07 Mayıs 2009

Finaldeyiz!



Hepimiz Katalan -Puyol- olduğumuza göre, bu başlık anlamsız olmasa gerek.

Babamın elektronik merakı sebebiyle çocukluğum TVE ve RAI paket yayınlarından maç izlemekle geçti ve Katalanlaşma süreci o dönemde başladı. Şöyle bir tezim var bu takım tutma konusunda, 1990 - 1995 arası futbola sevdalanan yürekler, haliyle dönemin en iyi 2 takımından biri olan AC Milan ya da FC Barcelona'ya sempati duyuyor, şu an 22-27 yaş aralığında olanlar. Bir de 1985 - 1990 arası oyuna aşık olanlar var ki, onlar Real Madrid yanlıları, şu an 27 - 32 yaş aralığında olanlar. Skala biraz daha genişletilebilir tabi. Olay takımların dominasyonlarına denk gelme meselesi daha çok. Sonrası ise bilinçlenme ile ilgili. Futbolun sadece sahada olanla kısıtlanamadığı anlaşıldığında Real Madrid'i tutmayı bünye kaldırmaz, FC Barcelona'ya ise bağlanır, sımsıkı sarılır, azılı bir Katalan olur çıkarsınız benim gibi, tarih bunu gerektirir.

1992 yılında FCB, o zamanki adı European Cup olan şimdinin Şampiyonlar Ligi'ni kazanmıştı, Koeman'ın uzatmalarda attığı golle. O gün Guardiola 10 numara ile sahadaydı, dün ise Teknik Direktör olarak saha kenarında. Barcelona'nın futbol kapitalizminin çarklarına çomak sokmasının en güzel örneğidir bu durum. Altyapıdan bir çok oyuncunun da A takımda yer alması bir başka geleneklerine bağlı olma getirisidir. Formasına reklam almaması, aldığında ise bunu bağışa dönüştürmesi bambaşka bir endüstriyel futbol bakışının da olabileceğinin temsilciliğidir. Bunların yanında dönemin en iyi oyuncuları hep Barcelona'yı tercih eder, tarihinin ve sağladığı aidiyetin de etkisiyle. Cruyff, Maradona, Romario, Ronaldo, Rivaldo, Ronaldinho ve Messi, son 30 yılın tartışmasız en büyük oyuncularıdır. Bu noktaya kadar anlattıklarım dışında kalan, Camp Nou'un görkemli yapısı, kulüp yapısı, sanatın şehri olması, renkleri ve forması, Katalan Milli Takımı durumu, faşizmin karşısında yer alan tarihi konumu, futbol oynayış şekli, oyuna kattığı estetik gibi pek çok farklı olay Barça'yı sevme nedenlerinin başında gelir.

Dün tüm bunların ekseninde ya da değil, kaleyi bulan şut olmadığında, FCB taktiksel olarak kilitlendiğinde dahi, çocukluğundan süregelen Barça sevgisi olmayanların bile gol atmasını istediği bir takıma dönüşüvermişti Barselon. Katalan olmuştu kitleler. La Liga'da 100 gol atmış, ezeli rakibini paramparça etmiş, Bayern ve Lyon'u da paçavraya çevirmiş olması, gelmiş geçmiş ve belki de gelecek en güzel oyun oynayıcısı olarak hak edilen bir Şampiyonlar Ligi Finali'nde yer almaları isteniyordu. Guardiola'nın gol sevincindeki haline benzer durumlar yaşattı insanlara, pek çok farklı coğrafyada.

Guus Hiddink, tecrübesiz Pep karşısında taktiksel olarak çok başarılı olmuştur, bu yadsınamaz bir gerçek. Hakemler, taraf olmamakla birlikte, çok kötü 2 maç yönetmişlerdir. Londra'daki maçta herkesin aynı düşüncede birleştiği net bir penaltıyı es geçmiş ve hatalı bir kırmızı kart çıkarmıştır. Bunun yanında Chelsea'nın faulle karışık sert müdahalelerine karşı da çok toleranslı davranmıştır her 2 maçın hakemi de.

Ayrıca ilginç detaylar da var. 180 dakika kapanıp, son saniyede gol yemenin psikolojisiyle oluşan cinnet haliyle kameralara anlamsız hareketler yapan Drogba geliyor aklıma. Pek çok kişinin gözünden kaçan bir başka olay, maçın sonlarını, muhtemelen aynı cinnet haliyle taraftarlar tarafından sallanan bir kameradan izlememizdi. Kendimi bir an Kadıköy'de hissettim. 89. dakikada Guardiola'nın sitem ya da tebrik dolu Hiddink'e sarılması bir başka unutulmaz enstantaneydi. Pep'in tecrübesizliğini ve heyecanını ortaya çıkaran maç sonu anları ise, uzun yıllar gözümün önünden gitmeyecek. Lampard'ın korneri esnasında 2 oyuncu değiştirmeyi düşünerek, 9 kişi oynayan takımını ceza sahasında 2 kişi daha eksiltmesi, affedilmez bir hata olabilirdi. O sırada Cech'in de ceza sahasında olmasıyla, eşleşme 7'ye 11 şeklindeydi.

