04 Haziran 2010

Havana Röportajı



Nazım Hikmet’i ‘Son Şiirleri (1959 – 1963) Şiirler 7’ kitabının en unutulmaz şiirlerinden biri ‘Havana Röportajı’ ile anıyorum;

I

Pırağ - Havana uçağı Küba bale takımını bekliyor

sosyalist şehirlerde dans ettiler altı ay
sıcak denizlerdeki adalardan çığlıklarla kalkan renkli kuşlardılar
alışamadım bir türlü,
uçak yerden kesilirken kazaların çeşidi gelir aklıma
hele kemeri bağlarken

katkısız mavideyiz
Moskovalı bir kızcağız oturuyor yanımda jeolog
ufacık tefecik de şipşirin de gökgözlü bir bal damlası
Küba Ural’dan biraz gençtir diyor
iki milyon yıl daha genç
ama toprakaltı zenginliği
bin bir gece definesi Ural’ınki gibi

toprağın altında dolaşıyorum köklere kemiklere çarpıyor başım madenler yığın yığın renk renk pırıldıyor karanlıkta

bizimkiler petrol arıyor Atlantiğin dibindeki Küba toprağında diyor
burgular deliyor denizin dibini sallanan uzun otların arasında ve balıklar
patlak gözlü göbekli diken diken balıklar çarpıyor dalgıç başlığımın
camına
bulacağız diyor Küba petrolsüz edemez bulacağız
petrolü bulacaklar güvenim var ama Nataşacık sıcaklara nasıl dayanır

Kazakistan’da iki yıl çalıştım diyor ısı kırk beş kırk sekiz ilerimde mühendisler Bakülü Brünolu Peşteli Varşovalı Pekinli Vaymarlı
çelik dökmem istiyor Fidel Kastro tropik güneşleriyle yağan yağmurlar
gibi çeliği dökmek
kurtulmak istiyor Fidel şekerin zindanından

altımızda Avrupa ama Küba bale takımı saatlarını bağrışa çağrışa Havana
saatına göre ayarladı evlerinin serin taşlıklarına girdiler koşa koşa
bense bir türlü akıl erdiremiyorum gündüzü mü kovalıyoruz
geceyi mi
uzalıyor mu ömrümüz
kısalıyor mu
görüyorum Avrupa kıyılarının çizgisini geçiyoruz
çizgi köpük içinde
görüyorum Atlantiğin üstündeyiz
içimde bir garipseme
büyük toprağımdan ilk kopuşum bu

Okyanus’ta pupa yelken kalyonlar yüzüyor kendilerinden iri yel güllerinin ve deniz kızlarının arasında ve ceylan derisine çizilmiş hartaların
uzaklara çağırışı karışıyor içimdeki garipsemeye

ortalık ufuksuz
mavi morardı karardı
elleri kancadan ve tek gözleri tepelerinde ve de çok zalim birtakım yaratığın egemenlik ettiği çok küçük bir yıldıza indi uçağımız geceleyin
geceleyin uçağımız Santa Mariya adasına indi altı saatlik bir uçuştan sonra
Portekizce konuşuluyor
Angola’yı düşündüm
San Salvator da Kongo’ya yakın kahve pılantasyonlarında başlayıp yayıldı ayaklanmalar

yedi haftada bu hayvanların otuz binini öldürdük gelecek ay yüz bin daha öldüreceğiz yağmurlar hele bir dinsin
Portekizli subay Luanda’da böyle konuştu

ay doğarken havalandı uçağımız
Santa Mariya aşağıda denizin orta yerinde eli böğründe kalakaldı
boyası artık yitirilmiş eski bir şamandıranın kederi çalkalanıyor Atlantiğin sularında ayışığında

uyudum
uyandım
tanımadığım yıldızlarla dolu ortalık
hızla da ağarıyor yıldızlar
Küba bale takımının kızları saçlarını tarıyor sürme çekiyor boyuyor dudaklarını ve sabah mahmurlukları bu sımsıkı kapalı daracık yerde
bir limonluk baygınlığıyla olgunlaştırıyor onları

güneş doğdu
aşağıda derinlikler koyu lacivertten açık yeşile
mercan adaları korkunç yılanlar gibi büklüm büklüm uzanıyor camgöbeği aydınlığın üstünde

