Antalya maçı kadrosu açıklandığında;
Hagi'nin düşünceleri yalın ve net, zamanla 4 - 2 - 3 - 1 oynayacağız, şimdilik eksiklikler buna müsaade etmiyor.
Serkan & Sabri, Sabri & Elano, Barış & Arda, Pino & Baros değişiklikleri sakatlıklar düzeldiğinde olacaktır.
M Sarp, Barış ve Ayhan'dan en az biri her maç ilk 11'de bulunur. Önlerinde Elano - Misimovic - Arda oynar, Hagi'nin bu üçlüyü yer değiştirmelerle deneyeceğini de düşünüyorum, rakip takımlara göre, sağ bölgesi zayıf bir takımsa oraya yığılma veya Misimovic'i sola, Arda'yı merkeze gibi, dinamik, kayan ve ayağa pas yapan bir yapı. En uçta da Baros, o yoksa da, adam eksiltebilen -Ribery örneği- Pino.
Hakan Şükür & Cafercan değişikliğini sergileyen Hagi'den Mehmet Batdal'ı oynatmasını beklemek çelişki olurdu, o tutarlılığını devam ettirip, topun ceza sahasına ortalanmasını değil, pas yoluyla girmesini istiyor, Elano'nun Fenerbahçe maçında kafasını kaldırıp dışarıya çıkardığı birkaç pozisyonda yaptığı şekliyle.
Kewell bu planlamanın neresinde yer alacak derseniz, Hagi yine rakibe göre, bazen ikinci bir merkez forvet -santrfor- gibi Pino ve Kewell'ı da kullanacaktır. Hatta bazı maçlarda Cana'yı tek oynatıp, önünde dörtlü bir blok -Elano, Misimovic, Arda, Kewell- ile Arda'yı da merkeze alan bir organizasyon sergilenebilir.
Alternatif çok kanımca, yölü oyuncular var, Rijkaard'a kızılan noktalardan biri de buydu, hiç denemedi nerdeyse. 4 - 4 - 2'nin her varyasyonuyla sahaya yayılma ve asıl önemlisi doğru görev paylaşımlarıyla -önde baskı ve hücumda çoğalma da dahil buna- sahada yer alma şansı bulunuyor bu kadronun.
***
Antalya maçından sonra;
Golde, tereddüt etmeden öne çıkamayıp rakibi ürkütemeyen Ufuk'un ve ofsaytı bozan Ali Turan'ın katkıları vardı.
Ali Turan bek değil, çok açık. Çizgi savunmayı da hiç beceremiyor, acaba Kayserispor'da hep markaj yaparak mı oynadı da, bu denli alan savunmasından habersiz davranıyor! Bek bölgesine alışkın olmadığından, çalım da yiyor malesef.
İlk 15 dakikalık baskıda en ciddi katkı Cana'nındı. Dönen topların tamamını kazandı, bunda topun nereye gideceğini sezmesi ve takımla birlikte öne, sağa, sola kayması etkendi. Hücumda çoğalmak, rakip yarı sahada daha çok bulunmak ve oynu yıkmak istiyorsak, top kazanma bölgesini her daim önde tutmalıyız. Galatasaray'ın başarılı olma şansı bu noktaya bağımlıdır, topun nerede ve ne kadar sürede kazanıldığı çok önemli, Cana bu yönden takıma değer katıyor, daha da etkili olacaktır.
Misimovic'in tarzı belli oldu iyice, arkaya top atacak, verkaç, ara pası, gerekirse topu saklayacak, duran top kullanacak, Alex'e çok benzetiyorum. Ağır, adam eksiltme konusunda sürekliliği olmaz ama futbol aklı var adamın, Barış'a bir pası vardı ilk yarı, Hagi'yi getirdi aklıma. Servet'in golü çalışılmış bir organizasyon gibi geldi bana, Misi bunları sık sık yapmak zorunda yoksa sahada durmasının zararları da olacaktır.
