29 Mayıs 2009

Triplete | Copa, LLiga, Champions | Visca el Barça, Visca Catalunya!



Teşekkürler Johan, sen, sen herşeyi yaratan.

Katalanları bir araya getiren en güzel olgu F C B a r c e l o n a, sarı & kırmızı bayraklar ve Katalanca marşlar -El Cant Del Barça- eşliğinde kazandı Roma Zaferi'ni. Daha önce de Londra ve Paris'te gerçekleşmişti hayaller, başkent büyüsü devam ediyordu. Sıra 2010 Madrid'dedir öyleyse demenin tam zamanı.

Formasında UNICEF yazanlar, çocukları sevenler, çocuk olanlar, İspanya İç Savaşı'nda faşizmin karşısında mücadele verenler, Katalunya İspanya değildir diyebilenler ve güzel oyun izlemek isteyenler, oyunu şiirleştiren Katalan çocuklarının kazanmasını istiyordu yeryüzünün her bir yanında.

Zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayanlar, bir şafak vakti karanlığın kenarından toprağa basıp doğruldular. O tarih, Katil Franco'nun takımında oynamam diyen ve belki de bu söylemiyle Barça'dan zorla kopartılan Di Stefano'ya gönderme yapan 'Sarı Fare' Johan Cruijff'un FC Barcelona'ya imza attığı 1973 yazıydı. O imza sadece bir kağıt parçasına, sözleşmeye, futbol oynamaya dair atılan bir imza değildi. Belki de Real Madrid'e el koyup, kulüp başkanlığına da Santiago Bernabeu'yu getiren Franco'nun ölümüne sebep olan ve FC Barcelona'nın, onların kaderini değiştiren bir simgeydi adeta.

Barça'nın 3-0 kazandığı bir kupa maçının rövanşında Franco'nun tehdit ve emirleriyle 11-1 yenilmek zorunda kaldığı Real Madrid günleri, orta saha çizgisini geçen Barça'lı oyuncular için ofsayt bayrağı kaldırılan günler geride kalmıştı.



Geride kalan günleri unutmadan, önüne bakanların, takımı Katalanların, Katalan Takımı FC Barcelona, tarihin en güzel oyun oynayıcısı, hak ettiklerini birer birer aldı. Tarihi bir üçlemeye imza attı.

Önce Lineker'in neferi olduğu Katalan Ordusu, Madrid Kapısı'na dayandı;

Onlar, futbolu Lorca ya da Alex Susanna şiiri gibi oynayanlar, ritimsel, paylaşımcı, isyankar, sanatsal bir algıyla tekdüzeliğinden sıyrılıp düzenin farkı yaratanlar, Onlar, Madrid kapısındaydı o gece. Johan'ın öğrencisi Pep'in saha dışı, Katalan Bayrağı'nı kaptanlık bandında taşıyan ve golü attığında Barselon sokaklarından kopup gelen 18 yaşında gözü yaşlı genç coşkusuyla sarı kırmızı bayrağı, binlerce Krallık yanlısına sallayan, ismini kulübün kurucularından birinden alan Kaptan Puyol'un, Saforcada'nın saha içi önderliğinde çıkıyorlardı savaş alanına. Katalan çocukları Pique, Xavi, Iniesta, Victor da arkasında dizilmişlerdi komutanlarının. Arjantin'den, Brezilya'dan, Venezuella'dan, Bolivya'dan, Küba'dan gelen çocuklar da vardı içlerinde, Afrika'dan katılanlar da, Fransız futbol devrimcileri de.

Rekabetin tarihini yeniden yazan Katalan takımı, FC Barcelona, gelmiş geçmiş en güzel futbolu oynayan takım, Gaudi'nin eşsiz eserleriyle dolu kıyı şehri Barselon'a, evlerine dönüyorlardı. Ellerinden Franco zoruyla alınan Di Stefano'ya, şampiyonluklara, kupalara, öldürülen kurucularına, susturulan dillerine, tanınmayan özgürlüklere inat Katalan ruhunun verdiği mücadele gücüyle Hollanda tekniğini birleştiren bu Johan yapısı, en özel hediyesini demokrasi ve futbol olarak sunuyordu İspanyol halkına.

Kubala'yla, Johan'la, Pep'le büyüyen Katalan çocukları haykırıyor o güzel türküyü 74'ten beri, La Rambla'da, Cartier Gothique'da, Camp Nou'da, Barselon'da.



