21 Ekim 2010

I Love You Hagi!



Frank'in vedasıyla başlayayım kısaca.

Dün aramızdan ayrılan Arif Damar'ın iki dizelik Sunu şiiri anlatsın bizim Rijkaard'a ve oyuna beslediğimiz sevdayı;

İlle görmek için mi beklenir güzel günler
Beklemek de güzel


Onun getireceği felsefeyi, güzel oynu beklemek de güzeldi ve bir daha tadılması güç duygular yarattı bünyemizde. Görmek şart değildi sevgiliyi, Frank Rijkaard'dı o, Barcelona'yı yeniden hak ettiği yere taşıyan adam, bulamadı istediği ortamı, hataları oldu, yalnızlaştı, ihanete uğradı, mutsuzdu, ağlayarak ayrıldı. Bir sevda hikayesinden farksızdı yaşananlar.

Nasıl hissediliyorsa, yıllarca bekleyip, sonunda en güzel günlerin yaşanacağına inanılan bir sevgiliye kavuşup, şartlar ve ortam sonucu mutsuz günler geçirince ve haliyle ayrılık zamanı gelince, öyle tarifi olmayan bir duygu işte!

Fenerbahçe maçını bir atlatalım, sonra ona dair en güzel sözcüklerle örülen bir metni yazma çabasına girişeceğim, şimdi sahne yeni sevgilinin ve umutların;

2. Hagi dönemi başlıyor yarın, heyecan mutlaka var.

Ligin bitimine 8 hafta kala almıştı Hagi, Terim'in erozyona uğrayan takımını 2003 - 2004 sezonunda. Bu süreç onun bir sonraki sezon da takımda kalıp kalmayacağının ölçümünü yapacaktı yöneticilerin gözünde, taraftarın gönlündeyse kredisi sonsuzdu.

Hagi'yi takımın başına getiren Canaydın & Gürsoy merkezli yönetimin iki referansı vardı, gönüllerdeki adam Terim'den sonra, aynı manevra yine işe yarayabilir ilkiydi, diğeriyse her ne kadar başarısız sonuçlar da alsa Bursaspor'a fena top oynatmamıştı.

Çok yetenekli oyuncular iyi teknik adam olamaz sözüne, yeteneğini, futbol aklıyla birleştirenleri ayrı tutalım diyerek karşılık verebilirim, Cruyff, Beckenbauer gibi efsane isimlerin varlığını hatırlayarak. Futbol aklı -her yönüyle, saha içi ve dışı- çok başka bir şey ve her yetenekli oyuncuda da bulunmuyor, Maradona'yı hepimiz gözlemledik Dünya Kupası'nda, sahada gösterdiği yeteneği, kenara yansıtamıyor çünkü yönetmeye ve kendini geliştirmeye dair eksikleri var. Bu yönden bakınca Hagi'nin Teknik Adamlık potansiyeli olduğunu düşünüyorum, ilk dönemini de hesaba katarak.

26.03.2004 Samsunspor 1 Galatasaray 0,

Bülent Korkmaz'ı affedip direk onbire yerleştirdi Hagi. Hakan Şükür maçın sonlarında çift sarıdan atıldı, ilk kırmızı kartı olabilir lig tarihindeki. Klasik 4 - 4 - 2 ile sahadaydık;

Mondragon, Prates, Bülent, Suat Usta, Orhan, Sabri, Batista, Petre, Hasan Şaş, Bratu, Hakan Şükür

04.04.2004 Galatasaray 1 Beşiktaş 2

Komedi 2 penaltı, Ali Aydın'ın düdüğünü asması akılda kalanlar. Onbirdeki değişiklikler Suat Usta'nın sağbeke, Orhan'ın merkez savunmaya çekilip Hakan Ünsal'ın sol bek oynatılması, önlerinde Batista yerine Ayhan tercihi, ileri ikilide de Bratu & Berkant değişikliği vardı, sistem aynıydı.