Sarp'ı yine beğenmedim. Bu denli az katkısı olan bir adam nasıl sürekli oynuyor anlamak mümkün değil! Bir Cana'nın hareketliliğine bakıyorum, bir de Sarp'ın yürüyerek oynamasına, üzülüyorum, eksiğiz sahada.
Barış çok çalışkan bir oyuncu, bazı zamanlar çok gereksinim duyuluyor böyle adamlara, ikinci yarı baskı yenilen süreçte ayakta kalan ender adamlardan biriydi. Zaafı çok bodoslama dalması, Sivas'ta linç edilmişti, aynı hataları tekrarlıyor.
Sabri & Elano şart, Arda & Kewell & Baros'dan biri dönsün artık, Ayhan da gelecek, bazı sorunlar çözülecektir. Baskı yeme sebebimizi, orta sahanın yetenek yoksunluğuyla birlikte, psikolojik çöküntüye de bağlıyorum, ilk yarı iyi bir oyun ortaya konuldu aslında. Baskı da oldu, kontrollü oyun da, pek çok gol pozisyonu da.
Bir de sezon başında hakkını yediğim Pino. Hala tercih hataları yapıyor ancak merkezde olağanüstü işleri var, kendisinden fizik olarak üstün savunmacılarla boğuşması bile müthiş bir olay, hızıyla da sürklase ediyor oynunu. Umarım devamını getirir, çok etkiliydi yine.
Hagi'nin değişikliklerine ilk döneminde kafayı takan çok olmuştu, yine olacaktır, biraz daha bekleyelim bakalım, direnci artırmaya çalışıyor şimdilik haklı olarak.
***
Frank Rijkaard meselesi;
Öncelikle şu iki basit gerçekliği her Galatasaraylı'nın kabul etmesi gerekir, herhangi bir derin analize girmeden;
- Frank Rijkaard, iyi bir Teknik Adamdır.
- Frank Rijkaard, Galatasaray'da çok kötü bir performans göstermiştir.
Bu iki madde ayrı ayrı ve iç içe, bir sürü argümanla desteklenebilir. Arkası doldurulabilir, iyi ve çok kötü tanımlamalarının sebeplerine bakılabilir.
Frank Rijkaard'ı salt Galatasaray performansıyla değerlendirip kötü Teknik Adam diye eleştirmek de, FC Barcelona performansından dolayı çok iyi Teknik Adam şeklinde methiyeler düzmek de doğru değil. Onun mesleki performansı için, Galatasaray süreci de sona erdiğine göre, bütünsel bakmak bir zorunluluktur ve çok kötü Galatasaray performansıyla, çok iyi FC Barcelona performansı, çalışılan zaman, ortam ve turnuvalar göz önüne alınıp birleştirildiğinde iyi sıfatını oluşturacaktır Teknik Adamlığı değerlendirmesi için.
Galatasaray'da neden çok kötü bir performans göstermiştir, bunun da çeşitli sebepleri vardır;
Jose Mourinho bazen Teknik Adamlığı'nın ne denli muazzam olduğunu anlatmak için Portekiz, İngiltere, İtalya ve İspanya'da çalışıp, her birinde başarılar yakaladığı örneğini verir, doğrudur da. Ancak bu başlı başına iyi Teknik Adamlığı'n tanımı olamaz, Sir Alex Ferguson, Arsene Wenger gibi evini bile değiştirmeyen adamların varlığı dikkate alındığında.
Dikkat edenler olmuştur, Laporta, Frank'i FC Barcelona'ya küme düşen Sparta'dan getirmiştir, Cruyff'un tavsiyesiyle. Hollanda Milli Takımı'nda Van Gaal'den önce, Hiddink'ten eğitimi alan Frank'in, Van Gaal'in yolundan giderek FC Barcelona'ya gelmesi de gayet olağandır bu noktada.
20 yıldan beri süregelen bir sistemin devamlılığını sağlamış, altyapıdan oyuncular çıkarmış ve belirli bir formasyon çerçevesinde şablonu oturtmuş ve bugünün Barça'sının temellerini atmıştır.
