Olmadı, Chelsea maçında gerçekleşen mucize yeniden vücud bulmadı.
Kadrolar belli olduğunda Guardiola'nın, Inter'in 1 gol peşinde koşacağı öngörüsüyle karşılaşıldı. Milano'da aksayan sol bölgeye stoper çekip, Maicon ve Eto'o ikilisinin gol arama girişimlerini başlamadan bitirmek istiyordu Pep. O'nu bu hesaba sevkeden bir başka durumsa Iniesta ve Puyol'un olmayışıydı. Messi'yi Xavi'ye yaklaştırıp bir çözüm üretmek arayışına girdi çünkü Keita ve Busquest oyunu açabilecek topla ilerlemeyi sağlayamıyorlardı.
Geriden gelen Pique'ye kontra olarak eşlik edecek isim Milito değil Toure olmalıydı, üstelik Xerez maçında iyi de oynamıştı. Sıkışan Xavi ve Messi'yi rahatlatması gereken isimler Pique ve Toure olacaktı, geriden getirecekleri toplarla. Temelde sorun hep Xavi'ni sağına Messi sürekli pas açısı amaçlı gelirken, soluna Iniesta'nın gelemeyişiydi. Bu maçın özelinde Eto'osuzluk sorun değildi, keza Chelsea maçlarında da çare olmamıştı Kamerunlu. Zlatan tam da bu yüzden, sisteme uymamasına rağmen, bu tür maçlarda fark yaratabilsin diye transfer edilmişti. Lucio ve Samuel'in arasında dayak yedi, itildi, çekildi, forması yırtıldı ve hiçbir varlık gösteremedi. Hakemlerin Inter'in ceza sahası içi sertliğine -neredeyse her pozisyonda birileri itiliyor, çekiliyor, dengesi bozuluyor- müsamaha göstermesi Inter'in İtalyan futbolu, İtalyan oluşu, Mourinho ve Moratti'nin şöhreti kaynaklıydı. Futbolda aslolan hücum edenin korunması, kollanması, müsamaha sınırlarını zorlamasıyken, NBA'de savunma sertliğine izin verilmesiyle daha sık karşılaşılır, basketbol savunmaya dayalı bir oyundur çünkü.
İlk maçta farkı yaratan Portekizli hakemdi. 2. golde Messi'ye yapılan faul, 3. golün ofsayt oluşu, maçın sonlarında Alves'e yapılan harekete verilmeyen penaltı cezası, Cruyff'un bile hakem hakkında konuşmasına sebebiyet veriyordu. Eto'o olmayınca baskı kurulamadı ön alanda ve yorgunluğun getirdiği etkiyle yapılan top kayıpları ani ataklara dönüşüverdi.
Pep'in rövanş hesapları tutmadı, peki neden?
Milito tercihi 45 dakika kaybettirdi çünkü Inter'in rakip yarı sahaya gitmeye bile niyeti yoktu, Maicon ve Eto'o için önlem almak yerine sıkışan sağ bölgeyi, Maxwell'in sol bölgeden desteğiyle açabilirdi oysa. Keza Pedro da çizgide takıldı kaldı maç boyunca. Ibra'ya 60 dakika ancak dayanabildi, formsuz bile olsa Henry 60'dan sonra denenebilirdi, Pep, Sergio ve Keita adam eksiltemediğinden, seri oyuncuları Bojan ve Jeffren'i aldı, en azından bir hamleydi bu da çözüm üretmek adına. Pique'nin hücum bölgesinde oynadığı kısa süre bile Ibra'dan daha hareketli, haliyle sisteme daha uyumlu ve verimli olduğunu gösteriyordu.
Barça, Chelsea maçından korktu, Madrid'in transferlerinin altında ezilmek istemedi, Eto'o sorunluydu ve gelinen nokta malesef buydu Ibra'yla.
Maça dair detaylar vereyim;
Muhteşem bir koreografiyle başladı herşey. Katalanlar maça 15 dakikadan önce gelip megafon eşliğinde tezahurat yapma uğraşı içersindeydiler, hiç alışık olmadıkları bir şeydi sanat sevdalılarının. Maç başladığında Inter'in Chelsea direnişinin bir başka ve üst versiyonunu sahaya süreceği anlaşılmıştı. Kırmızı karta kadar Inter hücum etmek istedi tezine katılamıyorum, daha ilk anlardan itibaren 3 pas üst üste yapamayıp topu ileri vurdular, genelde taca gitti. Rakip yarı sahada 2 pas üst üste yapamadılar, ilk 20 dakikada pas sayıları sadece 10'du ve bu takımda dünyanın en üst seviye oyuncuları var.
Daha 2. dakikada Julio Cesar 45 saniyede kullanıyordu kale atışını. 10. dakikada da sarı kart gördü, herhalde daha önce yaşanmamış bir olaydır bu seviyede bir maç içersinde. Maicon'un yerde kıvranışları, Lucio'nun, Sneijder'in sakatlık bahaneleri, Chivu'nun kafa vurup sakatlanması falan psikolojik bir savaştan başka bir şey değildi. Bunların hiçbirine kızmayıp Motta'yı 2. sarıdan attıran, Inter'e karşı nasıl oynanması gerekiyorsa öyle oynayan, psikolojik savaşa karşılık veren Sergio'ya yüklenmek, insafsızlıktır. Messi'ye sürekli bir şeyler söyleyen ve ilk yarıda çok sert bir faul yapan Chivu'nun bu yönde bir taktik aldığı da kaçınılmazdı. Mourinho'nun Guiseppe Meazza cehenneminde üç maymunu oynarken Camp Nou'da Katalanları alkışlaması da psikolojik savaşın bir başka alanıydı. Gülümsemeleri, su içip tükürmeleri, zaman zaman kulübeden çıkıp dikilmeleri, gol yedikten sonraki reaksiyonu taktiksel dehadan çok savaş becerileriydi. Mourinho bu işleri iyi kotardı, özellikle maç sonu gösterisi, ukalalığı, kendini beğenmişliği, boşalan duygularını sahanın ortasına akıttı. Valdes'in engellemeleri bile boşunaydı, onu sakinleştirmek adına. 2 parmağını yukarı dikerek ki maçtan önce buna hazırlandığı her halinden belliydi, Inter tribünlerinin önüne gelmesi, sahada turlaması falan anlaşılabilir şeylerdi ancak bunu uzatması ve Victor'a takındığı tavır hoş karşılanamazdı. Gösteriyi bozan, sahneyi çalmaya çalışan Valdes'e gösterdiği tepkiyle ne kadar da ucuz bir işe kalkıştığını gözler önüne seriyordu Jose, hiç yakışmadı. Hak etmedikleri bir turu geçen Inter'li oyuncuların sulanma olayının bu denli sulandırılmasınaysa pek anlam veremedim. Maçta en ufak dokunmaya faul isteyen, dakikalarca yerde yatan, topa çok az dokunan, üst üste 3 pas yapamayan, topla oynama yüzdesi 25 civarında sürünen, kaleyi bulan şutu olmayan, rakip yarı sahada bulunmaya tenezzül dahi etmeyen, sert, çok konuşan, her pozisyona haklı haksız itiraz eden -bu sayede korner ve taç kazandılar bol bol- robot görünümlü Interlilerin maç bitiminde ağrısız sızısız deliler gibi sevinmesini kimse kabullenemezdi, öyle de oldu.
Barcelona sonsuz yan pas yapıyor yanılgısıyla, bu takımın topa sahip olmasını önemsizleştirme çabasına girenler, aynısını bir başka takımın yapabilme olasılığı hakkında ne düşünürler acaba! Ya da 2 yıl üst üste 100 küsur golü geçen bir takım için yan pas yapıyorlar pozisyon yok komedisini sergilemek kendini kandırmak değildir de nedir!
2000'li yılların başında underground kalmış bir takımdan, başarıları ve internet tabanlı bir popüler kültür ikonuna dönüştürülen Barcelona, bu sebeplerden ötürü birilerinin nefretini, sevgisizliğini kazanmış olabilir, doğaldır ancak bu Barça'yı yargılama sürecinde geçmişinden bağımsız davranma ve söylemde bulunma hakkını kimseye vermez. Barça hala Rivaldo'ya tapanların, Cruyff felsefesini özümsemiş olanların da takımıdır.
Dün gece Inter tur atladı atlamasına ama Bojan'ın golü olması gerektiği gibi geçerlilik kazansaydı ne hissederdi bünyeler, bu kitle?