10.04.2004 Ankaragücü 1 Galatasaray 0

Merkez savunmada Orhan Ak yerine Ömer Erdoğan, Berkant'ın yerine de Arif onbirde görev aldı, diğer isimler ve sistem aynıydı.

16.04.2004 Galatasaray 4 Denizlispor 3

Terim'den gelen 2 mağlubiyetin üzerine Hagi'nin 3 yenilgisi eklenince seri 5 maça çıktı, Galatasaray'ın tarihi boyunca çok nadir görebileceği bir hadiseydi elbette bu.

Hagi, 4 - 4 - 2'den vazgeçmiyordu;

Aykut, Prates, Bülent, Orhan, Hakan Ünsal, Sabri, Petre, Ergün, Hasan Şaş, Bratu, Necati

Ergün, merkez orta sahada iki yönlülük açısından iyi bir tercih idi, savunmada doğru yer tutuyor ve pas alışverişine katkı sağlıyor, belirli çerçevede öne de çıkıyordu. Necati de neo santrfor modeline en uygun isim olduğunu attığı üç golle gösteriyordu.

23.04.2004 Malatyaspor 1 Galatasaray 2

Aykut'un yerine Mondi, Petre'nin yerine Cihan, Hasan'ı sağa çekip, Baljic'i sola atıyordu Hagi. Forvette Necati ve Hakan Şükür vardı. Hakan Şükür'ün yerine devrede oyuna aldığı Ümit Karan, 1 gol 1 asist ile geceye damga vuruyordu.

02.05.2004 Galatasaray 2 İstanbulspor 2

Aynı kadro tek farkla, Petre yeniden sahada. Orhan erken sakatlanıp yerini Ayhan'a bıraktı, Petre merkez savunmaya, Ayhan orta sahanın merkezine yerleştirildi.

09.05.2004 Trabzonspor 2 Galatasaray 4

11 maçlık galibiyet serisiyle gelen ve hala şampiyonluk potasında olan bir Trabzonspor, maçı bilerek kaybedecek denen Galatasaray'ın karşısındaydı. Onurlu bir mücadeleyle kazanıldı zafer.

Bu maçta Hagi, farklı denemeler yapmış olabilir, kadrodan bir sistem çıkartmak çok zor, üçlü savunma ya da üçlü forvet gibi, net hatırlamıyorum. Maça göre strateji üretebildiğinin mesajını verebilir bu maç.

Aykut, Cihan, Suat Usta, Bülent, Petre, Hakan Ünsal, Ayhan, Ergün, Arif, Necati, Hakan Şükür

15.05.2004 Galatasaray 3 Elazığ 1

Önemsiz bir maç olmasının da etkisiyle hiç oynamayan isimleri görmek istedi Hagi.

***

Rijkaard'ın kurduğu Barça sistemi, son iki yılında oyuncuların yarattığı huzursuzluklarla sekteye uğrayınca, başarısızlık da kaçınılmaz oldu. Onun yerine gelen Guardiola'nın yaptığı ilk şey kanayan yaraya pansuman değil, o yaranın bir kısmını -Ronaldinho, Deco- kesip atmak idi.

8 maçlık performansı sunma sebebim de aynı, Hagi'nin sezonu nasıl incelediğini ve önümüzdeki sezon ne tür çözüm önerileri getirdiğini görebilmeliyiz, onun futbol aklına dair bir düşünceye sahip olmak için.

Son 5 maç 4 galibiyet 1 beraberlik alması ve şampiyonluk adayını kendi evinde yenmiş olması önemli artılarıydı Hagi'nin sezon kapanırken. Takımı toparladığı düşünülüyordu.

Hagi, burada futbol oynamanın verdiği avantajı iyi kullanarak yaptı hamlelerini, Rijkaard'da olmayan şeylerden biri de buydu. Türkiye'de Kaleci + 2 Stoper + 1 Ön Libero çok güvendiğin 4 isim olursa -özellikle de yabancı- başarı kaçınılmazdı.

