From Twin Peaks (David Lynch) - Season 2 Episode 13
Norma : You're the last thing I think of when I go to sleep at night and you're the first thought on my mind when I get up in the morning. I know this world is going to pieces and it feels like it's designed to keep us apart but we love each other, Ed. I wanna be with you. I wanna be with you no matter what happens.
27 Nisan 2008
A. Eren Loğoğlu
27 Nisan 2008
Simply Love
19 Nisan 2008
Su Akıyordu
Sorunlar yaratırım
Sevinçlerde
Sorular aratırım
Bilinçlerde
Şairim
Eğer şiirim
Okunuyorsa
Ve tarih bunu yazıyorsa
Bir şair
Okumayı ve yazmayı
Çok sevmeyen bir kadına aşkı anlatabilir mi?
Bilgisizlik
Bir şiir
Okumayı ve yazmayı
Çok sevmeyen bir kadına aşkı yaşatabilir mi?
İlgisizlik
Çalkantılı denizler gördüm
Denizleri örümcek ağıyla ördüm
Boğulmadım
Hüznü barındıran bir ada olmadım
Beslendim
Güvenli ve sorgusuzca seslendim
Boşuna!
İnançsız bir inanış
Aldanmış bir aldanış kadar
Soğuk, ıssız, ıslıksız
Terk edildim
Sensizim
Denklemlerin bilinmeyeni
Çözümlerin sevilmeyeni
En eski ve en yeni
Kırık dolu aşk karnesi benim
Sahi ben kimim?
Çelişkilerin kısa yol tuşuyum
İlişkilerin kötü yol tutuşuyum
Öyle ya!
Birliktelik yoruldu
Önce şair vuruldu
Kitap elinde
Su akıyordu yaralardan
Kan değil bu
Kırmızı değil sızan aralardan
Renksiz ve donuk su
Su akıyordu
Önüne geleni de yıkıyordu
Gözyaşı değil bu
Renksiz ve donuk su
Su akıyordu
Ölüm suyun azalmasına bakıyordu
Şair susuz
Susuzluk
Önü arkası suçsuzluk
Mahkemede kimliğim kaldı
Umutlarımı iyilik aldı
Bakmayın adında iyi geçtiğine
İyilik iyi olamaz
Evsizim
Gece konan evler yıkıldı
Sessiz bir anda
Ve yağmurlu bir günün sabahında oldu bu
Çok kısa bir zamanda yok oldu
Oysa ev inşaatına giden uzun bir yoldu
Gece şahit
Unutkanlık, bir anlık!
Sessiz ve kısa bir zamandı
Yağmurlu bir günün sabahında oldu bu
Bu kadar şey?
Çok mu?
Ne kadar şey?
Hiç yok mu?
Bu davranış ona yakışmıyor…
Susarım, yer gök umut seli
Sus(a)mak en güzeli
19 Nisan 2008
A. Eren Loğoğlu
17 Nisan 2008
2008 NBA Playoff'ları
First Round
East
Celtics - Hawks 4-0
Pistons - Sixers 4-1
Magic - Raptors 4-2
Cavs - Wizards 4-2
West
Lakers - Nuggets 4-2
Hornets - Mavs 3-4
Spurs - Suns 3-4
Jazz - Rockets 4-2
Semi Finals
East
Celtics - Cavs 4-2
Pistons - Magic 4-2
West
Lakers - Jazz 4-2
Suns - Mavs 4-3
Conference Finals
East
Celtics - Pistons 3-4
West
Lakers - Suns 3-4
The Finals
Pistons - Suns 4-2
2008 Playoff'ları için Doğu adına tahmin yürütmek çok kolay, Batı adınaysa çok zor. Bu zorluğun da etkisiyle 7 maçlık seri tahminleri havada uçuşuyor. Muhtemelen kimi serilerde bu 6 maça düşecektir. Görünen şu ki, kanımca Batı'da en az 6 maçlık seriler oynanacak. Taraf olmanın da etkisiyle Pistons'ı Finallere gönderdim, KG'nin liderliğindeki Celtics'in Finallere gitmesi ve şampiyon olma şansı da Pistons kadar aslında.
2 temel düşünce içindeyim bu Playoff'larda tahmin olarak, ilki Celtics - Pistons serisinden çıkan takımın Şampiyon olacağı, diğeriyse Shaq hamlesiyle Batı'dan Suns'ın Finallere kalacağıdır.
Eşleşmeleri kısaca değerlendireyim.
Celtics - Hawks
4-0 biter, yoruma gerek yok bu seri için. Celtics hakkında şunu söyleyebilirim. KG, Ray ve Pierce triosuna katkı sağlayan oyuncular buldular, bu çok önemli. Takımın 2 lideri var, KG ve Pierce, Pierce hücumun ve zor anların, KG ise mücadelenin ve savunmanın. Bu paylaşımı sağlarken sadece Şampiyonluk düşünüyor ve egolarına yenilmiyorlar, bu da çok önemli. Konferans Yarı Finali'nde karşılarına muhtemelen Cavs gelecek ve eleseler de yıpranacaklar. Bu da Pistons'ın avantajı.