Sonra Londra kuşatması, Iniesta'nın zafere kaçışı;

1992 yılında FCB, o zamanki adı European Cup olan şimdinin Şampiyonlar Ligi'ni kazanmıştı, Koeman'ın uzatmalarda attığı golle. O gün Guardiola 10 numara ile sahadaydı, dün ise Teknik Direktör olarak saha kenarında. Barcelona'nın futbol kapitalizminin çarklarına çomak sokmasının en güzel örneğidir bu durum. Altyapıdan bir çok oyuncunun da A takımda yer alması bir başka geleneklerine bağlı olma getirisidir. Formasına reklam almaması, aldığında ise bunu bağışa dönüştürmesi bambaşka bir endüstriyel futbol bakışının da olabileceğinin temsilciliğidir. Bunların yanında dönemin en iyi oyuncuları hep Barcelona'yı tercih eder, tarihinin ve sağladığı aidiyetin de etkisiyle. Cruyff, Maradona, Romario, Ronaldo, Rivaldo, Ronaldinho ve Messi, son 30 yılın tartışmasız en büyük oyuncularıdır. Bu noktaya kadar anlattıklarım dışında kalan, Camp Nou'un görkemli yapısı, kulüp yapısı, sanatın şehri olması, renkleri ve forması, Katalan Milli Takımı durumu, faşizmin karşısında yer alan tarihi konumu, futbol oynayış şekli, oyuna kattığı estetik gibi pek çok farklı olay Barça'yı sevme nedenlerinin başında gelir.

Dün tüm bunların ekseninde ya da değil, kaleyi bulan şut olmadığında, FCB taktiksel olarak kilitlendiğinde dahi, çocukluğundan süregelen Barça sevgisi olmayanların bile gol atmasını istediği bir takıma dönüşüvermişti Barselon. Katalan olmuştu kitleler. La Liga'da 100 gol atmış, ezeli rakibini paramparça etmiş, Bayern ve Lyon'u da paçavraya çevirmiş olması, gelmiş geçmiş ve belki de gelecek en güzel oyun oynayıcısı olarak hak edilen bir Şampiyonlar Ligi Finali'nde yer almaları isteniyordu. Guardiola'nın gol sevincindeki haline benzer durumlar yaşattı insanlara, pek çok farklı coğrafyada.



Daha sonra Kral Kupası'na geldi sıra;

Kral'ın elinden alınıyor olması, ismi, Katalanlar için bu kupayı çok değerli kılıyordu ve Onlar, bir Kupa Takımı olan Barça'nın yine zafere uzanacağına inanıyorlardı Kral'ın önünde, seyrinde. Sallanan sarı - kırmızı Katalan bayrakları, Barcelona formasının kendisi, Onlar'ın sesi, kulağı, eli olabilmenin adı Barcelona'nın sahadaki varlığı, Puyol'un et kemik hali, mücadelesi, bu inanışı anlatıyordu İspanya'ya.

Katalanlar, bir kez daha alın teriyle, hak ederek, tırnaklarıyla toprağı kazıyarak, oyunu en güzel şekliyle oynayarak, ezeli rakibi gibi Krallık, Franco yardımına gereksinim duymadan, yeni bir kupaya, 25. Kral Kupasına uzandılar.



7 Mayıs'ta 27 Mayıs için şunları yazmıştım, çoğu öngörüm gerçekleşti;

27 Mayıs'ta Henry oynarsa FCB öndeki ve arkadaki 3'lüsünü ideale yakın şekle getirir. Sir Alex Ferguson, Arsenal maçında başarılı olan Rooney, Ronaldo, Park 3'lüsü önde Fletcher, Carrick, Anderson 3'lüsü arkasında şeklinde oynatabilir Guus'dan da esinlenerek. Tabi cezalı Fletcher yerine Scholes oynar eğer bu yapıya devam ederse.

Şöyle;

O'Shea---Ferdinand---Vidic---Evra
----Fletcher---Carrick---Anderson-
------Park------------Rooney-----
---------------Ronaldo------------

Manchester United'in sezon başından beri oluşturduğu yapıda ise, Ronaldo Park'ın yerinde, Berbatov da Ronaldo'nun yerinde oynuyor. Tevez ve Giggs sürprizlerinin olacağını sanmıyorum, daha çok Premier Lig'deki görevleri gibi ateşleyici olması amacıyla 2. yarı oyuna dahil edileceklerdir.