Yine dün gece Inter, Chelsea'den de öteye götürdü savunma futbolunu ama doğru anlamda değil, rezilce, aşağılık bir şekilde. Kırmızı karttan önce ve sonra sahasından çıkmaya dahi tenezzül edemeyen, kalesinin 20 – 30 metre önüne kurduğu 2 blokla, topu sürekli uzaklaştırma korkaklığıyla, sertlikle, futbol dışı bütün unsurları -ilk yarı, yarı sahadaki bütün ofsayt ve faul atışlarını kaleciye kullandırma, hatta maç sonlarında Lucio frikik atar gibi gerildiği Hami Mandıralı gerilişiyle kullandığı faul atışları- sergileyerek oynanamayan bu çağ dışı, iğrenç futbol anlayışıyla Inter finale uzandı ama sadece bir seneliğine, zihinlerde yer edinmeli. Bu kadar çok kaliteli oyuncusu olan bir takımın böyle aciz durumda bırakılması Mourinho'nun hanesine büyük bir eksi olarak yazılmıştır, ilk maçta kontra atağı yani atağı düşünen anlayışını buraya da getirip onurlu bir şekilde kazansa çok daha özel bir adam olurdu. Inter muazzam bir savunma organizasyonu sergiledi, bu gücünü ve oyun konsantrasyonu biraz da oynamaya verselerdi çok daha şık dururdu her şey, durmadı!
Yine de takdir edilmeliler, saygı duyulmalılar. 60 dakika 10 kişi, Jose'nin deyimiyle topa sahip olmayı istemedik kaybedince pozisyon zafiyeti yaşayabilirdik gibi belki de sadece onun aklına gelebilecek dahice bir düşünceyle savundular kalelerini. Rahatsız oldum, nefret ettim, lanet okudum, futboldan soğudum ama saygı duydum. Zlatan'la konuşan Pep'i dinlemeye gelmesi gibi ya da Pep elini sıkmaya gelirken sahaya sevinçle dalması gibi değil, gerçek duygularla, samimiyetin dibine vurarak saygı duydum.
Barça, kendine özgü oyun anlayışıyla, futbolun en güzel şekliyle, sadece 1 gol uzaklıktaydı 2 yıl üst üste CL Finali'ne çıkmaktan. Onu da attı ama sayılmadı. Madrid bir saplantı olarak kaldı, olmadı. Yeryüzünün gelmiş geçmiş en güzel futbolunu oynayan takım, şimdilik en başarılı olma yolunda derin bir yara aldı. Önlerinde La Liga serüveni var kazanmaları gereken!
Eski bir Barçalı Jose'nin önünde kupaya uzanmak için aşılması gereken bir engel daha var ve her ne hikmetse o da bir başka Barçalı, Louis Van Gaal. Umarım Van Gaal, Jose'ye bu sevinci tattırmayacak çünkü hiç hak etmediler, çaldılar Katalanların elinden. Tarih en güzel oyunu, gelmiş geçmiş en iyi takımı başarıları, başarısızlıkları, kupaları ve oyunuyla yine yazacak.
Umarım Inter seneye de denk gelir, Mourinho hak ettiği yere, Real Madrid'e gider ve Camp Nou'ya yeniden çıkar da intikam sırası Barça'ya geçer.
Bu defa olmadı, seneye yine Katalan çocuklarıyla -Valdes, Pique, Puyol, Xavi, Sergio, Iniesta, Pedro, Jeffren, Bojan ve Messi ile- güzel futbol oynayacak, daha çok çabalayacak, keyif verecek, futbol bu dedirtecek, bekleyin!
Önce kalan 4 maç kazanılmalı sonra gelecek sezon birkaç takviye Ibra özelinde, ders alınması gereken çok şey var. Iniesta'nın sakatlığında doğru alternatifi üretememe, geçen sezon gösterdiği form seviyesine -Messi'nin parlamaları dışında- bu sezon hiçbir maçta ulaşamama -uzay takımı denildiğinde bile görüşüm değişmemişti çünkü Barça'yı yakından takip edenler ters giden bir şeyler olduğunun bilincindeydi- Eto'o - Ibra takasının yanlışlığı, Henry'nin geçen sezon çokça başvurulan oyunu çözme özelliğinden uzaklaşılması gibi pek çok etmen değerlendirmeye alınmalıdır yeni planlamalar yapılırken.
FC Barcelona bir şampiyon gibi elendi!
Remuntada!
29 Nisan 2010
A. Eren Loğoğlu
29 Nisan 2010
R e m u n t a d a
26 Nisan 2010
Transferde Strateji Zamanı
Sezon bitti, gelecek sezonun planları şimdiden başlamalı.
Gelecek sezonda takımda kalmasını istediğim oyuncular;
Ufuk GK
Sabri DR
Uğur DR
Emre G DC
Servet DC
G Zan DC
Ali Turan DC
Lucas DC
H Balta DLC
Caner DL / AML
M Topal DMC
Elano AMRC
Arda AMLC
Kewell AML
Keita AMR
Baros SC
5 yabancı var kadroda, planlama;
1 GK Thomas Sorensen
1 DMC Marco Aurelio
1 MC -box to box- Hamit Altıntop
1 AML / AMR Tuncay Şanlı
1 SC Necati Ateş - Semih Şentürk
1 DMC / MC -yabancı-
Kontenjan: 6 + 1 (Kewell süreklilik içermez ve bu duruma çok uygun olur)
İlk 11'de başlamayacak bir yabancıya bonservis ve yüksek ücret ödemenin mantıklı olmadığını düşünüyorum, 7 yabancı yeterli olacaktır, birinin kenardan gelebileceği göz önüne alındığında.
Transfer stratejisi belirlerken dikkate alınması gereken etmenler var. Neler bunlar?
1 - Kadro yapısı, sahaya yansıtılması beklenen oyun anlayışı
2 - Fiyat / Performans
3 - Yabancı kontenjanı
4 - Türkiye Ligi'ne uygunluk
Son etmenden başlayayım. Ligimizde başarılı olmuş oyuncuların incelenmesi, transfer stratejisi oluştururken mutlaka bir veri olarak değerlendirmeye alınmalıdır.
Duran topları çok iyi kullanan, sertliğe karşılık verebilen, oyun zekasıyla gerektiğinde en uç bölgede bile oynayabilen, yaratıcı, pas dağıtıcı, ani şutlar çıkartabilen, adam eksiltebilen Alex De Souza. Lincoln ve Elano belki de Alex'den daha yetenekli ve kariyerli oyuncular olmalarına karşın benzer bir performans gösteremediler, bunun temel sebebi kanımca Türkiye Ligi'ne uygunluk sorununa çözüm olmayışlarıydı.
Alman Ligi'nden gelen, savunma, orta saha, hücum bölgelerini birbirine bağlayabilen, box to box midfielder tanımına uyan, mücadele gücü yüksek, dinamik, pas yapabilen Fabian Ernst.
İtalya Ligi'nden gelen, savunmanın merkezinde pozisyon alma bilgisiyle, İtalyan futbolunun temel savunma özellikleriyle, oyun içi ve dışı sertliğiyle, sürekliliğiyle Matteo Ferrari.
İtalya Ligi'nden transfer edilecek bir savunma oyuncusunun öyle ya da böyle faydalı olacağını tahmin etmek güç olmasa gerek. Keza Fransa Ligi'nden transfer edilecek bir savunma yönlü orta sahanın -DMC- başarılı olma olasılığının yüksek olduğu da bilinen bir gerçek.
Brezilya, İtalya, Almanya ve Fransa ligleriyle ilgili önerileri, daha yakından takip edenlere bırakıp, fiyat / performans bazlı kısa bir İngiltere Ligi değerlendirmesine geçiyorum;
GK: Thomas Sorensen - Stoke City. 2 yıldır muazzam bir form grafiği, Stoke City'nin başarısında en önemli pay sahiplerinden biri. 33 yaşında, 1.96 m boyu var, hava ve yan toplarda, karşıdan atılan şutlarda etkili, Mondragon tarzı bir stili var, cüsseli, ağır, haliyle çok çevik bir genç kaleci gibi -Joe Hart- olmasa da, tecrübesiyle, pozisyon almasıyla, dengeli oluşuyla güven veren bir kaleci, Danimarkalı.
DC: Ryan Nelsen - Blackburn Rovers. Takımında efsane olma yolunda ilerliyor. 1.83 boyundaki Yeni Zelandalı'nın Lucas Neill'i andıran bir oyun tarzı var. Savunmanın merkezinde oynuyor, korner ve yan toplarda gol arayan ve bulan bir isim.
Premier League, klasik 4 – 4 – 2 oynayan takımların yapısından dolayı, box to box denilen orta saha oyuncularının en çok bulunduğu lig kanımca. Bunun temel sebebi, orta dörtlü bloğun kenarlarında isimlerin hücum özellikleri yüksek oyunculardan seçilmesi sonucu -arkalarında bek oynaması kaynaklı- merkez orta sahalar çok daha dinamik olmak, oyunu kurmak, dağıtmak, ilerletmek ve kesmek gibi çok farklı görevleri aynı anda gerçekleştiriyorlar. Lampard, Gerrard, Fabregas, Scholes, Fletcher, Milner, Arteta gibi. Elbette bu oyuncular çok değerli ve az bulunduklarından dolayı pahalılar.
