apayrı bir sorunumuz.
Eğer ki;
---------Selçuk----Melo---------
Colin------------------------Arda
-------Elmander---Baros--------
şekilde, tipik bir 4 - 4 - 2 düşlüyorlarsa, vay ben o teknik heyetin haline derim, yazık, dünya futbolunu 10 yıl geriden takip ediyorlar.
Barça üzerinde uzlaşılması en kolay takım -tamamlanmış proje Mourinho'nun deyimiyle- olduğundan eşleniğini bulmak ve tartışmaya derinlik kazandırmak olası. Mesele biraz da bu 10 yıl geriden gelsek ne olur kabullenmesinde. 1999-00'de modern futbola yön veren takımlardan biri olduğumuz için UEFA Kupası, Süper Kupa ve ŞL Çeyrek Final başarıları üst üste gerçekleşti.
Şu anda dünyada en çok kullanılan ve dört blok olmasından ötürü bizim ülkeye adaptasyonunda zorluk çıkarmayacak formasyon 4 - 2 - 3 - 1, ben de bundan yanayım ancak Selçuk & Melo ile bu formasyonun görev tanımlarını yerine getirmek pek olası değil. 4 - 3 - 3 oynamak başlı başına bir iş ve gerçekten farklı özellikler istiyor, bu sebeple de vazgeçilmesinin daha doğru olacağı kanaatini de taşıyorum.
Modern futbol = 4 - 3 - 3 değil, sadece bu formasyon en ideal olanı.
Bilindik bir "modern futbol" tanımım yok, literatürde de olduğunu sanmıyorum, endüstriyel futbola dair olan var ama kastettiğim o değil. "Modern futbol yalan değildir" ile bahsettiğim mevzuyu emsaller üzerinden açıklayayım, daha pratik olacaktır;
1990'larda müthiş bir furya vardı, libero pozisyonda bir oyuncuyla sahada yer almak. Veya adam adama markaj yaptırmak, ofsayt taktiğine sıklıkla başvurmak. 1990'ların sonunda "çift forvet" kavramı vardı, "uzun, yıpratıcı santrfor & kısa, hızlı ve bitirici forvet" Kluivert & Saviola gibi, örnekler çoğaltılır. Bizim diğer takımlara hiç uymayan ikiz kuleler vardı, Hakan & Saffet gibi. 3 - 5 - 2 tarih oldu 2000'lerde, daha sonra Drogba & Chelsea evliliğyle tek santrfor modeli kabul gördü. Vieira türevi orta sahalardan Xavi modeline geçildi.
Modern futbol, dönemin futbol koşullarına takımların ayak uydurması, döneminin takımı gibi davranmasıyla yaratılan bir bütünlüktür. Eğer buna yön de -dar alanda hücum pres- verebiliyorsanız, o zaman zaten dünya standardında bir başarı elde ediyorsunuz.
Bugün bir takımın teknik direktörü ısrarla ön libero yerine libero kullanmaya çalışıyorsa, ikiz kuleler & çift forvet gibi zorlama alternatifler üretme çabasındaysa, bek yerine 100 metrede oynayan 3 - 5 - 2 kanat oyuncusu tercih ediyorsa, ofsayt taktiğine başvuruyorsa, teknolojiyle birlikte gelişen saha düzeni içersinde blok mesafelerini daraltmıyorsa -eski zamanlarda 70 metreydi- gibi genel tarafından kabul gören koşulları yerine getirmiyorsa, modern futbolun gereklerine riayet etmiyor, zeitgeist meselesinden çakmıyor ve çağ dışı, gerilerde kalmış bir futbol anlayışıyla bizi rakiplerin karşısına çıkarıyor demektir.
Futbol rakipler üzerinden gelişir, etimolojik olarak böyle olmuş hep. Formasyonlar bir başka formasyonun antitezi olarak doğmuş, gereksinim şeklinde. (Inverting The Pyramid - Jonathan Wilson, konuya dair kitap) Sürekli olarak bir güncellenme ve tek doğruya çakılıp kalmama var. Futbola yön veren ve en üst seviyede yer alan takımları inceleyin, bazı kalıplara hiç girmediklerini görürsünüz çünkü bunlar rakibin yararlanacağı zaafiyetlerdir.
Çok basit, bilimsel olarak 4 - 4 - 2 demek, 4 - 3 - 3 formasyonunu merkez orta sahada bir oyuncu eksik karşılama anlamı taşıyor. Bir nevi ortada sıçana kalıyorsunuz, üç kişinin iki kişiyi ekarte etmesi daha rahat gerçekleşiyor. Teori haliyle bu zaaf üzerinden yürüyor. Premier Lig bile temel formasyon 4 - 4 - 2'nin kullanımındaki ısrarcılığını yitirdi, takım kalmadı, Tottenham sadece kalburüstü olanlardan. Bize ne kardeşim elalem oynamıyorsa, biz oynayalım demek futbolun evrensel dilini, bize verdiği mesajı duymamak, inatla almamak ve yeniliği, günümüz koşullarını, futbolun gelişimini reddetmektir. FC Barcelona ve İspanya, sadece futbolcuları iyi olduğu için domine etmiyor üç yıldır her platformda, bunun altında yatan bir felsefelerinin olması temel etken.
Eric Gerets, güzeldi hoştu oynattığı futbol ama ikinci sezonu dolduramadı, o kadar hücum oyuncusuyla Tromsö'yü bile eleyemezdin, modern futbol buna izin vermezdi, vermedi de. Keza Feldkamp'in harika takımı, o kadar işte, 5 - 1'de çamura saplandı. Daha üst klasman bir takımla oynamaya bile gelemedik bu çağ dışı hamlelerle. Lokal başarı oldu ama bize bir şey kazandırmadı bir sezon dışında.
Şu çok kötü geçen ve tahminimce "modern futbol yalanı" tabirini insanlara kullanmayı aşılayan üç senelik dönem, bizim günümüze ayak uydurmak için çırpındığımız ancak pek çok şeyi beceremeyip elimize yüzümüze bulaştırdığımız, kendi içimizde halletmemiz gereken bir dönemdi. Suçu kendimizden, organizasyon yapımızdan, zayıf ve yetersiz kadro seçimlerinden, teknik direktör hatalarından alıp "modern futbol" kalıbının üzerine atmak hem kolaycılık, hem de imrenerek seyrettiğimiz takımlara -Madrid, United, Chelsea vs. top 15 - haksızlık. Barça olmak değil olay, onlar tamamen kusursuzluğa en yakın futbol algısı, top kaybetme oranı yükseliyor diye orta yapılmayan bir uç, bizim asla erişemeyeceğiz mantalite bulunuyor orada, o takımlar neleri doğru yapıyorlar günümüz koşullarında, bunları alıp ülkemize uyarlamak zorundayız, bir şey icat etmek çok daha meşakkatli.
Biz, ne olacak canım 4 - 4 - 2 oynayalım, Baros & Elmander çift forvet oynar bu ligde kafasından çıkmadıkça, Avrupa Kupaları'nda çıkacağımız ilk maçta tokadı yer ve evimizin yolunu tutarız. Öyle bir noktaya geldik ki artık Türkiye Ligi bile bazı modern futbol dışı hamleleri kompanse etmeye yetmiyor.
Ben takımımda, modern futbolun gereklerine uyan ve yapabiliyorsa yön veren bir yapı görmek istiyorum, başkası görmek istemiyordur, ortak isteğimiz başarıdır, güzel futboldur nihayetinde ve günümüz koşullarına uygun hareket etmek başarıya giden en kestirme yoldur her zaman, diğeri büyük riskler taşır, engebelidir ve çağa ayak uydurmakta başarı sağlayamayacağı yüksek ihtimaldir.
Twente
Sağda Colin Kazım, solda Arda, ortada Ceyhun & Selçuk, Ceyhun az arkada Selçuk 45 derece açıyla önünde, Sabri ve H Balta bekler. En uçta Baros % Elmander aynı hat üzerinde, yan yana.
***
Fernando Muslera'ya dair;
Bir arkadaştan;
Benim İtalya ligini bilen arkadaşlardan soruşturduğum kadarıyla Muslera dünyanın en potansiyelli 25 yaş altı kalecilerinden. Refleksleri, gözüpekliği ve sezgileri çok üst düzey. Ancak henüz gelişimini tamamlamadığı için olmadık konsantrasyon sorunları yaşayıp hatalar yapayabiliyor. Yani bir karşılaştırm yaparsak, Fenerli Volkan'ın jöleli halinden biraz daha iyi durumda. Volkan'ın bugün dünya çapında bir kaleci olduğundan hareketle, Muslera'nın da Taffarel rehberliğinde (özellikle yer tutma ve yan top değerlendirmesi konusunda) yaşayabileceği gelişimle kısa sürede geçilmez bir duvar oluşturma ihtimali büyük. Dünya 4.'sü olan Uruguay milli takımında -üstelik sadece 23 yaşındayken- yarı finale kadar oynanan 5 maçta sadece 2 gol yemiş olması da önemli bir gösterge.
Ona istinaden devam ediyorum;
Tamamen paralel düşünüyorum, scout başlığında daha ismi hiçbir yerde geçmezken Muslera'yı önerdiğimde potansiyeli olan ancak gelişimini daha tamamlamamış diye not düşmüştüm. Vezir de olabilir rezil de durumu, sabretmek zorundayız.
Goalkeeping's bright future23 Temmuz 2011
With the transfer window still in its early stages, two signings have dominated proceedings. Manuel Neuer’s £25m move to Bayern Munich and David de Gea’s £18.3m switch to Manchester United have highlighted the embarrassment of riches currently among the young goalkeeping fraternity. It's widely thought that a keeper’s formative years come beyond the age 30, so the Germany international, 25, and the 20-year-old Spaniard should have high times ahead of them.
And Edwin van der Sar, who recently retired, is confident De Gea, 20 years his junior, has what it tkaes to fill his void at Old Trafford. The Dutchman said: “He’s very talented. I've spoken to him and it looks to me as though he can handle it.”
De Gea sprung to prominence over two seasons of high-flying firsts at Atletico Madrid. He made his senior debut in the UEFA Champions League at the age of 18 before saving a penalty on his La Liga debut. He went on to become a prominent member of Atletico’s UEFA Europa League-winning team and was selected in Spain’s preliminary squad for the 2010 FIFA World Cup South Africa™, though he didn't make Vicente del Bosque's final cut.
Ascending at Atletico
De Gea followed this up by firmly cementing his place as Atletico's first choice between the sticks last season, starting every one of their league matches, before capping it off with some fine displays as La Roja won the UEFA European U-21 Championship last month – adding to the continental U-17 title he seized four years earlier.
However, De Gea’s move was preceded this summer by the much anticipated transfer of Neuer from Schalke to Bayern. The Gelsenkirchen native has risen to the fore of a crop of blossoming German goalies, with the likes of Bayer Levekusen's Rene Adler, Sven Ulreich of Stuttgart and Kaiserslautern’s Tobias Sippel also Bundesliga regulars.
Neuer's performances during last year’s third-placed finish at the FIFA World Cup brought him to worldwide prominence, but he had already been crowned Bundesliga goalkeeper of the year in 2007, aged just 21, and won the UEFA U-21 Championship in 2009 , when he also took the best keeper gong.
German goalkeeping legend Oliver Kahn said of Neuer: “I think he will become world class. [Iker] Casillas of Real Madrid, Chelsea's [Petr] Cech and [Gianluigi] Buffon of Juventus are world class. And Manuel Neuer can get into that category.”
I think he will become world class. Casillas of Real Madrid, Chelsea's Cech and Buffon of Juventus are world class. And Manuel Neuer can get into that category.
Oliver Kahn, former German international goalkeeper
A string of stellar performances in Schalke’s run to the UEFA Champions League semi-finals sealed his move, but Die Königsblauen fans shouldn’t despair too much - they’ve just resigned 22-year-old talent Ralf Fahrmann.
Another promising shot-stopper was seen opposite Neuer in Port Elizabeth during the third-placed play-off in South Africa last year, Uruguay’s Fernando Muslera. Having cemented his place in the Lazio first team after a rocky start to his career in Rome, the 25-year-old became a fan favourite as he was pivotal in claiming their last piece of silverware.
Having moved from Montevideo Wanderers, where he made his debut at 18, Il Castorino (The Little Beaver) won his way into the hearts of the Biancoceleste faithful with his showing in the 2009 Coppa Italia final. Following a 1-1 draw with Sampdoria over 120 minutes at a packed Stadio Olimpico, Muslera saved two penalties in the ensuing shoot-out to see Lazio lift their first trophy in five years.
Two other of South America’s heavyweights have promising goalkeepers of the future. Argentina ‘s 23-year-old Sergio Romero is busy plying his trade at the Copa America, producing decisive displays in their first two games, and in the Eredivisie with AZ. Arch-rivals Brazil, meanwhile, have a huge talent waiting in the wings. Rafael is fresh from a Copa Libertadores triumph with Santos, and the 21-year-old is being tipped by many to be long-term successor to Julio Cesar.
France have an established youngster in Lyon’s Hugo Lloris, already with over 20 caps at just 24. A man whose talent has been well respected among European football for some time, he has had suitors across England and Italy regularly being linked with him, with the price tag a reported £20m-plus.
He's come from probably being a reserve at Manchester City to England's first-choice keeper in 18 months. He's got the chance to be there for a long time.
Former England international Peter Shilton on Joe Hart
Igor Akinfeev is another figure who has been at the fore of his profession since he was still a teenager. Having become CSKA Moscow’s first-choice keeper at the tender age of 17, the Russia international has accumulated an enviable trophy cabinet. As well as 12 domestic titles, including three Russian Premier Leagues, he was part of CSKA’s triumphant 2005 UEFA Cup-winning side, before claiming bronze at UEFA EURO 2008.
England were absent from that competition and have been without a solid No1 since David Seaman was dropped in 2002. However, following an outstanding 2009/10 season on loan at Birmingham City, Joe Hart looked to be the answer. After becoming a pivotal figure in Manchester City’s qualification for the Champions League last season, former England great Peter Shilton expects a big future from him now the young pretender has cemented his international spot.
"He's done exceptionally well," Shilton said. "He's come from probably being a reserve at Manchester City to England's first-choice keeper in 18 months. He's got the chance to be there for a long time, it's still early days. You couldn't really ask any more of him, he's shown a lot of confidence, a lot of belief.”
Emerging Emirates saviour?
Fellow Premier League giants Arsenal seem to have settled on youth to solve their recurring goalkeeping troubles. Following a lack of certainty between the sticks since the initial departure of Jens Lehmann, Arsene Wenger has held on for some time waiting for Pole Wojciech Szczesny to mature.
Having shunted fellow young countryman Lukasz Fabianski into second spot, the 21-year-old has grown into the role since making his league debut late last year, seeming largely unflappable in the daunting arena of Old Trafford. He is now the keeper of choice for Poland.
Another goalkeeper given the daunting task of making a league debut at the reigning league champions was 22-year-old Australian Mitch Langerak. Coming in for the injured Roman Weidenfeller, the Borussia Dortmund youngster was entrusted with keeping out the likes of the Bundesliga's leading marksman Mario Gomez and the fit-again duo of Franck Ribery and Arjen Robben. A sterling performance saw his side claim a 3-1 and take a decisive step towards their first league title in nine years.
Australia are not the only AFC to have promising shot-stopper in their ranks, with a number on international duty at this year's AFC Asian Cup. Qassem Burhan of Qatar is just 25 but played every game in their run to the quarter-finals, while the 24-year-old duo of Khalid Al Rashidi and Ali Khaseif, of Kuwait and United Arab Emirates respectively, both have promise but spent the tournament on the bench. Al Rashidi may have a young competitor though, with 22-year-old Kuwaiti Olympic goalkeeper Hussain Kankone looking to follow in older brother Shehab’s footsteps by claiming the senior side’s No1 jersey.
A. Eren Loğoğlu
21 Temmuz 2011
Menotti'nin -Marksist ve anti Mourinhocu- Eşsiz Barça Anlatımı
Yorum falan yok, kendi deyimiyle Marksist -içimizden- Menotti'nin, "Yalnız futboldan anlayan futboldan da anlamaz diyen" adamın doyumsuz söyleşisi, Barça vs Mourinho + Madrid meselesinde de tarafını belli edişi. Barça'yı sevmek için bir sebep daha.
Çok keyifli ve gururlu "aynı yapı yerinden olmak" Menotti'yle;
"Futbol" rızası için okuyun;
http://cizgiden-cikaran.blogspot.com/2011/07/ceviri-totalbarca-menotti-roportaj.html
Çeviri: Totalbarca Menotti röportajı
O kadar kafa patlatıp kendimce fikirlerimi yazıyorum, bu blog'un en çok okunan yazısı hâlâ The Guardian'ın Xavi röportajının çevirisi :) Sitem ediyor değilim, o çevirinin özellikle de Bülent Timurlenk'in blog'una linkini koymasından sonra patlaması çok şaşırtıcı değildi.
Yine bir çeviriyle buradayım. Geçen seferkiyle ilgili İngilizceme ve çeviri yeteneğime gelen eleştirilere rağmen bir kez daha soyunuyorum bu işe. Çeviri yöntemimi de belirteyim bu arada; orijinal metni kopyala-yapıştır, sonra çevir, çevirdikçe sil.
Bu sefer Totalbarca sitesinin El Pais'ten yaptığı çevirinin çevirisiyle birlikteyiz. Röportaj konuğu ise '78 Dünya Kupası'nı kazanan Arjantin milli takımının o dönemki hocası César Luis Menotti.
Arjantin milli takımına 1978 senesinde Dünya Kupası'nı kazandırmanın ötesinde, César Luis Menotti 1983-84 sezonunda Barcelona'yı da çalıştırmıştı, tıpkı River Plate, Boca Juniors ve Santos FC gibi diğer üst düzey takımları çalıştırdığı gibi. Menotti yakın zamanda El Pais'le oturup Guardiola'nın oyununun güzelliği, Arjantin'daki Messi saldırganlığı ve modern oyundaki Mourinholar denizini konuştu. Gerçekten efsanevi bir röportaj için okumaya devam edin.
Bu çeviri El Pais'teki röportajın çevirisidir (y.n. Bu blog girişi de o çevirinin çevirisidir). Orijinal röportaja buradan ulaşabilirsiniz.
Rosario'da 1938'de doğan El Flaco 'Sıska', futbolun en büyük kahinlerinden biridir. Burada Copa America, ulusal takımının güncel oyun planı ve Guardiola'nın Barça'sıyla Mourinho'nun Madrid'i hakkında konuşuyor.
Buluşma yeri Buenos Aires şehir merkezindeki ofisi. Sokaklar ve binanın içerisi soğuk. César Luis Menotti özür diliyor: Bu sabah kalorifer kazanı bozuldu. Bir tane alacaktım ben de, çünkü donuyorum. Masanın üzerindeki camın altında çocuklarının bir sürü fotoğrafı var. Üstünde yığınla kitap. Sollarında Eladia Blazquez'in Benim Şehrim, Benim İnsanlarım kitabı, Vazquez Montalban'ın La Aznaridad kitabı ve Tejeda'nın Kanımın Zavallı hali kitabı duruyor. Sağda eski bir salon sandalyesi ve çok uzun olmayan bir zaman önce burada olsaydık odayı dolduracak olan sigara dumanını anımsatan temiz bir kültablası.
P: Sigarayı bıraktığınızdan beri nasılsınız:
R: Kötü. Dediler ki 'İlk ay çok zor olacak ama sonra..." Yok, her ay daha beter canım çekiyor! Doktorlar hayatı daha uzun ve daha az zevkli kılmakta ısrarlı. Hayatımızı tatsızlaştırıyorlar, yaptıkları bu ve cerrahlar daha da beter! Şimdi böyle ufak bir zamazingoları var, Game Boy'a benziyor, bip bip, ve neymiş, ameliyat olmuşuz. Eski usul, yavaş, metotlu tedavi yok, ameliyat odasında kan bile görülmüyor.
P: Ameliyattan beri nasılsınız?
R: Bir şey değildi. Hastanede üç gün kaldım. Küçük bir şeydi, bana kalsa o şeyin alınmasına gerek olduğuna bile emin değildim, o yüzden doktora dedim ki 'Karar senin. Ben futboldan anlıyorum, ciğerden değil.' Bana sigara içmememi söyledi sonra, ama normal bir hayat yaşayabilirmişim. Kime göre normal? Benim normal hayatım senin normal hayatın gibi değil ki. Bir bağımlı için sigara inanılmaz bir partnerdir, bir dosttur. Benim için şimdi bir dostum yitti gitti, öldü ve dönüşü yok. Tek başımayken ve özellikle de yazarken çok arıyorum tütünü. Biri suratıma duman üflediğinde minnettar oluyorum. Restoran kapılarında arıyorum. Dün, bir adam bir barın kapısında bir puro çıkardı ve 'Dışarı çıkıyorum' dedi, 'Yok' dedim, 'gelebildiğin kadar yakınıma gel.'
P: Futbolu da bırakıyor musunuz?
R: Futbolun, birisinin aidiyet hissine ihanet ettiren boğuşmasının bir ödülü var. Huracan Arjantin futbolunu kurtarırken İspanya da beni futbolla barıştırdı; bana oyunla ilgili tutkumu geri verdiler. Onları daha ufak olanlarla oynarken izlemek ufak bir rahatlama oldu. Futbol kandırılmaktan hoşlandığım yegane alan. Futbol üç şey; zaman, boşluk ve kandırma. Ama şimdi zaman yok, boşluk bulamıyorsun ve beni asla kandıramıyor. Futbol dediklerinin benim anladığımdan başka bir şey olduğunu düşünecek kadar sıkılıyorum. Teknik direktörlerinin %99.9'unun Barcelona'nın oynadığı oyunu kıskanarak hayatını sürdürdüğünü söylüyorum. Herkes Guardiola gibi olmak istiyor. Ama çoğu nasıl olunur, onu da bilmiyor.
P: Diyorlar ki, büyük oyuncularla...
R: Yok yok, o cevabı ancak bir salak yutar, ben değil. Bu adam kenar çizgisinde durup sürekli 'Pas, pas, pas...' diyen bir adam değil ve ancak iyi oldukları için bunu kotarabiliyorlar. Guardiola'nın stratejisi bundan çok daha karmaşık. Bu idman, anlaşılır fikirler, oyuncularına bunu anlatma ve taraftarlar üzerinden kazanma ürünü. Guardiola gösterdi ki, kendisi oyuncularından daha önemli. Kendisi tabii ki tam tersini söylüyor. Ne diyecekti ki? Ben en iyisiyim mi? Ona da inanmıyor zaten. Ama gelin Guardiola'dan önceki Piqué'ye bakalım, Pedro'ya bakalım, Busquets'e bakalım. Iniesta'dan bahsetmiyorum bile. Hepsi fenomen şimdi. Gerçek şu ki, işin içindeki şans faktörü pek az.
P: Ne anlamda?
R: Tabii ki onlar için (Frank) Rijkaard tarafından açılmış bir yol vardı. Bazen giden hoca felaket bir enkaz bırakır. Rijkaard, bu anlamda halihazırda başarılmış bir şey bıraktı. Ama hepsinin ötesinde inanç oaradaydı. Hep derim ki, büyük bir yönetici çok iyi müzisyenlerle muhteşem bir orkestra oluşturabilir ve normal müzisyenlerle de hepsini akorda sokar ve güzel ses çıkarttırır.
P: O zaman oyuncularla ilgili olarak...
R: Guardiola'nın Guardiola olmasında oyuncularının payı olmadığını söylemek yalan olur. Bu yalandır. Eto'o'su vardı, Henry'si vardı, Ibra'sı vardı. Şimdi Villa'sı var. Ve sol bekte dört veya beş oyuncu geldi geçti. Mascherano'yu stoper oynattı. Guardiola'nın adamları ciddiler ve bu ben de dahil olmak üzere kıskançlık yaratıyor. Başka bir şeyle de hemfikir olmam mümkün değil.
P: Ne gibi?
R: Mesela Cruyff'ın da (Barcelona stilini) ilk başlatan olduğu gibi. Takımı Guardiola'nın Barcelona'sı gibi oynatmaya çalışan ilk kişi César Menotti'ydi. Ve bu beni öldürdü. Çok fazla pas yapıyoruz diye ıslıklandık biz! Öncesi var mıydı bilmem ama, Maradona'yı 9 numara oynattım ben, Messi'nin şimdiki rolü gibi. Carrascı ve Marcos kenarlarda, Schuster Xavi'nin rolünde. Geri kalanı da soyunma odasına gidip iyi huylu oyuncularla sıfıra bağlanırdı. 'Böyle oynamaya devam edemeyiz' diyorlardı çünkü Schuster topu her Alexanco'ya verdiğinde bizi ıslıklıyorlardı. 3-0 öndeysek oley çekiyorlardı. Üstümüzde büyük yük oluşturuyordu bu durum. Ben bıraktığımda Migueli dedi ki, benden sonra başa geçecek hocanın 'adamı marke edin' diyen birisi olması durumunda oynamayı bırakacaktı, çünkü forvetlere yapışık olmaktan bıkmıştı. Bazen ortalıkta gözükmüyorlardı bile. Marke etmek için bir 9 numara arıyor ve bulamıyordu, bulamayınca da oynayamıyordu. Endülüslü olduğu için topa dokunarak oynamayı seviyordu ve iyi de oynardı ama uzun boylu ve güçlü olduğu için ayağı da çok iyiydi. Hayvan gibiydiler.
P: Barça'dan neden ayrıldınız?
R: Annem öldü, Arjantin'e demokrasi geldi ve ben de dönmek zorunda hissettim. Nuñez'le öğlen yemeği yedik, önüme açık çek koydu ve kalmam için hangi oyuncuları istediğimi sordu. Ben kimseyi istemediğimi, yapmaları gerekenin büyük oyunculardan, prestijli inanılmaz oyunculardan kurtulmak olduğunu ve gençlerin önünü tıkadığımı söyledim. Kral Kupası'nı kazandıktan sonraydı, ufak bir kupaydı sonuçta. Şimdi Madrid kazanıyor ve sanki Intercontinental'i (Kıtalararası Kupa) kazanmışlar gibi davranıyorlar. Neden bahsediyorduk?
P: Hocanın öneminden bahsediyordunuz.
R: Evet, odur. Hocanın önemini belirtmek için derin bir benzetme yapmak istedim. Profesör gibidir. Öğretmenlerin nasıl etkileri oldu üzerimizde? Adamına göre değişir. Eğer çok iyi idilerse %99. Kötülerse, sadece boktan. Matematikten nefret ederdim çünkü üç sene boyunca hayatım üç hoca yüzünden cehenneme döndü, her biri bir öncekinden daha aptaldı. Ama kimyaya aşık oldum çünkü hoca ilk gün geldi, sigara içerek tahtayı formüllerle doldurdu ve dedi ki 'Bütün bunları Salı gününe kadar öğrenmeniz lazım. Ama bu imkansız'. Sonra dedi ki 'Bunu bilin ki, hayat da kimya gibidir, tercüme etmeniz gerekir.'
P: Sanırım o profesöre pek itibar edilmiyordur...
R: İspanya'yı bilemem. Kültürsüzleştirme burada 50 yaşına bastı. Üzüntü verici. Marjinallik şimdi üst-orta sınıfa ulaştı. Günde sekiz saat çalışarak kendini mahvedenler vardı, şimdi insanlar hayatta kalabilmek için 14 saat çalışıyorlar ve şikayet de etmiyorlar. Buna bir de adı olsun olmasın zengin ülkelerin korkunç insanların güç kazanmasına izin vermesini ekleyin. İlk yaptıkları şey insanların aidiyet duygularını köreltmek oldu. Her şey onların artık, futbol bile. Hükümet bir sokak yaptığında sanki kendi ceplerinden ödemişler gibi yapıyorlar. Müziğimizi çaldılar, parklarımızı çaldılar, meydanlarımızı çaldılar, hatta futbolu bile. Bir de şaşırıyorlar, insanlar yorgun ve plazalarda yaşıyor diye.
P: Sizce anlıyorlar mı?
R: Tabii ki anlıyorlar. Bu düpedüz saçmalık. Şüpheci olmak istemem ama ben yılmaz bir kötümserim. Yaşadıklarıma, tecrübelerime dayanarak, ideolojik bir temeli olmaksızın, hormonal olarak Maksistim. Hayatımın 70 yılında gördüm ki, kapitalizmin yarattığı keşmekeş çevremdeki her şeyin içine etti, futbol dahil. Bu ülkenin hiç bir açıklaması yok. Geçenlerde Barcelona'dan buraya karides endüstrisini incelemek için gelen bir dostuma ne dedim biliyor musun?
P: Hayır, bilmiyorum
R: Arjantin jeopolitik devrimi başlatmadığına göre kimseye inanma. 3,000 kilometre boyunca 600,000 insanı topladık ve Matanzas civarında, tek başına dört milyon insan yaşıyor, eskiden bu rakam 500,000'di. 14 milyonluk bir şehirde yaşamanın imkanı yok. Hiç anlamı da yok. Bunlar sadece bütün bir ülkeyi kontrol edebilmek için oy potansiyeli, ötesi değil. Fakirlik bazıları için kârlı. Onlara inanmayın. Sokakta tek bir çocuk bile yokken bana yalan söylemeyin artık. Cro-Magnon'un ne olduğunu hatırlıyor musun?
P: Evet, Cro-Magnon diskotekinde yangın çıkmıştı.
R: Independiente'de oynuyordum o zamanlar. Skandaldı. Bir çok genç öldü ve aileleri kulüp sahiplerine dava açmak istedi, ne saçma fikir. Sonraki günlerde idmandan dönerken (sokakta)kaç tane (genç) var diye saymaya karar verdim. Bir kırmızı ışıkta dokuz tane, diğerinde sekiz. Köprüden evime kadar 120 tane yazdım, hepsi 15 yaşının altındaydı, Cro-Magnon'da ölenler gibi ölmeye gidiyorlardı, uyuşturucu, şiddet ve adaletsizlik yüzünden. Peki onların ölümlerinden kim sorumlu olacaktı?
P: Hükümetin yaymaya çalıştığı 'herkes için futbol' duruşu konusunda ne düşünüyorsunuz?
R: Futbol halktan çalındı ve artık onlara ait değil. O nedenle, Arjantin milli takımının sadece seyircisi var. Futboldan anlayan kim varsa, o artık maçlara gitmiyor. Taraftarları, halkları yok artık, seyircileri var. Futbol bir ülkede ne rolü işgal edebilir? Bu bir iş koludur ve ne kadar iyi olursa olsun zamanı yiyip bitiren bir iş dalıdır. İyi bir şey değil. Ve bu geldiğimiz nokta işte. Futbol eğitimsel bir tutku, bir kendini ifade etme yeri. Hükümetlerin kâr amaçlı olmadıkları için bir gözetimi olabilir ancak. Ama onlar başka şeyleri gözetlediler, firmalara ve şimdi tarihi kulüpler yok oldu gitti bu yüzden. Hepsini imha ettiler. Kulüpleri 3 milyon Euro'ya satın alıp içine 300,000 koyup gerisini kendine alan yatırımcılar var. Bu ülkede spor, organize seviyede değerlendirirsek bir felaket. Bu ülkede spor ve turim bakanlığını birleştirdiler, sanki birisi hem kasap hem terzi olabilirmiş gibi! Bu çılgınlık. Ordu her zaman çok daha aptalca şeyleri sporun önüne koymuştur, daima.
P: Hiç teknik adamlığa dönme isteği duyuyor musunuz?
R: Evet, ama burada değil. Sahayı gördüğüm zaman gitar görmüş müzisyen gibi oluyorum ama burada değil, hiç bir şey için bunu hissetmiyorum. Bazen Barça'nın altyapı takımlarını görüyorum televizyondan ve kendi kendime diyorum ki 'Vasat yeteneğe sahip oyunculardan bir takım kurup kazanabilirim' ama oyuncular bana ancak altı ay dayanabilirler. Başkan 16 yaşına gelmeden takımın yarısını satar. Yazık.
P: (Julia) Grondona'yı suçlayan cepheden misiniz?
R: Hayır. Yani, bu Grondona'nın hatası tabii ki. Tanım gereği bir hata varsa herkesten çok onun hatası. Ama o tek başına değil. Diğer projeler nerede? Arjantin futbolunun Grondona'yla gittiği gevşeklik nereden çıktı? Korku da olabilir. O 35 senedir canı ne istiyorsa onu yapıyor. Burada olup biten ise daha ciddi bir şey. Harika kurumlar yok edildi, lokomotif, Platense. Olabilir, aynısı İspanya'da da oldu. Tenerife'ye bakın, Segunda B liginde veya Cadiz'in çaresizliğine. Cadiz'i severdim, hep hoşuma gitmişlerdir. Betis'i de çok severim. Colina Delisi (El Loco de la Colina - Arjantinli bir radyo karakteri) Betis'i çalıştırmam gerektiğini söylemişti. İkilem ise benim Atletico Madrid'den geliyor ve River'la (River Plate) imzalamış olmamdı ve bana tam da o hafta Betis'e gitmemi söyledi. Ölmek istedim, gerçekten, daima Betis'i çalıştırmak istemişimdir.
P: Arjantin'de, Guardiola gibi bir figür çıkamaz mı?
R: Hayır, sadece bir tane Guardiola var ama eğer çıkabilseydi de varlığını sürdürmesine izin vermezlerdi. Daha ortaya çıkamadan suikaste uğrardı. Bizim burada şimdi Mourinho'lar var ve onun gibiler, sadece kazanmayı düşünebilenler ve kaybettiklerinde de hatayı asla üstlenmeyenler. Bu türü çok uzun zamandır biliyoruz aslında. Çok dev çelişkileri vardır. Yine geçenlerde bir dordum İspanya'ya gitti ve Mourinho'nun idmanlarını izledi. Sonra Pep'in idmanını da görmeye gitti. Çok farklı antrenman yapmadıklarını söyledi, yaptıklarının çok benzediğini. Mou çok iyi çalıştırıyor. Kavramsal olarak, ikisi çok benzer. Ama sahada, gerçeğin saatinde ortak hiç bir noktaları yok. Bir sürü Mourinho var. Sadece bir tane Guardiola var. Barça ve İspanyol milli takımı futbola büyük kazanç oldular ve ben bundan dolayı onlara teşekkür ediyorum. Son noktada, Luis Aragones boğa güreşçisi olmayı kabul etti, boğa olmaktan vazgeçti. Zamanında söylemiştim ona, İspanyol futbolu tanımlanmalı, adı konmalı demiştim ve delirmişti, ama yine de çok severim Luis'i.
P: Del Bosque Busquets gibi olmak istediğini söylemişti, en uzunu. Peki ya siz, kim olmak isterdiniz?
R: Busquets'in ne yaptığı aşikar. İspanyol futbolunun bize verdiği en büyük yeteneklerden biri. O bir keşif. Onu ilk gördüğümde bir dostumu aradım ve dedim ki 'Yok olmuş bir türün futbolcusunu gördüm'. O bir deli. Benim hayatımda gördüklerimin en iyisi Pele'ydi. Sanırım ben Pele gibi olmak isterdim. Sizi her zaman şaşırtmayı becerebilecek kapasitedeydi, örneğin kafa topuna çıkardı, biraz daha yükselip topu göğsüyle durdururdu. Ne yapacağını asla kestiremezdiniz.
P: Messi gibi yani...
R: Bana göre futbolun dört kralı var ve beşincisi henüz doğmadı. Di Stefano, Pele, Cruyff ve Maradona. Şimdi hepimiz beşinciyi bekliyoruz, bu Messi olabilir, veya kimse olamaya da bilir. O en yakını. Ama ona bu tacı daha bir beş sene daha takamayız. Messi'ye o tacı takabilmemiz için onu Barcelona dışında görmemiz lazım, Maradona'nın Napoli'de yaptığı gibi. O takım bir bandoydu, Maradona'yla orkestraya dönüşmüştü. Messi bir hazine, harikulade bir şey ama ne olacağını göreceğiz. Bu zamanın dünyasında en iyi olmak için bir şey göstermek zorunda değil. Ama en iyi olmak için bir adımı eksik. Beşinci kral olarak taca ulaşacağından şüphem yok, ama şimdilik değil. Yalnız asıl güzel olan ne biliyor musun?
P: Hayır...
R: Messi öğreniyor. Önceleri ne zaman topu alsa maçı nasıl kazanacağını düşünüyordu. Evrildi. Ustanın elinin değdiğini oradan anlayabiliyorsun. Pep olmasaydı bu oyuncular nerede olurlardı? Pique'yi Pep'si hayal edebiliyor musun?
P: Ben edemem.
R: Pique Franz Beckenbauer oldu. İnanılmaz yetenekli bir futbolcu oldu. Ama başka herhangi bir teknik adamın ona Pep'in verdiği izni vereceğinden şüpheliyim. Bu serbestlik de değil. Sahada kimseye özgürlük vermezsin. Bilgiyle kazanılır o. Senin mesleğinde mesela, git ve bir gerizekalıya özgürlük ver, gazeteni batırır. Aynı şey. Oyunculara ne yapmaları gerektiğini söylemen gerekir çünkü kendiliğinden yapamazlar. Bir kapsam içerisinde özgürce oynarlar ve işler görürler. Pique canının istediğini yapmıyor. Barça içinde mutlak bir serbestlik yok. Oyunculara kendilerini çok serbest ve çok mutlu hissettirecek standartlar var, ama o standartlar oradalar, yerli yerinde.
P: 4-2-3, 3-4-3, bunlardan bahsediyorsunuz...
R: Yok canım, o senin dediğin telefon numarası. 4-2-3-1, 3-4-5-1. Bir keresinde Di Stefano'ya 2-3-5 oynamanın nasıl mümkün olduğunu sordular, o da dedi ki 'Ne zannediyorsunuz ki, daha öncesinde iki kişiyle beş kişiyi tutmaya çalışan götler olduğumuzu mu?'
P: Pep'le bir kaç sene evvel teknik direktör olmak istediğinde görüşmüştünüz. Onda o zaman ne gördünüz?
R: Bir konuda farklıydı; buraya kafasında çok net fikirlerle geldi. Buraya diğerleri gibi benden ilham istemeye gelmedi, onları sanki bir mesihmişim gibi bir yola sokmam değildi aradığı. Bir fikri vardı, buraya onunla geldi, onunla gitti. Gerçeğin arayışı içerisinde bana gelen genç hocalardan bıktım. Pep buraya ne yapması gerektiğini söyleyecek birinin arayışında gelmedi. Zaten biliyordu. Bu beni üzüyor çünkü ateş altında artık.
P: Sanırım bunu ilk günden beri bekliyordur.
R: Bir avantajı var, ne olursa olsun kimsenin değiştiremeyeceği bir geçmişi var. Birinin anılarında kendisine hizmet eden geçmişinden aldıkları vardır. Birisi şayet geçmişe sahip değilse, bugünün hizmeti bir işe yaramaz. Madrid daha fazla oyuncuyla anlaşabilir, sonunda herkesi toplayabilir ve kazanabilir ama Camp Nou'daki El Clasico'daki 5-0 sonsuza kadar orada kalacak. Düşünüyorum da, o maçtaki gibi bir oyunu aklım almıyor, ne gördüm, ne oynadım. Mourinho'yu ömrünün sonuna kadar fethetti.
P: Ondan sonra saçmaladılar demiştiniz.
R: Benim mahallemde ona patilerin sıçmak deriz. Kendini vurdu. Higain, Adebayor, Benzema ve Kaka'nın kulübede başladığı bir sonraki maçı gördüm düşündüm ki; tabii, kazanacak ama kendini bir kez daha vurdu. Çok uzun zamandır gördüğüm en büyük korkaklıktı bu. Ve bu Madrid'de pek hoş karşılanmaz. Boğa öldürülemedi ve boğa güreşçisi kaçtı ve bir daha da boğanın yanına bile yaklaşamadı. Ama olan biten gerçekten çok ağırdı. Bir clasico derbisinden o şekilde çıktığını hatırlayan yoktur. Ben hatırlamıyorum. Çok zordu, çok çok zor.
P: Arjantin'in Messi'ye bu kadar kötü davranmasının arkasında ne var?
R: Arjantin futbolu kültürsüzleştirmeye maruz kaldı derken, Borges'i kastetmiyorum. Futbol kültürü eğer kötüysen diğer on kişinin de mahvolduğu bir şeydi. Bir gün, hiç unutmam, maçın bitimine bir dakika kala faul kazandırdım. Herkes ileri gitti, kafa golü için. Kale çizgisinde bir savunmacı vardı ve topu durdurdu. Bir ay boyunca bana 'Bir frikik varsa Menotti atsın' diye dalga geçtiler. Arjantin'de neler olup bittiğini biraz olsun anlatabildim mi?
P: Anlıyorum.
R: Futbol hayat gibi. Sabahın altısında kalkıp hayatının kadınını aramazsın. Onu ya bulursun, ya bulamazsın. Her topa değdiğinde kazanmanı isterler. Felakettir, korkunçtur. Eğer pas verecek oyuncumuz yoksa neden oyun kurucumuz var ki? Barcelona'da insanların pas vermek istediği bir sürü asistçi var. Golden çok pas var. Ve bu onların yapmaya çalıştığı şey, pas yapmak. O kadar zor değil. Biliyorum Batista'nın da niyeti iyi ama...
P: Barcelona gibi oynamalarını istiyor.
R: Salaklar... Ne zannediyorlar ki, Juan Manuel Serrat gibi şarkı söylemek kolay mı? Hayır, bu imkansız. Batista'nın ben hastaneye yatar yatmaz beni aradığını biliyor musun? Elemanı severim ama beni gerçekten zorluyor. Dedi ki 'Hey ihtiyar, niye kendini mahvetmeyi bırakıp kendini sigara içmekten daha önemli şeylere adamıyorsun?'
P: Dinlediniz mi onu?
R: Artık sigara içmiyorum ve daha önce yazdıklarım ve sakladığım röportajlarımı içeren bir kitap yazmaya çalışıyorum. Nasıl bir şey çıkar bilmem, veya futbolun hangi gizemlerini keşfedeceğimi de...
10 Temmuz 2011
Terim'in Zihninden Geçenlerin Başlangıcı
Maçtan çıkarımlar;
Devrede oyuna girenlerin asıl kadroda düşünülen isimler olabilme olasılığının arttığını düşünüyorum. Sebebi de kimler olduğunda gizli sanırım.
Selçuk, Arda, Colin Kazım ve Elmander. Bir de Gökhan Zan, ona ayrıca değineceğim. Çıkan oyuncular Baros, Culio, Yekta, Ujfalusi ve Pino. Eşleşme;
G Zan & Ujfalusi
Selçuk & Culio
Arda & Pino
Elmander & Baros
C Kazım & Yekta
Maç başlangıcında aslar + denenen oyuncular organizasyonuyla sahadaydı takım.
Aslar Sabri, Servet, Ujfalusi, Hakan Balta, Culio / Yekta, denenenler Ufuk, Ceyhun, Culio / Yekta, Pino, Stancu, Baros şeklindeydi tahminimce.
Muslera geldiğinde Ufuk kenara geçecek. Bir isim daha ekleniyor.
Mevcut durumda Terim'in kafasındakiler tam da daha önce kurduğum yapıya benziyor;
Muslera, Sabri, Ujfalusi, Servet / G Zan, H Balta, Selçuk, Culio / Yekta, Colin Kazım, Pino / Stancu, Arda, Elmander / Baros
Ünal Aysal'ın söylediği orta saha ve forvet transferi de doğruluyor bu yaklaşımı. Pino / Stancu yerine biri hatta bu isim önde de oynayabilir, adres direk Forlan'a çıkıyor gerçi böyle. Diğeri de Culio / Yekta yerine daha etkili bir isim arayışı.
Beş yerli kesin hatta Terim alternatifi de üretmiş, Sabri, Servet, H Balta, Selçuk, Colin Kazım, Arda şeklinde. Bu altı isimden beşi kesin sahada olacak.
H Balta seçimi ne derece doğru, o tartışılır. Arda'nın GSTV'deki röportajında da bu gönderme vardı ama en ciddi yanlışı sol bek üzerinden kabul yaparak gerçekleştirecekler gibime geliyor, başımız ağrımaya devam edecek.
Transferlerin ardından daha da netleşir tablo ancak şimdiden yargı oluşturmaya başlayabiliriz, oyuncu tercihleri ve değişiklikleri üzerinden.
10 Temmuz 2011
A. Eren Loğoğlu
08 Temmuz 2011
Sezon Başlangıcı
İlk hazırlık maçı, sezon açılıyor;
Eray, Sabri, Ujfalusi, Semih, Yokluk, Selçuk, Yekta, Culio, Arda, Colin Kazım, Elmander ilk 11'i ile çıkarız umarım;
4 - 2 - 3 - 1
-------------------Eray--------------------
Sabri-----Ujfalusi----------Semih-------Yok (Berk olsaydı bari)
- -----------Selçuk------Culio-------------
-------------------Yekta-------------------
-----Colin Kazım------------------Arda-----
------------------Elmander-----------------
4 - 3 - 3
-------------------Eray--------------------
Sabri-----Ujfalusi--------Semih---------Yok (Berk olsaydı bari)
-------------------Selçuk------------------
-----------Yekta------------Culio----------
----Colin Kazım------------------Arda------
------------------Elmander-----------------
Arda'yla dörtlenen ve kalabalıklaşan bir orta saha, Colin Kazım'la ikilenen gol bölgesi, Culio'nun sol iç, sol açık ve savunmanın önünde oynama çeşitliliği, Selçuk'un ilk topları aldığı bir organizasyon, Yekta'nın (Ayhan'ın gençliği gibi iki yönlü, o sola giderdi) sağa kaykılan, merkeze sık sık giren çalışkanlığı, ayağı pas yapan bir ileri beşli (Baros da olabilirdi) ve bunun yanında Colin Kazım, Arda, Culio ve Selçuk gibi topa çok iyi kapaklanıp, sırtı dönük oynayan ve top saklayabilen isimlerle, savunmayı da orta sahaya yaklaştıran bir anlayış bekliyorum. Hayırlısı.
***
FIFA.com'dan "Kalecilerin Parlak Geleceği" makalesi, ilk iki sırada, bu yaz yüksek bedellerle transfer gerçekleştiren David De Gea & Manuel Neuer, üçüncüyse tanıdık -tartışmalı!- bir isim, Fernando Muslera;
http://www.fifa.com/worldfootball/clubfootball/news/newsid=1471020.html?cid=twitter_voiceofthesite
Another promising shot-stopper was seen opposite Neuer in Port Elizabeth during the third-placed play-off in South Africa last year, Uruguay’s Fernando Muslera. Having cemented his place in the Lazio first team after a rocky start to his career in Rome, the 25-year-old became a fan favourite as he was pivotal in claiming their last piece of silverware.8 Temmuz 2011
Having moved from Montevideo Wanderers, where he made his debut at 18, Il Castorino (The Little Beaver) won his way into the hearts of the Biancoceleste faithful with his showing in the 2009 Coppa Italia final. Following a 1-1 draw with Sampdoria over 120 minutes at a packed Stadio Olimpico, Muslera saved two penalties in the ensuing shoot-out to see Lazio lift their first trophy in five years.
A. Eren Loğoğlu