Küba kıyıları koylarıyla göründü
koylar gümüş leğenler gibi yan yana dizili
Küba koylarının suları rahattır ve bütün denizlerde yüzen bütün gemileri aynı gün aynı gece barındırabilir
biliyorum bir cennet yemişidir Küba adası Meksika körfezinin sepetinde
yılan yoktur Küba’da akrepleri de ağulu değil
vahşi hayvan da yok Sapata bataklıklarındaki timsahları saymazsan boyları da yedi metreye kadar arkalarına geçip sopayı indirdin mi işleri
tamam
bir de köpek balıkları Kohimar kayalıklarında
bir portakal çekirdeği atarsın terli sıcak toprağına sabahleyin Küba’nın bir portakal bahçesi bulursun akşamüstü

hikâye insanoğlu üstüne insanoğlunun gençliği umutları üstüne
hikâyeyi benden güzel anlattılar benden güzel anlatacaklar
hikâyeyi dost düşman işitmeyen kalmadı

Batista kulluğundaydı Şehmeran'ın
şekerkamışı milyonerlerinin Yankisinin de yerlisinin de ve tütün ve kahve milyonerlerinin Yankisinin de yerlisinin de ve tanklı uçaklı elli binlik bir ordunun ve de yiğitleri hadım ettikten ve de gözlerini oyduktan sonra döve döve öldüren kışlaların ve önlerinde sırtüstü cesetler çürüyen karakol kapılarının ve her gece karakol duvarlarını yırtıp dışarı fırlayarak sıcak karanlıklarda kanlı kuşlar gibi çırpınan çığlıkların ve Frankist papazların ve kumarhanelerin ve de eroin toptancılarının ve gangsterlerin Yankisinin de yerlisinin de ve orospuların yalnız bir Havana'da on beş bin ve karaya vurmuş bir köpek balığı gibi çürüyenin ve baygın ağır çiçek kokularıyla karışık leş kokusunun generali Batista tümü altı milyon nüfusunun dört milyonu aç ve yüz bini verem ve Yankilere son on yılda bir milyar dolardan çok kâr getiren Küba'da Birleşik Amerika Devletleri elçisinin Birleşik Amerika Devletleri kara hava ve deniz kuvvetlerinin Birleşik Amerika Devletleri dolarının yıllardır kulluğundaydı

956'nin Kasımında Fidel de içlerinde 82 kişi Granma gemisinden denize indi
956'nın Kasımında Küba kıyılarına sokulan Granma gemisinden denize inip yarı bellerine kadar suya gömülü ve silâhlarını başlarının üstüne tutarak ve ansızın ve bir anda açılan top ve mitralyöz ateşi altında karaya çıkıp ve karanlıkları polis köpekleri gibi koklayan araştıran ışıldaklardan sakınarak ve sarıldınız teslim olun seslerini ve iri kurbağaları çiğneyip bataklıklara ve şekerkamışı tarlalarına dalarak ve palmiyelerle hindistancevizi ağaçlarının ardı sıra tepeleri tırmananlar Sierra dağında buluştu

Fidel de içlerinde 82'nin 12'si sağ kalmıştı
Fidel de içlerinde 12 kişiydiler 56'nın Kasımında
Fidel de içlerinde 150 kişiydiler Aralığında 56'nın
Fidel de içlerinde 500 kişiydiler Şubatında 57'nin
Fidel de içlerinde 1000 oldular 5000 oldular Fidel de içlerinde Fidel de içlerinde bir milyon yüz milyon bütün insanlık oldular yıktılar Batista'yı 959'un Ocağında ve 50 binlik orduyu ve şekerkamışı milyonerlerini yerlisini de Yankisini de ve tütün ve kahve milyonerlerinin yerlisini de Yankisini de ve kışlaları ve önlerinde cesetler çürüyen karakolları ve eroin toptancılarını ve kumarhaneleri ve Birleşik Amerika Devletleri hava deniz ve kara kuvvetlerini ve Birleşik Amerika Devletleri dolarını ve Küba'nın havasında ağır çiçek kokularına karışık leş kokusu dağıldı
yani Birleşik Amerika Devletleri korkusu

Havana’ya yaklaşıyoruz dedi hostes
palmiyeler palmiyeler diye haykırdı birisi
anne anne diye haykırıyor sandım

Küba bale takımı lumbuzların camlarında kocaman kelebekler gibi çırpınıyor
tümü on sekiz saatlık bir uçuştan sonra toprağa betona değil aydınlığa inip konduk
aydınlığın içinde gördüm onları aydınlıkla sarmaş dolaş üç kişiydiler iki erkek bir kadın
biri sakallı
gençtiler
hangisi ak hangisi melez hangisi kara seçemedim
sakallısı ak mı kara mı melez mi seçemedim
seçemedim kadın kara mıydı ak mıydı melez miydi
gözleri birbirine öylesine benziyordu ki her şeyleri de öylesine gözlerinde
ki derilerinin renklerini birbirinden ayırt etmek olmuyor
zaten bu eritip dağıtıp yoğurup yaratan güneşte kanlar ve deriler birbirine karışmış türküler ve oyunlar gibi
üçü de soluk mavi gömlekli nefti pantolonluydu
kemerlerinde sapları işlemeli tabancalar ellerinde mitralyetler
birisi de beresini derleyip apoletinin altına sokmuş
akı mı karası mı melezi mi seçemedim
sonradan onlara günün gecenin her saatinde en olmadık yerde rastladım
kimi kere kamyonlar dolusuydular kimi kere bir kişi
bir keresinde Yazarlar Birliği Sarayı’nın kapısında nöbetçiydiler
iki kız on dörder yaşında
Küba kızları bizim Anadolu kızları gibi tez büyüyor
mitralyetleri ateşe hazır
ve yeşil bereleri kara kaşlarına eğik azıcık