Aykut'un kullanamadığı ayaklarıyla artık pek de şansının kalmadığını söyleyebilirim asıl kaleci olarak. Ufuk ise Manisa'da gösterdiği performansla en azından yedek olmayı hak ediyor, sürekliliği, güven meselesini aşması ve ayaklarını kullanabilmesi, 1 numaranın ona emanet edilmesi anlamına bile gelebilir, yine de yabancı ve tecrübeli bir kaleciden tarafım.
Uğur, Servet, E Güngör, Balta ve Topal, Kalli zamanındaki performanslarını bir türlü yakalayamadılar. Sakatlıklar, yurtdışı olasılığının zihni yorması ve altyapı eksiklikleri gibi sebeplerle gelişim gösteremeyip, seviyelerinin bile altında performans gösterdiler. Haliyle istenmeyen ve gitmesi gereken oyuncular listelerinin en başlarında yer alıyorlar. Rijkaard bu oyuncuların pas yapan, top taşıyabilen bir oyun anlayışında yer alamayacağının farkına çok geç vardı. Aslında Frank'ten beklenti bu oyunculara -Arsene Wenger'de olduğu gibi- temel saha içi özellikler -konumlanma, pas açıları oluşturma- açısından seviye atlatmasıydı. Başarılı olunamadı. Bu isimlerin Euro 2008'de Avrupa 3.sü olmuş bir takımın parçası olduğu gerçeğini göz ardı etmesem de, doğru analiz yapıldığında aslında başarıyı getirenin -Hamit, Marco, Tuncay, Arda, Nihat, Semih- hücum eksenli bir başka yapı ve motivasyon olduğu rahatlıkla görülebilir.
Uğur genç yaşı ve potansiyeli sebebiyle yeni bir şansı hak edenlerden. Ali Turan'ın gelmesinden ve belki de yabancı bir stoper daha alınacağından dolayı, Servet, E Güngör ve Zan'dan biri gönderilebilir, umarım bu isim çabuk oluşuyla ve doğru uzun top atabilmesiyle diğerlerinden ayrılması gereken ve oyun anlayışına uyumu daha kolay olan E Güngör olmaz.
Savunmanın önünde oynayabilecek önlibero için Topal tek alternatif. Türk Milli Takımı'na Marco'nun alınmasının odağında da bu bölgede başarılı olabilen çok az oyuncu olmasının gerçeği var. Barcelona'nın oyununa bakıldığında bu bölgede oynayan oyuncunun daha çok stoperleri hücuma süren bağlantı noktası olduğu fark edilir. Rakip takımların genellikle merkez bölgeyi kapattığı düşünüldüğünde, Busquest'in Pique'nin koşusunu devam ettirmesi ya da Xavi'yi ön alanda topla buluşturmak amaçlı bir bağlantı görevi vardı bu sene. Bu görevi gerçekleştirirken, pas esnasında topun şiddetini iyi ayarlamak, baskı anında topu iyi saklayıp faul alabilmek ya da topla birlikte dönüşler yapabilmek, olmazsa olmaz özelliklerin başında geliyor. Galatasaray'a gerek olan da bu özellikler. Bir de uzun top atabilen bir oyuncuysa bu -Xabi Alonso- dünyanın en iyilerinden biri oluyor haliyle.
Savunma kısmındaysa ilk hamleleri yapabilme, 3. bir stoper gibi davranabilme, doğru pozisyon alabilme gibi özellikler gerekiyor. Topal'da müthiş bir pas arası yapma, top çalma sezgisi olmasına karşın, oyun zekası ve top kullanma becerisi zayıf olduğundan devamını getiremiyor ve yetersizlik yaratıyor. Galatasaray'a Lucas'ın topla çıkmasını sağlayacak, bunu sağlarken pas hatası yapmayacak, dinamik -top isteyen, durağan oynamayan Topal gibi- savunma yönü çok kuvvetli bir oyuncu elzem. Bu sezonun en önemli zafiyetlerinden biri Servet ve Topal'ın top kullanamaması sonucu doğan oyun anlayışının sahaya yansımayışıydı. Geriden kurulamayan, genişleyemeyen, hücum derinliği yaratılamayan oyun sıkışıp kalıyordu. Elano da çare olamamıştı tek başına. Elano'yu sağ iç gibi düşünüp onun yanına da bir box to box oyuncu transfer edildiğinde, verimin artacağını ve Brezilya Milli Takımı'ndaki tamamlayıcı oyuncu konumuna yükseleceğini söyleyebilirim. Bu isim kesinlikle Hamit Altıntop. Tek sıkıntı sağ iç bölgede oynamayı çok sevmesi, Elano'yla çakışıyor bu yönden. Çok hareketli, sürekli top isteyen, kullanan, dikine giden, driplingi ve şutu olan oyunuyla Hamit, pek çok sorunun çözümü gibi duruyor. Sanırım bonservisi elinde. Finale giden Bayern Münih onu bırakır mı, ne kadar istendiğine bağlı olarak değişkenlik gösterebilecek bir soru belki de.
Oyun anlayışına uygun Türk oyuncu bulamama sıkıntısına değinmişken, özellikle Almanya, Hollanda ve Belçika'da oynayan birçok oyuncunun transferi de gündeme gelebilir, eğer doğru bir takip sistemi varsa kulüpte.
Sol ve sağ bek bölgeleri için alternatif bir oyuncu düşünülebilir, Caner'in bonservisinin alınması gerektiğini düşünsem de, H Balta'nın performansı soru işareti oluşturabilir.
Hücum bölgesinde Jo ve Gio'nun kalmasından çok Türk oyunculara yönelmenin kadro yapılandırmasını daha uzun soluklu hale getireceği düşüncesini taşıyorum. Rijkaard Gio'nun kalmasını isteyebilir, yüksek bonservis bedeli ve şu ana kadar gösterdiği performansın yeterli olmadığı kanısındayım bu riske girmek için. Çok daha önemli bölge ihtiyaçları var iken, Gio'nun kalması yanlış planlama olabilir. Belki de 8. yabancı olarak düşünülmesi daha doğru olur ama bu da maliyet demek yine.
Hücum bölgesinde Bursaspor muazzam alternatifler sunmasına rağmen, isteyeceği bonservis bedelleriyle, transfer yapmanın mantıksızlığını da beraberinde getiriyor. Ozan İpek, Volkan Şen ve Sercan Yıldırım'dan biri bile çok doğru alternatifler olabilirdi Arda, Keita ve Baros'a.
Bu noktada, biraz da Fenerbahçe'ye karşı psikolojik üstünlük kurmak amaçlı -tabi daha çok uygunluk çerçevesinde- Tuncay Şanlı, Semih Şentürk isimlerinin üzerinde duruyorum. Özellikle 3 - 4 milyon Euro'ya alınabilecek Tuncay'ın yaratacağı oyun içi ve dışı etkinin önemine vurgu yapıyorum, oyuncunun geçmiş davranışlarından ve karakterinden bağımsız olarak. Karşı yaka, Emre'yi alıp Arda'yı da isteyebiliyorken artık Galatasaray'ın da kontra hamleler yapması gerekiyor kanımca. Tuncay gibi deli fişek, yırtıcı, oyunun kaderini bir anda değiştiren, isyan eden bir oyuncuya şu an ihtiyacı var takımın. Sercan transferinin zorluğundan dolayı bir barışık bir küs olan, oynatılamayan Semih düşünülebilir ya da yeniden eski formunu yakalayan Necati, biçilmiş kaftan gibi gözüküyor oyun anlayışı açısından.
Baros'u yedeklemesi için yabancı almanın ve onu kenarda oturmanın doğru bir planlama olmayacağını düşünüyorum, zaten Kewell da olacak, bu sebeple bu tür yerli alternatiflere yönelmek çok daha akılcı duruyor.
Arda dışında yabancı oyuncuların seviyesinde performans gösterebilen, oyun anlayışına uyum sağlayabilen birisi yok ve açılan bu makas yerli oyuncuları huzursuz ediyor, özgüvenlerinin kaybolmasına neden oluyor, en vahim olanıysa sorumluluktan kaçıp, taraftarın gözünde değerli olan yabancıların birşeyler yapması gerekliliğine inanıyorlar. Neredeyse tamamına yakını Milli Takım seviyesinde olan yerli oyunculardan vazgeçip yerlerine Türkiye Ligi'nden birilerini bulmak da çok zor. Bu sebeple yabancıları her sene değiştirmenin anlamsızlığını kavrayıp, en akılcı çözümün yurtdışında oynayan yerli oyunculara yönelmek olduğunun farkına varılması gerekiyor.