Model Teknik Adamdır ve bazılarının küçümsediği gibi -Barcelona'yı ben de şampiyon yaparım diyorlar ya- kolay bir iş de değildir başardığı, nitekim olağanüstü 3 yıldan sonraki 2 yıl oyuncuları çok iyi idare edemeyip krizleri yönetememiş ve duraklama dönemine sokmuştur takımı.
Rijkaard gelirken ince bir ayrıntı sunmuştum, Barça'nın düşüşünde ne denli etkisi vardır bilinmez. Rijkaard, Barça'daki ilk 3 yılında Henk Ten Cate ile çalışırken, sonraki 2 yıl Johan Neeskens ile yola devam etmiştir. Bunun sebebi sanırım Ten Cate'nin takım çalıştırmak istemesiydi.
Teknik Adamlık konusunda bir başka referansı Johan Cruyff'un bizzat kendisidir, her konuşmasında övmeden duramaz Rijkaard'ı. Cruyff'u anlatmaya gerek yok sanırım, futbol tarihinin en başarılı ismi -oyuncu, teknik adam, danışman bir nevi üst yönetici- olarak karşımızda duran filozof adam. Zerre şüphe duymam Rijkaard'dan biraz da bu yüzden. Ona kötü Teknik Adam diyenleri yadırgar, kötü performans gösterdi şeklinde eleştirenlereyse sonsuz saygı duyarım ki ben de bu güruhun içersindeyim.
Rijkaard'ı Galatasaray'da başarısız sayarken, ona istediği ortamın sunulamadığını da düşünüyorum, teknik hatalarını hiçbir zaman göz ardı etmeden.
***
Rijkaard'ın karakterine dair herhangi bir yorumda bulunmak sağlıklı olmaz. İnternet platformlarında yazarken, biraz da ahkam keserek yorumlarda bulunulur, ekranlara yansıyan hal ve tavırlardan yola çıkarak. Ekrandakilerin hayatlarının bir parçası olunmamıştır hiçbir zaman ve bu durum bazı değerlendirmelerde hep eksik bir yan bırakır.
Rijkaard figürü karakterli bir adam göstermektedir bize. Bir futbol takımının ya da bir spor organizasyonun karakterli adamlardan oluşması gibi bir gereksinim yoktur, başarılı olmak adına. Inter örneğin, ekranlara karaktersiz adamlar olarak yansıyan Lucio, Cesar, Maicon, Samuel, Stankovic, Cambiasso, Cordoba, Materazzi, Motta, Chivu gibi kavgacı, saha dışı unsurlara başvuran, çirkef denilebilecek oyuncularla donanmış durumda ve çok başarılılar. Başarının kriteri asla karakter değil, profesyonel davranabilme, mesleğini hakkıyla yapabilme ve iyisiyle kötüsüyle bir bütün, takım olabilmektir kanımca. Bu yüzden karakter tahlili yapmaktan vazgeçmeliyiz ve Servet mevzusuna da bu çerçeveden bakmalıyız. Tribünden 11 tane gerçek Galatasaraylı, aslan gibi, çok karakterli adamlar çıkartalım öyleyse, ne diye Lincoln, Elano uğraşıyoruz noktasına gelinir ki, çok yanlış durur.
Şu da var, bir takımı, iyi bir takım yapan değerlerden biri karakter de olabilir, Barça örneğinde olduğu gibi. Bu adamlar taraftarı oldukları takım için oynarlar, ebeveynleri de aynı takımın taraftarıdır, aile kavramı sarmıştır her bir yanı, ellerinden tutulup La Masia'ya götürülmüşlerdir çocuk yaşta, Xavi 92 Şampiyon Kulüpler Kupası'nın kutlama organizasyonlarına katılır daha 12 yaşında, poz verir kupayla, halkları için oynarlar Puyol gibi, karakterli adamlardır, beraber yetişmişlerdir aynı yerde ve güzel bir arkadaşlık ortamı yaratmışlardır, bu durumlar işleri kolaylaştırır elbette. Ama temelde yine konu dönüp dolaşığ işine ve arkadaşına saygı duymaya gelir, tek bir farkla, bu adamlar kulüplerine de inanılmaz bir aidiyetle bağlıdır. Galatasaray'ın da böyle bir değeri var, Arda işte. Barça'yla kesiştiğimiz bir nokta varsa, bu aile olabilme, altyapı, aidiyet gibi kavramlarda gizlidir.