bir keresinde kıvır kıvır ak saçlı bir zenciydi dev gibi
ve bankanın kapısına yaslanmıştı
ve mitralyeti yerde açık bacaklarının arasında
bir keresinde şiirlerimi okudu televizyonda tabancasını belinden çıkarmadan
Küba’nın en büyük aktrisiydi

ak bir Kadillakla gidik Havana’ya
otomobilin böylesine ömrümde ilk biniyorum
araba değil okyanus
milyoneri Miyami’ye kaçmış
çarın tahtı geldi aklıma
on dokuzumda Kremlin’de üstüne oturup resim çektirdimdi
kılıflıydı

II

vıcık vıcık terli bir ten fanilası gibi yapışıyor sırtıma sıcak
otelin 24’üncü katından bakıyorum şehre gece vaktı
içine güneş vurmuş bir deniz gibidir gördüğüm
sarı mavi turuncu yeşil balıkların ışıltısı kıvıl kıvıl
ve dev böcekler ak sedefleriyle
ve yarı hayvan yarı bitki uzun tüylü kırmızı çiçekleriyle kayalar
otelin 24’üncü katından dinliyorum şehri gece vakti
şehir türkülere gömülü
toprağın taşın yaprağın içinde türküler
türküler titreyen sıcak gibi toprağın taşın yaprağın içinde
havanın içinde azot filan gibi türküler
türküler yemişlerin kabuğu eti çekirdeği
çiçeklerin kokusu türküler
türküler İspanya Arabistan Afrika
türküler gözlerinde ve kalçalarında kadınların
türküler erkeklerin sıcak elleri
türküler oyunların ayakları belleri omuzları
asansörle iniyorum hole
asansörde köylü kızlar Oriente ilinden Bayamo köylüklerinden
şehre dikiş öğrenmeye gelmişler
Havana Libere (Hür Havana) otelinde duvarlarında milyonerlerden gölgeler kalmış apartımanlarda oturuyorlar
otelin eski adı Hilton
24 milyona çıkmış
asansörde köylü kızlar Bursa ilinden Ankara köylüklerinden kızlar İstanbul’da işiniz ne kızlar sizi nasıl bıraktılar Hilton’a
Hilton Hilton değil gayrı diyorlar Hür İstanbul’a çevrildi adı çoktan
ve gülüyorlar ağızlarını örtüp kınalı elleriyle
ağalar da kaçtı Amerikanla birlikte
ya toprak
bölüştük

holde Ivanof’u gördüm Aleksey Vasilyeviç’i
meşin ceketini omzuna atmış
belinde nagant
ayaklarında çizmeler
sırma bıyıkları kaytan
Petrograt’ta Kışlık Saray’a nasıl girdiklerini anlatıyor zenci nöbetçiye
Fidel Kastro’nun fotoğrafı altında
oysa 41’de öldü Aleksey Vasilyeviç savunurken Moskova’yı
41’de öldü Aleksey Vasilyeviç kır bıyıkları kana batık
kar yağıyor
kazaklar geçiyor Tiverskoy Caddesinin tahta döşemesini örten karlara yol yol çizerek
Kafkaslı Alizade girdi hole lezginkası astıragan kalpağı hançeri ve göğsünde gümüş başlı fişekleri bir de Vırangel yadigarı hala da sızlayan iki yarasıyla
ha desen başlayacak Şeyh Şamil dansına ve Havanalı kızların ağızlarında kalacak parmakları
oysa Alizade’yi üç ay önce Bakü’de gördüm iki renkli Volga otomobilinden indi kocalmış
zoru zoruna tanıdım

holde delegeler
dün gelenler Havana’ya
Arjantinli Şilili Ekvatorlu Brezilyalı İtalyan Hintli Madagaskarlı Finlandiyalı Çekoslovakyalı
Fransız Jan Piyer konuşuyor Martinik delegesiyle
oysa biliyorum Jan Piyer Madrid kapılarında öldü Hitler’in tanklarıyla
ezilip
oysa duruyor karşımda Jan Piyer yüzü genç bir elma gibi
kırışıksız
kızarmış da
soğuktan olacak
bu 1922 yılında Moskova’da soğuk sıfırın altında 27
bu 1961 yılında Havana’da sıcak sıfırın üstünde 35