Barça'nın ritimsel oyununu oynamaması için Chelsea benzeri bir orta saha yapısı çok önemli. Fizik gücü çok yüksek, tempolu, baskı yapabilen, sert oynayabilen, hamlelerinde çevik davranan 4 oyuncu vardı Chelsea'de. ManUtd'de ise Scholes, Park, Carrick, Anderson, Hargreaves, Giggs arasında seçimde bulunacak Ferguson. Carrick dışında hiçbir oyuncu fizik güç olarak Chelsea'li oyuncular kadar Barça ritmini bozabilecek düzeyde değil. Mücadele gücü yüksek Anderson ve Park, Carrick'e yardımcı olabilir bu anlamda, bu yeterli olur mu, sanmıyorum.

ManUtd'nin başarısının altında yatan 3 temel sebep var, ilki savunma oyuncularının kalitesi ve uyumu, buna kalecileri dahil. 2. ise Rooney, Ronaldo ikilisinin özel becerileri ve süreklilikleri. Bir de pek çok başarılı takımın aksine Liverpool ile birlikte çok iyi uzun top oynayarak, orta sahayı hızlı geçmeleri. İlginç olan, Barça'nın ritmik oyun sistemini bozmada önemli olanın rakip savunmacılardan ziyade, savunmanın önünde oynayan orta saha oyuncularının ve beklerin performansına bağlı olması. Rio ve Vidic'in bölgesine gelene kadar zaten golü yaratmış oluyor Xavi ve Iniesta, önde onların ceza sahasına girişlerinin kesilmesi gerek Londra'da olduğu gibi ya da Messi ve Henry kanallarının Bosingwa ve Cole, Malouda gibi oyuncularla kesilmesi. Barça için maçı kolaylaştıracak olan ceza sahasına daha çok girme şansı olacak Chelsea maçına göre ama o bölgede daha sert karşılanacak, bu da çoğu zaman geç kalınmış ya da cezalandırılmış hamle demek. ManUtd dünyanın en iyi geri dörtlüsüne sahip olmasına rağmen bu Barça'nın oyun anlayışını bozmayacak, gol atmasını zorlaştıracak sadece, kaleyi bulan şut sayısı artacak, ceza sahasının içine daha çok girecektir Barça ki bu da kanımca maçı kazanması anlamına gelir.

Eğer Berbatov'suz bir kadroyla oynarsa Ferguson, Toure öne kaydırılır ve Barça, öndeki ideal 3-3'lüsüne kavuşur, Henry de düzelirse, bu maçın kağıt üzerinde bitmesi anlamına gelir. Solda Rooney, sağda Ronaldo yerine Park olması yani Berbatov'suz düzen, Barça'nın işini daha da kolaylaştırıyor. Sol Sylvinho, sağ Cacares, merkez Puyol ve Pique'den oluşma şansını yakalıyor böylelikle. Bunun sebebine gelince, Park'ın karşısında Puyol'u oynatmaktansa Caceres'i oraya alıp Puyol'u Ronaldo-Rooney işbirliği arasına daldırmak çok daha mantıklı olacaktır. Maçın ilk 11'leri belli olduğu an, belki sahaya çıkma anına göre, rakibin zaaflarından faydalanma uğruna, saha dizilişlerinin değişebileceği kadar ilginç bir maç bizi bekliyor.

Şöyle;

Caceres---Pique---Puyol---Sylvinho
---------------Toure--------------
-------Xavi-----------Iniesta------
--Messi------------------Henry----
---------------Eto'o---------------

2004'de oluşturulan Ronaldinho'lu yapının, Ronaldinho eksenli zayıflamasından sonra, Messi'ye bağlı bu yapının da kaç yıl görebileceği, aklımızı kurcalayan en geleceğe dönük soru olacaktır.

27 Mayıs, Katalan Bayramı olsun. Puyol'un ellerinde arşa yükselen kupa, Katalan bayrağıyla sahada atılan tur, Pep'in gülümseyişi, görür gibiyim, az kaldı.