Pistons - Sixers
4-1 biter. Normal sezon 2-2'ydi ama Sixers'ın son galibiyeti Pistons bench oyuncularının armağanıydı. Bir önceki maç da 83-82 bitmişti. CB, Rip, Tay ve Sheed omurgasına bu yıl bench çok katkı yaptı. Stuckney, Hayes, Maxiell en önemlileri. Onların performansları Celtics'den sonrasını görebilmek adına belirleyici olacaktır.
Magic - Raptors
4-2 biter. Doğu hakkında pek konuşmak, yazmak istemiyor insan. Pistons, Celtics ve James var diyerek geçiştiriyorum her seferinde. Howard ve Hedo'nun ilk turu geçseler de devamını getiremeyeceklerini kestirmek güç olmasa gerek.
Cavs - Wizards
2006 James-Arenas düellosu hala akıllarda, 2001 Iverson-Carter düellosu gibiydi. Uzatmada James'in son saniye turnikesiyle 121-120 Cavs'in kazandığı serinin 5. maçı unutulmaz ilk tur anlarından biriydi. James 45 sayı atarken, Arenas 44 sayıyla karşılık vermiş ve ironi bu ya maçı da, düelloyu da James 1 sayı farkla kazanmıştı. Serinin 6. ve son maçını da uzatmada, uzatmanın bitimine 14 saniye kala ilk defa oyuna giren Damon Jones'in basketiyle yine 1 sayı farkla 114-113 Cavs kazanmıştı. Arenas'ın 36 sayısı yeterli olmamıştı.
2001 Iverson-Carter düellosunu da anımsayalım. Seriyi 4-3 Sixers kazanmıştı. Carter bir maçta 50 sayı atarken, Iverson 52 ve 54 sayılarla 2 maçta karşılık vermişti. Daha özel bir seri seyrettiğimi hatırlamıyorum Yıldız Savaşları olarak.
Arenas oynayacak mı bilgim yok. Oynarsa da çok etkili olabilir mi, onu da kestirmek güç. Son maçlardan birinde benchten gelip 20 sayı atmıştı sanırım. Eğer oynarsa ve gücünü toplamışsa seri güzel bir hal alabilir, yeni bir rekabetin habercisi olur bu da. Serinin 4-2 bitme olasılığı yüksek, 4-1 ya da 4-3'de Arenas'a göre şekillenebilir durumlar. LeBron James'in geçen yıl 48 sayı attığı ve son çeyrek, 2 uzatma boyunca Michael Jordan kılığına girdiği Pistons serisi 5. maçında kaldığı yerden mi ya da gücünün yetmediği Spurs serisinde kaldığı yerden mi devam edeceğini hep birlikte göreceğiz. Bir hesabı vardır. Bu yıl karşısına KG ve arkadaşları çıkacak, James'in 48'den devam etmesi ve Celtics'e meydan okumasını ve o seriyi çok zor durumlara getireceğini de düşünüyorum. Eline şöyle bir fırsat da geçmiş durumda, ilk turu geçerse. Playoff'larda bir maçta en çok sayı atan oyuncu tabi ki Michael Jordan ve bu rekoru Bird'in efsane Celtics'ine karşı 63 sayı atarak elde etmiş ama maçı Celtics kazanmıştı. LeBron bu rekoru kovalayacaktır. Bunu izlemek de bizlere büyük keyif verecek, yıpranmış Celtics'in de plyoff tecrübesi Pistons karşısında tutunamayacağını düşünmemin temel sebeplerinden biri de bu aslında.
Lakers - Nuggets
4-2 biter. Kobe ve arkadaşları için olağanüstü bir normal sezon. Gasol hamlesiyle Lakers'ın nasıl bir noktaya geldiğini hepimiz gözlemledik. Bu sene olmasa bile önümüzdeki yıllarda Kobe-Odom-Gasol'e bir de Bynum eklenecek. Bu eklenme hali 2008 Playoff'larında ve sağlıklı bir biçimde olursa durdurulamaz bir takım da olabilirler. Kobe de eline geçen bu büyük fırsatı kullanarak, NBA'nin gelmiş geçmiş en iyi oyuncularından biri olduğunu kanıtlama uğraşına hem bireysel istatistiklerle hem de şampiyonlukla girmeye çalışacaktır. Onu da izlemek çok keyifli olacak. Shaq'in dominasyonundan çıktıktan sonra ilk defa uzun bir playoff süreci Kobe'yi bekliyor, bu da demek oluyor ki olgunlaşmış, bir maçta 81 sayı, 4 maç üst üste 50+ sayı atmış ve takımın parçası olmayı başarmış Kobe'yi en az 12 maç kadar izleyeceğiz. Bu şansını iyi kullanırsa o da MJ'nin 63 sayısına göz kırpabilir. Sanırım en yüksek 50 sayı atabildi Playoff'larda. Kobe'nin Playoff istatistiklerinin de zayıf olduğunu bilmekteyiz, bu anlamda birşeyler başarması da gerekiyor kendisine getirilen Playoff eleştirilerine karşı bir sözünün olması için. Karşısında ise MJ'den sonra yakın zamanda en yüksek Playoff sayısına ulaşmış ve ortalama olarak 30 sayı tutturmuş -bu kategoride Jordan'dan sonra 2. sırada ki bu onu yıldızlar arasında nereye koymamız gerektiğini gösteriyor- Iverson olacak. Normal sezon 3-0 olmasına rağmen bu faktörle Nuggets'in 2 maç kazanacağı düşünmek bile Iverson'ın ne kadar büyük bir oyuncu ve bu anlar için yaşadığının göstergesi.