Terim ne zaman Taffarel ve Popescu'nun yanına, Bülent ve Suat'ı monte etti, UEFA kazanıldı. 1999 - 2000 sezonunda önceki üç yıldan farkı sağlayan da Bülent, Suat ve Ergün olacaktı, daha çok süreler almaları ve sistemi tamamlamalarıyla.

Rüştü - Uche & Högh - Kemalettin, Cordoba - Ronaldo & Zago - Guinti diğer örneklerdi.

Hagi burdan yola çıktı ve Tomas, Song ve Conceicao'yu transfer etti yaz sezonunda. Kalede zaten Mondi vardı. Bir de Saidou eklendi isimlere, Gürsoy işiydi. Hagi, bilindik formülü uygulayacak ve küçük rötuşlarla fotoğrafı netleştirecekti.

4 - 4 - 2'ye devam edip, fikstrün ilk yarısında şöyle bir kadro kurdu;

Mondragon, Cihan, Tomas, Song, Hakan Ünsal, Hasan, Conceicao, Ergün, Baljic, Necati, Hakan Şükür

Kenardan gelen Orhan, Petre, Saidou, Sabri, Ayhan, Volkan, Bülent Korkmaz, Arif ve Ümit Karan'la.

11. hafta BJK Fener'i yenince, zirvede puanlar eşitleniverdi, averajla 2. sıradaydı Galatasaray, ligin en az gol yiyen takımı olarak. Sadece Gaziantep'te yenilmişti, hem de son dakika golüyle.

Harika bir başlangıç idi, 11 maç 9 galibiyet, 28 puan.

Son 16 maçında 13 galibiyet 2 beraberlik ve 1 mağlubiyet almıştı Hagi, Ekim ayının sonuna gelindiğinde. Takım savunması iyice oturmuş, gol averajı da ikinin üzerindeydi.

Takım sonraki 5 hafta bocalama dönemine girip liderle puan farkının 5 olmasını engelleyemedi.

Hakan Ünsal'ın yerine Orhan Ak daha çok oynamaya başladı bu sürecin sonunda. Ve 16. hafta lider Fenerbahçe iki sihirbazı Alex ve Van Hooijdonk ile Ali Sami Yen'in çimlerine gömüldü, puan farkı ikiye düşüyordu. İlk yarının son maçında Denizli'de iki puan bırakınca Galatasaray, devre 43 - 39 ile kapandı.

17 maç 39 puan, hiç de fena değildi, Fenerbahçe fırtına gibi eserken. 3 derbiden ikisi -biri Trabzon'da- kazanılmış, İnönü'den de beraberlik çıkartılmıştı.

Devre arası kontrolü zaten çok zor olan Hagi'yle yönetimin arasına kara kedi giriyordu, muhtemelen transfer mevzularından.

Hagi, takımın zor gol yemesine karşın gol yollarındaki etkisizliğinin farkındaydı, Ribery ve Hasan Kabze transfer edildi bu sebeple, bir de Hakan Yakın. Hagi'nin kendi vatandaşı Petre'yi tutup, Gürsoy'un transfer ettiği Saiodu'yu göndermek, verim alamadığı Ümit Karan'ın da ders alması için kiralanmasını istemesi bardağı taşıran son noktaydı.

Canaydın'ın yönetiminde zaten dayanma sabrı kalmayan taraftar, Hagi & yönetim gerginliğiyle birlikte iyice zıvanadan çıktı. 22 Ocak'ta oynanan Bursa kupa maçında bir grup taraftarın Petre'ye maç esnasında küfretmesi, Saidou ve Ümit Karan lehine tezahüratları kanın gövdeyi götüreceği Robert Rodriguez filmlerinin habercisiydi.