26 Nisan 2010
A. Eren Loğoğlu
23 Nisan 2010
İzdüşüm
Kıskanç, sıradan ve küstah bir geceydi
Öteden beri süregelen
Ve sürüp giden ne varsa
Bilgisizlik çağından önceydi
Kitaplarım kayıp
Cumanın ertesinde annem Galatasaray'da
Sayfalarca çocukluğumu arayıp
Durdu!
Korku ve şüphe, çaresizlikle öğrenen bir yargı kurdu
Önü ardı koyu kızıl saçlar
Şuuru açık, okur yazar ve sorgular eylem hazırlığı
Durduruldu, duruldu.
Ard arda vuruldu aşk
***
Geliyorum demez sevimsiz misafir
Davetli değildir
Oda boşlukla dolu
Kazara olur da uğrarsa melankoli
Nilüfer baş ucumda
Koridorun soğuk iklimi
Duvarda gözü yaşlı portreler
Evrak çöplükleri
Beyaz umutlar kaplı manzara
Kirli pencere camının sır olarak sakladığı
***
Mafya babası, kalın harflerle ve boğuk seslendi: Tehdit
Şair sözcüklerin altını çizdi: Vurgu
Yağmurum
Sargı bezi gibi yetiş, düş üstüme
Çıkar aramıza giren kara kediyi: İlişki
Elektrik yüklü bulutlar ve sandalye: Ölüm
Histeri ve belirsizlik hali: Zaman
Nasıl ve neden sevdim eskiyi?
Şiir yazmak için
***
Ölüm
Darağacında asılı deniz
Bağlasan durmaz
Korkunç ve hırçın dalgalarıyla
An(a)karaya saldırır
Ölüm
Denizin asi çocuklarını
Hiç tükenmeyen yağmurlarıyla
Uykusuzluklarından kaldırır
22 Nisan 2010
A. Eren Loğoğlu
21 Nisan 2010
2 – 0
1999 – 2000 sezonu Galatasaray'ın 26 Ekim 1999'da başlayan ve 17 Mayıs 2000'de kupayla taçlanan yenilmezlik süreciyle hafızalarımıza kazınmıştır. Bu sürecin hemen öncesinde yaşanılan derin acı Chelsea kaynaklıdır. Birinci gruplardan ilk sırada tur atlayan Chelsea, ikinci gruplardan da çıkmayı başarır ve çeyrek finalde karşısında FC Barcelona'yı bulur.
Hollanda ekolünün dört bir yanı sardığı bu zamanlarda Katalanlar, bu seviyeye yenilgisiz olarak gelir ancak ilk maçta beklenmeyen bir yenilgi alırlar, 1 - 3. La Liga'da da son 2 yılın şampiyonudur Van Gaal'in öğrencileri. Puyol, Xavi ve Guardiola kadrodadır. Abelardo, Sergi, Bogarde, Reiziger, Frank De Boer, Figo, Zenden, Luis Enrique, Cocu, Litmanen, Kluivert ve Rivaldo aklıma gelen diğer oyunculardır. Maradona'nın elinin Tanrı'nın eli, Rivaldo'nun sol ayağının da Tanrı'nın ayağı olduğu günlerdir kısaca ve Figo daha ihanet etmemiştir, o kadar da eskidir. Lise yıllarıma denk gelir bu güzel dönem. Futbola sevdamın doruk noktasında olduğu ve önce Hagi, Popescu, Bülent, Hakan, Taffarel sonrasında Rivaldo, Rivaldo ve Rivaldo'yla olgunlaşan bir bilincin de yaratıcısı olduğu büyülü bir dönemdir bu.
3 – 1 kaybedilen ilk maçtan sonra, tur Camp Nou'ya taşınır 18 Nisan 2000 gecesi. O zamanlar stadın adı Nou Camp'tır bizim için ve Star Tv ekranlarında sahne alır Barça. Bu öyle bir sahne alıştır ki, Barça'nın turu geçeceği anlaşılmıştır. Star reklamlardan dönmüş ve yayına bağlandığında dev bir 2 – 0 koreografisi karşı tribünde yerini almıştır. Öyle muazzam bir duygu çöker ki içinize maçın 2 – 0 biteceğine olan inancınız Barcelona şehrinden farksızdır. Maçın hakemi Anders Frisk'tir, dönemin en meşhur ve başarılı olanlarından. Futbola en yoğun ilgi duyduğum zamanlardır ve Dick Jol, Markus Merk, Urs Meier, Hugh Dallas, Kim Milton Nielsen, Pierluigi Collina gibi isimleri hala bir çırpıda sayabilirim. Maça dönelim, önce Rivaldo'nun frikik golü, sonra Kluivert'in topunun direkten dönüşü ve Figo'nun penaltı noktası civarından yaptığı düzgün vuruşuyla durumu 2 - 0'a getirir Katalanlar. Sevinenler arasında o zamanlar çok da tanınmayan bir adam da bulunmaktadır, Jose Mourinho.
Barça'nın klasik kaleci hatalarından biri gerçekleşir, genç Puyol'un da ayağı kayar ve skor 2 - 1'e gelir. Kaptan Guardiola'nın sağ kanattan kullandığı serbest vuruşa Dani yükselir ve kafayı vurur 83. dakikada, 3 – 1. Her şey ortadadır artık. 2 dakika geçmeden Barça penaltı kazanır Kluivert ile. Aslında pozisyon golle sonuçlanmış ancak hakem bir kere penaltıya hükmetmiştir ve çok kritik bir anla karşı karşıya kalınır. Topun başında dünyanın en iyi oyuncusu, penaltı uzmanı Rivaldo vardır, olmayacak olan olur ve Rivaldo topu sol direğin dibinden dışarı atar, arkadaki destek direğine isabet ettirir. 90 dakika sona erer, söz uzatmalarda söylenecektir. Figo yerde kalır ve yine Rivaldo gelir topun başına, penaltı için. Rivaldo aynı yere vurur, top bu kez alt doksandadır, 4 - 1. Nou Camp yıkılmaktadır. Perdeyi Kluivert kapar 10 kişi kalan Chelsea karşısında, 5 - 1. 1998 Dünya Kupasının sahibi Fransa eksenli bir savunmaya, belki de dönemin en iyi savunmasına sahip takımı Chelsea, Nou Camp'tan 5 gol yiyerek ayrılır. Figo, Luis Enrique, Rivaldo, Kluivert gibi isimlerden oluşan muazzam hücum hattı, bir zaferi daha kulüp tarihine yazdırırlar.
Bunları neden mi anlatıyorum. Hala gözümün önünde bu sahneler, dün gibi, yurt salonunun masalarının üstündeki sevincim. Hikayelerin bu denli kesiştiği bir ortamda paylaşılması gereken en çarpıcı noktalar, 5 - 1'lik maçta yatıyor çünkü. Xavi, Puyol, Jose Mourinho, Louis Van Gaal FC Barcelona kulübesinde, Guardiola'ysa sahadaydı o muhteşem gecede. Van Gaal Bayern Munich'i çalıştırıyor ve bu gece finale kalmak üzere, Jose ise eskiden iki yumruğunu sıkıp sevinirken, şimdi dizlerinin üzerine çökmek için geliyor Camp Nou'ya. Guardiola bu kez Barça kulübesinde, Xavi sahada ve Puyol tribünde, koridorda, soyunma odasında, takım otobüsünde, çizgiden çıkan bir topa dokunurken, Barselon sokaklarında olacak o gece. Bu kulübün ne denli bir başarı öyküsünden beslendiğini yarı finallerdeki bu isimler anlatıyor her bir yana.
Barça'ya yine 2 – 0 gerekiyor, yine o koreografi, aynı istek, ruh, mücadele, dinginlik ve zafer, tarihin yeniden yazımı, geçen yıla eklenme ihtiyacı hissedilen yeni başarılar. Onlar, futbola sanatı katanlar, kültür şehri Barselonalı Katalanlar, her şeyi hak ettiler!
Dün geceye dönelim, bu çarpıcı öyküden sonra. Neler oldu, ayrı ayrı inceleyelim;
Barça neden kaybetti, buna göz atmalıyız önce.
1 - Jose'nin taktik dehası. Kanatlara stoper taşıyan santrfor değil, kanatta sabit oynayan santrfor hamlesi, Eto'o, Puyol ve Maxwell arasında çakılı oynadı nerdeyse ve ona gelen her top ya da kazandığı, merkezde yer alan Milito'ya, ondan da ters kanattan gelen oyunculara aktarıldı. İlk golün stratejisi. Tatlı sert müdahaleler, oyunu soğutmalar, topun oyunda kalma süresini azaltma adına zorla alınan fauller, çok yükseğe kalkan ayaklar gibi futbol içi ya da dışı kanımca Inter'in çok ihtiyacı olan hareketleri de sıklıkla gerçekleştirdiler.
Jose, 4'lü savunmanın önünde Cambiasso ve Motta'yı oynattı, gol yemeyip öne geçeceğini düşünerek de Stankovic'i alacaktı oyuna, 2 - 1'den sonra alabildi oyun gelişimi gereği ki bu da stratejinin tutması anlamına geliyordu.