***
Ankaragücü maçından sonra, sıcağı sıcağına, takıma ihanet ettiğini düşünmüştüm Servet'in ve FDD'nin varlığıyla ilintilendirmiştim durumu. Rijkaard'ın GSTV'ye söylediklerini duymadım, çeviri mi, röportaj mı verdi, öyle söylemesi mi gerekiyordu, bunlar tartışılır, konuşması için daha erken aslında, Hollanda'da farklı bir röportaj da verebilir ilerleyen zamanlarda, hazırlıklı olalım kanımca. Bu bilgiye dayandırmadan düşünmeye devam edersem, Servet'in hala kasıtlı olarak kötü oynadığına inanıyorum, hesap kesmek istedi ama sanırım bunu FDD kapsamında değil de bireysel olarak gerçekleştirdi. FDD'yi 2 yıl önce kafamda netleştirip açılımını yapan biri olarak, bu olayda Servet & FDD bağlantısının gözükmediği izlenimi oluşmaya başladı bende de, Ayhan da tepki gösterdi haberleri ayyuka çıkınca. İlk anda, maçın heyecanıyla bu gözlemde yanılmış olma ihtimalim yüksek.
Tüm bunlara karşın Servet'in Ankaragücü maçındaki performansı hafızalardan silinmez, ortada bir eylem var kanımca. Bu eylemleri de hadi taktiksel zaafiyetlere ya da maskeye bağlayalım desek, söylemlerini nereye koyacağız!
Servet & FDD bağlantısı yok diye, FDD sorununun tamamen ortadan kalktığını ya da zaten hiç var olmadığını düşünmek de yanıltıcı olur. Çözüm er ya da geç bulunmak zorunda.
***
Mesele Teknik Direktör değil, Türkiye'den süreklilik arz eden bir başarı öyküsü çıkmaz da değil mesele.
Löw, Hiddink, Del Bosque, Rijkaard başarısız oldu burada, Hiddink geri geldi, yoğun eleştiriliyor, Schuster'in durumu da ortada. Bu adamlara kötü Teknik Adam diyebilir misiniz, sanmıyorum.
Başarılı olanlar belli, Zico, Daum, Lucescu ve belki de Hagi, bizi tanıyanlar daha çok, burayı bilenler ve ona göre davranabilenler. Bu isimler sürekli bir başarı yakalayamaz, günü kurtarırlar ifadesi de doğru değil, onların yöntemi farklı sadece, Barça gibi değil. Bu demek değil ki güzel oyun olmayacak, kavramları karıştırmamak gerekir.
Bu ülkede Barça tarzı futbol oynatılamaz önermesi de aşırı önyargılı bir düşüncenin ürünü. 25 yıl önce Türkiye'den bir takım Avrupa'da kupa kazanacak, Dünya ve Avrupa üçüncüsü olunacak denilse kimse inanmazdı, Anadolu'dan şampiyon çıkmaz, çıksa da ömrüm yetmez diyen yorumcuların en çok izlendiği ülke burası. Süreklilik olmasa da, bir gelişim hep mevcut. 3 - 5 yıldır bocalıyoruz sadece, kulüpler düzeyinde, bunun da sebepleri var.
Futbolun geleceğine dair tahminde bulunurken sosyolojik etmenlerin de katılacağı çok derinlemesine bir analize ihtiyaç duyulur ki, bunu şu an ben yapamam. Sadece tribün profilini değiştirecek yeni stadların, güzel zeminlerin bile etkisi olacaktır oynanan futbola, 3 -5 yıl içinde. Bu öngörüde bulunabilirim ve Rijkaard'ın geliş zamanlaması belki de bu yönden yanlış olmuştur.