Hornets - Mavs
Nasıl bir tahmin yapılırsa yapılsın, yanılma şansı yüksek. 3-4 diyorum ama 4-3 Hornets de kazanabilir seriyi. CP3 liderliğindeki bu yeni yapılanmış takımın bu yıl başardıkları düşünüldüğünde hem MVP hem de En İyi Coach ödülü bu takımın adaylarına verilmelidir diyebilirsiniz. Haklısınız da. Kobe'nin yaşının ilerlemesi, daha önce almamış büyük bir oyuncu olmasının ve Batı birinciliğinin etkisiyle kazanacağını düşünsem de, Chris Paul'un bu seneki performansıyla bu ödülü daha çok hakettiğini düşünüyorum. Ama MVP ödülünün geçmişinde, Oscar'larda olduğu gibi saygı duruşunda bulunma gibi bir etkenin varlığını da unutmamak gerekir ve sıra Kobe'de. Muhtemelen En iyi Coach ödülünü ise alacaklar, MVP almadıklarını için, bu kez de acaba Doc Rivers'a haksızlık mı edildi diye düşüneceksiniz. Çok zor seçimler olacak. Seriye dönersek Gasol ve Shaq hamlelerinin aksine Kidd hamlesi pek başarılı ve sistematik gözükmedi sezon içinde. Kidd'in 2 Final Serisi görmüş bir tecrübe olması faktörünün Playoff'larda devreye gireceğini, Captain Dirk liderliğindeki Dallas'ın son 2 yıl yaşanan kötü anıları da silmek adına ekstra çabalar içerisinde olacağını da hesaba katınca bir adım önde gibi geliyor Mavs. Kimin seriyi kazanacağını gerçekten bilmek zor. West'in ya da daha genele yayarsak bu yeni takımın Playoff'larda ne yapacağı pek belli değil. Çoğu kez bu tür durumlarda iyi oyuncular zor durumlara düşmüşlerdir. Playoff zamanları gerçekten başkadır, havası, mücadelesi, sorumluluğu, yükü, herşeyi başkadır Playoff'ların ve büyük oyuncular bu platformda belli olur. CP3'nin test zamanı.
Spurs - Suns
Kanımca en zor seri. Geçmiş yılları düşününce Spurs'un Suns'ı çok kolay geçtiğini anımsıyoruz, bu kez bu kadar kolay bir seri olmayacaktır. Shaq'in istekli ve sağlıklı oyunu, Amare'nin Shaq'in Hakan Şükürvari istatistik ve görüş dışı etkisi sonucu yükselen form grafiği ve Spurs sevgisi -40 sayıya yakın bir ortalaması vardı yanılmıyorsam 2 yıl önce 4-1 biten seride- 2 defa MVP seçilmiş Nash'in bu kadarını haketmediğini düşünenlere karşı olan savaşı, Suns'ın bir türlü bir adım daha ileriyi görememiş olması gibi etkenler Suns'ın olumlu yönleri. Karşılarında ise bir Şampiyon var. Garip bir şekilde sadece tek yıllarda 2003, 2005, 2007 yıllarında şampiyon oldular, bunu da kırmak isteyeceklerdir. Spurs'de her taş yerli yerinde. Duncan, Manu, Parker, kenarda Eva Longaria ve Greg, her şey aynı olacak, Pistons gibiler. Bu tür aynı yüzlerin olduğu takımları hep sevmişimdir, 90'ların AC Milan'ı, 96-00'nin Galatasaray'ı, Gordon'un ezber BJK'si gibi ve genelde de bu yöntem çok başarılı olmasına rağmen, adrenalin içermediğinden sevilmez. Bir de sürekli bu 2 takımın sert savunma yapmasından ve estetikten uzak bir oyun sergilemesinden dem vurularak basketbola olan ilgiyi ve sevgiyi azaltıkları gibi bir yargı oluşmuştur. Futbol ve basketbol bu noktada karıştırılmamalıdır. En temel oyun farkı aslında saha boyutları sonucu oluşur. Basketbolda savunma ve hücum iç içedir ancak savunma oyunu yönlendirir. Futbolda ise savunma ve hücum saha boyutunun da etkisiyle 2 farklı olgu olarak karşımızda durur. Bu sebepten dolayı Pistons ve Spurs'e karşı oluşan yargının karşısındayım. 90'lı yılların kavgacı New York Knicks'i, Chicago Bulls'u, Indiana Pacers'ı, 80'lerin Detroit Pistons'ı ve onların verdiği mücadelenin keyfini hala hiçbir takımdan alamıyorum. Her 2 takımın sevilmemesinde bir diğer etken ise Kobe, Iverson gibi bir yıldızlarının olmayışı, estetikten yoksunluk da bu açıdan bakılınca ortaya çıkıyor ama bir Manu, bir Tay de estetik unsurlar katabiliyorlar oyuna. Seriye dönersek çok zor ve en çekişmeli seri olacak diye umuyor ve bekliyorum, 3-4 ya da 4-3 bitecektir. Eğer Spurs ve Mavs ilk turu geçerse çok daha güzel bir Spurs-Mavs rekabetine hazır olalım derim.