27 Mayıs'a dönecek olursak;

Pep, Berbatov'un oynayacağını düşünerek, Caceres riskine girmedi, Toure'yi geriye çekti ve onun bölgesine Busquest'i koydu. Maça olağanüstü bir özgüvenle başlayan United, Sir Alex Ferguson'ın baskın planını başarıyla uyguladı aslında ilk 10 dakika. Barça sahasından çıkamadı, pas yapamadı ama o bahsettiğim United'ın orta saha zaafiyeti sebebiyle Iniesta, Chelsea maçlarında hiç yapamadığı bir şeyi gerçekleştirip, topla ceza sahası önüne kadar gelip Eto'o'nun önüne ara pasını gönderdi, Eto'o da kanımca bu sezonun en iyi savunmacısı olan Vidic'i çalımlayıp golü attı.

Maçın seyri, bu golden sonra tamamen değişti. Barça, beklendiği gibi ayağa yerden paslarla hücuma çıkmaya başladı. Özellikle 45 - 60 arası, sezonun özeti gibiydi, kaçan goller, organize üçgen hücumlarla sağ koridordan akan bir oyun, Alves formatında bir Puyol. 70. dakikada Barça klasiği bir Xavi pası ile Messi'nin kafası buluşuyor ve maç sonuçlanıyordu bu fotoğrafla.



Barcelona'nın futbol modeli ne idi bu sezon diyenler için;

FC Barcelona / 4-3-3

Kaleciler: Valdes, Pinto
Savunmacılar: Caceres, Pique, Marquez, Puyol, Sylvinho, Milito, Dani Alves, Abidal
Orta Saha Oyuncuları: Xavi, Gudjohnsen, Iniesta, Keita, Toure, Busquets
Forvetler: Eto'o, Messi, Bojan, Henry, Hleb, Pedro


Akıl futbolunun, pas akışkanlığına dayalı oyunun en sanatsal temsilcisi Katalanlar. Şiir gibiler, estetik kaygıları yüksek davranışlar içindeler. Başarıya giden en kısa aynı zamanda da en zorlu yolu sunuyorlar bize. Xavi, Iniesta gibi oyuncuların bu erişilmez düzeye gelmesinin yıllar aldığını rahatlıkla söyleyebilirim, Barça'yı çok uzun zamandır takip eden biri olarak. Xavi de, Iniesta da gökten zembille inmedi, astronomik bonservis bedelleriyle transfer edilmedi. Emeklerinin, kendi yetiştirdikleri oyuncuların bu emeklerin karşılığını vermesini sabırla bekledi Barça altyapısı. Potansiyel görülen oyuncuların üzerinde uzun süreler durulması gerektiğini anlatıyordu bu anlayış. Altyapı konusuna değinmeden Barça'nın saha içi taktiksel başarısından söz etmek yersiz olurdu.

Sezona, altyapı hocasını, 90-94 arası büyük başarılar kazanan Rüya Takım'ın da parçası olan eski Kaptan Pep Guardiola'yı göreve getirerek başladı Barcelona. Takımdan ayrılanlar Ronaldinho, Deco, Belletti, Zambrotta'ydı. Performansı düşenler ve bekleneni veremeyenler, takımın belirli bölgelerini sekteye uğratanlar düşünülmemişti kadroda. Ronaldinho örneğini çok iyi incelemek gerekir. İlk geldiği zaman ile ayrılırken ortaya koyduğu fiziksel görüntü arasında Laurel ve Hardy kadar fark vardı, biraz da mübalağa edersek. Son yıl takıma çok büyük zarar verdi bu fiziksel düşüşü. Rijkaard O'nu zaman zaman şöhretinden dolayı oynatmak zorunda kalıyor, oynadığında ise takım zarar görüyordu. Henry'nin sahada olması gereken zamanlardan kullanıyordu Ronaldinho ve yine şöhretli olan Henry bundan çok rahatsız oluyor, istenen performansı sunamıyordu. Ronaldinho artık adam geçemez hale gelmişti, 3 yıl önce birisi böyle bir şey söylese yerküre üzerinde inanan bir insan bulamazdı herhalde. Neyse ki Milan'da eski hali kadar olmasa da, belli bir düzelme gösterdi fiziksel anlamda ancak körelmeye de başladı yetenekleri. Benzer bir süreci, üzülerek söylemeliyim ki Lincoln yaşıyor, müdahale edilmez ve oyuncu kendine bakmamaya devam ederse, daha vahim durumlar karşımıza çıkabilir. Beklenen performansı bir türlü sergileyemen Deco da, isminden dolayı, kimi zaman Xavi ve Iniesta'dan rol çalıyordu. Rijkaard, bazı maçlar üçünü bir arada da oynattı ve Xavi'nin savunma derinliğine geldiği bu anlayış, verimini çok azalttı. Üçünün bir arada oynaması, takımda her maç yer alması elzem olan Toure'nin kesilmesi anlamına da geliyordu. Bir de tipik sağ bek sorunu vardı Barça'nın, Zambrotta tutmamıştı o bölge için.

Ronaldinho'nun isminden kurtulan Barcelona takımı Messi'nin üzerine kurdu bizim coğrafyanın tanımlamasıyla. Henry ayrılmaktan vazgeçti böylelikle, ilk 11'de yeri garanti gibiydi. Sağ bek için bölgesinin en iyisi ve La Liga oyuncusu Dani'yi aldılar, Xavi ve Iniesta'nın yanına yardımcı olarak Keita'yı da kattılar kadrolarına.

Önceki sezonun analizini, bu kadar doğru yapan ve eksiklikleri mükemmele yakın tespit eden ekip 2 kişiden oluşuyordu, Guardiola ve Sportif direktör Beguiristain. Aslında Rijkaard'dan kalan anlayışa ve takıma -2 La Liga, 1 CL kazanmıştır o takım da- Pep sihirli değnekle dokunmamıştı. Çoğu zaman müdahale dahi etmeden, takımı kendi haline, sistemine bırakmış, değişen ve yağlanan dişliler sayesinde sistemin çarkları sorunsuz dönmeye başlamıştı, mesele bundan ibaret.

-------------------Valdes-----------------
Alves-----Pique-------Puyol-----Abidal
-------------------Toure-----------------
------------Xavi----------Iniesta--------
------Messi---------------------Henry----
-------------------Eto'o-----------------

4-3-3 formasyonuyla, kısa ayağa paslarla, üçgenler kurarak, daha çok kendi sağ, rakibin sol bölgesinde oynuyorlar oyunu. Barcelona'yı Dünya Futbolu'nda konumlandıran, en belirleyici fark, savunma oyuncularının, en az orta saha oyuncuları kadar pas, top sürme gibi teknik özelliklere sahip oluşları. Savunma oyuncularının çok sert, markaj yapabilen, Rugby oyuncuları gibi fiziksel görünüme sahip olmadığını ve bunun Barça özelinde bir tercih olduğunu belirtmeliyiz. Cruyff'un futbol felsefesinde bu konu çok önemli.

90'ların başından itibaren ayağa oynayabilen ama savunma yönü kusurlu oyuncularla oynadılar bu oyunu. Guardiola, Nadal, Koeman, Popescu, Frank De Boer ilk aklıma gelenler. Pozisyon alma bilgisi çok yüksek olmasına karşın, Nadal'ın 1-4 Mallorca maçında düştüğü durumları, Popescu'nun ve Frank De Boer'in yaşlarının da etkisiyle oluşan yavaşlıklarının doğurduğu sonuçları hatırladıkça, Barça'nı bu riskli savunma seçimlerinin çok cesur ve sistemin her ne koşul olursa olsun sarsılmaz parçası olduğunu görebiliyorsunuz. Pas yapmak ile Barcelona'nın pas yapması arasında da ciddi farklar var. Valdes oyun başlatırken kanatlara açılan merkez savunmacılar, topu takım arkadaşına verdikten sonra, onun pasını tekrar alabileceği bir açıya koşu yapıyor yani süreki hareketli oluyor pas veren oyuncu. Bunu o kadar iyi yapıyorlar ki, topu çoğu zaman kaptırmaları söz konusu olmuyor, dikine oynamak dışında.

Bir başka özellikleri hücum bölgesindeki üçlünün yer değiştirmeleri. Bir deplasman maçında öne geçtiklerinde ortaya Messi'yi alabiliyorlar, hızından yararlanmak için ya da oyunun sıkıştığı anlarda Henry'yi de ortaya çekip, Iniesta'yı Henry'nin bölgesine kaydırabiliyorlar, bu tür esneklikler de sağlıyor, çok yönlü oyuncuların olması. Skibbe'nin temel futbol felsefesi de Barça'yla örtüşüyor. Barça'nın kusursuza yakın ama kusursuz olmayan sisteminin şöyle bir kusuru var. Oyun felsefesi pas üzerine kurulu olduğundan bu oyunculardan bazıları olmadığında sistem sekteye uğruyor, Barça gibi pas yapmak hususunda alışkanlıklar yaratabilmek çok önemli. Busquets, Keita, Gudjohnsen, Bojan oynadığı zamanlar, sistem sınırlı bir şekilde işliyor, bu oyuncuların yetenekleriyle sınırlanıyor kısaca. Aynı sorunu Galatasaray da yaşadı bu sezon, Skibbe'nin teoride kalan anlayışı, sakatlıklarla baltalandı, sistemin alışkanlığa dönüşecek kadar yoğun uygulamalar gerektiren temel oyuncu bütünselliği bir türlü yakalanamadı. Skibbe'nin düşüncesi doğru, uygulama alanı yanlıştı, temel futbol eğitimi yetersiz olan Türk oyuncularla Barça'nın futbol felsefesini birdenbire oturtmaya çalışmak intihardan da öte birşey olacaktı.