***
Kaos Futbolu vs Akıl Futbolu karşılaştırmasında kaos olumsuz bir çağrışım yaratır ancak içeriğinin salt kötüyü yansıtmadığının da sunulması gerekir. Her daim kaos ve aklın harmanladığı bir yapının Galatasaray'a uyanacağını düşünen biri olarak, süreklilik için saha içinden çok dışına bakmamız ve organizasyonu gözden geçirmemiz gerektiğine inanıyorum. Bu da çok ayrı bir tartışma konusudur, sportif direktör, profesyonel yöneticiler gibi pek çok unsur devreye girer. Sorunlar bu noktaya dayandığında işin kolayına kaçıp yeniden saha içine dönerim, elden bir şey gelmez çünkü.
Teknik Adam sorununun çözüldüğü varsayımıyla -Rijkaard'ı, felsefesini çok seven ve Hagi geldiğinde daha çok umutlanan biri olarak- gelecek sezondan itibaren, scout ekibinin de katkılarıyla kontenjan ve kalite sorununu tamamen ortadan kaldıracak hamleleri yapmak ilk adım olacaktır.
Bu süre zarfında altyapı meselesine nasıl eğilinmesi gerektiği de önemli. 70 milyonluk ülkeden çok fazla yetenek çıkmadığı düşünülürse yurtdışına çıkmak şart. Uzun vadeli altyapı hamleleri bir yerde mutlaka üstyapıya takılıyor. Üstyapı ne kadar sağlıklı ki, altyapıdan gelenler orada konumlandırılabilsin. Sergio Barça'da yer bulabiliyor, bu uğurda daha iyi olan Toure kesik yiyip City'ye gidiyor, bunun sancısını da çekiyorlar, Bojan'ı kazanacağız diye puan kaybediyorlar, Pedro'yu keşfediyorlar Henry'de ısrar etmek yerine, hikayeler biliniyor. Uğur, Mehmet Güven ortada, diğerleri bir kenara -altyapıdan gelen her oyuncu üstyapıya uyacak diye bir kural da yok açıkçası- bırakılacak olursa. Bu iki isim, bir şekilde monte edilebilirdi kadroya, üstyapının sağlıksız oluşundan dolayı gerçekleşmedi. Sadece Arda'yla kaldı koca jenerasyon. Bahsi geçtiği kadar iyi değildi son 10 yılda gelen oyuncular konusu da tartışmaya açıktır ayrıca.
Rijkaard'a (biraz da yönetimin artık temelden bir şeyleri değiştireceğine inanarak, proje söylemi, başkanın bizzat 4 - 3 - 3 diyerek, belki de ilk defa formasyon belirtmesi) büyük umutlarla bağlanıp, gerçekten uzun vadeli bir planlama yanılgısına kapıldığımdan, artık daha tedbirli davranmak gerektiğini düşünüyorum.
Uzun vadeli plan sadece isme -Hagi, Frank- ya da felsefeye -kaos, akıl- bağlı bir düşünce birlikteliği değildir. Önemli olan organizasyon kanımca ve organizasyonu belirleyen ve bize bağlı olmayan dış faktörler de var, ülke şartları gibi, eğitim, sosyal, kültürel ve ekonomi sebepler. Misal, Avrupa'da sosyolojik olarak Türkiye'ye benzeyen ülkelerin takımlarından turnuvalarda süreklilik sağlayan var mı son yıllarda, Ukrayna geliyor sadece aklıma. Bükreş, Kızılyıldız, Yunan takımları ve biz çok gerilerde kalmışız, bize benzer ülkelere göre çok para harcıyoruz, Rusya büyük bir gelişme içersinde, ekonomik sebeplerden ötürü. Portekiz'den Porto bize nasıl veriler sağlar, ülke şartları benzer mi, Avrupa Birliği sorunsalı var misal. Barcelona'yı ya da Ada takımlarını model almak doğru plan değil, en azından denendi ve başarısızlık görüldü, şimdilik de olsa. Keza sınırsız yabancı alabilen ülkeler ya da Ajax, Lyon gibi farklı özellikleri olan takımlar da model sunulamaz Galatasaray için. Bize benzeyen ve süreklilik içeren bir modeli bulup, inceleyip, burada kopyalamak en doğru yöntem organizasyon anlamında. Bu ülkenin mühendisliği de böyle değil mi!
***
Sıklıkla hataya düşülen bir husus var, Rijkaard'ın Barça başarıları Xavi & Iniesta'yı yan yana oynatabilmesine indirgeniyor, bu türden, belki de dünyada başka örneği olmayan iki oyuncuyla sahaya çıkan takımı kim yönetirse yönetsin başarının geleceği zannediliyor!
Madalyonun öbür yüzü var bir de, bu önermeyi tamamen çürüten;
Rijkaard'ın 4 - 3 - 3 formasyonunu oturttuğu ve çok başarılı olduğu ilk 3 yılında Xavi ve Iniesta yan yana çok az oynamıştır.
Rijkaard'ın ilk yılı, 2003 - 2004 sezonunda Iniesta sadece 5 maç ilk 11 başladı, Xavi 42 maç. Sezonu 2. tamamladılar.
2004 - 2005 sezonunda Xavi 44 maç, Iniesta 14 maç ilk 11 başladı. Andres ayrıca 31 defa kenardan oyuna girdi. Ligi şampiyon bitirdiler, İspanya Süper Kupası'nı da kazandılar.
2005 - 2006 sezonunda Xavi ciddi bir sakatlık geçirip sadece 18 maç ilk 11'de yer aldı. Rijkaard onun yerine, sürekli sonradan oyuna sokarak ısıttığı Iniesta'yı düşündü. 20 maç ilk 11, 25 maç kenardan geldi bu süreçte Andres. Şampiyonlar Ligi, La Liga, İspanya Süper Kupası'yla tamamladılar sezonu.
Ve düşüşe geçildi, Iniesta da sürekli olarak forma şansı bulmaya başladı;
2006 - 2007 sezonu Iniesta 40 maç, Xavi 42 maç ilk 11'de görev aldı. Takımın düşüşe geçmesinin, bu iki oyuncunun yan yana oynamasıyla uzaktan yakından bir ilgisi olmasa da, ironik biçimde pek çok futbol izleyicisinin hatırladığının aksine sürekli yan yana oynadıkları dönem, başarısız olunan zamanlardır Rijkaard'ın görev sürecinde.
2007 - 2008 sezonu Xavi 46, Iniesta 38 maç ilk 11'de yer aldı. Iniesta artık 8 numarayı giymeye hak kazanmıştı. Buna dair de bir yazım vardır;
http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/09/forma-numaralandrma-4-cesc.html
Rijkaard ayrıldı iki başarısız sezonun ardından, sistemi kaldı ve Pep üzerine koyarak, biraz da oyuncu tercihlerinde farklılıklar sunarak devam etti yola.
2008 - 2009 sezonu Xavi 47, Iniesta 36 maç ilk 11 başladı. Sezonu -devamını da sayarsak- 6 kupayla kapattılar, fantastik bir dönemdi.
Xavi ve Iniesta'yı yan yana oynatmaya başlayan Rijkaard'dır, bu doğru, ancak yan yana oynattığı dönem Rijkaard'ın başarılı olduğu zamanlar değildir, büyük bir yanılgıdır bu. Bu ikilinin büyüsüne kapılan hafızaların sanki yıllardır yan yana oynadıklarını sanmasından öte bir şey değildir Rijkaard'ın başarısını Xavi & Iniesta'ya indirgemek, illüzyondur kısaca.
Kaynakça;
http://www.barcaloco.com/page/show/143180-andr-s-iniesta
http://www.barcaloco.com/page/show/143178-xavi-hernandez
Bir de Barça hafızam.
1 Kasım 2010
A. Eren Loğoğlu
Galatasaray:3-2:Samsunspor
-
Koreografi konusunda Galatasaray taraftarının eline su dökecek yok da, 10
Kasım günü deplasmana gelen ve armasında Atatürk olan Samsunsporlu
taraftarl...
2 gün önce
1 yorum:
teşekkürler dostum emeğine sağlık
Yorum Gönder