Jazz - Rockets
22-0'lık seri inanılmazdı. Fakat bu seriyi 2 kısma ayırmak sürece daha doğru bakmamızı sağlayacaktır. İlki Yao'lu 12-0'lık dönem, diğeriyse T-Mac ve arkadaşlarının insanüstü mücadelesi sonucu oluşan 10-0'lık dönem. Rockets'in Jazz'i elemesi elbette süpriz olmaz, bunun için T-Mac'e çok ihtiyaçları olacak, ancak Jazz'ın da Deron liderliğinde muazzam bir iç saha takım olduğunu unutmayalım. İç saha avantajlarını kaybettiler ve bir deplasman galibiyeti çıkarırlar ise, 4-2 ya da 4-3 seriyi bitireceklerdir. Deron adına da iyi bir test olacak Playoff'lar. Jazz'ın nedense bu turdan sonra karşısına kim gelirse gelsin zayıf kalacağını düşünüyorum. Deron, C-Booz, Kirilenko ve Okur omurgasıyla aslında sağlam ve sistem takımı olmaları önemli bir artı. Ancak yine de büyük oyuncu eksikliği mi, büyük maç oynama zaafiyeti mi, sadece iç saha takımı olması mı, bunların bütünü mü çok ileri gidemeyeceklerini düşünmemin sebebi, bilmiyorum.
Konferans Yarı Finalleri'ne gelince tekrar bir değerlendirme yapmak şart.
Çok ilginç, heyecanlı ve unutulmayacak bir Playoff bizleri bekliyor. Bireysel düellolar, takım rekabetleri en üst düzeyde olacak. Kobe-Shaq, Celtics-Pistons, Iverson, King LeBron James, belki James-Arenas, Mavs-Spurs, T-Mac, CP3 ve daha nelerle karşılacağız. Wade yok, büyük kayıp, not düşelim, winner oyuncuları Playoff'da izlemek en büyük haz, O'ndan yoksun olmak üzücü.
Umarım Bad Boys Şampiyon olur.
17 Nisan 2008
A. Eren Loğoğlu
16 Nisan 2008
Vapur
Çeyrek kala
Çeyrek geçe
Kadıköy'den Kadıköy'e
Vapur taşır umutlarını sevgilinin
Aklı karışmış martılar eşlik eder
Sahi deniz buna ne der?
Daha çok sevinmeyi mi ister insan
Daha az üzülmeyi mi?
Martılara sormalı!
Galata bir yanım
Saray öbürü
Buluşurlar
Tarihe yazılmış bir öyküde
Ve adının olduğu her yerde umut vardır.
Bir sürü
Balık takılır umudun oltasına
Yenilir yutulur cinsten değil ama
Alkol ilacıdır
Boğaz'a dizilen (kala)balıkların
Fazlası zarar
Umut,
Uyumayı unutmaktan başka neye yarar?
Kız Kulesi'ne hapsedilen düşler
Düşlerde düşüşler
Düşüşlerde düşünüşler
Olsa da
Vapur taşır umutlarını sevgilinin
Yorgunluk nedir bilmez
Umut taşınmak istiyor mudur, bilinmez.
Dalgalar köpük köpük ağlar
Vapur ardından
Vapur ardında
Bir sevgili bırakır
Ruj izleri bırakmaz yakanı
16 Nisan 2008
A. Eren Loğoğlu
Solda
Yürek solda
İşçi solda
Solda köylü
Sendika solda
Solda emek
Üniversite solda
Temel hak
Ve özgürlükler solda
Solda eşitlik
Solda demokrasi
Bağımsızlık solda
Solda akıl
Ve aydınlık
Ey insanlık
Sen sen ol da
Bu yolda
Mücadele ver
Önce şöyle bir karnını doyuruver
Sonra
Düşün
Sorgula
Araştır yaşamını
Okuryazar oluver
Kitapla dost
Bilime inan
Sev insanlarını
Sanatla ilgili ol
Bilincini açık tut
Korkuyu kaldır
Ölüme koşarak saldır
Unut uykularını
Gözlemle doğayı
Ve koru
Bir ateş yak
Isıt geceyi
Tanı halklarını
Çalış
Çok çalışmaya alış
Üretime katıl
Düşler kur
Gelecek güzel günlere dair
Ve unutma;
Solda şair
Devrim solda
Solda mutluluk
Yürek solda
Solda sevda
15 Nisan 2008
A. Eren Loğoğlu
10 Nisan 2008
Şampiyonlar Ligi Yarı Final Eşleşmeleri
Futbolun en önemli vitrinlerinden biri olan Şampiyonlar Ligi'nde Final'e doğru ilerliyoruz. Yarı Final Eşleşmeleri ve takımların bu noktaya gelişi üzerinden bir değerlendirme yapalım.