Küçük bir zaafiyeti daha var Barça'nın aslında iki. İlki sol bek bölgesi, CL Yarı Final ve sondan bir önceki Villareal maçlarında haksız olsa da pozisyon hatalarının kurbanı olmuştu Abidal. Barça sezon başında bu bölge için yaşlı Sylvinho dışında bir başka alternatif düşünmeliydi. Yine sezonu sakatlıkla geçiren Milito için de bir alternatif, en azından altyapıdan çıkarılabilirdi, Caceres'i sezon içerisinde tercih etmelerine rağmen, kritik noktada O'na güvenemeyip, geriye Toure'yi çekmek zorunda kaldılar bu alternatif olmadığından ötürü. Diğer zaafiyet ise kaleci Valdes'in değişkenlik gösteren performansı. Barça yıllardır bu duruma aldırmıyor, Casillas'ın ilk çıktığı zaman yediği hatalı gollere -Elber Bayern CL maçı- rağmen bu noktaya gelmesi, onlar için iyi bir örnek ve Valdes, vasat üstü haliyle bu bölgede idare edelim yeterli mantığının bir ürünü. Ayrıca Katalan ve altyapıdan gelme, kolay harcanmıyor bu sebeple. FDD söylemini duyar gibiyim.

Bir artısı da şu oldu Barça'nın. Xavi ve Iniesta'nın arkasını toplayan Toure, en iyi sezonunu geçirdi ve yeni Patrick Viera olma yolunda önemli bir adım attı. Eto'o'nun performansı da ilgi çekici bu sezon. Eto'o ilginç bir santrafor, dünyanın en iyisi kesinlikle değil, -Zlatan, Torres, Drogba varken- aslında bu pas akışkanlığına uygun da değil pas yüzdesi diğer oyunculara göre düşük ancak çok hareketli oluşu, gol sezgisi, belli bir seviyedeki tekniği, çabukluğu, süpriz sayılmayacak sert şutlarıyla sistemi tamamlayan farklı bir parça gibi. Son haftalarda düşüş gösterse de vazgeçilmez.

Pas sistemini işleten ana damarlar Xavi ve Iniesta. Xavi'nin sağ bölgede pozisyon oluşturabilmek için sayısız kez Alves ve Messi'yle paslaşabilmesi, aynı şeyi Iniesta'nın Henry'le sol bölgede gerçekleştirmesi, damarların beslenmesini sağlıyor. Dikkat edin, 3. bir isim yazmadım sol bölgeye, Abidal, sol bek, zaman zaman katılsa da hücumlara daha çok geride kalmayı tercih ediyor, Alves'in aşırı çıkışlarında geç geri dönme olasılığına karşı kaymalı bir 3'lü savunma Pique - Puyol - Abidal şekline geçebiliyorlar. Tabii bu sistemden daha çok önlem nitelikli bir durum ve çok karşı karşıya kalmıyor bununla Barça. Alves'in yeri geldiğinde sert, kavisli ortalara başvurduğunu da hatırlatalım.

Barça'nın daha çok kontratak üzerinden gol yeme olasılığı yüksek olduğu için savunma oyuncuları da hamleli ve çabuk oluyor aynı zamanda. Puyol, bunun en iyi örneği, kendisinden fiziksel olarak üstün oyuncularla bile kora kor mücadele edebiliyor, hava topu kazanabiliyor.

Sistemin değişmezlerinde biri de 4'lü savunma, 2 bek, 2 merkez savunmacı seçimi. Oyun içerisinde top Barça'dayken 2'ye düşüyor bu sayı ve öndeki bloğa kayıyor oyuncular hücum yerleşkesi oluştururken;

---------Pique------------Puyol-------
Dani-------------Toure----------Abidal
----------Xavi----------Iniesta-------

Top rakipteyken ise;

Dani------Pique-----Puyol-------Abidal
------Xavi-----Toure-----Iniesta------

şeklinde bir alan paylaşımına giderek, daraltma sağlıyorlar. Rakibe önde basma gibi bir olgu asla yok, geride alanını bekleme ve basketbol tabiriyle pas arası yapıp kazanılan topu tekrar atağa dönüştürme eğilimi var bütün oyuncularda.

Barça savunmasının bir başka farklı yönü, ceza sahası içinde de alan savunmasını tercih etmesi. Adam markajı yapmıyorlar diğer takımların aksine. Duran toplardan gol yeme oranını azaltacağına inanılan bir düşüncenin ürünü bu da, çok faydalı olduğu söylenemez, geliştirilmesi gerekiyor oyuncular ekseninde.

Sisteme asıl farkındalık katan, estetik sağlayan ise Messi. Topu ayağına yapıştırıp herşeyi yapabilen bu büyücü, rakip savunmaların düzenini paramparça edebiliyor bir hareketiyle. Ters ayaklı olma -sağ bölgede sol ayaklı oynatma ritüeli- avantajına içeri doğru kat ederek çok iyi kullanıyor, şut konusunda bu yıl çok geliştiğini söylemek mümkün, hızına yetişilemiyor ve en önemlisi ikili mücadelelerde düşmeden devam edebiliyor. Oyun zekası yüksek, hızlı düşünüp karar verebiliyor, hep oyunun içinde yer alıyor, Barça'nın sistemini estetize eden, sunumunu yapan O, müthiş yetenekleriyle.

Pep'e tekrar dönecek olursak, genç ve tecrübesiz oluşu, karşısındaki Teknik Adamlara göre eksisi. Sisteme olan inancı ve bunu her türlü şartta -Chelsea direnişi- bozmayışı da artısı. Sezon öncesi teşhisleri ve uygulamaları başarılı, baskı anında doğru kararlar vermeyi daha bilmese de, zamanla öğreneceği şüphesiz. Rijkaard'ın 2 La Liga, 1 CL şampiyonluğu kadar süren sistemini, daha ötelere götürmesini, Guardiola'dan bekleyebiliriz. 1 La Liga, 1 de Copa Del Rey'i oldu şimdiden Barça'nın ve CL Finali'nde.



Ve üçlemenin son halkası. Viva La Vida diyen Coldplay dinleyicilerinin, Şampiyonluk kutlayanların son zafer gecesi, ölümsüz Roma şehrine akan Katalanlar.

Tarihte sadece Celtic 1967, Ajax 1972, PSV 1988, Manchester United 1999 kadrolarının eriştiği bir başarıyı, tekrarlıyordu FCB, Lig, Kupa ve Şampiyonlar Ligi / Avrupa Kupası'nı aynı sezon kazanarak.

Cruyff'un Rüya Takımı'ndan sonra futbolu en güzel oynayanlar olarak da tarihteki yerini alıyordu Barça. Altyapıdan 7 oyuncunun -Valdes, Puyol, Pique, Busquest, Xavi, Iniesta, Messi- ilk 11'de oynamasıyla da mesaj veriyorlardı.

Altyapı hocasını, eski efsane oyuncusunu göreve getirmiş olmasıyla da Barcelona, örnek alınması gereken bir numaralı kulüp olmaktan daha öte bir şey olduğunu anlatıyordu.

Roma'daki maça ve Şampiyonlar Ligi Finali'ne dair ilginç notlar verelim;

Eto'o Paris'te Arsenal'e ve Roma'da United'a gol atarak, 2 farklı finalde gol atan 13 oyuncunun bulunduğu gruba dahil oldu, bu işi en son yapan Madrid yanlısı Raul'du. Puyol, bu kupayı 2 defa kaldıran tek Barça kaptanı olarak tarihteki yerini aldı. Valdes, Jorquera, Marquez, Sylvinho, Eto'o, Xavi, Iniesta ve Messi, hem Paris hem de Roma kadrosunda yer alma onuruna eriştiler. Henry, Fransa Milli Takımı dışında bir kulüp takımında ilk defa Final kazanan taraftaydı. Pique, 2 yıl üst üste 2 farklı takımda Şampiyonlar Ligi kazanan 3. oyuncu oldu. Diğerleri Marcel Desailly (Olympique Marseille ve AC Milan) ve Paulo Sousa (Juventus ve Borussia Dortmund) idi. Busquets, baba - oğul bu kupayı kazananlar kategorisine 3. sıradan girdi. Sergio'nun babası Carlos, 92 Finali'nde kalecisiydi Barça'nın. Diğer 2 aile Maldini (AC Milan) ve Sanchís (Real Madrid) idi.