Barcelona'nın ritmini bulamamasının -Chelsea'nin oyun anlayışından bağımsız- en önemli sebebi Keita ve Busquets'in oynamasıydı. İleri çıkışları olmayan ve pas hatası yapabilen bu 2 oyuncu, Xavi, Toure, Iniesta 3'lü yapısının etkenliğini gösteremedi. Henry'nin de olmayışı diğer yarı sahada yaratıcılık anlamında ciddi bir zaaf meydana getirdi. Pep'in artıları da vardı. Pek çok kişinin aksine Toure'nin savunma merkezinde oynamasını katma değer olarak görüyorum. Toure maçın 2-0 olmamasını sağlayan bütün hamleleri yaptı savunmada. Drogba'yla girdiği fizik mücadeleler, o bölgede oynatılmasının ne kadar doğru olduğunu gösteriyordu, Caceres'in olduğu bir savunma Drogba karşısında yetersiz kalacaktı muhtemelen. Bir başka teknik adam artısı ise, takımını bu noktaya kadar getiren oyuna maçın son anına kadar güvenmesiydi, bu konuda ödün vermedi ve anlamsız oyuncu değişikliklerine gitmedi. Pique'nin bir ara hücum bölgesinde pivot santrafora dönüşme isteğinin, muhtemelen Pep dışında gelişen, bir kaç dakikalık bir Katalan heyecanından öte taktiksel bir anlamı da yoktu.

Gelelim Guus'a. Şanslıydı bir kere, mucize bir ilk golle, her şey istediği şekle büründü. Oyuncularında oluşturduğu konsantrasyon ise olağanüstüydü. Lampard, Essien, Ballack'ın gözlerinden alev çıkacak gibiydi her an. İlk maçın özel hamlesi Bosingwa'dan vazgeçmiş ancak bunun yerine Malouda'nın o bölgede çok yer almasını istemişti. Oyunun gelişiminin de etkisiyle Chelsea çoğu kez 5 oyuncuyla dizildi savunmada, Bosingwa, Alex, Terry, Cole, Malouda şeklinde. Önlerindeki 3'lü, aşırı motive Lampard, Essien, Ballack, sağda Anelka, ileri uçta Drogba, solda yine gidip gelen bir Malouda. 12 kişi gibiydiler. Messi ilk yarı Alves'le o sağ kulvardan delmeyi başaramayınca, 2. yarı daha orta bölgeye doğru çekildi, top alıp dripling yaparım maksadıyla, Malouda da rahatladı biraz bu süreçte. Chelsea'nin bu hem savunmayı, hem orta sahayı 5'leyen ve alanını çok iyi parselleyen oyun yapısı, dikine pas akışını sekteye uğrattı, üçgenleri bozdu, ara pası kavramını tamamen ortadan kaldırdı. Bu yapıya ek olarak bir de Drogba gibi sırtında stoper taşıyabilecek kadar kuvvet yüklü bir oyuncuyla topu gerektiğinde ileride tutmayı da başardı. İlk maçta buna benzer yapıyı 40 metrede uygularken, bu maçta insanüstü gayret ve aşırı konsantrasyonla 60-70 metreye kadar yayıldılar.


Şöyle;

Bosingwa---Alex---Terry----Cole
Ballack-Lampard--Essien-Malouda
-----Anelka--------------------
------------Drogba-------------

Yetmedi, futbolun Tanrıları, Katalanlar, Katalanlaşma sürecine girenler, oyunu sevenler ve Iniesta, bu kusursuz Chelsea yapısının istediğini almasına izin vermedi. Kaleyi bulmayan 13 şutun ardından, kaleyi bulan ilk şutun gol olması, kusursuz olsa da Chelsea'ye ve Yarı Final'e yakışmayan, güzel futbol izlemek isteyenleri üzen bu anlayışa kesilen cezaydı. Guus'a hak veriyorum güzel futbol izletmek adına kimse elenmek istemez, doğru olanı yapmasaydı, Madrid'dekine benzer bir skor olabilirdi, en açık örneği Liverpool maçıydı keza.

27 Mayıs'ta Henry oynarsa FCB öndeki ve arkadaki 3'lüsünü ideale yakın şekle getirir. Sir Alex Ferguson, Arsenal maçında başarılı olan Rooney, Ronaldo, Park 3'lüsü önde Fletcher, Carrick, Anderson 3'lüsü arkasında şeklinde oynatabilir Guus'dan da esinlenerek. Tabi cezalı Fletcher yerine Scholes oynar eğer bu yapıya devam ederse.