Yönetimin mesajını taraftar yoluyla alan Hagi -ki taraftar da bu noktada ortak bir eylem sergilemedi- delikanlı gibi çıkıp ne olup bittiğini anlatıverdi, kimse böyle bir konuşma beklemiyordu, suçlananlar vardı ve artık ortamın huzuru kaçmıştı.

Fenerbahçe Alex'in yanına Anelka'yı da getirmişti, mutlak favoriydiler.

Yine de sahada işler belli bir süre istenildiği gibi gitti, yeni gelen oyuncular iyi bir hava kattılar takıma. Ribery'nin özel bir oyuncu olduğu her halinden belliydi.

Hagi, sezonun ikinci devresi Uğur, Arda, Zafer, Cafercan gibi oyuncuları 18 kişilik kadroya da almaya başlamıştı. Yeni transfer Ribery'i hemen oynatmadı, önce 30 dakikalık süreler verdi ve en sonunda onbire yerleştirdi, iyi bir teknik adam havasıydı bu. Ribery'nin ilk maçı Samsun deplasmanıydı ve takım 3. yenilgisini alıp zirvenin 4 puan gerisine düşüyordu 22. haftada.

Bir hafta sonra, takıma zamanla adapte edilen Ribery'nin performansının doruk noktaya ulaştığı Beşiktaş maçı oynandı ve kazanıldı. 4 derbinin üçü galibiyetle sonuçlanmıştı.

25. hafta Fener, Denizli'de 3 puan bırakınca, Ribery fırtınasıyla -kenardan da Hasan Kabze- hücum yollarına da zenginlik katan Galatasaray puan farkını ikiye indiriverdi.

25 maç 19 galibiyet 3 yenilgi 62 puan, atılan gol 50 ve yenilen sadece 16 idi.

Tarih 3 Nisan 2005, Yer Kayseri Atatürk Stadı, Fenerbahçe bir gün önce kazanmış, puan farkı beşe çıkmış yeniden, sezonun en kritik virajlarından biri.

Dakikalar 84'ü gösteriyor, Galatasaray 2 - 1 önde Kabze'nin golüyle. Bir penaltı güme gidiyor maçın sonlarında ve 90 + 4'te Gökhan Ünal beraberliği sağlıyordu, büyük bir yıkım, moral bozukluğu.

Havaalanında yaşanan olaylar damga vuruyordu sezonun geri kalanına, sanal alemde birbirine giren en yakın arkadaşlar, Ali Kırca yazıları, Hagi'nin birden açığa çıkarılan geçmiş hikayeleri, 4 puanlık farkın gözlerde büyümesi, Saidou & Petre krizinin devamı niteliğinde süren bir savaş, Hagi vs Yönetim - Futbolcu - Taraftar. Yine de şampiyonluk ve kupa yürüyüşü devam ediyordu, adam inatçı nasılsa.

Böyle bir ortamda, bir sonraki hafta Fenerbahçe yine maçını önce oynuyor ve Luciano'nun son dakika golüyle puan farkını 7'ye çıkarıyordu. Öfke artıyor, sabırlar zorlanıyor, dayanma noktası sınanıyordu adeta.

Ali Sami Yen'de Hagi'nin Galatasaray'ı, Şenol Güneş'in harika takımının -Gökdeniz, Szymkowiak, Yattara, Tekke dörtlüsü- karşısındaydı. Bu denli sağlıksız bir ortamdan galibiyet çıkmadı ve Trabzonspor da zirveye iyice yaklaşıyordu maç sonunda, geçen yılın rövanşını alarak.

28. hafta Fenerbahçe, tarihi bir maçın ardından Kadıköy'de Pancu'nun kaleciliğini yaptığı BJK'ya 4 - 3 yenilince umutlar yeniden yeşeriverdi, puan farkı Galatasaray'la 4, Trabzonspor'la 6 idi.