Guardiola, bu kupayı kazanan en genç -38- 3. Teknik Adam olurken, Şampiyonlar Ligi'ni en genç kazanan ünvanını da eline geçirdi. Ayrıca bu kupayı hem oyuncu hem de Teknik Adam olarak kazananlar listesine girmeyi başardı. Bu listede Miguel Munoz, Giovanni Trapattoni, Johan Cruyff, Carlo Ancelotti ve Frank Rijkaard vardı.

İspanya Kralı Juan Carlos, Barça taraftarı olduğunu açıkça itiraf eden Başbakan Zapatero ve pek çok tanınmış Barça figürü, Cruyff ve Koeman gibi, Barcelona'nın üstünlüğüne tanıklık etmek üzere Olimpico'da yerlerini almışlardı.

Koeman şöyle diyordu: This is something more than the Dream Team. We played some great matches then but this is even bigger.

Dünyanın en iyi oyuncusu kim tartışmaları da artık son bulmalıydı bu maçtan sonra. Messi maçı 51 tamamlanmış pas ve % 84'lük başarı yüzdesiyle bitirirken, Ronaldo 31 tamamlanmış pas ve % 68 gibi bir oranda kaldı. Bu istatistiğin yanında bir de Messi'nin attığı kafa golü vardı.

Uykusuzluk, zafer ve bira sarhoşluğu var bünyelerde. Barça Takım Otobüsü, önde 3 kupa, üstte oyuncular, bayraklar, tezahüratlar, sokaklarından geçti bugün Barselon'un, stada doğru ilerlerken. Her köşe başında, meydanda, caddede, yüzbinlerce Katalan onları karşıladı, Camp Nou'a doğru aktılar. Stadda da bekleyen yüzbine yakın Katalan ve konserler vardı.





Sesi kısılan Laporta, röportaj vermekte zorlandı Camp Nou'daki gösteriler öncesi. Barça TV, gösterileri canlı yayınladı. Yayın yaklaşık 5 saat sürdü, şehir turunu da dahil edersek. TV Logosunun altında Campions yazısı ve yazının yanında da 3 kupanın resmi vardı. Sanırım bu yeni logo bir süre daha ekranda kalacak. Işık oyunları, konserler, farklı müzikler, meşaleler, konfetiler ekseninde karnaval devam ediyordu ki takım otobüsü stada ulaşmayı başardı Katalan seli eşliğinde. Oyuncular tek tek sahaya çıktılar yeni tişörtleriyle. Iniesta & Valdes, Xavi & Puyol, Guardiola & Vilanova, 3 ayrı grup halinde ve sırayla 3 kupayı, sahaya taşıdılar. Daha sonra oyuncular tek tek söz aldı ve konuşmalar yaptılar. İlk olarak Puyol konuştu elbette. Bir ara sahada yeşil Eto'o -sanırım Kamerun- formasıyla dolaşan Pique, bu sene Barça'ya neler kattığını, her tezahüratı başlatarak, gösteriyordu.

FC Barcelona'nın més que un club mottosunu yaşatıyordu Camp Nou. Katalan olmayan dünya yıldızları bile Katalanca sesleniyordu taraftarlara.

El Cant Del Barça'nın rock versiyonu eşliğinde başlayan havai fişek gösterileri Barselon gecesini aydınlatıyordu.



Son sözleri hep şöyleydi oyuncuların;

Visca el Barça, Visca Catalunya!

Ve Katalan çocuklarının;

Hürriyet ve adalet aranıyor,
Onlar kanun, biz tarihi yazıyor,
Halklar kalkıyor hesap soruyor,
Güneş güneş yine doğuyor,
Sabah oluyor sabah oluyor!


29 Mayıs 2009

A. Eren Loğoğlu

2 yorum:

Oğuz Serdar dedi ki...

O le le, O la la, Ser del Barça es, el millor que hi ha...

VISCA EL BARÇA!! :))

L dedi ki...

biraz geç oldu ama sonuçta okuyabildim yazıyı bi şekilde. eline sağlık hocam.