Liverpool FC - Chelsea FC
Fenerbahçe'yi Çeyrek Final'de eleyen Chelsea'yle başlayalım.
Fenerbahçe'yle aynı sistemi (4-2-3-1) oynayan ve farkını bölgesinin en yetenekli oyuncularıyla koyacağı bilinen bir takımdı Chelsea. 2007/2008 Sezonu'nun her platformda hem oyun hem puan anlamında en iyi takımı Manchester United'in Premier League'de sadece 3 puan gerisinde olan bir takımdan bahsettiğimizi de unutmayalım.
Fenerbahçe'yle ortak yönü de, süreklilik içeren, tempolu bir oyun yerine -iyi oynamak kısaca- savunma kurgusuna daha çok dikkat eden ve sonuca oyuncularının bireysel yetenekleriyle gitmeye çalışmasıydı. Lampard'ın kötü oyun performasına rağmen Fenerbahçe karşısında 1 gol 1 asist ile maça etkimesini Alex'in Türkiye Ligi'nde kötü oynasa da skora olan etkisine benzetebiliriz. Yine Chelsea'nin kendi isim ve oyuncu kalitesine eşdeğer takımlarla oynadığı maçlarda diğer 'küçük takım'lara karşı daha başarılı olması da Fenerbahçe'yle bir başka ortak noktalarıydı. Fenerbahçe'yle benzer özellikler içeren ama bu özellikleri daha değerli oyuncularla sağlayan Chelsea'nin Fenerbahçe'yi eleyeceğini düşünüyordum kura sonrasında. Öyle de oldu.
Çeyrek Final'in ilk ayağının 60 dakikası Chelsea oyunu domine etti. Bir ara tarafsız olarak maç izleyen pek çok kişi Fenerbahçe'nin bu noktaya gelmeyi hak etmediğini düşünmeye başladı, zayıf kalmıştı Fenerbahçe rakibi karşısında. Bu dakikadan sonra, zayıflık durumunun farkına varan bazı oyuncuların -Drogba misal- konsantrasyonunu kaybetmesiyle Chelsea savunmasının daha önce yaptığını görmediğimiz bir çizgi hatasıyla -arkaya atılan top- golü kalelerinde gördüler. 2. gol ve oluşan 2-1'lik skor gerçekten mucizevi bir şeydi. Maç 2-0, 3-0 bitmesi gerekirken, detaylarda gizli bazı hatalar, psikolojik düşüş, ciddiyetsizlik ve en önemlisi Fenerbahçe'nin gol yememe ve gol atma şansıyla böyle bir ilk maç sonucu oluştu. Avram Grant'ın maç sonu sözleri de bunları söylüyordu aslında. Fenerbahçe'nin son 30 dk. iyi oynayıp, maçı kazanmayı hak ettiği yazıldı ve çizildi, katılmıyorum bu görüşe. Neden mi? Kendi sahasında oynayan ve bu klasmana en azından isim olarak gelmiş bir takımın 60 dk. esir edilmiş gibi oynamasını kabul edemem. Kaldı ki son 30 dk. sadece rakip yarı sahada daha çok bulunarak da iyi bir oyun oynamış sayılamaz Fenerbahçe, karambol ve duran top dışında bir hücum organizasyonu geliştiremeyen, Maldonado'nun oyun alanını 15-20 metre öne çekmesini başarı olarak kabullenmek, bu seviyedeki diğer takımların oyunlarına büyük haksızlık olur. Eğer bunu iyi bir futbol olarak kabul ediyorsa Fenerbahçe'li yazarlar, zaten bu seviyede olmadıklarını, bu seviyeye biraz da şanslarıyla geldiklerini kabul ediyorlar demektir. Doğrusu da bu.
2. maçın gelişimi ise biraz daha farklıydı ilk maçtan, aynı dizilişlere rağmen. Chelsea'nin turu getirecek golü çok erken bulması oyun planlarını değiştirdi ve savunma oyununu biraz da abartarak oynadılar - Terry ve Carvalho'nun zaman zaman pas yerine topu dikmeleri- Ayrıca 1-0'dan sonra ilk maçtaki mucizenin etkisiyle Chelsea oyuncularında acaba şanssızlık olur mu korkusu da vardı. Ancak Fenerbahçe ilk maçın son 30 dk. kadar bile oynayamayınca -sadece bir 5 dk. baskı kurabildiler rakip alanda- Chelsea, heyecanlı olsa da güvenli bir şekilde sonucu korudu. Fenerbahçe'nin bir şansı da Premier League'da ceza sahası ve civarında bulduğu bu şut pozisyonlarını olumlu değerlendiren Drogba'nın kötü bir performans sergilemesiydi. Ondan da kötü biri vardı sahada 2. maçta, o da Deivid'di ironik bir şekilde. Bunda kendisine tanınan serbestliğin ve Alex'in kötü performansının da etkisi vardı.