Şöyle;

O'Shea---Ferdinand---Vidic---Evra
----Fletcher---Carrick---Anderson-
------Park------------Rooney-----
---------------Ronaldo------------

Manchester United'in sezon başından beri oluşturduğu yapıda ise, Ronaldo Park'ın yerinde, Berbatov da Ronaldo'nun yerinde oynuyor. Tevez ve Giggs sürprizlerinin olacağını sanmıyorum, daha çok Premier Lig'deki görevleri gibi ateşleyici olması amacıyla 2. yarı oyuna dahil edileceklerdir.

Barça'nın ritimsel oyununu oynamaması için Chelsea benzeri bir orta saha yapısı çok önemli. Fizik gücü çok yüksek, tempolu, baskı yapabilen, sert oynayabilen, hamlelerinde çevik davranan 4 oyuncu vardı Chelsea'de. ManUtd'de ise Scholes, Park, Carrick, Anderson, Hargreaves, Giggs arasında seçimde bulunacak Ferguson. Carrick dışında hiçbir oyuncu fizik güç olarak Chelsea'li oyuncular kadar Barça ritmini bozabilecek düzeyde değil. Mücadele gücü yüksek Anderson ve Park, Carrick'e yardımcı olabilir bu anlamda, bu yeterli olur mu, sanmıyorum.

ManUtd'nin başarısının altında yatan 3 temel sebep var, ilki savunma oyuncularının kalitesi ve uyumu, buna kalecileri dahil. 2. ise Rooney, Ronaldo ikilisinin özel becerileri ve süreklilikleri. Bir de pek çok başarılı takımın aksine Liverpool ile birlikte çok iyi uzun top oynayarak, orta sahayı hızlı geçmeleri. İlginç olan, Barça'nın ritmik oyun sistemini bozmada önemli olanın rakip savunmacılardan ziyade, savunmanın önünde oynayan orta saha oyuncularının ve beklerin performansına bağlı olması. Rio ve Vidic'in bölgesine gelene kadar zaten golü yaratmış oluyor Xavi ve Iniesta, önde onların ceza sahasına girişlerinin kesilmesi gerek Londra'da olduğu gibi ya da Messi ve Henry kanallarının Bosingwa ve Cole, Malouda gibi oyuncularla kesilmesi. Barça için maçı kolaylaştıracak olan ceza sahasına daha çok girme şansı olacak Chelsea maçına göre ama o bölgede daha sert karşılanacak, bu da çoğu zaman geç kalınmış ya da cezalandırılmış hamle demek. ManUtd dünyanın en iyi geri dörtlüsüne sahip olmasına rağmen bu Barça'nın oyun anlayışını bozmayacak, gol atmasını zorlaştıracak sadece, kaleyi bulan şut sayısı artacak, ceza sahasının içine daha çok girecektir Barça ki bu da kanımca maçı kazanması anlamına gelir.

Eğer Berbatov'suz bir kadroyla oynarsa Ferguson, Toure öne kaydırılır ve Barça, öndeki ideal 3-3'lüsüne kavuşur, Henry de düzelirse, bu maçın kağıt üzerinde bitmesi anlamına gelir. Solda Rooney, sağda Ronaldo yerine Park olması yani Berbatov'suz düzen, Barça'nın işini daha da kolaylaştırıyor. Sol Sylvinho, sağ Cacares, merkez Puyol ve Pique'den oluşma şansını yakalıyor böylelikle. Bunun sebebine gelince, Park'ın karşısında Puyol'u oynatmaktansa Caceres'i oraya alıp Puyol'u Ronaldo-Rooney işbirliği arasına daldırmak çok daha mantıklı olacaktır. Maçın ilk 11'leri belli olduğu an, belki sahaya çıkma anına göre, rakibin zaaflarından faydalanma uğruna, saha dizilişlerinin değişebileceği kadar ilginç bir maç bizi bekliyor.

Şöyle;

Caceres---Pique---Puyol---Sylvinho
---------------Toure--------------
-------Xavi-----------Iniesta------
--Messi------------------Henry----
---------------Eto'o---------------

2004'de oluşturulan Ronaldinho'lu yapının, Ronaldinho eksenli zayıflamasından sonra, Messi'ye bağlı bu yapının da kaç yıl görebileceği, aklımızı kurcalayan en geleceğe dönük soru olacaktır.

27 Mayıs, Katalan Bayramı olsun. Puyol'un ellerinde arşa yükselen kupa, Katalan bayrağıyla sahada atılan tur, Pep'in gülümseyişi, görür gibiyim, az kaldı.

7 Mayıs 2009

A. Eren Loğoğlu

1 yorum:

Oğuz Serdar dedi ki...

A. Eren, hoş yazmışsın Katalan ruhu geziyor içinde bunu hissedebiliyorum. :) Mail attım dönersen sevinirim.