2 - Barça'nın iskeleti. Şunun ayırdına iyi varmak gerekir, dört aydır benzer şeyler yazıyorum. Barça geçtiğimiz sezon gösterdiği performansın çok uzağında ama hala dünyanın en iyisi. Bu durumun oyuncu ve performans bazlı sebepleri var. Dünkü maçta iskelet takımdan Abidal, Toure, Iniesta, Henry ve Eto'o yoktu. Formsuzluklar ve Eto'osuzluk oyun akışkanlığını çok etkiledi, Ibra'nın yanlış tercih olduğu yavaş yavaş kabul edilmeli. 0 – 0 biten grup maçında iskelet takımdan 9 oyuncu sahadaydı ve Iniesta da sonradan oyuna girdi. Grup maçlarının ikincisinde, yani 2 – 0 kazanılan maçta, 8 oyuncu sahadaydı. Pedro, Keita ve Busquest de diğer 3 isimdi. Jose tahmin edileceği üzere Hiddink Chelsea'si stratejisiyle Cambiasso - Motta - Stankovic üçlüsünü kullandı. Bu maçta Sneijder'in olmadığını da belirtelim ki çok önemli bir faktör. 2 - 0'lık maçın en iyi oyuncusu Iniesta'ydı ve Xavi her kilitlendiğinde, topu bir adım daha öteye taşıyacak oyuncu bulunamadı, Keita ve Busquest çare değildi, Iniesta çok arandı.
İlginç olan şuydu, o maçta goller Pique ve Pedro'dan gelmişti. Dün Pedro gol attı ve onun dışında gole en çok yaklaşan isim yine Pique'ydi. Barça'nın pozisyon bulamadığı tezine pek katılamıyorum, Julio Cesar'ın Messi'nin frikiği, ayrıca bir şutu, Sergio'nun kafası, Pique'nin vuruşu gibi pozisyonlardaki kurtarışlarını hatırlayınca. Bu pozisyonların 2. yarı meydana geldiğini de kabul etmeliyim.
3 - Hakem. Xavi şöyle dedi hakeme maçtan sonra, git ve arkadaşına -Mourinho- sarıl. Pep, top daha çok bizdeydi ama biz daha çok faul yaptık dedi. Bir gariplik vardı elbette. Pique, 2. golün başlangıcında Messi'ye faul yapıldığını, 3. golün ofsayt ve Alves'e yapılan hareketin penaltı olduğunu söyledi, haklıydı da hepsinde. Bir ekleme, Sergio'nun Xavi'nin kornerine vurduğu kafa şutu, kaleciden döndü, dönen topa tekrar vuracaktı ki, Lucio ya da Samuel karateci gibi topu uzaklaştırdılar, Bu pozisyonda da çift vuruş verilmeliydi altı pas üzerinde. Puyol'un aldığı sarı kart çok anlamsızdı. Keita'ya arkadan yapılan bir müdahalede kart çıkarmayan Portekizli, benzer hareketi Keita yapınca hemen kartına başvurdu. Çifte standard olduğunu en net gözler önüne seren de Keita'nın yer aldığı bu kısa sekanstı. Barcelona'nın her oyuncunun müdahalesine faul düdüğü çalıp, Inter'in sadece sert olanlarında karar kılmasıysa en çok çileden çıkılan durumlardan biriydi. Alves'in baldırına yapılan müdahalenin görmezden gelinmesi ise son noktaydı. Barça Nou Camp'taki maça kariyerli ve tecrübeli çok iyi bir hakem istiyor. Inter'in sürekli oyunu soğutacağını, zaman geçireceğini ve sert oynayacağını düşünürseniz, hakem tercihleri ve standardı rövanş için önemli bir konum teşkil ediyor. İngiliz hakem olursa Jose'nin işine gelecektir.
4 - Yol yorgunluğu. Kimse kabul etmiyor, bahane üretmemek adına. Oyuncuların yüzlerini, hal ve tavırlarını iyi gözlemleyen birisi rahatlıkla Barça'nın bir durgunluğu, isteksizliği olduğunu görebilirdi. Pedro, Messi, Xavi hiç pres yapamadı örneğin. Bu tür bir yolculuğa alışkın olmayan ve inanılmaz bir maç trafiğinden gelen Barça'nın Inter gibi çok dirençli bir takım karşısında öne bile geçmiş olmasına rağmen dayanım gösterememesi de biraz yorgunluk kaynaklıydı mental ve fizyolojik olarak.
Neler olabilir, ona da bakalım;
Barça, 2 önemli dönemden başarıyla çıkmıştı. Sezonun ilk yarısında Inter ve Real Madrid, kısa bir zaman önce de Arsenal ve Real Madrid maçlarından. Şimdi sıra, aslolan, en önemli virajda. 28 Nisan Inter ve 1 Mayıs Villareal. Eğer buradan da çıkarlarsa 2 kupa daha kazanacak ve sezonu muhtemelen mutlulukla bitirecekler. Çıkamazlarsa sezonu kupasız kapatıp, ders alma yoluna gidecekler. Belki de sadece lig ile yetinecekler.
Barcelona'nın hala 2 kupayı da kazanacağı düşüncesini taşıyorum. 2 - 0 isteyen bünyeler artık çok daha iyi bir takımı, dünyanın en iyisini izliyorlar ve erişilmeyecek bir sonuç değil bu Chelsea maçından tecrübelendiği üzre. Messi hala Barcelona'da ve Xavi sahada olacak. Puyol'un kontralarda yetişip top çıkarma şansı olmayacak.
Guardiola yönetiminde geçen son 2 yılda Barcelona ilk defa 2 farklı yenildi. Ayrıca son 2 yılda Barcelona sadece 2 defa evinde gol atamadı, biri şampiyonluk sonrası Osasuna maçı, diğeri de meşhur Chelsea savunmasıyla olandı. Barcelona'nın son 2 yıldaki CL tur performanslarına bakalım Camp Nou'da;
FC Barcelona 5 Lyon 2
FC Barcelona 4 Bayern Munich 0
FC Barcelona 0 Chelsea 0
FC Barcelona 4 VFB Stuttgart 0
FC Barcelona 4 Arsenal 1
Tarihin en güzel futbol oynayan takımı, istatistik olarak da bunu destekleyen argümanlar yaratacaktır. 2 – 0, maçın şifresi, bunu en iyi Guardiola biliyor zaten. Erken gol atmak ve direnci kırabilmek çok önemli. Toure'nin oynaması şart, keza Abidal'in de. Henry denemesi sonuç verir mi, Pep'in en zor kararı Ibra ve Henry arasında olacak. Puyol'un yerine Milito, Maicon olmazsa Alves kendine gelir Chivu karşısında, Zanetti etkisizleştiriyor çünkü onu. Duran toptan gol olma olasılığı yüksek.
Katalanlar, kazanacaklar, tarih için, güzel oyun için, futbol için, sanat için.
21 Nisan 2010
A. Eren Loğoğlu
11 Nisan 2010
Mutluluk
Bugünlerde moda Barcelona'yı tutma nedenlerini Real Madrid, Franco ve endüstriyel futbola karşı olmaya bağlayan 25 yaş altı kesimi eleştirmek üzerinden dönüyor. Barcelona kazandıkça kendisini seven bilinçsiz kesim çoğalırken sevmeyen kesim azalmasına rağmen, azınlık olmanın da getirisiyle kontra argüman gereksinimi hissediyor ve haliyle bilinçleniyor. Bu bilinç taşıma, taşımama konusuysa ne kadar sağlıklı, tartışılır. Elbette olaylara bu coğrafyadan bakıyorum, aslında bu kadar dar açı kullanmak da yetersiz ve sağlıksız bir alan yaratıyor.
25 – 30 yaş arasında birisiyim. Bu yaş aralığının Johan'ın Dream Team'inin futbolu ve başarıları kaynaklı bir Barça sevdası vardır, bende de öyle. Zubizaretta'yla başlayan, Romario'yla biten olağanüstü bir kadronun estetize ettiği bir gösterinin ürünüdür bu kesim, gayet de tutarlıdır günümüzde Katalanların aynı oyunu, dönemin oyuncusu Guardiola liderliğinde gösterişini izlerken sergilediği tavırlarında. Tutarlı olmak da zorunlu değil aslında, birey dönüşüm sağlayabilir.
30 - 35 yaş aralığında olanların ise Real Madrid'i desteklemeleri son derece normaldir, 5 yıl üst üste şampiyon olan bir takımı benimsemelerinden ötürü.
Tercihler bu yaş aralıkları için tutarlıdır, bir de hayat görüşünüzle bağdaşan yanları varsa değmeyin keyfinize. Yoksa da sorun değildir, çocukluk aşkıdır çünkü vazgeçilmezdir ve futbol eninde sonunda futboldur. Öyle midir, asla değil!
Bu gözlemlerin genelleme olduğu ve tanımlamaya girmeyenlerin olacağı da unutulmamalıdır.
Sıklıkla eleştirilen 25 yaş altı kesmin, aslında ciddi bir kısmında Real Madrid sempatizanlığı da vardır Los Galacticos v1.0 kaynaklı. Bu grubu 15 – 20, 20 – 25 diye de ayırmak gerekebilir. İnternete ulaşımın çok kolaylaştığı 2000 yılların ortasından sonra Barça hayranlığının artması da elbette başarıları kaynaklıdır. Gelgelelim bilinci daha oturmamış, olgunlaşmamış olan bu yaş grubunun internetten dezenformasyon ve informasyon olarak kolaylıkla etkilenmesi de hoş görülmelidir. Bizim hiçbir bilgiye kolay ulaşma şansımız olmadı, onlar en azından öğreniyorlar, doğru ya da yanlış yorumlayabiliyorlar, bunda bir sıkıntı göremiyorum aksine zamanla her şey yerli yerine oturacak ve tartışma platformları genişleyecektir ki bu da bir kültür oluşturabilme açısından faydalıdır diye düşünüyorum. Franco'nun takımı, Katalanlar durumunun Türkiye'ye özgü bir kavram, internet kaynaklı bir yanılgı olmadığını da biliyoruz.
Bilmemiz gerekiyor, futbolu bu kadar çok seviyor, yaşamımızın merkezine koyuyorsak. Bilmemiz gerekiyor, Simon Kuper'in kitabını okuduysak. Eğer bilmezsek, buna inanmazsak, Stoichkov'un Madrid'ten nefret ediyorum, Lineker'in Katalan ordusunun neferiyim sözlerine haksızlık etmiş oluruz. Eto'o'nun şampiyonluk kutlamalarında Madrid'e neden küfrettiğini algılayamayız ya da hain Figo'ya Camp Nou'da gösterilen tepkiye bir anlam veremeyiz. Joan Laporta'nın, kulübün başkanının, Katalan çatısı altında siyasete soyunmasını görmezden gelemeyiz. Ortada kabul edilmesi gereken bir geçmiş var. Franco'nun birkaç yıla sığdırılamayacak, 40 yıl süren bir iktidarı var ve bu süreçte Katalanlara yaşattığı acılar, baskılar, yasaklar var. Bir kulüpten daha öte olma - mes que un club- mottosunun 1968'de ortaya çıktığını inkar edemeyiz. Dilleri, bayrakları yasaklanan, ismi değiştirilen, başkanı öldürtülen, devre arasında soyunma odasına inip kaybetmesi istenen, Di Stefano gibi bir değer elinden alınan bir kulüpten bahsediyoruz. Bu durumların varlığını değersizleştirmek için Katalanlar, siz diğer Katalanlar kadar -25 yaş altı bilinçsiz kesim ve diğer kendini Katalan hissedenler ya da dünyanın en güzel oyun oynayıcısını sadece futbol için sevenler- tarihi bu kadar önemsemiyor demek, bu durumların gerçek olmadığını göstermiyor. Evet, FC Barcelona ve Katalanlar bunları çoktan aştı, Franco'nun ölümünden sonra gerçekleşen süreçte, ki bu 90'ların başına kadar uzanır. Barça'nın büyük yükselişi tam da bu zamana denk gelir. Kulüp, tarihsel misyonunu artık tamamlamıştır bu anlamda ve bu misyonu siyasete bırakmıştır ki Katalunya otonom bir yapıya kavuşmuştur. Misyonunu devreden kulübün, bu noktaya kadar getirdiği kavramların varlığının yok sayılmasıysa Franco'nun faşizminden farklı bir şey değildir. Santiago Bernabeu isimli bir başkan ve stada sahip kulübün, Franco'yla ilişkisini reddetmek de tarihe ihanet olur. Tarihsel süreci yakından incelemek isteyenler bizlere müthiş bir derleme sunan Eray'ın yazısını okuyabilirler, daha derinlere inmeyip dünkü El Clasico'ya geçiş yapacağım çünkü.
http://eraysozen.blogspot.com/2010/03/mes-que-un-club-fc-barcelona-1899-2010.html
FC Barcelona'nın ısrarla bazı değerleri alaşağı ettiği gerçeğini de ıskalayamayız. Endüstriyel futbol çarklarının içinde olsa bile kulüp hala forma reklamı almıyor, üstüne bir de Unicef yazdırıp, para ödüyor. Barça'nın sosyal sorumluluk projelerinin haddi hesabı yok, dileyenler kulübün resmi sitesinden açıp inceleyebilirler. Bunun yanında kulüp çok açık bir şekilde ciddi bir demokrasi kültürüne de sahip, üyelik anlamında. Takım, dünyanın en önemli maçına 7 altyapı oyuncusuyla, birçok Katalan futbolcuyla çıkıyorsa, Puyol golden sonra Katalan bayrağı sallıyorsa Madrid tribünlerine, maç sonunda Valdes, Xavi çocukça seviniyorsa, bunun bir değeri, farklılığı, kökü var. Ve endüstriyel futbol ne yazık ki bu romantikliğin prim yapmasının istenmediği bir yer ancak iyi ki Katalanlar var da bu gerçekleri yüzlerine vuruyorlar o realistlerin, madridistaların.
Şu da var, dünyanın gelmiş geçmiş en güzel futbol oynayıcısının verdiği hazzı, keyfi, doyumsuzluğu, yıllar sonra hatırlanacak bu unutulmaz performansı, bu türden anlamsız klişe, aşırı önemseniyor buralarda gibi argümanlarla değersizleştirmeye çalışmak, tartışma alanını başka noktalara çekmek, güzel futbol görmek isteyen her bir izleyiciye yapılan bir ayıp olarak, bir leke olarak tarihteki yerini de alacak, bu da unutulmamalı. Bırakın, dileyen dilediği gibi sevsin FC Barcelona'yı. Futboluyla, Messi'yle -daha önce de Johan, Maradona, Romario, Rivaldo ile- tarihiyle, misyonuyla, futbol kültürüyle, La Masia'sıyla, Katalan olmasıyla, Katalunya'nın İspanya olmamasıyla, Real Madrid'in antitezi olmasıyla, endüstriyel futbolun içinde olsa da karşı durduğu bazı değerleriyle, Gaudi'nin şehriyle, elitist yaşam biçemiyle, ak deniziyle, sokakları ve meydanlarıyla, Johan'ıyla, Pep'den Xavi'ye, Xavi'den Iniesta'ya aktarılan fotoğrafik futbol anlatımıyla, Puyol'un Roma Gladyatörü edasıyla gösterdiği muhteşem mücadelesiyle, ismini kulübün kurucularından almasıyla, Blaugrana'sıyla, Camp Nou'yla, Rumba de Barcelona'sıyla, Cant Del Barça'sıyla bırakın doyasıya yaşansın bu dünya dışı başarı öyküsü.
Johan'dan Pep'e, Pep'den Xavi'nin çocukluğuna, Xavi'den Iniesta'nın çocukluğuna, onlardan teknik adam Pep'e, Pep'den de onursal başkan Cruyff'a uzanan bir başarı döngüsü;
http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/03/4-6-8.html
Bugün, pek çok coğrafyada Katalan doğsaydım diyebiliyorsa birileri, bir farklılığın ve her alanda bir ayrışmışlığın olduğu gerçeği değiştirilemez. Kıskanılan, erişilmek istenen en üst olgudur Katalan olmak çünkü, mutluluğun bu zamanlardaki tanımıdır. Woody Allen da göstermiştir bunu, sanatın kültürün her an canlı olduğu bir şehirden. Futbola sanat katanlar, Katalanlar, alkışlanmalı, araştırılmalı, örnek alınmalıdır bu anlamda.
Geçen seneye dönelim, 2 - 6'ya, tarihe;
Barça'nın 2 – 6 kadrosu: Valdes, Alves, Pique, Puyol, Abidal, Toure, Xavi, Iniesta, Henry, Messi, Eto'o
Barça'nın 0 – 2 kadrosu: Valdes, Puyol, Pique, Milito, Maxwell, Sergio, Xavi, Keita, Alves, Pedro, Messi
Sadece 5 oyuncu aynı, takımın yarısından fazlası değişmiş. Barça geçen seneye göre daha uyumsuz, makine düzeninin dışında. Yine de diğer bütün dünya takımlarından iyi durumda seviye olarak. Artık topu taca atıyorlar, yanlış pas veriyorlar, Ibra'yla başka bir şeye dönüşmeye çalışıyorlar, genç oyuncularla uyum yaratma çabası taşıyorlar. Bunlara rağmen bir şeyi çok iyi yapıyorlar, topa sahip olmayı.
Barça'nın futbol tarihini değiştiren, Barça'yı yaratan, en çok teşekkür ettiğimiz, kanımca günümüzde futbolu en iyi gözlemleyen, yorumlayan, değerlendiren adamı, futbol dehası Johan şöyle diyor;
Ball Controlhttp://www.totalbarca.com/2010/news/cruyffs-corner-this-is-the-most-important-week-of-the-season/#ixzz0kndxdsQY
Let’s talk about the game in London. Was it the best first half under Guardiola? The best first half ever? Comparisons are free but are always hated. They don’t fix the problems that you might have. And this dynamic, fast, aggressive, united Barca closes a lot of doors but there is still one left: the one that denies the possibility of a rival surprising you when you’re ahead on the scoreboard. How? The ball should move forward as much as possible and only back when absolutely necessary. It’s what I call defending while going forward. What does that get you? The ball is only lost in the other half of the pitch. That way you have half the team behind the ball. A lot of players to help you and a long way to go for the other team. To err with a horizontal pass, prohibited. But because errors are always possible, it can be a fatal one if it happens on your side of the pitch.
Football is everything but mathematics. In the Emirates you played very well during the first half, but you didn’t score a single goal. Something went wrong. And that is also part of the sport. You can play an amazing game but not score and therefore not win. You can have the best footballer in the world but it’s still a team sport. This is the foundation of a team. Besides that, one player can always have a better day than another. And when it turns out that everyone is playing their best you have a game like in London. A great performance even though the result doesn’t show it. The proof, 2-2.
A good result to take to the return leg but nothing definitive. And careful with thinking that their injuries (Cesc, Arshavin, Gallas) will make them worse. That’ll only happen if you play your best. Whoever plays for Arsenal, this team has a philosophy that goes beyond just the players. A style similar to that of Barca, but with a big difference: the blaugrana can and do apply pressure when not in possession of the ball. The objective is to steal it and the closer to the goal the better. The English don’t [do this]. And if they try it’s because they are losing the game. They gamble with a new strategy because they have nothing to lose.
Topun kontrolü, kalenizden mümkün olabilen en uzak bölgede olması yani hücum ederken aslında savunma yapabilmek, topu kaptırdığınızda takımın en az yarısının topun gerisinde olması. Barça, uyguladığı bu futbol felsefesiyle, kendi seviyesinin altında oynadığı bir maçta bile, sınırsız hücum gücü olanaklarına sahip rakibini, Real Madrid'i durdurabiliyor ve bunu yaparken savunması ön plana çıkıyor, şaşırtıcı! Bir o kadar değil aslında. Barça, gerektiğinde çok iyi savunma da yapabilecek bir takım ve bunu en iyi hücum ederek gerçekleştiriyorlar ki Madrid'de oyun böyle şekillenmedi. Madrid çok tutuktu da denilebilir ama kanımca bunu gerçekleştiren Barça'nın savunma önünde dizilen oyun yapısıydı. Guardiola dün geceki stratejisiyle Teknik Adamlık'ta seviye atlamıştır, önünde Jose'yle randevular var, bakalım, bir adım öteye daha gidecek mi, hem kariyeri hem de taktiksel seviyesi açısından, bekleyip göreceğiz. Johan Arsenal'i tanımlarken Barça'nın tarzına benzer ancak büyük bir farkla, Barcelona top kendisinde değilken rakip savunmaya pres yapıyor, amaç topu çalıp gole kolay yaklaşmak diyor. Barça'yı geçen yıl gösterdiği unutulmaz performans seviyesinde, makina uyumunda olmamasına rağmen ayakta tutan, ilerlemesini sağlayan temel direk de bu, diğerleriyse bireysel oyuncu performansları, topa sahip olunan futbol felsefesini tüm bu değerlendirmenin dışında tutarsak.
Johan bu sene Barça'yı çok eleştirdi, haklıydı da, onun felsefesi yine kazandı, kazanmaya da devam ediyor ancak temkinli olmakta da fayda var, ki Guardiola'da böyle bir özelliğin olduğu Madrid maçında net bir biçimde görüldü. Mourinho ve Inter kolay olmayacak, keza ligde daha kaybedilmesi olası puanlar var. Johan Cruyff demişken bir de not düşeyim, kulübün onursal başkanı oldu resmi olarak. Barça tarihinde yerini her şekilde alacak olan bu adamın, ihtiyacı olmasa da konumlandırılması, kulübün tarihine çok yakışır bir davranıştı. Büyük futbol dehası Johan'ın her söyleşide, Barça modelinin konuşulduğu her ortamda Rijkaard ismini mutlaka belirtmesi, Galatasaray'ın ne kadar doğru bir tercih yaptığının göstergesidir ve asla bu yoldan sapılmamalıdır, her türlü eleştiriye kulak tıkanarak.
Johan'ın Onursal Başkan olduğu günden kareler;
http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/04/j-o-h-n.html
Guardiola'nın Madrid maçına özel stratejisi dışında, Alves'i önde oynatma tercihi yanlıştı. Teşhisi çabuk koyan Pep, onu hemen geriye aldı. Maç öncesi kadrolar açıklandığında Puyol'u sol bekte, Maxwell'i önde düşünmüştüm, Ronaldo tehlikesinden ötürü. İlk yarı öyle olmadı ancak devreden sonra Pep de bunun üzerinde durmuş olmalı ki, Alves'i sağ beke, Puyol'u sola aldı, akıllıcaydı. Sergio'nin performansı sonrası devamlılığı da önemliydi Pep'in tercihleri adına. Boyu uzun ve duran toplarda tehlikeli Madrid'e karşı, Toure'yi oynatacağını düşünmüştüm, o Sergio'ya güvendi ve neden Katalanların 20 yıldır başarılı olduklarını bir kez daha kanıtladı. Busquets çok yetenekli bir oyuncu değil, ilk çıktığında Xavi de değildi, çok net hatırlıyorum. Altyapıdan gelen temel özellikleri olan oyunculardı bunlar, pas tercihlerini doğru yapan, sürekli hareket edip pas açısı oluşturan, futbol felsefesine uygun hareket eden, ekstra işler yapmayan oyunculardı. Xavi, zekasını da kattı aldığı altyapı eğitimine. Sergio'nun geldiği nokta görülüyor, topla dönüşleri, adam eksiltmeleri, pas açısı yaratması, olağanüstü hep. Bu durumun Barça'ya özgü olduğunu da düşünüyorum, Sergio başka takıma gitse çok sırıtır kanımca. Valdes'i hatırlayın, çok uzağa gitmeyin, Xavi ve Puyol kadar. Geldiği noktaya bakın bir de, son 2 sezonun en iyi performansını gösteren kalecisi, Julio Cesar'la birlikte. Del Bosque'nin onu Milli Takım'a almamasını, 6 Barcelonalı'nın olması ilginç olabilir düşüncesine bağlayanlar var. Hayır, futbol sadece futboldur! Barça, verdiği şans ve güvenle kendi altyapı futbolcularına sürekli seviye atlatıyor, bir futbolcunun seviyesini olabilecek en üst noktaya getiriyor, Messi'de olduğu gibi. Bir başka takımda Messi'nin aynı şeyleri yapması çok da olası değil, bunu ben değil Johan söylüyor, dünyanın en iyi futbolcusu o diyerek.
Karşı yakadan bakalım bir de 0 - 2'ye. Barcelona maçı öncesi, çok da mantıklı olmayacak şekilde beklentileri çok artırdıklarını düşünüyorum. La Liga seviyesiyle, CL seviyesindeki takımları eşdeğer tutarak Madrid, bu maçı da kazanır, Barça'dan iyi oynuyorlar diyebilmek biraz da kendini kandırmaktı. AC Milan ve Lyon, aslında Real Madrid'in geçen seneye göre çok seviye atladığını ancak hala en üst noktada olmadığını gösteriyordu, Ronaldo ve Higuain yetersizdi. El Clasico'da varlık gösterememeleri, tedirgin olmaları, istediklerini yapamamalarının önemli sebeplerinden biri de Barça seviyesinde olmadıklarını maç ilerledikçe anlamalarıydı. El Clasico'nun rahat geçeceğine dair olan öngörümün asıl sebeplerinden biri bu, diğeri de Real'in Madrid'te Hiddink'in Chelsea'si gibi oynamak tercihinde bulunmayacağıydı. Yaklaşık 300 milyon Euro harcadılar. Önümüzdeki yıl bir o kadar daha harcamaları gerekecek kanımca, ki bu yeterli değil, sezon başından beri söylüyorum, tek çare Mourinho'yu getirmek, ki getireceklerdir mutlaka. Robben ve Sneijder'i gönderen zihniyetin, Makalele'yi gönderen zihniyetten çok bir farkının olmadığı ve Madrid'in beklenen başarıya en zor yolları aşarak, deneme yanılma metoduyla ilerleme sağlayarak ulaşacağı açık. Barcelona'nın da yaşlanmasını bekleyecekler. Figo gibi bir transfer olur mu, zor gözüküyor, bu da bir başka alternatif Barça'yı çökertmek için. Casillas'ın Ronaldinho'yla başlayan ve Messi'yle devam eden süreçte, yediği goller sonrası kendi kendine konuşması aslında herşeyi özetliyor.