III

dolaşıyorum Havana sokaklarını
asfaltla ağaçları birbirine karıştırıyorum
otomobillerle asfaltı birbirinden ayırdetmek olmuyor
yağmurla güneşi
ak bulutlarla masmavi yüzme havuzlarını
kadınlarla yemişleri birbirine karıştırıyorum
çocuk bahçeleriyle hürriyeti
hürriyetle bu şehrin insanlarını birbirinden ayırt etmek olmuyor
mitralyetlerle kapıları birbirine karıştırıyorum sütunlu sütunsuz demir tahta cam büyük küçük bütün sokak kapılarıyla mitralyetleri mitralyözleri
kum torbalarından barikatlarla Atlantiği birbirine karıştırıyorum
Amerikan uçak gemilerinin hayaletini gözleyen tanyerleriyle kum torbalarından barikatları birbirinden ayırdetmek olmuyor
köylü analarla Cumhurbaşkanı sarayını birbirine karıştırıyorum
Hoze Marti’nin anıtları heykelleri büstleriyle Fidel’in fotoğraflarını birbirine karıştırıyorum hele taş basma resimlerini
Fidel’le türküleri birbirine karıştırıyorum Enternasyonal marşıyla çaçaçayla
paçangayla Fidel’i
somos sosyalistas palante palante
bir alanda art arda tek sıra dizilip ellerini birbirinin sırtına koyup rumba oynayan yüz bin kişiyle Fidel’i birbirine karıştırıyorum
Fidel’le Havana’yı birbirinden ayırdetmek olmuyor
Marks’a rastlıyorum kitap kapaklarında ananaslarla mameylerin arasında ve Sierra dağından yeni inmiş ulu sakalıyla Marks’a rastlıyorum
Lenin’e rastlıyorum her gün biraz daha sık rastlıyorum Lenin’e güneşli duvarlarda minicik kızıl yıldızların ve İspanyolcanın içinde
yüksek tahta tribünde uzatmış kolunu ileriye konuşuyor Kızıl Meydan’da Küba bayraklarının arasında Lenin
Nikita’ya rastlıyorum türkülerin kafiyesinde
ve takma köpek balığı dişleriyle Kenedi’ye rastlıyorum
ambalaj kaatları parçalarına rastlıyorum bankaların fabrikaların filan kapılarına çivilenmiş
ve üzerlerinde Nacionalizado yazılı çoğu kere kırmızı mürekkeple
ve köylülere rastlıyorum
sağ ellerinde toprakların tapuları ve kooperatif cüzdanları sol ellerinde ve bir düşün içindeymişler gibi bir halleri var
devrimin diktiği 50 milyondan çok ağaçla on binden çok okulun kimisine rastlıyorum
mimarlara rastlıyorum
güneşten aydan yıldızlardan daha doğrusu çok ama çok daha mutlu yaşanan bir dünyadan diyelim ki yirmi birinci yüzyılımızın ortalarından gelen ve bıyıkları yeni terlemiş mimarlara rastlıyorum
bahçeler ve yapılar yapıyorlar ama insan gözünün bugüne dek yeryüzünün hiçbir yerinde görmediği biçimlerle renklerle rahatlıklarla
yapılar hazır elbiseler gibi değil diyelim ki bir balıkçı evi ev değil cevahir kutusu ötekine benzemiyor
meğerse ne kadar çok ne kadar da güzel ve de hemencecik söylenecek sözleri varmış sosyalist devrim mimarlarının Küba’da işçilere köylülere aydınlara
ve nasıl da sıcağı serinliğe ve karanlığı aydınlığa çevirmesini biliyorlar

işçilere rastlıyorum
hiç kimse onlar gibi böylesine güvenle geçmedi sokaklarından Havana
Havana olalı beri
ve ben her gün biraz daha gencim Havana’da
her gün biraz daha yitiriyor ağzım dünyanın acılığını
her gün biraz daha yumuşuyor çizgileri avuçlarımın ve çok uzaklarda bir
kadının beni ama yalnız beni düşündüğüne inanıyorum her gün
biraz daha
ve her gün biraz daha keyifli türkü söyleyerek geçiyorum Havana sokaklarından
somos sosyalistas palante palante

1961 yılında Havana’da başlanıp Moskova’da bitirildi

3 Haziran 2010

A. Eren Loğoğlu

Hiç yorum yok: