19 Mayıs 2011

Y o l

Son kavşağa ulaşınca geciken dinamik
Orda başlıyor aradığın steril ortam

Kararsızlık kararlılığından kurtulma seansında

İstemsiz kasılan toplum bilinci

Belli belirsiz
Nerden koku alsa uzayan burun

Boş -bir- anma töreni

Geride bırakılanlar için örtülen toprak, ölüymüşçesine
Ve yitirilen yığınla zaman

Ruh birlikte(siz)liği
Beden dili ve edebiyatı ayrılık üzerine

Yatak,
Bir şehrin ortadan ikiye bölünmesine doğru serilmiş

Çift ve tek sayının savaşı
Bağ(ım)lılık ve özgürlük arasında

Suç işlenip ceza çekilmiş
Geçmiş gitmiş ve gelecek

Tarihin sorduğu hesap, kitap gerektirmez

Gönlünün kuytusu açılır pandoraya inat
Saçılır İstanbul denize, ak martılar şenliği

19 Mayıs 2011

A. Eren Loğoğlu

3 yorum:

Adsız dedi ki...

merhabalar. blogunuzda futbol yazılarınızı olduğu gibi zaman zaman yazdığınız şiirlerinizi de takip ediyorum. bende biraz çeviri şiir tadı bırakıyor. yanlış anlaşılmasın, bu olumsuz bir yargı değil, bir tespit. türk şiiri içersinde bir damara pek yakın göremediğimden belki de. kimbilir, belki biraz oruç aruoba gibi esas olarak şair değil de düşünür olanların şiirlerini anımsatıyor. bazen, alt alta dizili dizelerin düzyazı biçiminde yazılması halinde metnin bir şey kaybetmeyeceğini düşündürüyor, o halde de neden şiir formunda sunulduğunu sorgulatıyor. yanlış anımsamıyorsam eski yazılarınızdan birinde ahmed arif'den dem vurmuştunuz. onun feodal çağrışımları, doğal (dağ vs) akustiği olan şiirinden de epey uzakta aslında yazdıklarınız. o yıllara baktığında insanın ataol behramoğlu, ismet özel gibi şairler ovadakiler, ahmed arif ise dağdakiler için yazmıştır diyesi geliyor, doğal derken yaptığım ayrım -yanlışlanabilir bir ayrım tabii- böyle bir şey. sol içersinde sanki böyle bir yere tekabül ediyor. sizin yazdıklarınızla arasında fakir baykurt ile bilge karasu arasındaki (ki ikisini de severim) tematik alakasızlık gibi bir şey var. bu bakımdan şaşırmıştım da aslında. çünkü malum, orhan kemal, ahmed arif gibi adamları sevmek, deyim yerindeyse "demode". :)
velhasıl, türk şiirinden başka kimleri takip ediyorsunuz, bunu tam çözemedim. muhtemelen "iddiasız bir şairim, kendim için yazıyorum" diyeceksiniz. eyvallah. ama iddiasız da olsa insan birilerinin takipçisi (taklitçisi değil, bahsettiğim şey bir çeşit ruh akrabalığı) oluyor.
bir de, şiir ile futbolun benzeştiği bir şey vardır. esasen ikisi de uzun yol koşusudur ve ikisinde de scout'lar vardır. ben de kendimce şiir scout'uyum. dergilerden 17 yaşında bir şairi yakalayıp yılbeyıl gelişimini merakla izlemek gibi vatana millete faydası olmayan boş takıntılarım var. bütün bu lagaluga da bu yüzden. selamlar.

A. Eren Logoglu dedi ki...

Aragon, Kavafis, Ritsos, Neruda, elbette Shakespeare, bulursam Brecht, Atila Jozsef, Mayakovski, Paul Eluard bir çırpıda sayabileceklerim gönül kontenjanından. Bir de biçim ve içerik olarak kendimi geliştirmek amaçlı okuduklarım bulunuyor.

Türk şiiri Nazım Hikmet'le başladı, lise yıllarından üniversite ve sonrasına sarkan bir süreç, hiç vazgeçilemeyen. Her bir şiirini en az 2 defa okumuşumdur. Şiir yazmaya heves ettiğimde onun çizgilerini taşımayı, merdiven şeklinde ilerlemeyi ve son uyağı tutturup -boğazıma, Nazıma gibi- yarattığı etkiyi bulmayı amaçladım. Taklitten öteye gidemezdi, öyle de oldu ama bir şeyler katmayı da başardı, özellikle serbest olma konusunda.

Bence şunu da atlamayalım, Nazım Hikmet'in veya diğer toplumcu gerçekçi şairlerin yaşadığı yıllardan çok uzak bir ortamda nefes alıyoruz artık, savaş yılları, 80 öncesi toplum bilinci gibi kavramlar yerini günümüzde başka meselelere bıraktı. Ahmed Arif izi taşımak bu yüzden de zor kanımca.

Toplumcu gerçekçi etkisiyle Sabahattin Ali, Ahmed Arif, Hasan Hüseyin, Attila İlhan şeklinde sürdü maceram.

Daha sonra Nevzat Çelik, Ataol Behramoğlu, Orhan Kotan, Nihat Behram, Yılmaz Odabaşı'nı buldum. Süreçler mutlaka birbiriyle çakışma gösterdi, homojen değildi hiçbir zaman veya bir akıma dair okumaya, beğeni beslemeye başlayınca diğerinden vazgeçmiyordum, sadece yoğunluk kayıyordu.

Ne olduysa Edip Cansever'i okumayla oldu. Çarpıldım, çok sahiciydi ve şiir umrunda değil gibi alt alta sırasız, özensiz -kendi içinde yeterince özenli incelenirse- tekrarlar ve hikaye devamlılığı içeren, uzun, bazen sıkıcı ama bir o kadar vurucu bir yöntemi vardı. Düzyazı benzerleri ondan geliyor olabilir, Çağrılmayan Yakup derin bir yara bırakmıştı.

Ondan sıyrılmak çok zordu, defalarca okudum aynı şiirleri. Turgut Uyar, Enver Gökçe, İlhan Berk, Kemal Özer, Can Yücel'e göz attım ardından. Her birinden farklı bir tad aldım hissi var. İsmet Özel ile tanıştım sonra. Seçtiği sözcükler, anlam bütünlüğü, entellektüel altyapısıyla bambaşka bir şiir tarzı gibi geldi. Çok etkileyiciydi, özellikle eski şiirleri.

Cemal Süreya çıktı karşıma, estetik kaygısının en güzel emsaliydi. Yeri ayrıydı.

İkinci yeni akımını kendime yakın gördüm ancak o tarzda şiirler yazdığım da söylenemez sanırım.

Refik Durbaş, Adnan Yücel, Gülten Akın, Adnan Özer, Enis Batur, elbette Ahmet Telli, Turgay Fişekçi, Haydar Ergülen, Şükrü Erbaş, Neşe Yaşın, gibi isimleri de okudum, feyz aldım.

Çok isim var, unuttuklarımdan af dilerim.

Şiir okumanın yeri ayrıdır dünyamda, özel zaman ayırırım. Yazmaksa kendimle ilgili bir mesele, yeteneğim olduğunu düşünüyorum ama bir tarza, akıma ait de bulmuyorum kendimi. Zaten bunu belirleyecek olan da yazarın kendisi olamaz sanırım, sonradan ortaya çıkan ve eşleştirilen bir durum. Pek çok şairde de böyle olmuştur, haydi bir akım yaratalım diye değil, mevcut olana karşı anti tez olarak ortaya çıkmış ve bundan da sentez doğmuştur, şiirin diyalektiği böyle işliyor genelde. Benzeme, esinlenme her zaman var ama savrukluk da benim doğamın bir parçası, bunu da iyi yansıttığımı zannediyorum kendi bütünlüğü içersinde, her şiirin gerçek bir öyküsü, alt metni bulunuyor, birbirinden bağımsız değil hiçbir sözcük, aksine disiplin taşıyor ancak bunu da ne kadar verebiliyorum okura, şüphe duyuyorum. Yaşamımı bilenler için daha akıcı oluyordur.

Genç sayılmam scouting için. :) 30'una merdiven dayananlardanım ancak daha şiirde olgunluk evresine girebildiğimi de zannetmiyorum.

Çok teşekkürler eleştiriler için, zahmet edip yazmışsınız. Mutlu oldum.

Eren

Adsız dedi ki...

selamlar. scouting'den kastım biraz da şiiri izlemeyi "bir yerde, bir yaşta" bırakmamak. cemal süreya zamanında trt'de katıldığı bir programda türkiye'de bin küsur şiir okuru olduğunu ama her dönem bu bin kişinin yenilendiğini, çünkü önceki bin kişinin şiiri izlemeyi bir yerde bıraktığını, yeni gelenleri takip etmediğini söylüyor. dikkate değer bir tespit. saydığınız şairlerin çoğu benim de sevdiğim şairlerdir. yunan ozanlarına belki seferis'i de ekleyebilirim. ritsos'un "görülmemiş bir çiçek açma" metaforu müthiştir. belki bir gün bir spiker de arda'nın, alex'in, messi'nin bir pasını "görülmemiş bir oyun açma" diye niteleyerek gizliden selam verir bu metafora :)
neyse. edip cansever'in "ben ruhi bey nasılım"ı da müthiştir. o dönem varoluşçulardan filan da epey etkileniyorlar tabii. nazım tabii unutturulamayacak kadar büyük ve cesurdur. orhan veli'ler filan nazım'ı unutturmak için öne sürülüyorlar biraz da. elhak, miras sağlamdır, orhan veli de canımız ciğerimizdir. ben size saydığınız şairlerden sonra (aslında sonra değil, mesela haydar ergülen'le aynı kuşaktan) iki şair önereyim, son zamanlarda dikkatle okuduğum: biri osman konuk. kitapları "tehlikeli belki" (evet, nietsche'nin kavramı) ve "beyaz savunma". "tehlikeli belki"de ta 80'lerin başında yayınladığı ilk kitabı "seni yalnız ben anlarım" da yer alıyor. 80'lerin başında bu kitabı çıkardıktan sonra sırra kadem basmış, sonra ta 2000'lerde geri dönmüş şiire. çok ilginç bir şair. bahsettiğiniz, 80 sonrası değişen dünyaya saldıran şiirler yazıyor. "ya da söyleyin derinin dışına çıkınca / edip cansever derisinin dışına çıkmadan yaşadı mesela / kollar boşalınca eski bir sarılmadan / belki değil; iyice ama / her belki aşırı demokrat, aşırı asimetrik, aşırı belki... çünkü / beğendiği idam mangasına peşin ödemeyle kazanılmış esmerlikte / zaten biliyorum beni bir tek o sevdi / arabasının güneşliğinde saklanır mutsuzluk akseptansı / "öpülürken ve öldürülürken sessiz kalacağıma söz veriyorum" / durduk yerde sting sevenler cemaatinden değil / aynı nedenden sağ kalmışız; rastlantıya bakınız / seni belki sevmişimdir aşırı belki / kahvaltısını yarım bırakmış bir hastabakıcının sedyeyi / kavrayışındaki sinirlilik; seni taşıyan / beni bir tek o sevdi cümlesinde geçen seni / bana portakal aç diyen türkçenin sahibi / ben hiç şair değilim, buna hiç şaşırmadım" gibi dizeler biraz fikir verebilir osman konuk şiiri hakkında. naçizane önerebileceğim bir diğer isim de ahmet güntan. 5-6 tane kitabı var. sonuncusu, "parçalı ham" epey farklı. modern şiiri, birinci modern ve ikinci modern diye ikiye ayırıyor. ikinci yeni'yi ikinci modern olarak görüyor. ikinci modern'in araçlarının artık reklama, medyaya mal olduğunu düşünüyor ve birinci modern'den, daha somut, anlatımcı, toplayıcı bir şiirden yola çıkıyor. ortaya çok önemli bir vicdan koyuyor bunu yaparken de. "tıfıl garson"u unutma diyor. "seni modern şiirin seni tıfıl garson'dan koparan sessiz ıssız zirvesine razı olacak mısın?" gibi bir soru soruyor. şiirlerinde metafor, benzetme, deyim yerindeyse edebiyat parçalamak yok. gözün gördüğü, topladığı neyse o. tabii bu ona müthiş bir tematik zenginlik sağlamış. ulvi şeyler üzerine yazmıyor, neredeyse kaldırım taşlarından rögar kapaklarına kadar her şey üzerine yazabileceği bir yöntem icat etmiş. köşe yazısı okur gibi okuyorsun. bu arada, "parçalı ham" öncesi yayımladığı "toplu şiirler"inin kapağına bakılırsa adam aynı eric gerets :))
neyse. baki selamlar.