05 Aralık 2007

K Dergisi, Sayı 43, Bazı Notlar



K Dergisi, Sayı 43,

kendi notlarımdan ;

Yaşam bir ifade biçimi… Ölüm ve doğum, biçimin sadece birer içeriği. Öğrenmek, keşfetmek ve paylaşmak, nefes almaktan daha hayati çoğu zaman. Sevgiyi yaratmaksa cenneti yaşatmaktan daha yüce. Hayat, onun hakkında düşündüklerimizden ibaret. Gelecek ise kaybetmekten korktuklarımızı elimizden birer birer alan ve bize var olmanın içinde bulunduğumuz andan ibaret olduğunu, kendi dağınık tarzıyla gösteren bir öğretmen.
____________________________________________

İnsan, sadece elleriyle dokunmaz, diğer bütün duyularıyla; gözleriyle, burnuyla, kulaklarıyla ve diliyle de dokunabilir.

Ayrıca beyniyle ve kalbiyle de yapabilir bunu tabii. Bence yanıltıcı olan; Türkçe'deki gözlem sözcüğünün işaret ettiği anlamın, sadece görme duyusuna yüklenerek, diğer kardeşlerinden rol çalmasına yol açması.

Gözlem, insanın toplam kabiliyeti aslında, kimimizde çok, kimimizde az gelişmiş olan...

Bu kabiliyetten edebiyat da ciddi bir biçimde yararlanıyor haliyle; gözlem gücü yüksek, aynı zamanda yazı kabiliyeti de olan insanlar; bir akış, bir ayrıntılar zenginliği ve bütünsellikle ilgili bir üst düzey kavrayış getiriyorlar edebiyata.

Ama bu yeterli değil! Edebiyat, gözlem gücüyle yolun ancak yarısını katedebilir çünkü. Gözlemlenen şeyin bir edebi hazineye dönüşebilmesi için, insanın hayal hanesinde en azından durup bir soluk alması, kendine kanatlar takması, olmayana olana doğru gözden kayboluncaya kadar yükselmesi ve yükselmesi gerekir.

Sınır tanımayan bu iki güçlü kabiliyet; gözlem ve hayal, edebi bir değer oluşturmak için neredeyse olmazsa olmaz varoluş kaynağıdır.

Somutun hayale dönüşmesi ve hayalin somutlaşması... var olanla var olamayacak olanın edebiyat aleminde birlikte yaşayabilmeleri; bir mucizenin gerçekleşmesidir aslında.

Gözlem, hayal ve ironiyle yoluna devam eden edebiyat, zaman zaman daha derin, daha uçan diller de kullanır; kimi zaman ekspresyonist olur, kimi zaman da bunları ustaca harmanlayarak şaşırtır insanı.
___________________________________________

Yaşama ortalama bir bakışla elde edilen anılar cetvelinin hangi ucu, insan ruhunun bilinmezliklerini, hayatın gizli kalmış, yaşanmamış ve görülmemiş taraflarını ölçebilir...

Bu yavan hesaptan ortaya çıkan, algıları ne kadar sorgulayabilir, ne kadar derinleştirebilir. Günlük yaşamın bezgin ritmini sindirenler, bir maceraya hangi hevesle atılabilirler. Elde edilecekler listeleri son nefeslerinde bile bitmeyenler, dünyanın ruhuna incelik adına ne katabilirler.

Sıradana talim, karanlığa hakim bu düzene körü körüne bağlananlar özgürlüğün peşinden hangi ateşle koşabilirler. Yeterli bir birey gibi hissedebilmek adına dünyevi silahlarla dört bir yanını kuşatmak için birbirini yiyen insanlar, dünyayı değiştirecek gücü hangi samimiyetle arayabilirler. Adına rekabet, kişisel donanım, gelecek garantisi, kariyer denen tüm ömür törpüleri, ruhları bedenlerden sökerken ve sıradan insanın tek porsiyonluk tutkuları daha da içeriksizleşirken, maddiyat tapınılası, uğrunda soysuzlaşılacak kadar bilinci büyüleyen kara bir delik haline gelmişken, toplum ahlaki çarpıklıklara ve siyasi yolsuzluklara direnç yaratacağına, oluşan karmaşada pundun peşinden koşup düzensizliğe prim verirken, din ve dil yobazların elinde her türlü manipülasyonu yapabilecekleri bir silah olmuşken, hangi üst bilinç, ayık kafa ve ileri görüş tüm bunlara karşı ömrünü helak ederek isyan edebilir.

Neyzen Teyfik. Aklıyla gerçeği, kalbiyle aşkı arayan, mutlak özgürlüğün peşinden ruhunu dolduran isyankârlık ve insan sevgisiyle koşan, gündelik hayatın bozukluklarına, bayağılığına küfreden, adaletsizliğe öfke yağdıran, ruhunun göçmüş uçlarını aklından tahtalar sökerek gideren, hayat dolu nefesiyle ney'de can bulmuş, meyde can vermiş sergüzeşt, berduş sanatkar, Neyzen Teyfik...

Bir ömrü, başı-sonu belli olmayan bir sürüncemede, düşünmeden, hissetmeden, sorgulamadan ve hesap sormadan geçirmek... Sınırı bilinmeyen meziyetlerle dolu ruhu, doğanın güzelliklerinden mahrum bırakmak... Işıksızlıktan yakınıp karanlıkta oturmak ve gözünün seçebildikleriyle yetinmek... Bu seçimden sonsuza kadar rahatsız olmak ama yine de garip bir kabullenmişlikle oluşmuş düzene karşı gelmemek... Ortalama bir bireyin tüm hayatı boyunca seçerek ya da seçmeyerek, zorunluluktan ya da başka bir sebepten yaptığı eylemsizlikler bütünü...
__________________________________________

Belki de öyle değildir... Doğru değildir kurşun sesli, sert bakışlı, postallı 'ağır' adamların söyledikleri... Kanla sulandıkça kutsallaşmıyordur toprak... Ve bir avuç topraktan daha önemlidir yaşadığınız şu bir nefeslik hayat... Bir kapı aralığında ya da bir gece yarısı yatağında tesadüfen düştüğünüz rahimler gibi düşmüşsünüzdür onun üstüne de...

Daha doğduğunuz gün gözlerinize indirilen perde, aslında özgür doğan aklınızı tutsak ediyordur. Varlığını sorgulamadan kabul ettiğiniz Tanrı gibi çöküyordur üstünüze ideolojiler. Ve belki şimdi öğretilmiş düşüncelerinizden sıyrılma 'ne için' diye sorma, sebebi belirsiz ölümlere değil hayata sarılma, kendiniz olma zamanıdır. Kim bilir hangi hesaplarla arkalarına yaslanıp uzaktan memnuniyetle izledikleri ölümlere methiye düzenlerin söylediklerinden bir kez olsun şüphe duyma zamanıdır şimdi...

Bir kere bile neden diye düşünmeden, zihinlerinizi kendi zehirli düşünceleriyle kör edenlere biat etmekle yanlış yapıyorsunuzdur. Belki de 'kan' o kadar iyi bir şey değildir. Ve toprak dahi kanla değil suyla beslenmek istemektedir. Kutsal olan toprak değil bedendir belki de ve üstünde ölmek gerekmemektedir onu sevmek için. Sorgusuz sualsiz alkışladığınız fikirlerin beslediği namlular bir gün doğrulacaktır hatta belki doğrulmaktadır üstünüze. Ve yüreklerinizde hiç kapanmayacak kocaman kara çukurlar açarak sevdiklerinizi koparıp götürüyordur belki de...

Belki de bütün bunlar, kendinizi unutup umutsuz bir hasta gibi sayıklamanız istenen 'vatan' için yapılıyordur ve belki de birileri sizinle fena halde eğleniyordur. Ve belki de "Vatan tüm kötülüklerin anasıdır" sözünü düşünmek gerekiyordur. Onun sözlerini, Goytisolo'nun...

Belki de gerçekten "illetten tedavi olmanın en hızlı ve etkin yolu onu satmak, ihanet etmek"tir... Yapılması gereken onu terk edip gitmektir...

"Nasıl mı satmak? İster pahalı, ister bedavaya. Kime mi? En yüksek peyi kim sürerse ona ya da verip kurtulmak ağulu armağanı, onu hiç bilmeyene, bilmek de istemeyene; ister zengine, ister yoksula, umursamazın tekine ya da bir aşıka, salt ihanet zevki yeter; bizi belirleyen, bizi bir şeyin sözcüsüne dönüştüren, üstümüze bir yafta yapıştıran, bize bir maske yapıştıran ne varsa ondan sıyrılma zevki uğruna (...) haraç mezat satmak her şeyi; tarih, inanışlar, dil, çocukluk, manzaralar, aile, fırlatıp atmak kimliğini, sıfırdan başlamak, Sisyphos olmak, aynı zamanda, kendi küllerinden yeniden doğan Anka Kuşu..."
________________________________________________

Bazen klişelerin peşine takılıp, rüzgârına kapılıp gidiyoruz hiç düşünmeden ve 'anı yaşamak'tan söz ediyoruz. Hâlbuki içinde bulunduğumuz 'an' gerçekten mutluysak, zaten hiçbirimiz kaçmaya yeltenmiyoruz o konumdan, o durumdan; dışına çıkmaya çalışmıyoruz. Üstelik bunu farkına bile varmadan yapıyoruz.

Bir de acı çektiğimiz, sarsıldığımız, yıkıldığımız zamanlar var ama. O 'an'ları hiç yaşamak istemesek de mecbur kalıyoruz, mahkûm oluyoruz bu tecrübeye; gücümüz oranında dayanıyoruz.

Ayıklayamıyoruz hayatımızdaki 'an'ları, iyisini 'yaşayıp' kötüsünü başımızdan savamıyoruz; geçmişimizi, kötü anılarımızı bir süngerle silemiyoruz. O halde ihtiyacımız olan aslında kabullenmeyi öğrenmek. Unutmak için alkole, uyuşturuculara, avunmak için aynı anda birkaç sevgiliye sığınırken, yeni bir yaşam kurabilmek için kumardan medet umarken Marguerite Duras, Richard Brautigan, Edgar Allen Poe, nasıl yeni dertlerle yüz yüze geldilerse, kim bilir, öyle çözümsüz bırakır bizi, yaşamımızı sadece güzel ve eğlenceli anlardan ibaret kılmaya çabalamak.

Ve en kötüsü hiç şüphesiz kendimize acımaya başlamak; böyle bir duyguya esir olursak başkalarına karşı acımasızlaşmak tehlikesine düşeceğimizin farkına varamamak, yaşamın güzel süprizler de hazırlayacağını unutuyorsak, "önümüze çıkan güzellikleri, yeni aşkların başlama fırsatlarını es geçebileceğimizi" gözden kaçırmak.

Her şeyden ümidi kesip "hayatın pek de uğrunda savaşılası bir yer gibi gelmediği" zamanlarımız olacak elbette. Özellikle "bir devletin herhangi bir kararının bir çoğunluk için iyiyken herhangi bir azınlık için kötü olduğunu; sevgilimizin bir var bir yok olacağını" gördüğümüzde.

İşte o hallerden vazgeçmek yerine, belki de "olamayacak şeyleri aradığımızı" hatırımızdan geçirmek gerekir ve Refik Halit Karay'ın sözlerini bir kez daha tekrarlamak:

"Hayatta en büyük intikam yaşamak"

29 Ağustos 2007

A. Eren Loğoğlu

Hiç yorum yok: