Zaragoza - Barcelona maçında NTVSpor sunucusu Ersin Düzen'den Messi incileri;
"Lionel Messi, çılgın attığı bir karşılaşma oldu"
Çılgın atmak, bildiğim kadarıyla, en azından öğrendiğim kadarıyla bir ekşi sözlük deyimidir, Ersin Düzen'in sözlük kültüründen eksik kalmadığını da anlamış olduk böylelikle.
"Tanrı onu korusun, iyi ki varsın Messi"
Yayın, bu cümleyle bitti.
Dünya Kupası'nda Arjantin'i nereye taşıyabileceği konuşuluyor bugünlerde, Maradona'yla karşılaştırma yapma zamanının geldiği düşünülerek.
Gelinen nokta öyle erişilmez ki, biri onu sakatlasa, sakatlayan oyuncunun spor hayatı sona erebilir baskılar sonucu. Messi artık, kutsal bir varlık izleyenlerin gözünde.
Bonservis bedeli yok, paha biçilemez o çünkü, reklamlardaki gibi.
Bilgisayar oyunlarıyla alay edercesine oynuyor, Barça'yı sırtında taşıyor, Barça'nın ona sahip çıktığı günlerin manevi borcunu ödercesine.
Leo, Katalunya'ya, Katalanlara ve futbol dilencilerine daha çok güzellikler sunacak, ön hazırlık aşamasında şu an!
22 Mart 2010
A. Eren Loğoğlu
22 Mart 2010
L e o
21 Mart 2010
Barça'yı Kim Yönetiyor?
Fotoğraf Guardiola'nın cezalı olup Camp Nou tribünlerine çıktığı Valencia maçından. Pep, yanında da sportif direktör Txiki var. Fotoğrafı özel kılan, bir alt sırada oturan Johan'la aynı karede bulunmaları.
Txiki geriye yaslanmış, düşünceli ve endişeli, elleri birbirine kenetlenmiş. Pep ve Johan ise çok dikkatli ve aynı kafa açısıyla bakıyorlar oyuna. Etraflarındaki pek çok izleyici sahada sanatsal bir gösteri sergileyen takıma ilgisiz.
Hangisi yönetiyor dersiniz Barça'yı, polemik konusu oluyor mudur Türkiye'deki gibi?
Not: Fotoğraf için Erdem'e teşekkürler.
21 Mart 2010
A. Eren Loğoğlu
20 Mart 2010
Dublörler & Kenyon Hamlesi
İnanmadım adları medya tarafından gündeme getirildiğinde, seçim kazanma amaçlı kullanıldığını düşündüm, hala da aynı paralelden bakıyorum, bazı farklarla.
Peter Kenyon, Thomas Kurth ve Esteve Calzada kanlı canlı, somut olarak karşımızdalar, ismen değil. Yine de inanmadım, dublörleri herhalde diye düşünüp araştırdım, fotoğraflarına baktım. Bu inanılmaz olayın gerçekleşme olasılığını düşündükçe -gerçi Rijkaard isminin yarattığı devrim etkisi bunu da doğurabilirdi- olmaz canım daha neler, Türkiye daha o seviyeye gelmedi, böyle çok üst düzey profesyonel isimlerin gelmesi çok zaman alır ve bunu ancak Galatasaray başarır bir gün diyordum kendimce.
Gerçekleşti, buradalar, Galatasaray çatısı altında, hem de yıllar geçmeden, o bir günü bugüne dönüştürerek. Peki nasıl ve neden, araştırılması gereken asıl konu bu, şoku atlattıktan sonra.
Peter Kenyon, Chelsea ve Manchester United'ın eski CEO'su, keza Umbro'nun da.
Thomas Kurth, eski G - 14 CEO'su.
Esteve Calzada, Barça'nın eski Marketing Genel Direktörü.
Gazete ve internet sitelerinde daha pek çok unvan var bu isimlerin yöneticilik kariyerleriyle ilgili. İmtina edip, dezenformasyon yaratmamak adına çok detaya girmiyorum, hakim olmadığım bir konu çünkü.
Futbolu her yönüyle takip edip Kenyon ismini duymayan yoktur yine de. Kurth'un da bir ara Galatasaray tarafından İstanbul'a getirildiğini hatırlıyorum. Calzada adınaysa Barça belgesellerinde, kulüp resmi sitesinde veya Katalan gazetelerinde birşeyler okurken rastlamadım, gözüme takılmadı hiç.
Biraz araştırma yapınca ilginç bilgiler çıkıyor ortaya, doğruluğu tartışılır, Calzada'nın Messi'nin isim ve imaj haklarını elinde bulundurması gibi.
Başkan adayı Adnan Öztürk'ün Kenyon hamlesi, Başkan Adnan Polat'ın en zayıf noktasının yönetimde profesyonelleşme olduğunu vurgulamak amacını taşıyor görünürde. İsimlerin kongreye çok yakın bir zamanda ortaya çıkması, projenin çok da içerikli olmadığını ve seçim kozu çerçevesinde sıcağı sıcağına gerçekleştiğini de gösteriyor, Rijkaard gibi değil. Futbol İcra Kurulu'nda görevlendirilmesi düşünülen bu isimler, mekan sınırı olmadan, bazı danışmanlık işlerini yürüteceklermiş gibi bir izlenim bırakıyorlar bende. İstanbul'da bulunmadan, Galatasaray'a nasıl bir fayda getirebilirler, çok tartışılır. Ortada bir açılım var ancak bunun içeriği net değil gibi bir algı yaratıyor, siyasetin hafızamıza yeni yeni kazıdığı bir söylem şeklinde sunacak olursam.
Görünürde olmayan amaç ne öyleyse?
Kenyon hamlesini, Galatasaray'ın en can yakıcı ve hassas noktası olan Lise zihniyetinin, Başkan Adnan Polat'ın bedeller ödeyerek iyi bir seviyeye getirdiği kulübün mirasının üzerine oturma çabası olarak görüyorum. 2005 - 2010 arasında mali yapı, amatör branşlar, stad sorunsalı ve futbol takımına bir model oturtulması gibi konularda gösterilen gelişmeler, 2010 - 2015 arasında meyvelerini vemeye başlayacak. Zihniyet, bu fotoğrafın içinde yer almak istiyor, Adnan Polat'ı yenilmez birisi yapmamak, statükoyu korumak ve Galatasaray'ın yapısının değişmemesi adına, çünkü çok az kaldı bu güzel günlere. Kenyon, Kurth, Calzada gibi aklın almayacağı isimlerin -bir şekilde, iş ilişkileri yoluyla ikna edilip- seçim kozu olarak kullanılması da bunun en büyük göstergesi.
Öztürk'ün dişe dokunur bir projesi de yok bu isimler dışında.
Öztürk seçil(e)mezse de bu isimleri Galatasaray'a kazandırıp, amacının sadece seçilmek olmadığını kanıtlamalıdır. Kazanan Galatasaray olsun denir ya konuşmalarda, bunun yolu böyle bir davranıştan geçer.
Sonuç olarak;
Kenyon hamlesinin amacı dışında 3 apayrı yönü var irdelenmesi gereken. İlki sevindirici olan kısmı, Kenyon'un Galatasaray adı için gelmesi, diğeriyse bunun bir proje değil seçim kozu olarak kullanılması, içinin boş olması, hüzünlendirici kısmı da bu. Sonuncusu ve sinirlendirici kısmıysa Zihniyet'in kara bulutlar halinde Galatasaray'ın üzerine çöküvermesi olasılığı.
20 Mart 2010
A. Eren Loğoğlu
Transfer Stratejisi
Transfermarkt.co.uk sitesine göre 2010 yazında sözleşmesi sona eren, Bosman kuralının geçerli olduğu, bonservis ödemeden transfer edilebilecek birçok ligi inceleyip seçebildiğim bazı bilinen oyuncular şunlar;
Joe Cole - 21
Michael Ballack - 20
Chamakh - 13.5
Fernandinho - 12
Diego Godin - 12
Adriano - 11
Jadson - 10.5
Deco - 10
Kuranyi - 10
Simplicio - 9.5
Petrov - 9
Kallstrom - 9
Fabio Aurelio - 8.5
Guerrero - 8
Patrick Vieira - 7.5
Almunia - 7.5
Pedersen - 7
Hamit Altıntop 6.5
Mark Van Bommel - 6.5
Riquelme - 6
İbrahim Toraman - 6
Timo Hildebrand - 4.5
Mehmet Yıldız - 4
Ali Turan - 3.5
Halil Altıntop - 3
Metzelder - 3
Serdar Özkan - 2.2
Ozan İpek - 1
Oyuncu isimlerinin yanlarındaki sayılar, siteye göre kuralın geçerli olmadığı transfer zamanlarındaki bonservis bedelleri. Galatasaray'ın ihtiyaçlarına çok uygun isimler de var, fantastik olanlar da.