Her 2 maçtaki kötü oyununa, Şampiyonlar Ligi'nde 2. gruplar formatının değişmesine, kolay bir grup ve 2. tur kurasına -Sevilla 1.ler arasında en kolay takımdı Porto'dan sonra kabul edelim- rağmen kendi tarihi açısından çok başarılı bir Avrupa Sezonu geçirmiştir Fenerbahçe. Daha önceleri diskete sığabilen bir Avrupa geçmişine sahip iken, CD'ye DVD'ye geçebilmek adına disket biriktirme dönemine girmişlerdir, bu açıdan kutlanmaları doğaldır. Tabii çözünürlüğü, görüntü kalitesini artırarak data boyutunu artırma yoluna gitmeyi seven bir camiadır aynı zamanda Fenerbahçe, bu sebeple dev aynalara dev pozlar atmaları da normaldir. Onlar bu yüzden Fenerbahçe zaten.
Gelelim Liverpool'a.
Liverpool, Galatasaray'lılar arasında çok sevilir. The Reds bir kere, adı güzel. Liman işçilerinin takımı, o da güzel. KOP Efsanesi, You'll never walk alone marşı, This is Anfield sloganı herşey güzel. Ancak İngiliz kültürüne, insanına her alanda -müzik, edebiyat, bilim gibi- saygı duysam da özellikle futbol takımlarından hiç haz etmem. Belki de Akdeniz kültürüne olan bağlılık duygusunun bir eseridir bu durum. Babamın elektronik ve tv'ye olan yoğun ilgisi sonucu 1990'ların başında 5 metrelik çanak antenlerle AC Milan'ı, FC Barcelona'yı izlemenin ve sonraları bu büyük 2 kulübün tarihlerini ve taraftar profillerini de öğrenmemle, onları bir tutkuya dönüştürmenin bunda payı çok büyüktür.
Liverpool'un Çeyrek Final'de en tempolu oynayan takım olduğunu, bir kupa takımı olduğunu, büyük olduğunu söyleyelim öncelikle. Gruplarda zorlandılar, ilk 3 maçta 1 puan aldılar ancak herkes onların son 3 maçı kazanarak gruptan çıkacağına emin gibiydi. Öyle de oldu. 2. turda Inter'i her 2 maçta da yenerek elemeleri önemli bir iş gibi gözükse de bana göre değildi. Dünya Kupası'nı kazanan İtalyanların kulüp takımlarında gözle görülür bir düşüş olduğu gerçeğini unutmayalım.
Tersine İngiliz takımların geldiği nokta da olağanüstü. Roma'nın 2 yıldır United karşısında ne kadar zayıf kaldığını görüyoruz. AC Milan'ın ise, büyüklüğüyle, ismiyle, kupa takımı olmasıyla, sistemiyle ve Kaka'sıyla Şampiyonlar Ligi'ni kazandığını da hatırlayalım. 2006/2007 Sezonu'nda da aslında Şampiyonlar Ligi'ni Manchester United hak etmişti ama Kaka diye bir adam çıktı ve ellerinden alıverdi kupayı, sonrası zaten 2005 İstanbul'un soğuk yenen yemeğiydi.
Rafa Benitez Liverpool'u da bir sistem takımı, diğer büyük takımlara göre zaafı ise oyuncu yeteneklerinin sınırlı olmasında yatıyor. Çocukluğunda Everton formalı dolaşan büyük oyuncu Gerrard'ın yetenek, hırs, mücadele, inat, kavga, akıl gibi pek çok kavramı barındıran oyununu Fernando Torres gibi modern bir hücum oyuncusuyla birleştirmeleri en önemli kazanımlarıydı bu sene. Geriye kalan oyuncuları Benitez, farklı özellikleriyle sürekli rotasyona da uğratarak değerlendiriyor. Savunmada Carragher gibi süreklilik heykeli, Xabi Alonso ve Mascherano gibi ortalamanın çok üzeri fakat en iyiler kategorisinde yer almayan 2 orta saha oyuncu da diğer artıları olarak gözüküyor. Bunun yanında hücumda farklı alternatifleri olmasını da -zaman zaman top bile şişiriyorlar Croutch'a, bu bile taktik oldu- unutmayalım. En önemli sorunları savunmanın merkezi ve kanatlar, Ryan ve Benayoun Liverpool seviyesinde olmayan ve istikrarsız performans gösteren oyuncular.
Fenerbahçe'yle ortak 2 özelliği de var Liverpool'un, bunlardan birisi 17 yıldır - bu yıl 18 oldu artık- Premier League'i kazanamaması, neredeyse Yontma Taş Devri'nden beri. Biri Lig'de diğeri Kupa'da şampiyon olamıyorlar. Bir diğeri ise Liverpool'un Arsenal maçında haksız bir penaltıyla son 5 dk.ya 3-2 önde girmesiydi, izlerken Alex'in Kayserispor'a attığı penaltıyı anımsadım.
Sanırım Chelsea'yle Liverpool'un Yarı Final Eşleşmeleri konusunda da bir rekabeti var, 4 oldu. Liverpool oynadığı tempolu ve iyi futbol sebebiyle favori görülse de, ben tam tersini düşünüyorum. Kontrollü futbolu benimseyen ve zor gol yiyen Chelsea'nin, Lampard, Drogba gibi oyuncularının performans artırmalarıyla da turu süpriz yaparak geçeceğini düşünüyorum. Rekabet ve Final'in Rusya'da olması sebebiyle de daha hırslı bir Chelsea'ye hazırlıklı olalım. Bu açıklarını Terry, Essien, Makalele'yle kapatıyor olsalar da, son düzlükte onlara katılan yeni oyuncular da olacaktır.
FC Barcelona - Manchester United FC
Bu eşleşmenin favorisi de belli, ManUtd. Son 2 yılın en formda takımı, hem savunmada hem hücumda olağanüstü uyumlu bir kadroya sahipler. Arsenal'in, Arsene Wenger'in dünya futboluna hediye ettiği yeni hücum anlayışını -pivot santraforsuz- Cristiano Ronaldo'yu her turnuvada gol kralı olma noktasına getirerek taçlandırdılar denilebilir. Rio Ferdinand ve Van Der Sar gibi iki güvenceyle oynamaları büyük avantaj. onlara eklenen Michael Carrick hamlesiyle de bütün açıklarını kapatmış oldular. Ryan Giggs, Rooney gibi önemli tecrübe ve yetenekli oyuncular vazgeçilmezleri olarak duruyor. Atlanta Hawks oyuncusu Steve Smith'in bir NBA maçı sonrası 30 küsür sayıda tutmayı başardığı Michael Jordan için söylediği gibi "Durdurulması imkansız değil ama emin olun imkansıza çok yakın" bir takım şu an Manchester United. Bu imkansıza çok yakın işi başarabilecek tek takım da karşılarında, FC Barcelona, Katalanlar.
Xavi-Iniesta ikilisinin oyuna hakimiyeti derecesinde ve Messi'nin sağlık raporları doğrultusunda bu imkansızlık halini kırabilirler. Ronaldinho ve Deco'nun olmayacağı kesin gibi, form durumları sebebiyle. Geriye Eto'o ve Henry kalıyor ki, Henry'nin Ümit Karan'ın Fenerbahçe'yi sevmesi gibi United aşkıyla yanıp tutuştuğunu biliyoruz. Eto'o da ona eşlik edecektir. Sıkıntı Valdes ve önündeki 4'lü de olacak. Puyol'un yanına bir türlü doğru oyuncu bulunumadı, Puyol, bir Katalan, sembol, bayrak adam, önce formayı O'na teslim ediyorsunuz haliyle hataları olsa da. Hamle yeteneği zaten olağanüstü bir savunmacı ancak, fizik gücü ve boyu sebebiyle zaafiyet yaşadığı da bir gerçek. Atletico altyapısının imal ettiği bayrak Raul'un karşısında duracak bir bayrak adam şart, sol kolunda sarı kırmızı bandıyla, Barnebeu'da taraftarını temsil edecek Puyol'dan başkası değil O. Belki biraz duygusallık ve taraf olmak gibi duracak ama FC Barcelona'nın da süpriz yapacağını ve Final'e kalacağını düşünüyorum. Kim bilir Liverpool'la geçen yıldan kalan hesap da kesilir belki Final'de her ne kadar Chelsea'yi beklesem de.
Çok güzel 4 maç bizleri bekliyor olacak, Anfield ve Old Trafford'daki maçlar mutlaka izlenmelidir. Favoriler kırmızılar, tahminim maviler ve Katalanlar. Bakalım neler olacak, hep birlikte göreceğiz.
10 Nisan 2008
A. Eren Loğoğlu
K Dergisi, Sayı 63, 72, 75, Bazı Notlar
Sagan hakkında ;
Ben her gün kelimeler arasında yarattığım insanım.
...
Alkolün beyin hücrelerini öldürdüğü söylenir. Bedenlerimizi özgür bıraktığı sürece sorun yok.
...
Her şeyi yaptım. Denemiş olmak için, ya da etrafımdakiler istedi diye de değil. Mutlulukla.
K Dergisi, Sayı 63
...
Raymond Chandler hakkında ;
Gençlik iki yanı keskin bir bıçak gibi, yönünü şaşırmış bir ok gibi, rotası belli olmayan inatçı bir dağcı gibi, rüzgara karşı işemek gibi, en büyük coşkularla en büyük hüsranları aynı anda yaşamak gibi... Hiçbir kalıba dökülemeyen paha biçilemez bir sıvı gibi... İşte bu yüzden gençken, ürkekken, geleceğe büyük beklentilerle buzlu camların ardından bakarken, kontrolsüzce çabalarken, insan sebat etmeyi, azmini hiçbir zaman kaybetmemeyi, zorluklar arttıkça hedefe daha da yaklaştığını kestirememeyi, zaptedemediği hayal gücünün haritasız coğrafyalarında pusulasız kaybolmamayı, her şeyin üstünde, içindeki sevgi, tutku ve ihtiraslarla ne yapacağını bilemiyor.
Bir de bu genç yaşta yazar olmak istiyorsanız ve henüz kimse sizi tanımıyorsa ve beş parasızsanız bir çoğuna olduğu gibi umutsuzluk kırıntıları ruhunuzun boşluklarına sızarak içten içe bir karamsarlığa sürüklüyor sizi. Kimi bu gençlik hezeyanlarından sıyrılmayı başarabilirken, kimi de kendini içkiye veriyor, kadehlere sığınıyor. Kendine güveni tam oturmamış, ne yapmak ve ne olmak istediğine henüz karar verememiş, eleştiriye kapalı olanlar kendilerini bu dünyadan ayırmaya bile karar veriyor çoğu kez. Ama bazen tüm bunları yaşamak için genç olmaya bile gerek olmuyor.
...
Aziz Nesin hakkında ;
Tuhaf zamanlar yaşıyoruz öyle değil mi? Durmadan kendine gebe kalıp kendini boğazlayan tuhaf zamanlar. Karmaşık ve anlaşılmaz kurallarıyla gizemli; fakat kuralsızlığıyla malul zamanlar. Her sabah yeni baştan kurgulanıyor gibiyiz, sil baştan bir oyunun parçaları gibi durmadan form değiştiriyoruz. Ek yerlerimiz aşınmış, hep başka bir parçanın yanına ilişmekten yorgunuz. Sanki biri çıkıp gelecek de bizi bu karmaşadan çekip alacak gibi heyecanlıyız bazen, bazense hayata getirildiği o küçücük andan koparılmış, çaresizce kendine başka fotoğraflar arayan hınzır bir gülümseme gibiyiz; albümler dolusu yolculuklara çıkıyoruz, başka yüzlerle dolu donmuş karelerde, başka başka dudaklara yerleşiyoruz. Sonraları alışıyoruz böylesi bir yaşama, çatlaklarımızdan su sızmaz oluyor, kırıklarımız taş gibi sağlam... Eksik, gedik ne varsa hasıraltı edip, ağır bir uykuya dalıyoruz.
Biz deliksiz uykumuzda tatlı rüyalar diyarını seyre dalarken, içine doğduğumuz bu karmaşa sonsuz ve zamansız bir masal gibi kemikleşiyor. Bizi yadsıyacak denli güçlenip gerçekliğin ta kendisi oluyor. Hayaller dünyasının yumuşak evrenini sevenler için bir kaçış yolu var elbet. Kaçıp saklanacak bir düş yaratılabilir örneğin, el değmemiş tatlı bir düşe dalmak hiç fena fikir değil. Ama derdi gerçekle olanların işi zor. Onları çarpık ve yerinde gitmez ne varsa görüp uykularını kaçıracak bir yaşamın izini sürmek bekliyor. Ama öyle asık suratlı ve yılgın değil, vazgeçmeden, kararlı ve kimi zaman "gözyaşını gülmeceye çeviren bir simyacı" gibi ince ince çalışarak.
K Dergisi, Sayı 72
...
'Hayat bir kabaredir' Ön planda gülüş, dans ve şarkı. Arkada ise gözyaşı, acı ve ölüm.
...
"İçeri girince erguvan rengi giysilere bürünmüş ve bin köle kadının bana hizmet ettiği şatafatlı bir ziyafet sofrasına kurulmuş olduğumu gördüm, bu kadınlarda, bazıları çok kısa bir an bile olsa, ruhumu ve bedenimi dolduran bütün o kadınları yeniden tanıdım. Onun -ikimizin- bütün hayatım boyunca burada zevk içinde yaşayıp keyif çattığımı ve benim umut ederek, özlem duyarak, bekleyerek Ben'imin büyülü gücünü ruhumdan akıtıp ona hayat verdiğimi, onu zenginliğe boğduğumu kavrayınca tarifsiz bir nefrete kapıldım. Bütün hayatımın her tür beklemekten ve yine beklemekten -dinmek bilmez bir tür kanamdan- ibaret olduğunu ve anı hissetmek için bana kalan zamanın saatlere bile vurulamadığını dehşet içinde fark ettim. O zamana dek hayatımın anlamı bellediğim şey bir sabun köpüğü gibi yok oldu gözlerimin önünde. Bakın, dünyada ne gerçekleştirirsek gerçekleştirelim, bunlar hep yeni bir bekleyişe, yeni bir umuda yol açar; bütün evren doğmamış bir şimdiki zamanın cesedinin saçtığı pis kokuyla dolu. Bir doktorun, bir avukatın, bir memurun bekleme odasında kapıldığımız o sinir bozucu zayıflığı hissetmeyen var mıdır? Bizim hayat dediğimiz şey ölümün bekleme odasıdır. Birdenbire -o anda- zamanın ne olduğunu kavradım. Biz zamandan yapılma ürünleriz, maddeden oluşmuşa benzeyen ama akıp giden zamandan başka bir şey olmayan bedenleriz"
Gustav Meyrink'in Kardinal Napellus'undan
K Dergisi, Sayı 75
10 Nisan 2008
A. Eren Loğoğlu