Galatasaray, kupa yarı finalinde Trabzonspor'u geçiyor ve finalde Fenerbahçe'yle eşleşiyordu.

30. hafta şaibeli bir maçın ardından -fahiş hakem hataları Fener lehine- Fenerbahçe, Trabzonspor'u yeniyor ve zirvede Galatasaray'la baş başa kalıyordu, 74, 70, 65 ile.

Atatürk Olimpiyat Stadı'nda oynanan Kupa Finali'nde Hagi klasik onbiriyle sahada yer alıyordu;

Mondragon, Cihan, Song, Tomas, Orhan, Ribery, Conceicao, Ergün, Ayhan, Necati, Hakan Şükür

Görkemli bir zafer, Ribery ve Necati'nin delici koşuları, Hakan'ın skorerliğiyle birleşiyor ve sonuç 5 - 1. Hagi'nin baskın, vur kaç taktiği işe yarıyor, Mondragon da kalesinde devleşiyordu.

32. hafta aynı gün ve saatte sahadaydı ilk iki. Fenerbahçe Ankara'da Ankaragücü'yle, Galatasaray, Sami Yen'de Gençlerbirliği'yle karşılaşıyordu, 15 Mayıs gecesi.

Cihan'la öne geçmesine karşın devreye 2 - 1 geride giriyordu takım, Fenerbahçe berabereydi.

71. dakikada Ankara'dan gol haberi geldi ve Hagi, Hakan Şükür'ün yerine Cafercan'ı oyuna sokuverdi, Hakan şaşkındı, taraftarların tezahuratları bıçak gibi kesildi, muhtemelen taktiksel bir değişiklik idi ve Hagi'nin bir beklentisi vardı ancak gerçekleşmedi.

Son 20 dakikaya 2 gol sığdırabilseydi takım, puan farkı bire inecek ve Kadıköy'de şampiyonluk maçına çıkılacaktı, olmadı. Hagi'nin bu tercihini hala anlamlandıramam ve teknik olarak beni en çok yoran soru işareti de bu olaydır ona dair. Sürekli aynı oyuncuları oynatıp, aynı oyuncuları değiştirmesininin falan hep mantıklı izahları olmuştur ama bu değişikliğe hiçbir zaman bir teori bile sunamadım.

33. hafta Fenerbahçe Kadıköy'de 64. dakikada Nobre'nin golüyle zor da olsa kazanıp şampiyon oluyordu. Hagi 10. derbisinde 3. yenilgisini alıyordu. Trabzon da yenince Galatasaray'ın önüne geçiverdi, son hafta formaliteydi, Şampiyonlar Ligi de kaçıvermişti ufacık bir farkla.

Sezon 24 galibiyet 6 yenilgiyle -üçü son 8 hafta- sona erdi, 76 puanla. Hagi'nin yerine Gerets getirildi.

Hagi'nin ilk döneminin hatırlattıklarıydı bunlar.

Sezona doğru çözümlemeyle ve imkan dahilinde iyi transferlerle giren, müthiş bir seri yakalayan, zirveden hiç kopmayan, klasik 4 - 4 - 2'yi çok iyi oturtmuş, iyi savunma yapan bir takım yaratan Hagi vardı karşımızda.

Aynı zamanda, yönetimin kuyusunu kazdığı -taraftarın da buna alet olduğu- kontrol edilemeyen bir deli.

Böyle bir ortamda bile başarılıydı, kılpayı kaçan şampiyonluk ve Fenerbahçe'yi ezerek kazanılan kupa düşünüldüğünde.

***

Sonuç kısmı;

Hagi'nin şimdiki zamanı ne olacak sorusuna cevap arayacağım.

Yeniden burada, yanı başımızda, Kadıköy'de takımının başında olacak. Benzer bir yönetim anlayışıyla izlenecek. Taraftar ona karşı mesafeli duracak ilk zamanlarda.