Hamit, Van Bommel ilk gözüme çarpanlar. Oyunu iki yönlü oynayan iki orta saha oyuncusu, elzem. Simplico, Kallstrom, Vieira da çok önemli isimler benzer görevlerle.
Deco, Ballack, Riquelme olmaz Elano var iken. Joe Cole, Chamakh bize yar olmaz kesinlikle. Shaktar'lı oyuncuları çok izlemedim, karar vermem zor. Kuranyi, Guerrero Baros için ciddi alternatifler olabilir. Şahsen Baros'un arkasında yabancı oyuncu beklemesini pek anlamlı bulmadığımdan, bu düşünceye sıcak bakmıyorum. Sercan için çok bonservis istendiğine göre, Mehmet Yıldız, sisteme uymasa da farklı bir alternatif olabilir, özellikle Türkiye Ligi adına. Gerçi Halil de var listede, o çok daha uygun.
Franco'nun yerine Hildebrand alternatifi var, düşünülebilir.
Savunmanın merkezine Ali Turan gelecek sanırım.
Serdar Özkan ve Bursa'da başarılı bir grafik yakalayan Ozan İpek kadro genişliği açısından, iyi alternatifler olabilir.
Musa Çağıran ve Halil Çolak transferlerinin de bittiği konuşuluyor.
Bu liste iyi değerlendirilmeli, ihtiyaçlar dahilinde.
20 Mart 2010
A. Eren Loğoğlu
Play Off Şansı
Erkek Basketbol'da Galatasaray'ın puanı 30 -verilen ve büyütülen cezalardan ötürü adının Galatasaray olması kaynaklı ki bu ülkede en ağır cezaları hep Galatasaray almıştır, 5 maç seyircisiz gibi- ve play off için son sıradan girebilecek takımın puanı 34.
4 puanlık bir diferans var, kalan maç sayısı 7. Hesap yapalım fikstürden;
7 maçın 6'sını kazanırız gibi duruyor, Antalya ve Telekom maçlarından birini kaybederiz. Bu da 30 + 12 + 1 = 43 puanla sezonu tamamlamamız anlamına geliyor. Yani 34 puanlı rakiplerin 7 maçlarında 3 galibiyet almaları yeterli, 44 puan yapmaları için.
Zor görünse de 7'de 7 yapılması durumunda Galatasaray'ın da puanı 44 oluyor. Bu şansın biraz olsun artması, mantık sınırlarını zorlamadan devam etmesi niteliği taşıyor. Puan eşitliği durumunda yönetmelik ne diyor, TBF resmi sitesinden yönergeyi okudum ama normal sezona dair bir bölüm gözüme çarpmadı, bilgilendiren olursa sevinirim.
Rancik, Jasaitis, Mike, Darius gibi 4 yabancı var, kanımca gayet başarılılar. Can ve Evren de öyle. Bildiğim kadarıyla önümüzdeki sezon yabancı statüsü biraz değişecek, maç kadrosunda iki Avrupa pasaportlu olmak üzere 6 yabancı bulunabilecek ve aynı anda dördü sahada yer alabilecek. 2 Amerikalı hakkı daha var, çok iyi tercihler yapılırsa, bunun yanında rotasyona girecek birkaç Türkiyeli oyuncu da eklenirse, önümüzdeki sezon şampiyonluğa oynayan bir takım tam anlamıyla yaratılmış olur.
Bu takım, Play Off'u fazlasıyla hak etti, çok zor duruyor şu an. En azından kadroyu dağıtmayıp gelecek yılın planı iyi yapılmalı, bari bunu çok görmesinler bizlere.
20 Mart 2010
A. Eren Loğoğlu
19 Mart 2010
Avrupa'da Bahar, Çeyrek Final
Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi'nde son 8'e kalanlar ve eşleşmeler belli oldu;
Galatasaray'ı eleyen Atletico yoluna devam ederken, Fenerbahçe'yi eleyen Lille Liverpool'a takıldı son 16'da. Geçtiğimiz sezon Galatasaray'ın gruplarda mağlup ettiği Benfica, UEL'de Çeyrek Final'e yükselirken, son 32'de elediği Bordeaux ise CL'de bu seviyeye geldi, tesadüf olmasa gerek. Avrupa'nın belirli düzeydeki takımları karşısında dramatik galibiyet ve mağlubiyetler alınmış olması, bir anlamda ilerleyen senelerin ön hazırlığı olarak da düşünülebilir. TT Arena'da daha tecrübeli, bilinçli, sisteme adapte olmuş Türk oyuncularla, daha üst noktalara gelinecektir.