Barça cephesinden bakalım bir de. İlk yarı Madrid - Inter, ikinci yarı Arsenal – Madrid virajlarından savrulmadan çıktılar. Geriye çok da maç kalmadı. Jose'nin Inter'i ve Sevilla deplasmanı son düzlükler gibi duruyor. Real'in El Clasico sonrası hızlı toparlanamaması lig yarışını bitirebilir de. Mourinho, geçtiğimiz sezonki Chelsea gibi oynayacak her iki maçta da ancak Pep'in artık bir stratejisi var, Madrid maçı gibi rakibi beklemek üzerine kurulu olan ve bunu Milano'da kullanacaklardır. Inter'in buna bir cevabı yok kanımca, Barça'nın üzerine gitmek gibi bir şansları da yok.
Çok başarılı bir kısa özet El Clasico hakkında:
In the meantime, the players will rest from one of the best matches they have played this season, as they showed that Barca against Madrid is: Patience against impatience, a team against individuals, joy against duty, and school-produced stars against money-bought stars. It is total football manifested in Barcelona’s team, coach and administration allowing the fans to enjoy their performances as they play the beautiful game – except for Madrid fans that left the stadium early enough, disappointed at their team’s performance!El Clasico fotoğrafları;
http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/04/el-clasico.html
Barcelona'nın 2 yıl üst üste hem lig hem de Şampiyonlar Ligi'ni kazanması görülmemiş bir başarı olarak tarihteki yerini alacaktır ki bu takımın hak ettiği de açıkcası budur.
Barça'nın bir önemli avantajı, bir de dezavantajı olacak önümüzdeki sezonlarda. Gençler daha tecrübelenmiş olacaklar hem de en üst seviyede, Pedro'ya, Sergio'ya bakın ancak Xavi, Puyol yaşlanacak, Henry artık misyonunu tamamlamış gözüküyor. Kısaca işler hem zorlaşacak hem kolaylaşacak. Messi hala Katalanların yanında kalacak, Iniesta da öyle. Xavi'nin yerine Cesc Fabregas gelecektir, Puyol daha bol bol oynar ilk 11'de ve kaptan olarak ama yerine alıştırmalar da sıklaşır Chygrynskiy, Muniesa ekseninde. Henry yerine Pedro var gibi, merkezde Jonathan ısındırmaları artacak, Jeffren kanatlarda denenecek. Rooney, Ribery, Robben, Torres dörtlüsünden birinin transferi takıma bir seviye daha atlatır.
El Clasico'da 4 maçtır kazanıyorlar. 6 gol attılar Madrid'te, 6 kupa kazandılar sadece bir sezonda. Basketbolda sürekli Katalanların kazanmasının da bir organizasyon başarısı olduğu ortada. Şampiyonlar Ligi Finali 22 Mayıs'ta ve Bernabeu'de. Binlerce coşkulu ve gururlu Katalanın ve sessiz, belki de rakip takımı destekleyecek ya da maç sonu alkışlayacak Madridistaların gözleri önünde, Barcelona'nın ta kendisi olan adam, bayrak adam, direnişin son temsilcisi, no pasaran, kaptan, Katalan, kulübün kurucusu isimli Puyol'un ellerinde yükselecek kupa, hayal ediyorum, görür gibiyim, olmalı, çok hak ettiler!
Futbolu en özel ve güzel haliyle oynayan bu takımı sevin, anlatın, izleyin, bir daha gelmeyecekmiş gibi, Pep'den sonra bir başka Katalan, Johan ruhunu ve modelini yaratmayacakmış gibi -ki bunlar yine olacak- keyif alın.
Hiç bitmesin isteyin!
Manu Chao söylesin, Barça rumba sergilesin;
Rambla para aqui rambla para allá
Esa es la rumba de barcelona
Rambla para aqui rambla para allá
Esa es la rumba de barcelona
Daha Coldplay "Viva La Vida" diyecek kutlamalar öncesi, hazırlanın!
Geçen yıldan birkaç sekans;
Onlar, futbolu Lorca ya da Alex Susanna şiiri gibi oynayanlar, ritimsel, paylaşımcı, isyankar, sanatsal bir algıyla tekdüzeliğinden sıyrılıp düzenin farkı yaratanlar, Onlar, Madrid kapısındaydı o gece. Johan'ın öğrencisi Pep'in saha dışı, Katalan Bayrağı'nı kaptanlık bandında taşıyan ve golü attığında Barselon sokaklarından kopup gelen 18 yaşında gözü yaşlı genç coşkusuyla sarı kırmızı bayrağı, binlerce Krallık yanlısına sallayan, ismini kulübün kurucularından birinden alan Kaptan Puyol'un, Saforcada'nın saha içi önderliğinde çıkıyorlardı savaş alanına. Katalan çocukları Pique, Xavi, Iniesta, Victor da arkasında dizilmişlerdi komutanlarının. Arjantin'den, Brezilya'dan, Venezuella'dan, Bolivya'dan, Küba'dan gelen çocuklar da vardı içlerinde, Afrika'dan katılanlar da, Fransız futbol devrimcileri de.
Barçalıların bu sene de her gol attıklarında Madrid yanlılarına formayı ve armayı göstermeleri sebepsiz değildi, bu Messi bile olsa böyleydi işte!
Rekabetin tarihini yeniden yazan Katalan takımı, FC Barcelona, gelmiş geçmiş en güzel futbolu oynayan takım, Gaudi'nin eşsiz eserleriyle dolu kıyı şehri Barselon'a, evlerine dönüyorlardı. Ellerinden Franco zoruyla alınan Di Stefano'ya, şampiyonluklara, kupalara, öldürülen başkanlarına, susturulan dillerine, tanınmayan özgürlüklere inat Katalan ruhunun verdiği mücadele gücüyle Hollanda tekniğini birleştiren bu Johan yapısı, en özel hediyesini demokrasi ve futbol olarak sunuyordu İspanyol halkına.
No Pasaran isimli şiirde şöyle deniyordu;
1
neden hep böyle gözümü yumsam akşam
Madrid kapısında yeniden
nöbet tutmaya dönüyorum
dudağımda yepyeni ıslıklar bileniyor
neden hep böyle resmine baksam akşam
üç dakika geçiyor geçmiyor
Maria Pilar'ı yeniden kurşuna dizmeye götürüyorlar
bıyıkları dumanlı üç adam
neden hep böyle karanlıkta kalsam akşam
kulaklarımda hep Ricardo'nun sesi
yürek deviren şarkısı
Los Cuatros Generales
Los Cuatros Generales
Franco'cu fas alayının öncüleri
çok gerilerimize düşmüştü
Santa Barbara'da
biz üç kişi bıçak gibi yeminliydik
ben yani kaptan Ricardo ve Gonzales
Santa Barbara'da
yumuşak bir Akdeniz karanlığı gözlerimize çöker çökmez
kirpiklerimiz ıslanmış yumruklarımız büyümüştü
Santa Barbara'da
üç ağaç gibi Fransız sınırına devrildik
avuçlarımıza sulu kırmızı bir kan boşalıyor
ağzımızda kıvılcımlı bir sakız
Los Cuatros Generales
Los cuatros Generales
biz çekilsek de rüzgarımız
İspanyol göklerinde kalıyor
nefes nefes
halbuki İspanya'dayız
yenik de olsak
dağları aydınlatan bizim gözlerimizdir
bugün yenik de olsak
yarın yeneceğiz
Los cuatros generales
Los cuatros generales
Yarın yendik çocuklar, sen yani kaptan Ricardo -Saforcada- ve Gonzalez -Creus- teşekkürler. Tırnakla sökülüp koparılan zafer için, emek, mücadele ve yürek için, dökülen ter için, sanat ve oyun için binlerce teşekkürler hepinize.
Teşekkürler Johan, sen, sen herşeyi yaratan!
Kubala'yla, Johan'la, Pep'le büyüyen Katalan çocukları haykırıyor o güzel türküyü 74'ten beri, La Rambla'da, Cartier Gothique'da, Camp Nou'da, Barselon'da;
Tot el camp
és un clam
som la gent blaugrana
Tant se val d'on venim
si del sud o del nord
ara estem d'acord, ara estem d'acord,
una bandera ens agermana.
Blaugrana al vent
un crit valent
tenim un nom el sap tothom:
Barça, Barça, Baaarça!
FC Barcelona bir kulüpten daha ötedir!
Katalunya İspanya değildir!
Barça kazanınca, Katalunya kazanır!
11 Nisan 2010
A. Eren Loğoğlu