Kaybedecek hiçbir şeyi yok. 3 yıldır Teknik Adamlık yapmıyor, zaten Galatasaray dışında bir kariyeri olduğu da söylenemez, medya bunları kullanacak.

Steaua Bükreş'in ona dar geldiği söylenebilir, Galatasaray onun için yine büyük şans. İlkini iyi kullanmıştı ama onu değerlendirenler daha da gelişebileceğine inanmadı, sabretmediler üç beş yıl.

Referansı karakteri, aidiyeti, ortama yabancı olmaması, futbol aklı ve Galatasaray'daki Teknik Adam performansıdır benim için. Kariyerinin diğer kısımlarına hiç bakmadan sadece gözlemlediğim bölümün yeterli olduğuna ve potansiyel taşıdığına inanıyorum, umarım yanılmam.

Burayı iyi tanıyor, Galatasaray'ı da. Rijkaard gibi saf değil, dönen dolapların da farkında geliyor.

Öncelikle savunmayı sağlamlaştırma işine eğilecektir, FDD'ye dokunacağını sanmıyorum, Servet'in Rijkaard'ı sattığını süzebilecek kadar maçları takip ettiğini de bilmiyoruz, ortamı mutlaka kol açan edip devre arasında müdahalede bulunabilir.

Artık İngilizlerin meşhur klasik 4 - 4 - 2'sinin hükmü kalmadı. Ada'da bile üst sıraları zorlayanlardan sadece Tottenham uyguluyor bu formasyonu. Futbol aklına güvendiğim Hagi, geçmişe takılmadan, bu kadro yapısına en uygun olan 4 - 2 - 3 - 1 ile devam edecektir yola.

Ondan beklentim, Lucas, Cana, Kewell ve Baros'u tahtaya banko olarak yazmasıdır.

Kaleye Emirhan'ın, orta sahaya Cumhur, Musa ve Emre Çolak'tan birinin yerleşmesi ve Misimovic, Elano'dan bir sezonluk da olsa maksimum verimi almasıdır.

Arda'yla ilişkileri nasıl olacak, Servet'e tepki koyar mı, zamanla bekleyip göreceğiz.

Tugay'ın altyapıdan koparılması başka bir vizyonsuzluk örneği gibi dursa da, Hagi'nin yanında 10 yıl İngiltere'de hakkı verilen adam sıfatıyla durması bir artıdır, değer katacaktır.

2. Hagi dönemi, çok zor bir ortamda ama onun samimiyetinin de etkisiyle heyecan, umut kırıntılarıyla açılıyor.

I Love You Hagi!

by hagieren

21 Ekim 2010

A. Eren Loğoğlu

2 yorum:

Can dedi ki...

Ellerinize sağlık. Yazıyı okuyan herkes Hagi'nin neden gönderildiğini mutlaka soracaktır. 5 sene kayıptır Hagi'nin gidişi. Rijkaard'ın durumu içimi acıtıyor, midem bulanıyor. Ancak mevcut ahvalde Hagi'den daha iyi bir çözüm yoktu bana göre. Devreye kadar minimum kayıp, balansı bozulmuş ligde, Hagi'ye istediği zamanı da kazandırabilir.

Ribery'nin Galatasaray forması ile ilk maçı Rize'deydi yanılmıyorsam. Ama sanırım siz ilk 11 çıktığı ilk maçı kastettiniz.

Ozan dedi ki...

o sezonları fatih terim bıraktıktan sonra hemde o zamanki mali durumumuz kötüydü vs. lig tv kapandı izlemedim ona rağmen 5-1'lik kupa finalinden sonra gönderilmesine anlam vermediğim teknik adamdır

hala forumlarda neden 2 forvet çıkılmıyor diye konuşulur diyorum 4-4-2'nin tarihi geçti galatasarayın ruhunda vardır 4-4-2 cevabını aldım 4-4-2 ile ilgili detaylı bir yazı varsa paylaşırsanız sevinirim