CL'de Barça'nın dikenlerin en yoğun olduğu yoldan Madrid'e yürümesi gerekliliği ortaya çıktı. Önce Barcelona'nın karbon kopyası ama Messi'siz bir alt modeli -genç, tecrübesiz, daha az yetenekli- Arsenal ile oynayacaklar. Tur atlarlarsa karşılarına muhtemelen Jose ve Eto'o'nun Inter'i gelecek, bu tur da geçilirse finalde büyük olasılıkla Fergie'nin United'ı onları bekleyecek.
Inter'in CL için süpriz şampiyon adayı olduğunu sezon başında belirtmiştim. Chelsea'nin elenmesinden sonra Barcelona'nın önünün tamamen açık olduğu tezine malesef katılamıyorum. Barça'lı oyuncuların, Johan'ın ve Pep'in de kabul ettiği üzre Katalanlar hala geçen yıl gösterdiği form seviyesini yakalayamadı. Ibra'yı takımın oyununa katmayı içeren yeni bir evrim geçiriyorlar. Finalin Madrid'te olması önemli bir motivasyon kaynağı. Krallığın şehrinde, yanlıların gözlerinin önünde, canlı canlı, Puyol'un ellerinde yükselecek bir kupa, hayali bile doyumsuz. Muhtemelen Madrid'te bir de lig finali oynanacak. 2 Madrid maçı Barça'nın kendi yazdığı tarihi, kaderi olabilir bu yıl.
Arsenal maçları beklentileri karşılayacak seviyede olacaktır elbet, futbol adına. Arshavin ve Ibra kilit isimler kanımca. Liverpool savunmasının arkasına sarkmayı çok iyi başaran seri bir Arshavin büyük sorunlar yaratabilir Camp Nou'da, Cesc'in atacağı paslara yapacağı koşularla. Nasri'nin de yükselen bir form grafiği var. Arsenal'in Barça'yı nasıl durduracağıysa asıl cevabı aranması gereken konu. Topa daha çok sahip olmaya çalışmak ve elinden geleni yapmak olabilir herhalde. Arsenal'in Chelsea gibi oynama şansı hiç yok, Barça gibi oynayıp, onların yaptıklarını daha iyi yapmak zorundalar, ki bu çok zor hatta imkansıza yakın. Bunu deneyenler, 6 - 2 yenilen Real Madrid en güzel örnektir, rezil rüsva oldular Barça karşısında. Bu sezon çok az verim alınan Ibra, en az zorlanacağı savunma anlayışını karşısında bulacak Arsenal maçlarında, patlama yapabilir geçici olarak. Form grafiği biraz artabilecek bir Ibra'yı tutabilecek bir savunma oyuncusu yok Arsenal'de. Pivot santrafor işe yarayabilir, benzer felsefedeki takımlara karşı.
Inter'den bahsetmeden olmaz, Barça karşısında Chelsea rolünü çalabilirler, yapıları buna çok uygun. Kalede Julio Cesar, bekler Maicon, Zanetti, stoperler Samuel, Lucio, ön liberolar Cambiasso, Thiago Motta, yanlarına Stankovic hamlesi önlerinde Sneijder, blok halinde oynayıp Eto'o'yu topla buluşturmalarıyla can yakabilirler. Seri ve çabuk bekleri, fizik gücü çok yüksek oyuncu sayısının fazlalığıyla ve profesyonel davranmayı -çirkefliği- iyi kotarmalarıyla Barça'nın başına bela olabilirler.
Ronaldo'suz da olsa Van Der Sar & Vidic & Ferdinand üçgeni ve durdurulamayan -yeni Ronaldo etkili- Rooney ile United hala önemli bir rakip. Zor gol yiyorlar, Fletcher ve Carrick de çok formda ön alanda. Bayern'de Robben mucizeleri bitmek tükenmek bilmiyor. Madrid'in onu neden gönderdiğini ve Marcelo'ya tahammül ettiğini anlamak çok güç, Ribery için olabilir. Çok şansları yok kanımca United karşısında. Lyon - Bordeaux maçlarından gelecek takımın da United karşısında tur atlaması çok büyük süpriz olur, özellikle bu Bordeaux olursa Blanc seviye atlayan bir teknik adam konumuna yükselir. Sir Alex'in yolu finale kadar çok açık görünüyor. 3 yıl üst üste takımı bu seviyeye getirirse, çok büyük bir başka işi daha başarmış olacak.
Biraz da, takip edebildiğim takımlar üzerinden Avrupa Ligi'ne bakalım;
Liverpool amaçsızlıktan biraz kurtularak, ligde 4. lük için, Avrupa'da da kupa için oynayacaktır. Torres ve Gerrard form tutmaya başladı. Karşılarında son 23 resmi maçını kaybetmeyen Benfica olacak. Zor ve zevkli bir eşleşme. Hedefi kısıtlanan Liverpool ve Rafa için önemli bir fırsat, Benfica ise onlara ters gelebilecek bir takım. Tahminde bulunmak çok güç.
Bir Roy Hodgson projesi olan Fulham evinde zor kaybeden ve gol yiyen bir takım. Zamora inanılmaz oynuyor, geriden onu Dempsey, Gera, Duff, Davies, Murphy gibi hücum özellikleri yüksek oyuncular destekliyorlar, arkalarında Etuhu var. Savunma sağlam ve sürekli birlikte oynayan isimler, Hangeland, Hughes, Kelly, Konchesky gibi, kaledeyse Schwarzer var, güven abidesi. Wolfsburg'da etkili isimler, Dzeko, Grafite, Misimovic gibi. Fulham'ı yakaladığı hava ve heyecanıyla daha şanslı görüyorum, ilk maç gol yemeden kazanmaları gerekecek.
Atletico Madrid, tahmin edildiği gibi deplasman performansıyla ilerliyor. Açık alanda başarılı olabilen müthiş oyuncuları var, bunu iyi kullandılar bu zamana kadar, devamının gelmesi zor gözüküyor, sürekliliği olmayan bir takım ve ilk maçı deplasmanda ve kontrollü oynayan bir takıma karşı olursa, ne yapacakları meçhul. Yine de Forlan, Agüero, Reyes, Simao gibi isimlerle göz korkutucu bir takım, her an herşeyi yapacak, şapkadan tavşan çıkartacak türden. Valencia'yı David Villa sırtında taşımaya devam ediyor. 3 hafta önce ligde oynanan maçı Atletico 4 - 1 kazanmış, sezonun ilk yarısındaki maç ise 2 - 2 beraberlikle sonuçlanmıştı. Gollü maçlar bizi bekliyor, Valencia'nın ligin tersi sonuçlar alacağı beklentisini taşıyorum, bakalım zaman ne gösterecek.
Hamburg - Standart Liege hakkında yorum yapmam çok zor, bu sezon iki takımı da hiç izlemedim özetler dışında. Askerliğin de bunda etkisi oldu, arayı daha yeni yeni kapatıyorum. Al Jazeera Sport paketini izlememi sağlayan teknolojiye de teşekkür etmem gerekiyor, son 16'da oynanan bütün maçları izleme imkanı sunuyor, olağanüstü bir olay yıllarca TRT'deki Avrupa'dan Futbol'u, o müthiş jeneriği bekleyerek büyüyen biri için. Barça maçı sonrası program sunan Katalan ordusunun neferi Lineker'i izlemek de muhteşemdi.
19 Mart 2010
A. Eren Loğoğlu
18 Mart 2010
4 - 6 - 8
Barça'nın sportif tarihi Johan'dan Önce ve Sonra diye ikiye ayrılmalıdır. JS, Barça'nın başarısının sırrı nedir diye sorarsak?
Yazı susar, fotoğraf konuşur. Messi'nin çok popüler olduğu bu zamanlarda, Pep, Xavi, Iniesta ekseninde -Puyol'u unutmuş değilim, Barça'nın ta kendisi kaptan, hasat zamanı ortaya çıkacak- tarihi bir şerit geçişi, kısaca;
18 Mart 2010
A. Eren Loğoğlu
17 Mart 2010
Abramovich: Yabancı Sınırı Kalkmalı!
Kontrast adına ne varsa Chelsea - Inter maçındaydı.
Daha iyi oynayan, soğukkanlı olan Inter'di. Aynı Inter, Şampiyonlar Ligi tarihinde bu seviyedeki bir maçta görülmeyecek derecede de futbol dışı unsurlara başvurdu. Evet, iyi oynadılar, topa daha çok sahip oldular, Chelsea'nin topu sürekli yükseltmesini sağladılar, iyi pozisyon aldılar, topun gerisindeydiler, Sneijder'in muhteşem ara paslarıyla da birçok gol fırsatı yakalayıp birini değerlendirdiler, bunların hepsini yapabilecek kapasitede bir takımın oyuncuları, kanımca biraz da Mourinho'nun psikolojik savaş stratejilerine ihtiyacı olduğu sanrısıyla devamlı yerde yattılar, ağırdan aldılar, faul istediler, her taç pozisyonuna itiraz ettiler.
Seria A'yı da yakından takip ediyorum, Inter'in bu yola bu kadar çok başvurduğu bir başka maç hatırlamıyorum. O kadar abarttılar ki bu durumu, ligde yere hiç düşmeyen futbolcular her darbede kendini yere attı, Drogba'yı attırdılar, Didier atıldı diyemiyorum bile, oyuncu sakatlanıyor, dışarı sedyeyle taşıyan yok, Cambiasso ve Sneijder oyun durduğu an Mourinho'nun yanında bitiveriyorlar.
Sanırım maçtan önce Inter teknik ekibi ve oyuncular, bunları yapmazlarsa Chelsea'yi yenemeyeceklerini düşündüler, benzer bir düşünce Fenerbahçe'de de vardır hep Galatasaray maçları açısından. Aslında gerek yoktu bu denli çirkef davranmaya. Maç sonunda Materazzi oyuna girecek ne varsa takmış takıştırmış hakem takıları çıkartıp oyuna girmesini isteyince -sanırım zaman kazanmaktı amacı- Mourinho bile sinirlenip, bileğinden söktü aldı Lance Armstrong bileziğini. İyi polis kötü polis hamlesiydi biraz da bu, yoksa stratejinin asıl sahibi Jose'nin kendisiydi.
Inter, Lucio, Samuel gibi Lugano karakterli oyuncularla aşırı agresif yüzünü de gösterdi, hiç çekinmeden. Ancelotti'nin tepkisiz yüz ifadesi, Chelsea'nin anlamsız paniği, Mourinho'nun sahayı çok iyi parselleyen stratejisi, hakemin müsamahası, çirkeflikler maçın akılda kalanlarıydı.
2004 - 2005 sezonunda Eto'o'nun Barcelona'sı Stamford Bridge'de 4 - 2 mağlup olup elenmiş, son goldeki faul atlanmış, maç sonu kavgalar çıkmıştı, futbol tarihinin en güzel maçlarından biriydi. Bu maçın rövanşını Eto'o bir sene sona yine burada attığı golle almıştı. Geçtiğimiz sezon Iniesta'ydı intikamı alan, bu sene yine Eto'o oldu. Bir başka intikam hikayesi de Jose Mourinho'yla ilgiliydi. Ancelotti Chelsea'ye CL şampiyonluğu için geldi, keza Jose de bu sebeple ayrılmıştı Chelsea'den ve Inter'in başına geçmişti. Yemeği soğuk yedi Mourinho, zeytinyağlıydı. Chelsea hala Carvalho'nun -John Terry'nin- o haksız golünün bedelini ödüyor. Barcelona'nın olmadığı zamanlar, asıl bedel ödetici Liverpool'un liman işçilerinin çocuklarıydı. Peki Mourinho'ya hesabı kim soracak, Liverpool olmadığına göre bunun da cevabını Katalan çocukları vermeli, bugünden başlamak üzere!
17 Mart 2010
A. Eren Loğoğlu
12 Mart 2010
Blaugrana
Eray Sözen'den bir başyapıt;
http://eraysozen.blogspot.com/2010/03/mes-que-un-club-fc-barcelona-1899-2010.html
Benzer FCB yazılarımla -özellikle tarihi zaferler sonrası- zaman tüneline girmek için;
http://erenlogoglu.blogspot.com/search/label/FC%20Barcelona
Simon Kuper'in "Futbol Asla Sadece Futbol Değildir" kitabından bir pasaj okumak -170. sayfadan başlayıp- ve derinlere dalıp gitmek amacıyla;
http://www.google.com/books?id=Kq29y74OLUAC&printsec=frontcover&dq=futbol+asla&lr=&ei=kYWaS4KDDILYNvvWxNIH&hl=tr&cd=1#v=onepage&q=&f=false
Bir de belgesel;
http://www.bbc.co.uk/programmes/b0074r2s
FC Barcelona bir kulüpten daha ötedir!
Katalunya İspanya değildir!
Barça kazanınca, Katalunya kazanır!
A. Eren Loğoğlu
12 Mart 2010